29 Mart 2019 Cuma

BAŞÖRTÜSÜ FARZ MI OLMALI, TARZ MI?

Mehmet Salih Usta CHP'nin  Pendik belediye başkan adayı.  Gazipaşa caddesinde bulunan CHP ve İYİ Parti seçim standlarını gezerken, standların önünde kadınlara başörtüsü hediye etti. 
"Pendik'te 500 bini aşan seçmen var. Burada 81 ilden insan yaşıyor. Pendik mini bir Türkiye'dir. Biz insanlarla örtüşmeye ve yüzleşmeye çalışıyoruz. Başörtüsü bizim bir gerçeğimizdir. İnanarak örtünen kardeşlerimize başörtüsü hediye ediyoruz. Millet İttifakı inançların teminatıdır. Olumlu tepkiler alıyoruz, başörtüsüne karşı olmadık, tam tersine onların inanç özgürlüğünü sonuna kadar savunduk. Bacılarımızla örtüşmek için başörtüsü dağıtıyoruz. Pendik'in gerçeğidir bu."
Trabzon'un Maçka ilçesinde CHP'den aday gösterilen Musa Turan ise vatandaşlara tespih dağıtmıştı.
Bu taktiği CHP'nin Ataşehir'den yeniden aday gösterdiği Battal İlgezdi' de uyguladı. Battal İlgezdi, yaklaşan yerel seçimlere sayılı günler kala bölgesi olan Ataşehir'de başörtüsü dağıttı.
Bu arada İzmir'in CHP'li Konak Belediyesi Sosyal Yardım İşleri Müdürlüğü ekiplerinin, Ramazan dolayısıyla camilerde seccade dağıttığını da hatırlayalım.
Her ne kadar sosyal medya aracılığıyla başörtüsüne kin kusan, başörtülüleri "böcek" diye aşağılamaya çalışan, entellektüelitesini vurgulamak içinde "ninja" betimlemesi yapan "kindar" bir CHP seçmeni profili portresi çizmeye çalışan tuhaf yaratıklar olsa da...Din dışı siyasetin bu ülkede bir halta yaramadığını gören siyasiler artık günde 5 vakit Cuma namazı kılacak kadar da dindarlaşma yoluna girmişlerdir. 
Sağ siyasetin önemli malzemelerinden biriydi dinden dem vurmak. Nurlu Süleyman'ı hatırlayınız. Dilinde din olan bu kafaların eyyamcılığı din istismarcılığının da zeminini oluşturmuştur. 
Neyse konumuz başörtüsü aslında. 
Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern: "Ülkemde başörtüsü dayanışmanın sembolü oldu!"
Bu Cuma gününde de cami ziyaretlerinde bulunarak Namazda katledilen Müslümanların acılarını paylaşmaya devam ediyor. Yalnızca kendisi mi? Yooo; bütün Yeni Zelanda kadınları. Benim ülkemde de başörtülülere "böcek" diyenler İslam düşmanlığın sembolü oldular.
Hele ki Ezan ıslıklama gecesini hatırlayalım. Aklını mabadına yerleştirmiş bilumum cinsel sapkınlık yapılanmalarının da temel reaksiyonları dine ve dince kutsal sayılanlara galiz bir şekilde hakaretetmek, kendilerince aşağılamak. Durum onu gösteriyor ki bizim kafirlerimiz kapkafirler!
Ancak ben de başımdan geçen bir olayı başörtüsü olayını paylaşayım.
Malum uzun süredir okullarda Erdemli Gençlik programları yapıyorum.
Yakın zamanda bir Kız İmam Hatip Lisesindeydim.
Kız çocuklarına baş örtüsü hediye ediyorum programım da; Baş örtüsü Farzdır, tarz değildir diyerek...Okulun müdiresi de başı açık bir hanımefendi. Ona da verdim başörtüsünü.
Ne mi oldu?
Kıyamet koptu!
Neymiş, hoca hanımı onca öğrenci arasında nasıl rencide edermişim?
Kız İmam Hatip Lisesinin başı açık hocasına nasıl başörtüsünün farz olduğunu hatırlatır mışım?
E bu öğrencilere gelde Başörtüsünün farz olduğunu anlat!
Öyle ya farz olsa rol modelleri olan müdireleri örtünür.
Aferin sana CHP. Ben anlatamadım bari sen anlat, dağıttığın başörtüleriyle örtünün farz olduğunu! Hatta bağımsızlığımızın sembol isimlerinden Sütçü İmam hadisesini de hatırlat. Lord Kurzon'dan bahset, Glagston'dan da!
Yeni Zelanda başbakanı gibi hatırlat!

