21 Mayıs 2015 Perşembe

GÜNAYDIN!

***************************************************************


YİNE HAKLI OLDUĞUMUZ BİR KONU DAHA GÜNIŞIĞINA ÇIKTI ELHAMDULİLLAH!

YILLARDIR KAVGASINI VERDİĞİM KONUDA ŞÜKÜR, HÜKÜMET UYANDI. BİR DE MUHATAP BULABİLSEK...

********************************************************

http://fehmidemirbag.blogspot.com.tr/2014/09/neden-heroturk-projenizin-turk.html

************
http://fehmidemirbag.blogspot.com.tr/2014/03/sanalkahraman-kavrami-ve.html

**********************************************************


Hükümet oyuncağa el attı! Milli oyuncak geliyor!

Hükümet oyuncağa el attı! Milli oyuncak geliyor!
  •  
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, yerli oyuncak sanayisini geliştirmeyi planlıyor
Çocuğu susturmak ve eğlendirmek için kullanılan oyuncak sektörü, Türkiye’de yerli üretim ve karakter tasarımı için atağa geçti. 1 milyar liralık oyuncak pazarının bulunduğu Türkiye’de 0-14 yaş grubundaki 19 milyon çocuk için yapılan yıllık ortalama oyuncak harcaması sadece 20 dolar.Avrupalılar oyuncağa yılda 250 Euro, ABD’liler ise 300 dolar harcıyor. Türkiye’nin son 5 yıllık oyuncak ithalatı 1.6 milyar dolara ulaşıyor. Toplam ithalatın yüzde 92’si ise Çin’den yapıldı. Aynı dönemde 121.9 milyon dolarlık ihracat gerçekleşti. Türkiye’de sektör ise yeniliklerle bu rakamı yakalama hedefinde. Bu çerçevede Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, yerli oyuncak sanayisini geliştirmeyi planlıyor.
Bakanlık bu hedefi yeni Sanayi Stratejisi Belgesi’ne aldı, Sanayi Bakanı Fikri Işık da talimatı verdi. Yeni stratejiye göre, “oyuncak ihtisas bölgesi” kurulacak ve yerli oyuncak markaları oluşturulacak. Bölgede tasarım ofisi de yer alacak. Türk oyuncak sanayisi “Türk tipi” oyuncak karakterlerini yaratacak. Böylece, piyasadaki ithal oyuncak egemenliği sona erdirilecek. Erzurum, oyuncak ihtisas bölgesi için talip oldu. Oyuncak sanayicileri ise İstanbul gibi büyük pazarlara ve hammaddeye yakın illerde üretim yapmak istiyor. Oyuncak ihtisas bölgesinde, oyuncakların plastik, metal ve elektronik aksamlarını üreten firmalar bir arada bulunacak. Sanayi bölgesinde bir meslek lisesi de kurulacak. Yerli oyuncakçılar, vergi ve prim gibi desteklerden yararlanacak. Bölgeye, Ar-Ge desteği alacak bir tasarım ofisi de kurulacak. Bu ofiste çocuk ve gençlerin ilgisini çekecek oyuncak tasarımları yapılacak. Sektör, tüm dünyada yetişkinlerin dahi koleksiyon yaptığı ve oldukça yüksek fiyatlara satılan karakter oyuncakları üretecek.

‘FATOŞ BEBEK VARDI, ŞİMDİ...’

Türk Plastik Sanayicileri Araştırma, Geliştirme ve Eğitim Vakfı Başkanı Yavuz Eroğlu, piyasada çok fazla ithal oyuncak olduğunu söylüyor ve “Yerli üreticiler bir elin parmaklarını geçmiyor. Eskiden Fatoş Bebek vardı, başka yerli markalar vardı, yok oldular. Otomotiv sektörü parçalarından bile daha pahalılar. Yurtdışına müthiş para gidiyor. Yerli otomobili üretemedik ama yerli oyuncağı üretelim” diyor. Eroğlu, özellikle Uzakdoğu kökenli oyuncakların kanserojen kimyasallar içerdiğine dikkat çekerek, yerli üretim ile bu tür risklerin de ortadan kalkacağını vurguluyor. Eroğlu, Türk oyuncaklarının ithallerle nasıl yarışacağını da şöyle açıklıyor: “Oyuncakları satmak için çizgi filme ihtiyaç var. ABD’deki çizgi filmlerin arkasında zaten oyuncak sektörü var. Güçlü bir oyuncak endüstrisi kurarsak, karakter üretimi de olur zaten. Tasarım merkezi kurup oyuncak tasarlamak yanında karakter de tasarlayacağız.”

TOMBUL VE NİLOYA BEBEK

Türk oyuncak sanayisi yerli tasarım oyuncak ve karakter üretmek için çalışmalara şimdiden başlarken, geliştirilen bazı oyuncaklar da dikkat çekiyor. Uçar Oyuncak firması, yerli lego oyuncağı geliştirerek patentini aldı. Tombul adı verilen lego oyuncak, normal legonun kare yapısından farklı olarak eğimli ve köşesiz parçalardan oluşuyor. Çocuklar, bu oyuncak ile yumuşak hatlı hayvan ve araç figürleri yapabiliyor. Bir çocuk kanalında yayınlanan Niloya karakteri ise bez bebek olarak tasarlandı.

