29 Mart 2018 Perşembe

UMRE'YE BELEŞ BİR YOLCULUK YAPMAK İSTER MİSİNİZ?
Umreye yolculuk için bir grup arkadaşla sözleştik. Yolculuğun detayları için bir yerde buluştuk. Hoş sohbet derken Haziran ayı için karar kıldık. Haziran'da yolcuyuz yani.
Benim bu ilk ziyaretim olacak. Değişik hisler içerisindeyim. Kabeyi göreceğim için duyduğum heyecanımla birlikte etrafını kuşatan beton yapılar için şimdiden öfkeliyim bile.
Benden başka 9 arkadaş birlikte olacağız. Size arkadaşlarımı tanıtmak istiyorum. Ancak gerçek isimlerini vermeyeceğim. Aslında hepsini kamuoyundan tanıyorsunuz. Diyebilirsiniz ki bu kadar zenginin arasında senin ne işin var, yazının sonunu bekleyin derim.
Bay A: Tekstilci. Ortağı bir vekil. Çocuk tekstili yapıyorlar. Tanıtım kataloglarına baksanız konseptlerinde çocuk pedofilisini ayan-beyan görürsünüz. Küçük kadınlar imajı markalarına hakim unsur. Daha önce 9 kez hac 17 kez umre yapmış. Malının hesabını kim bilir (Allah'tan başka) bilemem ama kızdığım zaman kendisine "Küçük Karun" diye takılırım. B, Şehir'de villalarda 4 hanımıyla birlikte yaşıyor. Villalar ayrı ama.
Bay B: Özel okul sahibi. Üniversitesine kadar hem de. Ne müfredatın çarpıklığı umurunda ne de eğitim sisteminin lüzumsuzlukları. "Ben parama bakarım"diyen tiplerden. Üniversitesi kafetarya üniversitelerinden. Hepi topu herşey 10 yıl içinde oldu. Her sene umreye gitmeyi seviyor. Bir kaç yıl önce Rio karnavalı yüzünden o yıl ki ziyaretini aksatmış o kadar.
Bay C: Siyasetçi. Şunca yıllık siyasi hayatında temas etmediği siyasi parti kalmadı. Çocukları fecaat. Biri kumarbaz. Biri playboy. Kızlarını söyleyemem ayıp kaçar. "Umreye gitmediğimde kendimi eksik hissediyorum" diyor mubarek topraklar mevzuu açılınca. Bir de fakir çocukluk günlerinden bahsetmeyi seviyor. Bir kaç stk da da aktif. Bir kaç kez de Kudüs ziyaretine gitmişliği var muhteremin.
Bay D: Akademisyen - din görevlisi. Çok ta kitabı var. Müslümanların çektiği çileler ismindeki kitabı çok satanlardan. "Abi şu deistlikle ilgili bir çalışma yapalım." dediğimde "ortalığı daha da bulandırmayalım" diye reddetti teklifimi. Tv programları ve konferanslarla çok yoğun.
Bay E: İş adamı. İnşaatçı da aynı zamanda. Diyebilirim ki İstanbul'un yarısını tek başına kendisi betona gömmüştür. Projelerinin hepsi de İngilizce kelimeden ibarettir. Ama Türklük deyince tüyleri titrer. Şanlı ecdad tarzı sohbetlere bayılır. Daha dün Balat'ta küçücük bir işletmesi vardı, çay-şeker satardı. Allah'ıma binlerce şükürler olsun verdiği rızıklara diye bitirirdi sözlerini.
Bay F: Bürokrat. Üst düzey olanlarından. Çok rüşvet aldığı iddialarını ciddiye bile almaz. "Yapıyorsam tek başıma yapmıyorum ya, vermesinler canım, zorla istemiyoruz ya" diye meşhur bir savunması vardır. "Küpünü dolduracaksın" sözü tavsiye hükmündedir birilerine akıl verirken. "Milletin kerizi olmayacaksın" gibi sözlerin ardından "bu millet adam olmaz" diye de kızıp durur. Umre yolculuğumuzu Bay E' ye yüklemiş.
Bay G: Her devrin adamı, aydın-gazeteci. Dün iflah olmaz bir Fetöcüydü. Öncesinde Özal yalakası. Şimdi fena halde Reisçi. Mazisi ateist-kominist. Liberalim diyor şimdilerde. Kalemi çok oryantal. Bastır parayı bassın kalayı. Bir tek Umre'de içmediğini söylüyor. Diğer zamanlarda ayık kafa bulmanın imkanı yok.
Bay H: Sanatçı. Eşcinsel geçmişinin yanı sıra erotik filmlerde de oynamışlığı var. Şarkı da söylüyor. En çok ta birlikteyken bize ilahi konseri vermeye bayılıyor. "Din tanrıyla kulu arasındadır, kimseyi ilgilendirmez ayol" tavrını her ortamda belirtir.
Bay I: Kamuoyu kendisinin ne iş yaptığını tam olarak bilemez. Ama genel kanı olarak mafya olarak bilir. "Kuru temizlemeciyim" der şakayla karışık. Bütün bu ortak arkadaşların özel işlerini gördüğünü belirtmeliyim. Yani kim dara düşerse mutlaka kendisinden yardım istemiştir.
Kısaca arkadaşları tanıttım sizlere. İyide bunların arasında senin ne işin var abi diyenlere cevabım; bu bir hikaye. Gerçek kişi ve olaylarla yakından bir ilgisi yoktur anlattıklarımın. Abartılı bir hikaye işte. Ciddiye almayın canım siz de.
Olayın en heyecanlı kısmını sona sakladım. Dinleyin.
Tam toplantı bitmiş dağılacaktık ki aramıza Amerikan aksanı bir Türkçeyle (yamuk ağız konuşan konuşan) biri geldi. Ben dışında bütün grubun kendisini tanıdıklarını anladım. hadi onun da ismi Bay X olsun.
Uzun bir görüşme gerçekleşti. Görüşmenin özetini geçeyim sizlere. İlkte benden duyun, Türkiye'de yeni bir cemaat kuruldu. Hem de gözlerimin önünde.
Cemaatin başı Bay D olacak. Kısa bir zamanda faaliyetlerine başlayacak. Cemaatin göstereceği-izleyeceği hususlar şu şekilde olacaktır:
1- Sahabenin ve ecdadın hatalarıyla yüzleşme zamanı geldi.
2- Sünnet uygulamaları zamanımızla örtüşmüyor.
3- Bir kısım Kuran ayetleri günümüz insanını kuşatmıyor.
4- Namaz, oruç, abdest gibi uygulamalar Emevi uydurmaları.
5- Hac ya da umre turistik bir gezidir. Kabeyi bir müze gibi düşünmeliyiz.
6- Artık bir kadın peygambere ihtiyaç var.
Gibi, gibi...
Diğer zırva hususlardan bahsetmeyeceğim. Ağzı kalaylı arkadaşlar günaha girsinler istemiyorum.
İzlenilecek yol ise şu şekilde olacak.
Uluslararası bir sermaye ile büyük bir vakıf kurulacak. Bu vakıf bünyesinde yayınevi, tv (medya), üniversite gibi kurumlar oluşturulacak. Pr için meşhurlara birazcık ulufe dağıtılacak. En büyük hedefse, Muhammed'siz İslam.
Hem muasır medeniyet yolculuğumuzun banisi ulu kişi buyurmamış mıydı " Evet Karabekir, Arap oğlunun yavelerini (saçmalıklarını) Türk oğullarına öğretmek için Kur’ân’ı Türkçeye çevirttireceğim. Ve böylece de okutacağım. Ta ki budalalık edip de aldanmakta devam etmesinler…Arap oğlunun yaveleriyle..."
FEHMİ DEMİRBAĞ

