ÇIĞLIKLARA KULAK VEREN YOK!
Bugün iki ayrı yazarımızın sezenişlerine kulak verelim diyorum. Bu uyarılar artık çığlığa dönüşmeye başlamasına rağmen hala...ısrarla bu avazları ne duyan var, ne kulak veren.
Herşey, dava adına işaretlenen herşey ama Recep Tayyip Erdoğan'ın şahsına kilitlenmiş durumda. Çözülme ve çürüme ayyuka çıkmışken ne yazık ki kendiside ondan beklenen veliaht makamına bir işaret te bulunmuyor. Sonrası ne meçhulun alası! Seçim süreci karanlık bir belirsizlikte. Fazla konuşmak, moralleri bozmak istemiyorum ama...Gidişat sıkıntılı...Farkeden de biz acizler...
Herşey, dava adına işaretlenen herşey ama Recep Tayyip Erdoğan'ın şahsına kilitlenmiş durumda. Çözülme ve çürüme ayyuka çıkmışken ne yazık ki kendiside ondan beklenen veliaht makamına bir işaret te bulunmuyor. Sonrası ne meçhulun alası! Seçim süreci karanlık bir belirsizlikte. Fazla konuşmak, moralleri bozmak istemiyorum ama...Gidişat sıkıntılı...Farkeden de biz acizler...
Önce Dilipak'ı dinleyelim.Bundan 20 yıl kadar önce İstanbul Eczacı Odasında danışmanken, bir Fransız kozmetik sektör heyeti geldi. Kozmetiğin sağlık, mutluluk, sosyal hayat üzerinde etkilerini anlatıyorlar ve bir yandan da başörtülü kadınların saçlarını örttükleri için saç kozmetiğinin bu ülkede yeteri kadar revaçta olmadığını, abdest altıkları için tırnak, yüz kozmetiğinin çok geri kaldığını, modern hayatta kadının kendini göstermesi için bu geleneklerden kurtulmak gerektiğini filan anlatıyorlardı.
Bugün bakıyorum da, bizim başörtülü kızların yüzü, gözü boyalı, tırnaklarda oje. Ojeleri eskimiş!? Bunlar hiç mi namaz kılmıyorlar? O zaman başörtüsünün ne anlamı kaldı, bir aksesuar olmaktan başka.
Bu da aynı merkezden farklı bir saldırıydı aslında, bizi inanç, tarih ve değerlerimizden soyutlamak için. Din, giderek ritüeller, seremonilere, ikonalara indirgenmiş folklorik bir gösteriye dönüyor. Hafızlar “kulak pası”mızı siliyor, Mevlidhanlar bizi uçuruyor. Din zaten kültür! Ders kitabının adı da öyle. “Din dersi” değil, “Din kültürü dersi”. Baksanıza bizimkiler artık “eğitim modelleri”ni ithal ediyorlar. Fransa’dan mürebbiye ithal eden Tanzimat kafası gibi, ABD’den, İngiltere’den, Fransa’dan, hatta Vatikan’dan “method” ithal ediyoruz. “Tanrı aşkına” (!?) ne oluyor ya hu! Hani “Kem alat ile kemalat olmaz”dı. Vatikan’ın diğer din ve kültürlerle iletişimi için geliştirilen bir metot üzerinden “Müslüman nesil” mi yetiştireceksiniz! Hadi Saint Benoit, Saint Josef, Notre dame de Sion, Alliance İsrailiyet’e mezunu Müslüman gençlik(!) size gün doğdu. Hadi yeni “Galip hoca”lar! Size bu gidişle FETÖ bile az gelir, yarın! Zira yeni FETÖ’ler kapıda sizi bekliyor. Kuklacıda kukla mı tükenir! “Kurbağa haşlaması” denen şey böyle bir şey olsa gerek. Onun için aklımızı başımıza alalım. Kapıdan kovduklarınız bacadan giriyor. Şapkalı diye yüz çevirdikleriniz sarık sarıp, sakallarını sıvazlayarak, başörtülü sekreterleri ile, yanlarına sizden birilerini alarak geliyorlar.Bundan 20 yıl kadar önce İstanbul Eczacı Odasında danışmanken, bir Fransız kozmetik sektör heyeti geldi. Kozmetiğin sağlık, mutluluk, sosyal hayat üzerinde etkilerini anlatıyorlar ve bir yandan da başörtülü kadınların saçlarını örttükleri için saç kozmetiğinin bu ülkede yeteri kadar revaçta olmadığını, abdest altıkları için tırnak, yüz kozmetiğinin çok geri kaldığını, modern hayatta kadının kendini göstermesi için bu geleneklerden kurtulmak gerektiğini filan anlatıyorlardı.