‘ÖNCE KÜLTÜRÜ BİLİNMELİ’

Yazar ve İstanbul Oyuncak Müzesi kurucusu Sunay Akın, oyuncağın toplumdaki yeri ve bu işin kültürü bilinmeden oyuncak sanayisi yaratılamayacağını savundu ve şunları dedi:
“Önce oyuncağın tarihi bilinecek, sonra oyuncak sanayisi gelişecek. Ne kamu kurumları ne de sanayiciler bu işe hâkim. Bir çocuk için pırlanta mı, asitli içecek mi, yoksa oyuncak mı faydalı? Devlet pırlantadan sıfır, asitli içecekten yüzde 8 vergi alırken, oyuncaktan yüzde 18 vergi alıyorsa bu alan gelişemez. Her çocuğun hayal dünyasında bir oyun arkadaşı vardır. Dünyada da bu iş önce çizgi roman, sonra sinema karakterleriyle gelişiyor.”

19 Mayıs 2015 Salı


SARIKAMIŞ

Bir noel zamanı,
Allahüekber dağlarında,
bu kez kar çölünde...
Anadolumun aslanları!
...
73 makinalı tüfek,
birazcık top,
218 kadar...
azıksa;
kuru ekmek ve zeytin!
haydi aslanlar gazveye!

1914 ün son günleri,
90.000 vatan evladının da!

adım adım buzdolabına!

en büyük düşman,
rus değil,
hem cehalet!
hem yazlık ceket!

sarıkamış...
kar beyazı!
soğuk üşüyor,
kar donuyordu...
evlad-ı fatihan'a
bir haller oluyordu!
Rus'a ne hacet,
ahmaklığımız bize yetiyordu!

sarıkamışın sarısı,
ah!
zaman solmuştu!
yetmedi mehmedimin nefesi,
ayaz onu da vurmuştu...
akrep, yelkovan,
ve can,
aynı anda durmuştu!
söz, şehadet her ne varsa,
herşey buz,
nefis dahil!
herşey kör bir an'a,
hapsolmuştu!

değişmeyen gerçeğim,
mazlumlar ve yetimler,
zulmü resimleyenler!

acı bir hikayesin,
soğuğun aslında,
yakıcı olduğunu,
ateş olduğunu söyleyen,
sarıkamışım...
sen de, mehmetçik dahil,
tarih donmuştu!

Batum'u alacaktık,
öyle çıktık yola,
yol; kar'bela!

onlar...donarak öldüler...
ve biz hala,
yanıyoruz!
Allahüekber dağlarında,
bu kez kar çölünde...
Anadolumun mazlumları,


....

1914 ün son günleri...
Tarihin eşi benzeri olmayan dramatik sayfalarından birinden pasajlar sunacağım sizlere...
ürkütücü ve hazin bir öykü...
...
İhtirasın ve cehaletin, bir nev'i yanlış hesapların nelere sebebiyet verdiğininin de ibretlik öyküsü...
...
Bu öyküden muradımız tarihle hesaplaşma adına değil yüzleşme adına gelecek nesillerimizin ufkunu açmaktır.
Ecdad ya da ata denildiğinde geçiştirelemeyecek bir mazinin torunları olmadığımızı geleceğe fısıldamaktır, iştiyakımız...
...
Anlatacaklarımız ders alınma noktasında milletimize yol gösterir ki bu melanetli dramın bir daha muhatabı olmayız; tarih bu yönüyle bir daha tekerrür etmez.
...
Osmanlı son demlerindedir.

1914 kapıdadır...

Yüzyılın en güçlü örgütü İttihat ve Terakki batının desteğiyle yıllardır sürdürdüğü gizli çalışmalarının meyvesini almak üzeredir. Balkan dağlarında çetecilik yapan, devletin başındaki Abdulhamit'e adeta düşman kesilmiş genç subaylar 1908 yılının Temmuz ayında arzuladıklarına kavuşmuş ve meşrutiyeti ilan ettirmişlerdi.
Ertesi yıl ise 31 Mart olayını mazeret ederek Padişahı tahttan indirirler. 32 yıl göz hapsinde bulunan kardeşi Mehmet Reşat'ı devletin başına getirirler.
Kendi ipleri her kimlerin elindeyse de imparatorluğun ipleri kendi ellerine geçmişti.İpi tek başına ele geçiren ise Balkan dağlarının gerillası ya da eşkiyası...Halkın arasında hürriyet kahramanı diye şöhret bulan, gözü kara Enver Paşa'dır.
İttihat Terakki, "özgürlük temennileri" adına iktidarı Ulu Hakan Sultan Abdulhamit'ten devralırken kısa zamanda eleştirdikleri yönetimin dışında çok daha zalim despot bir anlayışa imza atmışlardır.
İttihatçılar iktidarın hazzını tatmadan henüz daha devlet nasıl yönetilir algı ve deneyimini yaşamadan Trablusgarp ve Balkan savaşının ateşini kucaklarında buluverirler.
Balkanlarda 1912 yılının sonbaharında başlayan savaş çöküşün hızlanmasının da en önemli sebebi olacaktır.
Savaş başladığında yasaklı padişah Abdulhamit Selanikte eski bir konakta gözaltında bulunduruluyordu. Tehlike nedeniyle eski padişah Selanikten tekrar İstanbul'a götürülürken dudaklarından şu sözler dökülür: " Selanik giderse, İmparatorlukta gider."

ve Selanik gider...Çorap söküğü başlamıştır artık.
...
Balkan savaşları ile imparatorluğun bütün can alıcı organlarında zehirli bir hançerin dağlayan, parçalayan hareketleri an be an topyekün milletin acısına acı katar. Öyleki bu acı, bu sancı Bulgar ordularının çizmelerince İstanbul'a kadar dayanır. Bu kanlı çizmeler padişahın yaşadığı Dolmabahçe Sarayı'nın 50 km. ötesinde Çatalca önlerinde zor durdurulur. Son bir atakla eski başken Edirne düşmanın elinden geri alınır. Ancak Balkan topraklarına veda edişimizin buruk tarihidir yaşanılan süreç.
...
İmparatorluğun kültür, ekonomi ve siyaset kaynağı balkanlar artık bizim değildir.
...
Balkan savaşlarında önsaflarda savaşan Binbaşı Hafız Hakkı gözlemleyerek savaşta yapılan hataları bir kitap yazarak tarihe kayıt düşer. Kitabın adı ise BOZGUN dur.

