"Küresel sehirler, küresel markalar artık dünyada devletler gibi siyasi aktör haline geliyor. Kültür de siyaset ve ekonomi gibi stratejik unsur oluyor." Küresel markalar; İŞGALCİ KOLLUK KUVVETLERİ! ŞİMDİ MİLLİ MÜDAFA ZAMANI! KIZLI-ERKEKLİ KAYBEDECEĞİZ YOKSA GELECEĞİMİZİ! YANİ; NE KARA KUVVETLERİ, NE HAVA KUVVETLERİ, NE DENİZ... İLLA Kİ; KÜLTÜR KUVVETLERİ!
27 Kasım 2016 Pazar
22 Kasım 2016 Salı
15 TEMMUZ KIYAMET SENARYOSU
KARDİNAL BİR MEHDİ TARAFINDAN YAZILDI!
AFGANİSTAN'IN RUSLARCA İŞGALİYLE FİİLİ CEPHE BİR KEZ DAHA AÇILMIŞTI ZATEN.
TA 1325 YILINDA DÖNEMİN PAPASI BUGÜNLERİN STARTINI VERMİŞTİ , ZAHİR.
"BU KAFİR TÜRKLERİN HRİSTİYANLAŞMALARI İÇİN YAPTIĞIMIZ HAÇLI SAVAŞLARI NETİCE VERMİYOR, AKSİNE ONLARIN BİRLEŞMELERİNE SEBEP OLUYOR. ARTIK SICAK SAVAŞ DÖNEMİNİ BİTİRİYORUZ VE SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİNE GİRİYORUZ DEMİŞTİ. YÖNTEMİMİZ İSE ONLARLA DİYALOG VE HOŞGÖRÜ ÇATISI ALTINDA BİR ARAYA GELECEĞİZ. YANİ ONLARI HRİSTİYANLAR GİBİ YAŞAR HALE DÖNÜŞTÜRECEĞİZ."
1645 TE FRANSIZLAR BU YÖNTEMİN İZİNDE GİDEREK ÜLKEMİZDE MİSYONER OKULLARI AÇARLAR. ARDINDAN BİLUMUM YEDİ DÜVEL YİNE OSMANLI TOPRAKLARINDA NİCE OKULLAR AÇARLAR. BU OKULLAR ANCAK İŞİN SONUNDA SICAK CEPHE AÇIMINA SEBEP OLURLAR. SON OKULLARI İSE DİLİ BESMELELİ, YÜREĞİ KAFİR BİR HAİNLE AÇMIŞLARDIR.
DOMİKİENLER...FRANSİSKENLER...CİZVİT PAPAZLARI...YAHOVA ŞAHİTLERİ...BİLUMUM SÖMÜRGECİ TARİKAT ŞEYTANİ ZİKİRLERİNİ SEDA EDERLER ANADOLUMUN GÖĞÜNE...EVLAD-I FATİHAN TOPRAKLARINA! VE DAHİ SIZMIŞLARDIR İSLAMIN BÜTÜN KURUM VE KURULUŞLARINA; KAVRAMLARINA...
1864 TE İNGİLİZ SÖMÜRGE BAKANI...
1964 TE GÜLHAÇLAR...
1965 TE VATİKAN...
TEK BİR HEDEF VARDIR; İSLAMI YERYÜZÜNDEN SİLMEK!
ÜMMETİN ÇOCUKLARI BU HEDEFTEN HABERSİZ DÜNYALIK GAYELERİ UĞRUNA ONLARIN...YANİ FARKINDA OLMADAN YA DA OLARAK KÖLESİ OLDUKLARI EFENDİLERİNİN AMAÇLARI DOĞRULTUSUNDA SADIK BİR HİZMETKAR OLARAK ÇALIŞIRDA ÇALIŞIRLAR...
VATAN TOPRAKLARI KAYBEDİLİR BİR BİR...
ARKASINDAN, DEĞERLER...İNANÇLAR...
KIVAMA GELİNMİŞTİR AMMA!
İNKILAPLAR...MUASIRLAŞMALAR...ÇAĞDAŞLIK MASALLARI...BİR DE DEMOKRASİ...
ŞİMDİ...SAVAŞIN EN KIZIŞIK ZAMANINDAYIZ...
CEPHE GENÇLERİMİZİN İMAN VE AHLAKLARI; SAVAŞ İSE ACIMASIZCA...
RAKAMLAR FECAAT...
%44 DEİST BİR NESİL...LGBTİ...ENSEST...UYUŞTURUCU...BATILILAŞMA...MODERNİTE KUŞATTIKÇA KUŞATMAKTA NESLİMİZİ, GELECEĞİMİZİ! OKULLAR BOYU YALAN...SOKAKLAR BOYU VAHŞET!
BU ZAMANDA BİR DAKİKA BOŞ ZAMAN GEÇİRMEK HARAM!
EY MÜSLÜMANLAR...
TERÖRÜN HER TÜRLÜSÜ GANİ GANİ...
EYYAMCILARI, İŞBİRLİKÇİLERİ ES GEÇİN!
EY İMAN EHLİ; İMAMLAR, ÖĞRETMENLER...SANATÇILAR, YAZARLAR...
GÖRMÜYOR MUSUNUZ GELECEĞİMİZ TEHDİT ALTINDA; TEHLİKEDE!
TOPTAN ALLAHIN İPİNE SARILMA ZAMANI GELMEDİ Mİ? DAĞILIP, PARÇALANMA AŞAMASINA GELDİĞİMİZİ GÖRMÜYOR MUSUNUZ?
KÜLTÜREL İŞGALİ BİTİRMEZSEK SİLAHLI İŞGALİMİZ KAÇINILMAZ OLACAK!
***
EĞİTİM SİSTEMİMİZ
TEST İLE TOST ARASINDA KALINCA;
DÜZENİN KULLARI NE DE ÇOĞALDI...
HİÇ BİR HASLETİ OLMADIĞI HALDE TAKIM ELBİSE KRAVAT İLE KİMLİK EDİNMEYE ÇALIŞAN...YA DA MODERN KIYAFETLİ HANIMEFENDİLER...VE DAHİ BİR TUHAF ÖRTÜLÜLER...
YOLUN BAŞINDAYKEN HERTÜRDEN YEMİN BİLLAHLAR İLE GÜVEN TELAKKİ EDİNİP, İLK FIRSATTA RUHUNDAKİ ZİFTİ BÜTÜN ÇİRKİNLİĞYLE KUSAN...
DİNİ ARGÜMANLARI DİLİNE PELESENK EDİNEN...AMA HER DEVRİN VE HER FİKRİN FAHİŞELİĞİNDE NİCE PESPAYE ADAMLAR GÖRDÜM Kİ...
VEFA DUYGUSUNDAN ARİ...KADİRŞİNASLIKTAN SEZA...YEDİĞİ KABA PİSLEMEYİ MESLEK EDİNEN...DAVA ADAMLIĞI CİLBABINDA, ASLINDA HAVA CİVA OLAN...BURAM BURAM YAVŞAKLIK ALAMETLERİNİ TEFRİKA EDİNEN...
CEHALET ZERRESİ...HAMASET DİLİNDEKİ TÜKÜRÜĞÜ...GAFLET AMENTÜSÜ...DELALET AMELİ...HİYANETİ İSE MUTLAK AKIBETİ OLAN ÇOKÇA KALABALIK... VE HERDAİM KÖRKÜTÜK NECASET...
NE DE ÇOK...NE DE ÇOKK!
Kİ HADSİZLİKTE ZİRVE ADAMLAR BUGÜN BAYRAM KUTLAMAKTALAR.
Bugün İslam'a hakaret edenlerin özgürlük bayramı
Bugün Türkçe ezanın bayramı
Bugün Şapka İnkılabının bayramı
Bugün Alimlerin idam edilmesinin bayramı
Bugün Dersimin bombalanmasının bayramı
Bugün Halifeliğin kaldırılmasının bayramı
Bugün M.Kemal Paşa'yı Samsun'a gönderilmesi talimatını
veren Vahdettin Han'ın hain ilan edilişinin bayramı
Bugün genelevleri açıp devlete bağlanmasının bayramı
Bugün harf inkılabının bayramı
Bugün laikliğin (la-dinliğin) bayramı
Bugün Lozan hezimetinin bayramı
Bugün İslam hukukunun kaldırılışının bayramı
Bugün Kur'an-ı Kerim'in yasaklanmasının bayramı
Bugün 1950'ye kadar Elif Ba Cüzü Basılmamasının bayramı
Bugün Osmanlı coğrafyasını Lozan masasından İngilizlere
Fransızlara verilmesinin bayramı
Bugün Diyaneti kurup İslamiyeti karantina altına alınmasının
bayramı
Bugün kılık kıyafet devrimi yapıp, İslam´a ait ne görüntü varsa
yok edenlerin bayramı
Bugün Hicri takvimi kaldırıp yerine Gregoryan takviminin
koyulmasının bayramı
Bugün faiz kurumu bankaların kurulmasının bayramı
Bugün içkiyi serbest edip halkı alkolik yapma bayramı
Bugün Ayasofya'nın müze olmasının bayramı
Bugün Camii'lerin kapatılmasının bayramı
Bugün Cuma tatlinin iptalinin, Cumartesi, Pazar tatil
edilmesinin bayramı..
SANIRIM ANLAYANA YETERLI GELIR SIMDI DILEYEN MARIFETMIS GIBI KUTLAMA MESAJI ATSIN.,.
HALBU Kİ;
KORKMA!
SÖNMEYECEK BU ŞAFAKLARDA SÜZÜLEN AL SANCAK!
Dünyada bin yıllık tarihi silinen ve o günü bayram olarak kutlayan başka bir millet yoktur.
Necip Fazıl Kısakürek
CEHALETE DAYALI GAFLET, DELALET VE İHANETE DAYALI DAHİLİ VE HARİCİ ŞER GÜÇLERİN İŞTİRAKİ İLE BİR İMPARATORLUĞU KAYBETTİK. NİHAYETİNDE MİNİK BİR DEVLET İLE YETİNMEKLE DE TESELLİ BULDUK.
93 YIL ÖNCE DE ZAFER SÖYLEMLERİYLE BUNU TESCİLLEDİK.
SİZİ BİLMEM AMA BENİM İÇİM YANIYOR. MEFKUREMDE HALEN ALEM-İ NİZAM ÜLKÜSÜ VAR.
KUTLU OLSUN BU HİSSİYATIN VARLIĞI...
BİR GÜN MUTLAKA!
***
FETÖ-METÖ DERKEN...PEKAKA-MEKAKA DERKEN...GELECEĞİMİZİ ISKALAMAYALIM LÜTFEN!
GENÇLİĞİNİ İHMAL EDENLER GELECEKLERİNİ İMHA EDERLER. OKULLAR AÇILIRKEN ŞU GERÇEĞİ DE UNUTMAYALIM LÜTFEN!
Kadim Çinliler barış içinde yaşamaya karar verdiklerinde büyük çin seddini inşaa ettiler. Yüksekliğinden dolayı hiç kimsenin tırmanamıyacaklarını düşündüler.
Fakat inşasından sonraki 100 yılda Çinliler 3 misli fazla işgale uğradılar.
Düşman piyade sürülerinin hiçbir zaman duvara tırmanma yada duvara dahletmeye ihtiyaçları olmadı.Çünkü her zaman muhafızlara rüşvet verdiler ve kapılardan girdiler.
Bu çinliler duvar inşa etmişlerdi fakat duvar muhafızlarının karakterlerini inşa edememişlerdi.
Neticede, insan karakterini inşa etmek başka her şeyin inşaasından önce gelir.
GENÇLERİMİZİN bu günkü ihtiyacı işte budur.
Bir oryantalistin dediği gibi; Eğer bir milletin medeniyetini tahrip etmek istiyorsanız 3 yol var;
1)-Aile yapısını tahrip edin.
2)-Eğitimini tahrip edin.
3)-Rol modellerini ve referanslarını küçümseyin(alçaltın.)
1)-Aileyi tahrip etmek için annenin rolünü küçümseyin ki o ev hanımı olmaktan utansın.
2)-Eğitimi tahrip etmek için;Hocalara önem vermiyeceksiniz ve cemiyetteki itibarlarını düşüreceksiniz ki talebeleri onu hakir görsün, küçümsesin.
3)-Rol modellerin (haysiyetini) küçültün.Alimlerin sinsice mahvına çalışın taki onlardan şüphe duyulsun, kimse onları dinlemesin yada takip etmesin...
Şuurlu anne kaybolduğunda, adanmış hocalar kaybolduğunda ve rol modeller itibarsızlaştırıldığında gençlere DEĞERLERİMİZİ KİM öğretecek? Batman mı, süpermen mi?
UNUTMAYIN;
"KENDİ ÇOCUKLARINI İYİ YETİŞTİREN TOPLUMLAR KENDİ ÇOCUKLARINI KÖTÜ YETİŞTİREN TOPLUMLARIN EFENDİSİ OLURLAR!"
DÜŞMAN ARTIK TV KUMANDALARINDA, AVMLERDE, ÇOCUKLARIN KIYAFETLERİNDE...EVLERİMİZDE, ŞEHİRLERİMİZDE...
BEYNİMİZDE...GÖNLÜMÜZDE!
BAŞKACA 15 TEMMUZLAR OLMASIN DİYE UYANSANA TÜRKİYE!
ÇOCUKLARIMIZI KENDİ KAHRAMANLARIMIZLA, KENDİ ROL MODELLERİMİZLE BÜYÜTMENİN ZAMANI GELMEDİ Mİ?
Çocuk olmak biraz da hayal kurmak, masallar diyarında yaşamak demek değil midir? Belki de, yaşadığımız dünyayı kuranların bazı hayalleri gerçek olmadığı için hayatımız belki daha kolay, ama daha yavandır. .... Peter Pan "Hiçlik Ülkesinde", bense, Hayy Bin Yakzan! Hayber Kalesinde, Zümrüt-ü Anka, kanatlarında! masalların olmadığı, bir dünyada, digital veletler, kurmaca kukla! alem-i hayal, pür melal! ... Kötülerin kazanamaması iyiler için bir teselli olabilir. Ancak asıl olan iyilerin, ille de iyiliğin kazanmasıdır. Nedir iyilik? Yoksulu doyurmak, çıplağı giydirmek, üşüyeni ısıtmak, yolda kalana yol göstermek mi? Bütün bunlar elbette iyiliktir. Tıpkı, ağrıyı dindirmek, korkuyu gidermek gibi… İyilik yapmak kolaydır ama asıl olan iyiliği ayakta tutmak değil midir? İyilik yapmak sadece iyi adamların işi olmayabilir; ama kötüleri yenmek sadece kahramanların işidir. ... Binbir gecede, şehrazat teyze, portakal soymakta, soyup ta kabuğunu, baş ucuma koymakta! keresteden pinokyo, yalan uydurmakta! ... yuvarlak masada, kral arthur, ve şövalyeleri, kutsal tapınakta! Eyüp, hala sultan... ama gönüllerde! kudüs; gözlerden ırak, hasrete hala yakın! yakın yalan söyleyen tarihi, yaralıyım; bizatihi! ... dört köşe konstantin! veleddallin! amin! sinbad ve alaaddin çoktan uyudular, sustular, sen de sus artık pegasus! ... Masal dünyasında Keloğlan ile Robin Hood’u ayıran şey, sadece farklı dillerde yazılmış olmalardır. Aslında her ikisi de aynı dünyanın farklı ülkelerinde aynı rüyayı gören çocuklara bir şey hatırlatır: Kötüler asla kazanamaz. ... şimdinin, endüstriyel kahramanları, sinema perdesinin, ar perdesinin yırtıldığı, sahteden adamlar! çizgiden kahramanlar! ... 2071 yolunda!... ... Gün gelmiş, uzak diyarlardan bu topraklara kahramanlık yapmaya gelmiş olanların, daha fazla kahramanlık yapmalarını gerektirecek sebepleri kalmadığında, hepsi birer birer kendi yurtlarına geri dönmüşlerdir. Örümcek Adam Peter Parker New York’a, Süperman Clark Kent Metropolis’ e ya da Kripton’a, Kara şövalye Batman Bruce Wayne de Gotham’a geri dönmüşlerdir. Ben-Ten, Xman, Texas, Tommiks, Zagor, Asterix, Tenten, Red Kit, Tarzan, Hary Potter ve diğerleri... .... Çocukluk hayallerimizi de yanlarına alarak. Hepsinin görev süreleri bitmiştir bu topraklarda. Hem bu toprakların kendi kahramanı vardır artık! Kendi ninnilerimizle bebeklerimiz, annelerinin dizlerinde sallansın!
Bazen tersinden bakmak lazım olaylara ve dünyaya. Herkesin odaklandığı yerden uzaklaşmak...Aksini de düşünmek lazım bazen. 25 milyonluk nüfusu 12 yaşın altında olan Türkiye'nin buna ihtiyacı var çünkü. Bir an önce evlatlarını ihmal ederse geleceğini de imha edeceğinin farkına varmalı. Bunun için ilim, kültür, sanat, edebiyat ve ahlaki hususlarda doktrinler üretmeli, acil uygulamalara geçmeli. Gündemin içinde boğulmamak lazım yani. Bunun için başka bakış açıları geliştirmeliyiz hasılı.
Artık ters kutuplar bir araya gelmeli...Ciddi ciddi hem ülkenin hem dünyanın gidişatına yön vermek için.
***
Dalga geçiyorlar aklımızla...
Mütareke yıllarını bilemedik te yıllanmış şaraplara bilendik...bomontinin biralarını bilemedik te, kendini şişli' de bir yer olarak bilmekle yetindik...Yitirdik Çanakkale bakayası çokça evladı da darağaçlarında, okul kitaplarında dediler bize Cumhuriyet,hemi de kanlı nice devrimle...
paraların yüzünde hangi yüzsüzün resmi olacakla geçip gitti seneler...anıt diktik tarihin dışkısının üstüne tüy misali. muasırlaşacaktık...nasırlaştı duygularımız...köreldi bütün uzuvlarımız, nankörlüğümüzle çıkınca dışına fıtratın...ifratın türlüsü boca boca...hem de dudaklarında...dudaklar ki güya hoca...bağlanınca beyinler, olunca reflekslerimiz gavurca...
kısa ama uzun bir hikayenin fakir kahramanları oluverdik süttozuyla...tozu dumana katan erbab-ı sefil...fil suresinden habersiz onca ebabil...pazar filesi dolsunda...boşalsın farketmez kelimelerin manaları...anlamını yitirince yani hayat...bayat mı bayat hayali mecalsiz sadabad!
ne de savruk olduk...
sokakları doldurduk!
bu cinayetin anatomisini yazacak şairler nerdesiniz?
sermayeniz mi tükendi, siz demi kaldınız kelimesiz?
avunasım var!
yumruklarımı sıkıp ağız dolusu kalaylayasım!
...
nefes alamıyorum...bir elimle silkeliyorum iğdişçileri. sen bana bakma...baksana tabelaya; yine kıyamete kadar sürecek nöbet yazıldı sana mehmedim!
...
simyacının biri...tenekeleri altın nesle dönüştürecem dedi.yani sahipleri onu öyle seslendirmişlerdi... ağlak bir ihtiyarı yani, beddualarıyla saldılar üstümüze...40 yıllık payitaht sanki ötelerden bir sızıntıydı...zamanla aksiyona geçeceğini de bilemedik...hoşumuza gidiyordu söylediği yalanlar...çün biz gerçeklerle yüzleşmeyi sevmiyorduk...
...
ali baba ve haramileri...de çıkıverdi 1001 gece masalından...
...
züccaciye dükkanımızda dolaşan ne de çok katır?
...
sabr...sabr...sabr...
...
katran gibi bir geceye dönüşüverdi ayın onbeşi...
..
yaz dı mevsimlerden...halbu ki biz yazmayı da unutmuştuk okumayı da...
selalar okundu yani bedduaların ardından...
muz gibi soyuluyorduk yani...inançlarımız, evlatlarımız, geleceğimiz soyuluyordu, gerdrudenin, aaronsonun nesebince...açıktan ya da gizlice...
...
ben...se...sinkaf eyliyorum sessizce...
albayrağımın gölgesinde...çaresizce!
***
KIYAMETE KADAR VATAN NÖBETİ YAZILDI SANA MİLLETİM!
Saat: 11.00
TÜRKMEN KADIN
Rabbinden tek duası vardı Türkmen kadının. 3 evladını da Rabbinin rızasına uygun kullar olarak yetiştirmek. Çok korkuyordu evlatlarının şeytani tuzaklara düşmesinden. Nasıl korkmasın ki, o bir anneydi.
Uyuşturucu başta olmak üzere tüm kötü alışkanlıklar okullarda bile kol geziyordu.
Cinsel bilumum sapıklıklar...bir de dinsel...
Eğitim konusunda ülkede maalesef yetersizlik, düzeysizlik boyutundaydı. Bir de cemaat adı altındaki din bezirganları evlatlarımızı okutacakları iddiasıyla müthiş bir suistimal yapı oluşturmuşlardı ki akıllara seza! Hem dinlerini hem ceplerini boşaltıp Amerikan köpeği yetiştiriyorlardı. Vatan haini yani...
Hele kadınlarımızın durumları? Kadın ve aile konusunda da endişeliydi Türkmen Kadın.
Tesettürlü açıklar, teşhirci çıplaklar...Boşanmalar...Ne kadarda çok sıkıntı veren husus vardı...
Onca düşünce aklının bir köşesinde zindeliğini muhafaza ederken neyse ki evin gündelik işleri vardı. Çamaşır, ütü, bulaşık derken yarının hesabına durdu biran. Yarın komşu Ayşe ablaların nişanı vardı. Kaynı ve çocukları da yaz tatili için misafirliğe geleceklerdi haftaya. Ya önümüzdeki kurban bayramı? Eşini ikna etmesi gerekiyordu, "bu kurbanı da bizim memlekette geçirelim. Babamlar sevinir."
Saat: 12.00
ASKER ÖMER HALİS
Ben diyordu, "Mehmetçiğim!". Beni bağlamaz peygamber ocağı yapımızı din ve iman düşmanı bir yapıya dönüştürmeye çalışan zihniyet.
Ben Sultan Alparslanın...Ben Fatihin askeriyim.
Son dönemlerde paralelci diye ifade edilen Vatikan hizmetçisi, cemaat mensuplarının küstahlıkları tepesini de attırmıyor değildi. Uyanık durmak lazım bu bademlere...Kelime-i Tevhid'i bölmeye çalışanlar rahatlıkla vatan'ı da bölerler...ve dahi insanı da diri diri...
Abdestini aldı. Cuma namazına hazırlanıyordu. Askerlerine seslendi:" Namaz kılmayan asker kalmasın!"
Öyle ya bu askerler ona emanetti. "Size ölmeyi emrediyorum" dediğinde "emredersin komutanım" diyecek askerin imanlı kalması...İman için de askerin ibadetlerine devam ediyor olmaları gerekiyordu. Cephede "Allah Allah" diyen asker lazım vatana! O'nun inancı bu yöndeydi. Ömer gibi adaletli ve ihlaslı olmalıydı vatanın her bir neferi!
Ay sonunda yıllık izine çıkacaktı. Kardeşinin düğünü vardı. Belki seneye de tayin bekliyordu. "Ah" diyordu. "İnşallah tayinim doğuya çıkar da şu pkk belası için iki kurşunda ben sıkarım!"
Saat: 14.00
KÜÇÜK ABDULLAH
Cuma namazını eda edipte babasıyla birlikte Mihrimah Sultan Camiinden çıkarken ayakkabılarını giyerken bile duasına devam ediyordu, Abdullah. "Rabbim beni bir Müslüman genç olarak yaşat. Beni ilminle donat ki cahillerden olmayayım. Bana fırsatlar ver ki dinin için gayretler gösteripte yücelen kullarından olayım. Hayrları vesile kıl, hayrlara vesile kıl. Bize hürriyetimizi ver ki Cumayı hakkıyla eda edelim."
Baba-oğul Üsküdar'daki Mihrimah Sultan camiinde kılmışlardı bu hafta namazlarını. Mihrimar Sultan Camii, Mimar Sinan’ın Kanuni Sultan Süleyman’ın Hürrem Sultan’dan kızı Mihrimah Sultan’a olan gizli aşkı için yaptığı iki eserden bir tanesidir. Diğer camii Edirne kapıda bulunan ismi yine Mihrimah Sultan camii’dir.
Her yılın Nisan ve Mayıs aylarında Bayezıd yangın kulesinden yada o bölgedeki yüksek bir binadan Mihrimah sultan Üsküdar Camii’sine doğru bakıldığında; sabah gündoğumunda İslele Camii’nin iki minaresi arasından güneşin doğuşu görülmektedir. Akşam güneşin batımında ise Hicrî takvime göre her ayın 14' ünde ayın doğuşu izlenebilmektedir.
Aynı kuleden batı ufkuna Edirnekapı istikametine doğru bakılır ise; Mihr-î Mah Sultan Edirnekapı Külliyesi’nde de, sabah ayın akşam da güneşin batışı izlenebilmektedir. Mimar Sinan’ın matematik zekasının üstünlüğünü bu eserler sayesinde bir kez daha anlamış oluyoruz.
Mihr-î Mah Güneş ve Ay manasına gelmektedir.Mimar Sinan bu eserleriyle Mihrimah sultana olan aşkını dile getirmiştir...
Baba Erol oğlu Abdullah'a kısaca böyle anlatmıştı Mihrimah Sultan Camiinin hikayesini. Namaz sonrası önemli bir randevusu vardı babanın. Bu hikayenin yazarı ile görüşeceklerdi. hoş randevu gerçekleşmişti de...
