29 Kasım 2017 Çarşamba

EFENDİMİZ
Bizi de, kainatı da bir yaradanın olduğu muhakkak. Peki yaratıcıyı nerden bilip tanıyacağız? Tarih boyunca insanlık bu konuda mevlasını arayıp durmuştur. Biz Müslimanların bu soruya cevabı Kuran isimli kitap ile olmuştur. Biz Kuranla Allah'ı bilmiş, bildikçe de sever olmuşuzdur. Kuranı yani rabbin kendisini onun mesajını bize getiren elçisini de...yani bizden biri olan o insanı da çok sevmişizdir. Anamızdan, babamızdan, hayatımızdan üstün tutmuşuzdur. Bu konuda da şehadetimiz vardır. Deriz ki "Allah birdir. Ondan başka ilah yoktur. Onun kulu ve resulu olan Muhammede de şehadet ederim."
Kuranın ve kuranı bize getiren elçisinin yolunda gittikçe insanlık huzuru bulmuştur. İnsanlığını bulmuştur. Kuranın ve Peygamberin yolundan uzaklaştıkça da yeryüzü insanlığın zulmünden nasibini almıştır.
İşte bizim Allah ve resulu denklemimizi bilen şer güçler bu hususta ki akaidimizi bozmak için vargüçleriyle asırlardır çalışıp durmaktalar.
Rabbimizden uzaklaşmamız için Kuranı Müslümanın hayatından uzak tutmaya gayret etmişlerdir. Onu adeta ölüler için indirilmiş bir kitap formatına indirgemişlerdir. Haşa bir cenaze ritüel kitabıdır Kuranımız.
Efendimize gelince...Bizim başka efendiler edinmemiz için bir gayretkeşlik içindedirler. Onun sünnetlerini silip atmanın telaşına düşmüşlerdir. Hem de bunu müslüman görünümlü dinbazlar vasıtasıyla yapmaya çalışmaktadırlar.
Kuranı ve peygamberi olmayan ama adı islam olan bir dinle tanıştırmaya çalışmaktadırlar müslümanları.
Adeta hristiyanlar gibi yaşayan müslüman kalıbına sokmaya çalışıyorlar herbir bireyimizi.
Asla!
Razı olmayız!
Ki dinini koruyacağına ahdetmiş bir Rabbimiz var. Mesele imanını yitirmeyen Müslüman kavramını ihdas etmemiz lazım. Özellikle çocuklarımız ve gençlerimiz üzerinden bizleri cahil bırakarak yok etmenin hesabı içindeler.
Namazımız, orucumuz, haccımız adeta yapılan kültürel işgal neticesinde folklorik bir motif mesabesinde.
Ancak...
Efendimizi anıyoruz adı altında doğum günleri şartanlığına düşmeyelim.O işin arkasında da modernizmin tuzaklarından biri olan doğum günü kavramını normalleştirme işlemi yapılmaktadır.
Ki gençlerimiz özellikle şehirlerde yaşayanlarımız kanıksanan doğum günü kutlama etkinliklerinde olmadık şirretlerin tuzağına çekilmektedirler.
Hasılı...
Bizi ve kainatı yaradan yüce yaratıcımızın Kuranın belirttiği Allah olduğunu biliyoruz. Buna iman ettik. Ayrıca inandık ki Kuranı nasıl anlayacağımızı ve yaşayacağımızı bize gösteren tek önderimiz, tek liderimiz...rol modelimiz efendimiz Hz. Muhammed'tir.
Bizim kalbimizi başka şeyler dolduramaz.
O kadar!
FEHMİ DEMİRBAĞ
ZİNHAR HARAM KARDEŞİM

Faiz, kumar, içki ve zina...mahşerde insanlığı felakete götürecek dört atlı.
Bütün şeytani ve beşeri sistemler bu dört esas üzerine kuruludur.
Bütün bu yapılanma var olduğu sürece insanlığın nefes alması mümkün değildir. Adaletsizliğin ve zulmün kapısıdır bunlar.
Kurulu düzenler ancak İslamın öngördüğü sistem ile tolere edilebilir.
Kesinlikle faiz yasaklanmalıdır. Faizin azı çoğu, vade farkı, kur farkı olmaz. Kar payı diye nitelendirilemez. Devlet yapımız faize dayalı bir ekonomik modeli benimsemiştir.

Kumar külliyyen haramdır. Ladesi, bahisi, altılısı, atlısı, eşeklisi, piyangoso haramdır. Ocaklar söndürür. Zararlarının tartışılması bile abestir. Devletimiz bu müesseselerinde hamisidir.
İçki...damlası bile haramdır, yasaktır. Neye göre; elbette İslam hukukuna göre. Ama bizde İslam hukuku olamaz. Çünkü biz seküleriz. Vergisini verdiğin sürece .ok bile yiyebilirsin bu sistemde.
Zina...o bile masumlaştı, haşa...Şunca sapkınlık lağım olmuşken. Çocuk tacizcileri mi dersin, ensest mi, bilumum ibnelik mi? Ne ararsan var. Bununda vergisini veriyorsan ne ala!
Ama biz müslümanız...He canım, he!
Bakın Şevki karabaşoğlu hoca ne diyor, bu alçak dünya düzeniyle alakalı. Sadece faiz kısmı anlatılan. Zamanı gelince diğer herzeleri de açıklarız, naçizane.