...
Dünya, tarihinin aynı zamanda ilk CİNNET HİSTERİSİ ninde acı meyveler vereceği bir mevsimin lk evresindedir.

Nihayet 1914...

Bir Sırp öğrencinin Avusturya-Macaristan prensini öldürmesi bahanesi ile insanlık tarihinin ilk yüz karası toplu vahşiliği sahnelenmeye başlamıştır.
Öncesinde yapılan savaş hazırlıkları öylesine korkunçtu ki (modern silah endüstrisinin ilk zaferi) savaş zaten bahanesini arıyordu. Bahane dinamitinin fitili ise sırp öğrenciye nasip olmuştu.
 Savaşın tarafları olarak seferber olan 65 milyon insan birbirlerini boğazlamak üzere saldırıya geçtiklerinde yere cansız olarak uzanan bedenlerin sayısı kayıplarla birlikte 14 milyon olacaktı. Bu bedenlerin en az üç milyonu ise Osmanlı evladı olacaktı. Yaralılar ve arda kalan sakatlar cabası...
...
İmparatorluk kalbini yitirmişti; balkanları. Daha yüzyıl öncesine kadar dostuna ya da düşmanlarına karşı esamesiyle bir süper güç olan Osmanlı artık hasta adam olarak kabul edilmektedir.

 Balkanların elden çıkması halkın moral olarak ta çöküntüye düşmesine sebep olmuştu.

Her geçen gün hasta adam kan kaybı yaşamaktaydı.
Balkanların acısı bir şekilde çıkarılmalı, kaybedilen topraklar geri alınmalıydı. Bunun için bu büyük savaşta yer alınılmalıydı. Ancak kimse bilmiyordu ki bu savaş hasta adamın son nefesini vereceği savaştı. Geriye kalacak son çırpınışlar ise varolabilmek adına yeni kurulacak devletin kurgu savaşları olacaktı.
...
33 yaşında genç bir adam olan, imparatorluğun iplerini ellerinde tutan Enver Paşa Cihan Harbine girmekten yana taraf oldu. Tercihi ise askeri eğitim gördüğü Almanyadan yana oldu.
Savaştan Almanya'nın galip çıkacağını düşünüyor, imparatorluğun geleceğini kurtarmak için gerekirse bu ateş topunun içine girilmesi gerektiğine inanıyordu.

Paşaya göre hasta adamın şifa bulması ancak bu reçete ile mümkündü.
...
3 Alman gemisi İngilizlerden kaçarak Osmanlı sularına sığınır.

Baştan dedik ya dramatik bir öyküdür anlatacağımız. Ancak mizansene de ihtiyaç vardır öykümüzün bir piyese dönüşebilmesi için. Tarih yazıcılar vasıtası ile bu gemilere Türk bayrağı çekilir. Türk bayraklı bu gemiler Karadenize açılırlar ve orada Rus limanlarını bombalarlar.

İttifak devletlerinin safında yer almamız için bundan daha uygun bir mazeretimiz olamazdı.
...
Padişah Mehmet Reşad 14 yılının 11 kasımında Cuma Namazı sonrası 100 yıldır kınında duran Cihad kılıcını kuşanır. Bütün imparatorlukta BÜYÜK CİHAD ilan olunur.
Afganistandan Mısıra, Kafkaslardan Balkanlara ne kadar Müslümanın yaşadığı coğrafya varsa artık bu Ümmetin Ehli Salibe İngiliz, Fransız ve Ruslara karşı açtığı bir teyakkuzdur.
Birinci cihan harbi ise Polonyadan Süveyş Kanalına, Kafkaslardan Çanakkale Boğazına kadar cephe bulmaktaydı.
...
Enver Paşa ve arkadaşları imparatorluğun eski günlerine kavuşması için bir tez üretirler.

