AKSIRINCAYA TIKSIRINCAYA KADAR YIYIN EFENDILER!
ben bu yazıyı çok yıllar önce kaleme aldım. siz şu an
yaşıyorsunuz yazılanları.
Bu satirlar “Ramazan Ikliminin” manevi havasinin tüm yürekleri isittigi, soguk bir Istanbul aksaminda kaleme alinmakta...
“Küresel hesaplar ve tekstil” üstbasligi altinda dergimiz Tekstil Türkiye’nin yayin hayatina basladigi günlerden beridir ki en zor yazi olmakta...
Içim öfke dolu ve asabim bozuk!
Bu ne duyarsizlik! Bu ne biteviye bir adeviyyet! (Ilme ve hakikate karsi)
Hemki Ramazan! Bir nebze rahatliyorum. Mehmet Akif ötelerden sakinlestirmeye çalisiyor beni: Müslümanlik nerede/ Bizden geçmis insanlik bile/ Kaç hakiki müslüman gördümse/ Hepsi Makberdedir/ Müslümanlik bilmem amma/ Galiba göklerdedir.
Ve Hz.Musa’nin duasi acziyetimi dile getirmekte: “Içimizdeki beyinsizler yüzünden bizi helak eder misin Rabbim!”
Ya da Horosani sakin olmami gerektiren reçeteyi asirlar öncesinden koymakta önüme: “Onlar serrinden emin olduklari için dostlarini kendilerinden uzak tuttular. Düsmanlarini kazanmak için kendilerine yakin tuttular. Yakin tuttuklari düsmanlari dost olmadi. Ancak uzak tuttuklari dostlari düsman oldu. Herkes düsman safinda toplaninca yikilmalari mukadder oldu.”
Bir Kafkas göçmeni olan babamin (yani çerkez) üzerimdeki haklarini düsünüyorum an be an! O ki beni vatana-millete faydali bir evlat olmak için yetistirdigi mesajini her daim taze tutmaktadir. Aynen Seyh Edebali’nin Osmanciga mesaji gibi:
“Ogul,
Insanlar vardir, safak vaktinde dogar, aksam ezaninda ölürler. Avun oglum avun. Güçlüsün, kuvvetlisin, akillisin, kelamlisin.
Ama;
Bunlari nerede, nasil kullanacagini bilmezsen sabah rüzgarinda savrulursun gidersin. Öfken ve nefsin bir olup aklini yener. Daima sabirli, sebatli ve iradene sahip olasin. Dünya senin gözlerinin gördügü gibi büyük degildir. Bütün fethedilememis gizemler, bilinmeyenler, ancak; senin fazilet ve erdemlerinle gün isigina çikacaktir.
Anani, Atani say, bereket büyüklerle beraberdir.
Bu dünyada inancini kaybedersen yesilken çorak olur, çöllere dönersin. Açik sözlü ol. Her sözü üstüne alma. Gördün söyleme, bildin bilme. Sevildigin yere sik gidip gelme, kalkar muhabbetin itibar olmaz.
üç kisiye aci:
Cahiller arasindaki alime, zenginden fakir düsene, hatirli iken itibarini kaybedene. Unutma ki! Yüksekte yer tutanlar asagidakiler kadar emniyette degildir.
Hakli oldugun mücadeleden korkma. Bilesin ki atin iyisine doru, yigidin iyisine deli derler”...
Her sey 96’da basladi. Reel ekonomi dedim. 1,5 yillik bir çaba ile “lasiad”i kurdum, “kellim kellim la yen fag” üniversitesine gittim! tis! esnafina gittim! tis!
Dernekler, hükümet v.s yine tis! paneller düzenledim! tis! verdim! tis oglu tis! radyo bravo dedim! tis kere tis! konser yapmak istedim! 14 Mart’ta gazetelere ilan verdim!