Faiz ile haraca bağlama tüyoları;
1. Önce ülkeye yüklü miktar döviz sokacaksın. Borsaya dalacaksın. Borsa tavan yapacak.
2. Fiyatlar zirvedeyken elindeki tahvilleri satacaksın dövize yatacaksın...döviz fırlayacak..
3. Döviz katlayınca devlet olarak faizleri yükselteceksin...
4. Faizler yükselince ellerindeki doları sana yüksek faizden borç verecekler. Kriz yaşamış riskli ülke olduğun için herkese yüzde 10 olan faiz sana yüzde 20...
5. Alacaklarını garantiye almak için önüne stand by anlaşması koyacaklar. memura ne kadar maaş vereceğine onlar karar verecek.
6. Oyun bittiğinde 100 milyar doların Yahudinin cebine akacak.
REİS NİÇİN REZEVR PARA ALTIN OLSUN DEDİ?
Üç kağıt oyununu yıkmak için?
Siyonistlerin üçkağıt oyunu:
1. YEŞİL KAĞIT dolar. Rothchild'in FED bankası 3 vardiya halinde mütemediyen dolar basıyor. Bu dolar ile gidiyor petrol alıyor pamuk alıyor.
2. SARI KAĞIT. Sonra o doları verdiği devletlere gidiyor. O yeşil doları bana ver sana sarı bir kağıt vereyim. ABD tahvili. Tahvili satıp doları alıp onu tekrar kullanıyor. Bu saattığı tahviiler bastığı doların rezervini teşkil ediyor.
3. BEYAZ KAĞIT... Devlletleri krize sokuyor dolaylı yoldan kasasında biriken parayı onlara borç veriyor. Borç verirken yeşil para vermiyor. Beyaz bir kağıt veriyor. Borç senedi. seni haraca bağlıyor.
ABD'nin taşeronluk yaptığı, 7 yahudi bankasının birleşerek kurduğu FED (merkez bankası) nın aracılık yaptığı sömürü çarkı SİYONİZMİN kassına para akıtıyor.
Reis bu çarkı kırmaya çalışıyor. Sömürülen ve fakir bırakılan tüm milletler buna destek çıkmalı.
Misalleyelim;
Yıl 1919 Almanya
Savaştan yenilmiş çıkmış ve parası pul olmuş vaziyette.
1 dolar 1,5 milyar marak yapıyor.
Almanlar ekmek almaya tomarla para götürüyor.
Almanlar incinen gururlarını tamir etmek için öyle bir dayanışma ve birliktelik seriliyor ki, akıllara seza.
5 yıl boyunca kimse elindeki parayı tüketime harcamayacak. Yeni çeket , yeni perde almayacak.
Kimin elinde kaç kuruşu varsa şirketlere gidip ortak olacak. Üstelik isteyen ortağı olduğu şirkette işçi olarak çalışacak.
Böylece bugün 10 bin ila 50 bin hissedarı olan dev şirketler ortaya çıktı. Mercedes, Wolkswagen, Bayet Gıba Geigy gibi.
5 yıl sonra Alman markı milyar kat değer kazandı.
1 dolar 1,5 mark oldu.
Japonlar II. Dünya savaşında yenilince bu modeli esas aldılar. Şimdiki büyük Japon şirketlerde böylece ortaya çıktı.

FEHMİ DEMİRBAĞ

28 Kasım 2017 Salı

YENİDEN SAMSUNA AYAK BASALIM, MİLLİ MÜCADELE BAŞLATALIM.

Galata gümrüğüne yakın bir yerde, bir çay ocağında üç candan dost memleketin pür-ü perişan haline ah etmekteydiler. İstanbul işgal altındaydı. İngilizler Müslüman Türk gencini alkolle, uyuşturucuyla ve fuhuşla ayrıca işgal ediyorlardı. Ki bu işgal onları İslam dairesinden çıkartıncaya kadar devam etsin. Sonrasında kurulan yeni devletin biçimlendirmesi de maalesef bu minval üzere devam edecekti. Alkol, kumar, faiz ve zina rejimin değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez örtülü esasları arasında yer alacaktı.
Mehmet Akif, Babanzade ve Bediuzzaman öncülüğünde Hilal-i Ahdar derneğini kurulur. Yani kötülükle mücadeleye azmetmiş Yeşilay derneği. Şimdilerde bu Yeşilayı yalnızca cigara mevzuunda hikayeden faaliyetlerde görüyoruz. Yeşilay ve Kızılay bu ümmetin milli markalarıdır. Kuruluş ruhuna uygun çalışmıyorlar ne yazık ki. Birilerinin koltuk hevesleri tatmin oluyor, o kadar.
Batı kafasıyla kurulan devletimiz maalesef İslam ruhunu bünyesinde barındırmamaktadır. Onun içindir ki bütün mevzular kronik-iflah olmaz bir çürüme göstermektedir.
Bir de kutsal müesseseleri kendi çıkarlarına kullanan kötücül iradeler bu işe tüy dikmektedirler.
Hukuk üstünün hukukudur artık. Üstün ise bu toplumda kötülüktür.
Şimdi sizle bir havadisi paylaşmak istiyorum. Gelin çıkın bu işin içinden.
Mustafa Kemal'in milli mücadele adına ilk ayak bastığı Samsun'dan bu haber.
Halkın Cumhuriyeti halkına sahip çıkmıyor. Burada da kötülerin borusu ötüyor.

