31 Ağustos 2015 Pazartesi


KASIMPAŞALI 1
Kasımpaşa’da, Fatih’in gemileri indirdiği yamaçta,
Hayaller kurardık.
Bakıp da Haliç’in, katran sularına;
Nefesimizi tutar, pis kokusunda, cenneti arzulardık.
Oyunlar oynardık...
Sen Fatih olurdun, Akşemsettinse hocamız!
Bense, Ulubatlı!
Dayanırdık şehrin surlarına, Bizans’ın İstanbul’una.
Ayasofya’yı açardık önce,
Ferman buyururdun, kırardık zincirlerini.
Tekbirler getirirdik sevinçten.
Sen çaktırmazdın;
bakışlarını saklar, gizlice ağlardın.
Bacılarımız derdin, örtünmeli, yetimlerse sevinmeli
Adil düzen, gömleğimizin rengi
Oysa yamalı giyinen, mahallenin garip, fakir çocuklarıydık
Gazetemiz bile milli,
Zaman ötesiydik o zamanlar
Başkalarından farkımız, zengin hayallerimizdi
Sen ki mahallemizin abisi, teşkilatın reisi
Biz kırk kişi iken, içimizden biri
Şimdi kimine asrın lideri, kiminin dilinde ise asın lideri!
Oysa mahallede, kimse ciddiye almazdı bizi;
Dürüst çocuklardık, o kadar!
Bir sen, içimizdeki büyümüş çocuk,
Kocaman laflar ederdin...
Belki biz bile oyun derdik, sana gülerdik.
Öyle ya Hak gelecek, batıl zail olacak;
Hayali cihan değer
Kasımpaşa yamaçlarında, hayatın yamaçlarında,
Yürütülmesi gereken onca gemi.
Haliç’in sularına döşeli;
Tarihten ve cehaletten mamul kocaman bir zincir!
Kırılması gereken onca da put!..
Uzanan eller İbrahim;
Sabır, içimizdeki ateş!
Bizse oyun peşinde, 39 sergüzeşt!
Surda açılan gedik,
Hep peşindeydik!
‘Zaman’la, oyundan dönenler oldu.
Yar göğsüne baş komadan, ölenlerde...
Savrulup sönenlerde!
Derken,
One minute! One minute, One minute!

Biz, oyun oynadığımızı sanırken,
Boş gezi’ntilerde;
Sen oyunu ciddiye almışsın
Bir bakmışız, cidden Fatih olmuşsun
Şimdinin Bizansı ise hepten ciddi
Pensilvanya’dan Çandarlı, Telaviv’den ayarlı
Obama oyunbozan
Bilumum nifak-ı cedid
Hocamın deyişiyle
Bremen mızıkacıları çok şedid!
Şimdi anladım seni abi;
Oynanan oyunu.
O zamanlar oynadığımız; oyun!
Oyunun da son versiyonu buymuş
Sen ki şimdi cidden Fatih olmuş,
Bense, asıl şimdi, cidden Ulubatlı!
Rüzgar tenimizi savurdu
Şimdi biz ihtiyar çocuklar
Çocukken oynadığımız oyunu
Yeniden oynayacak!
Yeni nesil,
Asımın eskimeyen nesli!
“İstanbul yeniden feth olunacaktır
O’nu feth eden komutan
Ne büyük komutan
Feth eden asker
Ne büyük asker!”
Tarih bu, yeniden tekerrür eder
Kasımpaşa yamaçlarında,
Yeniden tekbir sesleri!
Artık 40 çocuk değiliz lakin;
Milyonlar çoktan Kudüs hayalinde
Bir kısmı da Endülüs!
Abi, Selahaddin Eyyubi de olur musun?
Tarık Bin Ziyad?
Yakarız değil mi, gemileri?
Demek isterdim!
Alkışlar, iltifatlar, övgüler,
Ya da lanetler, sövgüler
Arasında bırakıldın ya...
Ne desem?
Olsun!
Ya devlet başa,
Ya kuzgun leşe!
Yezid gibi yaşayıp da,
Hüseyin gibi anılmak isteyenler
Anlamaz ki beni!
En çok da 17 yaşındaki, masum kızın şehadeti,
Mısır meydanından,
Seni bize geri getirdi...
Bilirim; yüreğin, Gazze!

Abi, haddime değil belki;
Bu kez büyük oyuna,
Oyun bozanları alma!
Yiğit görünümlü ve soyluda olsa,
Alma aramıza mızıkçıları
Adı soyadında olsa, misal
Her yüze gül’en’e aldanma!
Hocamız derdi ya,
Önce ahlak ve maneviyat!
İşte öyle yani...
İkinci yarı başlıyorken elzem,
İtikat ve fikriyat!
Kimse aldanmasın
kravatlı halimize...
Üniforma kefen,
Rütbe şehadet
Sen bize işaret et!
Dilimiz öfkeliyse;
Uğradığımız haksızlıklara,
Ümmetin perişanlığına!
Rabbim!
Sen yine de zikrimize
Beddua değil, dualar nasip et!
Kardeşlerimize de, bize de, tövbeler kapısı,
Cümle kapısı!
Bakanların değil, görenlerin ordusu

Ak neferler ki, hakkın yolcusu!
Bilmez miyim abi, sende ısrarımın sebebini?
Modernite, teknoloji ile hemhal olup
Kapitalizmi bu topraklara ram edince,
Altınboynuz namlı bir cennet bölgesi
İnsan ve makina gübresi bir çukur oldu.
Haliç pisliğin rumuzu,
Haliç kaybedilen insanlığın ruhu,
Ümmetin vesikası,
Pislik deposu!
Umutların kesildiği anda Haliç’ten
Netekim paşadan icazetli, dalan efendi
Haliç’in kıyılarını bir çırpıda yıkıverdi
Arkasından, kıyılarında büyüyen çocuk...
Haliç’in
Kasımpaşa’nın reisi
Temizlenmeli dedi,
Bu utanç abidesi...
Balıklar doluşuverdi tekrardan,
Haliç’in mazisinin ardından
Karadeniz’in suyu can olarak verilince,
Bir Karadenizli tarafından...
Haliç bizim hikayemiz, biziz biz!
Yani insanlığımız kirlendi, kirletildi, batı kültürü ile.
Kokuştuk, yozlaştık
Yıkın dedi Bediüzzaman,
Gönüllerin putlarını!
Ardından Süleyman Hilmi Tunahan,
Mehmet Zahid ve Erbakan

Nice gönül Halicimizi
İşgal eden, çokça yapıyı.
Ve Erdoğan temizledi
Gönül pasımızı.
Neden olmasın demeyi öğreterek
Haliçimizi temizler gibi içimizi!
Şimdi, suyumuza su gerek, temizlenmek!
Pislik akmaya devam ederken,
Aklımızın, gönlümüzün damarlarına;
Bir dur demek!
Şimdi, çocuklarımızı,
Kendi değerlerimizle
Yetiştirme zamanı!
Haliç gibi, Sadabadlı günlere...
2071’e var mısınız?
Emsal dedim, misal verdim Haliç’le
Halimiz çöpten, Haliçimiz gibi
Lakin bir çöpçü gerek, pisliğimizi temizleyecek
Bu neden sen olmayasın, Tayyip abi?
Haliç’i temizlediğin gibi, temizle gönülleri de
Sonunda ‘gülen’ biz olalım
Ya da oyalanalım
Oynayalım eski günlerdeki gibi
Yapabilir misin abi?
Yap artık, yap abi!
KASIMPAŞALI 2

tütünü ilk orada kağıda sarıpta içmiştik,
kırımda...
ilk ciddi kıyıma uğradığımız yerde,
kurşunlar dökülmüştü tepemize de,
biz nazar değmesin deyip,
gülüp geçmiştik...
kanayan yerlerimize ilk tütün basmayı da,
orada öğrenmiştik...
...
pahalıya maloldu sonra öğrenmelerimiz,
kara kapkara oluvermişti karadeniz,
yüzbinlerimiz soykırıma uğradığında,
kafkasya da!
...
çatısı çöküverdi cihan şümul devletin,
çerkezler ölü ya da diri kopunca yurdundan,
o gün bugün,
çığlıklar yükselir kafkasyanın dağlarından!
...
rus harbi denildi 1878'e...
Plevnede bir yiğit adam, hemşehrim...
diren babam diren...
...
ardından, balkan harbi denildi,
payitahtan uzaklaştırılınca ulu hakan,
ittihatın itleri parçalamadalar,
ölmeden ölen cesedi!
...
1914...nasıl örtersen ört,
Sarıkamıştaki ayıbı!
19 a kadar bir derin sessizlik...
Çanakkale'de top sesleri arasında,
millet kıskaç altında...
...
kuşçubaşı, zenci musa,
mehmet akif,
fahrettin paşa...
cık olmadı;
yaşa mustafa kemal paşa!
hıck!
...
devrim...
silsile,
ne de çok,
daraçları boyu...
susturuldu nihayet kayı boyu!
...
gelenin gideni arattığı yıllar,
ve biteviye yılgınlık!
...
yakın tarih,
ateizm,
ve bilumum sapkınlık!
...
ŞİMDİ;
2015 haziranı;
ecdada yatkınlık!
...
kasımpaşadan istanbulun fethi için,
gemilerin karadan yürütülmesi,
ah gemiler, gemiler!
fonda uzun uzun korna sesi!
...
kasımpaşadan bir uzun adam,
uzun hikayenin,
yeni kahramanı!
...
bir sandığa kilitli,
milletin makus talihi!
...
kod adı pensilvanya,
zehirli sarmaşık eğitim kurumlarında!
...
Çanakkale 2;
illa ki geçilecek!
new age anzaklar,
bu kez kürtten,
yine ingiliz destekli...
ittihadın artıkları,
hürriyet ve itilaf fırkası,
cilalı cumhuriyet muhafızları,
enver paşa müdavimleri,
yani turancılar,
ham kaba softa yobazlar bir de,
bilumum bremen mızıkacıları,
ınınınınnnnn!
kasımpaşalıya karşı;
...
hoşt!
millette size!
...
Tanrı uludur, tanrı uludur,
hocam otoritenin bir kuludur!
...
ululadıklarımız,
uluyanlarımız!
...
bu kez cık!
...
tarih tekerrür etmeyecek!
...
Ertuğrul yine içimizde!

YİNE PES ETMEYECEK!

fehmi demirbağ

29 Ağustos 2015 Cumartesi

Osmanlı’nın Kuruluşunda Bir Öncü Azınlık Kurumu;Horasan Erenleri



Horasan Erenleri; Gazalî-Ahmed Yesevi-Şeyh Edebalî üçlüsünün dikey tamlaşması sonucu ortaya çıkan bir tecdid hareketinin uzantısı idi. Gazali, özellikle felsefe ve Mu'tezile kelâmından kaynaklanan tevhid dışı düşüncenin Müslüman bireyde meydana getirdiği manevî ve imanî yıkımı çok yüksek bir mantık ve kelâm gücüyle önlemiş, Müslümanların iman ve ihlasını tamir ve ıslah etmiş, yani geniş ölçüde "iman kurtarma" misyonu nu ifa etmişti. Ahmet Yesevi ise Gazalî'nin bıraktığı yerden hareketle tasavvuf yoluyla geleceğin yeni dünyası ve medeniyetini inşa edecek Öncü Azınlık'ı yetiştirmişti. Osmanlı insanının psikolo- jik yapısını kavrayabilmek için Ahmed Yesevi ve yetiştirdiği kadrosu üzerinde kısaca durmak gerekir.
Ahmed Yesevi ve Müridanı
Ahmed Yesevi, bu gün Çin'in Doğu Türkistan bölgesinde Aksu sancağına bağlı ve Aksu'nun 176 km Kuzeydoğusunda bulunana Sayram sancağın- da doğdu. Sayram, Tarım Irmağı'na bağlı Şahyar nehrine dökülen Karasu'nun üzerinde küçük bir kasabadır. Ahmed Yesevi'nin hangi tarihte doğdu- ğu kesin olarak bilinmemekle beraber bunun 12. yüzyılın ortalarına rastladığını tahmin edebiliriz.1 Yesevi'nin babası Şeyh İbrahim, Sayram'ın en ünlü şeyhlerindendi; halifelerinden Musa, şeyhin kızı Ayşe Hatun'u almış ve bundan Gevher-Şehnaz adlı bir kızla ondan yaşça daha küçük olan Ahmed dünyaya gelmişti.
Ahmed Yesevi'nin daha küçük yaşta iken Yesi'ye geldiği ve oraya yerleştiği tahmin edilmektedir. Gerek Yesevi lakabını alması, gerekse Arslan Baba'nm onunla Yesi'de buluşması hakkındaki genel rivayet bu tahmini güçlendiriyor. Bugünkü adıyla Türkistan olan Yesi, Oğuz Han'ın hükümet merkezi olması dolayısıyla önemli bir kültür ve siyaset kenti idi. Özellikle Ahmed Yesevi'nin bu kente izafetle Yesevi lakabını alması Türk alemindeki tarihi önemini bir kat daha arttırmıştır. Yesi'ye gelen şeyhimiz ünlü Türk şeyhi Arslan Baba'nın teveccüh ve iltifatına mazhar olmuştur. Daha sonra Buhara'ya geçerek tahsilini bu bilim ve sanat kentinde devam ettirmiştir.

12. asırda Buhara şehri Karahanlılar'ın siyasi hakimiyeti altında bulunuyordu. Bununla beraber, Samaniler devrindeki siyasi önemini kaybetmiş olan şehir, İslâm biliminin Maveraünnehir de en büyük merkezi durumundaydı. Medreseler İslâm âleminin ve özellikle Türkistan'ın her tarafından gelen talebelerle dolu idi. Şehirde Al-i Burhan adı altında anlatılan ve bütün fertlerine "Sadr-ı Cihan" lakabı verilen hanefi mezhebine bağlı alim ve çok zengin bir aile hüküm sürüyordu. Hanefi mezhebi alimlerinden olan bu ailenin maiyetlerinde 600.000 öğrenci tahsil görüyordu.

Ahmed Yesevi, bu kentte faaliyette bulunan devrin en büyük alim ve mutasavvıflarından Şeyh Yusuf Hemedani'ye intisap ederek bilgisini ve şahsiyetini geliştirdi. (Köprülü, 1993, s.65) Hoca Yusuf Hemedani, fıkıh ve hadis ilimlerinde son derece yüksek ihtisas sahibi biri idi. Özellikle Hanefi Mezhebi'nin kurucusu İmam-ı Azam'a son derece saygılı ve bağlıydı. Önceleri sadece ilimle uğraşırken zamanla tasavvufa da girmiş ve ünlü şeyh Ebu Ali Farmedi'den el almıştı.

1121-1122 yıllarında Bağdat'a gelerek ünlü Nizamiye Medreselerinde her taraftan koşup gelen çok seçkin topluluklarla uzun müzakereler ve tartışmalar yapmıştı.2
Horasan Erenleri'nin Batıya Hicreti
Özellikle orta şiddetin üzerinde bir dışsal tasallutu ifade eden Moğol işgal ve yıkımıyla Horasan Erenleri akın akın Anadolu'ya ve oradan da bir uç beyliği olan Osmanlı topraklarına hicret etmişlerdir. Bunları hem bir savaşçı, hem de bir derviş olarak (Alp-Eren) organize edip "sınır boyu cihadına süren kahraman ise şeyh Edebali ve müridanı olmuştur.

Horasan Erenleri'nin Batı'ya hicreti 1242'de Erzurum'u alan Moğollar'm Sivas ve Kayseri'yi yağma etmelerinden sonra hızlanmıştır. Bilindiği gibi Moğol işgalinden sonra Selçuklu devleti Moğolların tabiiyyetine girdi. İşgalcilerin uygula- dığı yıkıcı politikalar sonucu Türk-İslâm diyarla- rında büyük göçler yaşandı. Moğollar savaşa, kadınları, çoluk çocukları ve küçük büyükbaş hayvan sürüleriyle gittiğinden Anadolu'nun önemli bir bölümü Moğol sürüleriyle doldu. Bu vaziyet karşısında Doğu ve Orta bölgelerden Batıya doğru akın ve göç de başladı.

Bu asırda Anadolu ve Osmanlıların yaşadıkları uç beylikleri ile diğer Türk ve Müslüman dünyası sıkı bir münasebet halinde idi. O dönemde uç beylikleri İ'la-i Kelimetullah'ın gerçekleştirilmesi- ne en uygun zemin olmasından dolayı İslam dünyasının her tarafından her sınıf ve meslekten Müslümanın akın yeri oldu. Genellikle belli bir tarikatın veya şeyhin organizesi, sevk ve idaresi altında bu bölgelere yoğun bir göç dalgası başladı. Gelenler sıradan ve kalitesiz kitleler değil, tersine son derece kalifiye kadrolardı. Bunlar içinde çok sayıda kentli, tüccar, esnaf ve zanaat sahibi, şeyh ve ulema vardı: Semerkant, Buhara, İran, Mısır ve Kırım medreselerinden çıkan hocalar, Orta ve Şarki Andolu'dan gelmiş Selçuklu ve İlhanlı bürokrasi- sine mensup bürokratlar, muhtelif tarikatların mümessilleri olan şeyhler ve 'İslâm şövalye ve misyonerleri diyebileceğimiz dervişler"4 Osmanlı topraklarına doluşmuştu.
Horasan Erenleri'nin Genel Özellikleri
Horasan Erenlerinin belirleyebildiğimiz temel özelliklerinden bazıları, kahraman olmaları, devlet kapısında gözlerinin olmaması, şefkatli ve merhametli olmaları, cihan devleti mefkuresine sahip olmaları, üretici ve çalışkan olmaları gibi özelliklerdir.
Kahramanlık
İslâm dünyasının çeşitli bölgelerinden İ'la-i Kelimetullah için Osmanlı topraklarına akın eden kesimlerden en önemli teşkilat şüphesiz Aşık Paşa Zade tarihinde Gaziyan-ı Rum, diğer tarihlerde Alpler veya Alp-Erenler adı altında zikredilen bir teşkilattı. Bunlar tarihte az rastlanan bir niteliğe sahipti. Hem kahraman, hem de "eren"diler. "Eren"likleri boş ve hamasi değil, tersine bilgiyle donatılmıştı. Gerçekten Osman Gazi'nin arkadaş- larından bir çoğunun unvanının "alp" olması dikkate şayandır. Bunlardan şehirlere yerleşmiş ve İslâm dünyasına mensup bazı dini tarikatların tesiri altında kalmış olanların unvanı ise daha sonra "Gazi"ye çevrilmişti.