Pamuk eller cebe dedim! milletvekili aday adayi oldum! AKP’ye rapor yazdim. 5T dedim. Tekstil-Turizm-Tarim-Tasimacilik-Teknoloji ve Türkiye sevgisi! Yok oglu yok!
Patla sodom ve gomore! 2005 dedim: Haykirdim! Tik yok! fis çok! TGRT ekranlarina tasindim! Görüntü güzel, ses yok!
Müsiad’da tekstil danismanligi yaptim! Eyvah kere ey-vah! Tim, Tobb, Tusiad, Lasiad, Mesiad, Gisad, Tgsd, Evsiad… ad… ad… ad… Yaklasmakta maalesef bekle-nen milad!
Ben Fehmi Demirbag! Ben kimim ki? Bir isçi çocugu!
Sen ki nasil olurda illümüniatiye kafa tutan! Sen ki nasil olurda ”yeniden büyük Türkiye” dersin? “Sana mi düstü bu yük” ya da banel bir ifade ile “Milletin derdi seni mi gerdi?” KDV’nin %18 oldugu bir Romüs Romülüs düzenini sen mi engelleyeceksin! “Yiyin efendiler yiyin, aksirincaya tiksirincaya kadar”
Milyon kere eyvah!
Hem ki Atikali'de ki Özdogan Giyim’den taksitli alisveris yapanlar çoktan unuttular Ayasofya’yi! Teblig için Ana-dolu’yu arsinlayanlar simdi birer TV yildizi. Tadil-i er-kanci agabeyler mehdiliklerine ara verdiler; hepsi birer Kemalist oldular! Leopar tanklarinin sesi Çiragan Sara-yinin balo salonlarindan duyulmaz oldu. Ne olmus yani Mehmetçigin basina çuval geçirilmisse! Biz hayati zaten “oyun ve eglenceden” ibaret bilenlerden degil miyiz?
Vazgeçemedigimiz oyun ise “köse kapmaca!”
Endülüs gitti ve söndü isigimiz!
Saltanat, satafat,sefahat!
Unutuldu kiyam ve kiraat!
-ve heyhat!
Teferruat ya da füruat!
Türbe yesilini benetton ya da Amerikan dolarinin yesiliyle kim degistirdi?
Ah Zarifoglu ah!
Kalem neyi yazsin kardesim!
“Iyiligi yayginlastirip kötülügü engelleme noktasinda zaafa düstügümüzde Allah elbette içimizden kötülerimizi basimiza musallat edecektir! Iyilerin duasi bir kavim kendini degistirmedikçe yeterli olacak midir?
“Batilinin korkulu rüyasi” Türkiye nerde, batinin Taseron ülkesi Türkiye, nerde?
“Tam ve bagimsiz Türkiye’nin hayali yoksa gerçekten hayal mi?
Peki ey agalar, beyler, efendiler, abiler, falan, filan!
Sagcisinin milliyetçi, solcusunun yurtsever oldugu bu kargasayi “Netekim” kim siparis vermisti ülkeme? Neden di cennet vatan ülkemde, cehennem hayati yasadigimiz? Insan kalitemiz nitelik itibariyle “Etik dezenfarmasyona” (!?) nasil tabi tutulmustu? Alemin kömürdü, petroldü, hidrojendi, atomdu derken seyreyledigi gidisati biz hala neden “tezek yakarak” isindigimiz ortamlarda yorumlamak zorundayiz. Cübbeleriyle “Populist paradigma” pesinde kosan yurdum insanlarinin ululari bu arada hangi bulus ve kesifleriyle bilim dünyasina adlarini yazdirdilar ki? Bilimsellik adina tek bildikleri hijyen kelimesi. Onu da rahatlikla 17-21 yas arasi türbanli kizlara basarili bir biçimde uygulamaktalar.