"Atakumluların bar isyanı bitmiyor!
Atakum sahil yolu boyunca açılan barlar Atakum sahilinde oturan vatandaşların huzurunu bozuyor.
Samsun Atakum ilçe sahili boyunca açık alanda içkili işletme ruhsatı ve kapalı alanda canlı müzik ruhsatı alan mekanlar bölgede oturan vatandaşları canından bezdiriyor.
Gelen şikayetlere göre gece saat 00.2.00’ye kadar süren canlı müzik kapalı alanda binaların tamamına yayılarak oturanları uyutmuyor.
Atakum’da oturan mütedeyyin mülk sahiplerinin mahkemeye yaptığı şikâyetler de sonuç vermiyor.
GECE YARILARINA KADAR
Çünkü ne belediye ne de mekan sahipleri mahkemenin verdiği yürütmeyi durdurma kararını uygulamıyor.
Vatandaşlar, 153 Alo Zabıtaya yaptıkları şikayetlerin Samsun Büyükşehir zabıtaları tarafından uygulanmamasını eleştirerek, “Her yerlere tüm sakinler yazdık, telore edenler versinler bahçelerini açsınlar kapılarını. Hangi ideoloji, ahlak, ilim, irfan sahibi kabul eder, yıllarca kaçak yapılaşmayı fark etmemişler” diye der yandı.
ORTAK ALANLAR BAR OLDU
Atakum’da yargının yık dediği işletmeler belediye tarafından yıkılmamasından mustarip olan vatandaşlar;
“Sayın başkana çok yazdık ama cevaplamadı. Atakum’un sahilinde bahçelerimiz işgal edilip bar yapıldı bir sürü insan açıkta alkol alıyo. Naralar, şarkılar… Mahkemeye verdik kazandık da 2011 senesinde yıkılmadı daha da işgal arttı. Kim kabul eder camdan bak balkondan bak ellerde kadehler, üstüne iki belediye canlı müzik ruhsatı verdi şikayet ettik rapor tuttular kapalı yalıtımlı diye duvarı çatısı olmayan sokağın ortalarına. Bahçede kurulan sahnelerde ses 1 km den duyuluyor ama bizi o gürültüde bizi kimse duymuyor” diyor."

Muasırlaşma çabalarımız bütün hızıyla devam ediyor. Ensestlik, ibnelik, deistlik, uyuşturucu ve alkol gençlerimizi işgal ederken geleceğimizin de işgal edilişini kim görecek?

Hristiyanlar gibi yaşayan Müslümanlar elde etmek bu toplumlarda batının tek hedefiydi. Biz de çanak tutuyoruz bu alçak işgal hareketine.

Nerdesin Mehmet Akif'im. Bir daha Rabbim bu millete istiklal marşı yazmasın diye dua etmiştin ama...Yeni bir kurtuluş savaşına ihtiyacımız var, kim yazacak bu marşımızı?

