11 Şubat 2013 Pazartesi



MUHTEŞEM SÜLEYMAN



KÖPRÜLER, TÜP GEÇİTLER...KARAYOLLARI, HAVAYOLLARI!

İLETİŞİMDE VE ULAŞIMDA HERTÜRLÜ VASITA; NETWORK, NEWYORKTAN SONRA DÜNYA BAŞKENTİ!

İNCEDEN İNCEYE...
KIZIŞAN SİYASET ORTAMINA DİKİZ ETMEDEN!

BİR GÖNÜL KÖPRÜSÜ KURACAK ASRIN LİDERİ ARANIYOR!

...

BİRAZCIKTA HOŞGÖRÜ YANİ...ÜLKEMİZ İÇİN DEĞİLSE DE AHİRET YURDU İÇİN!

...
HASILI!...

Öyle bir geçiyordu ki zaman insanın huzur dolu bir sokağa ihtiyacı vardı.
Eee ne de olsa yalan dünya…
Mematisiz batsın bu dünya…
Yeteneksizsiniz Türkiye! Ses ver Türkiye; ses!
Allahtan muhteşem bir yüzyıldayız…
Bu yüzyılı bağcıların yüzyılıyla karıştırmayın lütfen…
Ve Allahsızlık etmeyin…
O Süleyman ki;
Rodos halkı bıkmış Cenevizlilerin zulmünden…
De hadi demişler muhteşem Süleyman’a; kurtar bizi!
50 bin kişilik ordu… Süleyman’ın ordusu gemilerle yanaşmışlar Rodos adasına…
50 bin kişinin günler süren yolculuğu…
Yemesi, içmesi, çişi…
Ada üzüm bağlarıyla dolu.Asker aç…
Asmadan kopartır bir salkım üzümü Mehmetçik. Ardından üzümün bedeli olan akçesini bağlar asmaya.
Helali bilirdi süleymanın mehmedi…
Hayatlar helal ile haram arasında…Şimdilerde getiri-götürü…Şimdinin Sülümanları binbirgecenin onuru!
Helal ile haram…
Tıpkı çanakkaledeki gibi;
Kocadere köyünde büyük bir “ Sargı Yeri ” kuruluyor. Kimi Urfalı , kimi Bosnalı , Kimi Adıyamanlı , Kimi Gürünlü, Kimi Halepli herkesin gardaş olduğu günler…
Bunlardan biri Çanakkale Lapsekinin Beybaş Köyündendir ve yarası oldukça ağırdır. Zor nefes alıp vermektedir. Alçalıp yükselen göğsünü biraz daha tutabilmek için komutanının elbisesine yapışır.
Nefes alıp vermesi oldukça zorlaşır ama tane tane kelimeler dökülür dudaklarından.
Ölme ihtimalim çok fazla... Ben bir pusula yazdım... Arkadaşıma ulaştırın..."
Tekrar derin nefes alıp, defalarca yutkunur.
" Ben...Ben köylüm Lapseki' li İbrahim Onbaşından 1 Mecit borç aldıydım...Kendisini göremedim. Belki ölürüm. Ölürsem söyleyin hakkını helal etsin.
" Sen merak etme evladım " der Komutanı, kanıyla kırmızıya boyanmış alnını eliyle okşar.
Ve az sonra komutanının kollarında şehit olur ve son sözüde " söyleyin hakkını helal etsin " olur.
Aradan fazla zaman geçmez. Oraya sürekli yaralılar getiriliyor.Bunlardan çoğu daha sargı yerine ulaştırılmadan şehit düşüyor. Şehitlerin üzerinden çıkan eşyalar, künyeler komutana ulaştırılıyor. İşte yine bir künye ve yine bir pusula. Komutan göz yaşlarını silmeye daha fırsat bulamamıştır. Pusulayı açar, hıçkırarak okur ve olduğu yere yığılır kalır. Ellerini yüzüne kapatır, ne titremesine nede göz yaşlarına engel olamaz.
"Ben Beybaş Köyünden arkadaşım Halil'e 1 mecit borç verdiydim. Kendisi beni göremedi. Biraz sonra taarruza kalkacağız. Belki ben dönemem. Arkadaşıma söyleyin ben hakkımı helal ettim.
Süleymana geri dönelim.
Aynı Süleyman, asr suresi gereği;
Hani; İman edenler, Salih amel işleyenler…ve hakkı ve sabrı birbirlerine tavsiye edenlerin kurtulduğuna dair inançla coğrafların çizildiği o günlerde;
Hocası Yahya efendiye haber salar.
Der ki; n’olur bu muhteşem imparatorluğun sonu?
Der hocası; Banane!  Süleyman köpürür! Ne aymaz bir cevap bu! Der, hocası; Ne zaman kibu millet, der banane, çöker işte o zaman zillet!
 Bir don almak için dokuz dükkan dolaşan süleymanın torunları ağır değil mi medeninin hikayesi?


VE MİMAR SİNAN!


Osmanlı’nın büyük cihan padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın ve büyük aşk’ı Hürrem Sultan’ın bir kız çocuğu gelir Dünya’ya .
Efsane bir ask’ın meyvesidir bu çocuk ve bu yüzden belki efsane aşkların en temeline en masalsı olanına ithafen ismi Mihrimah konulur Mihr-ü Mah Farsça da Güneş ve Ay demektir.

Zaman hızla geçmiş Mihrimah Sultan büyümüş 17 yaşına gelmiştir ki o zamanlar için evlendirilmesi uygun olan bir yaştadır. İki talibi olur biri Diyarbakır valisi Rüstem Paşa dırdiğeri ise saray’ın baş mimarı Mimar Sinan.
Padişah biricik kızını Rüstem paşa ile evlendirir Sinan evlidir ve 50 yaşındadır ama bilinen odur ki Mihrimah Sultan’a deliler gibi aşıktır.