Özetle demiştik ki görüşmemizde; 25 milyon nüfusumuz 12 yaş altı. Çocuk ve gençlerimizi kendi değerlerimizle yetiştirirsek 10 yıla kalmaz Ayasofya' da açılır...bağımsızlıktan da bahsederiz. YANİ ÇÖZÜM HEROTÜRK!
Bir de not tutuşturmuştum Erol Bey'in eline, Reis' e ulaştırması için.
Sayın REİS'İM;
GAYRİMİLLİ OLUŞUMLARLA MÜCADELEDE DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN YOL İŞARETLERİMİZDİR.
BAŞTA CEHALET OLMAK ÜZERE BÜTÜN GAYRIMEŞRU OLUŞUM VE FİKRİYATLARIN ÖNÜNE GEÇMEK ÜZERE ACİL EYLEM PLANIMIZDIR; TEKLİFİMİZDİR!
1- NÜFUSUMUZUN 25 MİLYONU 12 YAŞ ALTI MELAİKELERİMİZDEN OLUŞMAKTADIR. BUNLAR İÇİN İNFORMAL MAHİYETTE BİR EĞİTİM STRATEJİSİNE İHTİYAÇ VARDIR. ÇOCUKLARIMIZ İÇİN ÇİZGİFİLMLER, ÇOCUK EDEBİYATI, İNTERNET OYUNLARI, MİLLİ OYUNCAK GİBİ KONULAR İVEDİLİKLE ELE ALINMALIDIR.
FORMAL EĞİTİMDE İSE İSTİDADA GÖRE EĞİTİM AMAÇLANMALIDIR. MİLLİ MAARİF SİSTEMİ TESİS OLUNMALIDIR.
UNUTMAYIN KENDİ DEĞERLERİMİZLE EVLATLARIMIZI KODLAYIP YETİŞTİREMEZ İSEK...ADLARINI MUHAMMED KOYDUKLARIMIZ RİCHARD, FATMA KOYDUKLARIMIZ ELİZABETH OLARAK YETİŞECEKLERDİR. 10 YIL SONRASI YANİ BU ÇOCUKLARIMIZ 20 Lİ YAŞA GELDİKLERİNDE SUFLİLİK ORANIMIZ ARTACAKTIR.
2- DİYANETİN YAPISI VE İŞLEYİŞİ REVİZE EDİLMELİDİR. ACİLEN MODERN BİR KURAN TEFSİRİNE İHTİYACIMIZ VARDIR. AYRICA AÇIKLAMALI BİR MEALDE HAZIRLANMALIDIR.
İMAM EFENDİLERİ YA DA DİĞER DİN GÖREVLİLERİNİ HAYATIN İÇİNE ÇEKMEK ZORUNDAYIZ. ETKEN BİR YAPI ZARURETİ HASIL OLMUŞTUR.
BÜTÜN DİNİ YAPILARA BAĞIMSIZ DİNİ DENETMENLER KOMİSYON MANTIĞI İLE MONTE EDİLMELİDİR. YARDIM, BAĞIŞ, SADAKA, ZEKAT, KURBAN YARDIMI GİBİ ORGANİZASYONLAR AYRICA DENETİME TABİİ OLMALIDIR.
3- BÜTÜN SİYASİ PARTİLERİMİZ HEMEN KONGRELERE GİDİP, İÇ SAFRALARINI TEMİZLEMELİDİRLER. KADROLAR YENİLENMELİDİR. SEÇME VE SEÇİLME İLE İLGİLİ MEVZUAT GÖZDEN GEÇİRİLMELİ, SİYASİLERİN SEÇİMİ BİR KISIM KRİTERLERE BAĞLANMALIDIR. PARLEMENTER YAPIYA SENATO TEKRARDAN EKLEMLENEREK İHDAS EDİLMELİDİR.
4- HUKUK SİSTEMİMİZ SİLBAŞTAN GÖZDEN GEÇİRİLMELİDİR. AİLE, MİRAS, CEZA HUKUKU TEMEL DİNAMİKLERİMİZE GÖRE TERTİBE TABİİ OLMALIDIR.
5- KIZILAY, YEŞİLAY GİBİ YAPILARIMIZ GÜÇLENDİRİLMELİDİR.
6- ADALET, EMNİYET, EĞİTİM, ASKERİYE, İSTİHBARAT GİBİ YAPILARIN MANİFESTOLARI BELİRLENMELİDİR.
BELEDİYELERİN İŞLEYİŞLERİ REVİZE EDİLMELİDİR.
7-BİLGİ KİRLİLİĞİNİN VE MANİPÜLATİF BİLGİNİN ÖNÜNE GEÇMEK İÇİN CİDDİ CİDDİ SOSYAL MEDYANIN, MEDYANIN YENİ TÜRKİYENİN ŞARTLARIYLA ÖZDEŞİR HALE GETİRİLMESİ GEREKİR. ÖZELLİKLE TV PROGRAMLARI SIKI DENETİME TABİİ OLMALIDIR.
8- ÜNİVERSİTELERİN REHABİLİTASYONA İHTİYACI VARDIR. GÖZARDI EDİLMEMESİ GEREKEN EN HAYATİ KONULARIMIZDANDIR, ÜNİVERSİTELERİMİZİN ISLAHI.
9-İNSANIMIZI MEMURİYETE DEĞİL ÜRETİME YÖNELİK YÖNLENDİRMELİ VE TEŞVİK ETMELİYİZ. TARIM VE HAYVANCILIK HUSUSUNDA YENİ BETİMLEMELERE İHTİYACIMIZ VARDIR. ÜRETİM, İSTİHDAM VE İHRACAT KONULARI İVEDİLİKLE YÖNLENDİRİLMELİ VE TANIMLANMALIDIR.
10- MADENCİLİK VE ÇEVRECİLİK GİBİ SPESİFİK KONULARI İHTİSASİ DÜZEYDE MASAYA YATIRMALIYIZ.
11- KÖTÜ ALIŞKANLIKLARLA İLGİLİ MÜCADELEYİ HIZLANDIRMALIYIZ.
12- MEŞREBİMİZE UYGUN KOMŞULARIMIZLA İLİŞKİLERİMİZİ İNSANİ DÜZEYDE GELİŞTİRMELİYİZ.
YUKARIDA MADDELENDİRMEYE ÇALIŞTIĞIMIZ HUSUSLAR KÖŞEBAŞI MEVZULARIMIZ. ANCAK HER BİR MADDEYİ DETAYLANDIRABİLECEK PRATİK ÇÖZÜM ÖNERİLERİMİZLE DE DEVLETİMİZİN VE MİLLETİMİZİN YANINDA OLDUĞUMUZU BELİRTİRİZ. BU MADDELERİN SIRALAMASINI ZİYADESİYLEDE ARTIRACAK ÖNERİLERİMİZ VARDIR, ELHAMDÜLİLLAH!
Saat: 21.00
Köprüde hareketlilik var...Boğaz köprüsünde...Pis boğazlar memleketin boğazını sıkmaya ahdetmişler.
Saat:22.00
Herşey anlamsızlaşmak üzere...
Saat: 02.00
Manalar alemi herşeye bir anlam yükledi.
240 adem kanatlandı. 2000 küsur cümle tarihe şerh düştüler yine...Yine yere düştü birileri ki ayaklansın...kıyama dursun diye ülke!
Şahid oldular ki...şehid olarak hak batıl mücadelesine...Çığlıkları kulaklarımızda;
KIYAMETE KADAR VATAN NÖBETİ YAZILDI SANA MİLLETİM!
***
HİCRET YOLUNDAKİ RESULU BEKLEYEN MEDİNELİLER GİBİYDİK...MÜŞRİKLER, MÜNAFIKLAR VE KAFİRLER ONU BİZE KAVUŞTURMAMAK İÇİN GAYRET İÇİNDEYDİLER...
ISRARLA GÖZLERİMİZ YOLLARINDA İDİ, BİZE RAHMETLER BAHŞEDEN RABBİMİZİN EGEMENLİĞİNİ HABER VEREN RESULUNUN VE YOL ARKADAŞININ...
...
Biz gün sayarken,
15 Temmuz'da,
yürekler ağızda;
...
Kimi paralel...kimi paragöz...kimi dikdörtgen...kimi zevkten dörtköşe...köşe kapmaca game over...adaletçiler meydanlarda...kalkınmacılar paralele izdüşüm! Çanakkale'den yine dem vuruldu...ve demlenirken birileri bodrum beachlarda...sana halkım; yine tarih yazmak düştü!
...
melanet hortladı, parola yine cuma'yı kara eyle,
gavur hep bunu yapar zahir...
yeni versiyon, yine sıffin...yine cemel...yine kerbela...
güruhu merhametsizlerin,
yine ümmetin başını almanın derdinde...
...
ağlak ve bedduacı ihtiyar,
ihtiyar eyledi de asrın fitnesini ateşledi...
ne de çok hainin varmış milletim,
ne de çok lakin,
firâsetin, basiretin,cesaretin!
kanınsa tarih yazan mürekkebin!
...
gör bak boğazın yamaçlarına,
gör yedi düvelin köpeklerini...
aklını ve imanını şeytana kiraya vermiş,
milletin lokmasıyla semirmiş uyuz itlerini...
bilmemişler, öğrenememişler,
bu boğazlardan haram geçmez!
...
seyid onbaşılar, nene hatunlar yine cephede...
üçyüze yakın şehid binlerce gazi haykırmadalar,
bu millet ya rab, ümmetin son ordusu!
...
selden odun toplamanın derdine düşen asalaklar,
pirincin içindeki beyaz taşlar,
kapıyı hırsıza içerden açanlar,
kuzu postuna bürünmüş çakallar...
bilsin tasmanızı elinde tutan efendileriniz
ve siz ağacı kesen baltanın sapları,
bilin bu millet, ümmetin ilelebet tek ordusu!
...
15 temmuz...ay ikiye bölündü...
milletse artık ayrılmaz bir bütündü!
...
İnanmadık ki hiç gizli kardinallerinizin besmelelerine...
Bu kaçıncı, gelipte bu kapıya dayanman ey ehli salib!
türlü desiselerle...olmadık yöntemlerle...
esfel-i sefil ehli...
Biz bile bizden ümidi kesmek üzereydik...
imkansızı başardınız,
milleti kaynaştırdınız...
...
ey kutlu gün 15 temmuz,
anadolumun küllerinden doğduğu gün...
eminiz...
hayradır yolumuz,
hayrdır sonumuz!
15 TEMMUZ...
BİZ ARTIK SORMAYI DA ÖĞRENDİK? NE KADAR DA ÇOK SORMAMIZ GEREKEN SORULARIMIZ VARMIŞ MEĞER? NE KADAR DA ÇOK BİR AN ÖNCE CEVAPLANASI GEREKEN SORU!
ÜLKENİN SİLAHLARI, ÜLKENİN ASKERLERİNCE, ÜLKENİN İNSANLARINA YÖNELDİ...
MİLLET ŞAŞKIN! LAKİN ALABİLDİĞİNCE DE CESUR! ADINA DA DARBE GİRİŞİMİ DENİLDİ!
HALT EDİLDİ, HALT! VE HAK VE HALK BU HALTI ONLARIN BAŞLARINA ÇEVİRİVERDİ!
ASLINDA 15 TEMMUZ'DA ŞANLI TARİHE BİR SAYFA DAHA EKLENİVERDİ!
***
"ÇEKİRDEK FESTİVALİNE WELCOME"
Kim paralel...kim paragöz...kim dikdörtgen...kim zevkten dörtköşe...köşe kapmaca game over...adaletçiler meydanlarda...kalkınmacılar paralele izdüşüm! Çanakkaleden yine dem vururken...ve demlenirken birileri bodrum beachlarda...sana halkım; yine tarih yazmak düştü!
derken;
Altı doldurulmamış sloganlık ve beylik laflara bakacak olursak… Adı geçmez tarihlerde kim hayatta olur, Rabbim bilir doğrusunu.
Darbe stresi altında gelecek kaygılarımız dahi ertelendi ya...Günü nasıl...vartayı nasıl atlatacağız. Bugünlerin müsebbipleri kimler? Meydanlar nelere gebe peki? Kimler tevbe etmekte? Münafıklar yine ortalarda salınmadalar mı yoksa? Opürtinistler, menfaat şebekeleri...Off kahretsin yine ister istemez üstü kapalı konuşmaktayım. Zülfü yare kim dokunacak peki? Ah gelecek! O günlerin gençliği nasıl olacak, bütün mesele bu! Nasıl bir kimlikle taşınacağız geleceğe?
Herhangi bir siyasi partimizin/AYDINIMIZIN/allame-i cihanımızın şu hengamede çocuklar ve gençlere yönelik bir eylem adımı varmı ki?
Çocuklarımızı geleceğe taşırken;
Bir müslüman gibi mi, seküler mi, kapitalist mi yetiştireceğiz?
Ahlaki kaygıları nasıl olacak, hasılı?
De ki kürtlerden dem vuran ilgili siyaset, büyütürken çocuklarını; kahvaltılarda mısır gevreğimi yedirtecek…Yine bentenlerimi izlettirecek…onlarında binecekleri arabaların markaları aynılarımı olacak…Umutsuz ev kadınları isimli diziyi ha türkçe, ha kürtçe ha arapça çeviriyle izlemişsin, farkeden ne?
Siz Türk polisinin biberinin gazından şikayet ediyorsunuz ya... lakin aynı polise-askere tarafınızdan sıkılan kurşun nazardan koruma maksatlı değil ama…Aha da size darbe! Rahat kimlere batmamış ki?
De ki iktidar sizsiniz; yani Kace(Kürdiye Cumhuriyeti) olduğunuzda mesela bir muhalif olarak birileri apokürt ‘e küfredebilecek mi? Sizin azınlığınız mı olacak Kürdistanda yaşayan Türk nüfus? Anadilde Türkçe eğitim hakkı istenebilecek mi? Müminler kardeştir düsturu marksist felsefenizde yer alacak mı? İslami referansınız olacak mı mesela? Kürtçe meallerinizdeki cihad ayetlerini ne yapmayı düşünüyorsunuz? Bütün bunlar olurken sizlerde rezidanslarda oturup toverslerdeki officelerinizde makyevelist yaşamlar mı süreceksiniz?
Behlül dana hazretleri sizin içinde bir menkıbeden mi ibaret olacak?
Dekart, kant, spinoza, jan jack russo sizin de mi saintleriniz arasında yer alacak? Bakın 5 yıllık kirli savaşta ki Suriye’ ye; iktidar ya da muhalif gruplar birbirlerine kurşun sıkarken bi ara merak ediveripte bakıversinler karşıya doğrulttukları silahların markalarına.
Yok arkadaş, ben bu kavgada yokum!
Önceden bağımsız türkiye derdik naçizane…
Şimdilerde bağımsız dünya diyorum…
Dünya mazlumları heryerde hep aynı…Aynı ağababaların hep aynı olduğu gibi.
Mazlumluk hadi bi yere kadar.
Biz, biz bu çağın müslümanları aynı zamanda fena haldede aptalız. Arkamızda yalnızca bizden dua bekleyen, istememizi bekleyen kainatın sahibi varken…
Biz ellerimizi açmışızda merhamet bekleriz bize zulmedenlerden!
Yahu iktidar olan biz değil miydik?
Şimdi iki satır şurada bir-iki laf edeceğim; tahammülsüzlük had safhada. Eleştiriye tahammül yok! Peki zalimin mensubiyeti var mı?
Her dinden, milletten zalim olmaz mı?
Adaletle hükmetmek esas değil mi?
Peygamber ilk hicret için müslümanları Habeşe gönderirken, Habeşin kralı Necaşi için ne diyordu? “Orada adil bir hükümdar bulacaksınız!”
Hadin hep beraber bi iman tazelemesi yapalım; tek ihtiyacımız bu!
“La ilahe illallah, Muhammedur Resulullah!”
“Allahtan başka hükmedici yoktur, elçisi de Muhammeddir!”
...
Ey hocaların efendisi; efendi efendi demişsin ki beni Türkiyeye vermeyin. Sizlere hizmetimi sürdürmek istiyorum.
Allah'ım! Kemik kavgasını cihad görünümüne sokanları...
...
Mecalsizim...Körler ülkesinde ışığın faziletlerinden dem vurmak...abesle mi uğraşıyorum yoksa...
Bu ne tufan? Bu ne tuğyan!
son bi not;
BEN DEMEDİM...AKPARTİ MİLLETVEKİLİ Sn.MEHMET METİNER SÖYLEDİ...
EY KİBRİYA KULAK VER BU TARİHİ ANEKNOTA!
Ey Ak Parti il ilçe başkanları, ey vekillerimiz,ey bakanlarımız...
Vatandaş arar,işim var deriz.
Belediye Başkanı ile görüşmek ister özel kalemde bekletiriz.
Gariban makamımıza gelir,kabul etmeyiz.
Önemli biri gelince kapıda bekleriz.
Seçmenin ufacık işine el atmayız.
Holding sahibi zengin gelince hemen yaparız.
Bütün bunları yaptığımız halde bu halk Reise olan sevgisinden, bağlılığından bize sahip çıktı. Biz düşmüştük elimizden tutup kaldırdı.
Onlar ilk dakikadan itibaren sokağa inmese hiçbirimizin vekilliği, başkanlığı, bakanlığı kalmazdı. Hepimiz öldürülmüş ya da iskenceden geçiyorduk...
Bu milletin hepsinin elini öpsek sırtımızda taşısak azdır.
ARTIK HERSEYİMİZİ HAYATIMIZ DAHİL HERŞEYİMİZİ BU HALKA BORÇLUYUZ...
***
Sen bu kitabı okuyup bitirdiğinde üzerindeki yüzyılların laneti kalkacak. Uyuşukluğun, tembelliğin, üşengeçliğin bitecek. O dayak yemiş halinden eser kalmayacak. Keşkelerin azalacak. Bütün fethedilmemiş toprakların adeta tek Fatih'i bir tek sen olacaksın. Geçimsizliğin de bitecek, huysuzluğunda. O anlamsız mide yanmalarında bitecek. Sağa sola manasız sataşmalarında. Vara yoğa küfretmelerinde. Hastalıklı kahkahalarında. Vesveselerin başta gelmek üzere bütün manevi kirlerinden arınacaksın. Bundan emin olabilirsin. Garanti veriyorum sana. Ben de eminim ki kendimden, bu kadar büyük iddialarda bulunuyorum.
Çünkü bugün önemli bir gün. Geriye kalan ömrümüzün ilk günü. Muhteşem bir gün yani. Kıymetini bilmemiz gereken tek gün! Ki zaten hayat dediğin 3 günlük değil midir? Hani nerede "Dün"? Keşkelerle, pişmanlıklarla, ah-vahlarla o'nu geride bırakmadık mı? Kim bilir hangi kimsesizler mezarlığına gömüverdik onu? Yetim kalmış günler ardından ağıtlar yakmadı mı? Tek mirası deneyim'i bize bırakırken bir de bir pusula bırakmıştı okumamız için, hala bakıp okumadın mı: "Hayat yediğimiz kazıkların bileşkesidir. Deneyimlerde bu kazıkların fatura koçanı!"
Hele bir bak; "Bugün"ünü nasıl zehirlediğini... "Dün"ün pişmanlıkları ile "Yarın"ın korku, kaygı ve beklentileri arasındaki müebbet hayatını? Bir saniye sonrası bile henüz yaratılmamışken ölümsüzlüğün peşine düşmeni hangi aklıevvel sana salık verdi de güzelce yaşanması gereken tek varlığın olan bugünü nasıl ıskalarsın? Nasıl ertelersin bugünün mutluluklarını ilerde çok mutlu olacam beklentisiyle. Biliyormusun bugünde dünün yarınıydı. Hani bugün mutlu olacaktın. Dün öyle demiyor muydun? Güya yarın mutlu olmanın derdine düşmüşsün yine bugünkü bütün somurtukluğunla.
Bu söylediklerimden sakın "boşver, herşey nasılsa olacağa varıyor" sonucunu çıkartma. Sen hayatı "insanca" yaşamaya kurgula kendini. Hayallerin olsun sonsuzca. Sınırsızca programla kendini hayallerini gerçekleştirmek için. Ahmakça yaşayıpta "kader" deme saçmalamalarına, Rabbini de suçuna ortak etmeye kalkışma. Cehaletini gidermelisin öncelikle insanca yaşamanın erdemine nail olmak için. Bil; yeryüzü sana mescid kılındı kardeşim. Kendini küçük coğrafyalara mahkum edişin neden? Sür atını Roma'ya, süratlıca...Yak gemilerini de öyle yola koyul Tarık Bin Ziyad gibi aşılmaz denizlerin ötesine. Söyle, gemilerini karadan yürütmeye var mısın?
Bırak gündelik hayatın seni kanser gibi kuşatmış saçma salak sorunlarını.
Hadi gel, önce gülümse şunca satırdan sonrada ben de sana tılsımlı bir hayatın kapılarını aralayayım. Üzerindeki laneti kaldırayım. Büyülerini çözeyim.
Bunun karşılığında benimde senden ufak tefek ricalarım olacak ama. Öncelikli olarak yanında kalem bulundur. Kitabı okurken olaki o anda anlamadığın...ya da benim anlatamadığım şeyler olabilir. Kitabın bir kenarına not al. Hasılı okur- yazar olarak sohbet edelim. Sen okur, ben yazar...Sen hem okur hem yazar... Sen ki ayrıca not et; tarihi bir gündesin ya hani. İlk Vakaünüvis'imiz Naima'yı yad ederek bu tarihi günü not al. Bugün dönüşüm günü. Adeta bugün senin doğum günün.
Bilir misin ki okumak ölülerle konuşmak, onlarla iletişime geçmektir. Ve dahi hatta, Tanrı'yla konuşmaktır. Yazmak ise doğmamış nesillerle bile iletişime geçmektir. Okur-yazar olmak ise adeta bir zaman makinasının yolcusu olmaktır. Dün ile yarının arasında köprü olmaktır okumak ve yazmak!
Hani "ikra" diyordu ya rabbin? "Oku" diyordu. Biz ki okuyamadık bir türlü türlü tarihsel desiseler neticesi. Bak etrafına eline mikrofon alan birisini gördüğünde genelde başlangıç cümlesine dikkat et; "Oku der Rabbimiz..."
Eyvallah okuruz da, ümmet olarak...Canına, malına...okuruz martaval...palavra okuruz...Okumanın türlü türlüsü...lakin okuyamayız Rabbimizi...Misal ilk nüzul sebebli suredir Alak! Yani "yaratılış" ve ikincisi "Kalem" suresidir. Yine İkra suresinin 4. ayeti yine lkalemi işaret eder de bilemeyiz olan biteni cehaletimizden; okumadığımızdan olayları...
"Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle.
1- Yaratan Rabbinin adıyla oku!
2- İnsanı bir kan pıhtısından yarattı!
3- Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir.
4- O Rab ki kalemle yazmayı öğretti.
5- İnsana bilmediği şeyleri öğretti."
İlk insandan nasıl türediyse insanlık, ilk günahta bütün ahlaksızların atasıdır. Şu anki ahvalimiz dna misali dedelerimizin babalarımıza, babalarımızın bizlere, bizlerinde torunlarımıza devrettiğimiz bir silsilenin devamıdır. İşlediğin günah eğer tevbe etmezsen torununa bulaşır kardeşim.
De ki an geldi, uydun şeytanada içki içtin. Bak bu tavrının adıdır günah. Lakin hadi şimdi o alkollü halinde araba kullanda görelim; bir günahın nasılda ahlaksızlığa dönüştüğünü.
"Banane" diyemez insan. "Sanane" de...Herkes derse bu kelimeleri yepyeni bir hayvani nesil peydah oluyordur, biline.
Bismillah!
Söze yeni başlıyoruz.
Herşeyin başlangıcı, unutma "Rabbinin adı!"
...
"İnsan eşref-i mahlukattır derdi babam. Bu sözün sözler içinde bir yeri vardı. Ta ki bir eylül sabahı,bilek damarlarımı kestiğimde söz sözler içinde yerini buldu" der; kızıl, kominist, Allahsız, kitapsız bir hayatın müdavimliği ve müminliğini yaşarken intiharın kapısından dönüpte Rabbine teslim olan şair İsmet Özel.
İnsan ve eşref-i mahlukat! Sahi neydi insan? Maddi gözlemle ve verileriyle insan; 7 kalıp sabunu oluşturacak kadar yağmıydı? Sokalım bir laboratuarada insan nedir in sorularına yanıt arayalım. Bir ortaboy inşaat çivisini oluşturacak kadar demir midir insan? Bir tavuk kümesini boyayacak kadarkireç?..Ya da bir kutu kibrit çöpünün üzerindeki kadar fosfor mu?