Yine aynı kitapta ismi geçen Ahıyan-ı Rum (Anadolu Ahileri) ile "Horasan Erenleri" de denilen Abdalan-ı Rum teşkilatı Osmanlı padişahları ile bütün harplere iştirak etmiş "delişmen tabiatlı, garip etvarlı dervişler" de Cihan Devleti'nin temelinde harcı olan önemli bir teşkilattı.5
F. Köprülü'ye göre Gazi Osman'ın kayın pederi Şeyh Edebali ile silah arkadaşlarından bir çoğu hatta Orhan'ın kardeşi Alaedddin bu teşkilata mensuptu. Aşağıda ayrıca üzerinde durulacağı gibi Osman Gazi, Şeyh Edebali'nin zaviyesine sık sık uğrar, orada misafir olarak kalırdı.

Taşköprüzade'nin verdiği bilgiye bakılırsa o günkü ulemanın hemen hepsi padişahlarla birlikte savaşlara iştirak etmekte, İ'la-i Kelimetullah sürecinde yerlerini almaktaydılar. Tursun Fakıh, Muhlis Baba, Taceddin Kürderî, Çandaralu Kara Halil, Geyikli Baba, Musa Abdal, Abdal Murad gibi alimler bunlardan bazıları idi. Aşağıda ayrıntılı olarak inceleneceği gibi bu hem kahraman, hem bilgin, hem de ermiş insanlar, yeni kurulan devletin şekillenmesinde aktif görev alıyor, kurulan devletin bilgi, aksiyon ve ahlâk üzerine kurulmasına çalışıyorlardı. Bu mistik tarikat ve teşkilat toplumdan izole bir hareket değildi, tersine toplumun bizzat içinde yer alarak toplum fertlerini i'la-i kelimetullah istikametinde dizayn etmektey- diler. Tüm kesimleriyle toplum bu teşkilatın etrafında organize olmuştu.

Barkan'ın ifadesiyle Horasan Erenleri halk kütlesini belli sosyal-siyasal nizamlar için harekete geçirebilen aktif bir organizasyon idi. Bu organizasyon,özlenen fütuhatı başarmak için Osmanlı ordularına yalnız teşkilatlı ve imanlı savaşçı temin etmekle kalmamış, aynı zamanda devlet ve toplumun yararına olan dinî ve sosyal fikirlerin propagandasını da yaparak halk kütleri arasında çok faal bir kaynaştırıcı fonksiyon da icra etmiştir. Bu yolla Osmanlılar bir taraftan kolayca büyük fütuhatı gerçekleştirmişler, öbür taraftan da çok farklı iklimlerden kopup gelen kesimler arasında toplumsal kaynaşmayı sağlamışlardır.6 Horasan Erenleri fedakar, yardımsever ve şefkatli davranışlarıyla ordulardan daha evvel çevrelerin- deki "kafir ve tekfurların" kalplerini fethetmiş- lerdir.
İmar ve İnşa Şevki
Horasan Erenleri sadece kendi nefsi kurtuluş- ları ve nazarî spekülasyonlarla ilgilenen insanlar değil, aynı zamanda alın teri ve el emeğiyle ülke topraklarını "şenlendirmek" için çırpman üretici kişilerdi. Anadolu ve Balkanlarda boş ve tenha yerlerde zaviyeler kurarak, oralarda tarlalar açıp, bağ ve bahçeler yetiştirerek, değirmenler kurarak, ağıllar yapıp hayvan sürüleri yetiştirerek boş toprakların şenlenmesine ve su kenarlarının yeşermesine çalışmışlardır. Göç akınını sevk ve idare etmiş müteşebbis kafile reisleri olan Alp Erenler, fetihlerin öncüsü olmuşlar, gelip yerleştikleri yerlerde cömertlikleri, engin hoşgörüleri ve iyi kalplilikleri ile çevrelerinde bulunan gayrimüslimlerin kalplerini fethetmişler, onlar için birer bilge kurtarıcı olmuşlardır.

İ'la-i Kelimetullah'ın ekonomik ve sosyal kalkınma yolu ile olabileceğinin idrakine vararak bir taraftan yerleştikleri toprak parçasını imar ederken, diğer taraftan da cihadın sadece kılıçla değil, aynı zamanda hoşgörü, ikram ve ihsanla da olabileceğine inanarak gelen geçen yolcu ve misafirlerin karşılıksız ihtiyaçlarını karşılamış- lardır. Aynı zamanda önemli stratejik yerlerde yaptıkları zaviyelerle hem bölgeyi imar ederek fiziki üretimi gerçekleştirmişler, hem de fütuhatı kolaylaştırmışlardır.

Gerçekten Horasan Erenleri "hiç ölmeyecekmiş gibi" dünyaya sarılma ilkesini en iyi gerçekleştiren teşkilat olmuştur. Bu teşkilatın her üyesi dünyayı imar ve inşa konusunda alabildiğine atak bir niteliğe sahiptir. Neşrî tarihinde Şeyh Edebalî'den söz ederken onun dünya ile ilşkisinin düzeyini de anlatır: " Meğer Osmanm halkı arasında bir aziz şeyh vardı. Adına Edebali dirlerdi ve dünyası bî nihaye (sonsuz) idi."9 Görülüyor ki bu şeyh " dünyası" ve davarı sayılamayacak kadar çok olan bir kişidir. Gerçekten bütün kayıtlar onun ekonomik gücünün ve siyasi nüfuzunun büyük olduğunu gösteriyor. Şeyh Edebali'nin Abdurrah- man b. Avfa izafeten "Avf Mesleği" dediğimiz bir mesleğin önemli bir mümessili olduğu anlaşılıyor.

Anadolu ve Balkanlar'da bazı en ücra köşelerin bile bağ-bahçelerle imar ve inşa edilmiş, dere ve su kenarlarının ceviz, çınar, kestane kavak gibi ağaçlarla boydan boya donatılmış olması Horasan Erenleri'nin ne kadar çalışkan, ne kadar üretme şevk ve heyecanıyla dolu insanlar olduklarını gösterir.
Devlet Kapısında Gözü Olmamak
Horasan Erenleri, önemli bir siyasi nüfuza sahip oldukları halde devlet kapısına muhtaç olup, oralarda ikbal ve istikbal arama yoluna gitmemiş- lerdir. Kadılık gibi bazı önemli ve staratejik görevlerin dışında görev almamış, genellikle kendi işlerini kurmuş, geçimlerini kendi faaliyetleriyle temin etmişlerdir. Mümkün olduğunca devlet yönetiminin günlük ve rutin işlerine bulaşmak istememişlerdir. Bu bakımdan padişah da olsa kimsenin karşısında boynu bükük olmamışlar, gurur ve vakarlarını her zaman korumuşlardır.
Cihan Devleti İdealine Sahip Olmak
Horasan Erenleri, aynı zamanda dünya siyasetini yakından izleyen, gelişmeleri bilen, gelecekle ilgili vizyonu olan insanlardı. Öyle anlaşılıyor ki, hepsinin yüreğinin derinliklerinde Cihan Devleti mefkuresi yatıyordu. Bunun en açık ve berrak örneğini yine bir Horasan Ereni olan Şeyh Edeba-li'de görüyoruz. Şeyh Edebalî'nin büyük bir cihan devleti "özlem"i taşıdığı, tüm plan ve stratejisini bu istikamette dizayn ettiği anlaşılmaktadır. Edebali bu konudaki kararlılığını, her fırsatta yönetime enjekte ediyor, onların istikbale ait ufuklarını açmaya çalışıyordu.

Tarih kitaplarına geçmiş ünlü rü'ya olayı bu vizyonun çarpıcı bir yansıması sayılmalıdır. Osman Bey bir gün rüyasında (rüyayı gören kişi konusunda çeşitli rivayetler vardır) Şeyh Edeba- lî'nin kuşağından çıkan bir ay'm kendi koynuna girdiğini ve oradan gölgesi tüm cihanı kaplayan bir ağaç halinde yükseldiğini görmüş. Bunu o zaman Konya'da yaşayan ünlü Şeyh Edebali'ye anlattı- ğında ise Edebali bu rüyayı 'Osman Bey'in, kızı Bala Hatun'la evleneceği ve ondan doğan çocukla- rın neslinin dünyanın önemli bir bölümünü egemenliği altına alacağı şeklinde yorumlar.

Olaydan ve rüyanın yorumdan da anlaşılacağı gibi Edebali'nin görüş ve düşüncesi son derece muteber, vizyon ve ufku alabildiğine geniş ve açıktır. Çağın olaylarını net bir şekilde okuyabil- mekte, hadisatm akış istikametini sezinleyebil- mekte ve yöneticileri o istikamette yönlendirmek- tedir. Öte yandan Osman Bey de vizyon sahibi bir devlet adamı özelliği taşımaktadır. Yüreğinin derinliklerinde ışığı dünyanın her tarafını kuşatan bir Cihan Devleti özlemi yatmaktadır. Buradan da anlaşılıyor ki, Osmanlı aşireti sadece dağdan dağa, yayladan yaylaya sürü peşinde at koşturan "çoban"lar değil, tersine uluslararası gelişmeleri yakından izleyebilen bilgi, tecrübe ve vizyona sahip bilge kişilerdi.
Şefkatli ve Yardımsever Olmak
Öte yandan Horasan Erenleri İ'la-i Kelimetul- lah'ın içe doğru inşa dediğimiz niteliklerine de sahiptirler. Şefkat, muhabbet, sadakat, ihlas, rıza ve yardımseverlik., gibi yüce vasıflar onların temel vasıflarıydı. Mesela Edebali'nin misafirhanesi hiç bir zaman boş kalmamaktaydı. Sıradan insanlar- dan en büyük devlet ricaline kadar herkesin uğrak yeriydi: "...Amma derviş siretin tutardı. Hatta derviş diyü lakap iderlerdi. Bir zaviye yapup ayende ve reven-deye(gelene geçene) hidmet iderdi. Kah kah Osman onun zaviyesin misafir olurdu.."

"...kendüleri arasında bir aziz şeyh vardı, hayli kerameti zahir olmuştu. Ve cemi halkın mu'temedi idi. ve illa dervişlik batınında idi. Dünyası nimeti ve davarı çoktu. Ve sahib-i çerağ ve âlemdi, daim misafirhanesi hali olmazdı. Ve Osman Gazi kim bu dervişe konuk olurdu.."
Issız yerlerde herkesin uğrağı olan bir yere bir zaviye kurarak gelene geçene şefkatle ikramda bulunmak, güler yüz ve tatlı dille onların zaruri ihtiyaçlarını karşılamak her halde gönülleri fethetmenin en kestirme yolu olmalıdır. Zaten Horasan Erenleri, askeri kanadı oluşturan Gazi ve Alp'ler bu bölgelere henüz gelmeden gösterdikleri şefkat, yaptıkları ihsan ve ikramlarla civardaki Rum'ların gönüllerini fethetmişlerdi. Çünkü kurdukları zaviyeler ve zaviyelerin çevresinde yetiştirdiği bağ, bahçeler, yaptıkları ağıllarda besledikleri hayvanlardan elde ettikleri ürünleri dinine, ırkına bakmaksızm gelen geçene karşılıksız ikram ediyorlardı. Hatta değirmenler yaparak onu fakirlerin kullanımına vakfediyorlardı. Pis bir kafir, insan yüzü görmemiş dağ başında yaşayan bir vahşi de olsa tüm insanlarla ilgilenip, onlara yardım edip şefkat göstermeleri çevredeki insanların Osmanlıya karşı sempati beslemelerine, dayatma ve zorlama olmadan Müslüman olmalarına neden oluyordu. Nitekim Horsan Erenleri'nin bu öncü çalışmaları ve fetihleriyle bir çok bölge insanı, savaş yapmadan kendi azalarıyla şehirlerinin anahtarını Osmanlı ordularına teslim etmişlerdi. Horasan Erenleri'nin bu dinamik, hoşgörülü, yardımsever, üretici nitelikleri Cihan devleti'nin sınırlarının süratle gelişmesine ve kısa zamanda büyük bir hukuk, şefkat ve adalet devletinin kurulmasına ortam hazırlamıştır denilebilir.
Söğüt Tepelerinden Viyana Önlerine
Horasan Erenleri'nin de katkısıyla Osmanlı sınırları çok kısa bir zaman dilimi içinde akıl almaz şekilde genişledi. Ertuğrul Gazi, Bizans hudut bölgesini teşkil eden bu bölgeye geldikten sonra Selçuklu Devletine bağlılığı devam eden bir uç beyliği idi. Ertuğrul Gazi'den sonra yerine Osman Bey beyliğin başına geçti.
Osman Bey, hemen fetihlere başladı ve 1288 yılında Karacahisar'ı, 1298 yılında Yarhisar ve Bilecik'i, 1308'de Iznik-Izmit yolu üzerinde stratejik bir konumu olan Karahisar'ı, 1321'de Mudanya limanını fethetti. Ayrıca Osman Bey Bursa'yı kuşatma altına aldı, fakat Bur-sa'yı fethedemeden vefat etti.

Osman Bey'in yerine geçen Orhan Bey, 1326 yılında Bursa'yı, 1331'de İznik'i, 1333'de Gemlik'i feth etti. 1337 yılında Kocaeli Yarımadası'nın tamamı Osmanlıların eline geçmiş oldu. Ayrıca 1345 yılında Karasi Beyliği'ni, 1354 yılında Ankara'yı, 1354 yılında Gelibolu'yu fethetti. Bu tarihten itibaren Rumeli'ye geçildi. 1359 yılında Çorlu Kalesi ele geçirilerek 1361 yılında da Edirne şehri fethedildi. Edirne'nin fethi gerek Anadolu- 'nun gerekse Balkanların tarihini derinden etkiledi. Babasından devraldığı beyliği iki misli büyüten Orhan Bey 1362 yılında vefat etti ve yerine I. Murat geçti.

I.Murad da fetih hareketlerine devam ederek 1363 yılında Filibe'yi, 1364 yılında da Sırp Sındığı savaşını kazanarak Meriç Nehrinin kontrolünü ele geçirdi. 1371 yılında Çirmen Savaşı'nda Makedon- Makedonya Sırp Prensi'ni bozguna uğratarak ya'yı Osmanlı topraklarına kattı. Bu arada Kavala, Drama, Serez ve Selanik gibi şehirler birer birer fethedildi. Bu arada Osmanlı ordusu Orta Bulgaristan'a kadar girerek Sofya'yı aldı. 1385-89 yılları arasında Vardar Ovası'ndan Balkan Dağları'nm kuzeyine doğru tüm bölgeler feth edildi. Samakova ve Manastır kaleleri ele geçirildi, daha sonra Sırbistan'a girerek 1386 yılında Niş şehri feth edildi. 1389 yılında ise Sultan Murad Kral Lazar kumandasındaki müttefik orduları Kosova Ovası'nda mağlup edildi ve böylece Tuna nehrinin güneyindeki Balkan toprakları üzerinde Türklere direnebilecek bir güç kalmamış oldu. Bu savaşla Kuzey Sırbistan yolu Türklere açılmış oldu. Güneydoğu Avrupa'da jşe sadece Macaristan kalmıştı.

I. Murad'm savaş meydanında bir Sırp fedaisi tarafından şehid edilmesinden sonra yerine oğlu Yıldırım Bayezid geçti. Askeri hareketlerdeki sürati yüzünden "Yıldırım" unvanı alan Bayezid, Kosova Savaşı'nda Rumeli askerine ve sağ cenaha kumanda etmiş ve savaşın kazanılmasında önemli bir rol oynamıştı. Yıldırım Bayezid Balkanlardaki hakimiyeti sağlamlaştırdıktan sonra Batı Anadolu- 'da Türk birliğini kurma amacıyla stratejisini içe yöneltti. Batı Anadolu'daki Türk Beylikleri üzerine yürüyerek 1389-1390 yıllarında Saruhan, Aydın, Menteşe ve Germiyan Beyliği'ni egemenliği altına aldı. Aynı şekilde Hamidoğulları Beyliği'nin bir çok toprağını da ele geçiren Bayezid, Antalya'yı da Osmanlı toprağına kattı.

II. Murad, 1430 yılında Selanik'i, 1440 yılında Belgrad kavsini kuşattı, fakat teslim alamadı, 1444 yılında Varna savaşı'nı kazanarak müttefik kuvvetlerine önemli bir darbe indirdi. 1448 yılında II. Kosova Savaşı'nı kazanarak ciddi bir güç olduğunu dünyaya ispatladı. II. Murad 2 şubat 1451 yılında vefaat ederek yerine büyük oğlu II. Mehmed geçti.

Fatih, 23 Mart 1452 günü yanına Akşemseddin, Akbıyık ve Molla Gürani gibi büyük alimleri de alarak ordusunun başında Edirne'den hareket etti ve 5 Nisan'da Topkapı önlerine gelerek otağını kurdu. 28 Mayıs 1453 günü ise İstanbul ebediyen Müslümanların eline geçmiş oldu. Fatih 1458 yılında Mora'yı, 1463 yılında Bosna'daki kaleleri feth etti. 1478 yılında İşkodra'yı alarak Arnavutluk meselesini halletti. Ayrıca 1461 yılında Trabzon, 1475 Yılında Kefe Limanı, 1479 yılında da Karadeniz sahillerini fethetme amacıyla harekete geçti ve Kafkaslarda Taman, Çerkezistan sahilleri- ne bir donanma göndererek Anapa, Kupa ve Taman yarımadasında Matrega'yı zapteddi. Fatih Mısır seferine çıktığı sırada Maltepe'de hastalana- rak 1481 yılında vefaat etti. Yerine II. Bayezid geçti.