FEHMİ DEMİRBAĞ

22 Mart 2019 Cuma

YENİ ZELANDA KATLİAMI VE TURKISH DONDURMA


Hemen belirteyim. Vizyonda olan, yapımcılığını hemşehrim olan Mustafa Uslunun yaptığı Türk İşi Dondurma filmine gidin. 
Ayla filmiyle dikkatimi çekti hemşehrim. Güzel işlere imza atmaya çalıştığını görünce göğsümde kabarmıyor değil.
Ancak...
Öncesinde bildiğim bir hikayenin beyazperdeye aktarılması beni onca heyecanlandırmasına rağmen maalesef beklentimi karşılayamadı. 
Kendimi ağlamaya hazır olarak hazırlamıştım. Film bitince salya sümük olacaktım.
Muazzzam emeğin, fevkalade bir hikayenin altının doldurulmamasına üzüldüm. Ama yine de Türk sineması adına gayretli bir adam olan hemşehrimin desteklenmesi gerekiyor. 
Kısa notlar şeklinde kanaatlerimi arzedeyim.
*Çukur dizisinin Vartolusu filmde zorlama kalmıştı. İnsanın gözü ister istemez Yamaç'ı aramadı değil.
* Zoraki mizahın peşine takılması yönetmenin filmin dokusunu zedelemişti.
* Türk kadınını oynayan oyuncu Anzak hatunu gibi kalmıştı. Neden başörtüsü motifi esirgenmişti anlayamadım. Ki yakın zamanda olan Yeni Zelanda katliamı sonrası Başbakanı Ardern'in Tesettüre ve Ezana karşı hassasiyeti filmde yoktu.
*Belaltı küfürler mücahit Türklere yakışmadı.
*Bari mücahitlerin dindarlıklarını ifade eden bir iki sahne eklenseydi.
*Katledilen bebek sahnesinde bile beni ağlatamayan yönetmene ben ne diyeyim.
*Mustafa Uslu muazzam bir trend yakaladın. Umarım fırsatları değerlendirir, seküler mücahitlerle duygularımızla oynamazsın.
***
Yeni Zelanda katliamını yaşadık geçen Cuma. Katilin mesajları enteresan geldi hepimize; en azından tarihimizi bilmediğimiz acı gerçeğiyle yüzleştik cümbür cemaat.
Yeni Zelanda ve Avustralya askerlerinin Anzak ismiyle Çanakkale'de bulundukları olgusu ile (Ki alçak saldırının tarihi de manidar oldu, tam da Çanakkale Savaşlarının yıldönümünde) ayrıca masaya oturduk.
Katilin mesajı gayet netti, hele ki 70 sayfalık manifestosuyla: Siz uyumaya devam edin-Biz uyumuyoruz!
Katliam sonrası toplu İslama giriş seronomileri keyiflendirdi  bizi. Biz müslümanlar özellikle batılılar müslüman olunca "bak...biz haklıyız" mottosuna girmiyor muyuz, ne desem? Onaylanmak hoşumuzua gidiyor. Hele ki batı tarafından onanmak!
Biz de katilin sosyal medtyadan istifade ederek katliamını gerçekleştirmesi başka konuları da gündeme aldı, mobil oyunlar gerçeğini. 
Bu arada filmimizin konusuna  ilham veren hikayenin AA' sınca yerinde irdelenmesi başka konuları da elbette gündeme alacaktır; ama biraz daha zzman var bunun için. 
Haydi habere bir göz atalım:  
Birinci Dünya Savaşı sırasında Avustralya'da 98 yıl önce piknik trenine saldıran iki kişinin Türk olduğu iddiası sonucu olay Avustralya tarihine ''İki Türk'ün savaş ilanı' olarak geçmişti. 98 yıllık efsanenin komplo olduğu ortaya çıktı!