26 Mart 2018 Pazartesi

ABCÇDEFGĞHIİJKLMNOÖPRSŞTUÜVYZ
(Harflerden uygun olanları bir araya getirin başlığı siz yazın)

Reklamcı olduğumu söylemeyin demişti anneme, o benim genelevde piyano çaldığımı zannediyor; bir Fransız reklamcı yazdığı kitaba başlık olarak. Hönk diye şaşırabilirsiniz, bizim grafiker, yazar, çizer, televizyoncu, tiyatrocu, eğitimci,dertli Fehmi abi yine ne diyecek; ki Fransız kalanlarınız da olacaktır söyleyeceklerime.
Önceki akşam Arvalap Adasındaki laboratuarındaydım. Yapay zeka konusunda önemli çalışmalar üzerinde yoğun bir şekilde odaklanmıştım ki yardımcı arkadaşlardan biri adada bir casus yakaladıklarını haber etti. Lam'ı, lamel'i alelacele bir kenara bırakıp üzerimdeki önlüğü çıkartmaya dahi vakit bulamadan güvenlik birimimizin bulunduğu yerde soluklandım. Baktım, 40 lı yaşlarında elleri bizimkiler tarafından kelepçelenmiş alımlı, hoş bir hanım. Öfkeli bir şekilde kendisini zapdetmeye çalışan arkadaşların ellerinden kurtulmaya çalışıyor cırtlak bir sesle de slogan atıyordu. "Türkiye laiktir laik kalacak!" Sakin bir ses tonuyla "Bacım burası Arvalap Adası. Buranın yönetim şekli ise laiklik üzerine değil. Nefesini carlamayla harcama da ne işin var burada onu cevapla hele" diye çıkıştım.
O hala "halkların kardeşliğinden, sevişirim doğurmamdan, bir sürtük olduğundan" filan dem vurmaya devam ediyordu. Kendini seriye bağlamış makinalı tüfek gibi kelime kurşunlarını odaya boca ediyordu.
"Cumhuriyetin kazanımlarından, ilke ve inkılaplardan, çağdaşlıktan" söz ediyor, yani yıllardır duyduğumuz, adeta ezber ettiğimiz lafları haykırıyor ama Arvalap Adasında ne işin var sorusunu cevaplamıyordu.
Hanım efendiyi konuşma hususunda ikna etmem pek zamanımı almadı. Saçmalamayın, hemen işkence yaptığım zehabına nasıl kaptırdınız kendinizi. Ne yani siz bir şeyi elde etmek istediğinizde karşınızdakine cebri misli mukabelede mi bulunuyorsunuz?
Benim kimya konusundaki uzmanlığımı cümle alem biliyor. Özellikle alternatif tıp diye betimlenen geleneksel tıp üzerindeki çalışmalarım ortada. "Bağırsaklarımızı bağırtmayalım" isimli kitabım dünyanın bütün dillerine tercüme edildi de o gün bu gündür tababet ehli artık Hipokrat üzerine değil, tıbbın babası Lokman Peygamber üzerine yemin ediyor. Ki bu konu üzerine de "İyi insan olmanın kodları" isimli kitabıma bakmanızı öneririm.
Neyse konumuza dönelim.
Arvalap Adasında bir kadın casus yakaladığımızdan bahsediyordum. Sorgu için yaptığım uygulamadan söz açacaktım. Allah'ım ben neden böyleyim ya; tam bir şeyi anlatacakken laf nerden nereye yol alıyor ben bile bazen ipin ucunu kaçırıyorum. Sanırım kaçık bir toplumda bu normal olsa gerek. Malum ya kişileri ya olayları konuşmaya odaklanmış bu toplumda gel de illiyet bağıntısından söz aç! Do you understand me baby?
İsminin Elizabeth olduğunu öğrendiğimiz casusumuz Alman asıllı bir doktor. Kızılhaç görevlilerinden. Kızılhaç vasıtasıyla nice misyonerlik faaliyeti yapıldığını, misyonerler üzerinden de sömürgeciliğin gerçekleştirildiğini bilmeyenlere sormak lazım? Sahi kuzum siz ne bilirsiniz Allah aşkına.?! Apışarası ve işkembe arası hayatlarınızda ciddiyet adına nasıl bir mevzuu yer edinmiş ki şimdi şu anlattıklarımdan bir çıkarım yapasınız. hayır efendim okura söylenmiyor ve saldırmıyorum. Ben Arvalapçı Fehministlerle dertleşiyorum.