FEHMİ DEMİRBAĞ

27 Kasım 2017 Pazartesi

ÇIĞLIKLARA KULAK VEREN YOK!
Bugün iki ayrı yazarımızın sezenişlerine kulak verelim diyorum. Bu uyarılar artık çığlığa dönüşmeye başlamasına rağmen hala...ısrarla bu avazları ne duyan var, ne kulak veren.
Herşey, dava adına işaretlenen herşey ama Recep Tayyip Erdoğan'ın şahsına kilitlenmiş durumda. Çözülme ve çürüme ayyuka çıkmışken ne yazık ki kendiside ondan beklenen veliaht makamına bir işaret te bulunmuyor. Sonrası ne meçhulun alası! Seçim süreci karanlık bir belirsizlikte. Fazla konuşmak, moralleri bozmak istemiyorum ama...Gidişat sıkıntılı...Farkeden de biz acizler...
Önce Dilipak'ı dinleyelim.Bundan 20 yıl kadar önce İstanbul Eczacı Odasında danışmanken, bir Fransız kozmetik sektör heyeti geldi. Kozmetiğin sağlık, mutluluk, sosyal hayat üzerinde etkilerini anlatıyorlar ve bir yandan da başörtülü kadınların saçlarını örttükleri için saç kozmetiğinin bu ülkede yeteri kadar revaçta olmadığını, abdest altıkları için tırnak, yüz kozmetiğinin çok geri kaldığını, modern hayatta kadının kendini göstermesi için bu geleneklerden kurtulmak gerektiğini filan anlatıyorlardı.
Bugün bakıyorum da, bizim başörtülü kızların yüzü, gözü boyalı, tırnaklarda oje. Ojeleri eskimiş!? Bunlar hiç mi namaz kılmıyorlar? O zaman başörtüsünün ne anlamı kaldı, bir aksesuar olmaktan başka.
Bu da aynı merkezden farklı bir saldırıydı aslında, bizi inanç, tarih ve değerlerimizden soyutlamak için. Din, giderek ritüeller, seremonilere, ikonalara indirgenmiş folklorik bir gösteriye dönüyor. Hafızlar “kulak pası”mızı siliyor, Mevlidhanlar bizi uçuruyor. Din zaten kültür! Ders kitabının adı da öyle. “Din dersi” değil, “Din kültürü dersi”. Baksanıza bizimkiler artık “eğitim modelleri”ni ithal ediyorlar. Fransa’dan mürebbiye ithal eden Tanzimat kafası gibi, ABD’den, İngiltere’den, Fransa’dan, hatta Vatikan’dan “method” ithal ediyoruz. “Tanrı aşkına” (!?) ne oluyor ya hu! Hani “Kem alat ile kemalat olmaz”dı. Vatikan’ın diğer din ve kültürlerle iletişimi için geliştirilen bir metot üzerinden “Müslüman nesil” mi yetiştireceksiniz! Hadi Saint Benoit, Saint Josef, Notre dame de Sion, Alliance İsrailiyet’e mezunu Müslüman gençlik(!) size gün doğdu. Hadi yeni “Galip hoca”lar! Size bu gidişle FETÖ bile az gelir, yarın! Zira yeni FETÖ’ler kapıda sizi bekliyor. Kuklacıda kukla mı tükenir! “Kurbağa haşlaması” denen şey böyle bir şey olsa gerek. Onun için aklımızı başımıza alalım. Kapıdan kovduklarınız bacadan giriyor. Şapkalı diye yüz çevirdikleriniz sarık sarıp, sakallarını sıvazlayarak, başörtülü sekreterleri ile, yanlarına sizden birilerini alarak geliyorlar.Bundan 20 yıl kadar önce İstanbul Eczacı Odasında danışmanken, bir Fransız kozmetik sektör heyeti geldi. Kozmetiğin sağlık, mutluluk, sosyal hayat üzerinde etkilerini anlatıyorlar ve bir yandan da başörtülü kadınların saçlarını örttükleri için saç kozmetiğinin bu ülkede yeteri kadar revaçta olmadığını, abdest altıkları için tırnak, yüz kozmetiğinin çok geri kaldığını, modern hayatta kadının kendini göstermesi için bu geleneklerden kurtulmak gerektiğini filan anlatıyorlardı.
Bugün bakıyorum da, bizim başörtülü kızların yüzü, gözü boyalı, tırnaklarda oje. Ojeleri eskimiş!? Bunlar hiç mi namaz kılmıyorlar? O zaman başörtüsünün ne anlamı kaldı, bir aksesuar olmaktan başka.
Bu da aynı merkezden farklı bir saldırıydı aslında, bizi inanç, tarih ve değerlerimizden soyutlamak için. Din, giderek ritüeller, seremonilere, ikonalara indirgenmiş folklorik bir gösteriye dönüyor. Hafızlar “kulak pası”mızı siliyor, Mevlidhanlar bizi uçuruyor. Din zaten kültür! Ders kitabının adı da öyle. “Din dersi” değil, “Din kültürü dersi”. Baksanıza bizimkiler artık “eğitim modelleri”ni ithal ediyorlar. Fransa’dan mürebbiye ithal eden Tanzimat kafası gibi, ABD’den, İngiltere’den, Fransa’dan, hatta Vatikan’dan “method” ithal ediyoruz. “Tanrı aşkına” (!?) ne oluyor ya hu! Hani “Kem alat ile kemalat olmaz”dı. Vatikan’ın diğer din ve kültürlerle iletişimi için geliştirilen bir metot üzerinden “Müslüman nesil” mi yetiştireceksiniz! Hadi Saint Benoit, Saint Josef, Notre dame de Sion, Alliance İsrailiyet’e mezunu Müslüman gençlik(!) size gün doğdu. Hadi yeni “Galip hoca”lar! Size bu gidişle FETÖ bile az gelir, yarın! Zira yeni FETÖ’ler kapıda sizi bekliyor. Kuklacıda kukla mı tükenir! “Kurbağa haşlaması” denen şey böyle bir şey olsa gerek. Onun için aklımızı başımıza alalım. Kapıdan kovduklarınız bacadan giriyor. Şapkalı diye yüz çevirdikleriniz sarık sarıp, sakallarını sıvazlayarak, başörtülü sekreterleri ile, yanlarına sizden birilerini alarak geliyorlar.