Nedir insan? Biyolojik varlığından ne kadar haberdarız ki. Misal merhamete dayalı döktüğümüz gözyaşının midemizi koruduğu, ülseri engellediğiyle alakalı kim ne kadar haberdardır misal. Sağlıklı erkek gözyaşı döken erkektir desem, cevabınız erkek adam ağlamaz mı olur? Sağlıklı beslenmeyle alakalı bildiklerimiz kaç satırlık bilgiden ibaret ki? Daha maddi varlığını çözemediğimiz mahluktan bahsediyoruz. Katı, sıvı ve gaz olarak kimyanın üç halinin bileşkesi iki ayaklı tüysüz maymun mudur yani insan? Onca kütlenin içindeki nohut büyüklüğündeki bir küçük bahsedeyim dilerseniz;
Timüs bezi, tiroid bezinin altında, göğüs boşluğunda ve soluk borusunun önünde bulunur. Bu bez insanın bağışıklık sisteminin merkezidir. Yani bütün bağışıklık sistemi buradan yönetilir. Timüs bezi ne kadar çok titreşirse kişi o kadar sağlıklı ve bağışıklık sistemi sağlam olur. Yani Timüs'ü eşşek sudan gelinceye kadar dövmek lazım. Genç ve sağlıklı olmak ve kalmak için Timüs'ü eşşek sudan gelinceye kadar dövmek lazım. Anadolu’da ağıt yakan kadınların göğüslerine vurduklarına hepiniz şahit olmuşsunuzdur. Bu refleks kaynaklı basit bir el hareketi değildir. Bu beynin otomatik gerçekleştirdiği bir davranıştır. Kişi göğsüne vururken Timüs bezini titreştirir. Bu sayede üzüntü kaynaklı bağışıklıkta meydana gelen direnç azalmasının önüne geçmeye çalışır. Bu bez ne kadar sıklıkla titreştirilirse kişi o kadar genç ve sağlıklı yaşar ayrıca geç yaşlanır. Sizde parmaklarınızla göğsünüzün ortasına yapacağınız küçük vuruşlarla timüs bezini titreştirebilirsiniz. Yada daha basit bir yolu kullanırsınız. "KAHKAHA" atabilirsiniz. Çünkü kahkaha da göğüs kafesini oynattığı için bu bezi harekete geçirir. Hani yıllar geçerde aradan bir arkadaşımıza rastlarız neşeli halleriyle tanıdığımız bu insanı görünce "hiç değişmemişsin, ne gamsızsın..." deriz ya, işte timüs bezinin gücü. Sonuç olarak kahkaha bağışıklık sistemini güçlendirir ve sizi genç tutar.
Bir de Google'dan bakalım: Mutluluk ve Timus bezi .. "Mutluluk bir seçimdir. Mutsuzluğumuz kadere, şansızlığa ve talihsizliğe inancımız ölçüsündedir." Mutlu duyguların hissedilmesinde hormonların rolü büyük. Bedenimizde o hormonları salgılayan salgı bezlerinden minicik ama çok güçlü bir salgı bezi var: timus. Timus uyarıldığında salgıladığı hormonlar kişide haz ve mutluluk duygusu yaratır.Çünkü timus aktive olduğunda bedenin kimyasının değişimine neden olur. Bu değişiklik sinir sistemini sakinleştirir ve beyin fonksiyonları nı hızlandırır. Bu da kişide rahatlama duygusu yaratır. Avustralyalı Nobel ödüllü kanser araştırmacısı Sir MacFarlane Burnet timus bezinin aktif hale getirilmesiyle insan bedeninin kendisini kanserden koruyabilme yeteneğine sahip olacağını savunuyordu. Çocuklarda iri olan timus ergenlik döneminde bir ceviz kadar irileşiyor. Ama yas ilerledikçe bir bezelye tanesi kadar küçülüyor, yaşlılıkta ise tamamen köreliyor. Ama bazı insanlarda ileri yaslarda bile hala ceviz büyüklüğünü koruması, bilimin henüz çözemediği alanlardan biri. Timusun sağlığımız üzerindeki önemli yararlarından biri de T hücrelerini üretiyor olması. T hücreleri denilen lenfositler bedene zarar verebilecek zararlı hücreleri yok ederler. Bu küçük T hücrelerine yaşamımızı borçluyuz. AIDS gibi bağışıklık sistemini çökerten hastalıkların ölümcül olması T hücrelerinin haberleşme hatlarını öncelikle kesmelerinden kaynaklanıyor. Timus göğüs kafesinin üst kısmının tam arkasında, göğsün tam ortasında yer alıyor. Timusu uyarmanın üç basit yolu var: Timusu uyarmanın birinci yolu gülmek.Yani gerçek, içten, sıcak bir gülüş, bir kahkaha. Her gülündüğünde timus bezi aktive oluyor. Her aktive olduğunda bedenimize kimyasal dalgalar göndererek kendimizi iyi hissetmemizi sağlıyor. 1993 yılında California Üniversitesi' nde Dr.Paul Ekman tarafından yapılan araştırmada gülmenin timusu ve beynin değişik haz bölgeleriyle bağlantısı olan kasları harekete geçirdiği ve insanda haz duygusu yarattığı kanıtlanmış. Timusu uyarmanın ikinci yolu iki parmakla timusun üzerine gelen noktaya vurulması, yani elle uyarmak. Timusu uyarmanın üçüncü yolu ise dilin üst dişlerin arkasında damağa ve ağzın tavanına değdirilmesi. Dr. John Diamond ve ekibi dilin bu pozisyona getirilmesi ile sol ve sağ beyin küresi arasında denge oluşmasını sağladığını tespit etmiş.Bu da insanin daha iyi düşünmesi ve kendini daha iyi hissetmesine yardımcı oluyor.
Evet ama bu çalışmamız külliyatlarca bir ansiklopedi olmayacak. Orta hacimde, kalınlıkta bir kitap olacak nihayetinde. İnsan ile ilgili araştırma ve incelemeye kalkıştığınızda bilin ki mevcut ömrünüz size yetmeyecektir.
İnsanlar üç türlüdür gardaş. Delileri vardır...Dahileri...ve de senin benim gibi olanları. Yani sıradan olanlar kahir ekseridirler alemi insanlığın. Bunlarda kendi aralarında iki türlüdür gardaş. Makadlarını mahattan kaldıranlar ile ilelebet zıbarıp yatıverenler. Yani tembeller...
Deliler ve dahiler ibretlikdir gardaş. Normaller şükretsinler diye yaratılmışlardır yüce yaratıcı tarafından. Sözümüz yoktur onlara. Velakin normaller mühimdir işte. Normallerin anormalleri ise tembel olanlardır. Kıllarını kımıldatmazlardır onlar. Sürekli şikayetçi olanlardır yani.
Bak gardaş, bir hikaye anlatayım da kısadan, kıssadan hisse kapasın gardaş.
"Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş, kendisi de pencereye oturmuştu. Bakalım neler olacak?.
Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray görevlileri birer birer geldiler, sabahtan öğlene kadar. Hepsi kayanın etrafından dolaşıp saraya girdiler. Pek çoğu kralı yüksek sesle eleştirdi. Halkından bu kadar vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyordu. Sonunda bir köylü çıkageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu.
Sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarıldı ve ıkına sıkına itmeye başladı. Sonunda kan ter içinde kaldı ama, kayayı da yolun kenarına çekti. Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski yerinde bir kesenin durduğunu gördü. Açtı. Kese altın doluydu. Bir de kralın notu vardı içinde. "Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir" diyordu kral. Köylü, bugün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı. "Her engel, yaşam koşullarınızı daha iyileştirecek bir fırsattır."
İnsan "eşref-i mahlukattır" kardeşim. Yani hani bugün geriye kalan ömrünün ilk günü ya...Kendini önemsemelisin. Sen en önemli günün, en önemli mahluğusun. Sen yaratılmışların en şereflisisin. Yeryüzünde Allah'ın halifesisisn. Hele ki bir de ilim tahsili yapıyorsan ayrıca efendimizin buyurduğu gibi peygamberlerin varisisin. Çünkü "alimler peygamberlerin mirasçısıdırlar." Hele hele bir de kadınsan...Cennet annelerin ayakları altındadır. Yani üç ayrı payitahtla yeryüzünün efendisisin. Yeter ki kendinin farkına var, yeter ki kendini önemse.
EY YARATILDIKTAN SONRA BAŞIBOŞ BIRAKILACAĞINI ZANNEDEN İNSAN;
Kün deyince rabbim, oluverdi varlık...Varlık ki türlü türlü...Sonsuzluk deryasında yüzen bir nihayetsiz kainat...Her biri bir zerre ki, her biri ayrı kainat!
Her bir zerre de ilahi emre amade...Sonsuz büyük galaksilerden sonsuz küçük zerreye...
Nasıl yaratılmışlarsa, hangi gaye uğruna ve hangi programla...İtiraz edende yok...Aykırı olanda...
Lakin pişmiş topraktan yaratılan...ve eşref-i mahluk olan...Yani şunca yaratılmışın arasında zirvede olan...Yaratıcının irade bahşettiği...Ruh üflediği...Hep isyanda...Hep, hepp!
Çün onu irade sahibi kılmakla imtiyazlandırmış yaratıcı...
Sen demiş "kul'um, kullarım arasında özelsin." Hoş ne yok ki yaratılmışlar arasında rabbine kul olan...
Kul'luk mevzuunda bir tek seçim sahibi insan...
Misal...Toxplazma tarzı bir et bakterisi yaratmış yerkürenin brezilya topraklarında...Hele rezillik derdine düşmeyi bırakta hele bir dinle bakayım ey insan bu bakteri kulun hikayesini...Mikroskopla dahi zor görülen bu kul bu hikayemizin başrol kahramanıdır.
Der ki rab; "ey bakteri kulum." Sen Brezilyada, filanca mıntıkada yaşayasın. Yumruk büyüklüğündeki falanca salyangozun vücudunda. Lakin üreme zamanın gelince çık salyangozun gözüne. Gözlerini salyangozun çevir bir kurtçuğa. Kımıl kımıl mıldasın salyangozun gözleri. "Sen ey salyangoz kulum!" Bakteri kulum yerleşince gözlerine tırman hemen yanındaki ağacın tepesinde kavuş gökyüzüne. Salyangoz halbuki bu emir gelinceye dek agacın dibinde, nemli zeminde sürdürür hayatını. Yemesi belli, içmesi de...
Salyangoz bir süre sonra çıkar ağacın tepesine. Meğer ağacı yurt edinmiş serçeye benzer bir de kuş yaşarmış. Salyangozün gözündeki kurtçuğa dönmüş bakteri kurt kuşla cilveleşir hasılı. Der, vücut diliyle; ey kuş...gel ve benle açlığını gider!
Kuş rızkı önüne gelince çeker besmelesini...Gaga gaga yutar salyangozun gözündeki kurtçukları....oh elhamdülillah! Bugünde karnım doydu, şükür.
Kuşun bağırsakları meğer bakteri kulun zifaf alanıdır. yani bakterilerin balayı merkezi. Yani bakteri üretim merkezi. Cicim aylarından sonra genç bakteriler dalarlar kuşun dışkısına...Bir iki ıkınma derken kuş kul ağaçlardan aşağı bırakır kakasını.
Ağaçların dibinde bir salyangoz o sırada rızkını aramaktadır. O da ne? Tam önünde sıcacık bir kuş kakası. Hem de en sevdiği. Ziyafeti önündedir. Genç bakteriler ise yeni yurtlarına kavuşmuşlardır. Yolculuk bu kez onlar için yeni başlamıştır. Tabi ki karşılarına bir Fetö çıkıpta kendilerini fıtratlarının dışına çıkarmaya kalkışmazlar ise.
Bütün bu hikayenin bütün kahramanlarında irade değil itaat sözkonusudur.
düşünsene bütün atomların bir anda birbirlerinden ayrıştıklarını...Al sana kıyamet!
Bir tek sen! Bu hikayeyi okuyan...Sen irade sahibi olarak rabbine itaatte bu küçük bakteriye özenmedin mi?
(ŞEYTAN BU KİTABI OKUMA DEDİ KİTABIMIZDAN ALINTIDIR.)
***
CEMAAT CANAVARINI
MİLLİ EĞİTİMİN YETERSİZLİĞİ DOĞURDU!
TİCARET BESLEDİ...SİYASET BÜYÜTTÜ! FETÖDE AĞALARININ EMRİNE AMADE ETTİ!
Doğduğu andan itibaren TV reklamları ve çizgi filmlerle büyüyen, ilgisiz ve hep mazeretler üreten anne babalar, okulda kalabalık sınıflar, halinden dert yanan ve memnun olmayan, idealistliğini yitirmiş, tek derdi maaş olan, öğretmenlikten başka her işi yapan (servis, kantin, kırtasiye, arıcılık, seracılık, özel ders,vb...) çocuklar yetişmiş yetişmemiş, kazanmış kazanamamış umrunda olmayan, sıkıştığında, işine gelmediğinde mazeretler üreten, anında raporu patlatan, mesaisine riayet etmeyen, ama bir kuruşunu da es geçmeyen, tatilini 3-5 ay öncesinden en detaylı bir şekilde planlayan, ama eğitim öğretim dönemi geldiğinde hazırlık seminerlerine 1-2 saatliğine takılan, ramazan, kurban ve resmi tatilleri anında birbirine ekleyen, aldığı maaşı beğenmeyen, kendinden başkasını düşünmeyen, hep yukarılara bakıpta, kendinden aşağıdakilerin durumlarını görmeyen (tekstil işçileri, inşaat işçileri, dershane öğretmenleri, bir çok alanda çalıştırılan vasıfsız elemanlar ne kadar ücret alıyor, sigortaları yatıyor mu, iş garantileri var mı? ) bir öğretmen, bir memur kadrosu olduğu müddetçe çocuklarımız üzerinden suistimal mekanizmaları hep devrede olacaktır, kahrolası bu düzen böylede devam eder gider. (ki tam tersi durumda olanlar da tabi ki var ama maalesef baya bir azınlık durumunda ve onlar da zamanla eriyip kaybolup gitmekte. Bu durum neticesinde bu ülke daha bu kaotik şekilde daha ne kadar devam eder, bilinmez diyemeceğim; çünkü görünen köy kılavuz istemez.
Gençlerimizi illa ki üniversite mezunu yapacaksak; bunu yeteneklerine, ilgi alanlarına ve ihtiyaca göre yönlendirmelerle yapalım…ve hemen üniversiteden mezun etmeyelim. Maalesef bazı üniversiteler ve bölümleri hariç %95 öğrencimiz çok özür diliyorum, adeta yatarak ve iyi yetiştirilmeden mezun oluyorlar. Üniversite kantinlerinin ahvalini podyumlara benzetmek ise içler acısı olacak. Ahlaki dejenerasyona kim kulak verir onu da bilemem. Sonra da ben üniversiteyi bitirdim hadi bana devlet iş versin oluyor.
Çocuklarımız maalesef evlerde ilgisizlikten, okullarımızın yetersizliğinden küçük yaşlardan itibaren televizyon, internet, cep telefonu, bilgisayar oyunları, diziler sayesinde kendi içlerine kapanmış, apayrı bir dünya kurmuş durumdalar. Marka tutkuları had safhada, büyüklerini dinlememektedirler. Bir çok çocuğumuzun eğitimle-öğretimle alakaları kalmamış durumda. (Maalesef tüm okullarda -ilkokul, ortaokul, lise, üniversite- kopya olayları artık çığırından çıkmış durumda. Böyle olunca kim çalışır derslere...Bu şekilde yetişen bir nesil de haliyle ders bazında her hangi bir temeli olmayan, saygı, sevgi, edep barındırmayan, büyüğünü-küçüğünü bilmeyen, sadece ve sadece kendini düşünen, vb…bir nesil oluveriyor.)
Maalesef okullarımız işlevini yerine getirememekte. Bir çok nedeni var. Binalar yeterli değil ki yeterli binalar olsa da kimin umurunda. Görevli personelin amacı maaş almak, işsiz kalmamak, idealist insan bulmak ne mümkün. Bilirsiniz ki hangi iş olursa olsun idealist olunmadıktan sonra, fedakarane çalışılmadıktan sonra, herkes sahip olduğu işe kendi işi gibi sahip çıkmadıkça, sarılmadıkça olmaz ki. Kendimizi kandırmayalım lütfen. Devlet dairelerinde afedersiniz ama en alt seviyedeki memura bile güç yetmiyor, söz geçirilemiyor ki. Siz düşünün bakalım bu şekilde nasıl olacak bu işler. Tabi ki içlerinde istisnai durumlar olabilir. Çok iyi niyetli çalışan, idareci, yöneticilerin olduğu kurumlar var. Ama yeterli mi? Tabi ki hayır.
Öyle bir sistem olmalı ki kişilere bırakılmamalı. Trafik Polisleri şimdi vatandaştan bir şeyler alabiliyor mu? hayır. Neden? Artık radar var, kayıtlar var, teknoloji kullanılıyor, yeni yetişen polisler öncekilere göre daha kaliteli ve daha idealist vb...
Bir defa performansa dayalı bir yapı kurmalıyız çalışanlar için. Tabi en önemlisi artık Devlet Memurluğu diye bir şeyin olmaması lazım.
Çalışan, gayret eden, iyi niyetli olanla, çalışmayan, bankamatik memurluğu yapan, yan gelip yatan ayırt edilmeli. Ülkemizin geleceği için bu böyle olmalı. Lütfen bir araştırılsın bakalım devlet çalışanlarından kaçı ya eşi üzerinden ya da bir yakını üzerinden veya direkt kendisi ek iş yapıyor. (Özel ders, Kantin, kırtasiye, servisçilik, arıcılık, seracılık, tarım, hayvancılık, ticaret, oto alım-satım vb. emekli olduktan sonra yapılan veya yapılacak işlere alt yapı oluşturuluyor. Dolayısıyla mesaisini, zihnini bu şeklide parçalayan bir personelden ne kadar istifade edebilirsiniz ki. Ne yapıyor bu insanlar raporları patlatıyorlar, yıllık izinlerini parçalı kullanıyorlar…)
Niçin ek iş yapıyor acaba? Parası yetmediği için mi, yoksa niçin?
Evet neyse eğitim olayına tekrar dönelim.
Yetenekli çocuklar varsa sporda, sanatta, fen-teknoloji alanında ve sosyal bilimler alanında vb. tüm imkanları sunarsınız, yatılı kalma imkanı veya gelip gitme imkanı gibi her imkanı sunarsınız. Hatta ailesinin taşınması gerekirse, taşınma işlemleri, işe yerleştirilmesi vb…tüm işlerinde yardımcı olunabilmeli… Bu tür öğrenciler ailelerine, kampus yönetimine bırakılmamalıdır. YANİ ENDERUN SİSTEMİNE İHTİYAÇ VAR! ÖZEL ÖĞRENCİLERE ÖZEL MUAMELE...
Bu kampüste kimler görev alacak?
Tabi ki artık her ilimizde üniversitelerimiz var. Üniversitelerimizle, Üniversite personeliyle birlikte bu işleri görecektir. Ben hiç Sınıf Öğretmeni Prof. görmedim, ben hiç üniversiteler haricindeki eğitim kurumlarında doçent görmedim. Niçin yok?
Akademik kariyeri olanlar sadece üniversitelerde mi görev alırlar? İşte bu yapı kırılırsa hem üniversitelerimiz artık aşağılarda neler oluyor bilebilirler, hem de diğer eğitim kurumlarımızın çalışanları da daha kaliteli hale gelirler. Doçent Anaokulu, sınıf öğretmeni, ortaokul öğretmeni, Prof. müzik, beden eğitimi öğretmenlerimiz olur.
Bu kampüsleri, profesörlerimiz, doçentlerimiz yönetirler. O alanla ilgili uzmanlarımız buyursunlar sahneye insinler, artık oturdukları yerden tez yazmasınlar, sahaya insinler uygulasınlar, akademisyen yetiştirsinler, öğrenci yetiştirsinler kendileri pratikte uygulama imkanı bulsunlar, hodri meydan. İlkokul matematik öğretimini nasıl yapacaklarını göstersinler buralarda. Buyursunlar nasıl yapılırmış örnek olsunlar.
Biz de eğitim üniversitede bitiyor. Ama yanlış. Eğitim olayı hiç bir zaman bitmemeli. Çalışan arkadaşlarımızın tamamı kendilerini daima yenilemeli, geliştirmeli ve bunun sistemi kurulmalı.
Performans sisteminin bir parçasını teşkil etmeli.
Devam edecek olursak kampus sistemine;
Anaokuluna başka bir profesör ve akademik ekip, ilkokulun başına bir prof. ve akademik ekip, ortaokula, Fen Lisesine, Sağlık Meslek Lisesine, Güzel Sanatlar, Spor Liseleri, Sosyal Bilimler Liseleri vb...aynı şekilde uzman kadrolar altlarına da öğretmenlerimiz, onların yardımcılıklarına da asistanlar, üniversitede o bölümü okuyan öğrenciler verilmeli...Bakın nasıl oluyor...Çocuklarımız yeteneklerine göre nasıl yetişiyorlar...Yabancı dil öğrenemeyen, Matematik ve Fen Teknolojiyi beceremeyen, sevmeyen, bir alanda sanat icra edemeyen, bir kaç branşta spor yapamayan çocuğumuz kalıyor mu...(Bu şekilde olmazsa Milli Takımı kurmak için Avrupa'daki gurbetçi çocuklarımızdan almaya devam edersiniz)
Tabi bu eğitimi alacak çocuklarımıza Kur Sistemine dayalı bir eğitim uygulanmalı. Yeteneklerine göre ve artı sabit bazı branşlar seçilmeli. İlk 4 kur mesela her öğrenciye verilmeli, daha sonra yetenek ve kabiliyetlerine göre başarılı olduğu branşlarda yaşına bakılmadan kur sistemine göre 5. kurdan itibaren devam ettirilmelidir.
Kurulacak mükemmel bir takip sistemiyle çocukların gelişimi doğduktan itibaren takip edilmeli, yönlendirilmeli ve yeteneklerine göre, adam kayırmadan, objektif bir şekilde bu vatanın evlatları hak ettikleri donanımlı eğitimleri alabilmelidirler.
Bakın bakalım o zaman bizim çocuklarımız tv, bilgisayar, facebook, diziler, aşk meşk peşinde mi koşuyor, yoksa donanımlı bir birey olarak dünyaya açılıp Dünya'nın tozunu dumanına mı katıyor?
Bilirsiniz insanları boş bırakırsanız boş işlerle uğraşırlar. Biz çocuklarımıza bir şey sunmuyoruz ki, sunmamışız ki.
Okula gidiyor mu evet doğru gidiyor, Ama sonuç ortada. Dil bilmiyor, kendini ifade edemiyor, kitap okumayı sevmiyor, matematiği sevmiyor ve haliyle yapamıyor, her hangi bir branşta veya branşlarda spor yapamıyor, bir sanat dalıyla amatör seviyede kendini gösteremiyor. Enteresan değil mi sizce? Bu kadar yetenekli çocuklarımız var ve biz dünyayı ağzı açık izliyoruz. Halbuki spor, sanat, bilim vb.. diğer alanlarda yetiştireceğimiz değerleri dünyaya sunsak, dünya bizi ağzı açık izlese olmaz mı? Bence hiçte zor değil.
Peki o zaman biz çocuklarımızı bu okullara niçin gönderiyoruz?
Anne- Baba aman çocuk evden uzak olsun diye okula gönderiyorsa, öğretmene, idarecilere soruyorsun bin bir türlü mazeret sunuyorsa, Sonra nasıl olacak? Bu çocuklarımız donanımlı olarak yetişmezlerse kabak kimin başına patlayacak? Aynı gemide değil miyiz? Gün gelecek bunların hesabı tek tek sorulacak. Hesabı da hep beraber öderiz artık. Çünkü zamanımızda artık geçmişle çok rahat bir şekilde hesaplaşılabiliyor.
O yüzden geç kalınmadan acilen yukarıda anlattığım çerçevede tüm sistemler tepeden tırnağa yenilenmeli ve eğitim sistemi ve onun bileşenleri asrın gerektirdiği ölçeklerde yapılandırılmalıdır. Buna zihinsel değişimlerde dahil. Ve tüm alanlarda bu sisteme göre şekillendirilmeli.
DERSHANE KEPAZELİĞİNDEN SONRAKİ BOYUT KPSS
KPSS dedik; insanlar atanmayı bekliyorlar. Üniversiteyi adeta yatarak, hatta uzaktan kolayca bitiren gençlerimiz ve aileleri, haklı olarak iş diyorlar. Neden üniversiteyi bitirdiler ya. Alışmışız rahat bir iş bulup, maaşımızı zamanında alalım, hafta sonum olsun, sigortam garanti yatsın, hem de en üst limitten. Nerde var böyle bir imkan, tabi ki devlette. Niçin insanlar devlet kapısına yöneliyorlar. Özel sektörde güç kalmadı ki veya öyle bir istismar var ki, adeta insanlarımız köle gibi çalışmak durumunda bırakılıyor. Fazla iş saati, eksik sigorta, hatta yatırılmıyor, yapılmıyor, alınamayan maaşlar vb... daha bir çok nedenden dolayı, yani bunun sistemini bir türlü kuramadığımız için, ki bu olay devlet eliyle olacak gibi değil, bununla ilgili özerk bir kurum, kuruluş olmalı, firmaların, çalışanların herkesin hakkını teslim edecek bir yapı kurulmalı.
Ki ülkemizde bir işyeri açacaksın, bin bir dereden su getirilyor. Olmadık engellemelerle karşılaşıyorsunuz, prosüdürden geçilmiyor. Tabi zorluğu herkes aynı oranda yaşamıyor. Aslında öyle bir sistem olmalı ki, ne iş yapılacaksa, o şehir merkezi önceden çok iyi bir şekilde planlanmalı, (ki yurt dışında bu böyle) ve insanlara siz buraya bu kurumu açmak istiyorsunuz ama şuraya açarsanız şöyle daha iyi olur, şöyle avantajınız olur, şu kadar müşteriniz olur, şu kadar geliriniz olura kadar yardımcı olunmalı. Bunu bırakın, örneğin çiğköfte dükkanı açıyorsunuz. Sabah geliyorsunuz bir de bakmışsınız etrafınızda 5 tane çiğköfte dükkanı. Bu hep böyle oluyor maalesef. Serbest piyasa deniyor.!!! Yazık değil mi bu kadar yatırım yapan bu insanlara veya diğerlerine, hepsi birden 3 ay sonra kapatıp gidiyor. Boşa giden paralar, emekler, umutlar. Yazık bu ülkenin insanına.