Bayezid, 1499'da İnebahtı (Lepanto)yı, 1500 yılında Modon'u 1502 'de Koron'u feth ederek Osmanlı topraklarını önemli ölçüde genişletti. Onun yerine geçen Yavuz Sultan Selim ise, Çaldıran Savaşı'yla Şia tehdidini bertaraf etmişti. Bu savaşı izleyen dönemde Kemah, Diyarbakır bölgeleri Osmanlı hakimiyetine girdi. Merci Dabık ve Ridaniye Savaşları ile de Mısır toprakları Osmanlı hakimiyeti altına alınarak İslâm birliği geniş ölçüde sağlandı. 1520'de tahta geçen Kanuni döneminde ise 1521'de Belgrad, 1522'de Rodos fethedildi. 1526 yılında Mohaç Meydan Muharebe- si ile Budin, Segedin ve Baç şehirleri ele geçirildi. Bu aşamada Osmanlı orduları Viyana önlerine dayanmış bulunmakta idiler. 1529 yılında Viyana- 'yı muhasara ettilerse de düşüremediler ve 16 Ekim'de kış yaklaştığı için geri çekilmek zorunda kaldılar.
Kanuni 1566 yılında öldüğünde Osmanlı toprakları üç kıtaya yayılmış, azametli bir cihan devleti olmuştu.

28 Ağustos 2015 Cuma


"TARİHİ BELGE"



BU YAZIM 14 MART 2003 TARİHİNDE VAKİT GAZETESİNE VERMİŞ OLDUĞUM 
GAZETE İLANININ METNİDİR.
RECEP TAYYİP ERDOĞAN'IN HENÜZ BAŞBAKAN OLDUĞU TARİHTİR.

AMERİKAN ORDUSU İSKENDERUN'DAN NUSAYBİN'E 65.000 ASKERİYLE ÇIKARMA YAPMAK ÜZEREDİR. MECLİSTE TÜRK ORDUSUNUN IRAK'A GİRİP GİRMEMESİ HUSUNDA 2. TEZKERE OYLAMASI YAPILMAK ÜZEREDİR.

BU İLANIN ETKİSİ İLE ELHAMDÜLİLLAH TEZKERE REDDEDİLİR.
BÜTÜN ANADOLU "PAMUK ELLER CEBE" DİYE BİR KAMPANYA TEŞEBBÜSÜNDE BULUNUR. MİSAL, SAFFET ULUSOY HERKES SERVETİNİN %20 SİNİ DEVLETE BAĞIŞLASIN DER. ABDULKADİR KONUKOĞLU 1/3 SERVETLERİMİZ DEVLETİN OLSUN DER.
REİS İLKKEZ BAŞBAKAN KİMLİĞİYLE MECLİS KÜRSÜSÜNDE GÖZYAŞI DÖKER. ÇÜNKÜ BİR MEMURUMUZ ZARF İÇİNDE MAAŞINI GÖNDERMİŞTİR,
 "GAVURA MUHTAÇ OLMAYALIM" DİYE. 

İMF DEN ALINACAK 1 MİLYAR DOLAR İÇİN GIRTLAĞIMIZA BASILMAK ÜZEREDİR. 
İŞTE BİZİM BU TEŞEBBÜSÜMÜZLE ANADOLU MANEN AYAKLANIR. HASAN KARAKAYA 100 MİLYAR DOLARLIK BİR ETKİ YARATMIŞTIR DER İLANIMIZ İÇİN.

AMERİKANIN MİLYAR DOLARLIK İŞGAL PLANINI MAHALLENİN DELİSİ OLARAK VERDİĞİMİZ BU GAZETE İLANI İLE BOŞA ÇIKARTTIK ELHAMDÜLİLLAH!

AMERİKA O TARİHTEN BERİ GICIK KAPMIŞTIR REİS'E! 
GEZİNİN ARKASINDAKİ ENTRİKA BU İLANIN UZANTISINDANDIR. 

KORKMA REİS!
BİZ DELİLER ARKANDAYIZ!

BENCE, GAZETE İLANIMIZIN METNİNİN İÇERİĞİ HALA GÜNCELLİĞİNİ KORUMAKTADIR.

BİR KAHRAMAN ARANIYORDU VE ARTIK O İŞ BAŞINDA!

“Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilin de, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir. Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!”

            Dünyada ki tüm çocuklar dahi biliyor ki Amerika körfeze “Barış” adına savaşmaya gelmiyor. Onun tek bir amacı var: Petrol! (Ve Arz-ı Mev-ud!)
            Ülkemizin bu yıl için ödenmesi gereken borcu 73.5 milyar dolar. “Borç alan, emir alır” ilkesinin hayat bulacağı bir seneyi yaşıyoruz.
            Bu şıkışmışlık ise yöneticilerimizi klasik ekonomi arayışlarına itiyor. Zam, Vergi, Dış Borç. Maliye Bakanı Unakıtan: “Halk fedakarlık yapacak, başka yolu yok” derken, TÜSİAD Başkanı Özilhan: “Devlat iflas etti, nasıl para versin” diyor. Sayın Sabancı ise “AKP’ye 100 gün yetmez, sabredelim” diyor, sanki çok şey değişecekmiş gibi.
            Yurt dışında THY ile uçanlar bilir. 2-3 saatlik yolculuklarda uçaklarda gösterilen video görüntülerinde bir taraftan başka ülkelerin tanıtımı ve reklamları yapılmakta; uçaklarda verilen yemeklerde başka ülkelerin ürünleri yolculara sunulmakta, kendi duty free (?)’lerimiz de başka ülke markalı ürünler satılmaktadır. Diğer taraftan “markalaşmaktan” dem vurmaktayız. Türk milli takımları uluslararası müsabakalarda yabancı markalı ürünlerin sponsorluğunda çıkmaktadır. Başta Cumhurbaşkanımız olmak üzere, tüm yöneticilerimiz bir Türk ürününün sponsorluğunu yüklenmediği sürece bu söylemlerimiz havada kalacaktır. Japon halkının sevgisini kazan bir İlhan Mansız’dan sponsor olarak istifade edemiyorsak nasıl markalar oluşturabiliriz ki? Uluslar arası medyaya milyonlar dökerek markalar elde edemeyiz. Dünya kamuoyuna mal olmuş isimlerimizi Türk markaları için kullanmalıyız (Nihat, Emre, Okan). Ya da sayın Abdullah Gül medyaya verdiği bir hafta sonu sohbetinde kafasına “Colins” yazan bir şapka takmadıktan sonra hangi fırsatları daha nasıl ortaya koyabiliriz? Konsept bir düşünce üretmezsek Londra da yaşadığımız “Turquality” kepazeliğini daha çok tadarız. Neden Ramstore’ler de  Türk Malı satılmaz?
            Bir taraftan ekonomiyi ancak “ihracat” ile canlandırabileceğimiz gerçeğini vurgularken, diğer taraftan ihracatın temel koşulu “rekabet şartlarını” ağırlaştırıcı tedbirlere yönelmek havanda su dövmekten ibarettir. Zikzaklar çizen döviz tablosu ihracatçıyı belirsizliklere itmektedir.
            Dünya markalarının üretimlerini yapıyor, ancak hak ettiğimiz kazanç onların kazancı ile kıyaslandığın da deve de kulak kalmaktadır. Benetton’un kazağını 10 dolara üretiyor, diğer taraftan aynı kazağı 200 dolara tüketiyoruz. Bu ise yıllardır söylenen “marka” kavramının altını dolduramadığımızdandır. Üretim de fasoncu olarak belki marka olduk. Ama nihai tüketiciye bu konumumuz etki etmemektedir. Üründe de “marka” üretmemiz gereklidir. Ancak bu ise, öncelikli olarak ülke imajımızla örtüşmelidir.
….
            Eskimo kutup ayılarını nasıl avlar bilir misiniz? Ağzı iyice bilenmiş baltanın ağzına birazcık kan sürülür ve bir buza yerleştirilir. Kan kokusuna gelen ayı, kanı yalamak için baltaya dilini sürter. Keskin balta yalama sırasında ayının dilini yaralar. Hayvanın kanı akmaya başlamıştır. Biraz canı acımıştır ama açlık duygusu ve kan ona bu acıyı hissettirmez. Bir taraftan baltayı yalamaya devam ederken, yaralanmış dilinden de kan akmaya devam etmektedir. Ayı kendi kanını emmektedir. Bir süre sonra kan kaybından dolayı ayı bayılır, olduğu yere yığılır kalır. Bir köşede ayının yığılıp kalmasını bekleyen Eskimo (ABD – Batı, her neyse) elindeki bıçağı ile gelir ve ayının icabına bakar!
….
Hayır sayın Unakıtan! Halkın tek başına fedakarlık yapacak takati kalmadı!
Lütfen önden siz buyurun! Önce siz! Deyin ki; (halk sizden bunu duymak istiyor.
“Sevgili halkım!
Ülkenin için de bulunduğu durum malumunuz. Bu kara tabloyu değiştirmenin tek bir yolu var: O da Devlet – Millet el ele vermek zorundadır. Talep eden ve bekleyen – uman makamımda biri olarak ben Maliye Bakanı Unakıtan olarak bir kampanya başlatıyorum. Sizlere verdiğim sözler yerine gelene kadar maaşımın (tamamını – yarısını – bir kısmını) hazineye bağışlıyorum. Ayrıca imkanlarım ölçütünce de şu kadar miktarı da öndelik yapmak adına yine hazineye bağışlıyorum. Artık bu milletin söyleyen, söylenen politikaya politikacılara tahammülü yoktur. Bunun bilinci ile de biz AKP olarak top yekün bu kampanyaya iştirak ediyoruz. Başta sayın liderimiz Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere, tüm bakanlarımız, milletvekillerimiz olarak meclisten bu kampanyanın başlangıcını yapıyoruz. İnanıyoruz ki bizim bu örneklememiz, toplumda bir empati ağı oluşturarak diğer siyasilerin de bu kampanyaya iştirakini sağlayacaktır. İl – İlçe teşkilatlarımız olarak bu hassasiyeti göstereceğiz. Türkiye’nin ciddi bir suni teneffüse ihtiyacı olduğu şuuru, bizim bu hareketimizle toplumun tüm katmanlarında ses bulacaktır.”
Bir ülkenin Maliye Bakanı kamuoyuna bu yönde bir yaklaşımda bulunur da o ülkenin en önemli sivil toplum kuruluşunun başında olan kişisi olarak sayın Özilhan’da herhalde şu içerikte bir mesajla toplumun karşısına çıkacaktır:
“Devlet iflas etti! Nasıl para versin? Bunun şuurunda olarak biz TÜSİAD üyeleri Devletimizi sahiplenme desteğindeyiz. Devlet mevcut kanunlarla, ancak tahsil edilmesi gereken verginin %40’ını toplayabilmektedir. Yeni vergiler ise yeni yükler getireceğinden bu açmazın boyutunu büyütmekten başka bir işlem gerçekleştirmez. Biz TÜSİAD üyeleri, bunun bilincinde olarak kanuni olarak değil, vicdani olarak ülkemizin yanında olacağımızın taahhüdün de bulunuyoruz. Her birimiz iyi niyet olarak şu kadar miktarı hazineye bağışlıyoruz. Ayrıca 2003 karımızın da %’lik kısmını açık açık hazineye bağışlayacağımızın taahhüdün de bulunuyoruz. Ayrıca ben Özilhan olarak bu kampanyaya Efes Pilsen’li basketbol takımı oyuncularımın transfer rakamlarının %’li kısmını da hazineye irad kaydedilmesi yönünde bir kampanya başlatıyorum. Milyon dolarlarla ifade edilen transfer rakamlar örnekliğinde diğer spor klüplerimizin de bu kampanyaya iştirak edeceklerine inanıyorum. Haydi Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray! Maç hasılatlarınızın bir kısmını hazineye aktarın.”
TÜSİAD başkanı böylesi bir açıklama da bulunur da diğer sivil toplum dernekleri geri plan da kalır mı? MÜSİAD, TOBB, TİM, Ticaret – Sanayi Odaları, irili ufaklı dernekler! İTKİB seçimleri için kapışan Artok – Orakçıoğlu aynı hassasiyeti bu kampanya için tüm taraftarlarıyla gösteremez mi?
AKP’ye 100 gün süre verelim” diyen sayın Sabancı da desin ki:
“Yahu bu iş süre ile falan olmaz. Biz akıllandık. Daha önce ne süreler isteyip de bizleri bu perişanlığa mahkum eden nice siyasetçileri yaşadık. Bunlara biraz da para verelim. Ben Sabancı olarak, hazineye gönüllü olarak şu kadar bağışta bulunuyorum.
Ayrıca tüm kamuoyu biliyor ki ben hem Adanalı, hem Kayseriliyim. Adana – Kayseri arasında modern bir demiryolu yapacağım ve işleteceğim. Sayın Tayyip Erdoğan 15.000 km. duble karayolu yapacağım diyor. Oysa ülkenin geleceği sağlıklı bir “taşımacılık” projesinden geçer. Karayolunun yani otomotiv sektörünün bu ülkeye nelere mal olduğunu aileden birini kurban vererek en iyi anlamış insanlardan biri benim.”
Sabancı böylesi bir pozisyonla ortaya çıkar da bizim diğer yiğit sanayicilerimiz ondan geri kalırlar mı? Koç’u, Tara’sı, Karamehmet’leri, Eczacıbaşı’sı, Ciner’i, Uzan’ı v.s’si hep beraber “pamuk eller cebe” kampanyasına iştirak ederlerse…
Bir Mustafa Süzer Samsun – Trabzon hattına denizyolu taşımacılığı için feribot hattı açarsa…
Türkiye’nin tüm sahilleri aktarmalı feribot hatlarıyla donanırsa!... Aktarmalı demiryolu hatlarını da diğer iş adamlarımız üstlenirse…
Ülkenin ekonomik kurtuluş reçetesi 5+1 T’nin pratiğe aktarılmasın da vücut bulacaktır. Tekstil, turizm, tarım, taşımacılık, teknoloji ve Türkiye sevgisi.
Daha hükümet kurulmadan AKP için hazırlanan tekstil merkezli; ama Türk ekonomisinin düze çıkmasında anahtar fikirler içeren raporlarımız hükümetin ekonomik öncelikleri arasında da yerini aldı. Dış ticaretten sorumlu Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen ve Enerji Bakanı Hilmi Güler’in basına deklare ettiği “5 T”, kamuoyunda uzun süre tartışılmış, içerikle ilgili olumlu değerlendirmeler yapılmıştır.
Kürşat Tüzmen gazetelerimizden birine verdiği mülakatta şöyle diyordu: “Ekonomik terörden Türkiye’nin kurtulması için 5 T formülü uygulanmalıdır. 5T’nin içerisinde ticaret, tarım, hayvancılık, turizm, taşımacılık ve teknoloji yer alıyor.”
Sayın Hilmi Güler de 5T’yi tanımlarken ne yazık ki Sayın Kürşat Tüzmen gibi tekstili göz ardı ediyor, aslında diğer 4T’nin aralarındaki ilişki olan ticareti tekstilin yerine koyma yanlışlığına düşüyordu. Türkiye’nin 220 milyar dolardan fazla borcunun bulunduğu ve sadece bu yıl 70 milyar dolardan fazla geri ödemenin zorunlu olduğu bu günler de meseleye bütüncül bazda bakmanın bir gereklilik olduğunu herkes kabul ediyor. Ancak bugüne kadar 150 milyar dolarlık yatırım yaptığımız tekstil sektörü sadece KOBİ yapılanması gösterdiği ve hükümeti ciddi anlamda etkileyemediği için görmezden geliniyor.
Diğer taraftan bakıldığı zaman tekstilin tek başına bir sektör olmadığı ve diğer 17 ayrı sektörü de tetiklediği görülüyor. Olayı bu açıdan değerlendirdiğimizde küçük işletmelerin hakim olduğu tekstil sektörünün krize girmesi diğer sektörlerin, dolayısıyla ekonominin de krize girmesine yol açacaktır.
Bugün ihracatımızın % 40’ının tekstil tarafından gerçekleştirildiğini belirtmemiz gerekiyor. Ülkeye sıcak para girişini sağlayan tekstil, geçmişte bavul ticareti aracılığıyla ekonomimizi birçok krizden kurtarmıştı. Yine son yıllar da yaşadığımız arka arkaya gelen krizlerden de en az yarayla çıkmamızı sağlayan da tekstil sektörüdür.
Hazırladığımız raporlar da ve dergimizin değişik sayılarında yayımladığımız yazılarla arz ettiğimiz 5 T formülümüzün içeriğini bir kez daha sıkıntıları aşamadığımız bugünler de ilginize sunuyoruz.
Tekstil: Beylikdüzü’nden Tuzla’ya kadar yalnızca İstanbul’da konuçlanmış sektörün hali ortada Osmanbey, Laleli, Merter, Bayrampaşa, Zeytinburnu… Bir tekstilkent olarak İstanbul. Anadolu’nun Antep’i, Denizli’si, Bursa’sı… Tarlada ki pamuktan ipliğe, kumaştan konfeksiyona, satış mağazalarına kadar uzanan geniş bir yelpaze ihracat boyutuyla, istihdam boyutuyla, tetiklediği diğer yan sanayi boyutuyla bir derya olan tekstil sektörü ve her şeye rağmen görmezden gelinen tekstil sektörü.
Turizm: Bütünüyle açık hava müzesi gibi bir Türkiye kültürlerin beşiği, doğal güzelliklerin vitrini, destanımsı ülke Türkiye… Tek başına muhteşem bir mamul olan ancak markalaştıramadığımız, satışını yapamadığımız güzel ülkemiz… (Satıştan maksadımız ülkenin değerlerini ya da geleceğini satmak değildir. Konu turizmle bağlantılıdır. Bu zamana kadar ki tablo maalesef peşkeş şeklinde anlaşılmıştır.) memnun ayrılan bir turist bin turist demektir, turizm bacasız sanayi demektir; gibi turizm üzerine söylenen sözler hala geçerliliğini korumaktadır.
Tarım: Tarım, hayvancılık ve ormancılık bir bütün olarak ele alınmalıdır. Ayrıca bu şıkkımız ekolojik kavramlar da içerdiğinden su, enerji ve çevre üçlemesinde de temel fonksiyon içermektedir. Tarımı domates, biber, patlıcan olarak değil endüstriyel formatta görmemiz gerekir. Hayvancılık hakeza. Ormancılık konusunda ise yürekler acısı bir vaziyetteyiz.
Taşımacılık: karayolu taşımacılığı ülkemiz geleceğinin emperyalizme peşkeş çekilmesinin en acı göstergesidir. Taşıt, petrol, yedek parça bizim batıya göbekten bağlanmamızı mecburi kılmıştır. Demiryolu ve denizyolu taşımacılığı üzerine çözümler üretmemiz gerekiyor. Trafik kazaları gibi kaçınılmaz tablolar karayolu taşımacılığının acı bir ikramıdır.
Teknoloji: Montaj sanayi mantığında bir teknoloji değil… Tamamen Türk düşüncesinin ve üretiminin ürünü olan alet ve edevata ne zaman yöneleceğiz? Modernizm bizi kıskacına teknoloji sayesinde almadı mı? Batının teknolojik çöplüğü olmaktan ne zaman kurtulacağız? Bir entegrasyon gerekmiyor mu? (Bu arada güzel Türkçemizin de aczi yetini maalesef idrak etmekteyiz. Dilin gelişimi medeniyetin göstergesidir. Ürettiğiniz şeyin ifadelendirilmesi dilinize yansıyacaktır. Ne üretiyoruz ki, onu ne ile ifade edelim. Mecburen entegrasyon demeye devam).
Belediyelerimiz…
Kentlerde ki sokak isimlerini, park bahçe isimlerini sponsor mantığı ile özelleştirip bir bedel karşılığı satarlar ise örnek İstanbul’da ki Vatan Caddesi. Bu caddenin ismini en yüksek bedel ödeyene satalım. İster kişi olarak, ister firma olarak, ister marka olarak bu ismi dileyene verelim. Maksat kasaya para girsin. Ha Vatan caddesi ha Rahmi Koç Caddesi, Beko caddesi gibi, illa ki özelleştirme adına Boğaz Köprüsünü satmak mı gerek? İsim hakkını satalım. En yüksek bedeli ödeyen Boğaz Köprüsü’nün adına sahip olsun! Hem o insan onore olsun, hem de kasamız para görsün!
Her ilde…
En çok bağışta bulunanın anıtını şehrin en işlek yerine dikelim.
Hani derler ya “…adamın anıtını dikerler.” İşte o sözü gerçekleştirelim.
Sanatçılar biraz da bu ülke için şarkılar söyleyin. Elde edilen gelirler biraz da bu ülkenin kasasına girsin. Basın yayın organları reklam gelirlerinin bir kısmını bu ülkeye “bağış” olarak ayırsın.
Yani şimdi kavuşma ve kaynaşma zamanı!
Bir taraftan meclisten geçmeyen tezkere, diğer taraftan İskenderun’dan Diyarbakır’a elini kolunu sallayarak geçen ABD askeri! Mardin de ABD askerinin kiraladığı 10.000 dönümlük vatan torağı!
Her kesimde dile getirilen, kurulacak olan kürt devleti gerçeği!
Ey MGK! Sizler de bu kampanyaya teşvik adına bir tavsiye kararı alamaz mısınız?