Elizabeth e önce ballı şerbet içinde kumru yumurtası içirdim. Arkasından da adaçayı, biberiye, cezayir menekşesi, reyhan ve ginkko biloba karışımı bir macun ikram ettim. Mesir macunu kıvamında bir şey. Google emmiden bu bitkilerin ne işe yaradıklarını bir araştırın ne yaptığımı anlarsınız. Ancak bir ot daha var ki onun ismini buradan veremeyeceğim. Bunları uygun miktarlarda karıştırırsanız uygun şartlarda tabiki bundan elde edilen macunu yiyen 3 dakikada bülbül kesilir. Ben sizin kafanızın nasıl çalıştığını biliyorum. Tarifi alsanız özellikle yenge tayfası enişteler üzerinde neler yaparsınız neler?
Tekrar dönelim konuya.
Elizabeth bülbül gibi şakıdı tabiatıyla. Benim laboratuarda yaptığım çalışmaların peşindelermiş. Malum hafta sonları Sancaktepe'de çizgiroman okulunda derslere giriyoruz. Mütedeyyin, mütefekkir ve sanatçı bir gençliğin yetişmesi için gayretteyiz ya...Zavallı gavurcuk benim adada olmadığım sanısıyla işte çalışmalarımı yürütmek için Cuma gecesi gelivermiş adaya.
Dedim "Kızım bende çalışma çok. Hangilerine göz diktiniz?"
Hormonlar üzerine yaptığım çalışmalarla ilgileniyorlarmış. 5 ayrı çalışma üzerine özellikle.
1. Ehli takva, imanlı bir müslümanın salgıladığı hormonlardan elde ettiğim extreyi istiyorlarmış özellikle. Bu hormonun ekstresini ilaca dönüştürüp kendi insanlarına mutluluk hormonu olarak pazarlayıp intiharların önüne geçecek, nobel tıp ödülünde çığır açacak antidepresan konusunda yeni bir çalışma olarak litaretüre geçeceklermiş.
2. Afrinde şehid olan bir kardeşimizden aldığımız hormondan elde ettiğimiz korkusuzluk ilacını özellikle kendi askerlerinde uygulayacaklarmış.
3. Kanaat hormonu ile azmış toplumlarını frenlemeyi düşünüyorlarmış. Sabr, şükür, tevekkül gibi hususlarda farmakolojik sonuçlar istiyorlarmış.
4. Sükunet hormonu ile sapıklıkların önüne nasıl geçeriz diye bir çalışmaya girmişler bile.
5. Bir de bu çalışmaların tersini imal ederek bunu da halkı müslüman ülkelerin insanlarına anti olarak uygulamayı düşünüyorlarmış.
"Ah be gavurcuk. Boşuna gelmişsin buralara. Ben bu çalışmaları yapıyorum ki saftirik müslümanlar içinde bulundukları zenginliklerin kıymetini bilsinler diye. Bunlar imanın insan üzerindeki etkileri. İlaçla iman olur mu hiç?"
"Ah be baş saftirik müslüman" diye sözümü kesti Elizabeth. "Yediğiniz içtiğiniz ambalajlı ürünlere yerleştirdiğimiz domuz bazlı ürünler sizi neye çevirdi farkında bile değilsiniz. Yedikleriniz hem ilacınızı hem mizacınızı belirlemiyor mu? Şu Ematonun (googlede bakınız) buluşuna bir baksanıza!"
Neyse uzatmıyayım.
Malum uzun yazı sevmiyorsunuz.
Kısaca özetliyeyim.
Elizabeth sabaha kadar yaptığımız konuşmaların sonucunda nacizane bizden etkilenerek Kelime-i Şehadet getirdi. Müslüman oldu. Artık bizim adımıza casusluk yapacak.
(Mutlu sonlara bayılırım. Bu hikayeyi böyle bitireyim bari.)
İsmini değiştirdi. İlk kadın şehidimizin ismini aldı. (Kim?)
Gökten 3 apple düştü.
Biri telefon olarak.
Biri bilgisayar...
Biri de yakın zamanda cyborg olarak avm lerimize...
Bize bişi kalmadı yani.

Fehmi Demirbağ



23 Mart 2018 Cuma

WASHİNGTON PORTAKAL...ORDA KAL!