Evet bir çok gencimiz haliyle devlet kapısına yönelmekte haklı değil mi? Sözleşmelileri, mütaahhit elemanlarını kadroya alınca haliyle herkes bir yolunu bulup katılmak istiyor bu kervana. Bir de gençlerimiz KPSS ile atanacağım diye beklesin dursunlar, aradan ihaleyle, mütaahhit kanalıyla, hizmet alımıyla bir çok insan kamu kurum ve kuruluşlarına (belediyelere, il ilçe müdürlüklerine vb daha bilmediğimiz hangi kurumlara...) alınmakta. Denebilir ki bunlarda kanuni, tabi ki ama o zaman KPSS niye yapılıyor??? İnsanlar atanacağım diye beklesin dursunlar. Kul hakkı diyoruz, ama ne yapalı kanunsuz bir şey yok ki kul hakkı olsun deniliyor. Onu ahirette göreceğiz.
Herkes okumak için çalışıyor. Herkesin çocuğu Doktor, Subay, Polis, Mühendis, Hakim, Savcı, Avukat vb... olacak ya. Ne yapsın diğer alanlardan garanti iş, sosyal statü, garanti para yani kısacası gelecek garantisi yok ki. Ne yapsın insanlar? Haliyle okutacak tabi ki. KPSS sınavına girecek evinde atamayı bakleyecek. ne yapsın? Alışmış hazıra, yemeğini annesi yedirir, ödevini, performansını, projesini annesi yapar, notlarını öğretmeniyle görüşüp babası yükseltir, işe bir yakınını bulur sokar, vb... Niye kılını kıpırdatsın, niye üretsin, niye düşünsün ki. Daha önemli işleri var gençlerimizin Facebookta video paylaşak, twiterde twit atacak, mesaj yazacak,. Zaten yeterince insanımızda bol, hangisine hangi imkanı sağlayacaksın ki. Ne yapalım imkanlarımız bu kadar, keşke daha fazlasını yapabilsek gibi klişe cümlelerde bol.
Niye bir mesleğe yönelsin ki, orda da torpil, adam kayırma sonuna kadar mevcut. Bizim memleketimizde hem okuyup hem de yeteneklerini geliştiremezsin ki. Dediğim gibi mezun olduğun bitirdiğin üniversitenin ne anlamı var ki. İşletme-iktisat, Ziraat Fak.mezunu öğretmen oluyor, eğitim fakültesi mezunu polis oluyor bu memlekette. Hiç bir okulu bitirememiş vatandaşımızda şoför oluyor bir otobüse, tıra, müteahhit oluyor binalar yapıyor, parasıyla değil mi kardeşim diyor. Direksiyonu tutmasını bilmeyen ehliyet alıyor, trafiğe çıkıyor, hiç bir eğitimi olmayan fırında usta oluyor, lokantada yemek yapıyor. Diğer taraftan çocuklarımız meslek liselerinde istedikleri kadar aşçılık okusun, bilmem ne okursa okusun. Ne önemi var ki. Sağlık meslek lisesinde okuyan hemşire çocuğumuz fakültesini kazanamasın, Kız Meslek lisesinde Çocuk Gelişiminde okuyan bir çocuğumuz anaokul öğretmeni olacağım diye hayaller kurup dursun. Herhangi bir anadolu lisesinde okuyan çocuğumuz elini kolunu sallaya sallaya üniversite de hemşireliği, anaokulu öğretmenliğini kazansın, ne ala. Niye açıyorsunuz madem bu liseleri? Niçin bu çocukların hayalleriyle oynuyorsunuz, niçin ümitlerini yok ediyorsunuz diye sorsalar verilecek cevap elbette vardır. Eğitim seviyeleri iyi değilse o zaman niçin kapat mıyorsunuz? Ya da başka çözümler üretilmeli. Çocuklar boş hayallere kapılıp meslek liselerine yönlenmemeliler?
Herbir kurum ve mekanizma gözden geçirilmeli...
A. Okul öncesi Öğretim Kurumu; Personelin yetiştirilmesi de dahil olmak üzere, çocuk daha doğmadan ele alacak. Anneyi eğitecek, çocuğun annesinin karnındaki gelişimin takip edecek. Doğduktan sonra hemen ele alacak, 6 yaşına kadar ki tüm eğitim, öğretim vb... etkinlikler bu kurum tarafından verilecek.
B-İlkokul Öğretim Kurumu; İlkokul 4 yıllık dönemi takip edecek bir kurum. Sınıf Öğretmenlerinin yetiştirilmesi de dahil olmak üzere, diğer yardımcı personelinde kaliteli yetişmesi sağlanmalıdır.
C-Ortaöğretim Kurumu; Lise dönemini kapsayan bu dönemde meslek liseleri ayrı, genel liseler ayrı, fen Liseleri ayrı,
D-Yüksek Öğretim Kurumu; Üniversiteleri kapsayan bu yapıda gelen insanların dört dörtlük yetiştirilmesi sağlanmalı, hak edenler mezun edilmelidir. Ancak bu kurumların halka tepeden bakan, kendini ayrı bir yerde gören yapısı kırılmalıdır. Adeta kendilerine şatolar yapılmakta, halktan, insanlardan kopuk bir şekilde projeler gerçekleşmekte. Sadece şehir protokolünün haberi olmakta. adeta kendin çal kendin oyna olayları cereyan etmektedir. Yapılan etkinliklerde belki salonlar dolmaktadır ama salona gelenlerin kim olduğuna hiç bakılmamaktadır. Yani halkın dikkatini çeken, halkın kangren olmuş problemlerine çözümler olacak iş işlemleri bu kurumlardan beklemekteyiz. Bu kurumlarda çalışmakta olan personele de performans sistemi uygulanmalıdır.
Sözün özü siz öğretmeninize, personelinize hesap soramıyorsanız, bu arkadaşlarımıza ne yaptırabileceksiniz ki. Hal böyle olunca dershane denen bir kurum ortaya çıkmış ve büyük bir açığı kapatma iddiasında bulunmuş. İşte FETÖ denilen yılanda bu inde yıllarca semirmiş te semirmiş.Dershaneler arasında da işini layıkıyla yapmaya çalışanlarda anlamamışlar büyük tuzağı. MEB deki arkadaşlarımız da bu durumu ne oluyor ya biz yetiştiriyoruz dershaneler kaymağını yiyor demişler ve onlarda sahaya inmişler.
Bu arkadaşlarımızda hafta sonları okul kursları, evlerinde veya kiraladıkları bir dairede özel ders vermeye başladılar. Ve o kadar ileri gidildi ki adeta tehditle (not tehdidi) bu kurslara, derslere öğrenciler devam etmek zorunda bırakıldılar ve maalesef hala bu şekilde devam etmekte. Adeta dershane gibi çalışılmakta olan bir sürü öğrencisi olan bu arkadaşlarımız bir kuruş vergi vermemekte, istihdam sağlamamaktadırlar.
Dolayısıyla haksız bir rekabet söz konusu. Her alanda olduğu gibi. Maalesef piyasada sektörel haksızlıkları anında önleyecek, haksız rekabete müsaade etmeyecek, kaliteli hizmet verilmesini sağlayacak, kurumları kollayacak, yatırımlarını kollayacak, hizmet alanların haklarını kollayacak bir yapı yok veya tek bir elden yürütülemiyor. Bunu takip eden tek bir kurum olmalı, tek elden takibi yapılmalı.
Dershaneler kapandıktan sonra milli eğitim aval aval bakınırken oluşan boşluğuda belediyeler doldurmaya başladı. Bunuda yorumlamaya kalkışırsak sanırım sayfalar yetmeyecek bu konuya.
Olsun! Meydanlardayız!
Ha bir de;
Üniversitelere fetö nasıl yerleşti diyecek olursanız...
Uzun yıllardır üniversitelerde yapılanıyorlardı ama 1 Temmuz 1996 tarihli lisansüstü eğitim öğretim yönetmeliği ile yabancı dili baraj yaptılar. Anadolu’da yetişen kendi imkanları ile yabancı dil öğrenme şansı olmayan binlerce öğrencinin bir anda önünü kesmiş bulundular kendi kolejlerinde ileri düzey yabancı dil eğitimi alan fetöcüler rahatlıkla yüksek lisans ve doktora programlarını doldurmaya başladılar arkasından da akademik kadroları ve belki de bütün yabancı dil sınavlarında kendi taraftarlarına ayrıcalıklar sağlayarak bunu yıllarca sürdürdüler.
Yabancı dil puanı birçok başarı kriterinden biri olabilirken baraj olarak kullanıldı.
Yani belli düzeyde bir dil puanına sahip olmayan kimselerin diğer tüm akademik başarıları yok sayıldı.
Bu şekilde aynı anda birçok kişinin önü kesildi.
Akademik yükselmelerde de durum böyle
Örneğin %25 dil puanı %25 akademik yayınlar % 25 alan sınavı % 25 akademik mezuniyet puanları gibi başarı kriterleri yerine yabancı bir dil puanını ön koşul yapmışlarsa bu durumun değerlendirilmesi incelenmesi gerekir diye düşünüyorum.
***
KARDEŞLERİM,
SİZ UYUMAYA DEVAM EDİN.
BEN FEHMİ DEMİRBAĞ,
AB fon destekli LGBT’li örgütler 20-26 Haziran arasında İstanbul’un çeşitli yerlerinde 6 gün sürecek toplamda 57 etkinliğin programını geçtiğimiz günlerde açıkladılar. Sırtlarını kimlere dayadıkları gayet ayan beyan ortada olan bu ifsatcı örgütlerin yürüyüşlerine Müslüman Anadolu Gençliği müsaade etmeyeceğini açıklamış ve hemen ardından da medya ve birçok sivil toplum kuruluşu tarafından hedef haline getirilmiştir.
Bu durum bize artık şunu gösteriyor ki, Türkiye, üniversite salonlarında PKK kutlamaları, kürsülerinde terör örgütü seviciliği yapılabilen, inançlı insanların kolayca hedef haline getirilip kötü çocuk ilan edildiği, ahlaki yozlaşmaya karşı durmanın cezasının itibarsızlaşmayla ödendiği fakat fesat ve ahlaksızlığın birileri tarafından el üstünde tutulup göz yumulduğu bir ülke haline gelmiştir. Her yıl milyonlarca dolarla sadece Türkiye içerisindeki etkinlik sahalarını genişletmeleri için AB tarafından desteklenen hukuken legal fakat ahlaken illegal olan bu örgütlere maalesef sürekli olarak bazı kesimlere mahcup olmamak ya da bazı çıkar dengelerini gözetmek pahasına göz yumulmakta.
Özellikle son dönemlerde “eşcinsel hakları” diye masumane ve insan hakları kılıflı fasulyeden bitme, uydurulmuş bir kavramın etrafında bazı malum belediyelerin, Türkiye’de bu konu üzerine yoğunlaşması için yabancı fonlardan beslenen STK’lar ile sıkı fıkı bir ilişkide olduğu da herkesin malumu. Fakat öyle görülüyor ki, ne yetkililer nezdinde ne de İslami STK ve dernekler nezdinde bu girişimlere karşı maalesef ciddi bir duruş söz konusu değil.
Öncelikle, eşcinsellik tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır. Fakat öyle gözüküyor ki, hem toplum sağlığı hem de biyolojik olarak insan sağlığı için bir tehdit olan bu hastalık son günlerde kasıtlı olarak bu millete bulaştırılmak istenmekte. Maalesef Türkiye’de “eşcinsellik” etrafında ahlaki yozlaşmanın ve genel ahlaksızlığın merkezini oluşturan çevreler, fütursuzca bu toplumun değerlerinin üstüne pislemelerine rağmen kasıtlı olarak her fırsatta “mazlum” ve “cici çocuk” olarak resmedilirken kendilerine karşı her türlü ses linç edilmekte.
Denilebilir ki, biz kesinlikle Avrupa medeniyetinin bir parçası değiliz. Şahsen ben, değil AB uyum yasaları çerçevesinde eşcinsel evliliğin yasallaşması veya batıya uslu çocuk gözükmek için eşcinsel belediye başkanı seçilmesini hoş görmek; billboardlar, reklamlar ya da medya araçları yoluyla dahi toplum binamızı ayakta tutan ahlaki değerlerimizi “eşcinsellik” söylemleriyle dinamitleyen bu tür girişimlerin hepsinin karşısındayım.
Eşcinsellik hak değil hastalıktır ve birtakım çevreler tarafından bilinçli bir şekilde salgına dönüştürülmeden önce bunu önleyecek politikalar her şeyden önce beklentimizdir.
AHLAK VE MANEVİYAT TEMELLİ MİLLİ EĞİTİM, KÜLTÜR-SANAT POLİTİKALARI OLUŞTURMAK ÜZERE CANSİPARANE SONUNA KADAR TEK BAŞIMA DA OLSA MÜCADELE EDECEĞİME SÖZ VERİYORUM!*********************
KARDEŞLERİM,
UYUMAYA DEVAM EDECEK MİSİNİZ?
.
X-MAN'İ BİLİRMİSİNİZ? HANİ ŞUAN FİLMİ DE VİZYONDA OLAN MARVEL KAHRAMANINI..
ARTIL MALUMU İLAN DA İŞE YARAMIYOR! TEKDÜNYA DEVLETİ, TEK DÜNYA DİNİ DENİLİRKEN TEK DÜNYA CİNSİYETİNE DOĞRU YOL ALIYORUZ.
ÇOCUKLARIMIZIN ROL MODELLERİ ARTIK EŞCİNSELLER.
NACİZANE BİZ DE ÇOCUKLARIMIZI BATININ BU SANAL KAHRAMANLARINA KARŞI KORUMAK İÇİN HEROTÜRK İSMİNDE BİR ÇALIŞMA YAPTIK. ÇİZGİROMANLARINI, ROMANLARINI ÜRETTİK. BİR DE BECEREBİLSEK TE, DESTEK GÖRSEK TE ÇİZGİ FİLMİNİ YAPSAK DİYORUZ.
GENÇLERE YÖNELİK FAALİYET YAPTIĞINI İDDİA EDEN KURULUŞLARIMIZDA ONLARIN İŞKEMBELERİNİ DOYURMAKLA, ONLARI GEZDİRMEKLE MEŞGULLER. YANİ KENDİLERİNİ AVUTTUKLARI YETMEZMİŞ GİBİ GENÇLERİMİZİN BU TUZAKLARA DÜŞMELERİNİNDE ASLINDA AMİL SEBEPLERİ OLMUŞLAR, FARKINDA BİLE DEĞİLLER.
DERDİMİZİ ANLATACAK BİR YETKİLİ BULAMAMANIN SIKINTISI İSE BU DÜNYADAKİ BİZİM İMTİHANIMIZ DEDİRTMEKTE KENDİMİZE.
....
Dünyaca ünlü çizgi roman serisi X-Men’de bu ay bir ilke imza atılacak. Çizgi roman yayıncısı Marvel tarafından yaratılan iki eşcinsel karakter, görkemli bir törenle dünya evine girecek.
Süper kahramanlar dünyasında bu ay silahlar bir kenara konacak ve en şık kıyafetler giyilecek. Çünkü düğün var!
Marvel’ın dünyaca ünlü çizgi roman serisi X-Men’in bu hafta piyasaya çıkan sayısında, ekibin karakterlerinden Jean-Paul Beaubier, uzun zamandır birlikte olduğu erkek arkadaşına evlenme teklif edecek. Düğün de Haziran'da.
Northstar olarak da bilinen Beaubier, parlak mavi gözleri, hafif kırlaşmış siyah saçlarıyla insanüstü hızlarda hareket edip uçabilen bir Kanadalı.
X-MEN'DE DÜĞÜN VAR
Marvel Genel Yayın Yönetmeni Axel Alonso yaptığı açıklamada, “Astonishing X-Men No.50” başlıklı sayıda Northstar’ın dizlerinin üzerine çöküp erkek arkadaşı Kyle Jinadu’ya evlenme teklif edeceğini belirterek, “Marvel evreni, bugüne kadar her zaman pencereden dışarı baktığınızda gördüğünüz şeyleri yansıtmıştır. Dolayısıyla karakterlerimizin, ilişkilerine bu gerçeği yansıtmasını istiyoruz” dedi.
DÜĞÜN BİR SONRAKİ SAYIDA
Bu hikaye üzerinde aylardır çalıştıklarını belirten Alonso, “Northstar’ın Kyle’la evlenmesi de Marvel’in pencerenizin dışındaki gerçeği yansıtma felsefesinin bir ürünü” diye konuştu.
Çiftin, 20 Haziran’da piyasaya çıkacak sayısı olan “Astonishing X-Men No.51”de evleneceği ve bazı çizgi roman dükkanlarında düğün törenleri yapılacağı belirtildi.
BATMAN DE EŞCİNSEL Mİ?
Eşcinsel olduğu 1992’de açıklanan Northstar, 2009 yılından bu yana Kyle ile beraberdi. Ancak Marvel’dan yapılan açıklamada, bu evliliğin çiftin “sonsuza kadar mutlu yaşayacağı” anlamına gelmediği belirtildi. Hatta düğün davetiyesinde, “New York’tan geçen bu evlilik yolu rahat bir yol mu olacak yoksa köşelerde gizli tehlikeler mi olacak?” denildi.
Çizgi roman dünyasında eşcinsel karakterlerin sayısı günden güne artıyor. Hatta bazı okurlar Batman ve Robin’in gizli eşcinsel bir çift olduğunu ve yayımcıların artık bunu açıklaması gerektiğini savunuyor.
SAPIKLAR ÇOCUKLARI HEDEF ALIYOR
ABD’nin en önemli çizgi roman yayıncılarından DC Comics bu ay başında bir ilke imza attı. Çizgi roman tarihinin en eski karakterlerinden Green Lantren bu kez eşcinsel olarak sevenlerinin karşısına çıktı. Elbette bu olay resmiyeti açısından fazlasıyla önemliydi ama öte yandan çizgi roman ve film tarihi boyunca pek çok kahraman için “eşcinsel” iddiaları ortaya atılmıştı. Bunun en canlı örneğiyse BBC’nin çocuklar için yayınladığı Teletubbies karakterleriydi. ABD’deki muhafazakârlar tarafından çocukları eşcinselliğe yönelttikleri gerekçesiyle özellikle pembe karakter Tinky Winky ağır suçlamaların hedefi olmuştu. Aynı kesimler benzer suçlamaları çocukların sevgilisi South Park dizisi için de yapmışlardı. Ancak South Park’ın farkı eşcinsel olduğunu söylemese de -evinde bir seks kölesi bulundurmak gibi- aleni eşcinsel faaliyetlerde bulunan öğretmen Mr. Garrison karakteriydi. Garrison sırf bir LGBT üyesi değildi aynı zamanda aynı bölümde lezbiyen, gay ve travesti olmayı da başarmıştı. Hoş South Park zaman içinde eşcinsel karşıtı tutumu yüzünden de eleştirildi ama günümüzde eşcinsel eğilim gösteren karakterler çizgi yapımlarda çok daha rahat bir yaşam sürüyorlar. Family Guy’ın -kaslı erkekli rüyalar gören- Oscar Wilde türevi bebeği Stewie ya da Simpson’ların -bir bölümde patronu Mr. Burns’le öpüşen- asistanı Smithers için eşcinsel göndermeler yapmak pek sorun değil.
Geçmişe göz gezdirdiğimizdeyse çok daha ilginç durumlarla karşılaşıyoruz. Özellikle henüz otuzlu yıllarda çocukların ilgi alanına girmeye başlayan Walt Disney karakterlerinin tavırları bir zaman sonra dikkat çekmeye başlamıştı. İsterseniz Bugs Bunny’yi inceleyerek başlayalım; sık sık parfüm kullanıyor, kadın giysilerinden oluşan bir gardrobu var, rekor sürede makyaj yapabiliyor ve bir erkeğe göre fazla kıvrak zekâlı. Ya Duffy Duck, devamlı hakettiğinden az ilgi gördüğünü düşünen bir primadonna olabilir mi? Rivayet odur ki Walt Disney’in sinsi yaratıcıları Duff’i siyahi ve escinsel insan prototipi olarak tasarlamışlar. Otuzlu yılları düşünürsek bunun hangi siyasi akımla paralel gittiğini söylemeye gerek yok sanırım. Evet Naziler belki Almanya’daydı ama fikirleri ülke sınırlarının çok dışına taşmıştı. Bir başka çizgi film ikonu olan Hanna-Barbara yapımlarının en bilindik ismi Ayı Yogi’ye ne demeli. Yogi zamanının çoğunu Yellowstone Parkı’nda Bobo’yla birlikte geçirir. İkili arasında anlaşılması zor bir ilişki vardır. Bobo acaba Yogi’nin oğlu mudur yoksa sadece boyu mu kısadır ve arkadaş mıdırlar? Herhangi biri Ayı Yogi’yi dişi ayı Cindy’e ilgi gösterirken görmüş müdür? Cindy’e yapması beklenen şekerlemeyle kandırma girişimlerini genelde Bobo’ya uygular.
Seksenler aslında tam anlamıyla çizgi karakter patlamasının yaşandığı yıllardır. He-Man’den Şirinler’e kadar pek çok yeni karakter hayatımıza seksenlerde girdi. Hele He-Man! Erkek çocuklar için tam bir idoldü. Ancak herhangi bir erkeğin He-Man’in giydiği türden bir kostüm giyebileceğini düşünmek de oldukça sıradışı olurdu. Bir de normal hayatında kılıcını kuşanmadan önce pembe taytla ortalıkta koşturan Prens Adam var tabii... Elbette bunların hepsi birer iddia. He-Man’in bir çocuk filminde Tila’yla ya da herhangi bir başka karakterle ateşli aşk yaşaması beklenemez, ama bunun yerine devamlı kaslı ve slip donlu adamlarla güreş tutması da fazlasıyla garip değil mi? Şirinler içinse zaman içinde fazlaca efsane üretilmiştir. Komünizm propogandası yapıldığından tutun da nasıl ürediklerine kadar pek çok şüphe bu şirin mavi karakterlerin etrafında dolaşır durur. Ancak standart insan karakterlerini bir köye doldurmuşsunuz hissi yaratan Şirinler Köyü’ndeki Kibirli Şirin’in açıkça bir eşcinsel olduğunu söylemek kırıcı olmaz herhalde. Her neyse seksenlerde öne çıkan bir başka karakter de Batman’di. Bat-Mobil’i ve yardımcısı Robin’le birlikte Gotham City’nin kötülüklerine bir dur demek için çırpınan gizemli kahramanımızın günlük hayatında Yogi ve Bobo arasındakine benzer bir ilişkisinin olduğunu söylemek mümkün. Elbette daha gizemli bir havada!
Hep erkeklerden bahsettik peki hiç lezbiyen karakter yok muydu çizgi dünyasında? Snoopy’nin favori karakterlerinden Naneli Patty’i örnek gösterebiliriz. Tam bir erkek fatma olan Naneli Patty bir keresinde kendisini erkek sanan bir çocuğa tepkisini onu döverek göstermişti. He-Man’in kardeşi She-Ra da eşcinsellik iddialarından nasibini almıştı, ama She-Ra’yı fazla suçlamanın manası yok. Çünkü bulunduğu gezegende ortalıkta pek erkek karakter de yoktu. Aslında tek erkek karakter olan Bow da fazlasıyla efemine bir hal içindeydi. Hatta bir keresinde kötü ejderhayla savaşırken “ben bir erkeğim” diye kabarmıştı ama ejderha kendisine gülerek yanıt vermişti.
Green Lantren’dan sonra önümüzdeki günlerde başka çizgi kahramanlar da cinsel tercihlerini açıklarsa şaşırmayın.
UYANSANA TÜRKİYE!!!
Çocuk olmak biraz da hayal kurmak, masallar diyarında yaşamak demek değil midir? Belki de, yaşadığımız dünyayı kuranların bazı hayalleri gerçek olmadığı için hayatımız belki daha kolay, ama daha yavandır. .... Peter Pan "Hiçlik Ülkesinde", bense, Hayy Bin Yakzan! Hayber Kalesinde, Zümrüt-ü Anka, kanatlarında! masalların olmadığı, bir dünyada, digital veletler, kurmaca kukla! alem-i hayal, pür melal! ... Kötülerin kazanamaması iyiler için bir teselli olabilir. Ancak asıl olan iyilerin, ille de iyiliğin kazanmasıdır. Nedir iyilik? Yoksulu doyurmak, çıplağı giydirmek, üşüyeni ısıtmak, yolda kalana yol göstermek mi? Bütün bunlar elbette iyiliktir. Tıpkı, ağrıyı dindirmek, korkuyu gidermek gibi… İyilik yapmak kolaydır ama asıl olan iyiliği ayakta tutmak değil midir? İyilik yapmak sadece iyi adamların işi olmayabilir; ama kötüleri yenmek sadece kahramanların işidir. ... Binbir gecede, şehrazat teyze, portakal soymakta, soyup ta kabuğunu, baş ucuma koymakta! keresteden pinokyo, yalan uydurmakta! ... yuvarlak masada, kral arthur, ve şövalyeleri, kutsal tapınakta! Eyüp, hala sultan... ama gönüllerde! kudüs; gözlerden ırak, hasrete hala yakın! yakın yalan söyleyen tarihi, yaralıyım; bizatihi! ... dört köşe konstantin! veleddallin! amin! sinbad ve alaaddin çoktan uyudular, sustular, sen de sus artık pegasus! ... Masal dünyasında Keloğlan ile Robin Hood’u ayıran şey, sadece farklı dillerde yazılmış olmalardır. Aslında her ikisi de aynı dünyanın farklı ülkelerinde aynı rüyayı gören çocuklara bir şey hatırlatır: Kötüler asla kazanamaz. ... şimdinin, endüstriyel kahramanları, sinema perdesinin, ar perdesinin yırtıldığı, sahteden adamlar! çizgiden kahramanlar! ... 2071 yolunda!... ... Gün gelmiş, uzak diyarlardan bu topraklara kahramanlık yapmaya gelmiş olanların, daha fazla kahramanlık yapmalarını gerektirecek sebepleri kalmadığında, hepsi birer birer kendi yurtlarına geri dönmüşlerdir. Örümcek Adam Peter Parker New York’a, Süperman Clark Kent Metropolis’ e ya da Kripton’a, Kara şövalye Batman Bruce Wayne de Gotham’a geri dönmüşlerdir. Ben-Ten, Xman, Texas, Tommiks, Zagor, Asterix, Tenten, Red Kit, Tarzan, Hary Potter ve diğerleri... .... Çocukluk hayallerimizi de yanlarına alarak. Hepsinin görev süreleri bitmiştir bu topraklarda. Hem bu toprakların kendi kahramanı vardır artık! Kendi ninnilerimizle bebeklerimiz, annelerinin dizlerinde sallansın!