98 yıldır esrarını koruyan Broken Hill saldırısını, bölgedeki uzmanlar ve yetkililer değerlendirdi. Avustralya'da tarihe ''İki Türk'ün savaş ilanı'' şeklinde yazılan, Birinci Dünya Savaşı'nda 2 Afgan'ın piknik trenine saldırdığı ve 6 kişinin öldüğü olayda gerçekler gün yüzüne çıkarılıyor!
Birinci Dünya Savaşı için daha fazla Avustralyalı'nın askere alınması ile sonuçlanan Broken Hill saldırısı, aradan geçen 98 yıla rağmen esrarını koruyor.
Anadolu Ajansı (AA), Avustralya'nın New South Wales eyaletine bağlı Broken Hill kasabasında 1 Ocak 1915 yılında meydana gelen ve saldırgan olduğu iddia edilen iki Afgan dahil 6 kişinin ölümü ile sonuçlanan piknik trenine saldırıyı yerinde inceleyerek, Avustralyalı tarihçiler ve yetkililer ile olayın iç yüzünü araştırdı.
Melbourne'a 840, Sydney'e 1145 km uzaklıkta, Avustralya'nın iç kesimlerinde yer alan Broken Hill kasabası, Birinci Dünya Savaşı öncesi madencilikle geçinen tipik bir bozkır kasabası konumunda idi.
Madenlerdeki nakliyatı 1880'li yıllarda Afganistan, Pakistan ve Hindistan'dan develeri ile birlikte Avustralya'ya gelen ve "deveciler" olarak adlandırılan insanlar sağlıyordu. Ancak Birinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesi ile birlikte kasabada işsiz sayısında büyük artış yaşandı, çünkü kasabanın en büyük geliri Almanya'ya ihraç edilen maden ürünlerinden oluşuyordu.
Almanya ile İngiltere savaşmaya başlayınca kasabadaki madenler birbiri ardına kapanmış, iş olanakları durma noktasına gelmişti. Kasabada develeri ile taşımacılık yapan Afganlar da hem madenlerin kapanması hem de yeni taşımacılık yöntemlerinin gelişmesi üzerine işlerini kaybetmeye başladılar.
İşsizlik sıkıntısına Birinci Dünya Savaşı'nda İngilizler ile birlikte savaşa gitmek üzere gönüllü asker toplama çabalarıda eklenince, kasabada gergin bir hava oluşmaya başladı.
Bu gergin ortamda 1 Ocak 1915 günü kadın, erkek ve çocukların içinde bulunduğu yaklaşık 1200 kişiyi taşıyan yeni yıl piknik treni, kasabanın çıkışında iki kişinin silahlı saldırısına uğradı. Saldırı sonrası trende bulunanlardan 4 kişi hayatını kaybetti, 7 kişi de yaralandı.
Saldırının failleri olduğu iddia edilen Gül Muhammed ve Molla Abdullah adlı 2 Afgan, kasaba yakınlarındaki beyaz kayalıklarda çıkan çatışma sonucunda vurularak öldürüldü.
Olay sonrası yerel gazeteler, Afgan olmalarına rağmen haberi, "Türkler trene saldırdı" şeklinde verdi. Kasabada Türkler aleyhine hava oluşturuldu ve Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı'nın müttefiki olan Almanların kulübüne saldırı gerçekleştirildi.
Avustralya tarihinde o zamana kadar ilk defa yaşanan saldırının ardından Birinci Dünya Savaşı'na katılmak üzere bölgeden çok sayıda genç gönüllü olarak askere yazıldı.
Olayın üzerinden yaklaşık bir asır geçti ancak zaman zaman tarihçiler, olayın Avustralya'da anlatılandan çok daha farklı boyutlara sahip olduğu eleştirisini dile getiriyor. Avustralyalılar savaşa gitmek istemiyordu
AA ekibi, bir yandan Broken Hill kasabasında olayın yaşandığı alanlarda incelemeler yaparken, diğer yandan bölgeyi ve 98 yıl önceki saldırıyı araştıran Avustralyalılar ile bir araya gelip olayın iç yüzünü araştırdı.
Broken Hill Tarih Kurumu üyesi Gordon Densie, aslında saldırıyı gerçekleştirdiği iddia edilen kişilerin Afgan bile olmadığını, birinin dondurma satarak geçimini sağladığını, diğerinin ise bölgenin tek camisinin imamı olduğunu ve bu kişilerin Hindistanlı olduklarını ileri sürdü.
Densie, cami imamı Molla Abdullah'ın, arka bahçesinde İslami usullere göre kesim yaptığı için kanunlarla başının derde girdiğini belirtti ve "bana göre onu tuzağa düşürdüler" iddiasında bulundu.
Saldırının, savaşa asker toplamak için planlandığını kaydeden Densie, şunları söyledi:
 "Birinci Dünya Savaşı'na gönüllü bulmaları gerekiyordu. Askere gönüllü alıyorlardı, mecburi hizmet yoktu, Avustralyalılar zorunlu askerliğe izin vermiyordu. Özellikle bu bölge insanları çok duyarlı idi. O inanış o kadar güçlüydü ki kasabadan savaşa giden gönüllüleri taşıyan trenleri taşlayıp camlarını kırıyorlardı. Onların savaşa gitmelerine karşı gösteri yapıyorlardı. Çünkü savaşın onlarla ilgisi olmadığını biliyorlardı, Almanya bizim en iyi müşterimizdi. Savaş çıktığında her şey bir anda çökmeye başladı."