Mimar Sinan o derece derin bir tutku ile aşık olduğu Mihrimah Sultan’a kavuşamamıştır fakat o’na olan aşkını olanca güzelliğiyle sanatına yansıtmıştır.

İstanbul’un en güzel yerlerinden birine Üsküdar’a Mihrimah Sultan adına bir cami yapması istenir kendisinden.1540 yılında inşa etmeye başladığı cami’yi 1548 yılında tamamlar.Cami inşa edilirken bir yandan kendi aşkını anlatır hiç şüphesiz ve eserine sanki “eteklerini giymiş bir kadın” siluetini verir ayrıca cami için mimari olarak esinlendiği örnek aldığı yer ise bir başka aşka kutsal bir aşka adanmış bir şaheserdir ; Ayasofya.
Bahsi geçen bu cami 2 Minareli olup padişah fermanı ile yaptırılan bir eserdir ama Sinan’ın söyleyecekleri bununla bitmemiş olacak ki bu eserden 14 yıl sonra o güne kadar ilk defa padişah fermanı olmaksızın Edirnekapı da surların yakınına pek kimsenin ilgilenmediği ıssız yalnız ama İstanbul’ un en yüksek tepesi olan bir yere sanki aşkının gizliıssız ve yalnızlığını ama bir o kadar büyüklüğünü haykırmak istermişcesine ikinci bir eser yapmaya koyulur.
Mihrimah Sultan’a ithafen.
Derler ki; cami Mihrimah sultanın o duru gösterişsiz ve bir o kadar asil güzelliğine istinaden küçücüktür ve sadece 38 mt bir minareye sahiptir. Bir adet incecik kubbesinin üzerindeki 161 pencere ise iç güzelliğinin ne kadar aydınlık ve berrak olduğunu temsil eder bu sayede gün ışığının her köşede adeta dans ettiği kadınsı edalı. ( o tarihte bu açıklıktaki ve bu kalınlıktaki bir kubbeye o kadar pencere dünya üzerinde sadece Mimar Sinan tarafından yapılabilirdi) cami içindeki pandatiflerde ve minare kenarlarındaki upuzun işlemelerde de Mihrimah Sultan’ın o çok güzel ayak topuklarını döven upuzun saçları tasvir edilmiştir.

Ve yine denir ki Mihrimah Sultan’ın statüsü iki minareli cami yaptırmaya yetmesine rağmen yalnızlığını simgelemesi anlamında tek minareli yapılmıştır bu cami.
Ama Sinan aşk‘ını öyle sihirli bir tılsımla mühürlemiştir ki bu sırra şaşırmamak o sevdaların naifliğine imrenmemek elde değil. Sinan Usta’nın aşk’ının vesikasıdır sanki iki caminin de yeri özenle seçilmiştir. Güneşin doğum ve batım yerleri tespit edilerek yapılmış camilerdir. Edirnekapı’daki Mihrimah Sultan Camii’ni aynı anda görebileceğiniz bir yer tespit edin. Günbatımında (elbette yılın sadece bir gününde ki o gün 21 Mart gece ile günün birbirinre eşit olarak kavuştuğu gün’dür daha enteresanı o gün Mihrimah Sultan’ın doğum günüdür) göreceğiniz muhteşem manzara şudur:

Edirnekapı Camii’nin tek minaresinin arkasından güneş batarken Üsküdar’daki caminin minareleri arasından ay doğmaktadır! “Bu nasıl bir hesaplama bu nasıl bir estetik anlayışıdır!” 

DEMİRBAĞ AİLESİ

Alem adam yeni kongreden sonra yeniden MHP’nin başına genel başkan olarak seçilen, Devlet Bahçeli. Kongredeki yapmış olduğu konuşmada Akp’nin 2023 projesini kendilerinden telifsiz yürüttüğünü söylüyor. Sanki ortada ciddi bir proje varmış gibi. Olayın büyüklüğü 2023 ten bahsetmek. Hoş hükümette bahsediyor. 2023 diyor, 2071 diyor. Diyorda diyor…Altı doldurulmamış sloganlık ve beylik laflara bakacak olursak… Adı geçen tarihlerde kim hayatta olur, Rabbim bilir doğrusunu. O günlerin gençliği nasıl olacak, bütün mesele bu! Nasıl bir kimlikle taşınacağız geleceğe?
Herhangi bir siyasi partimizin çocuklar ve gençlere yönelik bir eylem adımı varmı ki?
Çocuklarımızı geleceğe taşırken;
Bir müslüman gibi mi, seküler mi, kapitalist mi yetiştireceğiz?
Ahlaki kaygıları nasıl olacak, hasılı?
De ki kürtlerden dem vuran ilgili siyaset, büyütürken çocuklarını; kahvaltılarda mısır gevreğimi yedirtecek…Yine bentenlerimi izlettirecek…onlarında binecekleri arabaların markaları aynılarımı olacak…Umutsuz ev kadınları isimli diziyi ha türkçe, ha kürtçe ha arapça çeviriyle izlemişsin, farkeden ne?
Siz Türk polisinin biberinin gazından şikayet ediyorsunuz, lakin aynı polise-askere tarafınızdan sıkılan kurşun nazardan koruma maksatlı değil ama…De ki iktidar sizsiniz; yani Kace(Kürdiye Cumhuriyeti) olduğunuzda mesela bir muhalif olarak birileri  apokürt ‘e  küfredebilecek mi? Sizin azınlığınız mı olacak Kürdistanda  yaşayan Türk nüfus? Anadilde Türkçe eğitim hakkı istenebilecek mi? Müminler kardeştir düsturu marksist felsefenizde yer alacak mı? İslami referansınız olacak mı mesela? Kürtçe meallerinizdeki cihad ayetlerini ne yapmayı düşünüyorsunuz? Bütün bunlar olurken sizlerde rezidanslarda oturup toverslerdeki officelerinizde makyevelist yaşamlar mı süreceksiniz?
Behlül dana hazretleri sizin içinde bir menkıbeden mi ibaret olacak?
Bakın Suriye’ ye; iktidar ya da muhalif gruplar birbirlerine kurşun sıkarken bi ara merak ediveripte bakıversinler karşıya doğrulttukları silahların markalarına.
Yok arkadaş, ben bu kavgada yokum!
Önceden bağımsız türkiye derdik naçizane…
Şimdilerde bağımsız dünya diyorum…
Dünya mazlumları heryerde hep aynı…Aynı ağababaların hep aynı olduğu gibi.
Mazlumluk hadi biyere kadar.
Biz biz bu çağın müslümanları aynı zamanda fena haldede aptalız. Arkamızda yalnızca bizden dua bekleyen, istememizi bekleyen kainatın sahibi varken…
Biz ellerimizi açmışızda merhamet bekleriz bize zulmedenlerden!
Yahu iktidar olan biz değil miydik?
Şimdi iki satır şurada bir-iki laf edeceğim; tahammülsüzlük had safhada. Eleştiriye tahammül yok! Peki zalimin mensubiyeti var mı?
Her dinden, milletten zalim olmaz mı?
Adaletle hükmetmek esas değil mi?
Peygamber ilk hicret için müslümanları Habeşe gönderirken, Habeşin kralı Necaşi için ne diyordu? “Orada adil bir hükümdar bulacaksınız!”
Hadin hep beraber bi iman tazelemesi yapalım; tek ihtiyacımız bu!
“La ilahe illallah, Muhammedur Resulullah!”
“Allahtan başka hükmedici yoktur, elçisi de Muhammeddir!”
“Kızılcahamam dönüşü Demirbağ soyadlı aileyi ziyareti ise başbakanın egomu okşadı. Aileyi tanımam. Lakin soyadı benzeşmesi aidiyet duygumu kamçıladı. Bense başka bir Demirbağ olarak bir türlü ulaşamamaktayım başbakana. Evimi kızılcahamamamı taşısam ne? Hoş evim istanbulda olmasına rağmen istanbul il başkanına bile ulaşamadıktan sonra!”