Bugün bakıyorum da, bizim başörtülü kızların yüzü, gözü boyalı, tırnaklarda oje. Ojeleri eskimiş!? Bunlar hiç mi namaz kılmıyorlar? O zaman başörtüsünün ne anlamı kaldı, bir aksesuar olmaktan başka.
Bu da aynı merkezden farklı bir saldırıydı aslında, bizi inanç, tarih ve değerlerimizden soyutlamak için. Din, giderek ritüeller, seremonilere, ikonalara indirgenmiş folklorik bir gösteriye dönüyor. Hafızlar “kulak pası”mızı siliyor, Mevlidhanlar bizi uçuruyor. Din zaten kültür! Ders kitabının adı da öyle. “Din dersi” değil, “Din kültürü dersi”. Baksanıza bizimkiler artık “eğitim modelleri”ni ithal ediyorlar. Fransa’dan mürebbiye ithal eden Tanzimat kafası gibi, ABD’den, İngiltere’den, Fransa’dan, hatta Vatikan’dan “method” ithal ediyoruz. “Tanrı aşkına” (!?) ne oluyor ya hu! Hani “Kem alat ile kemalat olmaz”dı. Vatikan’ın diğer din ve kültürlerle iletişimi için geliştirilen bir metot üzerinden “Müslüman nesil” mi yetiştireceksiniz! Hadi Saint Benoit, Saint Josef, Notre dame de Sion, Alliance İsrailiyet’e mezunu Müslüman gençlik(!) size gün doğdu. Hadi yeni “Galip hoca”lar! Size bu gidişle FETÖ bile az gelir, yarın! Zira yeni FETÖ’ler kapıda sizi bekliyor. Kuklacıda kukla mı tükenir! “Kurbağa haşlaması” denen şey böyle bir şey olsa gerek. Onun için aklımızı başımıza alalım. Kapıdan kovduklarınız bacadan giriyor. Şapkalı diye yüz çevirdikleriniz sarık sarıp, sakallarını sıvazlayarak, başörtülü sekreterleri ile, yanlarına sizden birilerini alarak geliyorlar.
Bugün bakıyorum da, bizim başörtülü kızların yüzü, gözü boyalı, tırnaklarda oje. Ojeleri eskimiş!? Bunlar hiç mi namaz kılmıyorlar? O zaman başörtüsünün ne anlamı kaldı, bir aksesuar olmaktan başka.
