"Küresel sehirler, küresel markalar artık dünyada devletler gibi siyasi aktör haline geliyor. Kültür de siyaset ve ekonomi gibi stratejik unsur oluyor." Küresel markalar; İŞGALCİ KOLLUK KUVVETLERİ! ŞİMDİ MİLLİ MÜDAFA ZAMANI! KIZLI-ERKEKLİ KAYBEDECEĞİZ YOKSA GELECEĞİMİZİ! YANİ; NE KARA KUVVETLERİ, NE HAVA KUVVETLERİ, NE DENİZ... İLLA Kİ; KÜLTÜR KUVVETLERİ!
25 Şubat 2016 Perşembe
20 Şubat 2016 Cumartesi
19 Şubat 2016 Cuma
VATAN MAAŞ İÇİN SEVİLMEZ!
Çanakkale’den, ilçesi Havran’daki köyüne kadar 145 kilometreyi 13 günde yayan yürür. Yola ne ayak dayanır, ne tırnak. Nefes kesmeksizin yürür de yürür.
Geldiğinde evine giremez. Çünkü köyünde onu herkes öldü bilmektedir. Çünkü 9 yılda belki karısı, yeniden evlenmiş olabilir. Çünkü o cepheden cepheye koşturup durmuştur ki, "vatan elden gitmesin'" diye.
Akşamdan geldiği evini sabaha kadar göz hapsine alır. Sabah koyunları çıkarmak için gelen bir akrabası ile karşılaşır. Selam verir yanaşır akrabasına bilindik hikayenin kahramanı;
“-Sen kimsin?
-Ben Seyid'im.
-Biz seni öldü biliyoruz.
-İşte sağ döndüm. Benim hanım evli mi?
-Hayır evli değil. Bir çocuğun var içeride, çocuğu korkutursun. Bağırarak git, haberi olsun.”
Kapıdan eşinin ismini seslenir. 8 yaşında bir kız çocuğu kapıya gelir. “Anne” diyor, “kapıda sakallı biri var korktum.” Annesi geliyor kapıya bakıyor ki, adamı.
“Korkma kızım o senin baban.”
Ve 9 yıl sonra kızıyla böyle tanışıyor.
O kız, sonradan nine olduğunda torunlarına, “Baba deyip de bir müddet kucağına oturamazdım” der.
***
Kocaseyit namı, "Seyit Ali Çabuk" tam adı.
Çanakkale’de 276 kiloluk top mermisini tek başına sırtlayıp İngiliz zırhlısını vuran kahraman.
1889'da Balıkesir'in Havran ilçesine bağlı bir orman köyü olan Manastır köyünde doğan Seyit Ali, Yörük çocuğudur. Mavi gözlü ve ufak tefektir.
Gariban Anadolu köylülerinden biridir, işte!
Keçi güder arada kaçak odun kömürü yapar satar.
18 yaşında 1909’da askere gider. 1912’de Balkan Savaşı’na katılır. 1914’te Birinci Dünya Savaşı başlayınca Çanakkale cephesinde topçu eri olarak bulunur. 18 Mart1915'te Müttefik donanması Çanakkale Boğazı'nı geçmek için saldırıya geçti. Bu sırada Seyit Ali, Rumeli Mecidiye Tabyası'nda görevlidir.
(Savaşın en kritik anlarından birinde Queen Elizabeth zırhlısından atılan bir top mermisi Mecidiye Tabyası'na isabet eder. Mecidiye Tabyası'nın pozisyonu çok kritiktir. Boğazdan geçen düşman savaş gemilerini vurmak üzere oradadır. Ve hedef alınan tabyada geriye sadece iki er ve tabya komutanı kalmıştır. Bu erlerden bir tanesi Seyit Ali Çabuk'tur.)
24 yaşındaki Seyit, 276 kiloluk bir mermiyi, mataforası yani vinci bozuk olan topçu bataryasına tek başına sırtlayarak yerleştirmeyi başarır.
Ve Ocean gemisini dümen sisteminden vurmayı başarır. Ocean daha sonra sürüklenir ve Nusrat’ın döşediği mayınlardan birine çarparak batar.
Bu başarısından ötürü onbaşı rütbesine yükseltilmiş bir de ödül olarak çift tayın (Mc Donaldcılar bilemezler tayını) verilmiş. O da bir hafta sonra aç arkadaşlarının arasında kursağından geçmeyince istememiş.
Seyit Ali, 1909'da gittiği askerden, 1918'de onbaşı olarak döner. 1915’teki zaferden sonra 3 yıl daha Çanakkale’de askerliğe devam eder. 1918’de terhis olur.
***
Kocaseyit, harpten döndükten sonra burada köyünde kimseye savaş ile ilgili bir şey anlatmaz. 9 yılda yaşadıklarını kendine saklar. Kolay değil, yaşanan olaylar, büyük travmalar yaratmıştır muhtemelen. 1929’da Kemal Atatürk, bir açılış için Havran'a gelir. Açılıştan sonra Havran Nahiye Müdürü’ne der ki, “Burada bir Seyit Onbaşı olacaktı onu görmem lazım.”
Ancak Havran Nahiye Müdürü, Seyit Onbaşı’nın hangi köyde olduğunu bilmez. “Buluruz tabii Paşam” deyip, Edremit askerlik şubesinden Seyit’i sordurur. Manastır köyünde bulunur. Şubeden 2 jandarma görevlendirilip salınır. Sabah çıkan jandarmalar akşamüstü köye gelir. Kocaseyit, dağa kömüre gitmiştir. Jandarmalar evinin önünde akşama dek bekler. Akşam geç saatte evine gelen Seyit, jandarmayı görünce, kaçak kömür için geldiklerini sanır. Ama bozuntuya vermez. Askerlere “suçum ne ki” diye sorar. “Hayır, suçun yok biz seni bekliyoruz. Seni Paşa çağırıyor.” Seyit, sevinir.
Gece yarısı vardıklarında nahiye müdürü, Seyit’i perişan vaziyette görünce, önce onu bir güzel yıkatır, berberde saç sakal traşı yaptırır. Sabah da elbisesini verir. Atatürk’ün yanına çıktığında, biraz sohbetten sonra Paşa ‘ne istersen, iste sen büyük kahramanlık yaptın’ der.
Maaş bağlatılmasını teklif eder. Seyit Ali, “Hayır paşam" demiş, "biz görevimizi yaptık maaş için değil” der. Tek bir isteği olur Atatürk’ten, “Ben dağda kaçak odunla kömür imal ediyorum. Havran ve Edremit'te gece kaçak satıyorum. Senin emrinle o dağdaki ormancılar baltamı almasa. Rahat çalışsam, maaş da istemem”
Atatürk, nahiye müdürüne talimat verir, Seyit’e dokunulmasın diye.
Ancak iki yıl sonra yeni gelen nahiye müdürü bu emri uygulamaz, Seyit’e pek rahat verilmez. (Atatürk'ün talimatının etkisi buraya kadarmış.)
Seyit Ali Onbaşı, bir süre daha dağda odun kömürü yapar.
Yaşlanmaya başlayınca zorlanır, Havran’da bir fabrikada hamallığa başlar.
Seyit Ali Çabuk, 1939'da 50 yaşındayken, zatürreye yakalanır ve yaşamını yitirir. Köyündeki mezara gömülür. Mezarı anıtmezar değildir.
Kocaseyit'in köyü, hala yoksul...
Yüze yakın torununun yaşadığı Kocaseyit Köyü (köyün adı sonradan Çamlık, 1990’da da Kocaseyit olmuştur), büyük oranda elektriksiz ve susuz.
Güneydoğu’dakilerden farksız köylü topraksız, koyun keçi güdüyor, ovaya yevmiyeye gidiyor. Aynı dedeleri Kocaseyit gibi.
Ve 9 yıl sonra kızıyla böyle tanışıyor.
O kız, sonradan nine olduğunda torunlarına, “Baba deyip de bir müddet kucağına oturamazdım” der.
***
Kocaseyit namı, "Seyit Ali Çabuk" tam adı.
Çanakkale’de 276 kiloluk top mermisini tek başına sırtlayıp İngiliz zırhlısını vuran kahraman.
1889'da Balıkesir'in Havran ilçesine bağlı bir orman köyü olan Manastır köyünde doğan Seyit Ali, Yörük çocuğudur. Mavi gözlü ve ufak tefektir.
Gariban Anadolu köylülerinden biridir, işte!
Keçi güder arada kaçak odun kömürü yapar satar.
18 yaşında 1909’da askere gider. 1912’de Balkan Savaşı’na katılır. 1914’te Birinci Dünya Savaşı başlayınca Çanakkale cephesinde topçu eri olarak bulunur. 18 Mart1915'te Müttefik donanması Çanakkale Boğazı'nı geçmek için saldırıya geçti. Bu sırada Seyit Ali, Rumeli Mecidiye Tabyası'nda görevlidir.
(Savaşın en kritik anlarından birinde Queen Elizabeth zırhlısından atılan bir top mermisi Mecidiye Tabyası'na isabet eder. Mecidiye Tabyası'nın pozisyonu çok kritiktir. Boğazdan geçen düşman savaş gemilerini vurmak üzere oradadır. Ve hedef alınan tabyada geriye sadece iki er ve tabya komutanı kalmıştır. Bu erlerden bir tanesi Seyit Ali Çabuk'tur.)
24 yaşındaki Seyit, 276 kiloluk bir mermiyi, mataforası yani vinci bozuk olan topçu bataryasına tek başına sırtlayarak yerleştirmeyi başarır.