NAMAZI HAKKIYLA EDA ETMEK
Geçtiğimiz haftadan aklımda takılı kalan en önemli şey, Adnan Hoca ismiyle bilinen ve mehdilik iddiasındaki kişinin müridlerinden olan zarif hanımefendilerin verdikleri beyanat idi. Kendileri Namazlarını eda ederlerken dahi tesettüre ihtiyaç duymadıklarını söylediler. Bir de Bülent Arınç beyefendinin bebek katili Abdullah Öcalan’ın gençliğinde kıldığı namaza dikkat çekmesi idi. Ne uzaya gönderdiğimiz Göktürk uydusu ne de Maya kehaneti bu noktada bu olayı aşarak dikkatimi celbetmedi. Namaz kıldığımızda sık sık okuduğumuz Maun Suresi (Eraeytellezi) silkeledi durdu, beni hafta boyu. Ne buyuruyordu Rabbimiz;
1- Dini yalanlayanı gördün mü?


2- İşte o, öksüzü iter, kakar.


3- Yoksulu doyurmaya önayak olmaz.


4- Vay, o namaz kılanların haline ki;


5- Onlar kıldıkları namazdan gafildirler.


6- Onlar gösteriş yaparlar.


7- En ufak bir yardımı esirgerler.


Bu kıldıkları namazlarından gafil olan namaz kılanların helak edilmelerine ilişkin bir beddua veya tehdittir. Kimdir acaba kıldıkları namazlarından gafil olan bu kimseler?

İşte onlar gösteriş yapanlardır, iyiliğe engel olanlardır.


Onlar namaz kılarlar fakat namazı hakkı ile ikame etmezler. Namazın hareketlerini yerine getirir, namazın dualarını okurlar fakat kalpleri namaz gerçeğine,

namazda okunan Kur'an'a, dualara ve tesbihlere ve bu tesbihlerdeki gerçeğe katılmaz. Onlar namazı sırf Allah için değil, insanlara gösteriş için kılarlar.
İşte bu nedenle onlar namazlarından gafildirler. O'ndan habersizdirler. O'nu hakkı ile ikame etmezler. İnsandan asıl istenen namazı ikame etmektir. Sırf
onu eda etmek değildir. Namazı ikame etmek ise ancak onun gerçeğini yaşamak ve onu yalnız Allah için kılmakla olur.

Namazlarını gaflet içinde eda eden bu namaz kılanların işlerinde namaz bu yüzden etkilerini göstermez. Ve bu nedenle onlar yardımlaşmayı engellerler. İnsan

olan kardeşlerine yardımı; hayır ve iyiliği engellerler. Yani Allah'ın kullarından iyiliği esirgerler. Eğer onlar gerçekten namazı Allah için ikame etselerdi,
onun kullarından iyiliği esirgemezlerdi. İşte Allah katında kabul edilen gerçek ibadetin mihengi budur.


Böylece bir kere daha kendimizi bu inanç gerçeğinin önünde bu dinin karakterinin önünde buluyoruz. Görüyoruz ki Kur'an'ın apaçık bir hükmü namazı hakkı
ile ikame etmedikleri için namaz kılanları "veyl" ile uyarıyor. Namazı ruhsuz bir şekilde sırf hareketleri ile eda ettikleri için, namazda kendilerini sırf Allah'a vermedikleri için, gösteriş hareketleri ile namaz kıldıkları için. Bundan dolayı namaz onların kalplerinde ve eylemlerinde etkisini bırakmamıştır.
Öyle ise bu namaz boşa gitmiştir. Hatta bu namaz bir günaha dönüşmüştür.