NİÇİN DEVLET – MİLLET EL ELE VERMELİDİR?
Yüz yılın başında Osmanlı ayakta durabilme mücadelesini sürdürürken ister istemez kendisine destek verebilecek, yardım alabileceği başka güçlerin de varlığına ihtiyaç duymaktaydı. Ağırlıklı olarak Fransa, İngiltere ve Almanya bu güçler dengesini oluşturuyordu. Ancak Fransız ve İngiliz anlayışı bu yardımın diğer ucunda yer alarak yardım edeceği ülkenin de geleceğini sömürgeci bir anlayışla böl-parçala-yut mantığında görmekteydi. Buna karşılık Almanya yardımcı olacağı ülkenin kaynaklarından istifade edebilme şıkkını yeterli bulmaktaydı. Bundan dolayı Osmanlının başındaki 2. Abdülhamit, tercihini Alman politikasından yana kullanarak Bismarck yönetimiyle yakınlaşma gereği duydu.
Almanya Türkiye topraklarının kömür madenlerinde, pamuk tarlalarında bir değer buluyor; buna karşılık da Osmanlının istemiş olduğu özellikle İstanbul - Bağdat Demiryoluna talip oluyordu. Hemen peşinden 2. Abdülhamit bu projeye Hicaz Demiryolunu da ekledi. Ancak sermayesi 4 milyon altına mal olan bu proje bütçenin de yaklaşık %18’ine denkti. Bu ise kapitülasyonlarla boğuşan Osmanlı maliyesi için ağır bir yüktü. Başlangıçta 40 bin altınlık bir bağışla Abdülhamit bu işin öncülüğünü bir kampanyaya dönüştürdü. Bu seferberlik Hindistan da ses buldu. Geniş bir inanç iştirakiyle proje tüm ümmete mal oldu. Süresinden çok önce proje gerçekleştirildi. 1929 yılında meşhur Amerika krizinde yerli malı kullanılması ve israfın önüne geçilmesi noktasında “Sakatat Politikası” uygulamıştır ki krizin atlatılmasında en önemli unsur olmuştur. Bunu günümüz için bir örnek kabul edersek, özellikle Kore’nin gerçekleştirdiği 1997’de ki ekonomik hamlenin adı da yine bu bakış açısından kaynaklanmıştır. Dünya birbiri ardına krizlere yakalanırken kimi ülkeler kolaycılığı yabancı finans kuruluşlarına teslim olmakta bulmuş, ya da perişanlığı yaşama mecburiyetine mahkum olmuştur.
Kore ise halkının her bireyinin iştirak ettiği kişi başına 5 gr altın kampanyasıyla çok kısa sürede dünyayı dahi etkileyen Asya Krizi’nden çok kısa sürede kurtulmayı bilmiştir. Şuan da yaşadığımız günler bizi devlet-millet kaynaşması noktasında böylesi bir arayışa itmektedir. Devlet-millet barışıklığını da bir ölçüde yeniden tesis edecek, sözü edilip durulan güven ortamının pratikliğini sağlayacak bir çözüm önerisi ortaya koyacaktır.
Toplumun tüm katmalarının iştirak edeceği böylesi bir kampanya hem ekonomik açıdan krizin en azından etkisini giderecek hem de olumlu bir ortam sağlayacaktır. Başta devlet adamları olmak üzere toplumun etkisinde kaldığı sanatçıların, sporcuların, iş adamlarının katılımıyla bu kampanya tüm halka mal olacak, toplanan bağışlar hazineye bir rahatlık sağlayacaktır. Aksi takdirde kaynak bulmak adına ya yeni borç kapıları aranacak (bu da yeni tavizler demektir) ya da zam gibi birtakım mecburiyetlerle halkın canı yeniden yakılacaktır.
Küçük bir taahhüt, yeni seçilen meclisin ve hükümetin iktidarıyla, muhalefetiyle sembolik dahi olsa kampanya sürecince maaşlarının hazineye irat kaydedilmesi hem halkın gözünde meclisin itibarını yeniden kazanması noktasında iyimser bir ortam oluşturacak hem de ilgiliyi çevreye yeni seçilen meclisin iyi niyetini ortaya koyacaktır.
Kampanyanın çerçevesinin medya aracılığıyla büyütülmesi hepimizin Türkiye gemisinin yolcuları olduğumuzu hatırlatması açısından da başka bir gerçeklik ifade edecektir. İsmiyle müsemma olmak üzere “adalet” kavramı sıradan insanın gözünde de yeniden oluşacaktır. Bu ise “Kalkınma”yı getirecektir.
Geleneksel Türk politikası şu güne değin hep vaatten ibaretti. Halbuki böylesi bir kampanya yalnızca vaat eden politikacı tipinden öteye, elini taşın altına koyan, halkının çektiği sıkıntıya da ortaklık eden bir yapıya bürünecektir.
Fukuyama’nın dediği gibi insanın en önemli özelliği, onun onore edilmesidir. Ya da günümüzde eskilerden günümüze uzanan deyişin en ikballi politikacının ifadelendirdiği gibi bireyi yaşat ki devlet yaşasın, mantığının pratik bulması gerekmektedir. Artık halk kendisine tavsiye edene değil, kendisi gibi yaşayana itibar ediyor.
Not: Bu yazı hazırlandığında Recep Tayyip Erdoğan AKP genel başkanı idi. Şimdi ise Başbakan olma hazırlığında. Millet kendisine örnek olacak başbakanın emir ve görüşlerine hazırdır.


FEHMİ DEMİRBAĞ

26 Ağustos 2015 Çarşamba

ERBAKAN 
OTO TAMİR VE BAKIM SERVİSİ

KARAKTERLER:

DEMİR KAĞIT:

HIZIR ACİL:

HANS PETER RUGABER GÖTEBERG:

ERBAKAN


Oyunun sonunda, 

"VİDEO: www.izlesene.com/video/necmettin-erbakan/7221129# video gösterilecektir.


****************************

ANLATICI:

şehrin izbe mahallesinde, yani bizim mahallede,
sırım gibi bir oğlan yaşardı.
adı yelkovandı...
ve şişman tıknazda yani, bir abisi vardı...
akrep derdik, gerçek adını bilmezdik...
kimin nesi kimin fesiydiler,
kimse bilmezdi...
gece gündüz önde yelkovan,
arkada abisi mahalleyi, kolaçan ederlerdi...
saatbaşı gelirlerdi,
bir araya...
alıp götürürlerdi,
herşeyini mahallenin,
koyarlardı sıraya...
onlar arşınlarken,
mahallenin sokaklarını,
kaldırım mazgallarından,
hayatımız akıp giderdi.
metruk evlerde,
saklanırlardı,
eski eşyalarda,
daha da çok,
mahallenin dul hanımlarıyla...
hatıralarda yaşar,
insanların hayatlarından,
çalarlardı...
eski bir garmofondan,
seslenirlerdi,
taş plaklardan,
eskilerin ruhları yaşardı,
gölgelerinde...
yelkovan ile akrep,
mahallenin,
meczupları hani,
herkesin görmezden geldiği...
...
bizim mahallede,
zaman onlarsız geçmez,
onlar bizden geçerlerdi!
...
şen sofralarda durmaz,
gam dolu gecelerde,
camın önünden eksilmezlerdi...
...
onları kazanmak,
mahallenin arzusu,
onlar bu arzuyu hiç,
kazımazdı...
...
umut mahallesinde,
iki bilinmezin hikayesi,
paslı hatıralar albümünde,
belki,
hicranın resmi...
çok ta, hıçkırık sesi...
...
çocukları severlerdi mahallede,
onlarla vakit geçirmeyi,
ihtiyarlar korkardı,
iki kardeşten...
iki kardeşin,
kendilerine selam,
vermesinden!
...
tik tak ayak sesleri,
sokaklarda,
sokaklarda,
yelkovan ile abisinin,
korku dolu efsanesi!
...
bir gün terkedecekler,
bu mahalleyi de,
ve mahalleliler,
ne onlarla,
ne onlarsız...
...
hal olacaklar!
behamahal!

Arka planda kütüphane. Raflarca kitap.Sahnede üzerlerinde kostümleri olan cansız mankenler dekorun en bariz göze çarpan nesneleri.
Biri bir Osmanlı paşası. Çanakkale'nin çocuk askerlerinden biri.
Bir diğeri bir köylü. Birisi de işçi. Ev kadını biri. Mankenlerin arasında canlı bir oyuncu; cansız mankenler kadar sessiz.

Daktilo sesleri arasında...
Saçı başı dağınık bir şekilde son eseri üzerinde çalışmasını sürdürmektedir. Asabidir. Çünkü yazdığı hiçbir cümleyi beğenmemektedir. Yazılamayan oyunların yazarıdır o. Daktilodan hışımla yazmış olduğu kağıdı çıkartır.  Ayağa kalkar ve yüksek sesle okumaya başlar:

"Dr. FRANKENŞTAYN!

Dışarıda fırtınalı bir hava,
ardarda çakan şimşekler,
kara bulutlarla gece zifiri!
dr. frankenştayn gizemli şatosunda!
dünyanın en ruhsuz,
en vahşi yaratığını,
elde etmek için laboratuarında!
etrafta çokça elektronik parça,
onlarca parçalanmış ceset!
her birinden bir parça alınıp,
tek bir adam elde etme de niyet!
bütün parçalardan,
vicdanı ayıklıyor önce,
dezenfekte ederek...
işte bakınız;
vücudun ana parçası zulüm!
cehalet ana iskelet!
tezgahtan bir kalp alıyor,
monte ediyor sevgisizinden,
ciğer merhametsizinden,
sinsi bir beyin bencilinden,
gövde bol işkembeli!
göz harama duyarlı,
kulak telekulak,
duyuların hepsi,
şirke ayarlı!
eser körkütük çağdaş,
ahlaksızlığa yoldaş!
kan ter içinde dr. frankeştayn!
gece uzun...gece fırtınalı!
nihayet,tamamiyle ortaya çıkıyor eser,
eser de insanlıktan yok eser!
sahibine riayet eden,
onu rab edinen,
bir laboratuar ürünü,
yeni model bilim sürümlü!
dr. eserini gıptayla seyreder,
üzerine kılık kıyafet,
markalı neli,
takım elbise kravat,
gel de insandan ayırt et!
sıra gelir programlamaya;
bir tutam kibir ekle,
hoyrat olsun,
ve sevmesin kendinden başkasını!
alaycılık üslubu,
üçkağıt düsturu!
hasılı,
yalnızlık kaderi!
kendinden başkasına,
tanımasın yaşam hakkı!
dr. frankenştayn,
sabaha doğru,
fırtınalı gecenin sonunda,
en kasırga yaratığıyla,
başbaşa;
cinsiyet vermediği!
bir zaman sonra,
yaratık sokaklarda!
yaratık aramızda!
EZBERLETİLEN ŞARKILARLA!

Okumanın sonunda bir an için sessizce durur. Kafasını sağa sola olumsuz bir şekilde sallar. Yüzünde ekşimsi bir ifade belirir. Elindeki kağıdı büyükbir öfke ile yırtar. Yüksek sesle bağırır.

DEMİR KAĞIT: Olmuyor! Çıldıracağım. Ne yapsam da olmuyor!

Sahnenin dışına doğru bağırır.

DEMİR KAĞIT: Allah'ın belası, nerdesin? Çabuk buraya gel! Hızır Acil çabuk buraya gel!

Sahneye palas pandıras girer Hızır Acil.

HIZIR ACİL: Buyrun, efendim. Beni mi çağırdınız?
DEMİR KAĞIT: Yok babaanneni?
HIZIR ACİL: Üzgünüm efendim...Kendisi gelemez.
DEMİR KAĞIT: (Dalga geçercesine) Neden gelemezmiş evladım?
HIZIR ACİL: Efendim...Sizlere ömür. Geçen yıl kendisi aramızdan ayrıldı da. Yani kanserden Hakkın rahmete kavuştu.
DEMİR KAĞIT: Yaa..Vah vah vah! Demek kanserden mevta oldu. (ciddileşir. Nutuk verir bir tarzda konuşmasını sürdürür.) Ah be evladım. Hepimizi bekleyen sonuç. Çağın hastalığı malum. Kanserden korkmamak lazım evladım. Geç kalmaktan korkmalı. Di mi ama evladım. İnsan yediğine içtiğine dikkat etmeli. Fabrikasyon gıdalardan uzak kalmalı. Stresten uzak durmalı. Syresten uzak kalmalı ki ademoğlu kanser olmasın. (Biran duralar. Sonra yüksek sesle konuşmaya devam eder.)
Ben ne diye seslendim? Kime seslendim?
HIZIR ACİL: Hızır Acil diye seslendiniz.
DEMİR KAĞIT: Hızır Acil kim peki evladım?
HIZIR ACİL: Benim efendim.
DEMİR KAĞIT: Peki bu evde senden benden başka kimse var mı evladım?
HIZIR ACİL: Yok efendim.
DEMİR KAĞIT: Peki sence ben...Bu evde...Senden benden başka kimsenin olmadığı bu evde...Hem de ıssız bu dağın başındaki bu evde ben kime seslenmiş olabilirim? Hem benim senin ölmüş babaannenle  ne işim olabilir. Söyle bana bu evde bizden başka kimse var mı?
HIZIR ACİL: (Etrafına bakınır) Bizden başka kimse var mı efendim?
DEMİR KAĞIT: Evet...İsviçreli Bilim adamları sizlere sesleniyorum. Amerikalı...İngiliz. Var sa Türk bilim adamları sizlere de sesleniyorum. Kanserin gerçek sebebi bulundu! İşte burda, hemen yanımda...yanıbaşımda.

Masaya doğru meyleder. Masanın üzerindeki telefonu eline alır.