Ufuk Coşkun isimli kardeşimizin bu yazısını paylaşmak ta evla oldu.
Salih Mirzabeyoğlu, “ çıldırtan yalnızlık” diyordu. “Beni kimse anlamıyor…” 2 metrekarelik “hücre yalnızlığı” değildi kastettiği. Ülkenin en kaliteli en cesur mütefekkirine 10 yıl boyunca işkence yaptılar bu ülkede. Mücadele ise mücadele, bedel ise işte bedel ödeme.
Sonuç; ilgisizlik, hissizlik… Hala öyle! Fakat onun yalnızlıktan kastı; düşüncelerinin anlaşılmaması idi. Bu cesur mütefekkir yalnızdı. Yalnız bırakıldı. DHKP-C’li soytarılar tahliye olurken Şehmus da “ çıldırtan yalnızlık” diyor.
Belediye, herifin telifinde indirime gitmiş “bedel ödedik, bizi harcamaya çalışıyorlar” diye ağlıyordu!
“Devlet benim”( L’etatc’estmoi) demişti Ondördüncü Louis. Bugün de küçük bir azınlık diyor bunu. Lakin her birinin devleti ayrı! Kimi oturduğu koltuğa devlet diyor, kiminin devleti para, kiminin köşe, kiminin ki şöhret. On bin şeye birden inanmak diyorlar buna.
Nevrotik bir patlama bu! Ruhsal bir enfeksiyon hali! Çok ciddi bir yozlaşma, paçozlaşma süreci. Herkesle uzlaşırım diyor adam, yeter ki kendime kurduğum şu küçük saltanat yıkılmasın. Oysa bugün yaşanan onca hadiseye rağmen “herkesle uzlaşırım, benim kimseyle bir sorunum olmaz” diyen adam ya korkaktır ya yavşak!
Evet, dedelerimizin bin yıl önce Malazgirt’te at sırtından attıkları ok, 15 Temmuz’da düşmanın kalbine saplanmıştı. Çünkü onlar düşmanı hep kalbinden vurdular. Bir ruhtan bahsediyorum. Toprağa, Hakk’a, adalete, ahlaka ve vicdana olan sadakatten dürüstlükten, netlikten bahsediyorum.
At sırtından indiğimiz gün bitti bunlar. Heyecanımız, umudumuz, aşkımız, davamız… Bugün peygamberin sünneti denildiğinde akla mercedes, villa ve güzel bir avrat geliyorsa bundandır…
Ruhu bedenlerinden çekilmiş et yığınlarına döndük. Önüne geleni ezmeye çalışan, dışlayan, yaygaracı, tetikçi çapsızlardan oluşan bir ordu kurduk kendimize… Yükü omuzlamanın külfetinden kaçmak için sığındıkları küçük kuytu köşelerinde vatan kurtaran sahte kahramanlarımız var artık. Salına salına, kibirle, gururla yürüyorlar.
Ama korkaklar, ezikler, net bir duruşları, düşünceleri yok. Yüzleri kabuk tutan bu korkakların artık savaşacak olanağı da kalmadı. Tıkındıkça heyecanları bitti, kazandıkça kudurdular. Artık karşımızda güdülerinin esiri olmuş kendi gölgesinden bile korkan kemik torbaları var.
Hani, Doğu ile Batı’nın, madde ile mananın birbirine çarptığı yerde düşürülmüş bir sancağın ve o sancağın temsil ettiği değerlerin hatırasına büyük bir saygı duyarak dövüşecektik. Ne oldu lan size?
Ciğeri beş para etmez dalkavukları TV’lere doldurup solucan belgeseli izletir gibi izlettiniz millete!15 yıldır hiçbir imkânın esirgenmediği kanallarınız, gazetelerinizde sayıları üç-beş taneyi geçmeyen kaliteli adam dışında kimse yok. Sendikalarınız iflas etti! Elin gâvuru çocuklarınızı masal kitaplarıyla, dövüyor, onların ruhlarını paramparça ediyor. Neden sesiniz çıkmıyor?
Rant için bu kadar omurgasızlaşabilen bir insan malzemesine sahip olmamız zaten işgalin de belânın da kendisi değil midir?
Kitap ile, iş ile, tırnak ile, diş ile, umut ile, sevda ile düş ile” gecesini gündüzüne katan bu ülkenin evlatlarına neden sahip çıkmıyorsunuz? Size hemen şurada 100 tane isim sayabilirim. Bir tanesinin bile yüzüne bakmadınız! Tüm kapıları kapattınız.
Donanımlı ve gayretli çalışanların atıl hale getirildiği, uzmanların kendine olan güvenlerinin heba edildiği “liyakat” ve “Hakk için çalışmak” gibi kutsal değerlerin bile bir kamuflaj olarak kullanıldığı aşağılık bir düzenek inşa ettiniz. İki kuruş daha fazla kazanayım diye! İsmet Özel’in ifadesiyle her hoşuna giden durum karşısında kuyruk sallayan it karakterli kirli bir ahlaki anlayışın esiri oldunuz.
Temiz yürekli, aşk dolu, dert sahibi, ahlaklı insanları yalnız bıraktınız. Bir yalnızlar ordusu oluştu ülkede. Saf, dürüst, dertli, liyakat sahibi, ceplerinden proje eksik olmayan kırık kalpli yalnızlar ordusu. Reisin yükünü omuzlayabilecek, onu asla yarı yolda bırakmayacak samimi vatansever insanlardan oluşan bir ordu.
Gözü, makamda, mevkide olmayan ancak beş parasız bıraktığınız, mağdur ettiğiniz, hakkına girdiğiniz tertemiz insanlar. Cumhurbaşkanımıza tavsiyem; bu tertemiz yalnız bırakılmış insanlarla yoluna devam etmesidir. Sizin üzerinizden saltanat inşa eden, küçük dünyalar kuran, kendi hayallerinin kölesi olmuş bu ezikleri lütfen kâlealmayınız.
FEHMİ DEMİRBAĞ
KARA CUMA, MAVİ CUMARTESİ, PEMBE PAZAR...