Broken Hill saldırısı ile ilgili kesin bir delilin bulunmadığını dile getiren Densie, o yıllarda siyasetçilerin ve ticari kuruluşların da olaya katkısının olduğunu söyledi.
Densie, "Olay çıkartmak istediler ve çıkardılar. Çünkü Türk bayrağı vardı. Saldırganlara Türk etiket verildi. Senenin sonunda kendilerini Gelibolu'da buldular, her şey yerine oturdu. Çok ilginç olanı ise bir iki sene sonra hükümet kayıtları yandı. 1900 yılından Broken Hill çatışmasına kadar olanları araştırdım, bütün kayıtlar yanmıştı. Hiç bir şekilde bu olmadı deme şansları yok, ne iddia ederseniz edin hayır demeye kanıtları yok" dedi.
Olayın, "devletin yaramazları tarafından düzenlenmiş kurnazlık olduğunu" iddia eden Densie, saldırıdan sonra kasabada ufak tefek sorunlar hariç Afganlara karşı bir olayın yaşanmadığını belirterek, bazılarının soyadlarını bile değiştirmediğini ifade etti.
Broken Hill polisinin saldırganları canlı yakalamak istediğini öne süren Densie, beyaz kayalıklarda yaşanan çatışmanın ardından, saldırgan olduğu iddia edilen Molla Abdullah'ın ölü ele geçirildiğini, yaralı ele geçirilen Gül Muhammed'in ise hastanede hayatını kaybettiğini ve böylece Broken Hill çatışmasının sona erdiğini söyledi.
Densie, cesetlerin camiye götürüldüğünü ancak cemaatin kanunsuz olaya karıştıkları gerekçesi ile onlara sahip çıkmadıklarını, bu yüzden cesetlerin bilinmeyen bir yere gömüldüklerini dile getirdi.
Broken Hill Tarih Kurumu üyesi Densie, saldırıda kullanılan silahların askeri silahlar olduğunun altını çizdi ve bu silahların iki Afgan'ın elinde olmasının normal olamayacağına değindi.
O yıllarda polis teşkilatında bile belli sayıda silah olduğunu kaydeden Densie,"Bütün polis birliği 7 adet silah kullanıyordu. Polisler, savaş silahı olanları kullanmıyorlardı" dedi. Diğer silahların doldurulabilmesi için bile eğitimli polislerin görev aldığını ileri süren Densie, askeri silahları polislerin kullanmadığını söyledi. 
Polislerin bile her silahı kullanamadığı dönemde, işsiz ve ekonomik sıkıntı içinde oldukları bilinen iki Afgan'ın askeri silahları ve mermileri nereden buldukları, cevaplanamayan sorular arasında yer alıyor.
Broken Hill Belediye Başkanı Wincen Cuy da her yılın 11 Kasım tarihinde saat 11.00'de düzenlenen savaş kurbanlarını anma gününde, olayın aydınlatılması gerektiği yönünde görüş bildirdi.
Başkan Cuy, "Maalesef trene ateş açan iki kişi beyaz kayalarda öldürülmüş, orada olayın anısına hazırlanmış bir yer var. 2015'te olayın yüzüncü yıldönümü, ne yapabileceğimiz ile ilgili bir toplantı yaptık, ne olup bittiğini konuşmak için iyi bir fırsat oldu. Çünkü Birinci Dünya Savaşı sırasında Avustralya'da tek ciddi saldırı o idi" dedi.
Cuy, olay hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığını, bir karara varmak için belgeleri incelemesi gerektiğini belirterek, "Tarihçilerimizden bir tanesi araştırıp bir kitap yazdı, tüm belgeleri, gazeteleri araştırdı, olayı tam anlayabilmek için onu okuyacağım" şeklinde konuştu.
Binbaşı Roben Mallen, aktif görevde olmasından dolayı konu ile ilgili herhangi bir açıklama yapmak istemedi.
Mallen, Birinci Dünya Savaşı'nda birçok ülkeden çok sayıda gencin hayatını kaybettiğini, bu sebeple bütün dünyada olduğu gibi kendilerinin de saygı duruşunda bulunduklarını ifade etti.
Anma törenine katılan gazilerden Bill Graham da piknik trenine saldıranların Afgan bile olmadıklarını belirterek, "Pakistan-Afganistan sınırından bir yerlerden gelmişlerdi, hayvan kesimi ile ilgili belediye ile sorunlar yaşıyorlardı, bu yüzden kızıp olayı yapmış olabilirler" şeklinde konuştu.
Olayı aydınlatacak kilit unsurlardan sayılan Gül Muhammed ve Molla Abdullah'ın mektupları da günümüze kadar tartışılageldi.