Bu gerçeklerin ışığı Altında yüce Allah'ı insanlara peygamberler göndermesinde, kendisine iman etmeleri ve O'na kulluk etmeleri için mesajlar göndermesinde
kullarından istediği şeyin gerçekliğini görebiliyoruz...

Yüce Allah imanı ve ibadeti kendisinin ihtiyacı olduğu için onlardan istememektedir. Zira O'nun hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Bu emirlerle onların kendi
iyiliklerini istemektedir. Onlar için iyilik istiyor, kalplerinin arınmasını istiyor. Hayatta mutlu olmalarını diliyor. Onlar için tertemiz bir bilinç, güzel bir dayanışma, şerefli bir huzur,sevgi, kardeşlik, kalb ve ahlâk temizliği üzerine kurulan üstün bir hayat diliyor.

Öyle ise insanlık bu iyilikten uzaklaşıp nereye gidiyor? Bu rahmeti, bu güzel, üstün ve şerefli zirveyi bırakıp nereye yöneliyor? Yol ayrımında bu nur önünde
olduğu halde cahiliyyenin hangi karanlık, uğursuz çöllerinde batmaya gidiyor.

kurban bayramınız kutlu ola!

Izgara Bayramı sonrası

Aşağıda okuyacağınız satırları, geçen seneki Kurban Bayramı sonrası yazmıştım. Merak ediyorum, bu bayram sonrası ne yazarım?
Değişen ne, değişecek olan ne? Hayatımızın oyunu hep mi aynı, aktörleri de...
Yeteneksizsiniz mi, yetenek sizsiniz mi?
Belki biraz Mısır...Haşlanmış olanından...ya da patlatılmış...
Demokrasi paketlisi, kimbilir?
Ya da yerel seçimlerin aday adaylığı yarışı?
70 cente muhtaç Amerika gündemimizin neresinde?
Bu monotonluk çok can sıkıcı...Gezicilerde sustu...
Biz alışık değiliz böylesi suskunluğa...
Hadi be Fatih Hoca göster mucizeni, devir Hollandayı! Kim ne derse Nederland!

*********************

Geriye kalan ömrümüzün kurban bayramlarından birini daha mazi yaptık. Alışıldık kurban bayramı görüntüleriyle…Kaçan kurbanlıklar, tvlerden kavurma tarifleri, Kurbanın dindeki hükmü;  halk nezdinde kabul görmeyen din bezirganlarıyla bir kez daha polemik konusu olması…Izgara bayramı yani…İslam aleminin 3 ayrı bayram günü yaşamaları, trafik kazaları, Suriye sızısı, pkaka pisliği, buram buram cehaletimiz…
Ardından gelen Cumhuriyet bayramı…Eskinin solcuları cümleten olmuş Kemalist! Kurban olduğum bayrağımızı ipoteklemişler, mubarek…
Anıtkabir fetişizmi ayyuka çıkmış halde…
Bizden olanlar, olmayanlar diye suni bir sınır çizgisi coğrafyamızı bölmüş ikiye, üçe, dörde, beşe…
Cumhuriyet resepsiyonu…Bir kısım millet Receptioncu…Bir kısmı alternatif Kemal(Kılıçtaroğlu)ist!
Meclis önü, arkası…
Artık Milli sebzemiz olan biberin, gazından nasiplenenler… Eskilerde bir ‘Kuru Fasülye’ vardı gaz sahibi olan, yurdum sınırlarında…Gazprom gazı hakeza, yakın vadede…
Anadolu’ya, Sılay-i Rahim’e gidenlerle bayram tatiline gidenler doluştular yine İstanbul’a…
Yakın gündem maddemiz İstanbul’un bitmeyen çilesi trafik…
Allahtan boğazda Cumhuriyetin kutlamasına binaen havai fışıklar patlatıldı da biraz olsun neşelendik; milyon dolarlar karşılığı…
Sandy kasırgası ilahi adalet misali Amerika’ya hesap sorarken, Amerika’da Yemen’i bombalayarak kendi malum adaletini tecelli ettiriyordu. Uğruna bir milyon şehid verdiğimiz,  bizden kopartılan Yemen’i…
Kahve yemenden gelirdi eskilerde; şimdilerde Starbucks cafe…
Değiştiğini zannettiğimiz, değişmeyen gündemlerle değişmeyen gündemlerimiz…
Anayasa…
Terör…
Bol inşaat…
Endeksliyiz bi şekilde heran bir yerlerde olacak depremlere…
Noel kapıda…Bir yılı daha devirdik…Yine vur patlasın, çal oynasın…Gangnam style dansı pek bi moda…
Hülyadan uzun süredir bir haber yok, onu konuşmayı özledik! Tatlıses, seda, erbil…
Kuzey, Güney savaşında Birleşmiş milletler arabuluculuk yapacak mı?
Bayram dönüşü ne yazmalı ki?
Hep aynı şeyler…
Monoton geçiyo be hayat!
********************
Yukarıdaki fotoğraf, bir zamanlar babamın kullandığı lokomotif... Babam Rahmet-i Rahman'a kavuşalı bir seneyi aştı...Babamın kullandığı "tren" ıskarta... Değişmeyen tek şey milletin makus talihi!
Çocukluğumun bayramları, öpülen eller şimdilerde birilerinin alay konusu!
İşin aslı asıl şimdi; KURBAN ZAMANI!

Sevdiklerimizden sevdiklerimiz için vazgeçme zamanı!

****

Hayr'ola!