"Genişliyerek büyümek!"
Bu teze göre Osmanlı daha çok yer feth etmeli, daha geniş coğrafyalara açılmalıydı. Kurtuluşun tek çaresi buydu. Çıkmış olan dünya savaşı ise bulunmaz fırsattı.
...
İstanbul/Beyazıttaki genelkurmay binasında Alman ve Türk generaller haritaları masaya yatırırlar. İlk genişleme planı ise harita üzerinde Enver Paşanın parmaklarının ucundadır: Hedef Kafkaslardır.
 Plan basittir. Osmanlı ordusu büyük bir hızla Kafkaslara girecektir. Orada Ruslar ezileceklerdir. Oradaki Türk nüfuslarıyla büyük birleşme gerçekleştirilecek, böylelikle de  BÜYÜK TURAN İMPARATORLUĞU kurulacaktır.
Kurmaylarının nezaretinde açıkladığı bu plandan Alman general Limon Von Sanders çok memnun olmuştu. Zira Kafkaslara girecek olan Osmanlı ordusu Rusları zor durumda bırakacak, Ruslarda Almanlarla çarpıştıkları Polonya önlerinden Kafkaslara kuvvet kaydırma durumunda kalacaklardı. Dolayısıyla Alman ordularınında işleri kolaylaşacaktı.
Enver Paşanın planları yalnızca bundan ibaret değildi. Amcası Halil paşa bir tümen askerle İstanbul'dan  Sivas'a trenle yola çıkacak, daha sonra yürüyerek Halep'e, oradan da İran'a gidecekti. Tahran'ı ve Tebriz'i alacak oradan Kafkaslara geçecekti. Rusları mağlup edecek, orada ihtilaller yaparak Kafkas Türklerini birleştirecekti. Bütün bu operasyon ise sadece bir tümen askerle yapılacaktı. Yani 10-15.000 kişi ile...
...
Enver Paşanın planları yalnızca bundan ibaret değildi. Planı Ortadoğu ile ilintiliydi. İttihatçıların kudretli paşalarından Cemal paşa Suriye'ye geçecekti. Oradaki bölgesel isyanları bastıracaktı. Oradan Süveyş Kanalını geçerek Mısır'ı alacaktı.
Böylece imparatorluk eski gücüne yeniden kavuşmuş olacaktı.
...
Genelkurmay binasının geniş odasında Enver Paşanın bu akıl almaz planını heyecanla dinleyen kurmay subaylar onun bu hayallerine çokta iştirak eder durum sergilemediler.
Oysa Enver Paşa Turan imparatorluk planında oldukça ciddiydi. Bu uğurda ise seve seve canını verecek durumdaydı.
...
Limanları Türk bayraklı gemilerce bombalanınca Osmanlıya savaş ilan eden Ruslar bu kararın hemen ertesi günü Erzurum ve Sarıkamış önlerinden Türk topraklarına girerler. Bir kaç kasabayı aldıktan sonra ilerlemezler. Zira karakış kapıdadır. Artık amaçları bahara kadar buralarda tutunmaya çalışmaktır, kışı Anadolu topraklarında geçirmektir.
Başkumandanlık vekilliğini henüz almış Enver Paşa Ruslar gibi düşünmüyordu. Enver paşa seferberlik hususunda da emir vermişti.

Samsun, Erzincan, Trabzon ve Arap Eyaletlerindeki illerden kuvvetler toplanmaya başladı. Daha Balkan harbinin yaraları sarılamamıştı bile. Yaraları kabuk bağlamamış askerler bile yürüyüşe geçtiler.
Hedef Kafkasların kapısı; Sarıkamış'tı!

Enver Paşa bu büyük harekata komutanlık etmek için Sarıkamış'a geçer. 3. ordu komutanı Hasan İzzet Paşa  karakışta savaşmaktan yana değildir. Ona görevden el çektirir. Yerine de kendi geçer.
Alman ve Türk kurmay subaylar bu kez Sarıkamış'ta harita başına geçerler. Enver paşa yine aynı heyecanla harekatın detaylarını silah arkadaşlarıyla paylaşır.

Sarıkamışta savaşacak olan 3. ordu 3 kolordudan oluşuyordu.
11. kolordu Rusları oyalamak için sağ istikamette mevzilenecekti.
9. kolordu merkezden yarma yapıp Bardız üzerinden Sarıkamışa geçecekti.
10. kolordu Penek yolu üzerinden Allahüekber dağlarını aşarak Rusları arkadan kuşatacaktı.
Sarıkamış ele geçirilince diğer kolordularla birleşilecek oradan Kafkaslara, oradan da Turan İmparatorluğuna doğru yol alınacaktı.

Savaşın can alıcı yükü 10. kolordudaydı. Kolordunun komutanı ise Balkan savaşlarında görev almış, oradaki hataları kaleme almış bu kez albay rütbesinde olan BOZGUN kitabının müellifi Hafız Hakkı'ydı.
...
1-2 metre civarında kar. Eksi 25 derecelerde seyreden hava sıcaklığı haritalarda yer almıyordu. İnanılmaz engebeler haritalara hangi mürekkeple çizilebirdi ki?
Bütün mesafeler ise ancak yürüyerek geçilecekti.
 Kolordular kendi mıntıkalarında toplanmış ve herkes kendi görevalanlarına doğru yürüyüşe başlamıştı.
Daha bu aşamadayken bile askerlerin durumu içler acısıydı.
Bir kısmının üzerinde yazlık kıyafetler vardı.
Ayaklarında yıpranmış çarıklar...yamalı urbalar sırtlarında...Gencecik çocuklar...Askerden çok tarla işçilerine benzeyen yağız delikanlılar...
Bir çok askerin sırtında geldikleri bölgelerin yerel kıyafetleri bulunmaktaydı. Ne paltoları vardı ne de yedek iç çamaşırları.
"Nasılsa gittiğimizde üniformalarımızı ordu verir" diye düşünmüşlerdi. Ordu veremedi. Çünkü Almanların gemilerle karadeniz üzerinden yaptıkları sevkiyat, Rusların bu gemileri batırmaları neticesinde gerçekleşmemişti. Tekrarı içinse Almanlar yeni malzeme gönderemiyorlardı. Gemiler harita üzerinde yolculuk yapmıyırdu maalesef ki!

Anadolunun, Arap eyaletlerinin değişik yörelerinden toplanmış bu kara yazgının çocukları hem yoklukla hem soğukla hem de düşmanla savaşacaklardı.
İyi giyimli, iyi donanımlı ve çevre şartlarına alışkın 60.000 Rus askeri vardı karşılarında.
Bütün imkansızlığa rağmen oraya sevkedilen Osmanlı askerinin sayısı 120.000 civarındaydı.