Gıcığım kardeşim şu Trump'a. Kızıyla bile ensest tartışmaları olan bu turuncu heriften hiç haz etmiyorum.
Geçen hafta Mecidiyeköy' deydim. Bir arkadaşla buluşacaktık. Tapınakçıların cifirlerinin kapısı olduğu söylenilen, Aydın Doğan'a ait olan Trump Towers ikiz kulelerinin olduğu avm de buluştuk. Uluslararası bir yayınevi benim kitapların dünyanın bütün dillerine çevrilmesi hususunda arkadaşımı araya koyarak görüşmek istiyormuş. Özellikle gençlere yönelik yaptığımız çalışmalar bütün dünyada gıpta ile takip ediliyormuş. Maneviyattan ve ahlaktan uzak yetişen dünya gençliği insanlığın geleceği için sıkıntılar arzetmekte. Bilim ve siyaset dünyası bu neticeye çözüm yolları ararlarken bizim tespitlerimizin şu an için dünya barışı adına tek bağlayıcı çözüm önerisi olduğu konusunda hemfikirler, hamd olsun!
Arkadaşla konuşurken telefonum çaldı. Telefon hattım ülkemizin tek milli gsm operatörü olan Türkbabanet'e ait. Telefon markamda Baybars.
Baybars'ı bilmeyenimiz yoktur. Hani 1233 yılında Karadeniz'in kuzeyinde doğmuş bir Kıpçak Türk'ü olan, küçüklüğünde Moğollar tarafından Kıpçak steplerinde yakalanarak Bizans tüccarlarına satılan, köle olarak Kahire'ye getirilen, burada Eyyubiler'in hassa ordusuna alınan,zeka ve yeteneğiyle kısa sürede yükselen, devlet mevkilerinde önemli yerlere gelen Baybars'tan bahsediyorum. Cesur bir asker, kudretli bir hükümdar ve iyi bir idareci olduğunu gösteren Baybars, yaşamı boyunca Haçlılar'a ve Moğollar'a karşı mücadele etti.
Büyük bir devlet idarecisi olan Baybars, Memlük Devleti sınırları içerisinde çoğu günümüze kadar ulaşan çeşitli eserler bırakmıştır. Devletinin en önemli iki şehri olan Kahire ve Şam arasında atlı ulak sistemi kurmuştur. Bunun yanında köprüler, su kanalları ve limanlar inşa ettirmiştir. Ülkesinin tarımına katkıda bulunma hedefiyle eski sulama yollarını tamir ettirip, yeniletip, yeni sulama kanalları açtırmıştır.
Kahire'de ismini taşıyan Baybars Camii'ni yaptırmıştır. Şam'da bulunan türbesi ve yanındaki Zekeriya Medresesi onun adına yapılan ünlü mimari eserlerdendir. Zekeriya Medresesi'ne bağlı olan Zekeriya Kütüphanesi günümüze kadar gelen çok sayıda önemli bilimsel yazma eserleri içinde bulundurmaktadır.
Baybars ülkesinde İslam bilginlerine ve bilim adamlarına büyük önem vermiştir. İsmi İslam dünyasında,ölümünden sonra bir kahraman olarak anılmaktadır.
Ayrıca Türk arama motoru olan Mavera son yıllarda Google ve Yandex'i geride bırakmıştır.
Telefonla beni arayan Trump'tu. Ülkesine davet ediyordu beni. Türkiye'nin Kültür Kuvvetleri Komutanı olarak yani resmi olarak bir ziyaret yapmamı istirham ediyordu.
Hazırlıkları yaptım.
Türk yapımı olan Selçuk yapımı bir jet uçağıyla yolculuğa koyuldum. Kısa kısa Amerika izlenimlerimi paylaşmak istiyorum sizinle.
Daha hava limanına iner inmez Amerika'daki Türk etkisini rahatlıkla gözlemleyebiliyorsunuz. Havalimanında Türk markalarının reklamlarının yer aldığı reklam panoları ziyadesiyle göğsümü kabarttı.