Ve Ocean gemisini dümen sisteminden vurmayı başarır. Ocean daha sonra sürüklenir ve Nusrat’ın döşediği mayınlardan birine çarparak batar.
Bu başarısından ötürü onbaşı rütbesine yükseltilmiş bir de ödül olarak çift tayın (Mc Donaldcılar bilemezler tayını) verilmiş. O da bir hafta sonra aç arkadaşlarının arasında kursağından geçmeyince istememiş.
Seyit Ali, 1909'da gittiği askerden, 1918'de onbaşı olarak döner. 1915’teki zaferden sonra 3 yıl daha Çanakkale’de askerliğe devam eder. 1918’de terhis olur.
***
Kocaseyit, harpten döndükten sonra burada köyünde kimseye savaş ile ilgili bir şey anlatmaz. 9 yılda yaşadıklarını kendine saklar. Kolay değil, yaşanan olaylar, büyük travmalar yaratmıştır muhtemelen. 1929’da Kemal Atatürk, bir açılış için Havran'a gelir. Açılıştan sonra Havran Nahiye Müdürü’ne der ki, “Burada bir Seyit Onbaşı olacaktı onu görmem lazım.”
Ancak Havran Nahiye Müdürü, Seyit Onbaşı’nın hangi köyde olduğunu bilmez. “Buluruz tabii Paşam” deyip, Edremit askerlik şubesinden Seyit’i sordurur. Manastır köyünde bulunur. Şubeden 2 jandarma görevlendirilip salınır. Sabah çıkan jandarmalar akşamüstü köye gelir. Kocaseyit, dağa kömüre gitmiştir. Jandarmalar evinin önünde akşama dek bekler. Akşam geç saatte evine gelen Seyit, jandarmayı görünce, kaçak kömür için geldiklerini sanır. Ama bozuntuya vermez. Askerlere “suçum ne ki” diye sorar. “Hayır, suçun yok biz seni bekliyoruz. Seni Paşa çağırıyor.” Seyit, sevinir.
Gece yarısı vardıklarında nahiye müdürü, Seyit’i perişan vaziyette görünce, önce onu bir güzel yıkatır, berberde saç sakal traşı yaptırır. Sabah da elbisesini verir. Atatürk’ün yanına çıktığında, biraz sohbetten sonra Paşa ‘ne istersen, iste sen büyük kahramanlık yaptın’ der.
Maaş bağlatılmasını teklif eder. Seyit Ali, “Hayır paşam" demiş, "biz görevimizi yaptık maaş için değil” der. Tek bir isteği olur Atatürk’ten, “Ben dağda kaçak odunla kömür imal ediyorum. Havran ve Edremit'te gece kaçak satıyorum. Senin emrinle o dağdaki ormancılar baltamı almasa. Rahat çalışsam, maaş da istemem”
Atatürk, nahiye müdürüne talimat verir, Seyit’e dokunulmasın diye.
Ancak iki yıl sonra yeni gelen nahiye müdürü bu emri uygulamaz, Seyit’e pek rahat verilmez. (Atatürk'ün talimatının etkisi buraya kadarmış.)
Seyit Ali Onbaşı, bir süre daha dağda odun kömürü yapar.
Yaşlanmaya başlayınca zorlanır, Havran’da bir fabrikada hamallığa başlar.
Seyit Ali Çabuk, 1939'da 50 yaşındayken, zatürreye yakalanır ve yaşamını yitirir. Köyündeki mezara gömülür. Mezarı anıtmezar değildir.
Kocaseyit'in köyü, hala yoksul...
Yüze yakın torununun yaşadığı Kocaseyit Köyü (köyün adı sonradan Çamlık, 1990’da da Kocaseyit olmuştur), büyük oranda elektriksiz ve susuz.
Güneydoğu’dakilerden farksız köylü topraksız, koyun keçi güdüyor, ovaya yevmiyeye gidiyor. Aynı dedeleri Kocaseyit gibi.
ve kimse dağa çıkmıyor. Yokluk ya da yoksulluklarını bahane edip vatana ihanet gibi düşüncelerin peşine de düşüyor değiller.
Ey masum bebeler...Alnı secdeli gençler...Dudakları dualı ihtiyarlar... Sizin hatrınıza döner dünya! Sizin hatrınızadır Türkiyemin güzellikleri...
Ruhunuz Şad olsun ey kıymetlerini bilemediklerimiz!
fehmi demirbağ
18 Şubat 2016 Perşembe
SİGARA İÇENLERE BİR KIYAĞIM OLSUN!
Bu yazımızda 72 saat içinde akciğeri temizleme yöntemi ve toksinlerden arındırma yollarından bahsedeceğiz.Bu yolla birlikte ciğerlerinizdeki rahatlamayı hissedecek sigara,pis hava gibi etmenlerin bir kısmını vücudunuzdan atmış olacaksınız.Bu işlemleri 8 kısma böleceğiz ve kısım kısım uygulayarak daha rahat bir şekilde uygulamaya geçirebilirsiniz.
1.Aşama
Öncelik ile yapmanız gereken bir diyet programı varsa bu programa 72 saatlik kısa bir ara vermek.Çünkü bu esnada tüketmeniz gereken bazı besinler olacak ve bu besinler sizin diyet programına uymayabilir.Ayrıca bu gıdaları tüketirken yan gıdalardan uzak kalarak bu gıdaların etkisini arttırmamız gerekir.Özellikle yağlı gıdalardan uzak kalarak bu işlemi hızlandırabilirsiniz.
2.Aşama
2. aşamamız saflaştırma aşamasıdır.Bu aşamada uykudan önce bitkisel çay içmek gerekir.Bu sayede bağırsak fonksiyonları hızlandırılarak kabızlık etkisi uzaklaştırılır ve toksinlerin uzaklaşması daha hızlı hale gelir.Bu sayede akciğer için yükünün hafiflemesi demektir.Ayrıca kahvaltıdan önce 300ml suya limon suyu sıkıp içmeniz gerekir.
3. Aşama
Bu aşamamızda bol greyfurt ve ananas suyu tüketmemiz gerekir.Bu iki meyve doğal antioksidan açısından oldukça zengindir.Bu antioksidanlar akciğerimiz için oldukça büyük öneme sahiptir.Akciğer temizlenmesi esnasında bolca antioksidanlar görev almaktadır.
4. Aşama
Bu aşamamızda potasyum yüklemesi yapmamız gerekiyor.Potasyum kan basıncını düzenlemede görev almaktadır.Bu sayede vücutta tonik etkisi görmektedir.Özet olarak temizlik toniği görevini potasyum üstlenmektedir.Potasyum açısından zengin olan besinler tüketilmelidir.Özellikle fasülye,ıspanak,mantar,kuru kayısı,yağsız yoğurt,domates,havuç gibi besinler potasyum açısından zengin besinler arasındadır.
5. Aşama
Kahvaltı ve öğle yemeği arasında havuç veya havuç suyu tüketmeliyiz.Yemekten önce içilen havuç suyu kanı alkalileşme adına büyük bir etkisi vardır.Alkalileşme sayesinde kandaki ph değeri ayarlanır ve toksitler daha çabuk uzaklaştırılır.Yüksek alkali seviyesindeki kan akciğere giderek zararlı etkilerin uzaklaştırılmasında büyük etki sağlamaktadır.
6. Aşama
Yatmadan önce kızılcık suyu içmek.Kızılcık suyu akciğerde enfeksiyona neden olan bakteriler ve toksitlere karşı bir savunma görevi üstlenmektedir.Bakterilere karşı bu konuda kızılcık suyunun büyük yardımları dokunacaktır.
7. Aşama
Vücut bakımı ve egzersizler.Günlük yapılacak olan 30 dakikalık bir egzersizle birlikte terleme gerçekleşecektir.Bu terleme esnasında vücuttaki toksinler terle birlikte dışarı atılmada büyük etkiye sahiptir.Mümkün olduğunca bol egzersiz ve belli bir plana göre düzenli olarak egzersiz yapılması önemlidir.
8. Aşama
Okaliptüs meyvesi zor bulunacak olsa da bir şekilde ulaşılmalı ve sıcak suyla 10 damla okaliptüs damlatılarak su soğuyana kadar suyun buharını içimize çekmeliyiz.Okaliptüs akciğer temizliğine olumlu etkisi oldukça fazladır.
Değerli okurlarım.Bu aşamaları yapmadan önce ilk yapmamız gerekenlerden biri de sigara ve alkolden uzak durmaktadır.Bu zararlı zehirleri kullanıp aşamaları uygulasak bile fazla etkisi olmayacaktır.Mümkün olduğunca sigara ve alkolden uzak kalarak akciğer temizliğimizi daha güzel şekilde gerçekleştirmiş olacağız.
Bu yazımızda 72 saat içinde akciğeri temizleme yöntemi ve toksinlerden arındırma yollarından bahsedeceğiz.Bu yolla birlikte ciğerlerinizdeki rahatlamayı hissedecek sigara,pis hava gibi etmenlerin bir kısmını vücudunuzdan atmış olacaksınız.Bu işlemleri 8 kısma böleceğiz ve kısım kısım uygulayarak daha rahat bir şekilde uygulamaya geçirebilirsiniz.
1.Aşama
Öncelik ile yapmanız gereken bir diyet programı varsa bu programa 72 saatlik kısa bir ara vermek.Çünkü bu esnada tüketmeniz gereken bazı besinler olacak ve bu besinler sizin diyet programına uymayabilir.Ayrıca bu gıdaları tüketirken yan gıdalardan uzak kalarak bu gıdaların etkisini arttırmamız gerekir.Özellikle yağlı gıdalardan uzak kalarak bu işlemi hızlandırabilirsiniz.