****
Slm ve dua ile!


FEHMİNİZM




Nüfus ya da eski deyimle “kafa kağıdındaki” ismim FEHMİ. Ailedeki ismim ise Murat! Hadi bu kez yazımıza biraz espri katalım da Fehminizm’den bahsedelim.
Fehmi’nin kelime anlamı fehimden yola çıkarak anlayışlı, kavrayışlı olan kimse demektir.
“İzm” ise İngilizce'de -ism sonekidir. Türkçe'de -cilik, -culuk, -lıkçılık şeklinde bir kelimenin sonuna gelir. Sonu -ism ile bitmesine rağmen Türkçe'de birçoğu aynıyla kullanılıp -izm sesiyle kullanılır. Bu kelimeler bir doktrine, akıma, teoriye, politik yapılara, sanat ve meslek akımlarına, devlet kavramlarına, din ve mezheplere ait olabilir. Kominizm, kapitalizm, realizm gibi… Eski Yunanca "ismos"tan gelen ektir. Esas kökü itibariyle "doktrin" manasına gelmektedir.
Cemil Meriç'e göre; 'anlama kabiliyetimize giydirilmiş deli gömlekleridir’; bütün izm’ler!
Aslında insanların, insanlar tarafından yapılan ve yapılacak olan ayrımcılığını kolaylaştıran basmakalıp felsefi terimlerdir. Bir grubun ya da topluluğun diğerlerinden farkını belirtir.
Yirminci yüzyıl beşeri ideolojilerinin yaftasıdır. Yaftalamanın kısa yolu, uzlaşma ve anlaşmanın önündeki settir. Yarı aydınların dinidir “izm”. Aslında kullanımı sokağa nüfuz etmiş kaypaklık bildiren bir son ektir.
Bir kitleyi mi sömürmek istiyorsunuz? O kitlenin inanışının ya da hayatı algılama biçiminin sonuna “
izm” koyun, "ben sizin bunalımlarınıza son vermek için geldim"ler eşliğinde hangi “izm”den yana olduğunuzu söyleyin ve karşı “izm”lere de mutlaka .ok atın. Çatışma ortamlarının bakteriel unsurudur “izm” ler!
Ya da insanları etrafınıza toplayıp güç kazanmak ya da gücünüze güç katmak mı istiyorsunuz; neden bir izm sahibi olmuyorsunuz?
Herkesin bir izm i var ise buyrun bir de benden bir izm! FEHMİNİZM! Tarafgirlerimin ismi Fehministlerdir!
Ne demekti, Fehmi? Anlayışlı olan! Anlayış! Nedir anlayışın dayanağı? Kendini karşıdakinin yerine koymak! Yani; empati!
Empati veya eşduyum, bir başkasının duyguları, içinde bulunduğu durum ya da davranışlarındaki motivasyonu anlamak ve içselleştirmek demektir. Kendi duygularını başka nesnelere yansıtmak anlamında da kullanılır. Empatinin zıt anlamlısı antipatidir
Yani;
1- Bir insanın kendisini karşısındaki kişinin yerine koyarak, olaylara onun bakış açısıyla bakmak.
2- Karşıdakinin duygu ve düşüncelerini doğru olarak anlamak ve hissetmek.
3- O kişiyi anladığını ona ifade etmek.
Empati kaynağını nerden alır peki? Tabiki de İnsani Değerlerden! Peki Nedir İnsani değerler?!
İnsani değerler, bir başkasının insani varlığı için içimizde hissettiğimiz ve başkalarına göstermek istediğimiz kendi özümüz üzerine bina edilmiş birbirinden farklı müspet his ve duygularımızdır. Beşeri varlığı esas özüne ulaştıran ve o varlıktan gerçek anlamında bir insan meydana getiren duygu, düşünce ve davranışlardır. Bu değerlerle beşeri münasebetlerimizi geliştirebilir, çalışmalarımızı verimli hale getirebilir ve insani hayatımızı idame ettirebiliriz.
İnsanlığa kasteden şiddeti bunlarla önleyebilir, adâleti bunlarla gerçekleştirebilir ve insani huzuru bunlarla temin edebiliriz. Sadece insani değerlerle kendimizi bulabilir ve toplum halinde huzur ve güven içinde mutlu bir halde yaşabiliriz.
İnsani değerlerin kişilere yeniden öğretilmesi ve yaşatılması ile farklı din, dil, kültür ve cinslerle insanlar arası bağlar kurmak mümkün olacaktır.
İnsan benliğinin, heva ve heveslerinin, bencilliğin aksine etik değerlerin belirttiği, insanlara ve diğer bütün varlıklara saygı gösterilmesi ve haksızlık yapılmaması, onlara âdil davranılması demektir ki, ahlaki değerlerin evrensel emirlerindendir.
“İnsanlık”, insan yapan değerleri içerir. Özgürlük, eşitlik, kardeşlik, adalet, sevgi, saygı, hoşgörü, dostluk ve dayanışma insana özgü ve bütün insanlar için ortak sayılabilecek üstün değerlerdir. İnsan her şeye bu değerlerin penceresinden bakar. İnsanın tavır ve davranışlarında kendini gösteren bu güzel ve doğru nitelikler herkes tarafından kabul görür. Medenileşmiş demokratik tüm toplumlarda bu tür üstün değerler onaylanır ve erdem olarak kabul edilir. Örneğin bir insanın hayatını kurtarmak için organ bağışında bulunmak erdemli bir davranış olur.
Adaletli davranma ve diğer insanlarla paylaşabilme, affetme affedici olabilme, ahde vefa (sözünde durma), akrabalara iyilik, ahlak sınırlarını aşmama, anlaşmalara riayet, barışçı olma, cömertlik, dargınları barıştırma, emanete riayet, fakirlere iyilik yapma, kırıcı olmadan insanların rahatsız olmayacağı şekilde konuşmak, güzelce tartışma, hilm sahibi olma, insanlara ve haklarına karşı saygılı olma, iyilikte yarışma, kendisi için istediğini başkası içinde isteme, kötülüğü iyilikle savma, selamlaşma, tevazu sahibi olma, varlıkları olduğu gibi görme ve varlığı değerli görme, Irkçı egoist olmama, gibi daha yüzlerce değeri sayabiliriz. Şefkatli olmak, alçakgönüllük, hoşgörü ve anlayışlı olmak, başkalarını kendi çıkarı ve amacı için kullanmamak, gerçek sevgiyi varedebilmek, açgözlülüğünü yenmiş olmak, sabırlı ve cesur olmak, dürüstçe ve yüreklice yaşamak vb...
Bir insan, diğer insanların, onlara ait özellikleri, niyetleri ve istekleri, davranışları hakkında hüküm verirken, kendisine ait olan değerler penceresinden bakar. Bu pencereden gördükleri, çerçeve içerisinde kalıyorsa onaylar aksi taktirde yadırgar ve reddeder.