Bütün Amerikalılar "Kumpir Mutfak"larından besleniyor desem yeridir. Çiğköfte dükkanları neredeyse adım başı. Bindiğim taksi bir Türk malı. Karamurat marka. Şoför çatapat Türkçe konuşuyor. Neredeyse aileler Türkçe bilmeyene kız vermiyorlarmış. Arabanın radyosundan yükselen müzik Türkçe. Hem de Türkü. Aşık Veysel'in türküleri çok popüler. Türklük burada çok moda. Gençlerin giydiği tşörtlerde Türkçe yazılar...Özgür Ayasofya, Özgür Kudüs gibi sloganik sözler çok revaçta. Bütün bunları taksi şoföründen dinliyorum ağzım kulaklarındayken. Zenci şöforüm "abi ben var Zenci Musa'yı çok sevmek." Bu sene Will Smith in başrolünü oynadığı "Zenci Musa" filmi gişe rekorları kırmış. Hollywood & Yeşilçam isimli film platoları o kadar çok iş yapan filmlere imza atıyorlarmış ki Amerikan hikayeleri artık iş yapamaz olmuş. Seyyid Onbaşı bir filmde Süperman'ı pataklamış.
Amerikan tvlerinde Türk dizileri çok seviliyormuş ayrıca. Türk dizileri derken yengesine göz koyan aşk-ı memnu türünden değil ha...
Türk malları tüketicilerin gözdesiymiş ayrıca. Kanserojen olmadığı için Türkiye'den gelen mallara çok güveniyormuş Amerikan halkı.
Tabi bütün bu olan bitenlerden sizin haberiniz yok. Çünkü biliyorum, ilgi alanınıza girmiyor bu konular. Çiftlikbank, Powerbank olayları sizleri bu konulardan uzak tutuyor sanırım.
Neyse konumuza gelelim.
Washington sokakları sucuk ekmek kokuyor. Kokoreç tezgahları buram buram.
Ee ne de olsa son yıllardaki gelişmelerimiz bizi dünyanın süper gücü yaptı. Ülkelerin gücünü ölçmedeki 5 soruyu mükemmel şekilde cevapladık, elhamdulillah!
1 Dünyanın her ülkesinde satılan bir çok ürünümüz var.
2 En değerli 500 marka içinde çok markamız var.
3 En iyi 500 üniversite arasında ilk sıralarda yer alan 25 üniversitemiz var.
4 Ülkeler arası Pasaport Gücü Endeksi'nde ilk sıradayız.
5 Artık beyin göçü alıyoruz; artık beyin göçü vermiyoruz. Hatta ömrü yetseydi Stephen Havking bile Türk vatandaşlığına geçecekti.
Washingtonda yapılan yeni konut projelerinde Türkçe kelimeler tercih edilmekteymiş. Ki Beyaz Sarayın bile adresi değişmiş. Endülüs Mahallesi Kılıçarslan Sokak diye geçiyormuş adres.
Neyse varacağımız yere vardık. Şoförümün hoş sohbetiyle adresimize ulaşmıştık, Beyaz Saray'a.
Adının Hasan Corc olduğunu söyleyen şoför arkadaş ısrarla "işin bitince bize gidek abi. Yengene mantı yaptırayım" demez mi? İşte lan" dedim "Türkün gücü bu!"
Sarayın dış kapısında o malum yılışıklığıyla Trump beni bekliyordu. "Reis hoş geldin" dedi gülümseyerek. "Biz de bir Reis var Trump, her önüne gelen Reis diye geçinmemeli" dedim kızgın bir ifadeyle.
"Ağzını yediğim, kusura bakma" diyerek konuyu geçiştirdi turuncu.
Makamına geçtiğimizde yine de yalakalığına devam ediyordu.
"Torunlarım senin Herotürk ürünleriyle büyüyorlar. Herotürk markalı ürünler Amerikan gençliğinin idolü."
İlanihaye müdahele etmesem yılışıklığını sürdürecek. Dedim "Söyle bakalım Trump efendi. Beni buraya kapalı kapılar ardında Washington portakal yemeye davet etmedin herhalde?"
"Sizi buralara kadar yorduk. Kusura bakmayın. Biraz kredi isteyecektim. Senin Reis'le aran iyi. Söylesen de bi koltuk çıksa bize?!"
Ha belirteyim. Trump bütün bu konuşmalarını benimle Türkçe yaptı.
Sonrası mı?
Valla sonrasını çok çalışırsak görebileceğiz. Ben hikayesini yazdım. Siz de gerçekleştireceğimizin hayalini kurun.
Hayalsizseniz, unutmayın başkalarının hayallerini süslüyorsunuzdur. Hedefsizseniz, hedef sizsinizdir!