Ömrümün içini bosalttiginizi bildigim için bankalarin yada devletin içini de bosaltmanizin mantigini anlamaktayim. Ikiyüz bin sokak çocugunu bir slalom marifetiyle “Tinerci” diye geçistirmenizin marifetini ise saskinlikla izliyorum. Milli kutlamalarinizin manevi hazzini yapmis oldugunuz kürsüden kükremelerinizle yine ibretle izlemekteyim. Hem ki herbirimizin babasi “Devlet” ise devletin, imzayi her kim atiyorsa o oldugunu da biliyorum. Yani benim amcam, dayim, halam... Yani biz... Yani ben... Yani elbette bu millet adam olmaz. Ben ne kadar adamsam... “Bir kavim kendini degistirmedikçe, Allah onlari degistirmez” in anlamini da ancak ayna karsisinda çözebiliyorum ve kendime çok aciyarak üzülüyorum: Zavalli ben, zavalli biz! Peki dogmamis torunlarimizin simdiden kabahati ne?
“Allah’in ayetlerini az bir deger karsiligi satanlar” bu sorularin cevaplarini siz verebilir misiniz?
N’oluyoruz yahu?
Durkhaim, Engels, Marks, Darwin ve illaki Teoder Hertz!
Kelimelerimin feri tükenmek üzere!
“orada kimse var mi?” Hadi Satici beni anlamaz, Orakçiogluda! Yanarim yanarim bir Karahan’a derdimi anla-tamadim ya ben ona yanarim!
...Herkesin dolari kendine! Herkesin ihracati da herkesin iktidarida kendine! Muktedir olamayacaklara da yanlizca acirim o kadar!
Dert belli, dermanda!
Ancak “kalpleri mühürlenene “ne denebilir ki?
Gaflet içinde,dalalet içinde ve ihanet içinde olanlara!
Herkesin hesabini verecegi gün asikardir!
Bakalim makamlar, siskin banka hesaplari ve lailalar “hesap gününde “bir ise yarayacaklar mi?
Ne kadar “Marka" oldugumuzun tescillenecegi “o gün" malimizin “ne kadar “kaliteli”oldugunun da ayan beyan olacagi gündür!
O günde yine haykiracagim!
“Orada kimse var mi ?”
Sevgili okuyucu, kalemimin feri tükenmek üzere!
Ancak söylenecek sözü hemen hemen söyledim
Tekstil dedim, Türkiye dedim!
“orada kimse var mi” dedim!
Bir sise içinde mesajimi biraktim.
Benden bu kadar! Varim diyenlerle “yeni bir yol haritasinda” görüsmek üzere.
Yinede satirlarimi satirlamazdan evvel hiç olmazsa Kadir Koçdemir’e kulak verelim:
“Küresellesme gelismekte olan ülke-lerin tek bir Pazar haline gelen dün-yaya açilmasinin önündeki fiziki ve kültürel sinirlari ortadan kaldirmak-tadir. Dünya ile eklemlesen ülkeler rekabetin avantajlarindan istifade eder. Bu sebeple, küresellesme dünya üzerindeki gelismislik farklarini kal-dirarak gelismislik seviyesi bakimin-dan homojen bir dünya toplumu ya-ratan bir süreçtir. Bu süreç, gelis-mekte olan ülkelerin kalkinmalarini ve borç girdabindan kurtulmalarini saglayacaktir."
Rakamlara ve müsahhas gözlemlere açikça ters olmasina ragmen, çok dillendirilen bir iddiadir. Önce bazi tesbitler: Insanligin % 80'i fakirdir. 1,3 milyar insan günde l dolardan daha az gelirle yetinmek zorundadir. 800 milyon kisinin yeterli gidasi yok-tur. Diger 800 milyon saglik hizmet-lerinden mahrumdur. Asgari 840 milyon kisi ne okuyabilmekte ne de yazabilmektedir. Gelismekte olan diye adlandirilan ülkelerde yaklasik 4,5 milyar insan yasamaktadir. Ho-mojen olmayan bu ülkeler 5 sinifa ayrilarak incele-nebilir:
1. Güney Asya kaplanlari (Malezya, Hongkong, Güney Kore, Tayvan, Singapur, Tayland)
2. Yogun sanayilesmis merkezlere sahip ülkeler Meksika, Arjantin, Brezilya, Hindistan, Çin)
3. OPEC ülkeleri.
4. Fakirlesen dogu bloku ya da eski "ikinci dünya",
5. Asiri fakirlesen ve dünyadan kopan güney ülkeleri (Afrika, Latin Ameri-ka'nin ve Asya'nin bir bölümü)
Küresellesme gelismekte olan ülke-lerdeki yoksullugu daha da derinles-tirmektedir. Birlesmis Milletler Teski-latina göre yillik kisi basina geliri 320 dolarin altinda ülkeler en az ge-lismis ülkelerdir. Bu durumdaki 48 ülkenin 42'si Afrika'dadir. Bu 42 ül-kede, 570 milyon kisi, ya da dünya nüfusunun % 12'si yasamaktadir.
Bu ülkelerin küresellesmeden istifade ettikleri iddiasi realite ile bagdasma-maktadir. 1960 yilinda 46 en fakir ülke dünya çapindaki mal ticaretinin % 1,4'ünü yapiyordu. Eger küresel-lesme bu ülkelere yariyorsa, bu payin artmasi gerekirdi. Ama tam aksi oldu: 90'li yillarin baslarina gelindiginde bu pay sadece % 0,6 civarinda idi. Azalis devam etti ve 1995'te pay % 0,4 oldu. 1980 yilinda 102 fakir ülke dünyadaki ihracatin % 7,9'una sahip iken, 1990'da ancak % 1,4'ünü ger-çeklestirebildiler. Sermaye hareketle-rinde de benzer bir durum var: 1980'lerin basinda dünyadaki sermaye hareketlerinin % 80'i ABD, Bati Avrupa ve Dogu Asya ekonomik bölgesi içinde cereyan ediyordu. Daha az gelismis ülkelerin 1982'de % 14 olan payi 1989'da sifira yaklasti. Aradaki ülkeler (2. grup) bir yana birakilirsa gelismekte olan ülkelerin büyük bölümü için kamusal bagislar ve çok uluslu yardimlar disinda hemen hemen hiçbir sermaye hareketi söz konusu degildir. Sermayenin girdigi yerlerin sermaye hareketi bilançosu ise hemen hemen her zaman negatiftir.
Bugün 358 Dolar milyarderi dünya-nin yarisi kadar servete sahiptir.
Gelismekte olan ülkelerin ticaretten ve sermaye hareketlerinden tecrit edilmesi, birinci ve üçüncü dünya arasindaki gelir uçurumunu daha da artirmaktadir. 1965'te en zengin yedi ülkede kisi basina düsen gelir en fakir 7 ülkenin 20 katiydi. 1995 yilinda bu oran 40 kat oldu. 1960 yilinda en zengin % 20 nüfus en fakir 20'nin 30 kati gelir elde ederken, 1960'da bu oran 60 katina çikti.
Gelismekte olan ülkelere yapilan ya-
tirimlar ayni zamanda bir sömürü örnegidir. Buralarda, kadinlar günde 6 saat fazla mesai yapmaktadir.
Çin'de batili markalar ve magazalar için üretim yapan fabrikalarda haf-tada 69 saat çalisilir. Haftada 7 is günü kaide haline gelmistir. Oysa Çin is hukuku azami 44 saate mü-saade etmektedir. Uzun çalisma zamanlari kaza riskini artirmakta, akord usulü çalisma ciddi hastalik-lara yol açmaktadir. Gelismekte olan ülkelerde sendika yok gibidir. Zaten uluslararasi sirketler sendikalardan hoslanmazlar. Sermaye çabucak bas-ka karli alanlara gidebilecegi için, isçiler de kendilerinin sömürülmesine razidir.Ama Dünya Ticaret Örgütü, Uluslararasi Para Fonu ya da Dünya Bankasi gibi serbest ticaret sözcüle-rine göre kabahatli olan, gelismekte olan ülkelerin kendisidir.