DEMİR KAĞIT: Umarım bu fırtınalı havada telefonlar çalışıyordur. Umarım telefonuma cevap verecek bir yetkiliye de ulaşırım. Umarım o digital hatunlardan biri çıkmaz karşıma; ulaşmak istediğiniz kişi için önce 1'e, sonra 2'ye..4'e, 5'e bağlan diyen biri çıkmaz sinirim tepemdeyken.
Alo...Alo...Orası Kıymeti Bilinesi Yazarlar için İlham Perisi Tedarik Merkezi mi? Ben "Yazılamayan Oyunların Yazarlarından" DEMİR KAĞIT. Böyle yazar ismi mi olurmuş? Ne diyorsunuz kardeşim? Şimdi size isim ve soyismimin menkıbesini mi anlatayım? (Dalga geçercesine) Efendim, rahmetli pederim Türkiye Şeker Fabrikalarından olan ve aynı zamanda Türkiyemizin ilk fabrikalarından olan 1933 yılında hizmete giren Turhal Şeker fabrikasında Lokomotif Makinisti imiş. Lokomotif bu efendim. Tonlarca demir zahir de. Ama elin gavuru bu tonlarca demiri suyun buharı ile hareketlendirivermiş. Demir bu efendim. Hani spartalılar ile atinalılar bir olupta pers imparatorluğuna diz çöktürdükleri o savaş. Persler efendim, sınırarına dayanmış Yunanlıların. Ya özgürlüğünüz ya canınız demişler. O zamana değin devir tunç devri. Yani bakır ve kalay alaşımından bahsediyoruz. Nihayet alemi insanlık demir madenini işlemeye başlamışler. Hititler Kadeş savaşında demir çemberleri ilkkez savaş arabalarının tekerlerine işlemişler ve savaşı kazanmışlar. Finikeliler efendim, onlarda demiri kalem olarak kullanmışlar ve kayalara alfabeyi işlemeyi sunmuşlar ademoğluna. Sonra gemilerin omurgalarında demir kullanılmışta insanlık azgın denizleri aşıp başka başka coğrafyaları ziyaret eder olmuşlar. Kültürel etkileşim hızlanmış efendi. !860 larda buhar devrimi. Arkasından delikli tüfekler...Soyadımdan da bahsedeyim mi efendim. Hani insanlar papirüs adında kağıdı yaygın olarak kulanırlarken...sonra bergamada hayvan derisinden parşömenler kullanılmaya başlayınca...
Yeter kardeşim siz gönderdiğiniz ilham perilerinden daha betersiniz. Elbirliği ile beni delirtmeye mi çalışıyorsunuz? Mossad hesabına mı çalışıyorsunuz? Memleketin istikbal vaad eden bir yazarını kudurtmayı görev mi edindiniz kardeşim?
Kardeşim alın bu gönderdiğiniz malı başımdan. Ben sizden kabiliyetli, laftan sözden anlayan bir ilham perisi istedim. En son gönderdiğiniz hepsinden daha salak çıktı. Dedim ilham perisi...peri deyince hani insanlar genelde kadın figürü canlandırırlarya hayallerinde. Dedim erkek olsun! Dediniz elimizde müthiş bir eleman var. Onu gönderiyoruz. HIZIR ACİL! Dedim ismi gibiyse yaşadık. Dedim gönderin. Bu Hızır Acil değil kardeşim, ambulans bu ambulans. Kaza yerine hep geç gelen ambulans. Bakın son kez söylüyorum. Gecenin ikisi. Dışarda buz gibi fırtınalı bir hava var. Ve benim iki gün içinde yazmam gereken bir tiyatro oyunum var. Acil yardım istiyorum. Yoksa ödediğim sigorta primlerimi ve aidatlarımı keseceğim. Yukarıda tanıdıklarım var. Basından filan. İpliğinizi pazara çıkartır, rezil ederim sizi!
(Telefonu sert bir şekilde kapatır.)
HIZIR ACİL:  Özür dilerim efendim.
DEMİR KAĞIT: Özürmüş! Pöh! Hangi özür benim kaybedilen zamanımı geriye getirebilir ki? (Arkada sıra sıra dizili mankenlerin yanına gelir.)
HIZIR ACİL:  Efendim benim ihtisasım tiyatro oyunlarıdeğil ki? Ben daha çok tv filmi, sinema filmi, reklam filmi konusunda çalıştım. Hem onların kalıpları çok kolay. Fakir kız, yakışıklı oğlan. Hatta yengesine yan gözle bakan bir karakter...Mankenleri şarkıcıları da oynattın mı projede. Tiyatro öyle mi genel kültür lazım. Gezici ruhuna sahip olmak lazım. Siz benden Müslümanca bir metin istiyorsunuz. Alan dar yani efendim. Ama müsade edin inanın bir çözüm bulacağım.
DEMİR KAĞIT: Kes! Hemen Türkler gibi mazeret bulma bana. Çözüm bulacakmış. (mankenleri göztererek konuşur.) Dedim Medine müdafasını anlatalım. Fahrettin Paşa'yı anlatalım. Sen ne yaptın? Ruhsuz bir karakter çıkardın karşıma. At sidiği içen, açlıktan çekirge yiyen... bir ihanet şebekesine ve kahpe İngilize karşı onurlu bir mücadelenin kahramanını...ve onun şanlı askerlerini...ve mücadelesini...Anlatabildin mi?
(Çanakkale askerlerine döner)
İşte bak Çanakkale. Dedim bana ruhunu getir Çanakkalenin. Katledilen çocukların hikayeleriyle gel dedim. Seyyid onbaşıyı. Kınalı Hasan'ı getir bana. Sen ne yaptın; zavallı anzakların hikayeleriyle geldin. Fatih'in İstanbul'u Fethini anlatalım dedim. Verdiğin ilhamda ne vardı biliyor musun? Zavallı Bizanslılar. Utanmasan, korkmasan, sıkılmasan hatta diyeceksin ki "Zulüm 1453'te başladı!"
Şimdi şekspir desem...molyer desem. Hügo, mügo göte filan? Bertol breht! Döktürürsün ama! Mazeretin hazır; neymiş siz müslümanlar sanattan ne anlarsınız?
İlim, kültür, sanat, edebiyat ve ahlak...ve hatta mediyet biz müslümanlara has bir şey olamazmış? Daha biz ayranın onurunu colaya karşı koruyamayan bir topluluk imişiz.
HIZIR ACİL:  Efendim lütfen haksızlık etmeyin. Bakın size bir ev hanımı getirdim. Bir işçi...Yurdum insanı var efendim. Herbirininde kendine has bir hikayesi. Bakın şöyle bir şiirle başlayabiliriz dilerseniz:
"Bütün dünya bir sahne; trajedi ya da komedi!
ve bütün erkekler ve kadınlar  sadece birer oyuncu...
yüzlerinde binbir maske ile girerler ve çıkarlar tozlu sahneye,
zaman, oyunun yazarı,
sahne kalabalık!
başrolde sen,
avam figüran,
ailen yan rolde!
bazen bir kişi birçok rolde!
bir oyun, yedi perde ve ilk perde!
...
ilk rol bebeklik çağı...
anasının kollarında agucuk yaparken...
sonra mızıkçı bir okul çocuğu...
çantası elinde, yüzünde sabahın parlaklığı
ayağını sürüyerek okula giden!
ve camili günler,
yaz tatillerinde...Allah korkusu! Elif, be, te, se...
Anne nolur, Elif mahallemizden gitmese!
daha sonra aşık delikanlı gelir,
iç çekişleri ve sevgilinin kaşlarına yazılmış şirleriyle...

bugün kelimelerini aşıracağım şairlerin, hasetimden,
kimse benden daha güzel söz söylemesin diye...
...
şehrin kaldırımlarını genişleteceğim,
yanyana yürümesin aşıklar,
oyalayacağım başka şeylerle insanları,
sevdiklerini düşünmesinler diye,
helalsiz sarılmak yakar diye fısıldayacağım,
hep ki uzaktan sevsinler...
...
aşktan pay vermeyeceğim kimselere,
sevmekte sevilmekte benim...
körlerin bile gözlerini çıkartacağım,
ihtimalin her türlüsünü kurşuna dizip,
seni sır kuyusunda tutacağım...
...
aşağılayacağım başka sevmeleri...
kimse sevemez, benden başkası seni,
kıskanıyorum,
şehrin dilencilerini bile...
...
ah şanslı insan dilenci,
sen, hergün köşe başlarında
yırtık urbanla kirli ellerinle
avuç açan, sefil insan.
inan yok farkımız birbirimizden.
sen belki tüm yaşamınca dilenecek;
beklediğin beş kuruşu biri vermezse,
ötekinden isteyeceksin.
ama ben, tüm yaşamım boyunca
tek bir kez dilendim,
bir acımasız kalbin sevdası ile alevlendim.
öylesine boş öylesine açık kaldı ki elim,
yemin ettim, bir daha dilenmeyeceğim.
ve sen ettiğim beddualar tuttuğunda gün gelip tıkanacak şiirden kopacaksın...
güzel sözler kifayetsiz kalacak, haz almayacaksın!
perdeler açılıp kapanacak...
çocukların olacak başka adamlardan, başka kadınlardan,
yalancı emzikle başladıya hayatın,
yalan hayatlara kanacaksın!
Belki sen belki oğlun asker olacaksın , garip yeminler eden.
leopara benzeyen sakalıyla onurlu ve kıskanç,
savaşta atak ve korkusuz,
topun ağzında bile şöhretin hayallerini kuran...
insan hikayelerimiz sahne sahne türlü türlü...
sonra hakimliğe başlar,
ya da bir belediyede,
belki esnaf olur...
şişman göbeği lezzetli etlerle dolu,
gözleri ciddi, sakalı ciddi kesimli...
bilge atasözleri ve modern örneklerle konuşur
rolünü oynamaya devam eder...
altıncı perde de ise palyaço giysileriyle,
gözünde gözlüğü, yanında çantası,
gençliğinden kalma pantalonu zayıflamış vücuduna bol gelen.
ve kalın erkek sesi, çocukluğundaki gibi incelir.
son perde bu olaylı tarih sona erer.
ikinci çocuklukla her şey biter...dişsiz, gözsüz, tatsız, hiç bir şeysiz.
sessizce unutulacaksın!
DEMİR KAĞIT: Saçmalama...İnsanlar dar vakitlerini tiyatro salonlarına ayıracaklarsa...Gülmek isterler misal...Ya da stan-up mu yazzsak ne? Hem masrafsız...Hem in belden aşağı...Büyük prodüksiyonlu işler elbette hayalim. Brodway'de sahnelenebilecek olanından birşeyler yazmak isterim. Ya da aşk üzerine mi yazsak? Hiç yardımcı olmuyorsun bana!
Nerde şu kadınlar üzerine yazdığımız şiir. Hah dur...(Masanın üzerinde aranır. Bir kağıt alır okumaya başlar.)
"ten yakar,
can yanar,
öpsende..
dövsende...
ateş bu,
yanılası...
ateş ki kaçılası...
aşk varsa, yanayım,
yoksa,
ben aşktan yanayım!
erkeksi sözler
beklemeyin bu şiirimde,
ben bu kez kadından yanayım!
doğur beni anam,
babamın dayakları arasında,
1,2,3 olsun sıra sıra
kardeşlerim...
sancılar peşisıra...
9 ay 10 gün!
dile kolay!
kanından doyur beni,
sen anasın,
çile yazgın,
besle büyüt!
gıdan öğüt!
aklın kısa,
herkes seni kınasa!
evlat dert, koca çevre!
sana kim kulak vere!
etin çakallara yem,
tenin tazeyken gayem!
anasın, yarsın, bacı,
herkesin ihtiyacı!
ya sen? kim dinler,
ses verse de içindeki acı?
sevecek sen?
dövülecek!
beklenir ki sen yapasın,
erkekler; bekleme kapısı!
cennet ayaklarının altında,
duyduya bunu,
fazlalığı olanlar,
ayaklarını yerden keserler!
kadın; pavlovun köpeklerine,
onlar ki; kulak dikerler!
saçın dert,
başın,
isterler ki her doğurduğun,
olsun devlet!
sormazlar lakin,
var mıdır derdin?
ey ademin oğulları,
havvanın kızlarına
kulak verin!
ey kanatsız melekler,
annem, teyzem, halam, yarim!
bütün kız kardeşlerim!
dünya biz erkeklerin,
yörüngesinden çıkmadıkça,
insanlığın hali pek vahim!
...
memleketim, anadolu,
bir de devlet baba olsa,
aile olmak içten değil!
...
aile olunca;
babam anamı sever,
ben kardeşlerimi,
kardeşlerim evdeki köpeği,
köpeğimde sever,
kapının önünden gelip geçeni!
...
öğretmenim az yorulur,
savcılar, hakimler,
daha az koşturur polisler!
...
analar evlat doğurur,
insan yetiştirirler,
biz kalleş erkekler olmasa!
...
dünyanın bütün erkekleri birleşin!
önce kadın hakları,
ardından gelir..
insan hakları!
...
koministçede söylendim,
din, zaten Fatımadan yana!
hangi dilde söylemek gerekiyorsa,
şarkılar kadından yana!
...
hiç olmazsa, şu şiir süresince dövülmesin, analar, bacılar!
...
gelin! çocuktan gelin yapmayalım!
...
hatta... dünyanın bütün zalim, erkekleri adına, insanlığımızdan utanalım!
...
adam görünümlü,
hayvan olacağımıza,
bugün kadın ruhlu olalım,
ağlayalım!
...
sonra da...
gelsin aşk!
aşk o zaman aşk!
...
kadını bilmeyen,
kadın sevemez,
sevmesini bilmeyen,
aşkı bilemez!
...
yumurta tavuk misali,
demeyelim...
şimdinin erkeklerini,
kadınlar yetiştirmekte...
o kadınlar ki,
çektikleri acının karşılığı,
intikam için bizleri yetiştirmekte!
...
bitmez! kadının acısı bitmeden,
bu sarmal bitmez!
Bu şiir de bitmez!..

HIZIR ACİL:  (Alkışlar) Mükemmel olmuş efendim. Harikulade!
DEMİR KAĞIT: Elbette mükemmel. Çünkü siz ilham perilerinin katkısı olmadan yazdım bunu. Biliyor musun şirketten istediğim ve işine son verdiğim sen kaçıncı ilham perisisin biliyor musun?
HIZIR ACİL:  Bilmiyorum efendim.
DEMİR KAĞIT: Bilemezsin tabi ki... Çünkü ben de bilmiyorum. (Elindeki kağıdı buruşturur ve bir kenara atar.)
HIZIR ACİL:  Efendim siz de hiç bir şeyi beğenmiyorsunuz ama...Ben de cesaret edemiyorum... Şey aklımda bir hikaye var ama...Kızmazsanız...Müsaade ederseniz, paylaşmak isterim.

O esnada evin kapısı hızlı hızlı çalınır.

DEMİR KAĞIT:  Kapı mı o? Ne çabuk. Bak yeni ilham perisini hemen gönderiverdiler. Aferin şirkete.

Kapıya yönelir. Kapıyı açtığında yılışık bir tip kendisine sırıtmaktadır.

HANS PETER RUGABER GÖTEBERG: İyi akşamlar...İyi geceler yani. Gecenin bu saatinde sizleri rahatsız ettiğim için kusura bakmayın ama beni sendikadan gönderdiler.
DEMİR KAĞIT:  Ne sendikası? Ben şirketi aramıştım.
HANS PETER RUGABER GÖTEBERG: Efendim müsadenizle kendimi taktim edeyim. Ben HANS PETER RUGABER GÖTEBERG. "Yazarını Arayan Hayali Karakterler Sendikası"nın Oyuncu kadrosundanım.  Bir süre önce sendikamıza müracat etmişsiniz. Her role uygun, her role gidebilecek bir karakter istemişsiniz. Ancak gelebildim. Aracım arıza yaptı. Tamir filan derken. Ancak gelebildim. Umarım geç kalmamışımdır. Rolüm kimseye verilmedi değil mi?
DEMİR KAĞIT:  Ne rolü artist kardeşim. Biz daha hikayeyi bulamadık.
PETER RUGABER GÖTEBERG: Peki benden başka oyuncu kadronuzda kimler var öğrenebilir miyim?
(Arkadaki mankenlerin yanına gider.)
PETER RUGABER GÖTEBERG: Bütün kadro bu kadar mı? Hım demek düşük bütçeli bir iş olacak. Ben yol boyu oynayabileceğim rolü düşündüm. Buldum da... (Hızır Acili işaret eder.) Arkadaşta oyuncu mu?
DEMİR KAĞIT:  Hayır o ilham perisi.
PETER RUGABER GÖTEBERG: Bu nasıl bir peri ya hu? Bunun vereceği ilhamın...
DEMİR KAĞIT:  Hayır sus! Ben oyunumda argo söz istemiyorum.
PETER RUGABER GÖTEBERG: Madem vaktimiz dar. Sayın yazar lütfen daktilonuzun başına geçiniz. Size bir teklifim olacak. Dedim ya oynayacağım rolü yol boyu düşündüm durdum. Dolayısıyla hikayelendirmekte sayın ilham perimizle birlikte işbirliği yaparsak daha kolay ortaya çıkacaktır. (Paşa mankenini işaret eder.)
Bu arkadaş kimdi?
HIZIR ACİL:  Bir Osmanlı paşası.
PETER RUGABER GÖTEBERG: Olmaz! Bunu Cumhuriyet paşası yapalım. Acele etmeyin. Merakta etmeyin. Elbirliği ile bugün bu hikayeyi burada bitireceğiz. İki güne kadar Londrada olmam lazım. Yeni Bond ben olacağım. 007 Cezmi Bold! Yeni versiyon! Türk işbirlikçilerimizle İngiliz, Amerikan, Fransız, Alman, İsrail, Rus ve Çin ortak yapımı bir prodüksiyonda yer alacağım: KANAYAN ORTADOĞU filmimizin adı.
DEMİR KAĞIT: Banane kardeşim senin filminden? Ben ülkemde sahnelenecek bir oyunun peşindeyim.
PETER RUGABER GÖTEBERG: İyi de işte ben de sizlere tecrübelerimden yararlanma fırsatı sunmak istiyorum. (Bir anda Demir Kağıt'ın ayaklarına kapanır)
Abi ayaklarının altını öpeyim. Aylardır işsizim. Şaka yaptım. Ne filmi abi yaa? Kimsenin aradığı sorduğu yok. Kimse aramıyor sormuyor. Unutulmuş bir karakterim ben. Nolur bir şans verin bana.
DEMİR KAĞIT: Allahım! Bütün manyaklar beni mi bulmak zorunda? Beceriksiz bir ilham perisi, lüzumsuz bir karakter oyuncusu...
HIZIR ACİL:  Beceriksiz bir yazarıda katın kadroya Demir bey. Demek ki kapak yuvarlanmış kapağını bulmuş pozisyonundayız. Dilerseniz kendi aramızda kapışmayı bırakalımda bu işe birlikte bir çözüm bulalım ne dersiniz? Yoksa akıp gidecek zamanımız böyle boş tartışmalarla ve siz oyununuzu yetiştiremeyeceksiniz. Ben Hızır Acil...İlhamsız peri diye anılmak istemem doğrusu.
Bakın sizlere kendi durumumu anlatmam gerekirse ruh durumum daha önce yazdığım bir şiirimdeki gibi. Dinleyin ve bana hak verin, neden tıkanık olduğum konusunda:
sirenler çalıyor ana dilime; hızır acilden değil, ambulancelerden,
mahalleleri geçerek değil, siteleri aşa aşa!
trafik başa bela,
yolda kalanlara değil,
şehri yönetenlere,
kurnaz şoförlerden bazıları,
her çalan sirenin peşine takılı!
yollarda her türden araba,
kimi amerikan malı,
kimi avrupa,
hatta uzakdoğudan!
petrolu ortadoğudan,
kanlı mı kanlı!
sirenler çalıyor kültürüme,
masal söyleyen,
nenemden değil,
beyaz camdan,
beyaz perdeden;
kapkara!
senaryolar türlü türlü,
kanlı mı kanlı!
sirenler çalıyor,
gazinolardan...
taş plaklardan,
şimdilerde digital,
konser meydanlarından,
nihavent makamında değil,
beni benden alan şarkılar,
alıp ta yerime başkasını koyan,
uğruna kanlar dökülen aşklar,
sirenler çalıyor radyolardan!
canlı mı canlı!
sirenler çalıyor okullardan,
modern köle mankurt yetiştirme, mekanlarından!
sirenler çalıyor lokantalardan,
besmelesiz coladan!
sirenler çalıyor hastanelerden,
düzmece tababetten!
sirenler çalıyor ankara'dan,
her kasımın onunda,
saat dokuzu beş geçe,
mesai başlangıcında!
...
sirenler çalıyor,
beynimde!
....
yol verin geliyorum!
PETER RUGABER GÖTEBERG: Yok be güzel kardeşim. Güzel demişsin. Sende umut var hala. Boşuna kendini umutsuz hissetme. Biraz gayretle biz bu gecenin sonunda bir oyun çıkartırız.
DEMİR KAĞIT: Sen adım ne demiştin yazarını arayan hayali oyuncu?
PETER RUGABER GÖTEBERG: Peter efendim. Peter Rugaber Göteberg.
DEMİR KAĞIT: Sen Türk değil misin?
PETER RUGABER GÖTEBERG: Biz oyuncuların milliyeti olmaz efendim. Bizi yazarlarımız kimliklendirir. Bu isim bende enson yazılan bir oyundan kaldı. Hoş tam bitmemiş yarım kalmış bir oyundu o da.
DEMİR KAĞIT: Neydi oyunun konusu?
PETER RUGABER GÖTEBERG: 1960 larda geçiyordu oyunun konusu. Alamanya'ya işçi gönderilen zamanda. Almanya 2.cihan harbinden ağır bir mağlubiyetle çıkmıştı. Taş üstünde taş kalmamıştı yani. Ama aradan 15 sene geçmeden öyle bir kalkınma hamlesi yaptılar ki özellikle Türkiye'den ve Güney Kore'den takviye olarak işçiler edindiler. Güney Kore Almanya'dan edindiği tecrübeyle o da bir 20 yıl içinde dünya ekonomi devleri arasına girdi. Ama Türkiye...Malum. İşte oyun bu dönemi sorguluyordu. Maalesef yazar işin içinden çıkamadı ve oyun yarım kaldı.
DEMİR KAĞIT: Oooo...sizin yazar da çok beceriksizmiş canım. Aslında nefis bir konu. Hızır hemen o dönemle ilgili bilgileri masama yığ bakalım. Bakalım biz becerecek miyiz?