Değer kelimesine toplumsal açıdan baktığımızda, çeşitli olaylar, olgular ve fikirler karşısında bireylerin tepki ve fikir birliği olarak tanımlayabiliriz.

Anlaşılacağı üzere, kişi, çevresini sahip olduğu değerlere göre yargılar. Aynı zamanda, kişi çevre tarafından, toplum değerlerine göre yargılanır. Bu karşılıklı yargılamaların, toplum bireyleri arasında bir istikrara kavuşması noktasında, toplumsal bir kültür değerleri bütününün oluştuğu görülür.
Fakat oluşan her kültür, sahip olunması gereken değerleri ihtiva etmeyebilir. Psikolojik olarak sağlıksız insanlar mevcudiyeti nasıl doğal ise, sosyolojik olarak hasta toplumlar bulunabilir.
İnsani değerler ile evrensal değerler karıştırılmamalıdır!

Evrensel değerler kavramı da, bu düşünce ışığında ortaya çıkmıştır. Evrensel değer olarak nitelendirilen bir olgunun, uluslararası bir nitelik kazanmış olduğu bütün insanlığı ilgilendirdiği insanın doğasında mevcut olduğu varsayılır.

Günümüzde, evrensel değerler denilince genel olarak, insanın doğuştan sahip olduğu hak ve özgürlükler, belli kriterlere bağlı olarak yaşamasını garanti altına almayı hedefleyen fikri, ahlaki ve sosyal değer yargıları anlaşılmaktadır. Kültürleşme sürecinde tüm dünya milletlerinin paylaşmaları gereken ortak kültür öğeleridir.

Evrensel değerler konusuna girmeden önce değer kelimesi üzerinde duralım:
“Değer” kelimesinin sözlük anlamı “Bir şeyin önemini belirlemeye yarayan soyut ölçü, bir şeyin değdiği karşılık, kıymet, bir şeyin ya da şahsın taşıdığı yüksek ve yararlı nitelik ya da kıymet “ olarak verilmiştir.
Değer kelimesini, psikolojik açıdan ele aldığımızda, düşünce, eylem işlem yada nesnenin insan için taşıdığı önemi belirleyen, niteliğe ve niceliğe ilişkin inançlardır şeklinde tanımlayabiliriz.
Bir insan, diğer insanların, onlara ait özellikleri, niyetleri ve istekleri, davranışları hakkında hüküm verirken, kendisine ait olan değerler penceresinden bakar. Bu pencereden gördükleri, çerçeve içerisinde kalıyorsa onaylar aksi taktirde yadırgar ve reddeder.