2.Aşama
2. aşamamız saflaştırma aşamasıdır.Bu aşamada uykudan önce bitkisel çay içmek gerekir.Bu sayede bağırsak fonksiyonları hızlandırılarak kabızlık etkisi uzaklaştırılır ve toksinlerin uzaklaşması daha hızlı hale gelir.Bu sayede akciğer için yükünün hafiflemesi demektir.Ayrıca kahvaltıdan önce 300ml suya limon suyu sıkıp içmeniz gerekir.
3. Aşama
Bu aşamamızda bol greyfurt ve ananas suyu tüketmemiz gerekir.Bu iki meyve doğal antioksidan açısından oldukça zengindir.Bu antioksidanlar akciğerimiz için oldukça büyük öneme sahiptir.Akciğer temizlenmesi esnasında bolca antioksidanlar görev almaktadır.
4. Aşama
Bu aşamamızda potasyum yüklemesi yapmamız gerekiyor.Potasyum kan basıncını düzenlemede görev almaktadır.Bu sayede vücutta tonik etkisi görmektedir.Özet olarak temizlik toniği görevini potasyum üstlenmektedir.Potasyum açısından zengin olan besinler tüketilmelidir.Özellikle fasülye,ıspanak,mantar,kuru kayısı,yağsız yoğurt,domates,havuç gibi besinler potasyum açısından zengin besinler arasındadır.
5. Aşama
Kahvaltı ve öğle yemeği arasında havuç veya havuç suyu tüketmeliyiz.Yemekten önce içilen havuç suyu kanı alkalileşme adına büyük bir etkisi vardır.Alkalileşme sayesinde kandaki ph değeri ayarlanır ve toksitler daha çabuk uzaklaştırılır.Yüksek alkali seviyesindeki kan akciğere giderek zararlı etkilerin uzaklaştırılmasında büyük etki sağlamaktadır.
6. Aşama
Yatmadan önce kızılcık suyu içmek.Kızılcık suyu akciğerde enfeksiyona neden olan bakteriler ve toksitlere karşı bir savunma görevi üstlenmektedir.Bakterilere karşı bu konuda kızılcık suyunun büyük yardımları dokunacaktır.
7. Aşama
Vücut bakımı ve egzersizler.Günlük yapılacak olan 30 dakikalık bir egzersizle birlikte terleme gerçekleşecektir.Bu terleme esnasında vücuttaki toksinler terle birlikte dışarı atılmada büyük etkiye sahiptir.Mümkün olduğunca bol egzersiz ve belli bir plana göre düzenli olarak egzersiz yapılması önemlidir.
8. Aşama
Okaliptüs meyvesi zor bulunacak olsa da bir şekilde ulaşılmalı ve sıcak suyla 10 damla okaliptüs damlatılarak su soğuyana kadar suyun buharını içimize çekmeliyiz.Okaliptüs akciğer temizliğine olumlu etkisi oldukça fazladır.
Değerli okurlarım.Bu aşamaları yapmadan önce ilk yapmamız gerekenlerden biri de sigara ve alkolden uzak durmaktadır.Bu zararlı zehirleri kullanıp aşamaları uygulasak bile fazla etkisi olmayacaktır.Mümkün olduğunca sigara ve alkolden uzak kalarak akciğer temizliğimizi daha güzel şekilde gerçekleştirmiş olacağız.
3 günlük bu işlem sonunda ciğerlerinizdeki rahatlamayı sizde göreceksiniz.Sağlıklı ve mutlu yaşamlar…
SELAMUN ALEYKUM KARDEŞİM...
SİZE SANAL KİTAPLARIMI TAVSİYE EDİYORUM...ÜCRETSİZDİR...
1- http://fehmidemirbag.blogspot.com.tr/2016/02/birileri-bizi-bolecekmis-dogru-mu.html
2- http://fehmidemirbag.blogspot.com.tr/2014/12/asrin-liderinin-hayatindan-kesitler.html
3- http://fehmidemirbag.blogspot.com.tr/2014/12/rahmetli-mehmet-akif-ersoyun-aziz.html
4- http://fehmidemirbag.blogspot.com.tr/2013/09/simdi-boku-yedik-fehmi-demirbag.html
5- http://fehmidemirbag.blogspot.com.tr/2014/02/sanal-kitap-roman.html
6- http://fehmidemirbag.blogspot.com.tr/2014/11/dunya-5ten-buyuktur-bes-buyuk-sektor.html
OKUMANIZI VE PAYLAŞMANIZI RİCA EDERİM.
BÜTÜN DUALARIM SİZİNLE KARDEŞLERİM!
Kuran’daki Dualar
5 – Yalnız sana kulluk eder, yalnız senden yardım isteriz.
6 – Bizi doğru yola ilet.
7 – Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna. Gazaba uğrayanların ve doğruluktan sapmış olanlarınkine değil.
6 – Bizi doğru yola ilet.
7 – Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna. Gazaba uğrayanların ve doğruluktan sapmış olanlarınkine değil.
Fatiha (Açılış) Suresi
32 – Sen Yücesin, bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Gerçekten sen her şeyi Bilensin, Bilgesin.
127 – İbrahim, İsmail ile birlikte evin sütunlarını yükseltiyor: “Rabbimiz! Bizden olanı kabul et. Gerçekten Sen, her şeyi Bilensin, Bilgesin.
128 – Rabbimiz! İkimizi sana teslim olanlardan yap ve soyumuzdan da sana teslim olan bir toplum oluştur. Bize ibadet şeklimizi göster ve tövbemizi kabul et. Gerçekten sen bağışlanma dileklerini kabul edensin, Şefkatlisin.”
201 – Rabbimiz ! Bize dünyada da güzellik ver, ahirette de güzellik ver. Bizi ateş azabından koru.
250 – Rabbimiz ! Üzerimize sabır yağdır. Ayaklarımızı yere sağlam bastır ve inkarcılara karşı bize yardım et.
255 – Allah, O’ndan başka tanrı yoktur. O, Canlıdır, Kudretin Kaynağıdır. O kendisinden geçmez ve O’nu uyku tutmaz. Göklerde ve yeryüzünde ne varsa hepsi O’nundur. İzni olmaksızın O’nun katında kim aracılık edebilir? O önlerindekini ve arkalarındakini bilir. İstediği kadarının dışında O’nun bilgisinden hiçbir şeyi kavrayamazlar. O’nun yönetimi gökleri ve yeryüzünü kuşatmıştır. Onların korunması O’na zor gelmez. O pek Yücedir, pek Büyüktür.
285 – Elçi, Rabbinden kendisine indirilene inandı, inananlar da… Hepsi Allah’a, meleklerine, kitaplarına, elçilerine inanmışlardır: “Allah’ın elçilerinin hiçbirisi arasında ayırım yapmayız. İşittik ve itaat ettik. Rabbimiz ! Bağışla bizi, dönüş Sana’dır.” dediler.
286 – Allah hiçbir benliğe kapasitesinin haricinde bir yük yüklemez. Herkesin kendi yaptığı lehine, kendi yaptıkları aleyhinedir: “Rabbimiz ! Unutur ya da yanılırsak, bizi sorumlu tutma. Rabbimiz ! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Rabbimiz ! Gücümüzün yetmeyeceklerini bize taşıtma. Bizi affet, bizi bağışla, bize şefkat göster. Sen bizim dostumuzsun. İnkarcılar topluluğuna karşı bize yardım et.
Bakara Suresi
8 – “ Rabbimiz ! Bizi doğruya ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme ve katından bize rahmet bağışla. Gerçekten bağışı en çok olan Sensin, Sen.
9 – Rabbimiz ! Varlığında şüphe bulunmayan bir günde insanları mutlaka Sen toplayacaksın.” Gerçekten de Allah vaadinden dönmez.
9 – Rabbimiz ! Varlığında şüphe bulunmayan bir günde insanları mutlaka Sen toplayacaksın.” Gerçekten de Allah vaadinden dönmez.
16 – Rabbimiz ! Şüphesiz biz inandık, günahlarımızı bağışla, ateş azabından koru bizi.
26 – “Ey yönetimin sahibi Allah’ım, Sen yönetimi istediğine verirsin ve istediğinden yönetimi çekip alırsın. İstediğini üstün kılar, istediğini alçaltırsın. Hayırlar senin elindedir. Gerçekten de Sen her şeye gücü yetensin.
27 – Geceyi gündüze bağlarsın, gündüzü de geceye bağlarsın. Diriyi ölüden çıkarırsın, ölüyü diriden çıkarırsın. Sen istediğini hesapsızca rızıklandırırsın.
53 – Rabbimiz ! Biz indirdiğine inandık ve elçiye uyduk. Bizi tanıklarla beraber yaz.
147 – Rabbimiz ! Günahlarımızı ve taşkınlıklarımızı bağışla, ayaklarımızı sağlam bastır ve inkarcılar topluluğuna karşı bize yardım et .
191 – Onlar ayakta, otururken, yan yatarken hep Allah’ı hatırlarlar.Evren’in ve yerin yaratılışı konusunda derin derin düşünürler: “Rabbimiz ! Sen bunları boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateş azabından koru.”
192 – “Rabbimiz ! Şüphesiz Sen birini ateşe soktun mu onu tam rezil etmişsindir. Zalimlerin yardımcıları olmayacaktır.”
193 – “Rabbimiz ! Bir davetçinin Rabbinize inanın diye inanmaya çağırdığını işittik ve inandık. Rabbimiz ! Günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve bizim canımızı iyilerle birlikte al.”