Bu da aynı merkezden farklı bir saldırıydı aslında, bizi inanç, tarih ve değerlerimizden soyutlamak için. Din, giderek ritüeller, seremonilere, ikonalara indirgenmiş folklorik bir gösteriye dönüyor. Hafızlar “kulak pası”mızı siliyor, Mevlidhanlar bizi uçuruyor. Din zaten kültür! Ders kitabının adı da öyle. “Din dersi” değil, “Din kültürü dersi”. Baksanıza bizimkiler artık “eğitim modelleri”ni ithal ediyorlar. Fransa’dan mürebbiye ithal eden Tanzimat kafası gibi, ABD’den, İngiltere’den, Fransa’dan, hatta Vatikan’dan “method” ithal ediyoruz. “Tanrı aşkına” (!?) ne oluyor ya hu! Hani “Kem alat ile kemalat olmaz”dı. Vatikan’ın diğer din ve kültürlerle iletişimi için geliştirilen bir metot üzerinden “Müslüman nesil” mi yetiştireceksiniz! Hadi Saint Benoit, Saint Josef, Notre dame de Sion, Alliance İsrailiyet’e mezunu Müslüman gençlik(!) size gün doğdu. Hadi yeni “Galip hoca”lar! Size bu gidişle FETÖ bile az gelir, yarın! Zira yeni FETÖ’ler kapıda sizi bekliyor. Kuklacıda kukla mı tükenir! “Kurbağa haşlaması” denen şey böyle bir şey olsa gerek. Onun için aklımızı başımıza alalım. Kapıdan kovduklarınız bacadan giriyor. Şapkalı diye yüz çevirdikleriniz sarık sarıp, sakallarını sıvazlayarak, başörtülü sekreterleri ile, yanlarına sizden birilerini alarak geliyorlar.Bundan 20 yıl kadar önce İstanbul Eczacı Odasında danışmanken, bir Fransız kozmetik sektör heyeti geldi. Kozmetiğin sağlık, mutluluk, sosyal hayat üzerinde etkilerini anlatıyorlar ve bir yandan da başörtülü kadınların saçlarını örttükleri için saç kozmetiğinin bu ülkede yeteri kadar revaçta olmadığını, abdest altıkları için tırnak, yüz kozmetiğinin çok geri kaldığını, modern hayatta kadının kendini göstermesi için bu geleneklerden kurtulmak gerektiğini filan anlatıyorlardı.
Bugün bakıyorum da, bizim başörtülü kızların yüzü, gözü boyalı, tırnaklarda oje. Ojeleri eskimiş!? Bunlar hiç mi namaz kılmıyorlar? O zaman başörtüsünün ne anlamı kaldı, bir aksesuar olmaktan başka.
Bu da aynı merkezden farklı bir saldırıydı aslında, bizi inanç, tarih ve değerlerimizden soyutlamak için. Din, giderek ritüeller, seremonilere, ikonalara indirgenmiş folklorik bir gösteriye dönüyor. Hafızlar “kulak pası”mızı siliyor, Mevlidhanlar bizi uçuruyor. Din zaten kültür! Ders kitabının adı da öyle. “Din dersi” değil, “Din kültürü dersi”. Baksanıza bizimkiler artık “eğitim modelleri”ni ithal ediyorlar. Fransa’dan mürebbiye ithal eden Tanzimat kafası gibi, ABD’den, İngiltere’den, Fransa’dan, hatta Vatikan’dan “method” ithal ediyoruz. “Tanrı aşkına” (!?) ne oluyor ya hu! Hani “Kem alat ile kemalat olmaz”dı. Vatikan’ın diğer din ve kültürlerle iletişimi için geliştirilen bir metot üzerinden “Müslüman nesil” mi yetiştireceksiniz! Hadi Saint Benoit, Saint Josef, Notre dame de Sion, Alliance İsrailiyet’e mezunu Müslüman gençlik(!) size gün doğdu. Hadi yeni “Galip hoca”lar! Size bu gidişle FETÖ bile az gelir, yarın! Zira yeni FETÖ’ler kapıda sizi bekliyor. Kuklacıda kukla mı tükenir! “Kurbağa haşlaması” denen şey böyle bir şey olsa gerek. Onun için aklımızı başımıza alalım. Kapıdan kovduklarınız bacadan giriyor. Şapkalı diye yüz çevirdikleriniz sarık sarıp, sakallarını sıvazlayarak, başörtülü sekreterleri ile, yanlarına sizden birilerini alarak geliyorlar.
Ufuk Coşkun isimli kardeşimizin bu yazısını paylaşmak ta evla oldu.