HÜR CUMALAR!

Çakmakçı Ali'nin ismini duyan kaç kişi vardır ki bu toplumda? Hani işgal altındaydı ya Anadolu?...Her bir köşesi bir gavurca talan ediliyordu ya? Maraş bölgeside kahpe Fransızın...Günlerden Cuma'dır. Müslüma erkekler Cuma namazı hazırlığındadırlar.
Cuma suresinde ki, yüce Allah bütün müminlere şöyle seslenmektedir:
“Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah'ın zikrine koşun ve alış verişi bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır.” (Cuma, 9)
Bunun içindir ki biz Müslümanlar inanırız ki, haftanın en değerli günü cuma günüdür. Peygamberimiz -sallâllahu aleyhi ve sellem- cuma gününün faziletini şöyle beyan etmiştir:
“Üzerine güneşin doğduğu en hayırlı gün cuma günüdür; Âdem o gün yaratılmış, o gün cennete girmiş ve o gün cennetten çıkarılmıştır. Kıyamet de cuma günü kopacaktır.” (Müslim, Cuma, 18)
Günlerden Cuma'dır. Maraş'ın erkekleri Cuma'nın hazırlığı içindedirler. Cuma, müminlerin haftalık olağan genel kurulu!
O esnada iki Müslüman hanım hamamdan çıkmış evlerine dönmeye çalışıyorlardı. Üç fransız üniformalı Taşnak köpeği bacılarımızın yollarını keser. Irzlarına musallat olurlar. Çarşaflarını yırtarlar. O esnada oradan geçmekte olan...ismi imam olan...mesleği sütçü...Bu ahlaksız duruma şahit olur. Malum gavur müslümanların toprağına girince sadece toprağını işgal etmez. Namuslarını da işgal etmek ister. Ki yakın zamanda, hatırlatırım; suriyeli genç bir kız bir hoca efendiden yardım istiyordu. Demişti ki, ırzımız tehlike halindeyken intihar etmemiz caiz olur mu?
Sütçü İmam yardım almak için en yakındaki camiye koşar. Cemaate seslenir; "Ey müslümanlar! Namusunuz tehlikedeyse Cuma namazı size farz değildir. Cuma hür olan müslüman erkeğe farzdır."
Ayaklanan cemaatin içerisindeki Çakmakçı Ali çıkan çatışmada şehid olur.
Diyesiymiş ki kapitalizmin tanrısı; Karacuma!
Yani ogün alışveriş yapıla.
Hadi lan! Cuma tırsıklığınızı bilmez miyiz? Maksat gafil müslümandan Cuma bilincini elemine etmek! Cuma özgürlüktür çünkü. Müslümana özgürlüğe davettir. Batının kültürel değerlerine karşı, suflileşmeye karşı bir çağrıdır.
Ümmet olma bilincinin adıdır cuma. Ama gaflete, delalete ve hatta ihanete ayar olununca müslüman...trajikomiktir; bilir misiniz? Karacuma fırsatçılığı yapan Colins firmasının ortaklarından birinin adının ümmet olduğunu?
Doğruydu...Bu Cuma bu rezaletiyle titiz müslümanlar için kara bir gün oldu. İncindik!
Kara bir gün oldu bu Cuma...Cuma namazı esnasında Mısır'da...Patlatılınca bomba, kahpe eller tarafından...400 e yakın müslüman şehid edildi. Bu Cuma bize kapkara geldi. GDO lu yönetimiyle batının köpekliğine soyunan Mısısr yönetimi satır arasında Sina topraklarını İsrail devletine satma kararı almış. Bir başka köpek te ekonomik girdilerini artırmak için mekke ve medine'yi turistik ziyarete açacakmış.
Cuma yeşildi, kara oldu. Yeşil de benetton yeşili. Ben ettim siz etmeyin!
Cumartesi zaten israil mavisi. Pazar da pembe düşler coğrafyası. Çan sesleri arasında duyulmaz oldu Allah'ın nidası.
Biz çürüdükçe...bayrağımız rengi marlboro kırmızısına çalar oldu. Kanarya sarımız camelin sarısı...parlıament mavisi eşliğinde söylenelim bizde parlamenter sistemin faziletlerinden.
Valla ne yalan söyliim; Cumalar Ayasofya kapandığından beri benim için kara!
Hür cumalarımız olsun duasıyla Rabbime emanet kal saftirik müslüman kardeşim! (Çocuklarınız saftiriğin günlüğünü okuyarak büyüyorlar, farkında mısınız?)

Fehmi Demirbağ

24 Kasım 2017 Cuma

ÖĞRETMENLER GÜNÜ KURTLU OLMASIN!