Hızır Acil yazarın masasına çok sayıda kitap yerleştirir. Yazar hızlıca kitapları karıştırır. Arkada hareketsiz duran oyuncuyu sahnenin bir köşesine alır.

DEMİR KAĞIT: Evet...senin de sıran geldi. Şimdi senin rolünüde yazalım bakalım.

Daktilosunun başına geçer.

DEMİR KAĞIT: (Konuşarak yazmaya başlar.)
formül basit, denklemde,
ithal kafa olacak memleket,
üretimi bitir, kendi elinle
suçluyu bul istersen kader de,
yüksek vergi yüzde yetmiş,
meğerse işimiz çoktan bitmiş,
topladığın vergileri maaş yap,
abuk sabuk kanunlarla adil dağıt,
bol keseden memur yap halkı,
şehirlere, köylüyü dağıt,
yol yap onlara, kredi dağıt!
bakarsan nüfus dağılımına,
köyde kalan ölümü bekleyen ihtiyarlar,
şehirden memuriyet bekleyen delikanlılar!
köy mü; kerpiç ev, ev dibi ahır!
dillerde gönüllerde hep kahır!
bitsin tarım, tükensin hayvancılık,
imdada yetişir market rafları!
çözümün adı hep slogancılık!
genetiğiyle oynanmış tohumlar,
umuda mahkum insanlar!
haydi yazar abi, profesör amca,
çanak tutun aldatanlara!
o öyleymiş te bu böyle,
doksan yılın temcit pilavı,
uydur uydur dur onca yalanı!
betondan kafes kurun yığınlara,
okutarak cahil bırakın,
ya da okutmadan,
akıbet belli!
sırtına odun koyun,
marka semerlerle!
biraz din diyanet;
ama saklısından-tuzaklısından!
bir de lider sürün önlerine,
makus talihin katili!
aslında;
formül basit, denklemde!
zehiri altın kadehte sunacaksın,
şarkılarla, markılarla avutacaksın!
sen diyeceksin,
gelişmekte olan ülke,
aldığınla yetinecek,
elindekiyle kavrulacaksın!
kafan karışırsa eğer,
kuyruğunu dikeltirsen,
bulurum bir başka bahane,
onunla oyalanacaksın!
mevzuat hazretleri tek padişahın!
bir yalan söyleyeceğim ki sana,
Allah'a inanır gibi inanacaksın!
formül basit, denklemde,
yediğinin yemeğin adı; kaos,
köyünü unutacaksın,
aklında kalmayacak,
ne düven ne patos!
sen artık moderinsin!
ihtiyacını karşılar,
yeni dinin!
cebinde kredi kartın,
yaz tatilin...
bir de emekliliğin!
daha ne istersin?
...
şimdi öğrendiklerini,
öğret oğluna...
o da oğluna,
silsile sürsün torunlarına!
...
"unutmayın; siz büyük milletsiniz!
sizin atalarınız ta viyana'ya!"
...
yukarıda bahsedilen sözler,
benim değil,
Alamanya'ya,
65 lerde gidipte dönmeyen,
amcamdan!
öğrenmiş;
yeğenin şair oldu demişler!
o da bu satırları,
karalayıp bana göndermiş.
demiş,
yeğenim bunları,
şiir diye yazsın,
okutsun insanlara,
canlarına okunan insanımıza!
...
yazdım ben de,
bakalım birileri,
okur mu diye?

PETER RUGABER GÖTEBERG: Ooo yazar efendi. Olayın kolayına kaçıyorsun. Oyunu şiirle bitireceksin bu gidişle. 
DEMİR KAĞIT: Ne yapmalıyım peki sence? Şiirin seveni de kalmadı, okuyanı da mı diyorsun yani?
HIZIR ACİL:  Efendim bence o yılları anlatacak isek...Bence Erbakan'dan bahsetmeliyiz. Müsadenizle rol dağılımını ben yapayım.

Paşa mankenini alır.
HIZIR ACİL:  Bu Cevdet Sunay olmalı. Türkiye'deki 60 ihtilaliyle başlayalım. Seçilmiş başbakanını asan Türkiye'nin aklını bir görelim önce.

Sonra sırasıyla diğer mankenleri ön sıraya taşır.

HIZIR ACİL:  Çanakkale'de ülkesinin bağımsızlığı adına çocuk yaşta İngiliz kahpesiyle vuruşan bu Müslüman Türk evladı 68 kuşağı olsun. Sağcı olsun bazen, bazen solcu...sokakları doldursun. Kahrolsun ya da yaşasın diye sloganlar atsın oyun boyu.
Bak bu köylü oyuncumuz hep köylü kalsın. Tezek yaksın köyünde ilelebet. Amerikan pulluğuyla deşsin Anadolu'nun bağrını. Tohumunu yitirsin. Bir tavuğa komşusunu gebertsin. Kirli ve yağlı gömleğiyle cuma namazlarına gitsinde Rabbinden hep istesin. Habitattan anlamsın, endemik yapıdan. Tek hayali böyyük şehirlere gitmek olsun, kapıcılık yapmaya. Her öfkesinde devlet babaya gayıversin.

Bu da işçi kalsın. Asla fabrika sahibi olmak gibi düşleri olmasın. Bütün ömrünü emeklilik hayalleri süslesin. Sonra hastane köşelerinde bir başına gebersin.
 Bu da ev kadını kalsın. Evlad terbiye etsin terlik isimli eğitim alet ve edavatıyla. Kocasından yediği dayakların acısını çocuklarından çıkarsın. Aman okumasın yazmasın. Tvler onların vaktini değerlendirecektir nasılsa...

Aslında bir iki karakter daha ekleyebiliriz oyunumuza...657 ye tabi memurlar...Yanar döner politikacılar...Namaz kıldırma memurları...Klasik bir sürü kalıplar...Evde kalmış kızlar, bitirim oğlanlar...Cahillik ve fakirliğin kader diye yutturulduğu bir Anadolu'da oyunumuzun dekoru olsun.

DEMİR KAĞIT: Peki bu ne olsun? (canlı oyuncuyu gösterir)

HIZIR ACİL: O ilkkez bu toplumda milli görüş diyen, ağır sanayi diyen Erbakan olsun!

ERBAKAN: 29 Ekim 1926 tarihinde Sinop'ta doğdum. Babam Adana'da hüküm sürmüş Kozanoğlu sülalesinden Mehmet Sabri Erbakan'dır. Annem Sinop'un tanınmış ailelerinden birinin kızı olan Kamer Hanım'dır.
Ağır Ceza Reisi olan babam, memleketin birçok ye­rinde görev yaptığı için çocukluğumuz muhtelif şehir­lerde geçti. İlkokula Kayseri Cumhuriyet İlkokulunda başladım. Babam Trabzon'a tayin olduğundan ilkokulu burada tamamladım. 1937 yılında girdiğim İstanbul Er­kek Lisesini 1943 yılında bitirdim.
Lise tahsilimden sonra, İstanbul Teknik Üniversitesi­ne girdim. Bizim dönemimizde lise birincilerinin sınav­sız girme hakkı olmasına rağmen sınava girmeyi tercih ettim. Sınav sonucunda, doğrudan ikinci sınıftan başla­tıldım. 1948 yılı yaz döneminde mezun olur olmaz, aynı üniversitenin Makine Fakültesi Motorlar Kürsüsünde asistan olarak göreve başladım.
1951 yılında Üniversite tarafından Almanya'daki Aachen Teknik Üniversitesine İlmî araştırmalar yapmak üzere gönderildim. Alman Ordusu için araştırma yapan DVL Araştırma Merkezinde Profesör Schmidt ile birlikte çalıştık. Bir buçuk yıllık bu çalışma sürecinde bir tanesi doktora tezi olmak üzere üç tez hazırladık. Alman üniversitelerinde geçerli olan doktor unvanım burada aldık.


DEMİR KAĞIT: Güzel...sanırım bu kez olacak. Bu kez iyi bir oyun yazmış olacağım. Aferin lan Hızır Acil...Peter...Sana da aferin.

ERBAKAN: Bu tezler Alman Ekonomi Bakanlığının dikkatini çe­kince, bizden motorların daha az yakıt yakmaları ko­nusunda bir rapor hazırlamamız istendi. Bu arada da "Dizel Motorlarda Püskürtülen Yakıtın Nasıl Tutuştu­ğunun Matematiksel İzahı" konulu doçentlik tezimizi hazırladık. Tezin bilim dergilerinde yayımlanması üze­rine o tarihte Almanya'nın en büyük motor fabrikası olan Deutz Motor Fabrikalarının Umum Müdürü Prof. Dr. Flats tarafından Leopard tanklarının motorlarıy­la ilgili araştırmalar yapmak üzere bu fabrikaya davet edildik. Bizim doktora tezimizdeki çalışma konularıyla ilgili olduğu için orada bize araştırma başmühendisliği teklif ettiler. Leopard tank motorları inkişaf bakımından teknik problemleri çok güç olan sorunlu bir motor idi. Çünkü II. Dünya Savaşı sırasında Rusya'da savaşırken Almanların bu tanklarının yakıtları donmuş ve çalışma­mıştı. Leopardların en zor hava şartlarında, donmadan çalışabilmesi için ateşleme sisteminin yeniden düzen­lenmesine büyük önem veriyorlardı. Biz bu çalışmala­rı yürüttük. Aynı dönemde, Alman Ekonomi Bakanlı­ğının, Ruhr sahasındaki fabrikalar üzerinde araştırma yapmak için görevlendirilen heyete katılmam istendi. Almanya İkinci Dünya Savaşı'ndan yeni çıkmıştı. Ne­redeyse ayakta tek bir bina bile yoktu. Almanya'da kal­dığım bu süre içinde, Almanya'daki ağır sanayi hamlelerini ve faaliyetlerini bizzat yerinde görme imkânı bulduk. Bütün bu çalışmalar, Almanya-Ruhr sahasında gördüğüm fabrikalar, Türkiye'de de ağır sanayi hamle­si başlatılması fikrinin bizdeki ilk kıvılcımları oldu. Yer­il bir motor sanayi kurmanın ve tamamen yerli olan fabrikalara sahip olmamın, Türkiye gibi yoksulluktan yeni çıkmaya çalışan bir ülke için ne kadar önemli ve gerekli olduğunu anladım. "Millî Ağır Sanayi" fikri o günden sonra, Millî Görüş Davası'nın en önemli hedeflerinden biri olarak hayatımızda yer aldı.


DEMİR KAĞIT: İyi de oyunun metni bu şekilde mi gidecek? Bu çok düz anlatım olmayacak mı? Seyirci sıkılmasın sonra.
HIZIR ACİL: Efendim konuyu Türkiye'de yapılan Devrim Otomobilleri konusuna getirmeyi düşünüyorum. Eğer vakit kalırsa evvelinde yapılan Uçak sanayinden de bahsetmek istiyorum Nuri Demirağ isimli bir girişimcinin yaptığı uçaklardan.
DEMİR KAĞIT: İyi de Devrim otomobilleri fiyaskoyla neticelenmemiş miydi?
HIZIR ACİL: Devrim, Türkiye'de tasarlanan ve üretilen ilk otomobildi. 1961 yılında, dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel'in talimatıyla, Eskişehir Demiryolu Fabrikasında, 129 günde üretildi. Ekip günde sadece birkaç saat uyuyarak ve bu süre zarfında tesislerden hiç ayrılmaksızın, modeli tümüyle kendilerine ait olan, tüm parçaları el işçiliğiyle üretilmiş, 4 silindirli ve direksiyondan vitesli harika bir “aile otomobili” üretir. Hem de bir tane değil, tam üç tane!
Depolarında, trendeki güvenlik kuralları gereği hiç benzin bulunmayan Türkiye’nin ilk yerli otomobili devrim arabaları, o zamanlar Sıhhiye semtinde bulunan Eskişehir'den yola çıkarak Ankara Demiryolu Fabrikası’na indirildi. Manevra imkanı sağlamak için depolarına yalnızca birkaç litre benzin kondu. Asıl ikmal sabahleyin Sıhhiye’deki Mobil Benzin İstasyonundan yapılacak, sonra da Meclis’e gidilecekti.
29 Ekim sabahı, Devrim arabaları motosikletli oldukça kalabalık bir trafik ekibinden oluşan eskortun arasında yola çıktı. Çıktı ama, eskorttakiler, benzin alma işinden haberdar olmadığı için, Mobil’e uğramadan yola devam ettiler. Meclis’in önüne gelindiğinde durum anlaşıldı, alelacele getirilenbenzin ilk otomobile kondu. İkinci otomobile benzin konacağı sırada Cemal Paşa Meclis’in önüne gelmiş ve Anıtkabir’e gitmek üzere 2 numaralı benzini henüz konamamış Devrim otomobiline binmişti. Yola çıkıldı. Fakat 100 m. kadar sonra motor öksürerek durdu. Cemal Paşa Anıtkabir’de araçtan inerken “Garp kafasıyla araba yapıyorsunuz, ama Şarklı olduğunuz için benzin koymayı unutuyorsunuz” diyerek hışımla aracı terkeder. Oysa, o aracı yapmayı başaranlar deposuna benzin koymayı da bilmektedirler elbette. Fakat, kimse aksiliğin yaşanan panikten kaynaklandığını cunta liderine anlatamaz veTürkiye’nin ilk yerli otomobili devrim arabaları daha doğdukları gün bizzat devlet eliyle öldürülürler. Arkalarında, kendilerine doğru düzgün bir teşekkür bile edilmemiş 23 tane gözüpek mühendisi bırakarak…
DEMİR KAĞIT: Peki ya Nuri Demirağ O kim di?

HIZIR ACİL: Nuri Demirağ, 1936 yılında havacılık sanayiinin ilk temellerini atmaya başladı. İlk iş olarak 10 yıllık devreyi kapsayan bir plan - program hazırlattı. Bu program gereği, Besiktaş Barbaros Hayrettin İskelesinin yanında Tayyare Etüd Atölyesini kurdu. Bu tayyare atölyesi kısa bir sürede dev bir fabrika haline geldi. Yeşilköy'de Elmas Paşa çiftliğini tayyare meydanı yapmak için satın aldı. 1000 X 1300 metre boyutlarında düz bir tayyare alanı yaptırdı. Bunun bir örneği de o sıralar Avrupa'nın en modern havaalanı olan Amsterdam'da vardı. 1937-1938 yılı içinde Türk Hava Kurumu 10 okul uçaği ve 65 planör siparişinde bulundu. İstanbul fabrikalarında yapılan ilk yerli Türk uçağı, 1941 yılı ağustosunda Nuri Bey'in doğduğu yer olan Divriği'ye uçarak gidip gelmişti. Halkı da heyecanlandıran bu tür gösterilerin yararlı olduğunu düşünen Nuri Bey, Eylül ayında 12 uçaklık bir filoyu, Bursa, Kütahya, Eskişehir, Ankara, Konya, Adana, Elazığ ve Malatya rotasında uçurarak halka kendi tayyarelerimizle göklerimizi kendimizin koruyabileceğini göstermek ve onlara inanç vermek istemiştir. Nu.D.38 tipi yolcu ucağı, tamamen Türk mühendis ve işçilerinin ortaya çıkardıkları Türk tipi bir uçaktır. 6 kişilik yolcu ucağının çift pilot kumandası bulunmaktadır. Saatte 325 kilometre hız yapabilmekte ve 1000 KM uçabilmektedir. Türk Hava Kurumu, Nuri Demirağ'ın fabrikalarına sipariş vermiş olduğu bu uçakları almaktan vazgeçmiştir. Dolayısıyla istikbal göklerden yere inerek batının distribütörlüğüne, ithalatçılığına dayalı kafalara teslim edilmiştir memleketimiz.
DEMİR KAĞIT: Peki Erbakan'ın bunlarla ilgisi ne?