Salih Mirzabeyoğlu, “ çıldırtan yalnızlık” diyordu. “Beni kimse anlamıyor…” 2 metrekarelik “hücre yalnızlığı” değildi kastettiği. Ülkenin en kaliteli en cesur mütefekkirine 10 yıl boyunca işkence yaptılar bu ülkede. Mücadele ise mücadele, bedel ise işte bedel ödeme.
Sonuç; ilgisizlik, hissizlik… Hala öyle! Fakat onun yalnızlıktan kastı; düşüncelerinin anlaşılmaması idi. Bu cesur mütefekkir yalnızdı. Yalnız bırakıldı. DHKP-C’li soytarılar tahliye olurken Şehmus da “ çıldırtan yalnızlık” diyor.
Belediye, herifin telifinde indirime gitmiş “bedel ödedik, bizi harcamaya çalışıyorlar” diye ağlıyordu!
“Devlet benim”( L’etatc’estmoi) demişti Ondördüncü Louis. Bugün de küçük bir azınlık diyor bunu. Lakin her birinin devleti ayrı! Kimi oturduğu koltuğa devlet diyor, kiminin devleti para, kiminin köşe, kiminin ki şöhret. On bin şeye birden inanmak diyorlar buna.
Nevrotik bir patlama bu! Ruhsal bir enfeksiyon hali! Çok ciddi bir yozlaşma, paçozlaşma süreci. Herkesle uzlaşırım diyor adam, yeter ki kendime kurduğum şu küçük saltanat yıkılmasın. Oysa bugün yaşanan onca hadiseye rağmen “herkesle uzlaşırım, benim kimseyle bir sorunum olmaz” diyen adam ya korkaktır ya yavşak!
Evet, dedelerimizin bin yıl önce Malazgirt’te at sırtından attıkları ok, 15 Temmuz’da düşmanın kalbine saplanmıştı. Çünkü onlar düşmanı hep kalbinden vurdular. Bir ruhtan bahsediyorum. Toprağa, Hakk’a, adalete, ahlaka ve vicdana olan sadakatten dürüstlükten, netlikten bahsediyorum.
At sırtından indiğimiz gün bitti bunlar. Heyecanımız, umudumuz, aşkımız, davamız… Bugün peygamberin sünneti denildiğinde akla mercedes, villa ve güzel bir avrat geliyorsa bundandır…
Ruhu bedenlerinden çekilmiş et yığınlarına döndük. Önüne geleni ezmeye çalışan, dışlayan, yaygaracı, tetikçi çapsızlardan oluşan bir ordu kurduk kendimize… Yükü omuzlamanın külfetinden kaçmak için sığındıkları küçük kuytu köşelerinde vatan kurtaran sahte kahramanlarımız var artık. Salına salına, kibirle, gururla yürüyorlar.
Ama korkaklar, ezikler, net bir duruşları, düşünceleri yok. Yüzleri kabuk tutan bu korkakların artık savaşacak olanağı da kalmadı. Tıkındıkça heyecanları bitti, kazandıkça kudurdular. Artık karşımızda güdülerinin esiri olmuş kendi gölgesinden bile korkan kemik torbaları var.
Hani, Doğu ile Batı’nın, madde ile mananın birbirine çarptığı yerde düşürülmüş bir sancağın ve o sancağın temsil ettiği değerlerin hatırasına büyük bir saygı duyarak dövüşecektik. Ne oldu lan size?
Ciğeri beş para etmez dalkavukları TV’lere doldurup solucan belgeseli izletir gibi izlettiniz millete!15 yıldır hiçbir imkânın esirgenmediği kanallarınız, gazetelerinizde sayıları üç-beş taneyi geçmeyen kaliteli adam dışında kimse yok. Sendikalarınız iflas etti! Elin gâvuru çocuklarınızı masal kitaplarıyla, dövüyor, onların ruhlarını paramparça ediyor. Neden sesiniz çıkmıyor?