"Öğretmenler yeni nesil sizlerin eseri olacaktır" diyen Osmanlı paşası doğru bir ifadelendirmede bulunmuştu. Cidden de yeni nesil öğretmenlerin elinde yoğruldu. Devrim yolunda istiklal mahkemelerinin gögesinde, takrir-i sükun güvencesinde ve mutlak irade sultasında... Harf inkılabı, dil devrimi derken yepyeni bir ulus yaratılmaya(!) çalışılıyordu. Başarılı olundu da.
Artık yönünü batıya dönerek onların değerlerini kıble edinen nesiller yetiştiriliyordu.
Kurancanın alfabesi mezar taşlarına hapsolunmuştu. İlk öğretmen sıfatı yine o osmanlı paşasının ukdesindeydi. Kimse hatırlamıyordu, 16 yaşındaki Musab Bin Umeyr'in cahiliye araplarına Allah'ın mesajlarını öğretme gayretlerini ve asırların öğretmeni efendimizin görevlendirdiği vekil öğretmenin asil hayatını.
Sonra 1947 de Amerikalılarla Full Bright anlaşmasını yaptık. Eğitim sistemimizde karar mercii onlar olmuştu. Nasıl askerimiz Natoya icarlandı ise...Nasıl siyasetimiz Amerikan meclislerinin vesayetine girdi ise...ve ekonomimiz dünya bankasına peyk oldu ise...
Bediüzzaman, Süleyman Hilmi Tunahan, Mehmet Zahid Kotku gibi oyunbozanlar olmasa ne güzel topyekün kafirleşecekti. Bunun için ilk dönem batıdan damızlık erkek getirelimden tutunda camileri kilise havasında dizayn edelim diyenlere kadar herkes muasırlık yolunda muhteşem tezler üretiyorlardı. Atatürkekber diyerek çıktıkları yolda ayaklarına bağ olan Erbakan ve Erdoğan gibilerini nasıl sevebilirlerdi ki? Tam gizli kardinal efendi hazretleri ile sapkınlıklarının halvetlerine erecekleri zaman bu millet bir ayrık otuyla hesaparın ötesinde bir hesap sahibinin olduğuna işaret ediyorlardı.
Ki bu zevat eğitimcilerin arasından türedi. Bir vaiz sıfatıyla önce öğretmenlerin arasına sızıntılandı. Sonra dershaneler, kolejler filan derken yetiştirdikleri altın nesillerinin tenekeden paslı yürekleri olduğunu bu fakir ama arifan millet 15 Temmuzda dünyaya kanıtladı.
Öğretmenlık mesleğine gelince...Bir peygamberlik refleksinde olan buy müessese üzerinde hertürlü ayak oyunlarının düzenlendiği entrika alanı oldu. Değersizleştirildi. Ütopik ve muazzez olan manevi boyutu boşaltıldı. Hiç bir şey olamazsam bari öğretmen olayım anlayışıyla bir maşet kapısına dönüştürüldü. Çürümenin alfabesindeki ilk harf oldu öğretmenlik. Öğretmenler ve öğretemenler diye iki ayrı doğal yapıya dönüştü. Samimi ve gayretli öğretmenlerimizin ellerinden öperek bütün hürmetlerimle kendilerini bu rüsvay duruma karşı tenzih ederek....diyorum ki; "öğretmenler, yeni nesil sizlerin eseri olacaktır!"
Nesilin durumu ortada...okullarımızın...
Bir kalp inkılabına ihtiyacımız var.
"Kalbi eğitmeden aklı eğitmek eğitim değildir. Vicdan olmadan bilgi sahibi olmak tehlikelidir." diyen Aristo haksız mı yani?
Hele Hz. Ali'nin meydan okumasına ne demeli?
"Bana bir harf öğretenin 40 yıl kölesi olurum!"
Yani 29 çarpı 40 yıl demeyeceğim ama hakkıyla öğretmenin elzem olduğuna da dikkat çekerim.
Bir de teklifim olacak. Şu Gençlik ve spor bakanlığını bölün ikiye. Gençlik bakanlığı salt bir başına kalsın. İnformal ve hayat boyu öğrenme mevzularıa el atsın. Spor bakanlığı da tüpçü başkanın herzeleriyle uğraşsın dursun. Hatta yakınlarda ölen Naim Sülwymanoğlu'nun hayatını filme dönüştürsün. Kültür bakanlığı da destek versin artık canım.
Reis demişti ya" Eğitim ve kültür işinde sınıfta kaldık" diye.Pisa yönetim kurulu başkanı geçenlerde bunu gerekçelendirdi: "Öğrettikleriniz geçersiz!"
Yani Kutlu olsun Öğretmenler günü. Kurtlu değil!
Yani "ya eşini ya işini terket diye taşeron öğretmenleri anlayamayan milli eğitim bakanlarımız da olmasın artık.
Hani" şu okullar olmasa eğitim sorununu çözecem diyen" bakanları da gördü ya bu ülke, ne desem?
Okumayan ülkemin güzel insanları...ve yazmayan!
Ünlü Tac Mahal yapılırken Raca inşaat alanını gezer. İşçiler taş yontmaktadırlar. Bir işçiye sorar, ne yaptığını. O da taş yonttuğunu söyler. Bir diğeri "buraya bir mabed yapılacak. Onu yapıyorum" der.
Öğretmenler, çok yontulması gereken taşımız var. Hüner onları mabede dönüştürebilmekte!

Geçmiş alimlerimize rahmetler olsun...Geleceği belirleyen alimlerimiz olsun duasıyla...

FEHMİ DEMİRBAĞ




23 Kasım 2017 Perşembe

SİZ HİÇ BEBEK ÖLDÜRDÜNÜZ MÜ?