Saldırının üzerindeki sır perdesinin kalkması için baskı yapan bölge halkına karşı 3 gün sonra kayalıklarda, Afganlar tarafından yazıldığı iddia edilen mektuplar bulundu. Mektuplardan Molla Abdullah'a ait olanında şu ifadeler yer alıyor:
"Ben Allah'ın önünde zavallı günahkar bir kulum ve onun merhametini istiyorum. Bu ülkede yaşayan  fakir biriyim. Bir gün belediye denetçisi beni suçladı. Bir başka gün ben ona yalvardım yakardım, beni dinlemedi. Sinirli bir şekilde oturup derin derin düşünürken Gül Muhammed geldi. Kendi üzüntülerimizi birbirimize anlattık. Kendi isteğimle onun planlarına katıldım ve Allah'tan benim için kolay bir ölüm olmasını istedim, dinim açısından. İkimizin de kimseye bir düşmanlığı yok. Padişaha ve Kur'an'a karşı gelmek istemiyorum sadece denetçiye karşı bir kinim vardı, önce onu öldürmek istedim, başka kimseye kinim yoktu.''
Gül Muhammed'e ait olduğu iddia edilen mektupta ise şu ifadeler var:
"Merhametli olan Allah ve Peygamberi Muhammed'in adı ile. Bu zavallı günahkar Sultan'ın bir kuludur. Benim adım Gül Muhammed, Sultan Hamid Han'ın mekanını 4 defa ziyaret ettim savaşmak için. Sultan tarafından imzalanmış emri ve mührü elimde, kemerimde şimdi, eğer silahla ya da tabanca mermileri ile yok olmazsa üzerimde bulursunuz. Sizin adamlarınızı öldürmem gerekiyor kendi inancıma ve Sultan'ın emrine göre. Kimseye karşı düşmanlığım yok bunu da kimseye danışmadım ve bilgilendirmedim. İnananlara elveda."
İki Afgan tarafından yazıldığı iddia edilen mektuplardan Gül Muhammed'e ait olanında bahsedilen Sultan imzasına ve mührüne rastlanamadı. Yine Gül Muhammed'e ait olduğu öne sürülen mektuptaki ifadenin aksine mektuplar, Afganların üzerinde veya kemerinde değil, bir taşın altından çıktı.
AA'ya konuşan Broken Hill sakinleri de piknik trenine saldırı olayında birçok soruya henüz cevap bulamadıklarını belirtirken, bunun sebebini devlet belgelerinin yanmış olmasına bağlıyor.
Ayrıca bölgede yaşayanlar, olayın zamanı, şekli, faillerin Türk olmamasına rağmen Türklerin suçlanması ve olaydan sonra elde edilen deliller konusunda ikna olmadıklarını ifade ediyorlar.
Sıkça sorulan sorular ise şunlar:
"-O dönemde sadece askerlerin kullanabildiği askeri silahları, ekonomik zorluk içindeki iki Afgan nasıl ve nereden temin etti ve eğer satın aldılar ise bu silahları kim sattı?
-Saldırı olana kadar belediye ile sürtüşmeleri dışında herhangi bir olaya karışmayan iki Afgan'ın neden silahlanıp yıllarca birlikte yaşadıkları sivil halka saldırdıkları?
-Olay yerine dondurma arabası ile geldiği iddia edilen Afganların neden saldırıya uğrayanlar tarafından görülmediği ve olaydan sonra ifadelerin yer almadığı?
-Saldırıdan sonra kaçtıkları iddia edilen iki Afgan'ın, beyaz kayalarda saklanılabilecek bir yer olmamasına rağmen yaklaşık 3 kilometre kaçarak neden buraya saklandıkları?
-Beyaz kayalıklarda yaşanan çatışmada sınırlı sayıda mermisi olduğu fotoğraflarda da görülen saldırganların neden canlı olarak ele geçirilemediği?
-Saldırgan olduğu iddia edilen kişiler tarafından yazılan mektupların neden üzerlerinde değil de 3 gün sonra kayalıktaki bir taşın altından çıktığı ve mektupta bahsedilen Sultan mührünün mektubun üzerinde bulunmadığı?
-Mektubu yazan kişilerin kimseye herhangi bir kinimiz yok demelerine rağmen neden masum sivilleri hedef aldığı?"
Kimliğini açıklamak istemeyen bazı Avustralyalı yetkililer de olayın günümüze dek ulaşan bilgiler dışında boyutlarının olduğuna inandıklarını belirttiler.
Piknik treni saldırısının gerçekleştirildiği bölgede New South Wales eyaletinden getirilen temsili bir vagon bulunuyor. Piknik treninin geçtiği güzergah ise yaşanan olaydan yıllar sonra değiştirildi. Saldırıya uğrayan ve resimlerde üzerinde kurşun delikleri görünen tren vagonunun nerede olduğu bilinmiyor ancak benzer vagonlar ve lokomotif hala tren müzesinde bulunuyor.
***
Son Not: Dün bilgimiz ya çok kirli ya çok yetersiz be dostlar. Dil bilgimiz ve din bilgimiz gibi.
Siz Yine de Marvel filmini izleyeceğinize, yani Roma Dondurması yerine Türk İşi Dondurmayı tercih ediniz. 