...
Savaş başlamak üzereydi.
60 km karelik arazi yürülerek aşılacaktı.
Enver paşanın hayalleri için 120.000 vatan evladı gerçekle yüzleşeceklerdi.
Ölümüne yürüyüş 22 aralık günü başlamıştı.
...
Günlerce yürüdüler.
Ölüm sessizliğindeki Bardiz Yaylasına, Çamurlu Tepelerine, Çerkezköye, oOltu'ya ve Allahüekber dağlarına...
Sarıkamış'a...O küçücük kasabaya bütün mevkilerden yürüdüler, askerlerimiz. Açlıklarıyla, yorgunluklarıyla yarı çıplak halde.
1 metreyi aşkın karda insan üstü yürüdüler. Herbir adım azap dolu! Bitkindiler...Soluk tek sermayeleriydi...
Ama Enver Paşadan, Albay Hafız Hakkı'dan arkası kesilmeyen hücum emri gelmeye devam ediyordu. Sarıkamış ne pahasına olursa olsun alınmalıydı!

Ölümüne, ölüme yürüyüş sürüyordu.
Ara ara karşılaştıkları Rus askerlerle çatışmalara da giriliyordu. Herşeye rağmen o an için en büyük düşman tabiaat şartlarıydı. Tipi, rüzgar göz açtırmıyordu. Gözalabildiğine kar ise ancak ölüm beyazıydı.
Uysal ve masum görünüşlü o kar olmadık işler yapıyordu askerimize. Zihinlere pranga vuruyordu bir yandan, bir yandan da gözleri bile kör ediyordu.
Hatta iki Türk tümeni asab bozucu bir tipi esnasında düşman zannederek birbirlerine saldırmak durumunda kalmışlardı. 2000 yaralı ve ölü asker saf dışı kalmıştı.
Hiç bir şey bu ölüm yürüyüşünü durdurmuyordu. Yürüdüler; ölüm onları bir gece vakti bir köşede kıstırıncaya kadar yürüdüler.
...
Yürüdükçe de terliyorlardı. Ter ise sırtlarında soğuğun etkisiyle donuyordu. Bu donma ise ölümün kapısını biraz daha aralıyordu.
Yaklaşık bir haftalık bu yürüyüşle birlikte hazan yaprakları gibi askerlerimiz dökülmeye başlamıştı.
Önce ayaklarda bir sızı ile yokluyordu ölüm onları.
Sızının ardından bir hissizlik...
Bu ise parmakların donması manasını taşıyordu.
Ayak bilekleri ve dizler yavaş yavaş devreye giriyordu. Sonra kar üstüne yığılıp kalma!
Kurtların bile sığınacak bir delik aradıkları havada yere düşen askere yardım edebilecek durumda değildi kimse de.
Asker bir yandanda açlık ve yorgunluğun etkisiyle de uyuşuyor, olduğu yerde anne rahmindeki halini alıp yavaşça uykuya geçiyordu.
Uyku ise ölümün kabul salonuydu. Kendinden geçen vücudun üzerine buzdan bir kristal bir yorgan misali serpişiyordu. Ardından ise halsizlikten pelteleşip yığılı kalan beden buzdan mamul bir mermer heykel gibi kaskatı kesiliyordu.
Tatlı bir uyku acı sona böyle kapı aralıyordu.
...
Sağa sola serpilmiş, bir araziye dağılmış kar çiçekleri gibi mehmetçiğin bedenleri...Ordunun eridiğinin resmiydi!
...
Ölümün bu kadar hoyratça yanıbaşında yaptıklarına şahit olan kimi askerlerde çaresizlikle bir çıldırma çukurunda buluyorlardı kendilerini. Sonsuz beyazlıkta dağılıp giden çığlıklar bu askerlerin hançerelerinden yankılanıyordu Anadolumun doğusuna...
...
Gecenin kar alacasında yakılan küçük ateşler bile umut vermiyordu geride kalanlara. Pes etmişlik, tevekkül, isyan ne kadar da kardeş duygulardı an itibariyle.
...
Geride kalanların dayanmalarına ve direnmelerine...hayata tutunma isteklerine ölüm ise sabırla cevap veriyordu. Burada son yazılmıştı son nefeslere...O ise yazılı olanları yanına alıp gitmeden uzaklaşmayacaktı buralardan.
...
26 aralık gecesi Allahüekber dağları...
Ölmek istemeyen askerlerin çığlıklarına ev sahipliği yapıyordu. Bir yandan da dünyanın en büyük buzdan kabristanı olmaya hazırlanırken.
Bu gece dünya savaş tarihinde yaşanmamış bir kıyım yaşamıyordu.
Osmanlı askeri bu kez doğaya karşı girdiği savaşta yeniliyordu.
...
27 aralık sabahı güneş ışıkları bile Allahüekber dağlarının yamaçlarında sabahı müjdelerken buruktu. Nasıl burulmasın ki? 15.000 Mehmetçik! Yani Muhammed'in(SAV) ordusu....Pusuya düşmüştü; ayazın pusuna! Kardelen çiçekleri gibi serpilmişlerdi alabildiğince...Tek bir kurşun atmadan! Şakalarında kan yoktu. Parçalanmış uzuvlar...iniltiler yoktu...sessizce ölmüşlerdi...kaskatı kesilerek!
Bu sayı Sarıkamışta donacak askerlerin sayısının küçük bir kısmıydı henüz!
...
Sarıkamışa giden yol üzerindeki bütün yerlerde öbek öbek donmuş Osmanlının askerlerinin bedenlerinde içi burulacaktı güneşin ışığının. Isı biraz arttığında eriyen karların ne de çok askerin bedenlerinin üstünü örtüğü görülür.
Toplam ölü sayısı bilinmiyordu. Ama tümenleri kolordular artık parmakla sayılacak kadar azalmıştı.
...
Sürekli hücum emri veren Enver paşa nihayet kendisine ulaşan pusulalardan durumun vehametini anlamıştı artık. Bir kareli kağıda kendi vasiyetini yazmaya başladı.