Neo-liberal küresellesme projesi ge-lismekte olan ülkelerde fakir-zengin arasindaki uçurumu artirmaktadir. Bu süreçten sadece yeni bir yönetici elit sinif karli çikmaktadir. Üçüncü dünyadaki kitlesel sefaletin bu sekil-de ortadan kaldirilmasi mümkün degildir. Belki, en iyi ihtimalle kitlesel sefaletin ortasinda küçük adalar ya-ratilabilir. Ekonomi biliminde ifade edilen bir sanayinin çevresine yayil-masi ve dengeleyici etkide bulun-masi hadisesi burada geçerli degildir. Hindistan'da dünya bilgisayar piyasasi için programlanan metropol Bangoare çarpici bir örnektir: Çaresizlik ve sefalet içinde böyle bir metropolün mevcudiyeti, gelecek yüzyilin güzel, ileri teknoloji dünyasi hayallerine gölge düsürmektedir. Etrafi fakir insanlarla çevrilen bu metropollerin gelecekte ayakta kalmalari çok zordur. Gelir dagilimi bozukluklari Amerika’da bile gerginlik ve huzursuzluga yol açiyorsa, Hindistan ne yapacaktir?
Sanayilesmis ülkeler, bugün üçüncü dünya diye adlandirdiklari ülkeleri sadece tecrit etmekle kalmayip, ayni zamanda (bilhassa kolonilestirme çaginda) sömürmüslerdir. Gelismek-te olan ülkelerdeki artan sefalet ve yikilisin sebeplerinden biri de borç-lanmadir. Borç dagi son 10 yilda ikiye katlanmistir. Bu ülkelerin borç ana para ve faiz ödemeleri, borçlari-nin katlanmasindan baska bir ise yaramamaktadir.
Gelismekte olan ülkelerin 1993-96 arasinda borç ana para ve faizi olarak ödedikleri miktar da 2 trilyon dolardir. Baska bir ifade ile gelismekte olan ülkeler 2 kati bir borç batagina saplanmak için bu kadar ödemede bulunmuslardir.
Ülkeler borçlarini sadece Dolar yada Euro gibi paralarla ödeyebilir,
bu parayi da ihracatla elde edebilirler. Bu durum çok vahim sonuçlara yol açmaktadir: Halkin beslenmesi için gerekli olan tarim ihmal edilir, gida maddeleri ihraç edilir ve ihracata uygun ürünler üretilir. Arazi kullanimi yogunlasir, toprak fakirlesir ve çoraklasir. Ekonomi genellikle birkaç tarimsal ürüne ve dogal kaynaga bagimlidir. Karsilikli avantajlar böyle bir uzmanlasmaya yol açmistir. 70'li yillardan itibaren gelismekte olan ülkelerin ürünleri sanayi ülkelerinkine kiyasla daha ucuz hale gelmistir. Durum gittikçe daha da kötülesmektedir. Bu ülkeler ödeme kabiliyetini sürdürmek için daima daha fazla satmak zorundadir. Ulusötesi sirketleri memnun etmek için üretim maliyetlerini düsürmek, sendikalari yasaklamak, is koruma-sini zorlastirmak zorundadir. Rekabet bu ülkeler arasindaki farklari daha da keskinlestirmektedir.
Küresellesme denince esas itibariyla akla gelenler sunlardir:
* Mekanla ilgili mesafelerin önemi azalmaktadir. Mesafelerin asilma maliyeti düsmekte, sinirlar önemsiz
hale gelmektedir.
* Devlet seviyesinin altinda ve üstün-de entegrasyonlar ve olusumlar söz konusudur.
* Dünya ticareti dünya millî gelirin-den daha hizli artmaktadir.
* Uluslararasi malî piyasalarda dere-gülasyon, birbirine baglanma ve ag-lanma vardir.
* Yabanci dogrudan yatirimlar art-maktadir.