ERBAKAN: Almanya'daki çalışmalarımız sırasında bizi etkileyen ve üzen bir olay da şudur: Biz o fabrikalarda bir yandan çalışıp bir yandan araştırmalar yaparken, Tür­kiye Zirai Donatım Kurumunun Alman fabrikalarına verdiği motor siparişlerini gördük. Bu görüntü, bizim Türkiye'de bir "Millî Motor Sanayii" kurma kararlılığı­mızı iyice pekiştirdi. Bunları bizim milletimiz, tamamen kendi imkânlarıyla yapabilirdi. Türkiye'nin ilk millî sanayi örneği olan, Gümüş Motor Fabrikasını, memleketi­ni ve milletini seven 200 ortakla kurmamızın temelinde de işte o görüntü yatar.
Montajcı zihniyet, Gümüş Motor'dan, Türkiye'nin yerli ve millî bir motor üretmesinden rahatsız olmuştu. İthalatçı firmaların hemen tamamı da azınlıklara men­sup mümessillerdi. Gümüş Motor, bu milletin sanayileşme davasında gerçekten çok mühim bir hamledir. Düşünün ki 1956 yılında bir fabrika kurulmuş, bu fabrika yerli motor imal etmiş. Daha da önemlisi bu milletin her türlü sanayiyi başarabileceği inancım ortaya koymuş. İşte asıl büyük kaynak ve hamle budur. Çünkü aynı yıllarda düzenle­nen Otomobil Kongresi'nde, "Biz, şeftaliden başka bir şey üretemeyiz!" diyenler vardı. Ama biz o kongrede kürsüye çıkıp, "İşte motor üretildi." diye gösterince, hepsinin sesi kesildi.
Bu ilk sanayileşme mücadelemizde, elbette Rahmetli Mehmet Zahid Kotku Hocamızın nasihat ve tavsiyele­rini unutmamız mümkün değildir. Kendileri, ülkemiz­de ilk yerli motorun üretilmesi için çok büyük bir teş­vikte bulunmuştur. Hocaefendi, sohbetlerinde sürekli millî sanayinin kurulmasının öneminden bahsederdi. Dergâhın önündeki otomobilleri göstererek, "Keşke, dış ülkelerden getirilen bu otomobillerin yerine, imalat fab­rikaları kurabilsek, aç susuz ülke insanımıza iş imkânı sağlayabilsek..." derdi.

DEMİR KAĞIT: Bütün donelerimiz hazır olduğuna göre artık oyunumuzu toparlayabiliriz demektir. Bir Türkiye hikayesi yazacağız yani. Umarım bizim bu duygularımızda seyirciye akseder.

PETER RUGABER GÖTEBERG: O halde banada bir rol çıkacaktır oyunda. Yaşasın unutulmayacağım.

DEMİR KAĞIT: Dinleyin arkadaşlar...Oyun bir şiirle başlayacak.

kendisi de homurdanıyordu,
kullandığı dizel kamyon gibi,
yolda kalınca,
anadolunun bu ücra yerinde,
otostopla biniverdim aracına,
aslen tokatlıyım dedi,
başladı yol boyu konuşmaya,
öfkeliydi, yıllarca biriktirmişti,
be mubarek adam benimi buldun,
yılların birikmişliğini kusacak?
üniversite mezunuymuş,
uzunca sürede memurmuş,
iftiraya uğrayıp olunca işinden,
bir arkadaşının kamyonunun,
direksiyonuna geçmiş,
ekmek parası uğruna...
tam 13 yıldır,
yaz kış demeden,
yollara adanmış bir ömür,
-neler taşımadım ki,
nerelere neler,
ah be kader!
katettiğim her kilometrede,
kahrediyorum arkadaş
bak bu kamyon alman malı,
biz de türk malı!
arkadaş,
bütün avrupadakinden fazla,
kamyon yol alır anadolu'da!
mevcut taşımacılığımızın,
dörtte üçü yani!
karayolu demek ne demek?
gavurun arabası demek,
yedek parça demek,
arabın petrolü,
insanımızın aptalca rolü,
...
şoför değil adam,
sanki şehirlerarası kütüphane,
anlamamki anlattıklarından,
ben basit bir pazarlamacıyım,
ithal ürünler satmaktayım.
....
anlayacağınız,
yolda kalmanın bedeli,
esiri olduk kamyoncunun,
hele ilk benzinliğe gelek,
canımı kurtaracam,
bir hamlede,
binerim bir otobüse,
ulaşırım gideceğim yere!
...
şoför konuşadursun yol boyu,
içimden yükleniyordum,
kamyonun gazına!
bas gaza, bas gaza!
...
satılacak mallarım var daha; mallara!
...
hele bir de trafik kazalarından bahsedince...
istiklal savaşından,
daha çok can vermişiz yollara...
iyice tadı kaçtı yolun,
...
eğer dedim içimden,
huylu biri olsaydın,
olmazdın memuriyetinden!
sana ne!
sen şoförsün bak işine!
koce devletten iyi mi bilecen,
karışırsın büyüklerin işine?
...
kamyonun,
yol boyu neden,
homurdandığını anladım!
adamın söylediklerini,
anlamadan,
...
bu yollar homurdatır adamı!

DEMİR KAĞIT: ve oyunumuz bir şarkı ile bitecektir. (Cem karacanın işçisin sen işçi kal şarkısı selamlamaya eşlik eder.)

1. PERDE SONU






2. PERDE


ANLATICI:

dikkat, dikkat!
BAŞROL OYUNCUSU ARANIYOR!

Kısaca arzedeyim efendim,
Bu Amerika var ya bu Amerika...
Hani 740 nolu apartmanın bulunduğu,
Sonbaharı aşk olan,
yıkılmış kuleleri ile, Newyork rümuzlu ülke,
eyaletler topluluğu kısaca... 
Tom amcanın kulubesinde dünyalar kuran...

Bize de bir film çeker HolyWood'unda;

MARHALL PİCTURE SUNAR!
WİLSON PRENSİPLERİ:
oynayanlar, ne James Stewart,
ne de John Wayne!
neyse filmi başından anlatmayım,
şimdi en heyecanlı yerindeyiz!
hele bir film bitsin,
 parçaları siz birleştirirsiniz!
siz oturun seyredin!
hatta mısır yiyin, patlamış...
meydanlarda izleyin ümmet boyu,
facelerde paylaşın, 
twitleyin ve hatta!
klavye mücahitleri!
sizi gidi süslümanlar, sizi!

neyse...ne diyorduk?
yakın zamanda bizde,
Anavatan yıkılınca...az-öz al ver, hani!
The cemaat destekli Ak günler diledi bizim için...

Sıfırları ata ata geldik ya bu günlere,
Jeeplerimiz oldu ya, ikinci karılarımız... bilumum makamlarımız!

Bir kısım fitneciler hasetlerinden,
sıfırı tükettik diyo ya?!
vel hasılı;
Memleket federal reserve bank destekli betona boğulunca,
yeter dedi...
buraya kadar!

Biz ki,
az geldik, uz geldik...ranta ranta,
halbu ki;
kanırtarak!..
Ne mücadelelerden geçtik!
Ne sınavlardan geldik,
Gömleksiz, cüppesiz kaldık çoğu çoğu!

Derken;
3 dönem geldi çattı kapıya;
kapıda bir küskünler ordusu ki,
"istemezük" diyen!
elinde "sarıgülüyle" iktidar randevusu olan mı dersin,
derthaneden ders çıkarıp hane sahibi olanlar mı?
cümleten bir kemik çorbası ki iştahlar dil boyu!
Türk' ü ensest yaptılar, ne gam!
homosu lezzosu; insan hakları!
sokak sokak bitirilişi ilay-ı kelimetullah'ın!
dedik ya ne gam!
Gül, gülen, sarı gül!
gülen gülene...kan ağlarmış millet, 
sanane, banane, onane, kime ne?

Katillere, bebe katillerine bile açılım!
...

...diyalog-miyalog derken yedik birbirimizi!
hasılı bugünleri de yazmayacak tarih...
biz yine,
kahramanları okuyacağız...
onların hayat hikayelerini,
mucizelerini!
biz biz idik o fitne günlerinde,
bin metrobüs dolu idik!
Kalabalıklarda ayakta yolculuk yaparken okuyacağız,
Okuyacağız, adam olacağız!
Aksilik diyeceğiz, en kötüsü;
Rayına girmedi yine bişiler, olsun!
İyi ki var, marmaray!
döşendi ya denize, deniz bu;
malını yemiyenin domuz olduğu!

Oğlanı bir işe yerleştirmek en kutsal dava!
elde dosya, ihalelik!
Kıza da hayrlısıyla bir koca!
Bankanın taksidi!
Emeklilik kapıda, hoca selada!
El insaf kiramen katibin efendi,
yazılır mı bu kadar ceza!
Şimdi "bi tanıdık" lazım, işte!
...
Yine abuk sabuk bir şiir,
yine kafiye yok, nizam!
sözümde düzen arayanlar,
neden aramazlar hayatlarında intizam!
bildikleri tek mazeret, zam!
başlar feveran,
bu millet adam olmaz!
olmazın son hecesini tersten oku,
bildiğin tek korku!...
ne dedik?
Amerika; senaryo merkezi,
Bilindik, klasik...aynı hikaye;
yeni aktörlerle yine çekilmekte!

SÖYLEYİN,
SİZ BU FİLMDE OYNAR MISINIZ? 
YOKSA OYNADINIZ MI?

FİGÜRAN MISINIZ? BAŞROL MÜ?

MALUM, ESKİ YEŞİLÇAM DEYİŞİYLE,
 REJİSÖRÜN AH O LANET OLASI YATAK ODASI...
SİZ İNKAR ETSENİZDE ZAMANI GELİNCE SİZİ DE İZLERİZ

YOUTUBE'DE İZLERİZ TIKLANMA BOYU...


Peter mankenlerle uğraşmakta. Onlara oyuncunun yardımıyla kıyafetler giydirmektedir. Yazarımız daktilosunun başındadır. Fonda Yallah Şoför parçası çalmaktadır.

DEMİR KAĞIT: Madem bir tamirhane hikayesi olacak. Konuyla alakalı müzikte koyalım. Hem seyirciyi hareketli kılarız. Bir nevi Müzikal yapmış oluruz oyunu. Gazetelerin atacağı manşeti düşünüyorum da: İslami tiyatro kendini aştı. İlk Müzikal gerici tiyatro oyunu. Gezici tiyatrolar kuduracak. Hele şehir tiyatroları hasetlerinden çatlayacaklar!

(Peterin yanına gider. Yaptıklarına bakınır)

DEMİR KAĞIT: (Bağırır) Hızırrrrr! (Birkaçkez tekrarlar)
Ulan sana ulaşmak için illa 112 yimi arayayım. Hızırrrrr!

HIZIR ACİL:Buyur patron. Bana mı seslendiniz?

DEMİR KAĞIT: Yok babaannene! Tövbe tövbe...başa sardırma beni. Nerdesin sen. Hemen bir okuma provası alalım. Oyun hazır. sahi sen nerdeydin?
HIZIR ACİL: Yemekteydim...
DEMİR KAĞIT:Ne yemeği?
HIZIR ACİL: Gece yemeği.
DEMİR KAĞIT: Oğlum onu sormuyom. Ne yemeği derken...siz ilham perileri yemek yermisiniz ki?
HIZIR ACİL: Aşkolsun patron. Başka elementlerden yaradıldık diye...Siz ademoğlu da zannedersiniz ki bütün nimetleri de bütün herzeleri de yalnızca siz yersiniz? (Arabeske bağlar) Biz de acıkırız. Biz de yeriz. Biz de severiz. Bizim de aşk acıları çekmediğimizi mi sanırsınız? Düştüğümüzde bizimde dizimiz kanar. Annemiz bizimde üstümüzü örtsün isteriz. (Ciddileşir) Biz demir deriz yediğimize, siz Ispanak. Biz C vitamini deriz, siz portakal. Biz zehir deriz. Siz ekmek ya da karbon hidrat. Üç şeyden biz de kaçınırız. Zekeriya beyaz, beyazıt öztürk bir de üçü bir arada. Yani un, tuz ve şeker.
DEMİR KAĞIT: Sus yeter! Zevzeklik yapma.
HIZIR ACİL: Pardon patron. Sosyal mesaj vermek istedim biran.
DEMİR KAĞIT: Söyle bakalım işin doğrusunu nereye kayboldun? Elementin farklıda olsa bi yemek bu kadar sürmez.
HIZIR ACİL:Kızmayacaksın ama değil mi?
DEMİR KAĞIT: Oğlum yalana kızılır. Doğruya neden kızılsın ki?
HIZIR ACİL: Patron siz ademoğlunun ne zaman ne yapacağınız hiç belli olmuyor ki. Doğru söyleyeni dokuz köyden kovan siz değil misiniz?
DEMİR KAĞIT: Kudurtma insanı da söyle doğruyu. Sanki ademoğlunun temsilcilik makamı benim de. Bir sıkıntın varsa çalışmazsın bizimle.
HIZIR ACİL: Abi estağfirullah. Ne çalışmaması? Aksine çalıştığımla geçinemediğim için...Nasıl desem? Tamam söyleyeceğim. Abi.. yani patron..Yani efendim ek iş yapıyorum. Biliyorsunuz bizim sizler gibi zaman takıntımız yok. Burdan ayrıldığım sizin zaman diliminize göre şu beş dakikada başka bir işteydim.
DEMİR KAĞIT: Gözüne dizine dursun. Verdiğim ücret neyine yetmiyor be...(duralar) neymiş bu ek iş.
HIZIR ACİL: Abi özel ilham veriyorum. Hani yakında seçim var ya...Hah işte. Politikacılara çalışıyorum abi. Hem onların işleri daha kolay abi. Siz yazar takımı verdiğiniz üç kuruşa...Bak yine kızacaksın ama...Onlarla kısa sürede çalışıp yüksek ücretler alıyorum. Elimde hazır kalıp ilhamlar var. Onlardan çok sayıda fotokopi çektiriyorum. Bu gittiğim muhterem filanca partiden. Farketmiyor zaten partisi. Logolarını değiştiriyorum porojelerin hepsine de gidiyor vallahi. Denizliye liman projesini yıllardır satar dururum misal. Herkeste atlar üstüne. Maaşlara zam, iki anahtar, evde kalmış kıza koca, emekliye, yetime dula ikramiye...Hooop bende ek ücretleri cebe...Napıyım abi çocukların okul taksitleri, ev araba banka ödemeleri derken...
DEMİR KAĞIT: İki dakika önce biz insanlardan şikayetçiydin hani? Yalancıydık biz...Allahım dünyanın çivisi çıkmış. İlham perileri bile yalan üretir olmuşlar. Off Off!
ERBAKAN: Kıyamet alametleri üstad!
DEMİR KAĞIT: Aman be hocam. En büyük kıyamet alameti insanın nefesinde saklı. Ver nefesini de gör bakalım kopacak kıyameti.
HIZIR ACİL: Efendim...Siz de kolay birşey zannediyorsunuz ama bizim ilham verme işimizi. Kızmazsanız bir an için yer değişelim. Siz peri olun bende yazar.
DEMİR KAĞIT: Vay! Bir de meydan okuma ha! Dediğin olsun. Geç şu daktilonun başına ve söyleyeceklerimi yaz. hazır mısın?
Hık, mık, süklüm, püklüm, cart, curt, takır tukur, elif, be, te, se, a,b,c,alfa,beta, gama,cartinger, borisya dortmund, çekosyavakyalaştırdıklarımızdanmısınız, ya da şu yoğurdu sarımsaklayıpta mı saklasak sarımsaklamadan mı saklasak!
(Duraksar)
Ben ne dedim şimdi ya?
HIZIR ACİL: Bakın işte...Oysa ben devreye girseydim bu söyledikleriniz şu şekilde dökülecekti sözlere. Biz sözleri anlamlandırırz.
uzan yanıma paralelim;
HADİ GEZİYE GİDELİM
70 Lİ YILLARda DENİZ GEZMİŞ dedilerde
sahi BİZ NİYE GEZEMEDİK?
...
hadi, geziye gidelim!
bütün mahalle, doluşsunlar minübüse,
babalar, çizgili pijamalarını giysinler,
analar dolma sarsınlar,
kızlı erkekli hadi, geziye gidelim!
ip atlayalım, top oynayalım, bir köşede nineler, gelinleri çekiştirsinler,
ocaklar yansın, kebaplar yapılsın, hadi, geziye gidelim!
...
2013' LER ANLAMLIDIR GEZİLER,
SİZ HALA ANLAMADINIZ MI?
...
böyle de gezi mi olur be,
haydi taksime gidelim!
kıralım, dökelim sayıp sövelim, faşizme direnelim,
...
ölelim!, öldürelim!
...
geziye gidelim!
...
biber gazı yiyelim, gülüp eğlenelim! Hah hah ha!
...
biri bizi attaya götürsün, tahtadan atlara binelim, tahtadan kılıçlarla, savaşlar edelim!
...
geziye gidelim!
...
degav degav diyelim, parmaklarımız tabanca olsun,
mahsuscuktan ölelim!
...
hadi tımarhaneye gidelim,
deli gömleği giyelim şişe şişe serum yiyelim,
...
çok eğlenelim! Hah hah ha! beraberce gülelim!
...
mahallenin abileri para versin bize verdikleri mektubu,
abayı yaktıkları kızlara verelim...
...
geziye gidelim niye gittiğimizi bilmeyelim!
...
biri bizi attaya götürsün eğlenelim!
nesiller boyu sürsün!
...
taksime, ta s..kme!
...
pijamalı babalar, eşofmanlı abiler, maksi giymiş ablalar, telaşeli anneler!
şehrin bir ucuna, ekmek almaya gitmiş, nazardan korunmaya, kurşun dökünmüş veletler!
...
her yer taksim se aslında her yer hidayete, direniş!
...
ne iş?

Sinemaya bir film gelsin, yılmaz güney buse kondursun Filiz akına, ben kudurayım. Ah çocukluk aşkım...
BİRAZ GENÇLİK,
BİRAZ ROMANTİZM,
DAHA ÇOK İSYAN,
KARA CEHALET İLE OKUMUŞ CEHALETİ BİR DE...
DEVRİME HAZIRIZ, BİZ DE!
BİR DE, KIT YÖNETİM,
Pijamalı Patron buyurdu; Ben BU İŞTEN ÇOK EKMEK YERİM!
YAŞASIN DEVRİM!
BİR DE İKTİDARA SÖVGÜ EFENDİLERİMDEN ÖVGÜ,
BU İŞİ ÇOK SEVDİM!
WHAT'S HAPPENING, IN TURKEY!