Bazen tersinden bakmak lazım olaylara ve dünyaya. Herkesin odaklandığı yerden uzaklaşmak...Aksini de düşünmek lazım bazen. 25 milyonluk nüfusu 12 yaşın altında olan Türkiye'nin buna ihtiyacı var çünkü. Bir an önce evlatlarını ihmal ederse geleceğini de imha edeceğinin farkına varmalı. Bunun için ilim, kültür, sanat, edebiyat ve ahlaki hususlarda doktrinler üretmeli, acil uygulamalara geçmeli. Gündemin içinde boğulmamak lazım yani. Bunun için başka bakış açıları geliştirmeliyiz hasılı.
Artık ters kutuplar bir araya gelmeli...Ciddi ciddi hem ülkenin hem dünyanın gidişatına yön vermek için.
***
Dalga geçiyorlar aklımızla...
Mütareke yıllarını bilemedik te yıllanmış şaraplara bilendik...bomontinin biralarını bilemedik te, kendini şişli' de bir yer olarak bilmekle yetindik...Yitirdik Çanakkale bakayası çokça evladı da darağaçlarında, okul kitaplarında dediler bize Cumhuriyet,hemi de kanlı nice devrimle...
paraların yüzünde hangi yüzsüzün resmi olacakla geçip gitti seneler...anıt diktik tarihin dışkısının üstüne tüy misali. muasırlaşacaktık...nasırlaştı duygularımız...köreldi bütün uzuvlarımız, nankörlüğümüzle çıkınca dışına fıtratın...ifratın türlüsü boca boca...hem de dudaklarında...dudaklar ki güya hoca...bağlanınca beyinler, olunca reflekslerimiz gavurca...
kısa ama uzun bir hikayenin fakir kahramanları oluverdik süttozuyla...tozu dumana katan erbab-ı sefil...fil suresinden habersiz onca ebabil...pazar filesi dolsunda...boşalsın farketmez kelimelerin manaları...anlamını yitirince yani hayat...bayat mı bayat hayali mecalsiz sadabad!
ne de savruk olduk...
sokakları doldurduk!
bu cinayetin anatomisini yazacak şairler nerdesiniz?
sermayeniz mi tükendi, siz demi kaldınız kelimesiz?
avunasım var!
yumruklarımı sıkıp ağız dolusu kalaylayasım!
...
nefes alamıyorum...bir elimle silkeliyorum iğdişçileri. sen bana bakma...baksana tabelaya; yine kıyamete kadar sürecek nöbet yazıldı sana mehmedim!
...
simyacının biri...tenekeleri altın nesle dönüştürecem dedi.yani sahipleri onu öyle seslendirmişlerdi... ağlak bir ihtiyarı yani, beddualarıyla saldılar üstümüze...40 yıllık payitaht sanki ötelerden bir sızıntıydı...zamanla aksiyona geçeceğini de bilemedik...hoşumuza gidiyordu söylediği yalanlar...çün biz gerçeklerle yüzleşmeyi sevmiyorduk...
...
ali baba ve haramileri...de çıkıverdi 1001 gece masalından...
...
züccaciye dükkanımızda dolaşan ne de çok katır?
...
sabr...sabr...sabr...
...
katran gibi bir geceye dönüşüverdi ayın onbeşi...
..
yaz dı mevsimlerden...halbu ki biz yazmayı da unutmuştuk okumayı da...
selalar okundu yani bedduaların ardından...
muz gibi soyuluyorduk yani...inançlarımız, evlatlarımız, geleceğimiz soyuluyordu, gerdrudenin, aaronsonun nesebince...açıktan ya da gizlice...
...
ben...se...sinkaf eyliyorum sessizce...
albayrağımın gölgesinde...çaresizce!
***
KIYAMETE KADAR VATAN NÖBETİ YAZILDI SANA MİLLETİM!
Saat: 11.00
TÜRKMEN KADIN
Rabbinden tek duası vardı Türkmen kadının. 3 evladını da Rabbinin rızasına uygun kullar olarak yetiştirmek. Çok korkuyordu evlatlarının şeytani tuzaklara düşmesinden. Nasıl korkmasın ki, o bir anneydi.
Uyuşturucu başta olmak üzere tüm kötü alışkanlıklar okullarda bile kol geziyordu.
Cinsel bilumum sapıklıklar...bir de dinsel...
Eğitim konusunda ülkede maalesef yetersizlik, düzeysizlik boyutundaydı. Bir de cemaat adı altındaki din bezirganları evlatlarımızı okutacakları iddiasıyla müthiş bir suistimal yapı oluşturmuşlardı ki akıllara seza! Hem dinlerini hem ceplerini boşaltıp Amerikan köpeği yetiştiriyorlardı. Vatan haini yani...
Hele kadınlarımızın durumları? Kadın ve aile konusunda da endişeliydi Türkmen Kadın.
Tesettürlü açıklar, teşhirci çıplaklar...Boşanmalar...Ne kadarda çok sıkıntı veren husus vardı...
Onca düşünce aklının bir köşesinde zindeliğini muhafaza ederken neyse ki evin gündelik işleri vardı. Çamaşır, ütü, bulaşık derken yarının hesabına durdu biran. Yarın komşu Ayşe ablaların nişanı vardı. Kaynı ve çocukları da yaz tatili için misafirliğe geleceklerdi haftaya. Ya önümüzdeki kurban bayramı? Eşini ikna etmesi gerekiyordu, "bu kurbanı da bizim memlekette geçirelim. Babamlar sevinir."
Saat: 12.00
ASKER ÖMER HALİS
Ben diyordu, "Mehmetçiğim!". Beni bağlamaz peygamber ocağı yapımızı din ve iman düşmanı bir yapıya dönüştürmeye çalışan zihniyet.
Ben Sultan Alparslanın...Ben Fatihin askeriyim.
Son dönemlerde paralelci diye ifade edilen Vatikan hizmetçisi, cemaat mensuplarının küstahlıkları tepesini de attırmıyor değildi. Uyanık durmak lazım bu bademlere...Kelime-i Tevhid'i bölmeye çalışanlar rahatlıkla vatan'ı da bölerler...ve dahi insanı da diri diri...
Abdestini aldı. Cuma namazına hazırlanıyordu. Askerlerine seslendi:" Namaz kılmayan asker kalmasın!"
Öyle ya bu askerler ona emanetti. "Size ölmeyi emrediyorum" dediğinde "emredersin komutanım" diyecek askerin imanlı kalması...İman için de askerin ibadetlerine devam ediyor olmaları gerekiyordu. Cephede "Allah Allah" diyen asker lazım vatana! O'nun inancı bu yöndeydi. Ömer gibi adaletli ve ihlaslı olmalıydı vatanın her bir neferi!
Ay sonunda yıllık izine çıkacaktı. Kardeşinin düğünü vardı. Belki seneye de tayin bekliyordu. "Ah" diyordu. "İnşallah tayinim doğuya çıkar da şu pkk belası için iki kurşunda ben sıkarım!"
Saat: 14.00
KÜÇÜK ABDULLAH
Cuma namazını eda edipte babasıyla birlikte Mihrimah Sultan Camiinden çıkarken ayakkabılarını giyerken bile duasına devam ediyordu, Abdullah. "Rabbim beni bir Müslüman genç olarak yaşat. Beni ilminle donat ki cahillerden olmayayım. Bana fırsatlar ver ki dinin için gayretler gösteripte yücelen kullarından olayım. Hayrları vesile kıl, hayrlara vesile kıl. Bize hürriyetimizi ver ki Cumayı hakkıyla eda edelim."
Baba-oğul Üsküdar'daki Mihrimah Sultan camiinde kılmışlardı bu hafta namazlarını. Mihrimar Sultan Camii, Mimar Sinan’ın Kanuni Sultan Süleyman’ın Hürrem Sultan’dan kızı Mihrimah Sultan’a olan gizli aşkı için yaptığı iki eserden bir tanesidir. Diğer camii Edirne kapıda bulunan ismi yine Mihrimah Sultan camii’dir.
Her yılın Nisan ve Mayıs aylarında Bayezıd yangın kulesinden yada o bölgedeki yüksek bir binadan Mihrimah sultan Üsküdar Camii’sine doğru bakıldığında; sabah gündoğumunda İslele Camii’nin iki minaresi arasından güneşin doğuşu görülmektedir. Akşam güneşin batımında ise Hicrî takvime göre her ayın 14' ünde ayın doğuşu izlenebilmektedir.
Aynı kuleden batı ufkuna Edirnekapı istikametine doğru bakılır ise; Mihr-î Mah Sultan Edirnekapı Külliyesi’nde de, sabah ayın akşam da güneşin batışı izlenebilmektedir. Mimar Sinan’ın matematik zekasının üstünlüğünü bu eserler sayesinde bir kez daha anlamış oluyoruz.
Mihr-î Mah Güneş ve Ay manasına gelmektedir.Mimar Sinan bu eserleriyle Mihrimah sultana olan aşkını dile getirmiştir...
Baba Erol oğlu Abdullah'a kısaca böyle anlatmıştı Mihrimah Sultan Camiinin hikayesini. Namaz sonrası önemli bir randevusu vardı babanın. Bu hikayenin yazarı ile görüşeceklerdi. hoş randevu gerçekleşmişti de...
Özetle demiştik ki görüşmemizde; 25 milyon nüfusumuz 12 yaş altı. Çocuk ve gençlerimizi kendi değerlerimizle yetiştirirsek 10 yıla kalmaz Ayasofya' da açılır...bağımsızlıktan da bahsederiz. YANİ ÇÖZÜM HEROTÜRK!
Bir de not tutuşturmuştum Erol Bey'in eline, Reis' e ulaştırması için.
Sayın REİS'İM;
GAYRİMİLLİ OLUŞUMLARLA MÜCADELEDE DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN YOL İŞARETLERİMİZDİR.
BAŞTA CEHALET OLMAK ÜZERE BÜTÜN GAYRIMEŞRU OLUŞUM VE FİKRİYATLARIN ÖNÜNE GEÇMEK ÜZERE ACİL EYLEM PLANIMIZDIR; TEKLİFİMİZDİR!
1- NÜFUSUMUZUN 25 MİLYONU 12 YAŞ ALTI MELAİKELERİMİZDEN OLUŞMAKTADIR. BUNLAR İÇİN İNFORMAL MAHİYETTE BİR EĞİTİM STRATEJİSİNE İHTİYAÇ VARDIR. ÇOCUKLARIMIZ İÇİN ÇİZGİFİLMLER, ÇOCUK EDEBİYATI, İNTERNET OYUNLARI, MİLLİ OYUNCAK GİBİ KONULAR İVEDİLİKLE ELE ALINMALIDIR.
FORMAL EĞİTİMDE İSE İSTİDADA GÖRE EĞİTİM AMAÇLANMALIDIR. MİLLİ MAARİF SİSTEMİ TESİS OLUNMALIDIR.
UNUTMAYIN KENDİ DEĞERLERİMİZLE EVLATLARIMIZI KODLAYIP YETİŞTİREMEZ İSEK...ADLARINI MUHAMMED KOYDUKLARIMIZ RİCHARD, FATMA KOYDUKLARIMIZ ELİZABETH OLARAK YETİŞECEKLERDİR. 10 YIL SONRASI YANİ BU ÇOCUKLARIMIZ 20 Lİ YAŞA GELDİKLERİNDE SUFLİLİK ORANIMIZ ARTACAKTIR.
2- DİYANETİN YAPISI VE İŞLEYİŞİ REVİZE EDİLMELİDİR. ACİLEN MODERN BİR KURAN TEFSİRİNE İHTİYACIMIZ VARDIR. AYRICA AÇIKLAMALI BİR MEALDE HAZIRLANMALIDIR.
İMAM EFENDİLERİ YA DA DİĞER DİN GÖREVLİLERİNİ HAYATIN İÇİNE ÇEKMEK ZORUNDAYIZ. ETKEN BİR YAPI ZARURETİ HASIL OLMUŞTUR.
BÜTÜN DİNİ YAPILARA BAĞIMSIZ DİNİ DENETMENLER KOMİSYON MANTIĞI İLE MONTE EDİLMELİDİR. YARDIM, BAĞIŞ, SADAKA, ZEKAT, KURBAN YARDIMI GİBİ ORGANİZASYONLAR AYRICA DENETİME TABİİ OLMALIDIR.
3- BÜTÜN SİYASİ PARTİLERİMİZ HEMEN KONGRELERE GİDİP, İÇ SAFRALARINI TEMİZLEMELİDİRLER. KADROLAR YENİLENMELİDİR. SEÇME VE SEÇİLME İLE İLGİLİ MEVZUAT GÖZDEN GEÇİRİLMELİ, SİYASİLERİN SEÇİMİ BİR KISIM KRİTERLERE BAĞLANMALIDIR. PARLEMENTER YAPIYA SENATO TEKRARDAN EKLEMLENEREK İHDAS EDİLMELİDİR.
4- HUKUK SİSTEMİMİZ SİLBAŞTAN GÖZDEN GEÇİRİLMELİDİR. AİLE, MİRAS, CEZA HUKUKU TEMEL DİNAMİKLERİMİZE GÖRE TERTİBE TABİİ OLMALIDIR.
5- KIZILAY, YEŞİLAY GİBİ YAPILARIMIZ GÜÇLENDİRİLMELİDİR.
6- ADALET, EMNİYET, EĞİTİM, ASKERİYE, İSTİHBARAT GİBİ YAPILARIN MANİFESTOLARI BELİRLENMELİDİR.
BELEDİYELERİN İŞLEYİŞLERİ REVİZE EDİLMELİDİR.
7-BİLGİ KİRLİLİĞİNİN VE MANİPÜLATİF BİLGİNİN ÖNÜNE GEÇMEK İÇİN CİDDİ CİDDİ SOSYAL MEDYANIN, MEDYANIN YENİ TÜRKİYENİN ŞARTLARIYLA ÖZDEŞİR HALE GETİRİLMESİ GEREKİR. ÖZELLİKLE TV PROGRAMLARI SIKI DENETİME TABİİ OLMALIDIR.
8- ÜNİVERSİTELERİN REHABİLİTASYONA İHTİYACI VARDIR. GÖZARDI EDİLMEMESİ GEREKEN EN HAYATİ KONULARIMIZDANDIR, ÜNİVERSİTELERİMİZİN ISLAHI.
9-İNSANIMIZI MEMURİYETE DEĞİL ÜRETİME YÖNELİK YÖNLENDİRMELİ VE TEŞVİK ETMELİYİZ. TARIM VE HAYVANCILIK HUSUSUNDA YENİ BETİMLEMELERE İHTİYACIMIZ VARDIR. ÜRETİM, İSTİHDAM VE İHRACAT KONULARI İVEDİLİKLE YÖNLENDİRİLMELİ VE TANIMLANMALIDIR.
10- MADENCİLİK VE ÇEVRECİLİK GİBİ SPESİFİK KONULARI İHTİSASİ DÜZEYDE MASAYA YATIRMALIYIZ.
11- KÖTÜ ALIŞKANLIKLARLA İLGİLİ MÜCADELEYİ HIZLANDIRMALIYIZ.
12- MEŞREBİMİZE UYGUN KOMŞULARIMIZLA İLİŞKİLERİMİZİ İNSANİ DÜZEYDE GELİŞTİRMELİYİZ.
YUKARIDA MADDELENDİRMEYE ÇALIŞTIĞIMIZ HUSUSLAR KÖŞEBAŞI MEVZULARIMIZ. ANCAK HER BİR MADDEYİ DETAYLANDIRABİLECEK PRATİK ÇÖZÜM ÖNERİLERİMİZLE DE DEVLETİMİZİN VE MİLLETİMİZİN YANINDA OLDUĞUMUZU BELİRTİRİZ. BU MADDELERİN SIRALAMASINI ZİYADESİYLEDE ARTIRACAK ÖNERİLERİMİZ VARDIR, ELHAMDÜLİLLAH!
Saat: 21.00
Köprüde hareketlilik var...Boğaz köprüsünde...Pis boğazlar memleketin boğazını sıkmaya ahdetmişler.
Saat:22.00
Herşey anlamsızlaşmak üzere...
Saat: 02.00
Manalar alemi herşeye bir anlam yükledi.
240 adem kanatlandı. 2000 küsur cümle tarihe şerh düştüler yine...Yine yere düştü birileri ki ayaklansın...kıyama dursun diye ülke!
Şahid oldular ki...şehid olarak hak batıl mücadelesine...Çığlıkları kulaklarımızda;
KIYAMETE KADAR VATAN NÖBETİ YAZILDI SANA MİLLETİM!
***
HİCRET YOLUNDAKİ RESULU BEKLEYEN MEDİNELİLER GİBİYDİK...MÜŞRİKLER, MÜNAFIKLAR VE KAFİRLER ONU BİZE KAVUŞTURMAMAK İÇİN GAYRET İÇİNDEYDİLER...
ISRARLA GÖZLERİMİZ YOLLARINDA İDİ, BİZE RAHMETLER BAHŞEDEN RABBİMİZİN EGEMENLİĞİNİ HABER VEREN RESULUNUN VE YOL ARKADAŞININ...
...
Biz gün sayarken,
15 Temmuz'da,
yürekler ağızda;
...
Kimi paralel...kimi paragöz...kimi dikdörtgen...kimi zevkten dörtköşe...köşe kapmaca game over...adaletçiler meydanlarda...kalkınmacılar paralele izdüşüm! Çanakkale'den yine dem vuruldu...ve demlenirken birileri bodrum beachlarda...sana halkım; yine tarih yazmak düştü!
...
melanet hortladı, parola yine cuma'yı kara eyle,
gavur hep bunu yapar zahir...
yeni versiyon, yine sıffin...yine cemel...yine kerbela...
güruhu merhametsizlerin,
yine ümmetin başını almanın derdinde...
...
ağlak ve bedduacı ihtiyar,
ihtiyar eyledi de asrın fitnesini ateşledi...
ne de çok hainin varmış milletim,
ne de çok lakin,
firâsetin, basiretin,cesaretin!
kanınsa tarih yazan mürekkebin!
...
gör bak boğazın yamaçlarına,
gör yedi düvelin köpeklerini...
aklını ve imanını şeytana kiraya vermiş,
milletin lokmasıyla semirmiş uyuz itlerini...
bilmemişler, öğrenememişler,
bu boğazlardan haram geçmez!
...
seyid onbaşılar, nene hatunlar yine cephede...
üçyüze yakın şehid binlerce gazi haykırmadalar,
bu millet ya rab, ümmetin son ordusu!
...
selden odun toplamanın derdine düşen asalaklar,
pirincin içindeki beyaz taşlar,
kapıyı hırsıza içerden açanlar,
kuzu postuna bürünmüş çakallar...
bilsin tasmanızı elinde tutan efendileriniz
ve siz ağacı kesen baltanın sapları,
bilin bu millet, ümmetin ilelebet tek ordusu!
...
15 temmuz...ay ikiye bölündü...
milletse artık ayrılmaz bir bütündü!
...
İnanmadık ki hiç gizli kardinallerinizin besmelelerine...
Bu kaçıncı, gelipte bu kapıya dayanman ey ehli salib!
türlü desiselerle...olmadık yöntemlerle...
esfel-i sefil ehli...
Biz bile bizden ümidi kesmek üzereydik...
imkansızı başardınız,
milleti kaynaştırdınız...
...
ey kutlu gün 15 temmuz,
anadolumun küllerinden doğduğu gün...
eminiz...
hayradır yolumuz,
hayrdır sonumuz!
15 TEMMUZ...
BİZ ARTIK SORMAYI DA ÖĞRENDİK? NE KADAR DA ÇOK SORMAMIZ GEREKEN SORULARIMIZ VARMIŞ MEĞER? NE KADAR DA ÇOK BİR AN ÖNCE CEVAPLANASI GEREKEN SORU!
ÜLKENİN SİLAHLARI, ÜLKENİN ASKERLERİNCE, ÜLKENİN İNSANLARINA YÖNELDİ...
MİLLET ŞAŞKIN! LAKİN ALABİLDİĞİNCE DE CESUR! ADINA DA DARBE GİRİŞİMİ DENİLDİ!
HALT EDİLDİ, HALT! VE HAK VE HALK BU HALTI ONLARIN BAŞLARINA ÇEVİRİVERDİ!
ASLINDA 15 TEMMUZ'DA ŞANLI TARİHE BİR SAYFA DAHA EKLENİVERDİ!
***
"ÇEKİRDEK FESTİVALİNE WELCOME"
Kim paralel...kim paragöz...kim dikdörtgen...kim zevkten dörtköşe...köşe kapmaca game over...adaletçiler meydanlarda...kalkınmacılar paralele izdüşüm! Çanakkaleden yine dem vururken...ve demlenirken birileri bodrum beachlarda...sana halkım; yine tarih yazmak düştü!
derken;
Altı doldurulmamış sloganlık ve beylik laflara bakacak olursak… Adı geçmez tarihlerde kim hayatta olur, Rabbim bilir doğrusunu.
Darbe stresi altında gelecek kaygılarımız dahi ertelendi ya...Günü nasıl...vartayı nasıl atlatacağız. Bugünlerin müsebbipleri kimler? Meydanlar nelere gebe peki? Kimler tevbe etmekte? Münafıklar yine ortalarda salınmadalar mı yoksa? Opürtinistler, menfaat şebekeleri...Off kahretsin yine ister istemez üstü kapalı konuşmaktayım. Zülfü yare kim dokunacak peki? Ah gelecek! O günlerin gençliği nasıl olacak, bütün mesele bu! Nasıl bir kimlikle taşınacağız geleceğe?
Herhangi bir siyasi partimizin/AYDINIMIZIN/allame-i cihanımızın şu hengamede çocuklar ve gençlere yönelik bir eylem adımı varmı ki?
Çocuklarımızı geleceğe taşırken;
Bir müslüman gibi mi, seküler mi, kapitalist mi yetiştireceğiz?
Ahlaki kaygıları nasıl olacak, hasılı?
De ki kürtlerden dem vuran ilgili siyaset, büyütürken çocuklarını; kahvaltılarda mısır gevreğimi yedirtecek…Yine bentenlerimi izlettirecek…onlarında binecekleri arabaların markaları aynılarımı olacak…Umutsuz ev kadınları isimli diziyi ha türkçe, ha kürtçe ha arapça çeviriyle izlemişsin, farkeden ne?
Siz Türk polisinin biberinin gazından şikayet ediyorsunuz ya... lakin aynı polise-askere tarafınızdan sıkılan kurşun nazardan koruma maksatlı değil ama…Aha da size darbe! Rahat kimlere batmamış ki?
De ki iktidar sizsiniz; yani Kace(Kürdiye Cumhuriyeti) olduğunuzda mesela bir muhalif olarak birileri apokürt ‘e küfredebilecek mi? Sizin azınlığınız mı olacak Kürdistanda yaşayan Türk nüfus? Anadilde Türkçe eğitim hakkı istenebilecek mi? Müminler kardeştir düsturu marksist felsefenizde yer alacak mı? İslami referansınız olacak mı mesela? Kürtçe meallerinizdeki cihad ayetlerini ne yapmayı düşünüyorsunuz? Bütün bunlar olurken sizlerde rezidanslarda oturup toverslerdeki officelerinizde makyevelist yaşamlar mı süreceksiniz?
Behlül dana hazretleri sizin içinde bir menkıbeden mi ibaret olacak?
Dekart, kant, spinoza, jan jack russo sizin de mi saintleriniz arasında yer alacak? Bakın 5 yıllık kirli savaşta ki Suriye’ ye; iktidar ya da muhalif gruplar birbirlerine kurşun sıkarken bi ara merak ediveripte bakıversinler karşıya doğrulttukları silahların markalarına.
Yok arkadaş, ben bu kavgada yokum!
Önceden bağımsız türkiye derdik naçizane…
Şimdilerde bağımsız dünya diyorum…
Dünya mazlumları heryerde hep aynı…Aynı ağababaların hep aynı olduğu gibi.
Mazlumluk hadi bi yere kadar.