* Çok uluslu ya da ulus ötesi (trans-nasyonal) sirketler dünya siyasetin! belirleyen aktörlerden birisi haline
gelmektedir.
* Sermaye kolayca ülke sinirlari di-sina çikabilmekte ve istedigi yerde yogunlasabilmektedir.
* Sosyal ve kültürel tek tiplesme sü-reci yasanmaktadir.
* Ülkeler, sosyal gruplar ve fertler arasinda iletisim, etkilesim ve karsi-likli bagimliligin yogunluk ve kapsami
artmaktadir.
Bütün bunlar, ayni zamanda küre-sellesmenin olmadigini ispat etmek için de kullanilmaktadir. Mesela, dün
ya ticaretinin % 80'i üç büyük bölge (Kuzey Amerika-Kuzey Bati Avrupa ve Asya) arasinda gerçeklesmektedir Hatta bu ticaretin önemli bir bölümü de bölgeler arasi degil, bölge içi tica-rettir. Avrupa Birligi ülkelerinin yap-klari dis ticaretin % 60'i AB içi tica-rettir. Dünya ticaretinin % 84'ü dün-ya nüfusunun % 28'i arasinda ger-çeklesmektedir. Baska bir ifade ile, yukarida belirtilen hususlar dünya-nin tamami için geçerli degildir. Hatta belirtilen cografya içinde de küresel-lesme ve bölgecilik yan yanadir. Küre-sellesme sinirlari ortadan kaldirma-makta, bilakis yeni sinirlar (supran-asyonal bölgeler ve merkezler) ortaya çikarmaktadir. Bunun için globaliz-asyondan (küyerellesme) söz etmek gerektigi ileri sürülmektedir.
Küresellesme kaçinilmasi imkansiz bir kader degil, aksine bilinçli bir biçimde tatbik edilen bir projedir. Kü
resellesme diye tanimlanan gelismele-rin arkasinda devletlerin bilerek aldigi kararlar, yaptiklari anlasmalar ve kurduklari organizasyonlar vardir.
Belirtilen süreci, operasyonel olma-yan küresellesme yerine, sadece OE-CD dünyasi ve bunlara ilave edilebi-lecek birkaç ülkeyi kapsamak üzere, denasyonalizasyon süreci olarak is-imlendirmek daha uygundur.
Denasyonalizasyon, mal, hizmet, sermaye ve isgücünün mübadelesi veya üretiminde, tehdit ve savas risk-lerinde, çevre meselelerinde, kültür ve iletisimde sinir asan etkilesimlerin yogunlugunun ve kapsaminin artma-sidir. Bu etkilesim ve yogunlugu (yurtdisina çikan insan sayisi, yurt-disi telefon görüsmeleri gibi) belli parametrelerle ölçmemiz mümkün-dür. Diger yandan, denasyonalizas-yon kavrami konumuz bakimindan daha uygundur. Zira, yönetim cihazi olarak devletin rol ve fonksiyonlarin-daki degisime isaret etmektedir.
“Iletisim ve ulasimdaki bas donduru-cu gelismeler, dünya küresel bir köy haline getirmektedir. Bu zamana kadar kendisini ifade imkani bulama-yan kültürler, dinler, hayat anlayis ve tarzlari küresellesme ile birlikte yepyeni imkanlara kavusmaktadir. Hayatin bütün boyutlarim kavrayan rekabet, dünyayi çok kültürlü top-lumlar temeline getirmektedir."
Gazeteci, yönetici, siyasetçi ve bilim adamlari, yani konusmaya da karar hakkina sahip olanlar, seyahatlerin-
de genellikle kendileri gibi elitlerin ugradigi otellerde ayni televizyon ka-nalindan bilgi alirlar. Ödemelerini ayni kredi kartlari ile yapar, ayni gazeteleri okurlar. "Uluslar arasi mutfaktan" ayni seyleri yerler. Bu sebeple dünyanin her tarafindan aynilastigini sanirlar.