194 – “Rabbimiz ! Elçilerine vaat ettiğini bize ver. Diriliş gününde bizi rezil etme. Sen vaadinden dönmezsin.
193 – “Rabbimiz ! Bir davetçinin Rabbinize inanın diye inanmaya çağırdığını işittik ve inandık. Rabbimiz ! Günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve bizim canımızı iyilerle birlikte al.”
194 – “Rabbimiz ! Elçilerine vaat ettiğini bize ver. Diriliş gününde bizi rezil etme. Sen vaadinden dönmezsin.
Ali İmran Suresi
1 – Övgü Allah’adır .O ki gökleri ve yeri yaratmıştır, karanlığı ve ışığı var etmiştir.Buna rağmen inkarcılar Rablerini başkaları ile denk tutuyorlar.
162 – De ki : “Benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah içindir.
Enam Suresi
23 – Dediler ki : “Rabbimiz ! Kendimize zulüm ettik. Eğer bizi affetmez, bize şefkat göstermezsen elbette ki kaybedenlerden olacağız.”
126 – Rabbimiz ! Üzerimize sabır yağdır. Canımızı teslim olanlar olarak al.
155 – Sen bizim dostumuzsun. Öyleyse bizi bağışla, bize şefkat göster, sen bağışlayanların en hayırlısısın.
156 – Bize hem bu dünyada, hem de ahirette güzellik yaz. Şüphesiz ki biz sana yöneldik.
Araf Suresi
85 – Biz yalnız Allah’a dayandık. Rabbimiz ! Bizi zulüm eden bir toplum için bir fitne yapma.
86 – Ve rahmetinle bizi inkarcılar topluluğundan kurtar.
86 – Ve rahmetinle bizi inkarcılar topluluğundan kurtar.
Yunus Suresi
47 – Rabbim! Bilgim olmayan şeyi Senden istemekten Sana sığınırım. Ve eğer beni bağışlamazsan ve bana şefkat göstermezsen kaybedenlerden olurum.
Hud Suresi
101 – Rabbim! Sen bana yöneticilik verdin ve sözlerin yorumunu öğrettin. Göklerin ve yeryüzünün Yaratıcısı, dünyada ve ahirette benim dostum Sen’sin. Benim canımı sana teslim olmuş olarak al ve beni iyilerin arasına kat.
Yusuf Suresi
38 – Rabbimiz ! Şüphesiz Sen, bizim gizlediğimizi de, açıkladığımızı da bilirsin. Yeryüzünde ve gökyüzünde hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz.
40 – Rabbim ! Benim namazı özenle yerine getiren biri olmamı sağla. Soyumdan olanların da. Rabbimiz ! Duamı kabul et.
41 – Rabbimiz ! Hesabın görüleceği gün, beni , anne-babamı ve inananları bağışla.
İbrahim Suresi
80 – Rabbim ! Beni gireceğim yere dürüstlükle sok, çıkacağım yerden dürüstlükle çıkar. Ve bana katından yardımcı bir güç ver.
İsra (Gece Yürüyüşü) Suresi
111 – Övgü Allah’adır. O ki çocuk edinmemiştir, yönetimde ortağı yoktur ve acizlikten dolayı dost edinmemiştir.
İsra Suresi
10 – Rabbimiz ! Katından bize rahmet ver ve bize bir kurtuluş yolu göster.
Kehf Suresi
25 – Rabbim ! Göğsümü açıp genişlet.
26 – İşimi kolaylaştır.
27 – Dilimdeki düğümü çöz
28 – Ki söyleyeceklerimi kavrasınlar.
26 – İşimi kolaylaştır.
27 – Dilimdeki düğümü çöz
28 – Ki söyleyeceklerimi kavrasınlar.
114 – Rabbim ! Bilgimi arttır.
Taha Suresi
87 – Senden başka tanrı yok, yüceltirim Seni. Ben zalimlerden oldum.
89 – Rabbim ! Beni yapayalnız bırakma. Sen mirasçıların en hayırlısısın.
Enbiya Suresi
28 – Bizi zalimler topluluğundan kurtaran Allah’a övgüler olsun.
29 – Rabbim ! Beni bereketli bir yere indir. Sen indirenlerin en hayırlısısın.
29 – Rabbim ! Beni bereketli bir yere indir. Sen indirenlerin en hayırlısısın.
94 – Rabbim ! Beni o zalim toplumun içinde tutma.
97 – Rabbim ! Şeytanların kışkırtmalarından Sana sığınırım.
98 – Ve onların benim yanımda bulunmalarından da Sana sığınırım, Rabbim.
109 – Rabbimiz ! İnandık, bizi affet, bize merhamet et, sen şefkat gösterenlerin en hayırlısısın.
118 – Rabbim ! Bizi affet, bize merhamet et, sen şefkat gösterenlerin en hayırlısısın.
Muminun Suresi
65 – Rabbimiz ! Cehennem cezasını bizden uzak tut. Gerçekten de onun azabı inatçı ve yapışkandır.
66 – Şüphesiz o kötü bir durak yeridir ve kötü bir konaklama yeridir.
66 – Şüphesiz o kötü bir durak yeridir ve kötü bir konaklama yeridir.
74 – Rabbimiz ! Eşlerimizi ve çocuklarımızı mutluluk kaynağı olarak bize armağan et ve bizi, sakınanlara önder kıl.
Furkan Suresi
83 – Rabbim ! Bana bilgelik ver ve beni iyilerin arasına kat.
84 – Sonradan geleceklerin dilinde doğrulukla anılmamı sağla.
85 – Beni nimetlerle donatılmış cennetin mirasçılarından yap.
84 – Sonradan geleceklerin dilinde doğrulukla anılmamı sağla.
85 – Beni nimetlerle donatılmış cennetin mirasçılarından yap.
87 – Ve beni diriliş gününde utandırma.
88 – O gün, malın da, çocukların da faydası olmaz.
89 – Ancak Allah’a düzgün bir kalp ile gelen hariçtir.
89 – Ancak Allah’a düzgün bir kalp ile gelen hariçtir.
Şuara Suresi
19 – Rabbim ! Beni, anne ve babama bağışladığın nimete şükretmeye ve hoşnut olacağın iyi işler yapmaya yönelt. Merhametinle beni iyi kullarının arasına sok.
40 – Bu Rabbimin bir armağanıdır. O’na şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamaktadır. Şükreden kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük eden de bilsin ki Rabbim Zengindir, Cömerttir.
Neml Suresi
24 – Rabbim! Gerçekten de bana vereceğin her hayra muhtacım.
Kasas Suresi
30 – Rabbim ! Şu bozguncular topluluğuna karşı bana yardım et.
Ankebut Suresi
1 – Övgü, göklerde ve yeryüzünde bulunanların hepsi kendisine ait olan Allah’adır. Ahirette de övgü O’nadır. O Bilgedir, Haber Alandır.
2 – Yerin içine gireni, oradan çıkanı, gökten ineni ve oraya yükseleni bilir. O Şefkatlidir, Bağışlayandır.
2 – Yerin içine gireni, oradan çıkanı, gökten ineni ve oraya yükseleni bilir. O Şefkatlidir, Bağışlayandır.
Sebe Suresi
34 – Bizden üzüntüyü gideren Allah’a övgüler olsun. Rabbimiz, gerçekten de Bağışlayandır, Takdir Edendir.
35 – O ki bir armağan olarak bizi kalınacak bir yurda yerleştirdi. Orada ne bir yorulma, ne de bir bıkkınlık duyarız.
35 – O ki bir armağan olarak bizi kalınacak bir yurda yerleştirdi. Orada ne bir yorulma, ne de bir bıkkınlık duyarız.
Fatır Suresi
100 – Rabbim bana iyi birini bağışla.
Saffat Suresi
46 – Gökleri ve yeri yaratan, duyu organlarıyla algılanamayanı ve algılanabilenleri bilen Tanrım! Kullarının anlaşmazlığa düştükleri konularda Sen karar vereceksin.
Zümer Suresi
7 – Rabbimiz ! Rahmetin ve bilgin her şeyi kuşatmıştır. Tövbe edenleri ve senin yoluna uyanları bağışla ve onları cehennem azabından koru.
8 – Rabbimiz ! Onları kendilerine vaat ettiğin Adn cennetlerine koy. Atalarından, eşlerinden ve soylarından iyi olanları da. Şüphesiz Sen Üstünsün, Bilgesin.
9 – Ve onları kötülüklerden koru. O gün kimi kötülüklerden korursan gerçekten ona merhamet etmişsindir. İşte büyük kurtuluş budur.
8 – Rabbimiz ! Onları kendilerine vaat ettiğin Adn cennetlerine koy. Atalarından, eşlerinden ve soylarından iyi olanları da. Şüphesiz Sen Üstünsün, Bilgesin.
9 – Ve onları kötülüklerden koru. O gün kimi kötülüklerden korursan gerçekten ona merhamet etmişsindir. İşte büyük kurtuluş budur.
Mümin Suresi
15 – Rabbim ! Beni, anne ve babama verdiğin nimetlere şükretmeye, hoşnut olacağın iyi işler yapmaya yönelt. Benim soyumu ıslah et. Ben bağışlanma dileyip, Sana teslim olanlardanım.
Ahkaf Suresi
10 – Rabbimiz ! Bizi ve bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi affet ve kalplerimizde inananlara karşı bir kin bırakma. Rabbimiz sen Esirgeyensin, Şefkatlisin.