Biz, biz bu çağın müslümanları aynı zamanda fena haldede aptalız. Arkamızda yalnızca bizden dua bekleyen, istememizi bekleyen kainatın sahibi varken…
Biz ellerimizi açmışızda merhamet bekleriz bize zulmedenlerden!
Yahu iktidar olan biz değil miydik?
Şimdi iki satır şurada bir-iki laf edeceğim; tahammülsüzlük had safhada. Eleştiriye tahammül yok! Peki zalimin mensubiyeti var mı?
Her dinden, milletten zalim olmaz mı?
Adaletle hükmetmek esas değil mi?
Peygamber ilk hicret için müslümanları Habeşe gönderirken, Habeşin kralı Necaşi için ne diyordu? “Orada adil bir hükümdar bulacaksınız!”
Hadin hep beraber bi iman tazelemesi yapalım; tek ihtiyacımız bu!
“La ilahe illallah, Muhammedur Resulullah!”
“Allahtan başka hükmedici yoktur, elçisi de Muhammeddir!”
...
Ey hocaların efendisi; efendi efendi demişsin ki beni Türkiyeye vermeyin. Sizlere hizmetimi sürdürmek istiyorum.
Allah'ım! Kemik kavgasını cihad görünümüne sokanları...
...
Mecalsizim...Körler ülkesinde ışığın faziletlerinden dem vurmak...abesle mi uğraşıyorum yoksa...
Bu ne tufan? Bu ne tuğyan!
son bi not;
BEN DEMEDİM...AKPARTİ MİLLETVEKİLİ Sn.MEHMET METİNER SÖYLEDİ...
EY KİBRİYA KULAK VER BU TARİHİ ANEKNOTA!
Ey Ak Parti il ilçe başkanları, ey vekillerimiz,ey bakanlarımız...
Vatandaş arar,işim var deriz.
Belediye Başkanı ile görüşmek ister özel kalemde bekletiriz.
Gariban makamımıza gelir,kabul etmeyiz.
Önemli biri gelince kapıda bekleriz.
Seçmenin ufacık işine el atmayız.
Holding sahibi zengin gelince hemen yaparız.
Bütün bunları yaptığımız halde bu halk Reise olan sevgisinden, bağlılığından bize sahip çıktı. Biz düşmüştük elimizden tutup kaldırdı.
Onlar ilk dakikadan itibaren sokağa inmese hiçbirimizin vekilliği, başkanlığı, bakanlığı kalmazdı. Hepimiz öldürülmüş ya da iskenceden geçiyorduk...
Bu milletin hepsinin elini öpsek sırtımızda taşısak azdır.
ARTIK HERSEYİMİZİ HAYATIMIZ DAHİL HERŞEYİMİZİ BU HALKA BORÇLUYUZ...
***
Sen bu kitabı okuyup bitirdiğinde üzerindeki yüzyılların laneti kalkacak. Uyuşukluğun, tembelliğin, üşengeçliğin bitecek. O dayak yemiş halinden eser kalmayacak. Keşkelerin azalacak. Bütün fethedilmemiş toprakların adeta tek Fatih'i bir tek sen olacaksın. Geçimsizliğin de bitecek, huysuzluğunda. O anlamsız mide yanmalarında bitecek. Sağa sola manasız sataşmalarında. Vara yoğa küfretmelerinde. Hastalıklı kahkahalarında. Vesveselerin başta gelmek üzere bütün manevi kirlerinden arınacaksın. Bundan emin olabilirsin. Garanti veriyorum sana. Ben de eminim ki kendimden, bu kadar büyük iddialarda bulunuyorum.
Çünkü bugün önemli bir gün. Geriye kalan ömrümüzün ilk günü. Muhteşem bir gün yani. Kıymetini bilmemiz gereken tek gün! Ki zaten hayat dediğin 3 günlük değil midir? Hani nerede "Dün"? Keşkelerle, pişmanlıklarla, ah-vahlarla o'nu geride bırakmadık mı? Kim bilir hangi kimsesizler mezarlığına gömüverdik onu? Yetim kalmış günler ardından ağıtlar yakmadı mı? Tek mirası deneyim'i bize bırakırken bir de bir pusula bırakmıştı okumamız için, hala bakıp okumadın mı: "Hayat yediğimiz kazıkların bileşkesidir. Deneyimlerde bu kazıkların fatura koçanı!"
Hele bir bak; "Bugün"ünü nasıl zehirlediğini... "Dün"ün pişmanlıkları ile "Yarın"ın korku, kaygı ve beklentileri arasındaki müebbet hayatını? Bir saniye sonrası bile henüz yaratılmamışken ölümsüzlüğün peşine düşmeni hangi aklıevvel sana salık verdi de güzelce yaşanması gereken tek varlığın olan bugünü nasıl ıskalarsın? Nasıl ertelersin bugünün mutluluklarını ilerde çok mutlu olacam beklentisiyle. Biliyormusun bugünde dünün yarınıydı. Hani bugün mutlu olacaktın. Dün öyle demiyor muydun? Güya yarın mutlu olmanın derdine düşmüşsün yine bugünkü bütün somurtukluğunla.
Bu söylediklerimden sakın "boşver, herşey nasılsa olacağa varıyor" sonucunu çıkartma. Sen hayatı "insanca" yaşamaya kurgula kendini. Hayallerin olsun sonsuzca. Sınırsızca programla kendini hayallerini gerçekleştirmek için. Ahmakça yaşayıpta "kader" deme saçmalamalarına, Rabbini de suçuna ortak etmeye kalkışma. Cehaletini gidermelisin öncelikle insanca yaşamanın erdemine nail olmak için. Bil; yeryüzü sana mescid kılındı kardeşim. Kendini küçük coğrafyalara mahkum edişin neden? Sür atını Roma'ya, süratlıca...Yak gemilerini de öyle yola koyul Tarık Bin Ziyad gibi aşılmaz denizlerin ötesine. Söyle, gemilerini karadan yürütmeye var mısın?
Bırak gündelik hayatın seni kanser gibi kuşatmış saçma salak sorunlarını.
Hadi gel, önce gülümse şunca satırdan sonrada ben de sana tılsımlı bir hayatın kapılarını aralayayım. Üzerindeki laneti kaldırayım. Büyülerini çözeyim.
Bunun karşılığında benimde senden ufak tefek ricalarım olacak ama. Öncelikli olarak yanında kalem bulundur. Kitabı okurken olaki o anda anlamadığın...ya da benim anlatamadığım şeyler olabilir. Kitabın bir kenarına not al. Hasılı okur- yazar olarak sohbet edelim. Sen okur, ben yazar...Sen hem okur hem yazar... Sen ki ayrıca not et; tarihi bir gündesin ya hani. İlk Vakaünüvis'imiz Naima'yı yad ederek bu tarihi günü not al. Bugün dönüşüm günü. Adeta bugün senin doğum günün.
Bilir misin ki okumak ölülerle konuşmak, onlarla iletişime geçmektir. Ve dahi hatta, Tanrı'yla konuşmaktır. Yazmak ise doğmamış nesillerle bile iletişime geçmektir. Okur-yazar olmak ise adeta bir zaman makinasının yolcusu olmaktır. Dün ile yarının arasında köprü olmaktır okumak ve yazmak!
Hani "ikra" diyordu ya rabbin? "Oku" diyordu. Biz ki okuyamadık bir türlü türlü tarihsel desiseler neticesi. Bak etrafına eline mikrofon alan birisini gördüğünde genelde başlangıç cümlesine dikkat et; "Oku der Rabbimiz..."
Eyvallah okuruz da, ümmet olarak...Canına, malına...okuruz martaval...palavra okuruz...Okumanın türlü türlüsü...lakin okuyamayız Rabbimizi...Misal ilk nüzul sebebli suredir Alak! Yani "yaratılış" ve ikincisi "Kalem" suresidir. Yine İkra suresinin 4. ayeti yine lkalemi işaret eder de bilemeyiz olan biteni cehaletimizden; okumadığımızdan olayları...
"Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle.
1- Yaratan Rabbinin adıyla oku!
2- İnsanı bir kan pıhtısından yarattı!
3- Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir.
4- O Rab ki kalemle yazmayı öğretti.
5- İnsana bilmediği şeyleri öğretti."
İlk insandan nasıl türediyse insanlık, ilk günahta bütün ahlaksızların atasıdır. Şu anki ahvalimiz dna misali dedelerimizin babalarımıza, babalarımızın bizlere, bizlerinde torunlarımıza devrettiğimiz bir silsilenin devamıdır. İşlediğin günah eğer tevbe etmezsen torununa bulaşır kardeşim.
De ki an geldi, uydun şeytanada içki içtin. Bak bu tavrının adıdır günah. Lakin hadi şimdi o alkollü halinde araba kullanda görelim; bir günahın nasılda ahlaksızlığa dönüştüğünü.
"Banane" diyemez insan. "Sanane" de...Herkes derse bu kelimeleri yepyeni bir hayvani nesil peydah oluyordur, biline.
Bismillah!
Söze yeni başlıyoruz.
Herşeyin başlangıcı, unutma "Rabbinin adı!"
...
"İnsan eşref-i mahlukattır derdi babam. Bu sözün sözler içinde bir yeri vardı. Ta ki bir eylül sabahı,bilek damarlarımı kestiğimde söz sözler içinde yerini buldu" der; kızıl, kominist, Allahsız, kitapsız bir hayatın müdavimliği ve müminliğini yaşarken intiharın kapısından dönüpte Rabbine teslim olan şair İsmet Özel.
İnsan ve eşref-i mahlukat! Sahi neydi insan? Maddi gözlemle ve verileriyle insan; 7 kalıp sabunu oluşturacak kadar yağmıydı? Sokalım bir laboratuarada insan nedir in sorularına yanıt arayalım. Bir ortaboy inşaat çivisini oluşturacak kadar demir midir insan? Bir tavuk kümesini boyayacak kadarkireç?..Ya da bir kutu kibrit çöpünün üzerindeki kadar fosfor mu?
Nedir insan? Biyolojik varlığından ne kadar haberdarız ki. Misal merhamete dayalı döktüğümüz gözyaşının midemizi koruduğu, ülseri engellediğiyle alakalı kim ne kadar haberdardır misal. Sağlıklı erkek gözyaşı döken erkektir desem, cevabınız erkek adam ağlamaz mı olur? Sağlıklı beslenmeyle alakalı bildiklerimiz kaç satırlık bilgiden ibaret ki? Daha maddi varlığını çözemediğimiz mahluktan bahsediyoruz. Katı, sıvı ve gaz olarak kimyanın üç halinin bileşkesi iki ayaklı tüysüz maymun mudur yani insan? Onca kütlenin içindeki nohut büyüklüğündeki bir küçük bahsedeyim dilerseniz;
Timüs bezi, tiroid bezinin altında, göğüs boşluğunda ve soluk borusunun önünde bulunur. Bu bez insanın bağışıklık sisteminin merkezidir. Yani bütün bağışıklık sistemi buradan yönetilir. Timüs bezi ne kadar çok titreşirse kişi o kadar sağlıklı ve bağışıklık sistemi sağlam olur. Yani Timüs'ü eşşek sudan gelinceye kadar dövmek lazım. Genç ve sağlıklı olmak ve kalmak için Timüs'ü eşşek sudan gelinceye kadar dövmek lazım. Anadolu’da ağıt yakan kadınların göğüslerine vurduklarına hepiniz şahit olmuşsunuzdur. Bu refleks kaynaklı basit bir el hareketi değildir. Bu beynin otomatik gerçekleştirdiği bir davranıştır. Kişi göğsüne vururken Timüs bezini titreştirir. Bu sayede üzüntü kaynaklı bağışıklıkta meydana gelen direnç azalmasının önüne geçmeye çalışır. Bu bez ne kadar sıklıkla titreştirilirse kişi o kadar genç ve sağlıklı yaşar ayrıca geç yaşlanır. Sizde parmaklarınızla göğsünüzün ortasına yapacağınız küçük vuruşlarla timüs bezini titreştirebilirsiniz. Yada daha basit bir yolu kullanırsınız. "KAHKAHA" atabilirsiniz. Çünkü kahkaha da göğüs kafesini oynattığı için bu bezi harekete geçirir. Hani yıllar geçerde aradan bir arkadaşımıza rastlarız neşeli halleriyle tanıdığımız bu insanı görünce "hiç değişmemişsin, ne gamsızsın..." deriz ya, işte timüs bezinin gücü. Sonuç olarak kahkaha bağışıklık sistemini güçlendirir ve sizi genç tutar.
Bir de Google'dan bakalım: Mutluluk ve Timus bezi .. "Mutluluk bir seçimdir. Mutsuzluğumuz kadere, şansızlığa ve talihsizliğe inancımız ölçüsündedir." Mutlu duyguların hissedilmesinde hormonların rolü büyük. Bedenimizde o hormonları salgılayan salgı bezlerinden minicik ama çok güçlü bir salgı bezi var: timus. Timus uyarıldığında salgıladığı hormonlar kişide haz ve mutluluk duygusu yaratır.Çünkü timus aktive olduğunda bedenin kimyasının değişimine neden olur. Bu değişiklik sinir sistemini sakinleştirir ve beyin fonksiyonları nı hızlandırır. Bu da kişide rahatlama duygusu yaratır. Avustralyalı Nobel ödüllü kanser araştırmacısı Sir MacFarlane Burnet timus bezinin aktif hale getirilmesiyle insan bedeninin kendisini kanserden koruyabilme yeteneğine sahip olacağını savunuyordu. Çocuklarda iri olan timus ergenlik döneminde bir ceviz kadar irileşiyor. Ama yas ilerledikçe bir bezelye tanesi kadar küçülüyor, yaşlılıkta ise tamamen köreliyor. Ama bazı insanlarda ileri yaslarda bile hala ceviz büyüklüğünü koruması, bilimin henüz çözemediği alanlardan biri. Timusun sağlığımız üzerindeki önemli yararlarından biri de T hücrelerini üretiyor olması. T hücreleri denilen lenfositler bedene zarar verebilecek zararlı hücreleri yok ederler. Bu küçük T hücrelerine yaşamımızı borçluyuz. AIDS gibi bağışıklık sistemini çökerten hastalıkların ölümcül olması T hücrelerinin haberleşme hatlarını öncelikle kesmelerinden kaynaklanıyor. Timus göğüs kafesinin üst kısmının tam arkasında, göğsün tam ortasında yer alıyor. Timusu uyarmanın üç basit yolu var: Timusu uyarmanın birinci yolu gülmek.Yani gerçek, içten, sıcak bir gülüş, bir kahkaha. Her gülündüğünde timus bezi aktive oluyor. Her aktive olduğunda bedenimize kimyasal dalgalar göndererek kendimizi iyi hissetmemizi sağlıyor. 1993 yılında California Üniversitesi' nde Dr.Paul Ekman tarafından yapılan araştırmada gülmenin timusu ve beynin değişik haz bölgeleriyle bağlantısı olan kasları harekete geçirdiği ve insanda haz duygusu yarattığı kanıtlanmış. Timusu uyarmanın ikinci yolu iki parmakla timusun üzerine gelen noktaya vurulması, yani elle uyarmak. Timusu uyarmanın üçüncü yolu ise dilin üst dişlerin arkasında damağa ve ağzın tavanına değdirilmesi. Dr. John Diamond ve ekibi dilin bu pozisyona getirilmesi ile sol ve sağ beyin küresi arasında denge oluşmasını sağladığını tespit etmiş.Bu da insanin daha iyi düşünmesi ve kendini daha iyi hissetmesine yardımcı oluyor.
Evet ama bu çalışmamız külliyatlarca bir ansiklopedi olmayacak. Orta hacimde, kalınlıkta bir kitap olacak nihayetinde. İnsan ile ilgili araştırma ve incelemeye kalkıştığınızda bilin ki mevcut ömrünüz size yetmeyecektir.
İnsanlar üç türlüdür gardaş. Delileri vardır...Dahileri...ve de senin benim gibi olanları. Yani sıradan olanlar kahir ekseridirler alemi insanlığın. Bunlarda kendi aralarında iki türlüdür gardaş. Makadlarını mahattan kaldıranlar ile ilelebet zıbarıp yatıverenler. Yani tembeller...
Deliler ve dahiler ibretlikdir gardaş. Normaller şükretsinler diye yaratılmışlardır yüce yaratıcı tarafından. Sözümüz yoktur onlara. Velakin normaller mühimdir işte. Normallerin anormalleri ise tembel olanlardır. Kıllarını kımıldatmazlardır onlar. Sürekli şikayetçi olanlardır yani.
Bak gardaş, bir hikaye anlatayım da kısadan, kıssadan hisse kapasın gardaş.
"Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş, kendisi de pencereye oturmuştu. Bakalım neler olacak?.
Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray görevlileri birer birer geldiler, sabahtan öğlene kadar. Hepsi kayanın etrafından dolaşıp saraya girdiler. Pek çoğu kralı yüksek sesle eleştirdi. Halkından bu kadar vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyordu. Sonunda bir köylü çıkageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu.
Sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarıldı ve ıkına sıkına itmeye başladı. Sonunda kan ter içinde kaldı ama, kayayı da yolun kenarına çekti. Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski yerinde bir kesenin durduğunu gördü. Açtı. Kese altın doluydu. Bir de kralın notu vardı içinde. "Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir" diyordu kral. Köylü, bugün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı. "Her engel, yaşam koşullarınızı daha iyileştirecek bir fırsattır."
İnsan "eşref-i mahlukattır" kardeşim. Yani hani bugün geriye kalan ömrünün ilk günü ya...Kendini önemsemelisin. Sen en önemli günün, en önemli mahluğusun. Sen yaratılmışların en şereflisisin. Yeryüzünde Allah'ın halifesisisn. Hele ki bir de ilim tahsili yapıyorsan ayrıca efendimizin buyurduğu gibi peygamberlerin varisisin. Çünkü "alimler peygamberlerin mirasçısıdırlar." Hele hele bir de kadınsan...Cennet annelerin ayakları altındadır. Yani üç ayrı payitahtla yeryüzünün efendisisin. Yeter ki kendinin farkına var, yeter ki kendini önemse.
EY YARATILDIKTAN SONRA BAŞIBOŞ BIRAKILACAĞINI ZANNEDEN İNSAN;
Kün deyince rabbim, oluverdi varlık...Varlık ki türlü türlü...Sonsuzluk deryasında yüzen bir nihayetsiz kainat...Her biri bir zerre ki, her biri ayrı kainat!
Her bir zerre de ilahi emre amade...Sonsuz büyük galaksilerden sonsuz küçük zerreye...
Nasıl yaratılmışlarsa, hangi gaye uğruna ve hangi programla...İtiraz edende yok...Aykırı olanda...
Lakin pişmiş topraktan yaratılan...ve eşref-i mahluk olan...Yani şunca yaratılmışın arasında zirvede olan...Yaratıcının irade bahşettiği...Ruh üflediği...Hep isyanda...Hep, hepp!
Çün onu irade sahibi kılmakla imtiyazlandırmış yaratıcı...
Sen demiş "kul'um, kullarım arasında özelsin." Hoş ne yok ki yaratılmışlar arasında rabbine kul olan...
Kul'luk mevzuunda bir tek seçim sahibi insan...
Misal...Toxplazma tarzı bir et bakterisi yaratmış yerkürenin brezilya topraklarında...Hele rezillik derdine düşmeyi bırakta hele bir dinle bakayım ey insan bu bakteri kulun hikayesini...Mikroskopla dahi zor görülen bu kul bu hikayemizin başrol kahramanıdır.
Der ki rab; "ey bakteri kulum." Sen Brezilyada, filanca mıntıkada yaşayasın. Yumruk büyüklüğündeki falanca salyangozun vücudunda. Lakin üreme zamanın gelince çık salyangozun gözüne. Gözlerini salyangozun çevir bir kurtçuğa. Kımıl kımıl mıldasın salyangozun gözleri. "Sen ey salyangoz kulum!" Bakteri kulum yerleşince gözlerine tırman hemen yanındaki ağacın tepesinde kavuş gökyüzüne. Salyangoz halbuki bu emir gelinceye dek agacın dibinde, nemli zeminde sürdürür hayatını. Yemesi belli, içmesi de...
Salyangoz bir süre sonra çıkar ağacın tepesine. Meğer ağacı yurt edinmiş serçeye benzer bir de kuş yaşarmış. Salyangozün gözündeki kurtçuğa dönmüş bakteri kurt kuşla cilveleşir hasılı. Der, vücut diliyle; ey kuş...gel ve benle açlığını gider!
Kuş rızkı önüne gelince çeker besmelesini...Gaga gaga yutar salyangozun gözündeki kurtçukları....oh elhamdülillah! Bugünde karnım doydu, şükür.
Kuşun bağırsakları meğer bakteri kulun zifaf alanıdır. yani bakterilerin balayı merkezi. Yani bakteri üretim merkezi. Cicim aylarından sonra genç bakteriler dalarlar kuşun dışkısına...Bir iki ıkınma derken kuş kul ağaçlardan aşağı bırakır kakasını.
Ağaçların dibinde bir salyangoz o sırada rızkını aramaktadır. O da ne? Tam önünde sıcacık bir kuş kakası. Hem de en sevdiği. Ziyafeti önündedir. Genç bakteriler ise yeni yurtlarına kavuşmuşlardır. Yolculuk bu kez onlar için yeni başlamıştır. Tabi ki karşılarına bir Fetö çıkıpta kendilerini fıtratlarının dışına çıkarmaya kalkışmazlar ise.
Bütün bu hikayenin bütün kahramanlarında irade değil itaat sözkonusudur.
düşünsene bütün atomların bir anda birbirlerinden ayrıştıklarını...Al sana kıyamet!
Bir tek sen! Bu hikayeyi okuyan...Sen irade sahibi olarak rabbine itaatte bu küçük bakteriye özenmedin mi?
(ŞEYTAN BU KİTABI OKUMA DEDİ KİTABIMIZDAN ALINTIDIR.)
***
CEMAAT CANAVARINI
MİLLİ EĞİTİMİN YETERSİZLİĞİ DOĞURDU!
TİCARET BESLEDİ...SİYASET BÜYÜTTÜ! FETÖDE AĞALARININ EMRİNE AMADE ETTİ!
Doğduğu andan itibaren TV reklamları ve çizgi filmlerle büyüyen, ilgisiz ve hep mazeretler üreten anne babalar, okulda kalabalık sınıflar, halinden dert yanan ve memnun olmayan, idealistliğini yitirmiş, tek derdi maaş olan, öğretmenlikten başka her işi yapan (servis, kantin, kırtasiye, arıcılık, seracılık, özel ders,vb...) çocuklar yetişmiş yetişmemiş, kazanmış kazanamamış umrunda olmayan, sıkıştığında, işine gelmediğinde mazeretler üreten, anında raporu patlatan, mesaisine riayet etmeyen, ama bir kuruşunu da es geçmeyen, tatilini 3-5 ay öncesinden en detaylı bir şekilde planlayan, ama eğitim öğretim dönemi geldiğinde hazırlık seminerlerine 1-2 saatliğine takılan, ramazan, kurban ve resmi tatilleri anında birbirine ekleyen, aldığı maaşı beğenmeyen, kendinden başkasını düşünmeyen, hep yukarılara bakıpta, kendinden aşağıdakilerin durumlarını görmeyen (tekstil işçileri, inşaat işçileri, dershane öğretmenleri, bir çok alanda çalıştırılan vasıfsız elemanlar ne kadar ücret alıyor, sigortaları yatıyor mu, iş garantileri var mı? ) bir öğretmen, bir memur kadrosu olduğu müddetçe çocuklarımız üzerinden suistimal mekanizmaları hep devrede olacaktır, kahrolası bu düzen böylede devam eder gider. (ki tam tersi durumda olanlar da tabi ki var ama maalesef baya bir azınlık durumunda ve onlar da zamanla eriyip kaybolup gitmekte. Bu durum neticesinde bu ülke daha bu kaotik şekilde daha ne kadar devam eder, bilinmez diyemeceğim; çünkü görünen köy kılavuz istemez.
Gençlerimizi illa ki üniversite mezunu yapacaksak; bunu yeteneklerine, ilgi alanlarına ve ihtiyaca göre yönlendirmelerle yapalım…ve hemen üniversiteden mezun etmeyelim. Maalesef bazı üniversiteler ve bölümleri hariç %95 öğrencimiz çok özür diliyorum, adeta yatarak ve iyi yetiştirilmeden mezun oluyorlar. Üniversite kantinlerinin ahvalini podyumlara benzetmek ise içler acısı olacak. Ahlaki dejenerasyona kim kulak verir onu da bilemem. Sonra da ben üniversiteyi bitirdim hadi bana devlet iş versin oluyor.
Çocuklarımız maalesef evlerde ilgisizlikten, okullarımızın yetersizliğinden küçük yaşlardan itibaren televizyon, internet, cep telefonu, bilgisayar oyunları, diziler sayesinde kendi içlerine kapanmış, apayrı bir dünya kurmuş durumdalar. Marka tutkuları had safhada, büyüklerini dinlememektedirler. Bir çok çocuğumuzun eğitimle-öğretimle alakaları kalmamış durumda. (Maalesef tüm okullarda -ilkokul, ortaokul, lise, üniversite- kopya olayları artık çığırından çıkmış durumda. Böyle olunca kim çalışır derslere...Bu şekilde yetişen bir nesil de haliyle ders bazında her hangi bir temeli olmayan, saygı, sevgi, edep barındırmayan, büyüğünü-küçüğünü bilmeyen, sadece ve sadece kendini düşünen, vb…bir nesil oluveriyor.)
Maalesef okullarımız işlevini yerine getirememekte. Bir çok nedeni var. Binalar yeterli değil ki yeterli binalar olsa da kimin umurunda. Görevli personelin amacı maaş almak, işsiz kalmamak, idealist insan bulmak ne mümkün. Bilirsiniz ki hangi iş olursa olsun idealist olunmadıktan sonra, fedakarane çalışılmadıktan sonra, herkes sahip olduğu işe kendi işi gibi sahip çıkmadıkça, sarılmadıkça olmaz ki. Kendimizi kandırmayalım lütfen. Devlet dairelerinde afedersiniz ama en alt seviyedeki memura bile güç yetmiyor, söz geçirilemiyor ki. Siz düşünün bakalım bu şekilde nasıl olacak bu işler. Tabi ki içlerinde istisnai durumlar olabilir. Çok iyi niyetli çalışan, idareci, yöneticilerin olduğu kurumlar var. Ama yeterli mi? Tabi ki hayır.
Öyle bir sistem olmalı ki kişilere bırakılmamalı. Trafik Polisleri şimdi vatandaştan bir şeyler alabiliyor mu? hayır. Neden? Artık radar var, kayıtlar var, teknoloji kullanılıyor, yeni yetişen polisler öncekilere göre daha kaliteli ve daha idealist vb...
Bir defa performansa dayalı bir yapı kurmalıyız çalışanlar için. Tabi en önemlisi artık Devlet Memurluğu diye bir şeyin olmaması lazım.
Çalışan, gayret eden, iyi niyetli olanla, çalışmayan, bankamatik memurluğu yapan, yan gelip yatan ayırt edilmeli. Ülkemizin geleceği için bu böyle olmalı. Lütfen bir araştırılsın bakalım devlet çalışanlarından kaçı ya eşi üzerinden ya da bir yakını üzerinden veya direkt kendisi ek iş yapıyor. (Özel ders, Kantin, kırtasiye, servisçilik, arıcılık, seracılık, tarım, hayvancılık, ticaret, oto alım-satım vb. emekli olduktan sonra yapılan veya yapılacak işlere alt yapı oluşturuluyor. Dolayısıyla mesaisini, zihnini bu şeklide parçalayan bir personelden ne kadar istifade edebilirsiniz ki. Ne yapıyor bu insanlar raporları patlatıyorlar, yıllık izinlerini parçalı kullanıyorlar…)
Niçin ek iş yapıyor acaba? Parası yetmediği için mi, yoksa niçin?
Evet neyse eğitim olayına tekrar dönelim.
Yetenekli çocuklar varsa sporda, sanatta, fen-teknoloji alanında ve sosyal bilimler alanında vb. tüm imkanları sunarsınız, yatılı kalma imkanı veya gelip gitme imkanı gibi her imkanı sunarsınız. Hatta ailesinin taşınması gerekirse, taşınma işlemleri, işe yerleştirilmesi vb…tüm işlerinde yardımcı olunabilmeli… Bu tür öğrenciler ailelerine, kampus yönetimine bırakılmamalıdır. YANİ ENDERUN SİSTEMİNE İHTİYAÇ VAR! ÖZEL ÖĞRENCİLERE ÖZEL MUAMELE...
Bu kampüste kimler görev alacak?
Tabi ki artık her ilimizde üniversitelerimiz var. Üniversitelerimizle, Üniversite personeliyle birlikte bu işleri görecektir. Ben hiç Sınıf Öğretmeni Prof. görmedim, ben hiç üniversiteler haricindeki eğitim kurumlarında doçent görmedim. Niçin yok?
Akademik kariyeri olanlar sadece üniversitelerde mi görev alırlar? İşte bu yapı kırılırsa hem üniversitelerimiz artık aşağılarda neler oluyor bilebilirler, hem de diğer eğitim kurumlarımızın çalışanları da daha kaliteli hale gelirler. Doçent Anaokulu, sınıf öğretmeni, ortaokul öğretmeni, Prof. müzik, beden eğitimi öğretmenlerimiz olur.
Bu kampüsleri, profesörlerimiz, doçentlerimiz yönetirler. O alanla ilgili uzmanlarımız buyursunlar sahneye insinler, artık oturdukları yerden tez yazmasınlar, sahaya insinler uygulasınlar, akademisyen yetiştirsinler, öğrenci yetiştirsinler kendileri pratikte uygulama imkanı bulsunlar, hodri meydan. İlkokul matematik öğretimini nasıl yapacaklarını göstersinler buralarda. Buyursunlar nasıl yapılırmış örnek olsunlar.
Biz de eğitim üniversitede bitiyor. Ama yanlış. Eğitim olayı hiç bir zaman bitmemeli. Çalışan arkadaşlarımızın tamamı kendilerini daima yenilemeli, geliştirmeli ve bunun sistemi kurulmalı.
Performans sisteminin bir parçasını teşkil etmeli.
Devam edecek olursak kampus sistemine;
Anaokuluna başka bir profesör ve akademik ekip, ilkokulun başına bir prof. ve akademik ekip, ortaokula, Fen Lisesine, Sağlık Meslek Lisesine, Güzel Sanatlar, Spor Liseleri, Sosyal Bilimler Liseleri vb...aynı şekilde uzman kadrolar altlarına da öğretmenlerimiz, onların yardımcılıklarına da asistanlar, üniversitede o bölümü okuyan öğrenciler verilmeli...Bakın nasıl oluyor...Çocuklarımız yeteneklerine göre nasıl yetişiyorlar...Yabancı dil öğrenemeyen, Matematik ve Fen Teknolojiyi beceremeyen, sevmeyen, bir alanda sanat icra edemeyen, bir kaç branşta spor yapamayan çocuğumuz kalıyor mu...(Bu şekilde olmazsa Milli Takımı kurmak için Avrupa'daki gurbetçi çocuklarımızdan almaya devam edersiniz)
Tabi bu eğitimi alacak çocuklarımıza Kur Sistemine dayalı bir eğitim uygulanmalı. Yeteneklerine göre ve artı sabit bazı branşlar seçilmeli. İlk 4 kur mesela her öğrenciye verilmeli, daha sonra yetenek ve kabiliyetlerine göre başarılı olduğu branşlarda yaşına bakılmadan kur sistemine göre 5. kurdan itibaren devam ettirilmelidir.
Kurulacak mükemmel bir takip sistemiyle çocukların gelişimi doğduktan itibaren takip edilmeli, yönlendirilmeli ve yeteneklerine göre, adam kayırmadan, objektif bir şekilde bu vatanın evlatları hak ettikleri donanımlı eğitimleri alabilmelidirler.
Bakın bakalım o zaman bizim çocuklarımız tv, bilgisayar, facebook, diziler, aşk meşk peşinde mi koşuyor, yoksa donanımlı bir birey olarak dünyaya açılıp Dünya'nın tozunu dumanına mı katıyor?
Bilirsiniz insanları boş bırakırsanız boş işlerle uğraşırlar. Biz çocuklarımıza bir şey sunmuyoruz ki, sunmamışız ki.
Okula gidiyor mu evet doğru gidiyor, Ama sonuç ortada. Dil bilmiyor, kendini ifade edemiyor, kitap okumayı sevmiyor, matematiği sevmiyor ve haliyle yapamıyor, her hangi bir branşta veya branşlarda spor yapamıyor, bir sanat dalıyla amatör seviyede kendini gösteremiyor. Enteresan değil mi sizce? Bu kadar yetenekli çocuklarımız var ve biz dünyayı ağzı açık izliyoruz. Halbuki spor, sanat, bilim vb.. diğer alanlarda yetiştireceğimiz değerleri dünyaya sunsak, dünya bizi ağzı açık izlese olmaz mı? Bence hiçte zor değil.
Peki o zaman biz çocuklarımızı bu okullara niçin gönderiyoruz?
Anne- Baba aman çocuk evden uzak olsun diye okula gönderiyorsa, öğretmene, idarecilere soruyorsun bin bir türlü mazeret sunuyorsa, Sonra nasıl olacak? Bu çocuklarımız donanımlı olarak yetişmezlerse kabak kimin başına patlayacak? Aynı gemide değil miyiz? Gün gelecek bunların hesabı tek tek sorulacak. Hesabı da hep beraber öderiz artık. Çünkü zamanımızda artık geçmişle çok rahat bir şekilde hesaplaşılabiliyor.
O yüzden geç kalınmadan acilen yukarıda anlattığım çerçevede tüm sistemler tepeden tırnağa yenilenmeli ve eğitim sistemi ve onun bileşenleri asrın gerektirdiği ölçeklerde yapılandırılmalıdır. Buna zihinsel değişimlerde dahil. Ve tüm alanlarda bu sisteme göre şekillendirilmeli.
DERSHANE KEPAZELİĞİNDEN SONRAKİ BOYUT KPSS
KPSS dedik; insanlar atanmayı bekliyorlar. Üniversiteyi adeta yatarak, hatta uzaktan kolayca bitiren gençlerimiz ve aileleri, haklı olarak iş diyorlar. Neden üniversiteyi bitirdiler ya. Alışmışız rahat bir iş bulup, maaşımızı zamanında alalım, hafta sonum olsun, sigortam garanti yatsın, hem de en üst limitten. Nerde var böyle bir imkan, tabi ki devlette. Niçin insanlar devlet kapısına yöneliyorlar. Özel sektörde güç kalmadı ki veya öyle bir istismar var ki, adeta insanlarımız köle gibi çalışmak durumunda bırakılıyor. Fazla iş saati, eksik sigorta, hatta yatırılmıyor, yapılmıyor, alınamayan maaşlar vb... daha bir çok nedenden dolayı, yani bunun sistemini bir türlü kuramadığımız için, ki bu olay devlet eliyle olacak gibi değil, bununla ilgili özerk bir kurum, kuruluş olmalı, firmaların, çalışanların herkesin hakkını teslim edecek bir yapı kurulmalı.
Ki ülkemizde bir işyeri açacaksın, bin bir dereden su getirilyor. Olmadık engellemelerle karşılaşıyorsunuz, prosüdürden geçilmiyor. Tabi zorluğu herkes aynı oranda yaşamıyor. Aslında öyle bir sistem olmalı ki, ne iş yapılacaksa, o şehir merkezi önceden çok iyi bir şekilde planlanmalı, (ki yurt dışında bu böyle) ve insanlara siz buraya bu kurumu açmak istiyorsunuz ama şuraya açarsanız şöyle daha iyi olur, şöyle avantajınız olur, şu kadar müşteriniz olur, şu kadar geliriniz olura kadar yardımcı olunmalı. Bunu bırakın, örneğin çiğköfte dükkanı açıyorsunuz. Sabah geliyorsunuz bir de bakmışsınız etrafınızda 5 tane çiğköfte dükkanı. Bu hep böyle oluyor maalesef. Serbest piyasa deniyor.!!! Yazık değil mi bu kadar yatırım yapan bu insanlara veya diğerlerine, hepsi birden 3 ay sonra kapatıp gidiyor. Boşa giden paralar, emekler, umutlar. Yazık bu ülkenin insanına.
Evet bir çok gencimiz haliyle devlet kapısına yönelmekte haklı değil mi? Sözleşmelileri, mütaahhit elemanlarını kadroya alınca haliyle herkes bir yolunu bulup katılmak istiyor bu kervana. Bir de gençlerimiz KPSS ile atanacağım diye beklesin dursunlar, aradan ihaleyle, mütaahhit kanalıyla, hizmet alımıyla bir çok insan kamu kurum ve kuruluşlarına (belediyelere, il ilçe müdürlüklerine vb daha bilmediğimiz hangi kurumlara...) alınmakta. Denebilir ki bunlarda kanuni, tabi ki ama o zaman KPSS niye yapılıyor??? İnsanlar atanacağım diye beklesin dursunlar. Kul hakkı diyoruz, ama ne yapalı kanunsuz bir şey yok ki kul hakkı olsun deniliyor. Onu ahirette göreceğiz.
Herkes okumak için çalışıyor. Herkesin çocuğu Doktor, Subay, Polis, Mühendis, Hakim, Savcı, Avukat vb... olacak ya. Ne yapsın diğer alanlardan garanti iş, sosyal statü, garanti para yani kısacası gelecek garantisi yok ki. Ne yapsın insanlar? Haliyle okutacak tabi ki. KPSS sınavına girecek evinde atamayı bakleyecek. ne yapsın? Alışmış hazıra, yemeğini annesi yedirir, ödevini, performansını, projesini annesi yapar, notlarını öğretmeniyle görüşüp babası yükseltir, işe bir yakınını bulur sokar, vb... Niye kılını kıpırdatsın, niye üretsin, niye düşünsün ki. Daha önemli işleri var gençlerimizin Facebookta video paylaşak, twiterde twit atacak, mesaj yazacak,. Zaten yeterince insanımızda bol, hangisine hangi imkanı sağlayacaksın ki. Ne yapalım imkanlarımız bu kadar, keşke daha fazlasını yapabilsek gibi klişe cümlelerde bol.
Niye bir mesleğe yönelsin ki, orda da torpil, adam kayırma sonuna kadar mevcut. Bizim memleketimizde hem okuyup hem de yeteneklerini geliştiremezsin ki. Dediğim gibi mezun olduğun bitirdiğin üniversitenin ne anlamı var ki. İşletme-iktisat, Ziraat Fak.mezunu öğretmen oluyor, eğitim fakültesi mezunu polis oluyor bu memlekette. Hiç bir okulu bitirememiş vatandaşımızda şoför oluyor bir otobüse, tıra, müteahhit oluyor binalar yapıyor, parasıyla değil mi kardeşim diyor. Direksiyonu tutmasını bilmeyen ehliyet alıyor, trafiğe çıkıyor, hiç bir eğitimi olmayan fırında usta oluyor, lokantada yemek yapıyor. Diğer taraftan çocuklarımız meslek liselerinde istedikleri kadar aşçılık okusun, bilmem ne okursa okusun. Ne önemi var ki. Sağlık meslek lisesinde okuyan hemşire çocuğumuz fakültesini kazanamasın, Kız Meslek lisesinde Çocuk Gelişiminde okuyan bir çocuğumuz anaokul öğretmeni olacağım diye hayaller kurup dursun. Herhangi bir anadolu lisesinde okuyan çocuğumuz elini kolunu sallaya sallaya üniversite de hemşireliği, anaokulu öğretmenliğini kazansın, ne ala. Niye açıyorsunuz madem bu liseleri? Niçin bu çocukların hayalleriyle oynuyorsunuz, niçin ümitlerini yok ediyorsunuz diye sorsalar verilecek cevap elbette vardır. Eğitim seviyeleri iyi değilse o zaman niçin kapat mıyorsunuz? Ya da başka çözümler üretilmeli. Çocuklar boş hayallere kapılıp meslek liselerine yönlenmemeliler?
Herbir kurum ve mekanizma gözden geçirilmeli...
A. Okul öncesi Öğretim Kurumu; Personelin yetiştirilmesi de dahil olmak üzere, çocuk daha doğmadan ele alacak. Anneyi eğitecek, çocuğun annesinin karnındaki gelişimin takip edecek. Doğduktan sonra hemen ele alacak, 6 yaşına kadar ki tüm eğitim, öğretim vb... etkinlikler bu kurum tarafından verilecek.
B-İlkokul Öğretim Kurumu; İlkokul 4 yıllık dönemi takip edecek bir kurum. Sınıf Öğretmenlerinin yetiştirilmesi de dahil olmak üzere, diğer yardımcı personelinde kaliteli yetişmesi sağlanmalıdır.
C-Ortaöğretim Kurumu; Lise dönemini kapsayan bu dönemde meslek liseleri ayrı, genel liseler ayrı, fen Liseleri ayrı,
D-Yüksek Öğretim Kurumu; Üniversiteleri kapsayan bu yapıda gelen insanların dört dörtlük yetiştirilmesi sağlanmalı, hak edenler mezun edilmelidir. Ancak bu kurumların halka tepeden bakan, kendini ayrı bir yerde gören yapısı kırılmalıdır. Adeta kendilerine şatolar yapılmakta, halktan, insanlardan kopuk bir şekilde projeler gerçekleşmekte. Sadece şehir protokolünün haberi olmakta. adeta kendin çal kendin oyna olayları cereyan etmektedir. Yapılan etkinliklerde belki salonlar dolmaktadır ama salona gelenlerin kim olduğuna hiç bakılmamaktadır. Yani halkın dikkatini çeken, halkın kangren olmuş problemlerine çözümler olacak iş işlemleri bu kurumlardan beklemekteyiz. Bu kurumlarda çalışmakta olan personele de performans sistemi uygulanmalıdır.
Sözün özü siz öğretmeninize, personelinize hesap soramıyorsanız, bu arkadaşlarımıza ne yaptırabileceksiniz ki. Hal böyle olunca dershane denen bir kurum ortaya çıkmış ve büyük bir açığı kapatma iddiasında bulunmuş. İşte FETÖ denilen yılanda bu inde yıllarca semirmiş te semirmiş.Dershaneler arasında da işini layıkıyla yapmaya çalışanlarda anlamamışlar büyük tuzağı. MEB deki arkadaşlarımız da bu durumu ne oluyor ya biz yetiştiriyoruz dershaneler kaymağını yiyor demişler ve onlarda sahaya inmişler.
Bu arkadaşlarımızda hafta sonları okul kursları, evlerinde veya kiraladıkları bir dairede özel ders vermeye başladılar. Ve o kadar ileri gidildi ki adeta tehditle (not tehdidi) bu kurslara, derslere öğrenciler devam etmek zorunda bırakıldılar ve maalesef hala bu şekilde devam etmekte. Adeta dershane gibi çalışılmakta olan bir sürü öğrencisi olan bu arkadaşlarımız bir kuruş vergi vermemekte, istihdam sağlamamaktadırlar.
Dolayısıyla haksız bir rekabet söz konusu. Her alanda olduğu gibi. Maalesef piyasada sektörel haksızlıkları anında önleyecek, haksız rekabete müsaade etmeyecek, kaliteli hizmet verilmesini sağlayacak, kurumları kollayacak, yatırımlarını kollayacak, hizmet alanların haklarını kollayacak bir yapı yok veya tek bir elden yürütülemiyor. Bunu takip eden tek bir kurum olmalı, tek elden takibi yapılmalı.
Dershaneler kapandıktan sonra milli eğitim aval aval bakınırken oluşan boşluğuda belediyeler doldurmaya başladı. Bunuda yorumlamaya kalkışırsak sanırım sayfalar yetmeyecek bu konuya.
Olsun! Meydanlardayız!
Ha bir de;
Üniversitelere fetö nasıl yerleşti diyecek olursanız...
Uzun yıllardır üniversitelerde yapılanıyorlardı ama 1 Temmuz 1996 tarihli lisansüstü eğitim öğretim yönetmeliği ile yabancı dili baraj yaptılar. Anadolu’da yetişen kendi imkanları ile yabancı dil öğrenme şansı olmayan binlerce öğrencinin bir anda önünü kesmiş bulundular kendi kolejlerinde ileri düzey yabancı dil eğitimi alan fetöcüler rahatlıkla yüksek lisans ve doktora programlarını doldurmaya başladılar arkasından da akademik kadroları ve belki de bütün yabancı dil sınavlarında kendi taraftarlarına ayrıcalıklar sağlayarak bunu yıllarca sürdürdüler.
Yabancı dil puanı birçok başarı kriterinden biri olabilirken baraj olarak kullanıldı.
Yani belli düzeyde bir dil puanına sahip olmayan kimselerin diğer tüm akademik başarıları yok sayıldı.
Bu şekilde aynı anda birçok kişinin önü kesildi.
Akademik yükselmelerde de durum böyle
Örneğin %25 dil puanı %25 akademik yayınlar % 25 alan sınavı % 25 akademik mezuniyet puanları gibi başarı kriterleri yerine yabancı bir dil puanını ön koşul yapmışlarsa bu durumun değerlendirilmesi incelenmesi gerekir diye düşünüyorum.
***
KARDEŞLERİM,
SİZ UYUMAYA DEVAM EDİN.
BEN FEHMİ DEMİRBAĞ,
AB fon destekli LGBT’li örgütler 20-26 Haziran arasında İstanbul’un çeşitli yerlerinde 6 gün sürecek toplamda 57 etkinliğin programını geçtiğimiz günlerde açıkladılar. Sırtlarını kimlere dayadıkları gayet ayan beyan ortada olan bu ifsatcı örgütlerin yürüyüşlerine Müslüman Anadolu Gençliği müsaade etmeyeceğini açıklamış ve hemen ardından da medya ve birçok sivil toplum kuruluşu tarafından hedef haline getirilmiştir.
Bu durum bize artık şunu gösteriyor ki, Türkiye, üniversite salonlarında PKK kutlamaları, kürsülerinde terör örgütü seviciliği yapılabilen, inançlı insanların kolayca hedef haline getirilip kötü çocuk ilan edildiği, ahlaki yozlaşmaya karşı durmanın cezasının itibarsızlaşmayla ödendiği fakat fesat ve ahlaksızlığın birileri tarafından el üstünde tutulup göz yumulduğu bir ülke haline gelmiştir. Her yıl milyonlarca dolarla sadece Türkiye içerisindeki etkinlik sahalarını genişletmeleri için AB tarafından desteklenen hukuken legal fakat ahlaken illegal olan bu örgütlere maalesef sürekli olarak bazı kesimlere mahcup olmamak ya da bazı çıkar dengelerini gözetmek pahasına göz yumulmakta.
Özellikle son dönemlerde “eşcinsel hakları” diye masumane ve insan hakları kılıflı fasulyeden bitme, uydurulmuş bir kavramın etrafında bazı malum belediyelerin, Türkiye’de bu konu üzerine yoğunlaşması için yabancı fonlardan beslenen STK’lar ile sıkı fıkı bir ilişkide olduğu da herkesin malumu. Fakat öyle görülüyor ki, ne yetkililer nezdinde ne de İslami STK ve dernekler nezdinde bu girişimlere karşı maalesef ciddi bir duruş söz konusu değil.
Öncelikle, eşcinsellik tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır. Fakat öyle gözüküyor ki, hem toplum sağlığı hem de biyolojik olarak insan sağlığı için bir tehdit olan bu hastalık son günlerde kasıtlı olarak bu millete bulaştırılmak istenmekte. Maalesef Türkiye’de “eşcinsellik” etrafında ahlaki yozlaşmanın ve genel ahlaksızlığın merkezini oluşturan çevreler, fütursuzca bu toplumun değerlerinin üstüne pislemelerine rağmen kasıtlı olarak her fırsatta “mazlum” ve “cici çocuk” olarak resmedilirken kendilerine karşı her türlü ses linç edilmekte.
Denilebilir ki, biz kesinlikle Avrupa medeniyetinin bir parçası değiliz. Şahsen ben, değil AB uyum yasaları çerçevesinde eşcinsel evliliğin yasallaşması veya batıya uslu çocuk gözükmek için eşcinsel belediye başkanı seçilmesini hoş görmek; billboardlar, reklamlar ya da medya araçları yoluyla dahi toplum binamızı ayakta tutan ahlaki değerlerimizi “eşcinsellik” söylemleriyle dinamitleyen bu tür girişimlerin hepsinin karşısındayım.
Eşcinsellik hak değil hastalıktır ve birtakım çevreler tarafından bilinçli bir şekilde salgına dönüştürülmeden önce bunu önleyecek politikalar her şeyden önce beklentimizdir.
AHLAK VE MANEVİYAT TEMELLİ MİLLİ EĞİTİM, KÜLTÜR-SANAT POLİTİKALARI OLUŞTURMAK ÜZERE CANSİPARANE SONUNA KADAR TEK BAŞIMA DA OLSA MÜCADELE EDECEĞİME SÖZ VERİYORUM!*********************
KARDEŞLERİM,
UYUMAYA DEVAM EDECEK MİSİNİZ?
.
X-MAN'İ BİLİRMİSİNİZ? HANİ ŞUAN FİLMİ DE VİZYONDA OLAN MARVEL KAHRAMANINI..
ARTIL MALUMU İLAN DA İŞE YARAMIYOR! TEKDÜNYA DEVLETİ, TEK DÜNYA DİNİ DENİLİRKEN TEK DÜNYA CİNSİYETİNE DOĞRU YOL ALIYORUZ.
ÇOCUKLARIMIZIN ROL MODELLERİ ARTIK EŞCİNSELLER.
NACİZANE BİZ DE ÇOCUKLARIMIZI BATININ BU SANAL KAHRAMANLARINA KARŞI KORUMAK İÇİN HEROTÜRK İSMİNDE BİR ÇALIŞMA YAPTIK. ÇİZGİROMANLARINI, ROMANLARINI ÜRETTİK. BİR DE BECEREBİLSEK TE, DESTEK GÖRSEK TE ÇİZGİ FİLMİNİ YAPSAK DİYORUZ.
GENÇLERE YÖNELİK FAALİYET YAPTIĞINI İDDİA EDEN KURULUŞLARIMIZDA ONLARIN İŞKEMBELERİNİ DOYURMAKLA, ONLARI GEZDİRMEKLE MEŞGULLER. YANİ KENDİLERİNİ AVUTTUKLARI YETMEZMİŞ GİBİ GENÇLERİMİZİN BU TUZAKLARA DÜŞMELERİNİNDE ASLINDA AMİL SEBEPLERİ OLMUŞLAR, FARKINDA BİLE DEĞİLLER.
DERDİMİZİ ANLATACAK BİR YETKİLİ BULAMAMANIN SIKINTISI İSE BU DÜNYADAKİ BİZİM İMTİHANIMIZ DEDİRTMEKTE KENDİMİZE.
....
Dünyaca ünlü çizgi roman serisi X-Men’de bu ay bir ilke imza atılacak. Çizgi roman yayıncısı Marvel tarafından yaratılan iki eşcinsel karakter, görkemli bir törenle dünya evine girecek.
Süper kahramanlar dünyasında bu ay silahlar bir kenara konacak ve en şık kıyafetler giyilecek. Çünkü düğün var!
Marvel’ın dünyaca ünlü çizgi roman serisi X-Men’in bu hafta piyasaya çıkan sayısında, ekibin karakterlerinden Jean-Paul Beaubier, uzun zamandır birlikte olduğu erkek arkadaşına evlenme teklif edecek. Düğün de Haziran'da.
Northstar olarak da bilinen Beaubier, parlak mavi gözleri, hafif kırlaşmış siyah saçlarıyla insanüstü hızlarda hareket edip uçabilen bir Kanadalı.
X-MEN'DE DÜĞÜN VAR
Marvel Genel Yayın Yönetmeni Axel Alonso yaptığı açıklamada, “Astonishing X-Men No.50” başlıklı sayıda Northstar’ın dizlerinin üzerine çöküp erkek arkadaşı Kyle Jinadu’ya evlenme teklif edeceğini belirterek, “Marvel evreni, bugüne kadar her zaman pencereden dışarı baktığınızda gördüğünüz şeyleri yansıtmıştır. Dolayısıyla karakterlerimizin, ilişkilerine bu gerçeği yansıtmasını istiyoruz” dedi.
DÜĞÜN BİR SONRAKİ SAYIDA
Bu hikaye üzerinde aylardır çalıştıklarını belirten Alonso, “Northstar’ın Kyle’la evlenmesi de Marvel’in pencerenizin dışındaki gerçeği yansıtma felsefesinin bir ürünü” diye konuştu.
Çiftin, 20 Haziran’da piyasaya çıkacak sayısı olan “Astonishing X-Men No.51”de evleneceği ve bazı çizgi roman dükkanlarında düğün törenleri yapılacağı belirtildi.
BATMAN DE EŞCİNSEL Mİ?
Eşcinsel olduğu 1992’de açıklanan Northstar, 2009 yılından bu yana Kyle ile beraberdi. Ancak Marvel’dan yapılan açıklamada, bu evliliğin çiftin “sonsuza kadar mutlu yaşayacağı” anlamına gelmediği belirtildi. Hatta düğün davetiyesinde, “New York’tan geçen bu evlilik yolu rahat bir yol mu olacak yoksa köşelerde gizli tehlikeler mi olacak?” denildi.
Çizgi roman dünyasında eşcinsel karakterlerin sayısı günden güne artıyor. Hatta bazı okurlar Batman ve Robin’in gizli eşcinsel bir çift olduğunu ve yayımcıların artık bunu açıklaması gerektiğini savunuyor.
SAPIKLAR ÇOCUKLARI HEDEF ALIYOR
ABD’nin en önemli çizgi roman yayıncılarından DC Comics bu ay başında bir ilke imza attı. Çizgi roman tarihinin en eski karakterlerinden Green Lantren bu kez eşcinsel olarak sevenlerinin karşısına çıktı. Elbette bu olay resmiyeti açısından fazlasıyla önemliydi ama öte yandan çizgi roman ve film tarihi boyunca pek çok kahraman için “eşcinsel” iddiaları ortaya atılmıştı. Bunun en canlı örneğiyse BBC’nin çocuklar için yayınladığı Teletubbies karakterleriydi. ABD’deki muhafazakârlar tarafından çocukları eşcinselliğe yönelttikleri gerekçesiyle özellikle pembe karakter Tinky Winky ağır suçlamaların hedefi olmuştu. Aynı kesimler benzer suçlamaları çocukların sevgilisi South Park dizisi için de yapmışlardı. Ancak South Park’ın farkı eşcinsel olduğunu söylemese de -evinde bir seks kölesi bulundurmak gibi- aleni eşcinsel faaliyetlerde bulunan öğretmen Mr. Garrison karakteriydi. Garrison sırf bir LGBT üyesi değildi aynı zamanda aynı bölümde lezbiyen, gay ve travesti olmayı da başarmıştı. Hoş South Park zaman içinde eşcinsel karşıtı tutumu yüzünden de eleştirildi ama günümüzde eşcinsel eğilim gösteren karakterler çizgi yapımlarda çok daha rahat bir yaşam sürüyorlar. Family Guy’ın -kaslı erkekli rüyalar gören- Oscar Wilde türevi bebeği Stewie ya da Simpson’ların -bir bölümde patronu Mr. Burns’le öpüşen- asistanı Smithers için eşcinsel göndermeler yapmak pek sorun değil.
Geçmişe göz gezdirdiğimizdeyse çok daha ilginç durumlarla karşılaşıyoruz. Özellikle henüz otuzlu yıllarda çocukların ilgi alanına girmeye başlayan Walt Disney karakterlerinin tavırları bir zaman sonra dikkat çekmeye başlamıştı. İsterseniz Bugs Bunny’yi inceleyerek başlayalım; sık sık parfüm kullanıyor, kadın giysilerinden oluşan bir gardrobu var, rekor sürede makyaj yapabiliyor ve bir erkeğe göre fazla kıvrak zekâlı. Ya Duffy Duck, devamlı hakettiğinden az ilgi gördüğünü düşünen bir primadonna olabilir mi? Rivayet odur ki Walt Disney’in sinsi yaratıcıları Duff’i siyahi ve escinsel insan prototipi olarak tasarlamışlar. Otuzlu yılları düşünürsek bunun hangi siyasi akımla paralel gittiğini söylemeye gerek yok sanırım. Evet Naziler belki Almanya’daydı ama fikirleri ülke sınırlarının çok dışına taşmıştı. Bir başka çizgi film ikonu olan Hanna-Barbara yapımlarının en bilindik ismi Ayı Yogi’ye ne demeli. Yogi zamanının çoğunu Yellowstone Parkı’nda Bobo’yla birlikte geçirir. İkili arasında anlaşılması zor bir ilişki vardır. Bobo acaba Yogi’nin oğlu mudur yoksa sadece boyu mu kısadır ve arkadaş mıdırlar? Herhangi biri Ayı Yogi’yi dişi ayı Cindy’e ilgi gösterirken görmüş müdür? Cindy’e yapması beklenen şekerlemeyle kandırma girişimlerini genelde Bobo’ya uygular.
Seksenler aslında tam anlamıyla çizgi karakter patlamasının yaşandığı yıllardır. He-Man’den Şirinler’e kadar pek çok yeni karakter hayatımıza seksenlerde girdi. Hele He-Man! Erkek çocuklar için tam bir idoldü. Ancak herhangi bir erkeğin He-Man’in giydiği türden bir kostüm giyebileceğini düşünmek de oldukça sıradışı olurdu. Bir de normal hayatında kılıcını kuşanmadan önce pembe taytla ortalıkta koşturan Prens Adam var tabii... Elbette bunların hepsi birer iddia. He-Man’in bir çocuk filminde Tila’yla ya da herhangi bir başka karakterle ateşli aşk yaşaması beklenemez, ama bunun yerine devamlı kaslı ve slip donlu adamlarla güreş tutması da fazlasıyla garip değil mi? Şirinler içinse zaman içinde fazlaca efsane üretilmiştir. Komünizm propogandası yapıldığından tutun da nasıl ürediklerine kadar pek çok şüphe bu şirin mavi karakterlerin etrafında dolaşır durur. Ancak standart insan karakterlerini bir köye doldurmuşsunuz hissi yaratan Şirinler Köyü’ndeki Kibirli Şirin’in açıkça bir eşcinsel olduğunu söylemek kırıcı olmaz herhalde. Her neyse seksenlerde öne çıkan bir başka karakter de Batman’di. Bat-Mobil’i ve yardımcısı Robin’le birlikte Gotham City’nin kötülüklerine bir dur demek için çırpınan gizemli kahramanımızın günlük hayatında Yogi ve Bobo arasındakine benzer bir ilişkisinin olduğunu söylemek mümkün. Elbette daha gizemli bir havada!
Hep erkeklerden bahsettik peki hiç lezbiyen karakter yok muydu çizgi dünyasında? Snoopy’nin favori karakterlerinden Naneli Patty’i örnek gösterebiliriz. Tam bir erkek fatma olan Naneli Patty bir keresinde kendisini erkek sanan bir çocuğa tepkisini onu döverek göstermişti. He-Man’in kardeşi She-Ra da eşcinsellik iddialarından nasibini almıştı, ama She-Ra’yı fazla suçlamanın manası yok. Çünkü bulunduğu gezegende ortalıkta pek erkek karakter de yoktu. Aslında tek erkek karakter olan Bow da fazlasıyla efemine bir hal içindeydi. Hatta bir keresinde kötü ejderhayla savaşırken “ben bir erkeğim” diye kabarmıştı ama ejderha kendisine gülerek yanıt vermişti.
Green Lantren’dan sonra önümüzdeki günlerde başka çizgi kahramanlar da cinsel tercihlerini açıklarsa şaşırmayın.
UYANSANA TÜRKİYE!!!
14 Kasım 2016 Pazartesi
9 Kasım 2016 Çarşamba
8 Kasım 2016 Salı
HUZUR ELİ
EĞİTİM KÜLTÜR VE YARDIMLAŞMA DERNEĞİ
ERDEMLİ GENÇLİK PROJESİ
İÇİNDEKİLER
Derneğin tüzükteki amacı
Projenin gerekçesi
Projenin amacı
Trabzon ili örnek uygulama ve geri dönüşler
Projenin sürdürülebilirliği ve fonksiyonelliği
Sonuç
Derneğin tüzükteki amacı
Dernek, Toplumsal, kültürel, çevresel, ekonomik sorunlara
duyarlı, okuyan, araştıran, analiz eden, fikir üreten, problem çözme becerisine
sahip bireyler yetiştirmek, toplumsal kültürel ve ailevi değerlerin
korunmasını, geliştirilmesini ve gelecek nesillere etkin olarak aktarılmasını
sağlamak, vatandaşların bireysel hak ve özgürlüklerin, demokratik hak ve
ödevlerin farkında olmasını, demokratik süreçlerde, bölge ve ülke sorunlarının
çözümünde aktif rol almasını teşvik
etmek, farklı kişi, kurum ve kuruluşları bir araya getirerek sosyal, kültürel,
ekonomik projeler üretmek, bireysel nitelikleri geliştirmek, istihdam
sağlanmasına katkıda bulunacak organizasyonlar planlamak, maddi ve manevi
desteğe ihtiyacı olan gaziler, şehit yakınları, doğal afet mağdurları, maddi
durumu iyi olmayan kişi ve ailelere yönelik iyileştirici projeleri hayata
geçirmek, toplumda temiz çevre bilincini etkin hale getirecek, atık yönetimi,
geri dönüşüm vb. konularda çalışmalar yapmak, madde bağımlılığı başta olmak
üzere çocuk ve gençlerin ruh ve beden sağlığını tehlikeye atacak zararlı
davranışlara karşı mücadele etmek amacı ile kurulmuştur.
1
Projenin gerekçesi
Ülkemizde ciddi bir genç nüfus
potansiyeli mevcuttur. Bu potansiyelin iyi eğitilmesi, yetiştirilmesi, hayata
kazandırılması Ülkemiz adına önemli bir kazanımdır. Ülkemizin 2023 ve 2071
hedeflerine emin adımlarla ulaşması gençlerin çalışmalarıyla gerçekleşecektir.
Fakat tersi durumda bir o kadar sıkıntı arz etmektedir. Son dönemlerde ülkemizde yaşanan olaylar, yapılan
araştırmalar ülke gençliğinin ruhen, bedenen ve sosyal olarak ciddi risk
altında olduğunu göstermektedir. Bu tespitimizi doğrulayan gençlerin zararlı
madde kullanımı, suça karışma oranları gibi bazı veriler şu şekildedir;
Emniyet
Genel Müdürlüğünün 2014 yılı Türkiye uyuşturucu raporuna göre uyuşturucu
kullanım oranı %17 artmıştır. Uyuşturucudan ölüm yaşı ortalaması 35 iken bu
sayı 31 yaşa düşmüştür.
Uyuşturucu
kullananların %84’ü 31 yaş altındadır.
Türkiye
sigarayla savaş derneğinin açıklamasına göre sigara kullanan insanlarımızın
%40’ı 15 yaşından önce, %90 ‘ı da 20 yaşından önce sigaraya başlamıştır.
Türkiye
İstatistik Kurumunun araştırmalarına göre 2012 yılında karakola düşen çocuk
sayısı 245 bin iken bu sayı 2013 yılında %11,6 artarak 274 bin olmuştur. Suça
karışan çocuk sayısı ise %15 artmıştır. Yine yapılan araştırmalar sigara
kullanma yaşının 7 ye bonzai kullanma yaşının 11 e kadar düştüğünü
göstermektedir.
Bu
verilerin haricinde, bonzai kullanan gençlerin içler acısı hallerini, okul
kapılarında birbirini yaralayan gençleri, küçücük çocukların sigara içmesini,
yine çocukların ve gençlerin her türlü yasa dışı faaliyette, yasa dışı
gösteride, terör faaliyetlerinde kullanıldığını ülke gündemini sarsacak
cinayetlere sebep olduklarını ve buna benzer birçok acı verici olayın aktörü
olduğunu görmekteyiz. Bütün bunlara seyirci kalmamak bir gencin bile olsa
hayatının kararmasına engel olmak, birçok unsurun olumsuz kuşatmasında olan
gençlerimize sahip çıkmak adına projemizi sizlere sunuyor ve desteğinizi arzu
ediyoruz.
2
Projenin amacı
Erdemli gençlik projesiyle,
derneğimizin tüzüğünde de yer aldığı üzere, sorumluluk alan, düşünen, analiz eden, fikir üreten, proje
üreten ve en önemlisi iyilik üreten donanımlı gençler yetiştirilmesi
hedeflenmektedir. İç ve dış unsurlarla kötülüğün yaygınlaştırılmaya çalışıldığı
günümüzde, Türk ve Müslüman kimliğimizin gereği olarak iyiliği artırmak asli
görevimiz ve hedefimizdir.
Yapacağımız seminer ve diğer
çalışmalarla kuracağımız küçük müspet gruplar, Ülkemizin çehresini
değiştirecek, insanımıza maddi ve manevi fayda sağlayacak iyilik ordularına
dönüşecektir.
Bu proje sayesinde birlikten kuvvet
doğduğu, her bir bireyin, atacağı küçük adımlarla çevresini
güzelleştirebileceği, insanları mutlu edebileceği, eser üretebildiği uygulamalı
olarak ortaya konulacaktır.
Toplu olarak suç işlemenin,
insanlara, çevreye zarar vermenin sıkça karşımıza çıktığı aşikârdır. Bu
projeyle iyilik yapmayı, fikir ve proje üretmeyi, değerlerine sahip çıkmayı
benimsemiş topluluklar ortaya çıkacaktır. Projenin devamında Trabzon özelinde
ve İnşallah Türkiye genelinde Erdemli gençlik çatısı altında toplanmış, faydalı
yapılar ortaya çıkacaktır.
Programlar neticesinde okullarda,
Trabzon’da ve Türkiye genelinde Erdemli Gençlik gazeteleri, dergileri ve
kitapları yazılması hedeflenmektedir.
Özet olarak, kendini tanıyan, vatanı
milleti için değer üreten, iyiliği artırıp kötülüğü azaltmaya baş koymuş, 2023
ve 2071 Türkiye’sinin mimarı olacak Erdemli gençler yetiştirmek, derneğimizin
bu projedeki en önemli amacıdır.
3
Trabzon ili örnek uygulama ve geri dönüşler
Derneğimizin Trabzon’da faaliyet
gösterilmesi nedeniyle projeye Trabzon ilinde ve seçilen üç lisede Yazar, TV. Programcısı
Fehmi DEMİRBAĞ’ın katılımıyla başlanmıştır. Milli Eğitim ve Kaymakamlık ’tan
gerekli izinler alınarak seçilen okullarda Erdemli Gençlik seminerleri
düzenlenmiştir.
Daha fazla dikkat çekmesi, daha
verimli olması adına tiyatral ve interaktif uygulamalar yapılmış,
katılımcıların çoğu gösteriye dahil edilmiştir. Bu sayede yaklaşık iki saat
süren programlar büyük bir ilgiyle takip edilmiştir.
Seminer süresince Fehmi DEMİRBAĞ
Hocamız tarafından Türk ve Müslüman kimliğimiz, sahip olduğumuz değerlerimiz,
potansiyelimiz akıcı bir üslupla aktarılmıştır. Hem programın kayıt altına
alınması hem de isteyince ortaya eser konabileceğini göstermek adına bütün programlar
seçilen iki öğrenci tarafından yazıya aktarılmıştır. Etkinliğin her aşamasında,
soru-cevaplarla, küçük hediyelerle katılımcılar motive edilmiştir.
Programların ikinci aşaması olarak
her okulda iyiliği yaygınlaştıracak olan, faydalı programlar yapacak olan
iyilik kulübü, fikir ve soru üretecek olan düşünce kulübü, ortaya çıkan
ürünleri yazıya aktaracak, okul adına gazete ve kitap çıkaracak olan edebiyat kulübü
ve bu kulüplerin koordinasyonunu sağlayacak olan koordinasyon kulübü
oluşturulmuştur. Bu kulüpler ile dernek olarak iletişime geçilecek ve projeler
üretilmeye devam edecektir.
Oluşturulan bu kulüplerin öğrencileri
gerçek manada motive ettiği, sorumluluk kazandırdığı programlar esnasında
gözlemlenmiştir.
Programlar Milli değerlerimize bağlı
kalınacağına, iyiliği artırmak için mücadele edileceğine dair ahitleşmeyle ve
dağıtılan kitapların imzalatılmasıyla son bulmaktadır.
Programların ardından öğrenci ve
öğretmenlerden olumlu dönüşler gelmektedir.
88. Yıl A.L Müd. Yrd. Ayhan KOÇ, programın
tekrar yapılmasını ve bütün öğrenciler katılım sağlayıncaya kadar devam
etmesini talep etmektedir.
Etkinlikten sonra bizlere ulaşan Akif
BEKTAŞ isimli öğrenci, görevli olduğu kulüplerle etkinlikler yaptıklarını
belirterek, bu etkinliklerin daha büyük çapta gerçekleşmesi için derneğimizin
desteğini talep etmektedir.
Bir diğer öğrenci Kübra SEYYAR ise üç
senedir okuduğu okulda ilk defa bir programın bu kadar ilgiyle takip edildiğini
belirtmektedir. Seminerler Yerel medyada önemli yer edinmiştir.
Projenin sürdürülebilirliği ve fonksiyonelliği
Erdemli gençlik projesi, uygulaması
bakımından sınırsız sürdürülebilirlik noktasındadır. Bütün okullarda, STK
larda, üniversitelerde başarılı bir şekilde uygulanabilecek niteliktedir. Bu
özelliği sayesinde Türkiye genelinde oluşacak bir Erdemli gençlik yapısının
temel taşı olacaktır.
Ayrıca program içeriği talep ve
ihtiyaca göre revize edilerek, pratik faydalar sağlayacaktır.
Sonuç
15 Temmuz gecesi Erdemli Türk
gençliğinin sahip olduğu Vatan, millet sevdası bir kez daha gün yüzüne
çıkmıştır. Ülkesi için gözünü kırpmadan can veren bu gençler için mücadele
etmek, proje üretmek, sorumluluk sahibi herkesin üzerine borçtur. Bizler Huzur
Eli Deneği olarak, idarecilerimizin desteğiyle bu sorumluluğumuzu yerine
getirmek istiyoruz
5 Kasım 2016 Cumartesi
KURTULUŞ SAVAŞI
BİTMEMİŞTİ Kİ YENİDEN BAŞLASIN!
AFGANİSTAN'IN RUSLARCA İŞGALİYLE FİİLİ CEPHE BİR KEZ DAHA AÇILMIŞTI ZATEN.
TA 1325 YILINDA DÖNEMİN PAPASI BUGÜNLERİN STARTINI VERMİŞTİ , ZAHİR.
"BU KAFİR TÜRKLERİN HRİSTİYANLAŞMALARI İÇİN YAPTIĞIMIZ HAÇLI SAVAŞLARI NETİCE VERMİYOR, AKSİNE ONLARIN BİRLEŞMELERİNE SEBEP OLUYOR. ARTIK SICAK SAVAŞ DÖNEMİNİ BİTİRİYORUZ VE SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİNE GİRİYORUZ DEMİŞTİ. YÖNTEMİMİZ İSE ONLARLA DİYALOG VE HOŞGÖRÜ ÇATISI ALTINDA BİR ARAYA GELECEĞİZ. YANİ ONLARI HRİSTİYANLAR GİBİ YAŞAR HALE DÖNÜŞTÜRECEĞİZ."
1645 TE FRANSIZLAR BU YÖNTEMİN İZİNDE GİDEREK ÜLKEMİZDE MİSYONER OKULLARI AÇARLAR. ARDINDAN BİLUMUM YEDİ DÜVEL YİNE OSMANLI TOPRAKLARINDA NİCE OKULLAR AÇARLAR. BU OKULLAR ANCAK İŞİN SONUNDA SICAK CEPHE AÇIMINA SEBEP OLURLAR. SON OKULLARI İSE DİLİ BESMELELİ, YÜREĞİ KAFİR BİR HAİNLE AÇMIŞLARDIR.
DOMİKİENLER...FRANSİSKENLER...CİZVİT PAPAZLARI...YAHOVA ŞAHİTLERİ...BİLUMUM SÖMÜRGECİ TARİKAT ŞEYTANİ ZİKİRLERİNİ SEDA EDERLER ANADOLUMUN GÖĞÜNE...EVLAD-I FATİHAN TOPRAKLARINA! VE DAHİ SIZMIŞLARDIR İSLAMIN BÜTÜN KURUM VE KURULUŞLARINA; KAVRAMLARINA...
1864 TE İNGİLİZ SÖMÜRGE BAKANI...
1964 TE GÜLHAÇLAR...
1965 TE VATİKAN...
TEK BİR HEDEF VARDIR; İSLAMI YERYÜZÜNDEN SİLMEK!
ÜMMETİN ÇOCUKLARI BU HEDEFTEN HABERSİZ DÜNYALIK GAYELERİ UĞRUNA ONLARIN...YANİ FARKINDA OLMADAN YA DA OLARAK KÖLESİ OLDUKLARI EFENDİLERİNİN AMAÇLARI DOĞRULTUSUNDA SADIK BİR HİZMETKAR OLARAK ÇALIŞIRDA ÇALIŞIRLAR...
VATAN TOPRAKLARI KAYBEDİLİR BİR BİR...
ARKASINDAN, DEĞERLER...İNANÇLAR...
KIVAMA GELİNMİŞTİR AMMA!
İNKILAPLAR...MUASIRLAŞMALAR...ÇAĞDAŞLIK MASALLARI...BİR DE DEMOKRASİ...
ŞİMDİ...SAVAŞIN EN KIZIŞIK ZAMANINDAYIZ...
CEPHE GENÇLERİMİZİN İMAN VE AHLAKLARI; SAVAŞ İSE ACIMASIZCA...
RAKAMLAR FECAAT...
%44 DEİST BİR NESİL...LGBTİ...ENSEST...UYUŞTURUCU...BATILILAŞMA...MODERNİTE KUŞATTIKÇA KUŞATMAKTA NESLİMİZİ, GELECEĞİMİZİ! OKULLAR BOYU YALAN...SOKAKLAR BOYU VAHŞET!
BU ZAMANDA BİR DAKİKA BOŞ ZAMAN GEÇİRMEK HARAM!
EY MÜSLÜMANLAR...
TERÖRÜN HER TÜRLÜSÜ GANİ GANİ...
EYYAMCILARI, İŞBİRLİKÇİLERİ ES GEÇİN!
EY İMAN EHLİ; İMAMLAR, ÖĞRETMENLER...SANATÇILAR, YAZARLAR...
GÖRMÜYOR MUSUNUZ GELECEĞİMİZ TEHDİT ALTINDA; TEHLİKEDE!
TOPTAN ALLAHIN İPİNE SARILMA ZAMANI GELMEDİ Mİ? DAĞILIP, PARÇALANMA AŞAMASINA GELDİĞİMİZİ GÖRMÜYOR MUSUNUZ?
KÜLTÜREL İŞGALİ BİTİRMEZSEK SİLAHLI İŞGALİMİZ KAÇINILMAZ OLACAK!
FEHMİ DEMİRBAĞ
BU ZAMANDA BİR DAKİKA BOŞ ZAMAN GEÇİRMEK HARAM!
EY MÜSLÜMANLAR...
TERÖRÜN HER TÜRLÜSÜ GANİ GANİ...
EYYAMCILARI, İŞBİRLİKÇİLERİ ES GEÇİN!
EY İMAN EHLİ; İMAMLAR, ÖĞRETMENLER...SANATÇILAR, YAZARLAR...
GÖRMÜYOR MUSUNUZ GELECEĞİMİZ TEHDİT ALTINDA; TEHLİKEDE!
TOPTAN ALLAHIN İPİNE SARILMA ZAMANI GELMEDİ Mİ? DAĞILIP, PARÇALANMA AŞAMASINA GELDİĞİMİZİ GÖRMÜYOR MUSUNUZ?
KÜLTÜREL İŞGALİ BİTİRMEZSEK SİLAHLI İŞGALİMİZ KAÇINILMAZ OLACAK!
FEHMİ DEMİRBAĞ
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)