Kişisel ve toplumsal, yani kültürel değerlerin ne olduğunu netletleştirdikten sonra, “Evrensel Değerler” ifadesi ile neyin işaret edildiğini anlamaya çalışalım.
Doğaya baktığımızda, onun her bir parçasının kusursuzluğunu ve sayılamayacak kadar çok parçanın, inanılmayacak kadar mükemmel uyumunu görürüz. Bunu, keşfedilmiş en büyük astronomik sistemlerden, gözümüzle görebildiğimiz en küçük parçasına kadar gözlemlemek mümkündür.
Bunun sonucunda ise, söyleyebiliriz ki; doğa belli doğrular, gerçekler, kurallara göre işler ve bu kurallar, gerçekler ve doğrular tüm evren için geçerli olacaktır.
İnsan oğlunun da, bu evrenin içerisinde, onun bir parçası olarak varlığını sürdüğünü, düşündüğümüzde, insanoğlu için de, evrende değişmez doğrular, gerçekler ve kurallar olması gerektiği sonucuna varırız.
Evrensel değerler kavramı da, bu düşünce ışığında ortaya çıkmıştır. Evrensel değer olarak nitelendirilen bir olgunun, uluslararası bir nitelik kazanmış olduğu bütün insanlığı ilgilendirdiği insanın doğasında mevcut olduğu varsayılır.
Günümüzde, evrensel değerler denilince genel olarak, insanın doğuştan sahip olduğu hak ve özgürlükler, belli kriterlere bağlı olarak yaşamasını garanti altına almayı hedefleyen fikri, ahlaki ve sosyal değer yargıları anlaşılmaktadır. Kültürleşme sürecinde tüm dünya milletlerinin paylaşmaları gereken ortak kültür öğeleridir.
Uluslar arası düzeyde insan hakları, hayvan hakları, çocuk hakları, kadın hakları, işçi hakları, hasta hakları ve azınlık hakları olarak algılanmakta ve uygulama alanı bulmaktadır.
Evrensel değerleri, doğanın içinde kendiğilinden var olan değerler olarak tanımlamıştık. Öte yandan, doğa kanunları ile uyumlu olan canlıların güçlendiği, uyumu yakalayamayanların zayıfladığı ve zayıf olanların yine tabiat tarafından elendiği, kanıtlanmış bir gerçektir. Bu gerçek “Doğal Seleksiyon” olarak adlandırılmaktadır.
Kültürün de toplumsal ve canlı bir olgu olduğunu göz önüne alarak, sahip olduğu değerlerin evrensel değerlerle taban tabana zıt olduğu bir kültür düşündüğümüzde bu kültürün dolayısıyla toplumun doğal seleksiyona tabi tutularak, doğa tarafından yok edileceği sonucuna varmak yanlış olmaz.
Tarihte yaşamış üç yüz kadar uygarlığı incelediğimizde bu uygarlıklar içerisinde kültürleri evrensel değerlerden yoksun olanların zaman içinde yok olduğu sonucunu görürüz. Kültürel değerler ve evresel değerler arasındaki ilişkinin ne kadar önemli olduğu görülmektedir.
Bütün bunların ışığında, tarih öncesi çağlardan beri varlığını sürdürmekte olan Türk Milletinin, sahip olduğu kültürel değerlerin evrensel değerler ile büyük oranda örtüştüğü, değişimini ve gelişimini evrensel değerler doğrultusunda devam ettirdiği sonucuna varabiliriz. Binlerce yıllık sağlam kültürel kökümüze rağmen Türk Milletinin kültürü de çağımızdaki baş döndürücü bilimsel ve teknolojik gelişmelerle, tüm dünyanın yaşadığı değişim atağı içerisinde payına düşen değişimi yaşamaktadır. Bu hızlı değişimin, tarihimizde yaşanmış olan üstün değerleri kayba uğratmadan, bir gelişim şeklinde yaşatmak ise, değişim istikametinin evrensel değerler doğrultusunda gerçekleşmesiyle mümkün olacaktır.
Halkımızın düşük eğitim seviyesi göz önüne alındığında evrensel değerler ile emperyal değerlerin arasında bir metamorforda olduğunuda unutmayalım.
Her birimiz düşünerek ya da hislerimize başvurarak pek çok değerin evrensel olduğuna hükmedebiliriz. Bu değerlerin insan ve toplum için zararlı olduğu ispatlanmadıkça, bunun yanlışlığı da iddia edilemez.
Günümüzde en çok kullanılan kültürel kavramlardan biri de evrensel kültürdür. Buna bazen küresel kültür denmektedir.
Küreselleşme toplumların yönetimi ve yönetim politikaları, ideolojisi ve kültürleri üzerinde uluslararası sermayenin ekonomik politikası, kültürü ve ideolojisinin egemenliğini kurması ve geliştirmesini anlatır. Küreselleşme yeni-sömürgeciliğe geçişi büyük ölçüde tamamlamayan emperyalizmin kendi için koyduğu yeni isimdir. Küreselleşmede esnek üretim, yerellik, bürokrasinin küçültülmesi, yapısal uyarlamalar, özelleştirme, deregülasyon, gümrüklerin kaldırılması, uluslararası şirketlere garantiler, teşvikler ve teşviki kolaylaştıran yasalar gibi küresel sermayenin ve ortaklarının işini kolaylaştıran, karını artıran ve ona güvenli pazar ortamı yaratan kurumsallaşma ve ilişkinin doğasını biçimlendirme vardır. Bilinç yönetimiyle ilgili meşrulaştırıcı gerekçe ise bu şirketlerin gittikleri yerlerde iş alanı açtığı, istihdamı artırdığı, standartları yükselttiği, demokratikleşmeyi getirdiği gibi iddialardır. Dolayısıyla, ekonomik küreselleşmenin başarısı bilinçsel, bilişsel, davranışsal ve kültürel küreselleşmenin yaygınlık kazanmasına bağlıdır. Bu ikinci türle küreselleşme desteklenerek tamamlanır.
Emperyalizm küreselleşme olarak satılmaya başlandığından beri küresel pazarın kültürü, yani kültürel emperyalizm de evrensel kültür olarak dönüşüme uğratıldı. Küresel kültür çıktığı yerin çok ötesinde işler. Menşeiyle hiç bir gerçek bağ tutmaz; bağlamsızdır, başka yerlerden (ve hiç bir yerden) gelen ayrı elemanlara sahiptir. Ortak bir geçmişle bir bağ kurmaz ve tutmaz; ulusal kültürden farklı olarak “hafızasızdır” veya çok kısa bir hafızaya sahiptir. Aslında küresel kültür teknolojiyle üretilmiş, bilinç yönetimi yapıları içinde hesaplanmış bir kültürdür. Görünüşte bir yere, dine, inanca, dünya görüşüne bağlı değildir, kopmuştur ve yansızdır. Varlığı önce teknolojik kitle üretimine ve uluslararası dağıtıma bağlıdır; sonra da tüketen kitlelere. Sürekliliği uluslararası pazar yapısı ve iletişim sistemlerine bağlıdır.
İnsanın toplumsal yaşamında hiç bir şey her insanı kapsayan evrenselliğe sahip olamaz. Doğum, ölüm, üretim, yemek, içmek, barınmak ve iletişim gibi evrensel gerçekler vardır, fakat evrensel gerçekler somut insanın somut yaşam koşullarında evrenselliğini yitirir. Kadınların doğurduğu evrensel bir gerçektir, çünkü dünyanın her yerinde kadınlar doğurur. Fakat dünyanın her yerinde kadınlar aynı şekilde doğurmaz, aynı şekilde çocuk yetiştirmez. Dolayısıyla evrensel gerçek ile kültürü karıştırmamak gerekir. Evrensel gerçek somut sosyal üretimin kültürel pratiğinde evrensel karakterini yitirir.
Niceliksel çoklukla evrenselliği de karıştırmamak gerekir. Evrensel olanı belirleyen nicel çokluk değil, nitel karakterdir. İnsanların susadığı ve su içtiği evrensel bir gerçektir. Suyun ne tür olduğu, nasıl içildiği ve suyun içilmesinden ne tür doyumlar elde edildiği kültüreldir. Herkesin Coca Cola içmesi, Coca Cola kültürünün evrenselliğini anlatmaz; bir tüketim kültürünün diğer kültürler üzerindeki egemenliğini anlatır. Herkesin Coca Cola içmesi evrensellik için yeterli bir koşul değildir, o kültürel pratiğin her yerde yeniden üretilmesi ve anlamlandırılmasında ortaklık olmalıdır: Her yerde herkes Coca Colayı aynı nedenlerle, aynı doyumlarla ve aynı atıflarla içmezler. Mal tüketiminin nicel yaygınlığının nedenleri, sağladığı psikolojik doyumlar ve giderdiği gereksinimler aynı değildir. Dolayısıyla, tüketim her yerde olsa bile, evrensel kültürden bahsedilemez. Dönerin her yerde yenmesi döner kültürünü evrensel bir kültür yapmaz. Marlboro içen biri Amerikanın bir parçasına sahip olamaz. Aslında evrensel kültür imkansız bir düştür!
Global köyün insanları, özellikle Batılıların dışındakiler, 1980'den beri elektronik medyanın haber, hayal ve imaj dünyasının içine kitleler halinde atılmışlardır, fakat küreselcilerin iddiasının aksine, globalleşme ve dönüşüm siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel farklılıklar ötesine geçerek insanları egemen bir dünya cemiyetinin üyesi yapmamıştır. Üyelik ile kölelik ve sömürü karıştırılmamalıdır. Zincire vurulanın zincirine üyeliği, zincirine vurgunluğunu (sahte bilinci) anlatır ve bu üyelik zincire vurulmanın (örneğin ücret köleliğinin) ortadan kalktığını (veya emperyalizmin olmadığını) anlatmaz Evrensellik ve küresellik;  baskınlığı, boyun sunmayı, boyun sundurmayı ve mücadeleyi içinde taşıyan bir öznelliği anlatır.
Evrensel kültür: Farklı ırkları, farklı dilleri içine alan kültürdür. Bütün kültürleri içeren bir kültür çeşididir.Tarihsel ve toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan her türlü değerlerle bunları kullanmada sonraki kuşaklara iletmede kullanılan insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların tümüdür.
Günümüzde en çok kullanılan kültürel kavramlardan biri de evrensel kültürdür Buna bazen küresel kültür denmektedir
Küreselleşme toplumların yönetimi ve yönetim politikaları, ideolojisi ve kültürleri üzerinde uluslararası sermayenin ekonomik politikası, kültürü ve ideolojisinin egemenliğini kurması ve geliştirmesini anlatır. Küreselleşme yeni-sömürgeciliğe geçişi büyük ölçüde tamamlamayan emperyalizmin kendi için koyduğu yeni isimdir. Küreselleşmede esnek üretim, yerellik, bürokrasinin küçültülmesi, yapısal uyarlamalar, özelleştirme, deregülasyon, gümrüklerin kaldırılması, uluslararası şirketlere garantiler, teşvikler ve teşviki kolaylaştıran yasalar gibi küresel sermayenin ve ortaklarının işini kolaylaştıran, karını artıran ve ona güvenli pazar ortamı yaratan kurumsallaşma ve ilişkinin doğasını biçimlendirme vardır Bilinç yönetimiyle ilgili meşrulaştırıcı gerekçe ise bu şirketlerin gittikleri yerlerde iş alanı açtığı, istihdamı artırdığı, standartları yükselttiği, demokratikleşmeyi getirdiği gibi iddialardır Dolayısıyla, ekonomik küreselleşmenin başarısı bilinçsel, bilişsel, davranışsal ve kültürel küreselleşmenin yaygınlık kazanmasına bağlıdır Bu ikinci türle küreselleşme desteklenerek tamamlanır