FEHMİ DEMİRBAĞ

22 Mart 2018 Perşembe

CAROLİN ARTIK SENİ SEVMİYORUM

"Biz bu dünyayı dedelerimizden miras değil, çocuklarımızdan ödünç aldık." Buna benzer ifadeleri gani gani havada uçuşturarak mahvettik dünyayı. Size bu yazımı gelecekten gönderiyorum. Siz şimdilerde Çiftlikbank, KanalD'nin Fatih'i, yaklaşan 2019 seçimleri, kadına şiddet, çocuğa taciz gibi bitmek bilmez gündemlerle oyalanırken ben size geleceğin dünyasındaki yaşadıklarımdan bahsetmek istiyorum.
Yaşadığım şehrin adı The İystanboul. The best of Turkey ülkesinde yaşıyorum. Canal İystanboul un Trakya tarafındayım. Büyük bir sitede, kocaman bir recidancede yaşıyorum.
Önce genel manada yaşadığım zamandan bahsedeyim sizlere. Teknolojik gelişmeler bizi nereye getirdi haberiniz olsun istiyorum. Maddeyi manalaştıran insanlık nasıl bir aşamada bilin istiyorum.
Belki siz şu an denilen periyotta sanıyorsunuz kendinizi ama geleceğin nefesi ensenizde. Hoş dünün keşkeleri de bırakmıyor ya peşinizi.
Sağlıksız beslenme ebterleştirdi nesli. Bir de eblehleşenleri düşünsenize... Bozuk beslenme alışkanlıkları ile özellikle kanser denilen hastalık, teröre bağlı savaş gibi sebeplerle ülkemizin nüfusu öylesine azaldı ki günümüzde hepi topu 15 milyon insan yaşıyor topraklarımızda. Bilim adamlarımız ve siyasiler nihai bir kararla yeni bir yönetsel sürece soktular ülkemizi. Küresel ısınma ile de dünyanın çoğu bölgeleri buzulların erimesiyle sular altında kaldı. Savaşlar, kıtlıklar derken dünyada yaşayan insanların sayısı da 761 milyon 843. Dünyada varlığını sürdüren ülke sayısı 43.
Neyse vakit kalırsa dünyanın genel halinden bahsederim uzun uzun.
Önce biz nasıl yaşıyoruz İystanboul'da onu anlatayım. Klasik İstanbul (eskiden İslambol deniliyormuş) denilen bölge meşhur bir depremle tarumar oldu. Taş üstünde taş kalmadı. Yeni yerleşim yerimiz Canal İystanboul. Yaşadığımız sitenin ismi New Byzantium. 53 büyük bina var sitemizde. Gençliğimde yaşadığım dairenin ismini buradaki konutuma da verdim; Carolin.
Öncelikli olarak yaşadığımız afetlerden sonra nüfus kontrolü planlı olarak yapılmakta. Mevcut kaynaklar insanlara eşit dağıtılmalı diyor okul kitapları. Devletimizin başındaki isim Mr. Nosam. Herkes çocuk sahibi olamıyor. İnsanlar 3 ayrı gruba ayrıldılar. En tepede Erk'ler yaşamaktalar. Onlar fıtri denilen yöntemle yaşıyorlar. Toprakta yetişen şeylerle besleniyorlar. Kadın ve erkekleri klasik yöntemle evlenebiliyorlar. En fazla 3 çocuk sahibi olabiliyorlar. Artık millet isimleri kalmadı. Türk, Kürt gibi ismlendirmeler kullanılmıyor. Erkler, Mutediller ve parazitler olarak gruplandırıldık. Ben mutedillerdenim.
Biraz da bizim gruptan bahsedeyim.
83m2 evlerde yaşarız. Bekarızdır. Evliliklerimizi sanal gerçeklik programlarıyla yaparız. Biz erkekler için evimiz dişidir. Kadınların ise erkek programlı evleri vardır. Evlerimiz aslında büyük bir computerdir. Yani bilgisayar. Bizim hertürlü ihtiyacımızı karşılamaya sistem (devlet) tarafından programlanmıştır.
Hemen evin girişinde ayakkabı konsülün yanında serverimiz vardır. Ses komutuyla çalışır. Eve geldiğimizde "hoş geldin aşkım" diye karşılanırsınız. Mutfak bölümünde eskilerin buzdolabına benzeyen bir makina vardır. Yemeğin tarifini verirsiniz. "Kapuska istiyorum" Bir avuç toprak koyarsınız haznesine. O havadaki elementlerdende istifade ederek kapuska içerikli tableti düşürür porselen tabağınıza.
Sistemden çocuk edinmenize yönelik izin çıkmışsa yetkili firmalar tarafından bu ihtiyacınız 80 ay faizsiz krediyle tedarik edilir. Çocukların ömrü 15 yıldır. Tam bir gerçek çocuk kişiliğindedir. Onları sınavlara hazırlayabilir, ergenlik konularını çocuklarınızla paylaşabilirsiniz. Toplam ömrünüzde 3 kez çocuk sahibi olabilirsiniz. Ürünlerin yedek parça sorunu yoktur. Bir nevi cyborg gibidirler. Gerçek insan dokusuna haizdirler. Gereksiz sorularla sizi bunaltmazlar. "Peki babacığım" demelerine bayılıyorum ben mesela. Ama bu aralar üzgünüm. Son çocuk kontenjanımdayım. Erklere sosyal medyadan bir teklifte bulundum. Sanal Torun istiyorum dedim. Hakkımda soruşturma açıldı ama sanırım kamuoyunda bir beklentiyede sebep oldum. Eğer firmada gerekli kredi puanınız varsa sanal eşinizi de değiştirebilirsiniz. Sanal gerçeklikle gerdeğe girmeniz için gerekli ortam eviniz tarafından itinayla karşılanır.
Dilediğiniz dine mensup olabilirsiniz. Hatta kendinizce karma bir din dahi yapabilirsiniz. Heva hevesleriniz doğrultusunda dilediğinize tapınma hakkınız mahfuzdur. Ama benim kafam çok karışık. Hala eski dinimin etkisindeyim. Özellikle parazit grupta etkin olan Fehministlerinde etkisiyle İslamiyete karşı zaafım. İçimden onlar gibi inanıyorum ama bu düzene de pek itiraz edemiyorum. Mecburen konforum kaçmasın diye onlara da ayak uydurmaya çalışıyorum.
Aslında Carolin bir insanın gerçek hayatta isteyipte elde etmek istediği herşeyi size sunmak üzere tasarlanmıştır.
Bir de parazitlerden bahsetmiştim. Yani insanların 3. grubunda bulunan insanlardan. Onlara bu ismi Erk'ler vermiştir.
Bu insanların bir kısım özelliklerinden bahsetmek istiyorum. Ama şunu belirteyim şunca yıllık hayatımda hiç gerçek bir parazit insan tanımadım. Ama belgesellerden izlediğim kadarıyla tuhaf insanlar oldukları bir gerçek. Onların Erklerle ve biz mutedillerle diyaloga ve ilişkiye geçmeleri yasaktır. Facebook ortamında yaşadıklarını biliyorum, o kadar.