"Eger muvaffak olamaz isem son neferimle birlikte ruhumu vermeye hazırım!"
...
Kendini ölüme hazırlamış başkomutan herşeye rağmen harbi kaybettiğini kabullenemiyordu. Vasiyetini yazdıktan bir süre sonra Ruslardan bir küçük kasabanın alındığı haberi bir pusulayla ulaştırılır kendisine. Yine bakışları zafer edasıyla canlanır.
ve yine ordudan arta kalana tekrardan hücum emri verir. Sarıkamış dramının son emri olur bu emir.

Asker ise ölümlere, soğuğa, açlığa rağmen yine insan üstü bir gayretle bu emri karşılıksız bırakmaz. Süngüyle ve hatta parmaklarıyla Rus askerine yönelir. Tarihin sütunlarında böylesi bir insan üstülük yazılmamıştı. Aynı tarih kitleler halinde donarak ölen başka bir askeri de yazmamıştı. Türklerin bu cılız saldırısına karşın Ruslar hücuma geçtiler.
Nihayet bir kuşatmadan kurtulmak için Enver Paşa geri çekilme emri verdiğinde aynı tarihte Rus generalde zafer telgrafını kendi tarafına çekiyordu.
...
Ağır yenilgi ile Sarıkamış harekatı nihayetlenmişti.
...
Hepi topu 15 günlük savaş bitmişti.
...
7000 askerimiz ise esir düşmüştü. 12.000 asker sağ kurtulmuştu. Yani 101.000 kişilik bir şehid listesiyle  bitmişti savaş.

Sarıkamış'ın hüzün kısmı ise, Ruslarla ciddi bir çatışmaya girmeyip donarak ölen 90.000 kişi. Ve Ruslar topluca gömdüler askerlerimizi salgın hastalık olmasın diye. Mezarlarına ise asla bir daha ulaşılamadı.

Rusların kaybı ise 20.000 kişiydi. Onlardan da 6000 kişi donarak ölmüştü.
...
Savaştan kurtulan 12.000 askerimiz ise Erzurum ve yakın ilçelerine sevkedildiler. Askerlerimizde yüksek ateş, kaşıntı ve mide bulantısı görülüyordu. Gerçek anlaşılmıştı. Bitten kaynaklanan Tifüstü hastalığın nedeni.
eksi 25 derecede ateşler içinde can veriyordu bu kez Mehmetçik. Salgından ölenlerin sayısı hiçbir zaman öğrenilemedi.
...
Balkan savaşındaki hataları eleştiren Hafız Hakkı benzeri hataları bu kez kendisi Sarıkamışta yapmış, BOZGUN un sebeplerinden olmuştu. Tifüsten ruhunu teslim ettiğinde geriye cidden bir BOZGUN kalmıştı.
...
Enver paşa amcası Halil paşaya haber saldı, TURAN İMPARATORLUĞUnun yolundan geri çağırdı. Sivas'ta buluştular. Dudaklarından bir cümle döküldü;
"Bütün ordu mavf oldu!"
...
İstanbul'a döndüğünde Hürriyet kahramanı Enver Paşa Sarıkamış'la ilgili hertürlü paylaşıma büyük bir yasak getirdi. Günümüze ulaşan görüntüler Rus kaynaklıdır. Kendisi yurt dışına kaçtıktan sonra ancak Sarıkamış dramı konuşulur olmuştur.
...
Dört yıl içinde koca bir imparatorluğun sonunu getiren ittihatçılar kendi hayatlarını yurt dışına kaçarak güvenceye akmışlardır. Ancak Enver paşa Turan devleti hayalinden vazgeçmiş değildi. Bu hayali için Kafkasyaya gitti.
Sonunda çıkan bir çatışmada yalınkılıç saldırdığı bir rusun makinalı tüfeğinden çıkan kurşunla hayatı biterken Turan devleti hayalini de yanında götürmüş oldu. 1922 nin sıcak ayı ağustosta bu dünyayı terketti.

*********************
Bir yazar olarak yukarıda kısaca anlatmaya çalıştığım çatısını kurgulamaya yeltendiğim bu tarihi olayın filme alınmasını hem insani hem de milli bir vazife telakki ettiğim için, bir vefa göstergesi olarak ta ruhumun nişanesi olarak adlendirmenizi istirham ederim. 

****


tütünü ilk orada kağıda sarıpta içmiştik,
kırımda...
ilk ciddi kıyıma uğradığımız yerde,
kurşunlar dökülmüştü tepemize de,
biz nazar değmesin deyip,
gülüp geçmiştik...
kanayan yerlerimize ilk tütün basmayı da,
orada öğrenmiştik...
...
pahalıya maloldu sonra öğrenmelerimiz,
kara kapkara oluvermişti karadeniz,
yüzbinlerimiz soykırıma uğradığında,
kafkasya da!
...
çatısı çöküverdi cihan şümul devletin,
çerkezler ölü ya da diri kopunca yurdundan,
o gün bugün,
çığlıklar yükselir kafkasyanın dağlarından!
...
rus harbi denildi 1878'e...
Plevnede bir yiğit adam, hemşehrim...
diren babam diren...
...
ardından, balkan harbi denildi,
payitahtan uzaklaştırılınca ulu hakan,
ittihatın itleri parçalamadalar,
ölmeden ölen cesedi!
...
1914...nasıl örtersen ört,
Sarıkamıştaki ayıbı!
19 a kadar bir derin sessizlik...
Çanakkale'de top sesleri arasında,
millet kıskaç altında...
...
kuşçubaşı, zenci musa,
mehmet akif,
fahrettin paşa...
cık olmadı;
yaşa mustafa kemal paşa!
hıck!
...
devrim...
silsile,
ne de çok,
daraçları boyu...
susturuldu nihayet kayı boyu!
...
gelenin gideni arattığı yıllar,
ve biteviye yılgınlık!
...
yakın tarih,
ateizm,
ve bilumum sapkınlık!