22 – O Allah ki O’ndan başka tanrı yoktur. Duyu organlarıyla algılanamayanı da algılanabileni de bilen O’dur. O Merhametlidir, Şefkatlidir.
23 – O Allah ki O’ndan başka tanrı yoktur. O Hükmedendir, Kutsaldır, Güvenilirdir, İnancın Kaynağıdır, Koruyandır, Zorlayandır, Azametlidir. Allah onların ortak koştuklarından çok yücedir.
24 – O Allah’tır. Yaratan, Var Eden, Biçim Veren O’dur. En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde ne varsa O’nu yüceltir. O Üstündür, Bilgedir.
24 – O Allah’tır. Yaratan, Var Eden, Biçim Veren O’dur. En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde ne varsa O’nu yüceltir. O Üstündür, Bilgedir.
Haşr Suresi
4 – Rabbimiz ! Biz Sana dayanıyoruz ve Sana yöneliyoruz. Dönüş Sana’dır.
5 – Rabbimiz ! Bizi inkarcılar için bir fitne aracı yapma, bizi affet. Rabbimiz ! Sen Üstünsün, Bilgesin.
5 – Rabbimiz ! Bizi inkarcılar için bir fitne aracı yapma, bizi affet. Rabbimiz ! Sen Üstünsün, Bilgesin.
Mümtehine Suresi
8 – Rabbimiz ! Bizim ışığımızı tamamla ve bizi affet. Sen her şeye gücü yetensin.
Tahrim Suresi
28 – Rabbim ! Beni, anne-babamı, inanmış olarak evime gireni, inanan erkekleri ve inanan kadınları affet. Zalimlerin ise ancak yıkımlarını arttır.
Nuh Suresi
1 – De ki : Açılışın Rabbine sığınırım.
2 – Yarattıklarının kötülüğünden.
3 – Çöktüğü zaman karanlığın kötülüğünden.
4 – Düğümlere üfleyenlerin kötülüğünden.
5 – Kıskandığı zaman kıskancın kötülüğünden.
2 – Yarattıklarının kötülüğünden.
3 – Çöktüğü zaman karanlığın kötülüğünden.
4 – Düğümlere üfleyenlerin kötülüğünden.
5 – Kıskandığı zaman kıskancın kötülüğünden.
Felak Suresi
1 – De ki : İnsanların Rabbine sığınırım.
2 – İnsanların Hükmedenine.
3 – İnsanların Tanrısına.
4 – Sinsi fısıldayıcının kötülüğünden.
5 – O insanların göğüslerine fısıldar.
6 – O cinlerden de, insanlardan da olur.
2 – İnsanların Hükmedenine.
3 – İnsanların Tanrısına.
4 – Sinsi fısıldayıcının kötülüğünden.
5 – O insanların göğüslerine fısıldar.
6 – O cinlerden de, insanlardan da olur.
Nas Suresi
17 Şubat 2016 Çarşamba
İLGİLİSİNE NOTLAR:
MAARİF DAVAMIZ!
OSMANLI’DA İLKÖĞRETİMİN ÖRGÜTLENMESİ
Dershaneler henüz yoktu.
Kolejler de açılmamıştı. Kimse himmet te toplamıyordu, hizmet te yapıyoruz iddiasında da değildi. Eğitim sistemi ise henüz İngiliz'in batının kalıplarına sokulmamıştı. "Okullar olmasa, eğitim meselesini çözeriz" iddiası da resmi ağızlardan henüz çıkmamıştı. Üniversite müderrisleri kitap yüklü merkep olamadıklarından profesör de değillerdi.
Aileler çocuklarını bir osmanlı nesli olarak yetiştirmenin telaşesinde idi. Yani dünyalık ve ahiret ilimleri eşit düzeyde verilirdi evlatlara. Kız çocuklarına "barbie" bebekler idol olarak sunulmuyor, erkek çocuklar "ankebut" suresini bildiklerinden "spiderman" olma hevesinde hiç değillerdi. Belki Pokemon'un maceralarından haberleri yoktu amma...Dedem Korkut' u da bilirlerdi, Karagöz' ü de-Hacivat'ı da. Milli idi hayatlarında kendilerini kuşatan herşey. Harama kimlik kondurmazları misal millilik takısıyla, piyango gibi. Onlar fethettikleri Konstanniapol' a İslambol demişlerdi. Nasrettin Hoca inanın Noel baba'dan izzetli ve şerefli idi. Komik değildi yani hiçbirşey. Herşey çok ciddiydi o zamanlar.
Neyse konumuza dönelim. Geçmiş günler işte...Yine de yad edemememezlik edemedim. Okur-yazar dostlarla paylaşayım istedim.
"Yeniden Osmanlı" diye öykündüğümüz topluluk... Yani Osmanlılar, Selçuklulardan ve diğer Türk devletlerinden sıbyan mektepleri geleneğini devraldılar.
Sıbyan mektebi, Osmanlılarda geneksel ilköğretim kurumunun adıydı. Dâru’t‐ta’lim, Dâru’l‐‘ilm, Muallimhâne, Mekteb, Mektephâne, Mahalle Mektebi, Taş Mekteb, Mekteb‐i ibtidaiye ve Sıbyan Mektebi adlarıyla da bilinirdi. Bu mekteplerin hocasına Muallim, yardımcısına Kalfa, öğrencilerine de Talebe, Sûhte, Tilmîz, Puser ve Şâkird adı verilmekteydi.
Sıbyan mektepleri Osmanlı kent ve kasabalarında en yaygın eğitim-öğretim kurumlarıydı ve daha çok bir caminin ya da hayır kurumunun yanında açılırdı. Henüz Siteler açılmamış, isimleri de gavurca konulmamıştı. Mahalle temelinde kurulduğu için mahalle mektebi de denen bu okullara başlama yaşı, ebeveyn ile hocanın kararına göreydi. 4 artı 4 gibi taktikler geliştirilmemişti. 4 yaşında da 10 yaşında da başlanabilir, bed-i besmele cemiyeti ya da amin alayı ile mektebe getirilen çocuğa ilkin besmele öğretilir, sonraki günlerde ise bireysel metotlarla, elifba cüzünden Arap harfleri harekelendirilerek ezberlettirilir; Kuran'ın Amme ve Tebareke cüzlerinin okutulması ile çalışmalar sürerdi. Bu arada kara cümle öğretilen sıbyan mektepleri de vardı. Görülen başlıca dersler elifba, Kuran, ilmihal ve hesaptı. Ahlak eğitimi müslüman örf ve adetlerinin çocuklara yerleştirilmesi ve benimsetilmesi şeklinde verilirdi. Okulu başarıyla bitirmiş sayılmak için, Kuran'ı en az bir kez hatmetmek koşuldu.
İstanbul'daki sıbyan mekteplerinin başlıcaları, büyük külliyelerin birer ünitesi olduğundan olanakları fazla, hocaları da seçkin olurdu. Bu nedenle de herkes, okuma çağına gelen çocuğunu bu tür sıbyan mekteplerine vermeyi arzu ederdi. Karma okullarda kızlar ayrı, erkekler ayrı gruplar halinde ve yerde, evlerinden getirdikleri minderlerde otururlar, önlerinde de rahleler bulunurdu. Hoca ise baş köşede yüksekçe bir sedirde otururdu.
Dershaneler henüz yoktu.
Kolejler de açılmamıştı. Kimse himmet te toplamıyordu, hizmet te yapıyoruz iddiasında da değildi. Eğitim sistemi ise henüz İngiliz'in batının kalıplarına sokulmamıştı. "Okullar olmasa, eğitim meselesini çözeriz" iddiası da resmi ağızlardan henüz çıkmamıştı. Üniversite müderrisleri kitap yüklü merkep olamadıklarından profesör de değillerdi.
Aileler çocuklarını bir osmanlı nesli olarak yetiştirmenin telaşesinde idi. Yani dünyalık ve ahiret ilimleri eşit düzeyde verilirdi evlatlara. Kız çocuklarına "barbie" bebekler idol olarak sunulmuyor, erkek çocuklar "ankebut" suresini bildiklerinden "spiderman" olma hevesinde hiç değillerdi. Belki Pokemon'un maceralarından haberleri yoktu amma...Dedem Korkut' u da bilirlerdi, Karagöz' ü de-Hacivat'ı da. Milli idi hayatlarında kendilerini kuşatan herşey. Harama kimlik kondurmazları misal millilik takısıyla, piyango gibi. Onlar fethettikleri Konstanniapol' a İslambol demişlerdi. Nasrettin Hoca inanın Noel baba'dan izzetli ve şerefli idi. Komik değildi yani hiçbirşey. Herşey çok ciddiydi o zamanlar.
Şerbet içmeyi seven çocukların azıklarında hamburger yer almazdı. Anneler anne, babalar baba kıvamında idi. Hatta komşular bile dayı, amca, teyze, nine, dede diye betimlenirlerdi.
Neyse konumuza dönelim. Geçmiş günler işte...Yine de yad edemememezlik edemedim. Okur-yazar dostlarla paylaşayım istedim.
"Yeniden Osmanlı" diye öykündüğümüz topluluk... Yani Osmanlılar, Selçuklulardan ve diğer Türk devletlerinden sıbyan mektepleri geleneğini devraldılar.
Sıbyan mektebi, Osmanlılarda geneksel ilköğretim kurumunun adıydı. Dâru’t‐ta’lim, Dâru’l‐‘ilm, Muallimhâne, Mekteb, Mektephâne, Mahalle Mektebi, Taş Mekteb, Mekteb‐i ibtidaiye ve Sıbyan Mektebi adlarıyla da bilinirdi. Bu mekteplerin hocasına Muallim, yardımcısına Kalfa, öğrencilerine de Talebe, Sûhte, Tilmîz, Puser ve Şâkird adı verilmekteydi.