Temizlikçi gelmeden önce evi temizlemek bu hareketin yakın akrabasıdır. Yani dişçiye gitmezden önce diş fırçalayanların.
Lokantalarda onları yakından tanıyabilirsiniz.
-Hesabı alabilir miyiz?
-Ben alayım.
-Hayır bana getirin
-Senin paran burda geçmez.
-Ben ödeyecem.
-Hayır ben.
-Ben!
-BEN ULAN BEN!!!
Parazitlerin yaşayıp yaşamadıkları bir efsane bence. Hem akıl, mantık, ilim, irfan, kültür, sanat onların nasıl yaşadıklarını açıklamaya mecalsizdir.
Misal, "Yok" cevabına "hiç mi yok?" şeklinde karşılık verirler. Devam edeyim mi?
Asansör çağırma tuşuna defalarca basarak daha hızlı gelmesini umarlar. Gazetelerdeki, bilboardlardaki resimlere sakal bıyık çizerler.
Gaz kaçağı olup olmadığını çakmak yakarak kontrol ettiklerini bilmeyen yoktur.Tipsiz biri geçtiğinde yanındaki arkadaşına kanka bak seninki geçiyor derler.Tanıdık birisini görünce arabayı üzerine sürmeye bayılırlar. Evlerinde misafir odası diye bi odaya sahip olmak (o odaya o kadar yabancılardır ki o eve ait değildir sanki, hiç girilmez.)
Konuştukları dili heceleyerek ve bağırarak konuşulduğunda, yabancılar tarafından anlaşılabilen bir lisan olduğunu sanırlar. Özellikle yabancı dili hayatlarına kendi elleriyle-dilleriyle yerleştirmişlerdir. Yeni nesli gavurcayla büyütürler. Herşeylerini gavurca ifade ederler. Islak mendille önce yüzünü sonra elini sonra masayı en son da ayakkabısını silmek milli hasletlerindendir.
Birileri bir şeye koşuyorsa öbürü de koşar, koşarken de "noluyo abi?" diyen bir topluluk varsa hakiki parazittirler.
-Akşam ne yapıyorsun?
-Abi bir kızla tanıştım dışarı çıkacaz.
-Boşta kız arkadaşı var mıymış, sorsana ben de geleyim.
Anneleri olimpiyat sporcusudurlar. Spor aletlerinden olan Terlik ile hedefi 12 den vururlar. Terlik ayakkabı ters duruyorsa gidilir düzeltilir. Uğursuzluk getirdiğine inanılır.
Uyuyan bi insanı uyandırıp uyudun mu diye sordukları yetmez gibi, uyuyan birinin kulağına,burnuna ip soktukları gibi, çalan kapıya 'kim o 'demek hemen her ülkede olmasına rağmen, verilen 'beeenim' cevabı sadece bu türlere aittir.
Eve misafir gelince kah "hoşgeldin dedin mi?", kah "ellerini öptün mü?" deyu deyu çoluk çocuğu darlamaya bayılırlar. Çocuklarını kendi değerleriyle yetiştiremezler. Ağlayan çocuğu döverek susturmaya çalışırlar.
"Odaya (ya da bulunduğu yere) gelen kişiye, "Geldin mi?" diye sorarlar da, soramazlar misal cennet vatan Türkiyeyi nasıl cehenneme çevirdiklerini?
Ev ya da iş ziyaretlerinde bir türlü vedalaşamamak, sohbetin daire kapısında da devam etmesi ülkede yaşanan hiç bir soruna çare üretemez. Gevezeliğe bayılırlar, boş konuşmak sayesinde telekom firmaları ihya olmuştur. Cuma, bayram, kandil mesajları kopyalamak esası üzerinedir.
Ramazan da en hızlı namaz kıldıran hocanın olduğu camiiye giderler. Hac'da, Umre'de selfie ibadetin rükunları arasına dahil olmuştur. Bu hastalık öyle ileri boyuta ulaşmıştır babalarını-analarını toprağa verirken bile canlı yayın yaparlar.
Eve gelen misafirlere hayatları boyunca asla görmeyecekleri akrabaların fotoğraflarını göstermek boyut değiştirmiş her türlü melanetlerini cümle alemle sanal alemde paylaşır olmuşlardır.
Okumayan bir millettirler. Yazmayı da sevmezler ama, duvara spreyle "serserin,deli aşkın,ruh öküzün,cennet öküzün" vs vs vs yazdıkları da vakidir. Küfreden birisini "küfretmeyin amk" diye uyarmak delikanlılığın raconlarındandır. Her hangi bir tartışmada ' Sen benim kim olduğumu biliyor musun lan ! ' şeklinde cümle kurmak...olmayacak şeylere 'hallederiz abi' demek.
6 liralık hesaba 11 lira verip, 5 lira bütün kağıt para almak, 3 kuruş kazanıp kredi kartlarıyla 10 kuruşluk yaşamaya çalışmak sonradan da yalandan birilerini suçlamak...Yetinmeyip kahpe kader diyerek kolpalıklarına Rablerini de ortak kılmak isterler. Bilemezler ki cehalet ve fakirlik kader değildir. Ama aldıkları çeyrek altını kutusunda rahat ettirebilmek için altına sünger koymayı ihmal etmezler.
Evleneceği kızın bakire olmasını isterler ama memlekette bakire bırakmamaya ahdetmişlerdir.
Ölümsüzlüğe düşkündürler. Yeni beton dökülen bir yere ismini yazarak ya da ağaçları kazıyarak ya da tarihi eserleri tahrip ederek bunu gerçekleştireceklerini zannederler.
Bir erk atasözü der ki: "Bir parazit'e asla adres sorma; bilmese de tarif eder".
Yeni telefon numarası alıp,zaten arkadaşlarında olmayan o numarayla ''Bu benim yeni numaram'' diye mesaj atarlar...telefonu kapalı ulaşılamıyor? +dur bi de ben arayayım (sen arayınca açık olacak çünkü o telefon).
Dizi, film izlerken sürekli oyuncuya göndermelerde bulunurlarda gerçek hayatta 5 dk sonra ordayım deyip daha evden çıkmamış olarak yalan söylerler.
Say babam say...Parazitlerin özellikleri saymakla bitmez ki.
...
Bir mutedil olarak son zamanlarda canım çok sıkkın. Carolin bile gönlümü teskin edemiyor artık. Hatta öfkeliyim de...Beni oyaladığını zannediyorum Carolinin. Onun için bu mektubu kaleme aldım. Geçmişime göndereceğim. İstiyorum ki bilsinler, Carolin'li günler onlara huzur getirmeyecek. Şimdiden uyarmalıyım geçmişimi. Yeri gelince de yüzüne haykıracağım Carolinin; seni sevmiyorum diye.