FEHMİ DEMİRBAĞ
Nötr cinsiyet, üç ebeveynli çocuklar ve MEB

Geçenlerde Türkçe öğretmeni olan eşim ders kitabından bir karikatür gösterdi. Karikatürde anne olarak gösterilen kişi, bilgisayar başındaki çocuğuna “Hava harika, dışarı çıkıp oynasana” diyor. İlginç olan karikatürdeki b
u kişinin erkek mi yoksa kadın mı olduğunu bir türlü anlayamıyorsunuz. Başka bir Türkçe ders kitabında da anne ve baba olarak gösterilen kişiler takım elbiseli, kravatlı olarak resmedilmiş.

Bunların basit, masum çizimler olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Avrupa menşeli küresel bir proje ile karşı karşıyayız. Bireyin fıtratına ve geleneksel aile yapısına ciddi bir müdahale söz konusu...

Vogue dergisi Ocak 2016 sayısında “nötr cinsiyetler kuşağını” konu edindi. Dergi; “Son zamanlarda çiçek desenleri, şifon ve dantel gibi kumaşlar da erkek giyiminde görülmeye başlandı. Nötr cinsiyet artık bir aykırılık değil modadır” diyerek vaziyeti normalleştiriyordu.

Devam edelim, Time Dergisi, Mart 2017’de “Beyond He or She “ kapağıyla çıktı. Ardından National Geographic Ocak 2017 yılında Gender Revelution( Cinsiyet Devrimi) başlığıyla çıktı. Kapağına da kız gibi giydirilmiş bir erkek çocuğunun resmini koydu.

Angelina Jolie ve Brad Pitt de evlat edindiği Shiloh adındaki kız çocuğunu erkek elbiseleri giydirerek büyütüyor. Keza yine ünlü oyunculardan Charlize Theron da evlat edindiği Jackson adındaki erkek çocuğuna kız elbiseleri giydirerek bir kız çocuğu gibi büyütüyor. Türkiye’de de özellikle magazin dünyası üzerinden yoğun algı çalışmaları yapılıyor!

2010 yılında yayınlanan bir habere göre İngiltere’de yaşayan Lisa-Marie Taylor da oğlu Sammy’i nötr cinsiyetli yetiştiriyordu. Sammy, barbie bebekleri ve peri kıyafetleri ile büyüdü.

Huffington Post’ta yayınlanan bir haberde; “Bilim adamları toplumsal cinsiyet kimliğine katkıda bulunan biyolojik faktörleri henüz anlamaya başlıyor. Cinsiyete bakışı artık değiştirebiliriz” deniliyor.

2015 yılında Fransa’da bir mahkeme daha önce erkek olan bir vatandaşın kimliğine ilk defa nötr cinsiyet yazılmasına karar verdi. Belçika’nın Flaman Parlamentosu’ndaki tüm tuvaletlerin ortak kullanıma açıldığını duymuşsunuzdur. ODTÜ’deki “cinsiyetsiz tuvalet” kampanyalarını da hatırlayalım.