ANARŞİ FESTİVALİNE WELCOME!


yakılıp yıkılacak, korku salınacak, faşist devletten, hesap sorulacak! çav bella çav!
taş atılacak, molotof ta,
barış dolu dünya için kıyamet kopacak!
can verilecek, canlar alınacak, bu düzen yıkılacak,
çav bella çav!
analar ağlasın, sokaklar yansın, bekle bizi devrim,
çıkmaz ayın son çarşambasında!
al şimdi yukarıdaki dizeleri,
ah benim kemalist gencim,
solumtrak bomboş delikanlım,
marksistim, narsistim,
al yanına birde cırtlak dişi,
dal sokaklara...
bu ülkenin geleceği için,
sana çanak tutan,
bugünlerin içine et!
gerekirse sağcılarla işbirliği et!
memleketin içine et!
...
etten kafa!
...
ilim neymiş, irfan, kültür neyine,
pavlovun köpeği gibi ezberle,
efendilerinin öğrettiği gibi gebermeye hazır ol,
kör kurşuna,
dudaklarında tek dini kelimen 
Bağır ciğerin parçalanırcasına;
ölümsüzdür, devrim şehitleri!
...
memleketin bahanesi bitmez ki,
sebeptir her türlü bakteriye,
yetişir mikrobun türlüsü,
kölelerin dudaklarında,
yer etmiş, salak bir özgürlük türküsü!
...
çav bella! çav!
hem sağdan çav! hem soldan bella! Ah bela!
...
ah! cool! Ama Allah'a değil!
...
kim ki,
bu ülkenin sağcısı, ya da solcusu; cehaletin yolcusu!
...
by! by!
...
ki tek ideoloji kahrolmuşu;
İlla amerika tutkusu!
perhiz turşusu!
...
I love you!
DEMİR KAĞIT: Vay anasını ya...benim bu dediklerim yani şimdi senin dediklerin miydi? Ben neymişim beah!
Hık, mık, süklüm, püklüm, cart, curt, takır tukur, elif, be, te, se, a,b,c,alfa,beta, gama,cartinger, borisya dortmund, çekosyavakyalaştırdıklarımızdanmısınız, ya da şu yoğurdu sarımsaklayıpta mı saklasak sarımsaklamadan mı saklasak!
Yani aslında burdan şunu anlıyoruz ki ilham perileri cacıktır. Yani bizi tercüme etmekten başka bir işe yaramıyorsunuz aslında.

HIZIR ACİL:Bak işte! Oldu mu şimdi patron ya...Burdan bu sonucu mu çıkarttınız şimdi? Alem-i mahluk boşuboşuna demiyor siz insanlar için "insan yeryüzünde bozgunculuk çıkarıp kan dökmeye bayılırlar. Kibirlerinden de yanlarına varılmaz."

Peter tartışma halindeki kahramanlarımızın yanlarına yaklaşır.
PETER RUGABER GÖTEBERG: Hazırsanız okuma provasına geçebiliriz. Biz diğer oyuncuların kostümlerini belirledik. Kısaca da hikayeyi özetleyeyim.
Erbakan rolünü oynayan arkadaşımız oyunun ikinci kısmında rolü gereği bu kez Recep Ustayı oynayacaktır. Kasımpaşa'da küçük bir atölyede oto tamir bakım işleri yapmaktadır. Peter yani ben son derece lüks son model arabam arıza yapınca yolum Recep Ustanın ERBAKAN OTO TAMİR VE BAKIM ATÖLYESİNE düşer. Ben markalaşmanın esaretindeki bir Türk gencini oynuyorum bu arada. Hedefsiz ve gayesiz bir genci. Aslında bu ülkeye ait olmayan şeylerimle kendi insanına hava atmayı adamlık sanan bir genci. Elimdeki telefon gavurun. Üzerimdeki kıyafetler de bindiğim araba gibi yabamcı marka. Gezip tozduğum yerlerde hep batının değerleriyle kuşatılmış. Oturduğum site bile artık mahalle değil. İngilizce kelime ile isimlendirilen towers rezidans. Ama fena halde laikim, fena halde yurtseverim.  İki lafımdan biri ceddim Osmanlı. Arabamın tamir süresince bana Recep Usta Milli Görüş, Ağır Sanayi Hamlesi, Tam bağımsız Müslüman Türkiye gibi laflar ediyor. Ben de ona sen de bu kafa varken senden muhtar bile olamaz diyorum. O da bana One Minute diyor sözümü kesiyor. Ben de ona bak ararım birilerini buraya bi kamyon adam yığarım diyorum. "Ne sandın beni Angara bebesi" mi diye de basıyorum jargonu.
HIZIR ACİL: Şiir nerede okunuyordu?
DEMİR KAĞIT: Dur o en son okunacak. Acele etme be adam.
PETER RUGABER GÖTEBERG: Yav sizde de oyun disiplini diye bir şey yok. Şimdi bu oyunu kim yönetecek asıl siz ona karar verin. Kimler oynayacak? Biz holyywoodtayken...Holyywood dedinizde aklıma geldi. Bir gün arkadaşlarla oturmuşuz. Brad, Tom curise...Trovalta filan. Trovalta o sıra kod adı kılıçbalığı diye bir film çekmiş. Film daha vizyondayken yasak yemiş amerika'da, ingiltere'de filan. Neymiş 11 eylül ikiz kulelere ve pantigona yapılan saldırıları aslında amerikan gladyosunun tertiplediğini...bu provake işle Amerikanın Ortadoğuyu işgalini...Dünya nezdinde terörist Müslüman imajı oluşturulduğunu...filan içeriyormuş...ne diyordum? Hah...Yeni proje için bir aradayız arkadaşlarla. Bende Nicole Kidmanla sarsıntılı ilişkimi bitirmek üzereyim.  Angelina jolie deydi aslında gözüm. Ama o Pitt'e gidince arkadaşa yanlış olmaz dedim çekildim aradan. Nicoleyle ciddiydik aslında. Rahmetli Mustafa Akad aradı beni. Lan Ömer dedi bana. O zamanlar karakter adım Ömer'di. Oğlum dedi. Bu İslam coğrafyası 35 senedir benim çektiğim bir çağrı filmiyle Hollywooda karşı kapışıp duruyor. Ben nasıl Antony Quinle bir iş yaptıysam. Topla Holyywoodtaki arkadaşlarını...bastıralım parasını yapalım uluslararası bir iş daha dedi. Türkiyedeki tanıdıklarını da ayrıca ara. Kutlamalarda havaya fışık atıyorlar dünyanın parasına. Buna benzer lüzumsuz harcamalarını bir fona dönüştürsünler...

(Gerilim müziği girecek. Nokta ışık)
Çekilecek Filmin konusu da belli. İsmi de Tarikat.  Uluslar arası gizli tarikatin merkezi, Avrupa’daki Seldec Kostnice’ dir. Çek Cumhuriyeti’nin başkenti Prag yakınlarındaki kilise. İskelet Kilisesi. Tarikatin ismi; İmmortals’ dir. Yani, ölümsüzler…
Bu tarikatin inancına göre yedi ayrı kadim inancın tanrıları 2015 yılının Haziran ayında bir araya getirtilirlerse tarikat mensupları ölümsüz olacaklardır.
Atlantis, Yunan, Aztek, Çin, Hint, Mısır ve Hitit tanrıları. Hitit hariç diğer bütün dinin tanrıları kendilerince bu anlaşmaya imza atmışlardır.
Geriye bir Hitit tanrıları kalmıştır.
Hitit tanrılarına adaklar bundan tam 100 yıl önce sunulmuştur: 1915 yılında. 40 masum çocuk! Ermeni tehciri bahane edilerek Tokat’ta bulunan bir Ermeni Kilisesi ve yetimhanesi yakılmıştır. Çıkan yangında kilisede görevli bakıcı yaşlı karıkoca ile 40 çocuk hunharca katledilmişlerdir. Yangını çıkartanlar İmmortals’ın üyeleridir.
Kilise ise özellikle eski bir Hitit mezarlığı üzerine kurulmuştur, yine İmmortals üyelerince… Amaç Hitit Tanrılarına ulaşan kapıyı güvence altına almaktır. İmmortals kimliğini “unity of the ancient beliefs” Kadim İnançlar Birliği ismindeki uluslar arası bir vakıf altında saklamaktadır.  
21 haziran Yengeç dönencesinin tarihidir. Yani gündüzlerin süresinin uzadığı, gecelerin kısalmaya başladığının ilk günü.
21 Haziran günü İmmortals üyeleri Tokat’ta olacaklardır. Virane kilisenin gizli kapsından girip Hitit mezarlığındaki geniş avluda toplanacaklardır, Kilisenin bahçesindeki 40 çocuğun ruhu ile.
Hitit inancına göre; Hititler’de tanrılar, tıpkı insanlar gibidir. Fiziksel şekilleri insan gibi olduğu kadar rûhen de onlarla aynı olup insanlar gibi yerler, içerler, kendilerine iyi bakıldığı sürece insanlara iyilik ederler; ancak ihmâl edildikleri zaman hemen intikam almaya, insanları en acımasız yöntemlerle cezâlandırmaya hazırdırlar.
15 haziran…
Hatay’da iki yakın dost. Biri papaz, biri İmam.
 İmam olanın bir Cuma günü  okuduğu vaaza sizde şahit olsanız bu nasıl dostluk derdiniz. Papaz bizim imamın okuyacağı vaaz metnini bir şekilde değiştirmiştir. İncilden ayetlerle verilen cuma namazını düşünsenize.
Peki papazın imamın değiştirdiği zemzem ile yaptığı vaftiz törenine ne demeli? Hasılı,  ortak özellikleri maceracı kimlikleri, muziplikleri. Bir de define tutkuları. Papaz bir şekilde edindiği büyük bir gömüyü arkadaşı ile paylaşır. Eski bir Ermeni Kilisesidir adres. Kilise Tokat’tadır.
Yola çıkarlar. Geç saatte ulaştıkları virane olarak bulmayı umdukları kilise yepyenidir. Kapıyı çaldıklarında onları kapıda karşılayıp içeri buyur eden yaşlı bir karı kocadır. Vakit akşam yemeği vaktidir. 40 çocuk bir arada çorbalarına kaşık sallamaktadırlar.

Korku ve gerilim dolu bir gece dostlarımızı beklemektedir.

DEMİR KAĞIT: Karıştırma şimdi...Bulandırma suyu. Provamızı aldın hatıralarınla saboteye başladın. Sonra konuşuruz bunları. Nerde kalmıştık? Recep Usta ne dedi o şımarık gence.
HIZIR ACİL: Şiir abi şiir.
DEMİR KAĞIT:Ne şiiri?
HIZIR ACİL: Minareler süngü, kubbeler miğfer, Camiler kışlamız, müminler asker, Bu ilahi ordu dinimi bekler, Allahu Ekber, Allahu Ekber.
DEMİR KAĞIT: Yaw onu biliyoruz. Onu bilmeyen mi var? Belki bu olabilir ama?
Kasımpaşa’da, Fatih’in gemileri indirdiği yamaçta,
Hayaller kurardık.
Bakıp da Haliç’in, katran sularına;
Nefesimizi tutar, pis kokusunda, cenneti arzulardık.
Oyunlar oynardık...
Sen Fatih olurdun, Akşemsettinse hocamız!
Bense, Ulubatlı!
Dayanırdık şehrin surlarına, Bizans’ın İstanbul’una.
Ayasofya’yı açardık önce,
Ferman buyururdun, kırardık zincirlerini.
Tekbirler getirirdik sevinçten.
Sen çaktırmazdın;
bakışlarını saklar, gizlice ağlardın.
Bacılarımız derdin, örtünmeli, yetimlerse sevinmeli
Adil düzen, gömleğimizin rengi
Oysa yamalı giyinen, mahallenin garip, fakir çocuklarıydık
Gazetemiz bile milli,
Zaman ötesiydik o zamanlar
Başkalarından farkımız, zengin hayallerimizdi
Sen ki mahallemizin abisi, teşkilatın reisi
Biz kırk kişi iken, içimizden biri
Şimdi kimine asrın lideri, kiminin dilinde ise asın lideri!
Oysa mahallede, kimse ciddiye almazdı bizi;
Dürüst çocuklardık, o kadar!
Bir sen, içimizdeki büyümüş çocuk,
Kocaman laflar ederdin...
Belki biz bile oyun derdik, sana gülerdik.
Öyle ya Hak gelecek, batıl zail olacak;
Hayali cihan değer
Kasımpaşa yamaçlarında, hayatın yamaçlarında,
Yürütülmesi gereken onca gemi.
Haliç’in sularına döşeli;
Tarihten ve cehaletten mamul kocaman bir zincir!
Kırılması gereken onca da put!..
Uzanan eller İbrahim;
Sabır, içimizdeki ateş!
Bizse oyun peşinde, 39 sergüzeşt!
Surda açılan gedik,
Hep peşindeydik!
‘Zaman’la, oyundan dönenler oldu.
Yar göğsüne baş komadan, ölenlerde...
Savrulup sönenlerde!
Derken,
One minute! One minute, One minute!
Biz, oyun oynadığımızı sanırken,
Boş gezi’ntilerde;
Sen oyunu ciddiye almışsın
Bir bakmışız, cidden Fatih olmuşsun
Şimdinin Bizansı ise hepten ciddi
Pensilvanya’dan Çandarlı, Telaviv’den ayarlı
Obama oyunbozan
Bilumum nifak-ı cedid
Hocamın deyişiyle
Bremen mızıkacıları çok şedid!
Şimdi anladım seni abi;
Oynanan oyunu.
O zamanlar oynadığımız; oyun!
Oyunun da son versiyonu buymuş
Sen ki şimdi cidden Fatih olmuş,
Bense, asıl şimdi, cidden Ulubatlı!
Rüzgar tenimizi savurdu
Şimdi biz ihtiyar çocuklar
Çocukken oynadığımız oyunu
Yeniden oynayacak!
Yeni nesil,
Asımın eskimeyen nesli!
“İstanbul yeniden feth olunacaktır
O’nu feth eden komutan
Ne büyük komutan
Feth eden asker
Ne büyük asker!”
Tarih bu, yeniden tekerrür eder
Kasımpaşa yamaçlarında,
Yeniden tekbir sesleri!
Artık 40 çocuk değiliz lakin;
Milyonlar çoktan Kudüs hayalinde
Bir kısmı da Endülüs!
Abi, Selahaddin Eyyubi de olur musun?
Tarık Bin Ziyad?
Yakarız değil mi, gemileri?
Demek isterdim!
Alkışlar, iltifatlar, övgüler,
Ya da lanetler, sövgüler
Arasında bırakıldın ya...
Ne desem?
Olsun!
Ya devlet başa,
Ya kuzgun leşe!
Yezid gibi yaşayıp da,
Hüseyin gibi anılmak isteyenler
Anlamaz ki beni!
En çok da 17 yaşındaki, masum kızın şehadeti,
Mısır meydanından,
Seni bize geri getirdi...
Bilirim; yüreğin, Gazze!
Abi, haddime değil belki;
Bu kez büyük oyuna,
Oyun bozanları alma!
Yiğit görünümlü ve soyluda olsa,
Alma aramıza mızıkçıları
Adı soyadında olsa, misal
Her yüze gül’en’e aldanma!
Hocamız derdi ya,
Önce ahlak ve maneviyat!
İşte öyle yani...
İkinci yarı başlıyorken elzem,
İtikat ve fikriyat!
Kimse aldanmasın
kravatlı halimize...
Üniforma kefen,
Rütbe şehadet
Sen bize işaret et!
Dilimiz öfkeliyse;
Uğradığımız haksızlıklara,
Ümmetin perişanlığına!
Rabbim!
Sen yine de zikrimize
Beddua değil, dualar nasip et!
Kardeşlerimize de, bize de, tövbeler kapısı,
Cümle kapısı!
Bakanların değil, görenlerin ordusu
Ak neferler ki, hakkın yolcusu!
Bilmez miyim abi, sende ısrarımın sebebini?
Modernite, teknoloji ile hemhal olup
Kapitalizmi bu topraklara ram edince,
Altınboynuz namlı bir cennet bölgesi
İnsan ve makina gübresi bir çukur oldu.
Haliç pisliğin rumuzu,
Haliç kaybedilen insanlığın ruhu,
Ümmetin vesikası,
Pislik deposu!
Umutların kesildiği anda Haliç’ten
Netekim paşadan icazetli, dalan efendi
Haliç’in kıyılarını bir çırpıda yıkıverdi
Arkasından, kıyılarında büyüyen çocuk...
Haliç’in
Kasımpaşa’nın reisi
Temizlenmeli dedi,
Bu utanç abidesi...
Balıklar doluşuverdi tekrardan,
Haliç’in mazisinin ardından
Karadeniz’in suyu can olarak verilince,
Bir Karadenizli tarafından...
Haliç bizim hikayemiz, biziz biz!
Yani insanlığımız kirlendi, kirletildi, batı kültürü ile.
Kokuştuk, yozlaştık
Yıkın dedi Bediüzzaman,
Gönüllerin putlarını!
Ardından Süleyman Hilmi Tunahan,
Mehmet Zahid ve Erbakan
Nice gönül Halicimizi
İşgal eden, çokça yapıyı.
Ve Erdoğan temizledi
Gönül pasımızı.
Neden olmasın demeyi öğreterek
Haliçimizi temizler gibi içimizi!
Şimdi, suyumuza su gerek, temizlenmek!
Pislik akmaya devam ederken,
Aklımızın, gönlümüzün damarlarına;
Bir dur demek!
Şimdi, çocuklarımızı,
Kendi değerlerimizle
Yetiştirme zamanı!
Haliç gibi, Sadabadlı günlere...
2071’e var mısınız?
Emsal dedim, misal verdim Haliç’le
Halimiz çöpten, Haliçimiz gibi
Lakin bir çöpçü gerek, pisliğimizi temizleyecek
Bu neden sen olmayasın, Tayyip abi?
Haliç’i temizlediğin gibi, temizle gönülleri de
Sonunda ‘gülen’ biz olalım
Ya da oyalanalım
Oynayalım eski günlerdeki gibi
Yapabilir misin abi?
Yap artık abi!
PETER RUGABER GÖTEBERG Siz şiirle bozdunuz kafayı abi. Bu oyun bitmez bu gidişle. Hadin artık oynayalım oyunumuzu!


SON