Ulusal kültür: Ulusal (milli) kültür, bir millete kimlik kazandıran, diğer milletlerle arasındaki farkı belirlemeye yarayan, tarih boyunca meydana getirilen o millete ait maddî ve manevî değerlerin uyumlu bir bütünüdür. Bir toplumu millet yapan ve onun bütünlüğünü sağlayan ulusal (milli)kültürdür. Bir millete özgü bilgi, inanç ve davranışlar bütünü ile bu bütünün parçası olan maddi nesneler.Bir milletteki toplumsal yaşamın dil, düşünce, gelenek, işaret sistemleri, kurumlar, yasalar, aletler, teknikler, sanat yapıtları gibi her türlü maddi ve tinsel ürününü kapsamına alır.
Milletlerin, tarih boyunca geçirdikleri pek çok sarsıntılı anlardan bile hiç elden bırakmadıkları bir takım değerleri vardır. Bu değerler, fert fert olduğu kadar toplumun bütün katlarında da aynı şevk ve heyecan kaynağı olur. Çünkü bu değerler o milleti meydana getiren bütün kişilerin ve zümrelerin ortak var oluş kaynakları, var oluş sebepleridir. Devletler, başka devlet ve milletlerle olan münasebetlerine hep bu millî değerleri açısından bakmak zorundadırlar. Yeni ortaya çıkan durumları da milletler ve millî değerler çerçevesinde değerlendirip yollarını ona göre çizmek durumundadırlar. Bu millî değerlerin bir kısmı ortaktır. Yani diğer milletler ve devletler de aynı değerlere sahip olmak arzusu besleyebilirler. O değerlerin yanında bir takım millîlik vasfı taşıyan pek çok özel değerler vardır. Türk milleti olarak bizim millî değerlerimiz, vatan sevgisi, bayrak, millî marş, istiklal, dinî inançlarımız, gelenek ve göreneklerimiz, yakın tarihimizde geçirmiş olduğumuz mücadeleler, devlet ve millet büyüklerimiz, tarihî kişiliklerimiz vb. sayılabilir.

Dolayısıyla anlıyoruzki dünya barışına geçebilmenin tek yolu FEHMİNİZMDİR!  Haydi Fehministler küresel bir faaliyet gösterip bu yazıyı diğer izm sahibi insanlarla paylaşalım. Dünyanın değişik dillerine çeviripte paylaşalım hemide! Artık Türkiye kökenli yani bir ideolojimizde oldu. Hayrlı olsun!