Diğer taraftan dünyada ilk kez denenen bir teknikle üç kişinin DNA’sına sahip yani üç anneli çocukların doğumlarına tanıklık ediyoruz. Stratejist Abdullah Çifti’ye göre Embrio’ya DNA müdahalesi ile iki anneli bir babalı veya üç anneli bir babalı çocuklar artık yeni bir aile kavramı! Meksika'da biyolojik olarak iki anneli bir babalı çocuk dünyaya geldi. İngiltere'de nüfusa kaydedildi.

Yine Ukrayna'da üç ebeveynli bir çocuk dünyaya geldi. Çiftçi, bu korkunç projenin Türkiye’de hala kadın erkek eşitliği şeklinde anlaşıldığını dile getiriyor. Oysa yaratılışa çok ciddi bir müdahale var. Aile ve toplumu kökünden sarsacak büyük bir sorunla karşı karşıyayız.

Türkiye’de AB desteğiyle LGBT ve irili ufaklı sol-sosyalist muhalif yapılar üzerinden toplumsal cinsiyet eşitliği adı altında topluma empoze edilmeye çalışılan “nötr cinsiyet projesine” ne yazık ki bazı muhafazakar kuruluşlar ve MEB de dahil olmuş görünüyor.

Örneğin, MEB ve AB ortaklığıyla yürütülen ETCEP(Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Geliştirilmesi) adındaki proje bunlardan biri. MEB’in verdiği bilgilere göre; “ Bu programla binden fazla maarif müfettişi, idareci ve öğretmen toplumsal cinsiyet eşitliği ile ilgili eğitim aldı. Ayrıca, 542 kadın idareci ve öğretmene yönelik de liderlik eğitimleri gerçekleştirildi.

296 uzmanın katkı verdiği projeye, 10 proje ilindeki pilot okullardan yaklaşık 6000 öğretmen ve 12 binden fazla öğrenci katıldı. Projenin amacı; Eğitim öğretim programlarını ve ders kitaplarını gözden geçirerek, toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik tavsiyeler oluşturmak ve bunları yetkililere iletmek… Ders kitabındaki karikatürü hatırlayınız.

İmam hatip okullarının da yer aldığı pilot okullarda karma futbol maçlarından, erkeklerin ip atlamayı kızların da futbol oynamayı sevdiğine varana kadar bir yığın etkinlik, seminer vs düzenlenmiş.

MEB yetkilileri, Türkiye’de ilk uygulama örneği olan bu projenin hayata geçirilmesine öncü olmaktan gurur duyduklarını ifade ediyorlar. Oysa biraz araştırsalar durumun vahametini görecekler. Çünkü kadın erkek eşitliği mevzusu değildir bu. Onca olan bitenden sonra ülkemizin aile ve toplum yapısına yönelik bir planlarının olmadığını mı düşünüyorsunuz? http://www.sanalbasin.com/notr-cinsiyet-uc-ebeveynli.../

18 Mart 2019 Pazartesi

ZOR ZAMANLARDA KONUŞMAK BİR SANATTIR!