fehmi demirbağ


18 Mayıs 2015 Pazartesi

UÇURTMA BAKANLIĞI


Bir iş kazasında,
babam ölünce,
yani,
ben üzülünce,
üzülme dedi anam,
bundan böyle,
devlettir baban...
ihtiyaçlarını,
karşılayacak olan...
...
çocuk aklımla,
düşündüm devleti,
yani üvey babamı...
...
öz gibi olabilir miydi,
üvey olan!
...
dedim görebilecek miyim babamı?
...
dedi anam;
o yol olur,
sağlık eğitim,
gösterir kendisini...
hissettirir nefesini...
...
dedim nasıl biridir peki,
dindar mıdır,
sabah akşam içen biri mi,
akıllı mıdır, deli mi?
...
dedi mührüne kim sahipse,
onun gibidir!
hasılı odur!
sen yine de,
paraleline uzak dur!
...
dedim kaç yaşında,
dedi kimi der 5000,
kimi 90,
kimi doğmak üzere!
...
nasıl yani dedim anama,
her ihtiyacımı
karşılayacak mı devlet baba!
...
dedi anam, elbette,
ama bakanlıklarıyla!
...
dedi, yol lazımsa ulaştırma,
eğitimin bakanı bakar okullara,
sağlık bakanıdır, sağlığımıza...
dedim ana,
küçüğüm ben daha ...
aklım almaz,
anlattıklarına!
...
dedim şeker istersem,
şeker bakanlığına mı,
uçurtma istesem,
uçurtma bakanlığına mı,
gülüp eğlenmek istesem,
kahkaha bakanlığına mı,
sevilip okşanmak istesem,
hangi bakanlığa,
başımı dayayayım?
...
büyüdüm,
devletin,
milletin anasıyla iştigali,
onun baba olduğunu,
bana gösterdi.
...
hiç bir zaman,
uçurtmam olmadı ama benim!
...
bakanların,
baktıklarını gördüm ama,
kendi evlatlarına!

fehmi demirbağ

13 Mayıs 2015 Çarşamba


SOMA....

Soma'dan geldi kara haber,
kara maden çıkaran,
kara talihli adamlar,
karanlıklara gömüldü!
...
içim karardı!
...
karaladım aşağıdaki satırları!
aşağılık düzene!...

her işi gören,
ölülerimiz var bizim,
ilme ne gerek,
hele ki fenne?
evde kalmış kıza koca,
üflesin hele hoca!
okunmuş yasinlerimiz var,
bağlanmış çaputlarımız,
yakılmış mumlarımız,
ne gerek kitaba,
laboratuara?
tarikat ehli olun yeter,
tarikiniz ehil olmasa da!
az buçuk arapça,
biraz islami terminoloji...
bir de nefesiniz keskinse,

cümle alem gelir dize!
varolsun new age teoloji!
kısmetimi aç,
düşmanlarımdan koru,
üfle beni hocam,
üfürükten mevzu,
küfrün ordusu!
...
havas ilmi in,
pozitif ilim out!
israil, amerika...
ve şut!!!
filistin kalede...
gollll!
...

aziz ve muhterem,
müminler!
pamuk eller cebe,
azze ve celle,
beni doyurmayanı sevmez!
kılın namazlarınızı,
verin zekatlarınızı,
ama bana...kıymayın...
...
siz benden iyimi,
bileceksiniz kur'anı?
önderi şeyh olmayanın,
şeyhidir,
ulular lanet şeytanı!
...
bid'at...hurafe...
kapa kitabı...
kapa kafanı!
al sana makam,
al sana mevki,
hem de birinci mevki!
al zevki,
tat şehveti,
biriktir serveti...
doy ve kan, gani gani...
...
ittiret, memleketi!
pavloğun köpeği,
seni gidi,
köpek nefisli!
kaniş cinsi!
...
ölüler ülkesinin sultanı,
bedeni canlı,
ruhu ölülerin...
kabirlerden beslenir!
...
hügs büzonu!
yemem oyunu!
cern de kün,
operasyonu!
müselman;
sen uyu!
...
ümmet coğrafyasının,
her yanı kabir!
diriler,
ölüden himmet bilir!
...
paraleli ve üçgeni,
büyüsü, tılsımı,
illa ki muskası...
kitapsızlık,
kitaplı dinin,
provası!
...
şisst!
bi sus lan;
anlamadın işte yazdıklarımı,
ne o öyle,
anlamış ayakları?
...
harf...huruf!
mineşşeytanirracim!
...
işim var cicim!
...
kadim gelenek,
cehalete,
kul gerek!
...
Allahın kulları,
bu oyuna,
gelmeyecek!
...
illallah!



''Abi Mahmut çıkmadı.
Mahmut ÇIKAMADI!
Beni bırakın onu alın abi.
Onun karısı hamile!''