Sanayilesmis ülkelerin ortalama vatandaslarinin hayat tarzlari da pek farkli degildir: Çogu Japon mali televizyonlardan ayni (genellikle Amerikan) dizileri seyrederler. Müzik set-lerinden ayni disketleri dinlerler. Ulus ötesi sirketlere ait markalari kullanir, onlara ait magaza zincir-lerinden alisveris ederler. Cadde ve bulvarlari dolduran reklam afisleri, sehirler bir yana, ülkeler arasinda bile farklilik göstermez.
Küresellesme çogulculugu degil, daima ayni kaliba göre isleyen bir 'Madonna-Ekonomisi'ni desteklemektedir. Bu ekonomide tüketim, bilgilenme ve iletisim mallari tek tiples-mekte, ayni piyasa ve reklam manti-gina göre üretilip satilmaktadir. Bu-nun ne derece etkili oldugunu gör-mek için eski Dogu Avrupa ülkelerine bakmak yeterlidir.
Büyük marketlerdeki mal bollugu ve çesit çoklugu çogulculuga delalet et-memektedir. Karlilik kriteri çerçeve-sinde agir bir rekabet baskisi türlerin azalmasina yol açmaktadir: Bugün 1903 yilindaki mevcut olan sebze türlerinden vitrinlerde sadece % 3'ü kalmistir. 19. yüzyildaki 7.098 elma türünden 3.121'i yeterince karli olmadiklari için kaybolmustur. Mümkün oldugunca ucuz, kimyasal olarak zenginlestirilmis yüksek verimli ürünler rekabete dayanabilmektedir.
Reklamlar mal tanitmaya degil ihti-yaç üretmeye yöneliktir. Ürün aras-tirmasindan çok daha fazlasi piyasa
arastirmasi için harcanmaktadir. Strateji günümüz insanin ihtiyacini çektigi seylerin istismarina dayandi-rilmaktadir. Sanki sunulan bir mal degil de arzu edilen hayattir. Ne var ki saadet, emniyet ya da saglik gibi temel ihtiyaçlarin çikolata yada otomobil ile karsilanmasi mümkün degildir.
Reklam, moda, kültür-sanat sponsorlugu gibi taktiklerle karlar artirilmakta, objektif olmayan ve yayincinin
kanaatlerini aktaran medyanin da katkisiyla hayat metalastirilmaktadir. Neo liberal ideoloji, alternatifleri bogmaktadir. Medya holdingleri kimin ekmegini yiyorlarsa onun kilicim sallamaktadir.
Fransiz sosyologu Pierre Boudieu'nun da belirttigi gibi; küresellesme, esneklik büyük bir hayranlikla ifade di
len tilsimlar: Ama bunlarin ne anlama geldigi hiç bilinmiyor. Dini bir inançta oldugu gibi, belirsiz, flü kav-
ramlar tedavülde. Bunlar tabiî hakikatler olarak sunuluyor.Hiç kimse sasirmiyor, kimse sormuyor, her sey orta gibi görünüyor. Bu dinî ritüele göre dua edenlerin çogu ekonomi teorisi hakkinda hiçbir sey bilmiyor. Hatta vaat edilenle realite arasindaki asikar tezat bile neoliberal inanç cemaatini hiç ilgilendirmiyor. Siyaset sekillendirme zenginligini kaybetti. Düzenleme sanki bir küfür kelimesi haline geldi ve her türlü hatanin sebebi olarak gösteriliyor. Bütün ülkeler deregülasyon, özellestirme ve liberal-lestirmeyi slogan haline getirdi. Herkes dünya çapinda her seyde ve herkese karsi rekabet kabiliyetini haiz olmak istiyor. Öyle ki küresellesmenin bedelini ödeyenler bile bu beyin yikama operasyonundan nasibini almis gibi...
Yani birkez daha kendim söyledim kendim isittim galiba! Birkez daha sesleniyorum:
ORADA KIMSE VAR MI?
FEHMI DEMIRBAG