Sıbyan mektepleri Osmanlı kent ve kasabalarında en yaygın eğitim-öğretim kurumlarıydı ve daha çok bir caminin ya da hayır kurumunun yanında açılırdı. Henüz Siteler açılmamış, isimleri de gavurca konulmamıştı. Mahalle temelinde kurulduğu için mahalle mektebi de denen bu okullara başlama yaşı, ebeveyn ile hocanın kararına göreydi. 4 artı 4 gibi taktikler geliştirilmemişti. 4 yaşında da 10 yaşında da başlanabilir, bed-i besmele cemiyeti ya da amin alayı ile mektebe getirilen çocuğa ilkin besmele öğretilir, sonraki günlerde ise bireysel metotlarla, elifba cüzünden Arap harfleri harekelendirilerek ezberlettirilir; Kuran'ın Amme ve Tebareke cüzlerinin okutulması ile çalışmalar sürerdi. Bu arada kara cümle öğretilen sıbyan mektepleri de vardı. Görülen başlıca dersler elifba, Kuran, ilmihal ve hesaptı. Ahlak eğitimi müslüman örf ve adetlerinin çocuklara yerleştirilmesi ve benimsetilmesi şeklinde verilirdi. Okulu başarıyla bitirmiş sayılmak için, Kuran'ı en az bir kez hatmetmek koşuldu.
İstanbul'daki sıbyan mekteplerinin başlıcaları, büyük külliyelerin birer ünitesi olduğundan olanakları fazla, hocaları da seçkin olurdu. Bu nedenle de herkes, okuma çağına gelen çocuğunu bu tür sıbyan mekteplerine vermeyi arzu ederdi. Karma okullarda kızlar ayrı, erkekler ayrı gruplar halinde ve yerde, evlerinden getirdikleri minderlerde otururlar, önlerinde de rahleler bulunurdu. Hoca ise baş köşede yüksekçe bir sedirde otururdu.
Derken çözülme sürecine girdi devlet-i şahane...Çözülmenin ilk etkileride mekteplerde ve eğitim sisteminde başgösterdi.
1839'da Tanzimat Fermanı'nın ilanından sonra sıbyan mekteplerinin ıslahı gündeme geldi. Öncelikle harap durumda olan Sibyan binaları iptidai denen yeni ilköğretim kurumlarına dönüştürülürken, 1862'den sonra sıbyan mekteplerinin yerini iptidailer almaya başladı. Çok ilkel koşullarda eğitim-öğretim veren sıbyan mekteplerinin iyileştirilmesi işi, ancak İkinci Meşrutiyet'ten (1908) sonra ele alınabildi. 1924'te Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkıncaya değin sıbyan mektepleri daha çok kırsal kesimde varlıklarını sürdürdü.
1839'da Tanzimat Fermanı'nın ilanından sonra sıbyan mekteplerinin ıslahı gündeme geldi. Öncelikle harap durumda olan Sibyan binaları iptidai denen yeni ilköğretim kurumlarına dönüştürülürken, 1862'den sonra sıbyan mekteplerinin yerini iptidailer almaya başladı. Çok ilkel koşullarda eğitim-öğretim veren sıbyan mekteplerinin iyileştirilmesi işi, ancak İkinci Meşrutiyet'ten (1908) sonra ele alınabildi. 1924'te Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkıncaya değin sıbyan mektepleri daha çok kırsal kesimde varlıklarını sürdürdü.
***
Küçük bir beylik olarak kurulan, hızla gelişen, büyük bir imparatorluk olarak üç kıtada hüküm süren Osmanlılar ile ilgili merak uyandıran birçok konu vardır. Yedi asır ayakta kalan bir imparatorluğun eğitim sistemini nasıl oluşturduğu, bu sistemi nasıl işlettiği ve sıbyan mekteplerinin ilköğretimdeki yeri de merak edilen konulardan biridir. Günümüzde bütün eğitimciler, öğretmen yetiştirme sorunun nasıl çözümlendiğine çok önem vermektedirler. Sıbyan mekteplerinde öğretmen yetiştirme sorununun nasıl çözümlendiği de önem arz etmektedir.
SIBYAN MEKTEPLERİNİN İLK DÖNEMLERİ Osmanlıların ilköğretim seviyesindeki okullarına genel olarak "sıbyan mektebi" veya "mahalle mektebi" denilmektedir. Sıbyan mekteplerine “mekteb” veya “küttab”, yoksul çocuklar için açılanlara da “küttab-ı sebil” veya “mekteb-i sebil” de deniyordu. Bu okullar, Selçuklulardan ve öteki İslam ülkelerinden devralınmıştı. Bu okullara “darüttalim” , “mektephane”, “muallimhane” veya “darülilm” de deniyordu .
Küttab veya mekteb, “yazı öğretilen yer” anlamına gelir, burada önceleri sadece yazı öğretiliyordu. Ancak sonra temel islâmî bilgiler de bu okullarda verilmeye başlanmıştır. Sıbyan mektepleri, okuma-yazma, bazı dinî bilgiler ve basit hesap işlemlerinin verildiği ilkokullardır. Hemen her mahallede bulunduğu için "Mahalle Mektepleri" veya taş bina olarak inşa edildiği için "Taşmektep" de denilen bu okullar örgün eğitimin ilk basamağını oluştururlardı.
Okuma-yazmanın yanında ahlâkî terbiye verilmesi de amaçlanıyordu. Çocuğu şerden sakındırmak ve hayra sevk etmek, Osmanlı cemiyetinin eğitim felsefesiydi. Sıbyan mekteplerinde bugünkü gibi sınıf, ders saati ve teneffüs ayarlaması yoktu. Sabahtan ikindiye kadar ders verilir, yalnız öğle paydosu yapılabiliyordu.
Önceleri sıbyan mektepleri için özel olarak yetiştirilmiş öğretmenler olmadığı gibi, “okul” denebilecek binalar yoktu. Mescitleri kirletebilecekleri düşüncesi ile, onlara mescitlerde yer verilmeyince bu okullar özel evlerde, mescit ve cami kenarlarında vs. yer bulmuş, her mahallede ve hemen her köyde açılmışlardı. Bu okullar, bizzat devlet tarafından yaptırılmayıp padişahlar, sadrazamlar, vezirler gibi devletin üst kademesinde yer alan kişiler, ilim sahipleri ve halk arasındaki maddî gücü iyi olanlar tarafından yaptırılırdı. Genellikle okulu yaptıranlar, bu kurumun etkinliklerini yürütebilmesi için her türlü ihtiyacını karşılayabilecek gelir kaynakları tahsis ederlerdi. Okul yaptırıldıktan sonra okulun bakım ve onarım harcamaları ile personel ve öğrenci giderleri için yeterli gelir kaynakları vakfedilirdi. Böylece eğitim-öğretim için devlet hazinesinden para harcanmadan hizmetler sürdürülürdü. Çocukların sıbyan mektebine başlama yaşı, 5-6 civarında idi. Bitirme ise 13-15 yaşları arasında, buluğ çağında olurdu. Başlama, özellikle Osmanlılarda "amin alayı" denilen, çocukların ve öğretmenlerin katıldığı, ilahiler okuyarak o yerleşim yerinde yürüyüş yapılan bir törenle olurdu. Okul genelde tek bir dershane şeklinde olup farklı seviye ve yaşlarda çocukları barındırırdı. Son dönemlerde maalesef ki dayak olayları da fazlaca olurdu.
Küttab veya Mekteb öğretmenlerine “muallim” deniliyordu. Muallimler genellikle o mahalle veya camiin imamı da olurlar; imamların eşleri de kız öğrencilere öğretmenlik yapabilirdi. Muallimler genellikle fazla itibar görmezlerdi. Küttab öğretmenleri çeşitli zamanlarda ve Kur’an’ın bitiminde, öğrencilerden ve ana babalarından hediyeler alırlardı. Fatih Sultan Mehmet’in yaptırdığı bir programa göre, Eyüp ve Ayasofya medreselerinde sıbyan mektebi öğretmeni olmak isteyen öğrenciler genel medrese programlarından ayrı bir program izleyecektir. Bu programda Tartışma Kuralları ve Öğretim Yöntemi vb. dersler bulunacak, Fıkıh gibi medreselerin en temel ve zor derslerinden biri yer almayacaktır. Ancak Fatih’in yaptırdığı bu program bir süre sonra kaldırılmış, yüz yıllarca geleneksel biçimde sıbyan mektebi öğretmeni sağlama düzeni sürüp gitmiştir. Geleneksel düzene göre sıbyan mektebi öğretmeni olarak aşağıda belirtilen kişilerden biri olmak yeterliydi : • Cami imam ve müezzinleri, • Biraz okur yazar olan, orta yaşlı ve ağırbaşlı kişiler, • Ölen bir öğretmenin uygun nitelikleri taşıyan oğlu, • Bazı hafız ve okumuş kadınlar. Tüm Müslüman toplumlarda, sıbyan mekteplerinin genellikle tek temel dersi, Kur’an’ın, anlamı açıklanmadan, yalnızca okunuşunun öğretilmesi idi. Osmanlı sıbyan mekteplerinde çocuklara ayrıca temel dini bilgiler ve uygulamalar, ahlak bilgileri, ibadet ve yetenekli çocuklara anne babalarının isteği üzerine hafızlık öğretilirdi
Öğrenciden üç yılda Kur’an’ın ezberlemesi istenirdi. Ama bu, çoğu zaman ezber olmaz, Kurân'ın hatmi olurdu. Hatim yapan çocuk Kur’an’ı baştan sona bir kez yüzünden okur ve bazı sayfalarını ezberlerdi. Programın içinde yazı da vardı. Yazı, şiir ve atasözleri üzerinde olurdu. Bu derslere ek olarak hikâyeler, aritmetik ve ibadet şekilleri de öğretiliyordu. On yaşına kadar Kurân'ı hatmeden çocuk, daha sonra kelime bilgisi, hitabet, dilbilgisi, edebiyat, tarih gibi ek konular üzerinde üç yıl daha çalışabilirdi. Perşembe öğleden sonra ve Cuma günleri tatil idi.