"babam hep simsiyah gelirdi eve, alnında helal teriyle.
Bugün babam neden beyaz giyinmiş anne?"

oy yunusum,
ne derdin sen olaydın,
dadaloğlum,
köroğlum,
neylerdiniz,
ben yerine?
yerin altında,
bahtı kara,
ekmeği kara,
somada,
canlar
sedyeyle sayılınca,
kavun deposuna,
sokulunca!
feryadınızın rengi,
zifiri mi olurdu?
söyleyin pir'im,
pirim çıkarmaya,
çalışanları görünce,
kandan siyaset...
içiniz yanardı,
bilirim,
nasıl isyan ederdiniz,
söyleyin?
ölü ozanlar,
konuşsanıza!
akifim,
necibim...
bir şeyler söyleyin bana,
ne diyeyim olanlara!
...
cehalet eken,
günah biçen,
bir güruhuz,
ruhsuzuz!
susmayın nolur,
konuşsanıza!
...
afetin türlüsü başımızda,
gün olur,
depremle sarsılırız...
madenlerde kavruluruz...
trafik kazaları,
tuhaf hastalıklar,
kahrolmalar...
ardı arkası kesilmeyen,
belalar!
konuşun ozanlar!
nasıl ağıtlar yakılır,
ne zaman biter,
anaların acıları?
bebelerin ağlamaları?
...
somada bir hesap,
cehaletle can arasında,
ikiyüzlülüğümüz,
ikiyüzü aşkın can...
Allahım!
öfkemden patlayacam!
...
ateş düştü ocaklara,
kömür ocaklarından,
ağlayın analar!
bacılar!
çok ağlayın,
gözyaşlarınız söndürsün,
ateşimizi!
...
ben,
kahroldum!
ben...
sustum!
...
ölü ozanlar,
sizde susuyorsanız,
ben de sustum!

****
hava gergin bulutlar kara,
döktü dökecek yağmur,
koptu kopacak fırtına!
...
somada toma toplum komada,
hava gergin,
puslu havayı seven kurtlar,
pusuda...
koyunlar;
hala ahırda!
...
soru soran  yok,
herkes verilen metni,
ezberlemede!
ezberbozan;
oyunbozan!
...
bütün kalelerimiz küfre teslim,
konuştuğumuz dil bizim değil,
biz olmaktan,
çok oldu uzaklaşalı,
anlaşamıyoruz analı-babalı!
millet ki kayıp,
isyankar evlatlı!
...
aile denilen müessese batmış,
farkeden yok,
sokaklarda üçüncü türden,
tuhaf yaratıklar,
meçhule giden gemiler,
demir alıyor limanlarımızdan!
...
ensest,
gay,
lezbiyen,
transseksüel;
yeni dünya vatandaşları,
taşındılar mahallemize,
mahallenin eskileri,
toplu konutlarda mukim!
...
ne zaman ki,
iyiliği emredip,
kötülükten vazgeçirmez isek;
Allah başımıza,
içimizden kötüleri,
musallat ederde,
iyilerin,
duası kabul olmaz!
...
maaşlı ve lojmanlı,
din adamları,
sağlıktan geçinen,
tıp adamları,
efendileri,
güç baronları,
bir hayat biçtiler bize;
üzerimize olmayan,
bir eğreti elbise...
...
şimdi ki yamamız,
ah! somamız!
...
hazır olun,
yeni oyunlara,
yeni oyunculara!
...
ah! soma!
hiç sorma!
...
öldüler...
karbonmonoksitle!
şehid dedik,
tek tesellimiz!
...
suçlasın herkes,
birbirini!
belki rahatlar vicdanlar!
...
suçlu biz,
kurtulan, kurbanlar!
biz geride kalanlar,
yalnızca,
suçlayanlar!
...
soma!
...
sodom-gomore-soma!
...
cehalet; hep lanetimiz!

*****
SOMALİLEŞTİRDİKLERİMİZDEN MİSİNİZ?


yandı mı içim; yandı,
kömür karası yandı,
can havlinden,
korkan işçiye yandı...
çizmelerim dedi,
kirletmesin sedyeyi!
öyleye devlet bu,
bir şekilde kızardı,
polis olur kızardı,
doktor olur kızardı,
bankada memur olur,
kışlada asker,
okulda öğretmen,
sendikacı abiler,
bitmez bahaneler,
devlet işçiye kızardı...
mezardan çıkarıldığında,
kapkaraydı eli yüzü,
utancından kızardı,
sedye kirlenirse,
devlet kızardı!
...
o üzgündü!
...
iyiye yorduk ahvali,
kalbi temiz,
dedik iyiniyetli biri!
halbuki,
öyledir elbet!
ama gerçek,
sindirilmişlerden biri!
...
somada,
bir toplu katliam,
maden!
ölü madeni!
kazdıkça,
kara bedenler!
...
kurtulan,
sedye, kirlenmesin derdinde!
...
hükümet mi suçlu,
maden sahibi mi?
çıkamayız içinden!
ihmaller mi,
kasıt için,
hileler mi?
kim devrede olan,
kaza mı,
kader mi?
ya da bir kirli el,
uzandı dokundu yine,
mahrem yerlerimize!
...
ölen öldü,
bütün ülke yaralı!
...
tesellimiz;
ölülerimiz,
şehitlerimiz!
...
tek suçlu var lakin,
kimse farkında değil,
katilin!
...
kahrolası cehaletin!
...
sefaletin!
...
emperyalist köle düzeninin!

FEHMİ DEMİRBAĞ