Hani andavallılarını kandırmak için rüyasında efendimizi görüpte güya kendisinden aldığı talimatları bu salak kitleye aktaran kardinal efendinin herzeleri bitmek bilmiyor.
Rüya hadisesi ise malum. Aktaranın ifadesi doğrultusunda kabul edilegelen bir olgudur. Bilimsel olarak, laboratuar sonuçlarıyla ispatlanagelen bir şey de değildir. Bütün insanlık kahir ekseriye rüya gördüğü için varlığı da tartışılmazdır. Ayrıca rüya yorumculuğu şarlatanlığa en yatkın iştigallerden biridir. Biz yinede bu hususta rahmani ve şeytani hem rüyanın hem de yorumunun olduğunu söyleyelim; Kuranda adı geçen Yusuf kıssasını hatırlatarak...
Böylesi bir girişten sonra bende dün gece gördüğüm rüyamı paylaşmak istiyorum.
Bulutlar üstündeyim. Güya ölmüşüm. Şaşkınca neler olup bittiğini anlamaya çalışırken bir anda bir bebek karşıma çıktı. Beyazlar içindeydi. Omuzlarının arkasında duran bir çift kanat dikkatimi çekti.
Hoş geldin amca dedi. Bebekçe konuşuyordu. Biz büyükler hatırlamayız belki ama bebeklerin bir dili vardır. Kendi aralarında bir diğer adı aguşça olan bu dili kullanırlar. Hatırladım birden bu dili. Bende cevap verdim aguşçayla; hoş buldum evladım.
Ben dedi. Aylan bebek. Hatırlar mısın Bodrum sahillerine cansız bedeni vuran suriyeli bebek.
Dedim, "nasıl unuturum seni Aylan." Utanarak cevapladım. "Dedi" amca. "Dünyadaki sınavın bitti. Biz bebekler karşılarız dünyadan gelen yetişkinleri. Önce bizimle burada hesaplaşmalısınız, helalleşmelisiniz. Sonra diğer sorgulamalarınız için ilgili birimlere geçersiniz." "Nasıl" dedi, "sızılı vicdanınla mı geldin buraya, onu yoklamaya geldim?"
Sonra tuttu elimden, çekiştirerek büyük bir cam kapının olduğu bir yere doğru sürüklemeye başladı. Buz gibiydi elleri. Tıpkı çaresiz bedeni sahile vurduğu andaki soğuklukta.
Cam kapıyı geçtiğimizde yine bembeyazlığın hakim olduğu büyük bir salona geçtik. İçerisi çocuk doluydu. İçeri bizim girmemizle birlikte bütün dikkatler bize odaklandı. Yavaş yavaş etrafımıza birikmeye başladılar.
Dedi aylan bebek. "Burada, bu salonda büyüklerin zalimlikleri,bencillikleri yüzünden hayatlarına veda eden çocuklar bulunmakta. Şimdi her bir çocuğa dünyadaki hayatında vurdumduymazlığının, sorumsuzlıuğunun neticesi ölümlerinden dolayı hesabını vereceksin. Bizden sonra ayrıca yeryüzünde imha ettiğiniz, eziyet ettiğiniz diğer bitkilerin ve hayvanların hesabını vermeye yan salona geçeceksin. Seni o duruşma, helalleşme salonuna hamamböceği karakafa götürecek."
Şoktaydım. Ya rabbim bu nasıl birşey bu? Rüyada mıyım, gerçekten öldüm mü?
Aylan bebek konuşmasını sürdürürken çocuklar adeta askeri bir nizam içinde sıralanmaya, kümelenmeye başladılar.
Dedi, Aylan bebek. " Amca biliyoruz senin çocuklar ve gençler için nasıl mücadeleler verdiğini. Ama yaptığın bu mücadeleler bile senin aklanmana yetmez."
Küçük elinin işaret parmağı ile bir grup çocuğun olduğu bölümü işaret etti.
"Buradaki arkadaşlar, gayrimeşru ilişkiler yüzünden anne karnında öldürülen...kürtajla katledilen çocuklar. Ki bir kısmını siz büyükler onların ölü bedenlerini kozmetik sanayiinde kullandınız."
Konuşurken sürekli parmağıyla bir grubu işaret ediyordu. Buradaki çocukların sayısı toplam sayısı milyarlarcaydı.
"Bunlar savaş mağduru çocuklar!"
"Bunlar sarhoş kafa ile kullandığınız arabalarınızla yaptığınız trafik kazaları neticesinde ölen çocuklar."
"Bunlar uyuşturucu mağdurları..."
"Bunlar aşağılık nefsiniz için cinsel azgınlığınız için harcadığınız çocuklar."
"Bunlar suçlarınızı örtmek adına cinayete mahkum bıraktıklarınız..."
"Bunlar kültürel yozlaşmanız neticesinde imansız bırakıp ta intiharla buraya gelenler."
"Bunlar hastalıklı ruhlarınız ve cehaletinizle beslediğiniz için arkadaş kurbanı olanlar..."
"Anne baba çatışması ile arada kalan sonrada başka mecralarda huzuru ararken teröristlere kaptırdıklarınız..."
"Bunlar organ mafyasından arta kalanlar"
"Bunlar gıda teörü ile beslerken zehirleyipte küçük yaşta yakalandıkları amansız hastalıktan ölenler."
"Okul servislerinde unutulup ölenler, sizin ihmallerlerinizle çıkan yangında kavrulanlar, boğulanlar..."
"Harcadıklarınız burda. Bir de ölümüne sebep olduğunuzdan öteye...ölümlerine sessiz kaldığınız için ölenler..."
"Ahmak eğitim sistemlerinizle rablerine isyan eden nesiller yetiştirdiniz ya...İşte o gerizekalı eğitim sisteminizin suça itelediği çocuklar...Hırsızlık yaparken, suç işlerken ölüp gidiverenler..."
"Bütün bu çocukları kandırdınız. Hem de şaşaalı sloganlar eşliğinde. Halbuki ensest mağduru bir gençlik yetiştirdiniz. Lgbti gibi sapık yapılanmalara teslim ettiniz. Deist yaptınız. Uyuşturucu mağduru oldular. Teröre bulaştılar. Ahmakça çıkan savaşlarda kıyıma uğrattınız. Adeta bir çocuk soykırımı yaptınız. Ergen olmadan ölenler zaten cennetlikler. Peki günahlarına sebep olduğunuz gençler?"
Tarumar olmuştum. Ağlasam belki bir nebze rahatlayacaktım. Soluğum kesilmişti, sanki Alyan bebeğin denizde son nefesini verirken ki halindeydim. Bu nasıl bir rüyaydı? Kabus olmalıydı!
Alyan bebeğin son sözleriyle rüyamdan uyandım:
"Fehmi amca, hesaplaşmaya hazır mısın? Helalleşmeye..."



Fehmi Demirbağ