Okul programlarında bulunan yazı öğretimi çok başarısız oluyordu. 1862 yılından itibaren İstanbul’daki 36 sıbyan okulunda yeni bir harf öğretme biçimi denenmeye başlandı. Devlet bu okullara parasız taş tahtalar, taş kalemler ve divitler dağıttı. Daha sonra aynı amaca yönelik numune iptidaileri kuruldu. Selânikli öğretmenlerden bir ekol ortaya çıkıp yeni bir yazı öğretme ve alfabe biçimi ortaya çıkardı. Çok sert tepkiler gören bu akım, ilköğretim ıslahatını bir "Elifba" ıslahatı haline dönüştürdü. "Hakiki”siyle, "Tecrübî"siyle binlerce Kolay Elifba yazıldı .
Sıbyan mekteplerinde ödüllendirme ile ilgili belgelere ilk zamanlarda rastlanmaz. Öğrencilerin ödüllendirilmeleri ile ilgili ilk yasal belge, Tanzimat döneminde, muhtemelen Nisan 1847 tarihli olarak sıbyan mektebi öğretmenlerine hitaben yayınlanan, bir Tâlimat’tır. Bu Tâlimat ile “falaka” dinde olmadığı için kaldırılmakta, öğrencilerin cezalandırılma biçimleri yumuşatılmakta, ödüllendirme olarak da öğretmenin çocuğa övücü sözler söylemesi, onu yanı başında oturtması vs., gibi bir uygulama getirilmektedir.
EĞİTİMDE KURUMLAŞMA
Türk ilköğretim sistemi 19. yüzyılda büyük değişmelere uğradı. 1824’ te II. Mahmut, yayınladığı bir fermanla ilköğretimi “mucburi” yapmış ve “her şeyden evvel dinî zaruretlerin öğretilmesi” sınırlarına sıkıştırmıştır.
İlköğretimi zorunlu hale getiren padişah fermanı, Yeniçeri Ocağının kaldırılması ile ilgili uğraşılar ile Rus ve Mısır savaşları gibi nedenlerden dolayı, İstanbul’da bile 1839’ a kadar yeterince uygulanamamıştır. Taşra okullarına ise bu zorunluluğu götürecek ve denetleyecek bir makam bulunmamaktadır. 1850’lerden itibaren devlet ilköğretim kademesini denetim altına almak için pek çok girişimlerde bulundu. Reform yanlılarına dertsek verdi. Buna rağmen ilköğretim kademesinin tam denetim altına alınması ancak Cumhuriyet döneminde mümkün olabildi.
Osmanlı’da Sıbyan Mektepleri...1845 yılında eğitim işlerini görüşecek bir “Geçici Eğitim Kurulu” (Meclis-i Maarif-i Muvakkat) oluşturulmuş, bu kurul, eğitim sistemini ilk, orta ve üniversite sisteminde basamaklandırmıştır. Kurul, ayrıca kalıcı bir “Eğitim Kurulu” (Meclis-i Maarif-i Daimi) kurulmasına da karar vermiştir. Bu karar doğrultusunda 1846 yılında kalıcı bir “Genel Eğitim Kurulu” (Meclis-i Maraif-i Umumiye) kurulmuştur. Kurul, ilköğretimin sıbyan derecesinde zorunluluğu, dayağın eğitim kurumlarından kaldırılması, ilkokulu bitirme sınavlarının konulması ve başaranların ortaokula (rüşdiye) alınması gibi önemli kararlar alan, devlet kurumları içinde doğrudan doğruya ve sürekli olarak eğitim işlerini düzenlemekle ilk kurul durumunda olmuştur. Bu doğrultuda görev yapacak olan “Okullar Genel Müdürlüğü” (Mekatib-i Umumiye Nezareti) ise 8 Kasım 1846 tarihinde kurulmuştur.
1856 yılında yayımlanan Islahat Fermanı, eğitim işlerinin daha derli toplu ve ciddi biçimde yürütülmesini kapsamakta ve “Bakanlar Kurulu” (Meclis-i Vükela) içinde bir de “Eğitim Bakanı” (Maarif Nazırı) bulunması gerektiğini belirtmektedir. Bu karar doğrultusunda 17 Mart 1857 tarihinde “Eğitim Bakanlığı” (Maarif-i Umumiye Nezareti) kurulmuş ve bakanlık düzeyinde ilk eğitim örgütü olmuştur. İlk Milli Eğitim Bakanı Abdurrahman Sami Paşa (1857-1861) ve ilk müsteşar da bilim adamı Hayrullah Efendi’dir. Bakanlık, kuruluşundan dört yıl sonra, 3 Mart 1861 tarihinde Bakanlığın görevleri ile ilgili bir yönerge (talimat) hazırlanmıştır. Bu yönergeye göre;
Bakanlığın görevleri özet olarak aşağıdaki gibi sıralanmıştır .
1. Yüksekokul olan Harbiye, Tıbbiye ve Bahriye dışında kalan tüm okullar Eğitim Bakanlığına bağlanmıştır.
2. Eğitim kurumları, ilkokul (sıbyan mektebi), orta okul (rüşdiye) ve yüksek okullara ayrılmıştır.
3. İlkokul, Müslüman ve Müslüman olmayanlara göre ayrı ayrı olacak, öteki öğretim kurumları ortak olacak ve Türkçe eğitim yapacaktır.
4. Bir ileri öğretime sınavla girilecektir.
5. Öğretmenlik bir meslek olarak kabul edilecektir.
6. Önceden kurulan Eğitim Kurulu yanında değişik amaçlı, sürekli ve geçici kurullar da kurulabilecektir. Bu doğrultuda, 10 Şubat 1864 yılında, Bakanın emri ile, ilköğretim, orta ve yüksek öğretim genel müdürlükleri (daire) kurulmuştur. 1866 yılında da ders kitaplarını hazırlamak üzere “Yayımlar Dairesi” (Telif ve Tercüme Dairesi) kurulmuştur. Böylece aşama aşama hem genel müdürlükler oluşmaya, hem de yönetimsel ve akademik işler ayrışmaya başlamıştır.
Türk Eğitim Tarihinde, eğitimi düzenleyen ilk kapsamlı metin Eğitim Bakanı Saffet Paşa ‘nın öncülüğünde hazırlanan 1 Eylül 1869 tarihli Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’ dir (Genel Eğitim Tüzüğü). Bu nizamname ile teftiş ve değerlendirmeye ilişkin esaslar, eğitim hakkı, eğitim yönetimi, okul kademelerinin belirlenmesi, eğitim ödenekleri, öğretmen yetiştirme ve yerleştirme, taşra örgütü ve sınav sistemleri gibi konular yer almaktadır
Nizamname 169 madde içermekte olup, ilköğretimle ilgili olan maddeleri şunlardır:
1- Osmanlı Devletinde bulunan okullar, birincisi gözetimi ve yönetimi devlete ait olan “Mekatib-i Umumîye” (Genel Okullar);
2- Yalnız gözetimi devlete, tesisi ve yönetimi fertlere ve cemaatlere ait olan “Mekatib-i Husûsiye” (Özel Okullar) olmak üzere ikiye ayrılır.
3- Her mahalle ve köyde en az bir mektep, Müslüman-Hıristiyan karışık yerlerde her toplum için bir mektep bulunacaktır.
4- Sıbyan mekteplerinin inşa, tamir ve öğretmen masrafları ilgili toplum tarafından karşılanacaktır.
5- Öğretmenler yapılacak nizamnameye göre seçilip atanacaktır.
6- Sıbyan mekteplerinin süresi 4 yıldır. 4 yıldan sonra, hafızlığa çalışmak isteyen öğrenciler bir süre daha okulda kalabilirler. Hıristiyan sıbyan mekteplerinde kendi dinleri ve Osmanlı Tarihi kendi dilleri ile okutulacaktır.
9- Kızların 6-10, erkeklerin 7-11 yaşları arasında mektebe devamları zorunludur.
11-Okula devam etmeyen çocuklar, öğretmen tarafından mahalle muhtarına haber verilerek anne veya babası ya da en yakın akrabası ihtiyar meclisine getirtilerek çocuğun okula gönderilmesi teklif ve ihtar olunur.
12- Çocuğunu okula göndermeyen anne-babaya ayda üç kez tebliğ yapılır, yine göndermez ise maddi durumuna göre beş kuruştan yüz kuruşa kadar para cezasına çarptırılır, çocuk yine okula gönderilmez ise zorla okula getirilir.
15- Bir yerde iki sıbyan mektebi varsa, bunlardan biri kızlara, öteki erkeklere ayrılacaktır. Bir mektep olan yerlerde, kızlar için mektepler yapılıncaya kadar onlar erkek çocuklarla aynı mektebe gidecekler, fakat onlarla karışık oturmayacaklardır.