Zulüm 1453'te başladı diyen BTS ARMY'nin gencecik askerleri küfrün işgal kuvvetleri komutanlığının kültür birliğinin lejyonerleri olarak, Peygamberimiz efendimizin zaferle muştuladığı İstanbul'umun sokaklarında müfreze birlikleri olarak bir mankurt misali dolaşırlarken dünyanın te öbür ucundan Anzakların Yeni Zelanda kısmından Ayasofyayı da işaret ederek gaflet, delalet ve ihanet sarmalında debelenen Allah'ın sancaktarı olarak ifade edilen ancak bakayası kalmış yüce milletimizin biz kırıntılarına, 50 kişiyi şehid edip bir o kadarını da gazi bırakan ölüm makinası silahının üzerine kazıdığı kısa bilgilerle muazzam bir tarih bilgisi verip hatırlatıyordu: Siz unutsanız da biz unutmuyoruz!
Katliamının simülasyonunu internet oyunlarıyla yapan haçlı katil deklarasyonu ile de pekiştiriyordu, 70 sayfalık kusmuğuyla; Ey Türk seni bitireceğiz!
Bir beka süreci yaşadığımız doğrudur.
Misal, İstanbul sözleşmesiyle...Mondrostan, servden daha beter...
25 milyon 12 yaş altı çocuğunu nasıl yetiştireceğinin adını koyamayaşıyla...
Dilini yitiren, dinini bilmeyen, dünden haberi olmayan gençliğiyle!
Ki yıllardır liselerimizde Erdemli Gençlik Seminerleri'mle bunu anlatmaya çalışıyorum çocuklarımıza.
5.5 milyon liseli gencimiz var.
25.5 milyon toplamda öğrencimiz. 1 milyonu aşkın öğretmenlerimiz; öğretemeyenlerimiz!
Hele bir gelin görün okullarımızı...
Okuma alışkanlığı olmayan gençliğimizin ahvali titretir yüreğimi.
Hoş ülkemde basılan kitapların %90'ı tercüme kitaplar.
Hazindir ki 325.000 öğretim üyemiz geçen sene bilimsel arenada hepi topu 364 makale üretebilmişler.
Bir de buna diyanetin kadrolarını ekleyin; topluma iyiliği hatırlatıcı, kötülükten uzaklaştırıcı hatırlatmalar yapması gerekenleri!
Yüklemişiz bütün sorumluluğu bir kişinin üzerine; "asrın liderine" ya da "asın lideri"ye!
Bulunduğu makamın hakkını veremeyenler ne de çok ülkemde!
Milli çocuk edebiyatımız olmadığı için çocuklarımız başkalarının kahramanlarının hikayeleriyle büyümekteler. Koca Seyit'ten bahsetmek cılız bir sesleniş! Süperman'in, Spiderman'ın, Kaptan Ameri"kan"ın kahramanlıkları yanında Tarık Bin Ziyad'dan, Selahaddin Eyyubi'den bahsetmek ancak gericilik alameti olur! Musab Bin Umeyr eskilerin hikayeleri...
İnternet dünyasında yerimizi alamamak ne hazin ama; Osmanlı'nın geri kalmasının sebebini Müteferrika'nın matbaayı toplumun kültür hayatıyla tanıştırmasının geç olması olarak gösterilmez mi?
Bilim çağında amazon.com trilyonlarca dolara hükmederken...Jack Me 40 küsur milyar dolarlık servetiyle alibaba.com u yaparken bizim aklımız neredeydi peki?
Toprağı olmayan Hollanda'nın 200 küsur milyar dolarlık tarımdan elde ettiği kazancı nasıl yorumlayacağız?
İşte bütün bunları https://youtu.be/5H7VHjwfBY0 anlatmaya çalışıyorum, bıkmadan usanmadan?
Gençlik varsa gelecek var diyorum.
Gençliğini ihmal eden toplumların gelecekten bahsetmeleri mümkün değildir.
Ve anlayamıyorum, Ankara'nın göbeğindeki Ankapar'ın adının Wonderland Euruasia olarak değiştirilmesini. Burada eğlenmeye gelecek çocuklar bizim çocuklarımız olmayacak mı?
Yine anlayamıyorum Hızır Acil'in, Can Kurtaran'ın isminin Ambulance olarak anılmasını!
Azrail bizim, mikrop bizim, hasta bizim de neden artık hastanelerimizin adı Hospital?

Biz çocuk yetiştirmeyi unuttuğumuzdan beri, Ümmetin hali lime lime!
Küfürse bilenmiş!

Beka zamanlardayız!
Dua zamanlarında!

Hayy Hakk a dostlar!

FEHMİ DEMİRBAĞ




1 Mart 2019 Cuma

FEHMİ DEMİRBAĞ - YEŞİLAY İLE ERDEMLİ GENÇLİK SEMİNERLERİ







HAYAL FABRİKASI





Hayal Fabrikası projemiz ile Büyükçekmece'deki liselerimizde bir yarışma düzenledik. Gençlerden hayallerini yazmalarını istedik. Okumak kadar yazmanın da önemli olduğunu hatırlatmak için bir kitap yazma yarışmasıydı çalışmamız.

Gençlik varsa gelecek var diyoruz.
Gençliğini ihmal eden toplumların geleceklerini imha ettiklerini vurgulamama çalıştık seminerlerimizde de.
İstanbul Büyükşehir Belediyemiz bu çalışmamızda yanımızdaydı. Başkanımız Mevlüt Uysal Bey'e teşekkür ederiz.
Büyükçekmece Yeşilay başkanımız İhsan Yılmaz'a da teşekkür ediyoruz. Elbette ilçe milli eğitim müdürlüğümüze de.

Düşünen, sorgulayan, okuyan, yazan, sanatçı, mütefekkir, mütedeyyin, ahlaklı, Kuran'ı ve aklı rehber edinmiş, bilim yolunda gayretli gençlere ihtiyacımız olduğunu da ayrıca belirtelim.