Rant için bu kadar omurgasızlaşabilen bir insan malzemesine sahip olmamız zaten işgalin de belânın da kendisi değil midir?
Kitap ile, iş ile, tırnak ile, diş ile, umut ile, sevda ile düş ile” gecesini gündüzüne katan bu ülkenin evlatlarına neden sahip çıkmıyorsunuz? Size hemen şurada 100 tane isim sayabilirim. Bir tanesinin bile yüzüne bakmadınız! Tüm kapıları kapattınız.
Donanımlı ve gayretli çalışanların atıl hale getirildiği, uzmanların kendine olan güvenlerinin heba edildiği “liyakat” ve “Hakk için çalışmak” gibi kutsal değerlerin bile bir kamuflaj olarak kullanıldığı aşağılık bir düzenek inşa ettiniz. İki kuruş daha fazla kazanayım diye! İsmet Özel’in ifadesiyle her hoşuna giden durum karşısında kuyruk sallayan it karakterli kirli bir ahlaki anlayışın esiri oldunuz.
Temiz yürekli, aşk dolu, dert sahibi, ahlaklı insanları yalnız bıraktınız. Bir yalnızlar ordusu oluştu ülkede. Saf, dürüst, dertli, liyakat sahibi, ceplerinden proje eksik olmayan kırık kalpli yalnızlar ordusu. Reisin yükünü omuzlayabilecek, onu asla yarı yolda bırakmayacak samimi vatansever insanlardan oluşan bir ordu.
Gözü, makamda, mevkide olmayan ancak beş parasız bıraktığınız, mağdur ettiğiniz, hakkına girdiğiniz tertemiz insanlar. Cumhurbaşkanımıza tavsiyem; bu tertemiz yalnız bırakılmış insanlarla yoluna devam etmesidir. Sizin üzerinizden saltanat inşa eden, küçük dünyalar kuran, kendi hayallerinin kölesi olmuş bu ezikleri lütfen kâlealmayınız.
Salih Mirzabeyoğlu, “ çıldırtan yalnızlık” diyordu. “Beni kimse anlamıyor…” 2 metrekarelik “hücre yalnızlığı” değildi kastettiği. Ülkenin en kaliteli en cesur mütefekkirine 10 yıl boyunca işkence yaptılar bu ülkede. Mücadele ise mücadele, bedel ise işte bedel ödeme.
Sonuç; ilgisizlik, hissizlik… Hala öyle! Fakat onun yalnızlıktan kastı; düşüncelerinin anlaşılmaması idi. Bu cesur mütefekkir yalnızdı. Yalnız bırakıldı. DHKP-C’li soytarılar tahliye olurken Şehmus da “ çıldırtan yalnızlık” diyor.
Belediye, herifin telifinde indirime gitmiş “bedel ödedik, bizi harcamaya çalışıyorlar” diye ağlıyordu!
“Devlet benim”( L’etatc’estmoi) demişti Ondördüncü Louis. Bugün de küçük bir azınlık diyor bunu. Lakin her birinin devleti ayrı! Kimi oturduğu koltuğa devlet diyor, kiminin devleti para, kiminin köşe, kiminin ki şöhret. On bin şeye birden inanmak diyorlar buna.
Nevrotik bir patlama bu! Ruhsal bir enfeksiyon hali! Çok ciddi bir yozlaşma, paçozlaşma süreci. Herkesle uzlaşırım diyor adam, yeter ki kendime kurduğum şu küçük saltanat yıkılmasın. Oysa bugün yaşanan onca hadiseye rağmen “herkesle uzlaşırım, benim kimseyle bir sorunum olmaz” diyen adam ya korkaktır ya yavşak!
Evet, dedelerimizin bin yıl önce Malazgirt’te at sırtından attıkları ok, 15 Temmuz’da düşmanın kalbine saplanmıştı. Çünkü onlar düşmanı hep kalbinden vurdular. Bir ruhtan bahsediyorum. Toprağa, Hakk’a, adalete, ahlaka ve vicdana olan sadakatten dürüstlükten, netlikten bahsediyorum.