17-Ayrı kız sıbyan mekteplerinin hoca ve dikiş ustaları kadın olacak, fakat yeterli sayıda ehliyetli muallimler yetiştirilene kadar yaşlı ve iyi ahlaklı adamlardan muallim atanabilir. Genel ve özel okullar ayrımı, her mahalle ve köyde bir okul açılması, öğretmen atamasında düzenleme yapılması, sıbyan mekteplerinin sürelerini belirlemesi, okula devam zorunluluğu getirmesi ve bunu takibe bağlaması, Nizamnamenin olumlu yönleri olarak kabul edilebilir.
Ancak, bazı maddeleri ise olumsuz yönler içermektedir: Sıbyan mekteplerinin inşa, tamir ve öğretmen masrafları ilgili toplum tarafından karşılanması, ilköğretimin paralı olacağını gösterir. Oysa günümüzde ilköğretimin parasız olması ilkesi benimsenmektedir. Müslüman-Hıristiyan karışık yerlerde her toplum için bir mektep açılması ve Hıristiyan sıbyan mekteplerinde kendi dinleri ve Osmanlı Tarihi kendi dilleri ile okutulması azınlıkların Osmanlı toplumu ile bütünleşmesini engellemiş ve bağımsızlık isteklerinin körüklenmesine olanak sağlamıştır.
Maarif-i Umumiye Nizamnamesinde sözü edilen ilköğretim zorunluluğu 1876 tarihli Kanun-i Esasî’ (Anayasa) de yer almış ve bu tarihten itibaren de Anayasalara da geçmiştir. Bu Anayasanın üç maddesi eğitimle ilgili olup günümüz dili ile aşağıdaki şekilde ifadesini bulmuştur
Madde 14- Osmanlı bireylerinin tümüne öğretimin ilk aşaması zorunlu olacak ve bunun ayrıntısı özel olarak düzenlenecektir.
Madde 15- Öğretim serbesttir. Özel yasasına uymak koşuluyla her Osmanlı genel ve özel öğretim yapmaya yetkilidir.
Madde 16- Bütün okullar devletin gözetimi altındadır. Osmanlı uyruğunun eğitimi birlik ve bütünlüğü hedefleyecek, ancak, değişik halkların inançlarıyla ilgili noktalara zarar verilmeyecektir.
II. Meşrutiyet döneminde politik zorlamalar dolayısıyla devletin ilköğretim politikası etkinleşmeye başladı. Malî yardımlar, öğretmen meselesi, okul yapımlarına ve öğretim araç ve gereçlerine katılmalar şeklinde Devlet ülkedeki ilköğretimi kontrol altına almaya çalıştı. Genel bir ilköğretim yasası çıkarma çalışmalarına girişildi. İlköğretim müfettişleri getirildi. İlköğretimin zorunlu ve parasız olma ilkeleri herkesçe kabul edilmeye başlanıldı
1913’ de Tedrisat-ı İptidaiye Kanun-ı Muvakkati (İlköğretim Geçici Yasası) çıkarılmış ve 1961 yılına dek bu geçici yasanın bir çok maddesi yürürlükte kalmıştır. Yasa, ilköğretimin zorunlu ve Mekâtib-i İptidaiye-i Umumiye’ de parasız olduğunu hükme bağlamıştır. O zamana kadar İptidaî ve Rüşdî adlarıyla mevcut olan okullar birleştirilmiş ve Mekatib-i İptidaiye-i Umumiye adını almıştır. İlköğretim bu şekilde 6 yıl olarak tespit edilmiş ve her biri 2 yıl süreli üç devreye ayrılmıştır
İLKÖĞRETİMDE YENİLİK YAPMA İHTİYACI
Tanzimat döneminde, sıbyan mekteplerinde yönetimin başıboşluğunu, öğretimin süre ve niteliğini bir düzenleme yolunda çalışmalar yapıldı. 1847’ de sıbyan mektepleri için yönetmelik yapıldı. Bu yönetmeliğe göre yedi yaşına basan çocukların sıbyan mektebine alınacağı; ana-babasının isteği ile dört ve daha yukarı yaşta olan çocukların da alınabileceği; çağ nüfusunun okula devamının zorunluluğu ve okul süresinin dört yıl olduğu; başarısız öğrenciler için bu sürenin üç yıl daha uzatılabileceği yer almaktadır.
19. yüzyılın son çeyreğinde ilköğretim kurumları çeşitlenmeye başlandı. "Sıbyan mektebi" terimi yenilikleri reddeden vakıf ilkokulları tarafından kullanılmaya başlandı. Bunun yanında "iptidai mektep"ler ortaya çıkmıştır. Bunlar, Eğitim Bakanlığı veya özel dernek ve kişiler tarafından kurulmuş ilkokullardı. Ayrıca yine bu dönemde köy ve kent iptidaileri de öğretim süresi bakımından ayrılmaya, dershane ve öğretmen sayısı bakımından çeşitlenmeye başlamıştır
II. Abdülhamit döneminden itibaren Osmanlı ilkokullarında bir "Usul-ü Cedide" tartışması başladı. Yeni açılan okullara “mekatib-i iptidaiye” (iptidaî mektepler) ve “usûli cedide mektepleri” denildi. Bu okullar Maarif Nezaretine bağlandı. Eğitim süreleri üç yıl, köy okullarının eğitim süreleri ise dört yıl olarak belirlendi. Evkaf Nezaretine bağlı olan ve eski durumunu koruyanlara ise ya yine “sıbyan mektepleri” ya da “usûl-i atika mektepleri” denmeye devam edildi. Maarif nezaretinin ilköğretimdeki düzenlemeleri bu okulları hemen hiç etkilememiş, bunların öğretmenleri, eğitim ve öğretimdeki yeni gelişmelere ya kayıtsız kalmış ya da onları engellemeye çalışmıştır. Eski ve yeni usul ve öğretim metodu karşısında ilkokul öğretmenleri arasında fiilî tecavüzlere varan sert çekişmeler oldu. Yönetim yeni usul taraftarlarını tuttu. Eski usul taraftarları da vakıflara sığındılar.
O zaman Rusya yönetimindeki Türk topraklarında yankılanan hattâ esas gelişimini, mücâdelesini orada sürdüren ilköğretimdeki bu usul-ü cedîde, o zaman bize göre yeni, ama Avrupa’nın çoktan terk ettiği bir eski metot idi. Bu hareketin ana esasları şunlar idi:
İlkokul medreseden ayrılacaktı. İlkokulların kendine özgü öğretmenleri olacak, mahalle imamı ve karısının öğretiminden kurtarılacaktır. Osmanlı’da Sıbyan Mektepleri...Öğretmen sadece “hediye” değil “aylık” alacaktı. Okuma-yazma öğretiminde "heceleme" usulü terk edilecek ve "usul-ü saftiye" veya "meddiye" denilen yeni usul okuma getirilecekti. Bu usul, her harfi ayrı ayrı değerlendirerek harf üzerinden okuma öğretmek demekti. Eskiden yalnız okuma öğretimine önem veriliyor, yazma hünerine pek önem verilmiyordu. Özellikle kızlara okuma yazma öğretilmiyordu. Yeni usul, yazıya ve kızlara da yazı öğretilmesine önem verilmesini istiyordu. Ayrıca kız çocukları için ayrı ilkokullar açılması isteniyordu. Öğretim bu programa göre yapılacak ve her yaşa göre ders kitapları yazılacaktı.
Sıbyan mekteplerinde reform yapmak çok zor oluyordu. Malî yönden bu okullar genellikle vakıflara ait olduğu için, kendiliğinden bir özerklik içinde bulunuyordu. Muallimler ve çevresindeki bağnazlar da devletin buralarda yapacağı değişikliklere karşı çıkıyorlardı . Zamanla programında ve çalışmalarında değişiklikler yapılmakla beraber Sıbyan Mektepleri Cumhuriyet Dönemine kadar varlığını sürdürmüştür.
Cumhuriyet kurulduğunda, Osmanlı Devletinden kalan medreseler ve sıbyan mektepleri gibi geleneksel okulların yanında Batılı tarzda açılmış Rüşdiye, İdadi, Sultani gibi orta öğretim ve İptidaî ilköğretim kurumları ile azınlık ve yabacılara ait okullar da varlıklarını sürdürmektedir. Bu kurumlar milli bir amaç gütmekten çok, birbirine zıt görüşlü insanlar yetiştiriyordu.
Ülkedeki öğretim dağınıklığını gidermek ve birliği sağlamak amacıyla 3 Mart 1924’ te Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkarılmıştır. Bu Kanunla, ülkedeki tüm bilim ve öğretim kurumları Maarif Vekaletine bağlanmış, Şer’iye ve Evkaf Vekaleti ya da özel vakıflarca idare edilen tüm medrese ve mektepler Maarif Vekaletine bağlanmıştır. Böylece bütün eğitim ve öğretim kurumları Eğitim Bakanlığına bağlanarak öğretimin tek elde yürütülmesi sağlanmış, Türk eğitim tarihinde en uzun süre yaşamış olan medreseler ve sıbyan mektepleri kapatılmış ve eğitimde laiklik ilkesine doğru önemli bir adım atılmıştır. Sonrası da yaşadığımız fecaat dolu günler...
Yani EĞİTİMİ ÖNCELEYEMEMİŞİZ BİR TÜRLÜ Kİ, YAŞADIĞIMIZ HER TÜRLÜ MEŞAKKATİN ANA SEBEBİ BUDUR.
FEHMİ DEMİRBAĞ
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)