FEHMİ DEMİRBAĞ

20 Mart 2018 Salı

MAKLUBENİN ÖLÜMCÜL SIRRI

Hafta sonu her zaman yaptığım gibi yine kendimi Arvalap Adasına attım. Ne zaman canım daralsa benim için her açıdan bir sığınaktır Arvalap. Palavra dünyanın dertleriyle boğuşamayacak olduğumda kaçıveririm oraya. Sadece ben mi? Memleketin ne kadar dertli adamı varsa bir şekilde adaya sığınmak durumundadırlar.
Adaya henüz adım atmıştım ki cep telefonum çaldı. Bilinmeyen numaradan birisi arıyordu. Huyum kurusun telefonlara bakmama gibi bir özelliğim olduğundan "alo" dedim arayan sese.
"Abi" dedi ses. "Ben Mehmet Aydın" Hafıza kartım devreye girdi saniyeler içinde sorgulamaya başladım. Kim lan Mehmet Aydın?"
En az bu isimde 15 kişi tanımışlığım vardır. Ki sanırım bu isim ve soyisimden çok sayıda insan vardır Türkiye'de. Ben motoru yakmadan arayan kişi insaf ehli bir tavırla "Ben abi. Çiftlikbank'ın patronu. Uruguay'dan arıyorum. Korkma abi faturana fazla yazmaz. Olayları takip ediyorsundur basından. Abi müsaadenle Arvalap Adasına sığınmak istiyorum." diyerek hem beni merak illetinden kurtardı hem de meramını ortaya koydu. Uzun uzun konuştuk. Detaya girmeyeceğim. Ama bu zeki tombilinin böylesi bir sonla bu hikayeye konu olması beni üzdü açıkçası.
Aynı üzüntüyü Fetö döneminde de yaşadım. Dünyanın 170 ülkesine meyleden bir yapının bir ihtiyarın insafına terki, alamet olarak böylesi bir alçaklığa da sebep olacağının işaretlerini taşıyordu. Biz nedense nedensellik kapsamında düşünen beyinler yetiştiremiyoruz. Müthiş potansiyelliğe gebe malzemeler var bu topraklarda, lakin...
Devletin hantallığı ve idraksizliği, milletin de cehalet ve tembelliği iyiniyetli ya da kötü...çokça fikre münbit ortam sunmaktadır. Fırsatlar için bereketli topraklardayız.
Bu hikayede konumuz ne çiftlik, ne bank ne de sığırlar.
Söylemişmiydim, herkesin Arvalap'ı kendine diye? Ama bir şekilde başka Arvalap'ların mukimleriyle de haşır-neşir olursunuz bu dünyada.
Akşam saati biraz soluklanmak için sahilde yürüyüşe çıktım. Nerde bir su birikintisi görsem taş kaydırmaya bayılırım. Biraz yürüdükten sonra bir avucuma doldurduğum taşları diğer elimle bir bir denize doğru fırlatmaya başladım. Ne kadar oyalandım bilemiyorum ama arkamdan gelen selam sesiyle kendime geldim.
"Selamun Aleykum!"
Selamı cevaplayarak arkama döndüm. "Aleykumselam!" Baktım gelen Reis. Gülümseyerek "Nasıl gidiyor Çizgiroman Okulu" dedi. Ah be reis!
"BİR ADAMA BU KADAR YÜKLENİLMEZ Kİ! ORAYA KOŞ, BURAYA KOŞ REİS. PARTİNİN İŞLERİNİ HALLET, HÜKÜMETE ÇEKİDÜZEN VER, YEDİ DÜVELLE BOĞUŞ, YURT DIŞINA GİT İLİŞKİLERİMİZİ GELİŞTİR.
ULAN ALLAHSIZ'LAR...
OTURDUĞUNUZ MAKAMLARIN HAKKINI VERİN. HERKES BULUNDUĞU MAKAMIN TAYYİB'İ OLMADIKÇA KOLAY MI AYDINLIK GÜZEL GÜNLER? Benim Çizgiroman Okulunu bile takip ediyor adamcağız." Anlık, bu düşüncenin girdabından hemence toparladım kendimi.
"Reis...Duacınızım" diye bir ses döküldü usulca dudaklarımdan. Akşam ezanı okunuyordu. Tertemiz denizden aldık abdestimizi. Hemen az ötedeki Selçuklulardan kalmış küçük camide kıldık namazımızı. Namaz sonrası cemaatle çay eşliğinde sohbete koyulduk. Özellikle dinde güncelleme meselesini konuştuk bir süre. Dinde değilde dindarlarda algı güncellemesi şekilde anlaşılması gerektiğine dair bir neticeyle bitiverdi sohbetimiz.
Dedim "reis müsaadenle size yemek ısmarlamak istiyorum." Selamlaşarak ayrıldık cemaatin yanından. Temenniler vardı içimde. "Ey Müslümanlar! Artık aklınızı kiraya vermekten vazgeçin. İmtihanda olan sizsiniz. Kimse sizin günahınızın kefili olamaz. Allah'ın kitabını okuyun, anlayın. Efendimizin Sünneti ölçüsünde bir hayat tarzınız olsun. İslam'ın geleneğini baz alın. Din üzerinden geçim yapanları ciddiye almayın.Bizi en çok Allah üzerinden kandırmaktalar."
Caminin de içinde bulunduğu alan Arvalap'ın merkezi. Koca çınar ağaçları, Arnavut kaldırımlar, küçük esnaf dükkanları ve insanların ayaklarının aralarında dolaşan sarman ve tekir kediler, ihtiyar sokak köpekleri...Adaya sıcaklığı veren aslında bu görüntüler. Ahşap bir lokantada soluklandık.
Lokanta sahibinin içten gülümsemesiyle tahtadan sandalyelerde yerimizi aldık. Siparişimizi verdik.
Masa donatıldı. Kavurma, pilav, yoğurt ve salatadan ibaret menümüz iştah açıcıydı.
"Reis" dedim. "Birşey dikkatinizi çekti mi?"
Gülümsedi. Cevap vermesini beklemeden ben konuşmamı sürdürdüm.
"İşte" dedim. "Fetö denilen bir zamanların hoca efendisi insanların beynini işte bu menüyle yıkadı. Masada gördüğünüz bu yemekleri bir tepsi ile sunumlandırdı. İsmine de Maklube dedi. Terse çevirmek manasına olan bu yemekle önce kursaklarından yakaladı bağlılarını. İşte maklubenin ölümcül sırrını paylaşmak istiyorum sizinle..."
Ben devam ediyordum ki konuşmama reisin telefonu çaldı. Gözleri parıldadı karşı tarafın söyledikleriyle. Telefonu kapattıktan sonra "Mehmetçik Afrin'e girdi, Hamdolsun" dedi.
Sonra da dikkatli bir vurguyla sorusunu sordu;
"Ee. Söyle bakalım, neymiş maklubenin bu ölümcül sırrı?!"

FEHMİ DEMİRBAĞ