At sırtından indiğimiz gün bitti bunlar. Heyecanımız, umudumuz, aşkımız, davamız… Bugün peygamberin sünneti denildiğinde akla mercedes, villa ve güzel bir avrat geliyorsa bundandır…
Ruhu bedenlerinden çekilmiş et yığınlarına döndük. Önüne geleni ezmeye çalışan, dışlayan, yaygaracı, tetikçi çapsızlardan oluşan bir ordu kurduk kendimize… Yükü omuzlamanın külfetinden kaçmak için sığındıkları küçük kuytu köşelerinde vatan kurtaran sahte kahramanlarımız var artık. Salına salına, kibirle, gururla yürüyorlar.
Ama korkaklar, ezikler, net bir duruşları, düşünceleri yok. Yüzleri kabuk tutan bu korkakların artık savaşacak olanağı da kalmadı. Tıkındıkça heyecanları bitti, kazandıkça kudurdular. Artık karşımızda güdülerinin esiri olmuş kendi gölgesinden bile korkan kemik torbaları var.
Hani, Doğu ile Batı’nın, madde ile mananın birbirine çarptığı yerde düşürülmüş bir sancağın ve o sancağın temsil ettiği değerlerin hatırasına büyük bir saygı duyarak dövüşecektik. Ne oldu lan size?
Ciğeri beş para etmez dalkavukları TV’lere doldurup solucan belgeseli izletir gibi izlettiniz millete!15 yıldır hiçbir imkânın esirgenmediği kanallarınız, gazetelerinizde sayıları üç-beş taneyi geçmeyen kaliteli adam dışında kimse yok. Sendikalarınız iflas etti! Elin gâvuru çocuklarınızı masal kitaplarıyla, dövüyor, onların ruhlarını paramparça ediyor. Neden sesiniz çıkmıyor?
Rant için bu kadar omurgasızlaşabilen bir insan malzemesine sahip olmamız zaten işgalin de belânın da kendisi değil midir?
Kitap ile, iş ile, tırnak ile, diş ile, umut ile, sevda ile düş ile” gecesini gündüzüne katan bu ülkenin evlatlarına neden sahip çıkmıyorsunuz? Size hemen şurada 100 tane isim sayabilirim. Bir tanesinin bile yüzüne bakmadınız! Tüm kapıları kapattınız.
Donanımlı ve gayretli çalışanların atıl hale getirildiği, uzmanların kendine olan güvenlerinin heba edildiği “liyakat” ve “Hakk için çalışmak” gibi kutsal değerlerin bile bir kamuflaj olarak kullanıldığı aşağılık bir düzenek inşa ettiniz. İki kuruş daha fazla kazanayım diye! İsmet Özel’in ifadesiyle her hoşuna giden durum karşısında kuyruk sallayan it karakterli kirli bir ahlaki anlayışın esiri oldunuz.
Temiz yürekli, aşk dolu, dert sahibi, ahlaklı insanları yalnız bıraktınız. Bir yalnızlar ordusu oluştu ülkede. Saf, dürüst, dertli, liyakat sahibi, ceplerinden proje eksik olmayan kırık kalpli yalnızlar ordusu. Reisin yükünü omuzlayabilecek, onu asla yarı yolda bırakmayacak samimi vatansever insanlardan oluşan bir ordu.
Gözü, makamda, mevkide olmayan ancak beş parasız bıraktığınız, mağdur ettiğiniz, hakkına girdiğiniz tertemiz insanlar. Cumhurbaşkanımıza tavsiyem; bu tertemiz yalnız bırakılmış insanlarla yoluna devam etmesidir. Sizin üzerinizden saltanat inşa eden, küçük dünyalar kuran, kendi hayallerinin kölesi olmuş bu ezikleri lütfen kâlealmayınız.
FEHMİ DEMİRBAĞ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder