Kasımpaşalı'yı Konuştuk
Televizyon Programcısı,Yazar Fehmi
Demirbağ ile Cumhurbaşkanımızı anlattığı romanı Kasımpaşalı/Ben bu oyunu
bozarım isimli Romanı ve diğer çalışmaları üzerine sohbet ettik.
Talip
AKSOY/Röpörtaj/Fehmi DEMİRBAĞ
Talip AKSOY:
Televizyoncu,
yazar, kalem erbabı kıymetli Fehmi Demirbağ ile beraberiz,USA'ndık Darbeye
Hayır, Battal Gazi, Dünya Beş'ten Büyüktür, Kasımpaşalı ( Ben Bu Oyunu
Bozarım), One Minute, Herotürk/ (6 ayrı roman, 4 ayrı çizgiroman), Uyursan
Uyanamazsın, İyi insan olmanın Kodları, Dan Brown Müslüman mı oldu?, Dindar ve
Ahlaklı Nesil, gibi yayınlanmış-yayınlanmamış
50 ye yakın eserleriniz mevcuttur.
Yoğun
geçen bir Ramazan ve iftar programlarının akabinde ve Ramazan Bayramı
tatilinden sonra, sıcak bir hava 'da Hicrethaber ailemizin Fenomen
yazarlarından Sayın Demirağ'in daha önce kaleme aldığı ve ciddi bir
Roman olan KASIMPAŞALI'' Ben bu oyunu bozarım'' üzerinde konuşmak istedik.
Çünkü
üstad toplumumuzun sorunları üzerinde ciddi projeleri olan ve özellikle gençler
ile hasbihal eden biri, onlar için adeta yırtınan-didinen, projeler ortaya
koyan biri. Bunu yazılarında ve yaptığı
programlarda canhıraş bir şekilde de dillendiriyor.
Üstadım
Öncelikle size şöyle bir soru sormak istiyoruz Fehmi Demirbağ kimdir. Kendimizi
kısaca beni tanıtır mısınız.
Fehmi
DEMİRBAĞ: Evet biz "ömür takviminden gün kaybeden" bir bireyim.
Hem kulluğumuzu ifa etmenin, hem de "yaşadığımız çağın sorunlarını"
hem de "gelecek nesillerin mesuliyetini" omuzlamaya
çalışıyoruz.Google amca bile yaptıklarımızla ilgili şerhler düşmüştür elbet
diyoruz:))
Neden Kasımpaşalı?
Evet Kasımpaşalı bir duruşun adıdır. Daha doğrusu müesses nizam’a karşı dik
duruşun, mazlum'dan yana zalime karşı durmanın adıdır. Haksızlıklara karşı işte
bir dik duruşun ya da mazlum'dan yana tavır almanın adresidir. işte Kasımpaşa, Karagümrük
gibi yerler külhanbeyi olmanın, racon kesmenin özellikle moderniteye karşı
şuursuzca da olsa efelenmenin-dik durmanın adresleridir. Kasımpaşa'da tabii olgusunda reisin de
gençliğinin geçtiği yer olarak...oraya da özdeşleşmiş bir yer olduğu için böyle
bir isimlendirdik. Ben bu oyunu bozarım Tatar Ramazan isimli bilinen bir
eserin-filmin repliğine ithafen
kullandığımız bir slogan.
Zaten Tayyip
Erdoğan'ın kimliği, milli görüş kökenli olduğu için... milli görüşün anti
emperyalist dokusu bu müesses nizam a karşı...ki bu görüşün refleksi, bu düzen
değişecek duruşu tavrı düzleminde idi. Hak-batıl kavgasına işaret
ediyordu. Bunu işaret etmek istedik. Bir
de şunu anlatmak istedik; tarihe yön veren, yaşarken önem arz eden kimi kişi ve
kişiliklerin de gençler için rol model mukayesesinde tanıtılması gerekiyor. Tayyip Erdoğan hikayesi bir başarının
hikayesidir. One minute, Dünya 5'ten Büyüktür vurguları şimdi politize edilsede
yakın zaman diliminde dünya gençliği içinde bir Che Quevera etkisi yapacaktır.
Tayyip Erdoğan in bir bizdeki karşılığı var, bir de
dışarıda ki karşılığı var, Biz bunu 7 Haziran seçimlerinde gördük. İtalyan
basını özellikle seçimlerdeki bu ani oy düşüşleri ile bir sevinç naraları atmışlardi
ve bu şöyle ifade edilmişti:
"Son 1000 yılın Selahattin Eyyubisi
durduruldu!"
Zaten
İslam kelimesi batıyı ve batıl bütün yapıları oldum olası tedirgin etmiştir,
bundan sonra da bu böyle devam edecektir. Özellikle 1300 lü yıllardan sonra,
yani Haçlı savaşlarının bitiminde dönemin papazlarının söylemleri çok
önemlidir. "Bu kafir Türklerin Hristiyan
olma gibi bir olasılığı yoktur. Onlara karşı yeni politikalar geliştirmemiz
lazım. Diyalog ile hoşgörü ile davranmamız lazım. Burada önemli olan olay ise
Müslümanların nasıl Hristiyanlar gibi bir yaşamalarını temin edebiliriz? Bu
arayışları onların nasıl muasırlastıklarını, Osmanlı'nın yıkılış sürecini ve
Cumhuriyet tarihi ile beraber gelen süreci itinayla takip etmemiz gerektiğini tarihsel bir perspektifle
ortaya koyar.
Tayyip
Erdoğan oyunun sonlarına doğru sahaya çıkan golcü bir oyuncudur. Onu sahaya
süren teknik kadroya rağmen kendi beceriyleriyle sahada yer almaktadır. Bizde
bu kitapta Tayyip Erdoğan'a rağmen Tayyip Erdoğan'ı anlatmak istedik.
Çünkü
olaylar olup bittikten sonra biraz daha doğal olarak fotoğraf daha bariz açıklanabilir.
Turgut Özal dönemini, Mustafa Kemal dönemini, hatta Abdülhamit dönemi, hatta Abdulaziz
dönemini bir tarihsel misyonu ile beraber değerlendirmek, kırılma noktalarını
tespit etmek gerekir diye düşünüyorum. Günümüzün Türkiyesine gelince,
teknolojinin de modernitenin değiştirme ve dönüştürme gayretlerini...biraz da
sokağın diline kadar, gündelik yaşamına kadar girdiği bir süreçte kavramların
gelişiminin izini iyi takip etmek gerekir.
Enformatik çağ bizi şöyle bir tehlikeyle karşı karşıya getirdi.Önceliklekalaylı
bir cehalet getirdi. Yani bilgi kirliliği... Yani bu kadar kolay ulaşılabilen
ve ve bu kadar da zehirlenmeye sebep olan bir kavramdan söz ediyoruz.
Toplumlarda liderlerin karizmatik kimlikleri hem kendi toplumunun hem de
yaşadıkları çağların belirleyici amil unsurları olmuşlardır. Dolayısıyla
bilginin hoyratça üretildiği ve tüketildiği günümüzde liderlerin kimlikleri
üzerinde rahatlıkla spakülatif yönlendirmeler rahatlıkla bir anlayış ve algı
dizaynına rahatlıkla dönüştürülebilmektedir. Yakın zamandan bakalım. Afrikada
kitlesel katliamların canisi William Churchill bir
anda İngiliz devlet adamı sıfatıyla eli kanlı lider kimliğinden
sıyrılabilmektedir. Stalinin, Mao'nun ve hatta De Goulle'nin katliamları
görmezden gelinebilmektedir. Demokrasi makyajı batılın kan düşkünü bu
liderlerinin eylemlerini rahatlıkla kahramanlık pozuna indirgeyebilmiştir.
Yakın zamanın ortadoğusu, özellikle de Müslüman coğrafyaların kan revan
hali...hatta dezanformasyona tabi tutulup, oradaki özgürlük mücadelesi veren
insanların duruşunu terörist olarak tarihi bir kayda dönüştürmektedir. Öyle bir
tarih anlayışı inşa olunmuştur ki misal haçlı seferlerinin gaddarlığıyla bile
yüzleşememektedir günümüzün hegemonlarının algısına bağlı tarih anlayışı.
Ancak bizim medeniyet
algımız batının medeniyet algısından farklıdır. Hatta bizim bütün
kavramlarımızın koordinatları batının hiçbir değer algısıyla aynı değildir. Biz
liderlere bağlı hayat anlayışında olan bir topluluk değiliz. Dünyadaki
varlığımızı imtihan olarak kabul etmişizdir. Liderlerinde imtihanda olduğunu
biliriz. Musalla hepimizi eşitler. Bu anlayışımızda sapmalar olunca tarihsel
hesaplaşmalar içinde bizlerde kaybetmeye başlarız. Batıl olan düşünce bir
müslümana bulaşınca yani o da sırat-ı müstakinden sapınca sapıklık ve sapkınlık
onu da zalimleştirir. Adaletten uzaklaştırır. Kibir merkezli bir hastalık
liderin şahsı üzerinden toplumu bir salgın hastalıkla karşı karşıya getirir. Bu
gibi durumlar cehaletin zirve olduğu dönemlere denk gelir. Kör cehalet ile ben
çok biliyorum cehaletidir bu süreç.
Günümüzde de manevi
hastalıkların yoğun olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Doğru değerlendirmeler yapıp,
doğru teşhislerde bulunmak zorundayız ki hastalıkların adını netleştirelim ve doğru
tedavi yöntemlerine başvuralım. Yoksa ölümcül halde olduğumuzun farkına bile
varamayız. Özellikle hastalıklı yetişkinlerin yetiştirdiği hastalıklı gençlerle
bozularak yok olur gideriz. Senin acı akıbetini sabırla bekleyen akbabaların
cesedinin üzerine canlı canlı hücumları artık an meselesidir.
Yani dönemimizi bir kişiye atfederek ve bütün
yükümlülüklerimizi bir kişiye vererek biçimlendiremeyiz. Aynı
kişiye bağlı olarak takılıp kalmamak lazım. Onun şahsında belki bugünlerin
sıkıntılarının sancıları bir nevi belki ertelenebilinir. Ama yarın odaklıdır
bugünler. Yani Tayyip Erdoğan bugün var
yarın yok. Her birey gibi, her nefes gibi o da neticede kulluk görevini icra
edenlerden bir tanesi.
Ama Türkiye'nin
içinde bulunduğu durum itibariyle maalesef 80 milyon müslüman Tayyip Erdoğan'ın
kimliğine takıldık ,kaldık. Onun ölümü (Allah gecinden versin) ve sonrasında
nasıl bir Türkiye olacak şimdiden açıklayamıyoruz. Bu cevapsızlık sevenleri
açısından da aynı, nefret edenleri açısından da.
Aslında sıkıntı da olan bu süreç işin aslı üç ayrı kimliğe odaklanmış. Türkiye siyaseti bir tarafta Abdullah Öcalan bir tarafta Tayyip Erdoğan bir tarafta Fethullah Gülen... bu üç kişinin ölümü dahi, yani sıkıntı ile beraber bir de kırılma ve yeni gebelik dönemini teşkil ediyor; belirsizlikler!
Yani Tayyip Erdoğan'ın doğru okunması gerekiyor. Yani ne putlaştırmanın bir anlamı var, Mabutlaştırmanın bir anlamı var, ne de görmezden gelme yani Övgü ile Sövgü arasına tıkıştırmanın. En azından aydın kesimin biraz daha mesafeli durması gerekiyor. Toplumun geneli de maalesef ki hertürlü abartıya müsait, ki maalesef okumayan cahil bir kesimimiz var. Malum toplum olarak da ziyadesiyle törpülenmişiz. İşte görüyorsunuz Eğitim, sağlık, adalet, güvenlik gibi kavramların nasıl adeta paçavraya dönüştüğünü. Zaten uzun yıllardır korkunç travmalar yaşanmı bir toplumuz.
Aslında sıkıntı da olan bu süreç işin aslı üç ayrı kimliğe odaklanmış. Türkiye siyaseti bir tarafta Abdullah Öcalan bir tarafta Tayyip Erdoğan bir tarafta Fethullah Gülen... bu üç kişinin ölümü dahi, yani sıkıntı ile beraber bir de kırılma ve yeni gebelik dönemini teşkil ediyor; belirsizlikler!
Yani Tayyip Erdoğan'ın doğru okunması gerekiyor. Yani ne putlaştırmanın bir anlamı var, Mabutlaştırmanın bir anlamı var, ne de görmezden gelme yani Övgü ile Sövgü arasına tıkıştırmanın. En azından aydın kesimin biraz daha mesafeli durması gerekiyor. Toplumun geneli de maalesef ki hertürlü abartıya müsait, ki maalesef okumayan cahil bir kesimimiz var. Malum toplum olarak da ziyadesiyle törpülenmişiz. İşte görüyorsunuz Eğitim, sağlık, adalet, güvenlik gibi kavramların nasıl adeta paçavraya dönüştüğünü. Zaten uzun yıllardır korkunç travmalar yaşanmı bir toplumuz.
Aslında kıymetini bilirsek Tayyip Erdoğan'ın liderlik
yaptığı bu zaman dilimi bu toplumda yaşadığımız bir sükunet zamanıdır. Mevcut
liderlerle mukayese edecek olursak yaşanılan
olayları bir nevi ufak badirelerle atlattığımızı da kabul edelim. Ki bana göre en
ufak badiremiz 15 Temmuz'du. Varın ötesini siz düşünün.
Şimdi ise hastalığın ateşli olduğu bir döneme girdik.
Bir hırsızlık müessesesi, rantiye müessesesi alabildiğine güçlendi. Akılsızlık,
Allahsızlık ve ahlaksızlık hiç bu kadar güçlenmemişti. Türkiye bir ahlaksızlık
batağına sürükleniyor. Mak
araştırma şirketi dindarlık araştırması hakikatimizi ortaya koydu. Türkiye
Müslüman toplumunda rakamlar endişe verici. %78 Namaz kılmıyor, %75
Kur'an okumuyor.,%45 Kadere inanmıyor, %54 Kur'an
okuyamıyor, %55 Ramazanda oruç tutmuyor, %65 Hiç Kur'an kursuna gitmemiş, %65
Peygamberimizin hayatını okumamış, %30 Hiç camiye gitmemiş, %49 Evlenirken
dindarlık çok önemli değil diyor, %59 Selamlaşırke, 'Selamun aleykum' demiyor, %46
Halifelik istemiyor, %35 Güsül abdesti almıyor. Bütün
bu işler aslında devletin kurumlarının bir iş yapmadığının da göstergesi. Hani
diyanet, hani milli eğitim bakanlığı...İslamcılar yalnızca zekat parası
toplamakla...ya da yandaşlarını devlet kurum ve kuruluşlarına işe
yerleştirmekle meşguller. Bütün bunların yükünü bir kişeye yüklemek haksızlık.
Herkes bulunduğu makamım Tayyip Erdoğanı olmak zorunda.
Bakın bir örnekleme yapayım; sandviç ekmeğinin arasına
domuz sosunu koyuyorsunuz. Sonra üzerine alengirli soslar ve Besmele çekip yemeye
başlıyorsunuz. Olmaz kardeşim! Yani bu örnekten yola çıkacak olursanız
yediğiniz haltlara Besmele çekip meşrulaştıramazsınız.
Maalesef bir abdestli Kapitalizm sürecindeyiz. Ilımlı İslam tuzağının neticesindeyiz. Tayyip Erdoğan'ın ister istemez Müslüman kimlikli olması, milli görüş kökenli olması ister istemez her türlü konunun dine dayalı açıklanması ihtiyacı ve onun liderlik takvimi onun bu kırılma döneminde öne çıkmasını sağlıyor. Kadrosunun toplama bir kadro olması ise onun parotenerliğinde şimşekleri üzerine çekmesine sebep veriyor.
Maalesef bir abdestli Kapitalizm sürecindeyiz. Ilımlı İslam tuzağının neticesindeyiz. Tayyip Erdoğan'ın ister istemez Müslüman kimlikli olması, milli görüş kökenli olması ister istemez her türlü konunun dine dayalı açıklanması ihtiyacı ve onun liderlik takvimi onun bu kırılma döneminde öne çıkmasını sağlıyor. Kadrosunun toplama bir kadro olması ise onun parotenerliğinde şimşekleri üzerine çekmesine sebep veriyor.
Bireysel yaşantılarımızın toplumsal hayatla
parelelliği yaşayan tarihin çarpıklığını ortaya koyuyor. İşte biz Kasımpaşalı
romanımızda Tayyip bey'in sıradan insan olan yönüyle lider olan kimliği
arasındaki sorgulamayı anlatmak istedik. Aslında anlattığımız herbirimizin
kendi hikayesiydi aynı zamanda. "Ben bu oyunu bozarım" Kasımpaşalı
vurgumuzun açılımıydı. Aslında
herbirimiz bir Kasımpaşalı değil miyiz? Onun için sevmedik mi Kasımpaşalıyı? O
bizden biri olduğu için!
Talip AKSOY:Fehmi bey Kasımpaşalı kitabından başka hangi eserlerimiz mevcuttur?
Fehmi DEMİRBAĞ: Yine biz yine Reisimizden, Tayyip Erdoğan'dan esinlenerek "One Minute"yi yazdık. "Dünya Beşten büyüktür"ü yazdık. "Dindar ve Ahlaklı Nesil" kitaplarını yazdık.
"Dünya beşten büyüktür" de biz de dünyaya
anlatmak istedik; Enerjiye,
Uyuşturucuya,Silah, Tarım ve Gıda, İlaç sektörlerinden müteşekki dünyanın
hegemonik yapısını. Bu sektörler üzerinden dünyanın 5 büyük sektörünün
menfeatlerini dünya halklarından korumaya yönelik devlet adı altındaki çeteleri
anlatmak istedik. Zalimler ve mazlumların inilti ve çığlıklarından ibarettir
tarih. İşin aslı bundan sonrada bu noktada evrilip gidecektir zamanın kıyamete
taşıyacağı insanlığın tarihi. Bunların
karşılığını anlatmaya çalıştık.
Mesela
bugün Afganistan'ı dünyanın en fazla eroin üreten ülkesi olarak vurgulanır.
Mesela Türkiye Cumhuriyeti de 1932 ye kadar dünya eroin ihtiyacının yüzde 65
'a kadar olanını karşılıyordu. Yani gavur önce uyuşturucuyla giriyor işgal
edeceği coğrafyaya. Amerikalı, Kızılderilileri yok ederken ateşsuyu olan
viskiden faydalanmadı mı? İnsanların beynini uyuşturarak arkasından bir de
kültürel uyuşmalar...işte fiziki olarak organik ya da sentetik uyuşturuculara
maruz bıraktığınızda hele ki gençliği...Dolayısıyla iradeyi insandan
kaldırdığınız zaman, işkembe ile apış arası bir mahlukata dönüştürdüğünüzde
toplumun bireylerini...Bu tür insanlardan da bir süre sonra vatan kutsallık,özgürlük
gibi şeyler artık yitık değerlerdir. insanın kendi kudsiyetini bitirirsiniz
önce. Sonra kutsal adlettiği değerlerini. Artık orası şeytanın at koşturacağı
bir arenaya dönüşmüştür. O insanın ve insanların ruhunu aldığınızda aynı
zamanda sahip olduğu herşey sizin olmuştur. Bir de başlarına kendilerinden
yöneticiler bekçiler diktiğinizde sözünüzden asla çıkmayacak köleler
edinnmişsiniz demektir.
"One
minute" da bir duruştur işte o efendilere karşı, Siyonist bazlı bir yapıya karşı...Yani "bir dakika"
diyerek, bir duruştur. Biz çocuk ve gençlerin gelecekleri ile ilgili olarak da
batıya: Ey Batı "Sen daha düne kadar insan eti dahi tüketen bir topluluktun,"
yamyamlık tarihinizi biliyoruz. (Google emmiye bi sorun batının yamyamlık
tarihi diye) Şimdi çıkmışsın bana
medeniyet dersi vermeye çalışıyorsun. Tehareti bile beceremeyen, kıçını
yıkamaktan aciz bir topluluksun. Biz bu çalışmamızda çocuklarımızı ve
geleceğimizi nasıl yetiştirmamiz gerektiğini mukayeseli batı tarihiyle birlikte
açıklıyoruz. Ne hatalar yaptığımızı ve bu hatalardan nasıl dönüleceğini ve
yepyeni bakış açılarıyla geleceğe nasıl başarıyla yol alacağımızı...Başlı
başına çocuk ve gençliğin yetişmesinde milli kodlarımızın ne olması gerektiğini
anlattık.
Burada tekrar edeceğim özellikle; Tayyipçi'lere seslenmek istiyorum. Hani kendinizi öyle pazarlıyorsunuz ya...Ki ilk fırsatta ortadan toz duman olup kaybolup gidecekleredir sözüm. Yani bu adam bir şey dediği zaman arkasında durmak lazım, yani bu adam Süpermen değil! Batman değil...Bir çizgi roman karakteri değil. Önem arzeden çok mevzuumuz var. Bu mevzularında muhatapları belli aslında. Yani her yerde ıslak imza gönderemez. Tayyip'in temsil ettiği kimlik İslam ise eğer, bunu söylüyor iseniz ? Lütfen herkes hayatına İslam'a göre çeki düzen versin! Yani Reis bizim imamımız değil, Tayyip bizim Peygamberimiz değil, Haşa şu noktada sadece mevcut Seküler düzende bir boşluk açmaya surda bir taş ,bir Gedik açmaya çalışan bir adam, bizden olan bir lider.
Burada tekrar edeceğim özellikle; Tayyipçi'lere seslenmek istiyorum. Hani kendinizi öyle pazarlıyorsunuz ya...Ki ilk fırsatta ortadan toz duman olup kaybolup gidecekleredir sözüm. Yani bu adam bir şey dediği zaman arkasında durmak lazım, yani bu adam Süpermen değil! Batman değil...Bir çizgi roman karakteri değil. Önem arzeden çok mevzuumuz var. Bu mevzularında muhatapları belli aslında. Yani her yerde ıslak imza gönderemez. Tayyip'in temsil ettiği kimlik İslam ise eğer, bunu söylüyor iseniz ? Lütfen herkes hayatına İslam'a göre çeki düzen versin! Yani Reis bizim imamımız değil, Tayyip bizim Peygamberimiz değil, Haşa şu noktada sadece mevcut Seküler düzende bir boşluk açmaya surda bir taş ,bir Gedik açmaya çalışan bir adam, bizden olan bir lider.
Büyük mesuliyetlerde
vermemek lazım kendisine. Bizim mesuliyetimizin kaynağı belli zaten, yani
İnancımız, değerlerimiz, tarihsel mazimiz, geçmişimiz, yani bunlara işaret
etmek gerekiyor. Ben özellikle ifade ediyorum ki, şu Cumhuriyet süreci denilen
şey, müslümanlara zulüm süreci, yani fiili zulüm sürecine dönüşmüştür yürlü
bahaneler altında. Bugün müslümanlar az buçuk nefes alıyorlarsa, camileri ahıra
çevirme günlerinden Çamlıca'ya Cami
yapma aşamalarına gelindiyse...Tesettürlü hanımlara okullarda bulunma hakkı
verildiyse bu günlerin hakkını vermek lazım.
O zorlu günlerin enkazının altından Bir Tayyip Erdoğan çıkartan bu
millet artık çok sayıda dava şuurunda Tayyipleri yetiştirmek zorundadır.
Talip AKSOY: Üstat! Bir de 15 Temmuz darbe girişimi oldu bu ülkede. Malum Temmuz ayındayız. Haftaya 15 Temmuz'unda yıldönümü gelmekte ve Türkiye millet olarak bu darbeyi destekleyen,planlıyan, Siyonizme,emperyalizme ve batıya karşı...işte birlik beraberlik içerisinde... sizinde kitabınızda büyük puntolarla yazdığınız ''Ben bu oyunu bozarım ''diyerek dik durmuştur. Namluları ters çevirmiştir işbirlik.i hainlere katşı. Bu uğurda şehit ve gazileri mevcuttur. İmanın küfre ve zulme üstün geldiği bir süreçyoğun şekilde bütün ayrıntılarıyla irdelenmelidir. Bu konuda sizin düşüncelerinizi almak istiyoruz.
Talip AKSOY: Üstat! Bir de 15 Temmuz darbe girişimi oldu bu ülkede. Malum Temmuz ayındayız. Haftaya 15 Temmuz'unda yıldönümü gelmekte ve Türkiye millet olarak bu darbeyi destekleyen,planlıyan, Siyonizme,emperyalizme ve batıya karşı...işte birlik beraberlik içerisinde... sizinde kitabınızda büyük puntolarla yazdığınız ''Ben bu oyunu bozarım ''diyerek dik durmuştur. Namluları ters çevirmiştir işbirlik.i hainlere katşı. Bu uğurda şehit ve gazileri mevcuttur. İmanın küfre ve zulme üstün geldiği bir süreçyoğun şekilde bütün ayrıntılarıyla irdelenmelidir. Bu konuda sizin düşüncelerinizi almak istiyoruz.
Fehmi DEMİRBAĞ:
15 Temmuz'la da artık "Usandik, Darbeye Hayır" diye bir kitap yazdık
naçizane. Şimdi 15 Temmuz olayının
detaylarını henüz bilmiyoruz. Zaman olayın asıl etmenlerinin suretlerini
belirsizlikten çıkaracaktır diye umuyoruz. Nasıl Menderes dönemiyle alakalı
başka başka sonuçlara vardı isek. Nasıl Menemen olaylarını bugün biraz daha
farklı yorumlayabiliyorsak. Hatta 28 Şubat süreciyle ilgili gün geçmiyor ki
farklı gerçekleri yeni yeni görmeye çalışıyorsak. Bugünleri kontrollü darbe,
tiyatro gibi kelimelerin arkasında göremeyiz. Bizi 15 Temmuz'a getiren
sebepleri de failleri de ortada iken...Gerçeklerin olayın sıcaklığında
sıcaklığı yitsin diye onca manipülasyonlar varken, kripto kavramı bu kadar
etkin iken...Ki halk bu tür kavramları çok ta tınmaz...Vicdan arşivinde
değerlendirir olan biteni. Toplum mühendislerinin çırpınışıyla halkın sessiz
direnişi belirleyecektir aslında yaşanılagelenleri. Abdulhamit'ten beri
yaşanılan batı baltasının koca bir çınarı budama hikayesidir bugüne kadar
yaşadıklarımız. Batılılaşmanın kozasıdır her 10 yılda tekrarı olan bilumum
kalkışmalar. 1900 dan bu zamana kadar yaşanan her 10 yıl bir fecaatin tarihidir
aslında. Amansız bir mücadelenin. Örselenmişliğimizin izlerini barındırır bu
190 yıllar. Ama Maaşallahımız var. İyi dayandık. BÜtün yara berelerimize rağmen
kuyruğumuz hep dik.
Yakın
zaman kırılmamızda Marmara depremini bir Milat kabul etmek lazım. Bir de
Dünyanın 11 Eylülünü. Tabi SSCB nin dağılımıda bugünlerin alacağı şekilde
belirginleştiriyordu.
Bizde
Zengin yatan adam sabah fakir uyandı depremle. Bugünün dinsel yapıları işte o
bireysel ve sosyolojik travma ile faaliyetlerine ivme getirdiler. Çünkü din bir
kurtuluştur. Yardımdı, hayrdı hasenattı derken...Bir kısım yapılar dinsizlik
yapısından kurtulan kominist dünyanın mağdur ettiği insanlarımıza ulaşma
adına...Bir kısmı kendini yalnız hisseden Avrupadaki Müslümanlar üzerine...11
Eylülün tezgahladığı teröre dönüşen coğrafları üzerine...Para ve vicdan
merkezli operasyonları dizayn edecek yapılara dönüştü dünün klasik cemaat
yapıları.
Bir de
kanayan yaramız eğitim meseleside işe malzeme kılınınca...Çocuklarımızın
mağduriyetleri ümmetin sonunu hazırlamaya yönelik kahpe planlarında tecelligahı
oldu.
Cemaatler
holdingleşme ve siyasallaşma yapısallığına yol aldılar. Hele bizdeki askeri
yapının laiklik adı altındaki skolastik sertliği olayların gelişiminde baş amil
sebepti. Fetö yapısı çıtayı daha da yükseltti. Aleni CIA ofislerine dönüştü.
İçerde
de önce mevcut iktidarın paralel ortağı oldular. İktidar nimetinden nemalanan
tek güruhtular. Aslında iktidar hiç muktedir değildi. Devlete sızıntılarının
alametide sızıntı dergilerinin satır aralarındaydı. Din kavramı parsellenmişti,
menfeaat yapılanmalarıyla. Diyanet ise bu hiyanet yapısının ayrı bir
kuluçkasına dönüşmüştü. At izi it izine alabildiğince karışmıştı. Din
bezirganları uluorta artık milletin bütün mukaddes değerlerini pazara dökmüştü.
Zaten cahil olan halkta bu kavramlar üzerinden bu bezirganların müşterileri
olmuştu. Mümin kavramı müşteri kavramıyla özdeşikti. Cennetler garantiye
alınıyordu bir nevi ödenen sadaka, himmet, zekatlar karşılığında. Yanmaz
kefenler argüman olarak işin ironisiydi, ya da işin şirazesinin iyice
kaydığının. Şirk mefumu amentümüzü parçalıyordu. Efendimiz kamyon kasalarına
kadar bindiriliyordu. İslam adı altında onlarca din peydahlanmıştı. Bir de
yakın dönemin emperyalistlerinin ortadoğu üzerine proje çalışmaları...Türkiye
üzerinden İslam coğrafyası köşeye sıkıştırılıyordu. İşte bu dönemin kritik
kimliği olarak yer alan Tayyip Erdoğan bütün oligarklara karşı bir başına
enteresan bir mücadeleninde adamı oluverdi. Halk bütün entrikalara karşı bu
adamın yanında yer alıyordu.
Artık
kılıçların fiili olarak kınlarından çıkarılma vakti gelmişti. Bununda tarihi 15
Temmuz'du. Ancak planlayıcılar yine Allah'ın planını atlamışlardı. Her zaman
Rabbinden yana tavır almayı milli kimlik edinmiş halk...Darbe
teşebbüsünü...Daha doğrusu işgal harekatını duyar duymaz şehirlerin meydalarına
doluştular. Kimseden talimat almaksızın. Halkın bu coşkusu bir de liderlerinin
talimatlarıyla birleşince tarihi bir halk darbesine sebep olmuştur. Darbeciler
darbelenmiştir. "Vatan tehlikede" duygusu işte bu direncin özetidir.
Ancak
olayların hemen arkasından kavram suistimalcileri yine devreye girerler.
Yapılan direnişe "demokrasi nöbeti" şehid olanlara "demokrasi
şehidi" gibi kavramlarla işin aslından uzak yakıştırmalarla manipüle
edilen bir olgu vurgusu yapıyorlar. Demokrasinin bir şirk kavramı olduğunun
idrakinde olmamız lazım.
Ama bu
bir demokrasi duruşu değildir. Halk bir kere içsellik noktasında bir
"Comfortizim duygusu" ile de yüzleşmiştir, vatan duygusu kadar. Hani
travma dedik ya...Halk bezgin, bedbindir aynı zamanda. Terördü, şuydu buydu
derken aslında Ankara'ya da kırgındır. Cebindeki paranın hesabını...geçiminin
hesabını...evlatlarının geleceğini an be an düşünmektedir. Bankalara olan
borcunu...Borcun ki yükümlülük olduğunu bilir benim insanım. Ki hala bu ülkede
ticaret açık hesap üzerinden dönmektedir. Bankalar mevzuuatında yoktur ama
nasip, kısmet, el hafifliği,bereket...Huzur ise tek tesellisidir. Onun için
sokağa yığılmıştır her görüşe mensup insanlar. Ne vatanlarını ne de huzurlarını
riske atacak takatleri yoktur. Bu direnişte aslında Ankara'ya da bir mesaj
vermiştir insanımız. Ey Ankara! Aileler tarumar edilmiş; işte boşanmadan tut
şiddete varıncaya kadar gündelk yaşantımızın hali... Çoluğumuzu çocuğumuzu ahlaken
yetiştiremiyoruz! Aklını başına al...Sen Reise dua et! O olmasaydı kim
komutlandırırdı bizi? Artık herkes üzerine düşeni yapsın.
Talip
AKSOY: Fehmi
bey doğru söylüyorsunuz; Şehadet kavramı, Vatan ve din anlamında söylenmesi
gerekir burada halk demokrasi yahut laiklik... başka bir şey için çıkmadı meydanlara.
Tamamen insanların iman ve vatanseverliğinden kaynaklanan bir duygu ile bir ruh
ile alanlara meydanlara çıkıldı
Fehmi DEMİRBAĞ: Şehadet kavramı İslami bir kavramdır. Seküler düzen bir tek şehadet kavramını pek sevmiştir, İslam kavramları içerisinde. Zaten Şehitlik kavramı ve mertebesi başka da hiçbir dinde ve inançta olmayan bir kavramdır. Allahsız koministler bile bu kavrama müracat ederler" devrim şehitleri" diye. Lan oğlum, sen ölümden sonrasına inanmazsın ki neyin şehittliğinden dem vuruyorsun?
Fehmi DEMİRBAĞ: Şehadet kavramı İslami bir kavramdır. Seküler düzen bir tek şehadet kavramını pek sevmiştir, İslam kavramları içerisinde. Zaten Şehitlik kavramı ve mertebesi başka da hiçbir dinde ve inançta olmayan bir kavramdır. Allahsız koministler bile bu kavrama müracat ederler" devrim şehitleri" diye. Lan oğlum, sen ölümden sonrasına inanmazsın ki neyin şehittliğinden dem vuruyorsun?
Ama
dikkat edin devlet nezdinde şehitlik resmi görev altındayken ölüyorsun sahip
olabiliyorsun. Bir bu olayda ölen insanlarımıza topluca şehit denildi. Yani
devletin şehitlik anlayışının katında sivilin ölümü çok ta muteber değildir.
Buna bile demokrasi şehidi gibi tuhaf bir isimlendirmede bulunuldu. Sıkıntı bu
zaten; AK Parti'nin en büyük handikaplarından birisi muhafazakar demokrasi,
diye böyle ne olduğu belli olmayan bir kavramla yol yürüdüler.O yolda bizi
buralara getirdi.
Talip
AKSOY: Fehmi
Bey, ağzınıza yüreğinize sağlık. Size son olarak şunu sormak istiyoruz. Gençliği
ve toplumu tehdit altında tutan madde bağımlılığının olumsuz etkilerini
görüyoruz. Ki uyuşturucuyla, bonzai ile ilgili sizinle birçok çalışmalarınız var
takip ettiğimiz kadarıyla... Geçen hafta Taksim'de medyaya yansıdı bir bayanın
Bonzai sonucu ne hale geldiği... Yani bu ülkenin insanları tuhaf ve acımasız
ölümlerle de yüzyüzeler. Trafikten, teröre kadar acaip bahaneler heran
ensemizde. Ne dersiniz?
Fehmi DEMİRBAĞ: Geniş açılım mı bir soru oldu bu. Ama "nasıl yaşarsanız, öyle ölürsünüz"ün de karşılığı olan bir soru. Aslında Türkiye'de bu konuyu-soruyu derinlemesine gündeme taşıyan, konuşan hemen hemen tek kişi benim diyebilirim.
Bakın Türkiye son 10 yıllık bir kader
sürecinde. Bakınız 25 milyon evladımız var, yaşları 12'nin altında olan. Bir
melaike yaş gurubu...Cevaplamamız gereken bir soru aslında bütün geleceğimiz de
ifadelendirecek tek soru.
10 yıl
içerisinde hangi değer ile yetiştireceğiz bu çocuklarımızı? Yani yüklemleme
yaparken, bu çocuklara günah kavramını mı vereceğiz? Suç kavramını mı vereceğiz?
Ya da ayıp kavramlarını mı vereceğiz? Burası çok mühim!
Türkiye
toplumu kelime itibariyle düşüncelerini, hislerini ifade edebilecek
yeterlilikte değil. Yani cahiliz! Enformatik cehalet dedik... bir de kör cehaleti
ekleyerek olursak buna iki cehalet bizi ölümcül kuşatıyor. Yani bu durum bizi
akılsızlığa, akılsızlık bizi Allah'sızlığa, Allah'sızlık ise bizi ahlaksızlığa
götürüyor.
Formal
eğitimimiz perişan. Zaten üniversite sistemimiz malum; test ile tost arasında
geri zekalı, adı milli olup ta kendi lüzumsuz batı kafalı bir eğitim sistemi...
bunun da karşılığında 2/3 intihalci hocalar dan müteşekkil üniversite yapısı!
Kafeterya gençliği...Hele özel üniversiteler? Ağzımı açsam burda, inanın hafif
kalır nitelendirmelerim. Hakaret denilir benim söyleyeceğim gerçeklerin adı...
Ya
informaliteye ne demeli? Okuma alışkanlığı olmayan bu ülkeden Türkiye'den
bahsediyoruz. Basılan kitaplarında yüzde 90 tercüme.Batı kafasıyla Müslüman
yetiştirmeye çalışıyoruz ki, bu kitaplar %65i aşk ağırlıklı. Yani nesiller apış
arası işkembe arasına mahkum edilmiş bir vaziyette. Liselilerde yüzde 23 enseste
maruz bir gençlik var. 25 milyon öğrencisi olan bir ülkede eğitim arapsaçı. Her
5 öğrenciden bir tanesi yakını tarafından cinsel tacize uğruyor. Bu şu demek;
çocuğun içine sen adeta atom bombası atıyorsun. Nereye sığınacak bu atom bombasına
maruz genç insan? En yakın güvendiği amca, dayı, teyze, baba dediği kişiler
tarafından taciz ediliyor, İçindeki güven duygusunu bitiriyorsun. Bu ne demek?
Bu çocuğu otomatikman lgbt üyesi yapıyorsun. Bu çocuklar %40 i deist, liselerde
üniversitelerde bu oran yükseliyor. Evet Tanrı var, Allah var, bunu inkar
etmiyorlar ama din buysa ben Müslüman değilim noktasına geliniyor. Bir de islam
eşittir yurt dışı algısıyla birlikte; terörizm! İslam'ı bir gömlek olarak
düşünün. Bir mağazaya gittiniz. Bu gömleği alıp üzerine giyer misin kardeşim? Yani
hiç cazip değil müslümanlık. Marka değerini paramparça ettik elbirliğiyle.
Zaten yokluk, yobazlık bir bir tarafta...Bir de dindarlık adına koca koca
profesörler... Madrabazlar.. İnsanların "ilim" adı altında biribirilerine
çemkirmeleri ortadayken...
Bir
insan neden Müslüman olsun? Dolayısıyla ne yapacak genç? Burada kafanın
sakinleşmesi için de araya uyuşturucu sektörü devreye giriyor. Bugün Bir
Milyonu Aşkın bonzai kullanan gençler söz konusu. Uyuşturucu kullanım yaşı
neredeyse 9 Yaşına düşmüş. Gençliğin sigara kullanım oranı% 86larda. Alkol zaten haşa zemzeme dönüşmüş,
Dolayısıyla
korkunç bir travma içerisinde ülkenin bütün meselesi işte. Bizse köprü yaptık, milyon dolarlık binalar yaptıktan
ibaret anlayışlarla...Ekmek adına şehirlere yığılmışiz. Köyün günahı buralarda
örgütlü ahlaksızlıklara dönüşmüş durumda. Zina dahi öyle masumlaştı ki haşa...
İşte bu işlenen ahlaksızlıkşar alenileşti ve afişe edilmeye başlandı
cüratkarca..."Biz Lutun çocuklarıyız" diye feveran eden bir
gençlik..."Zulüm 1453'te başladı" diyen... Uzun zamandır, senedir
haziranın ilk haftası dünya üzerinde "Onur yürüyüşü" adı altında
gayrı ahlaki cinsel temelli sapkınlar olarak geleceğimize yürüyorlar.
Diyemiyoruz; "siz sapıklar üreyerek çoğalmıyorsunuz, bizden çaldığınız
evlatlarımızla kalabalıklaşıyorsunuz".
Ama bir
Belediye Başkanı "Freddie Mercurynün askerleriyiz" diye paylaşımda
bulunabiliyor. Aidsten ölen bir sapık çocuklarımıza rol model olarak
gösterilebiliyor. Eğitimsen diye bir sendika liselerde "cinsel pozitif
ayrımcılık "adı altında, bir özgürlük hareketi olarak destekleniyorsa vay
halimize! Dolayısıyla uyuşturucuya bulaşmış bir gence her yol mubah...Doğru
okumalar yapmayan, okumayan cahil bir gencin... ahlaki açıdan zaafiyet içerisindeki
bir gencin... terör yapılanmalarının elde etmesi çok da güç değil yani...
Özellikle marksist-leninist gruplar... Hatta Işid vesaire bildiğimiz dinci
gruplar ele alır, tabii ki kendi amaçları doğrultusunda kullanırlar.
Elhamdülillah
bütün bu menfi tabloya rağmen bizim de çözüm önerilerimiz var. Fiili anlamda da yaptıklarımız var zaten. Bu çerçevede emsal teşkil edebilecek noktada
Mihmandar gençlik çalışmamız var. Liselerde
irşad ve tebliğ bazlı çalışmalarımızı yapıyoruz. Başbakanlık tarafından da ödüllendirildik
kurduğumuz Genç Türkiye Platformu isimli gençlik yapımızla. Biz bu çalışmalarımızın, bütün Türkiye'ye mal edilmesini istiyoruz.
Çünkü iddiamız
o ki; çocuğu ancak edebiyatla, çizgi filmler ve oyuncakla yakalarsınız. işte
"Herotürk" ismini verdiğimiz projemiz ortada. Ancak devlet erkanına
ve ricaline bu konunun önemini 15 yıldır bir türlü anlatamadık.
Aslında bu noktada daralmış bir Türkiye ile de karşı karşıyayız. Her türden şeytan ve onun avanelerinin iştah açıcı hevesleriyle gereken ortam sağlanmış vaziyette. Bu çöküş süreci neden karşı bir hamleyle yeniden dirilişin de başlangıcı olmasın?
Gazımızı
alan, şişkinliğimizi gideren limanlarımızdı aslında cemaat yada tarikat
yapıları. Kontrol sağlanamayınca ticari ve siyasileşince yani...Çocuklarımızı
teslim ettiğimiz bu yapılar güvenilirliklerini kaybedince çocuklara adres tarif
edemez olduk. Pek az yapı kaldı elimizde. Dolayısıyla boşa çıktık. Çocukları
yönlendireceğimiz sağlam adresler azalınca giriverdiler devreye; internet
kafeler, avm ler...Hele internet...Cep telefonları!
Hasılı,
vaziyetimiz o ki; "Allah sonumuzu hayretsin"... böyle bir dua ile
karşı karşıyayız.
Talip AKSOY: Fehmi Bey, siz "Kasımpaşalı" kitabını...ya da diğer kitapları yazdıktan sonra reisle, kendisiyle görüşebildiniz mi?
Fehmi DEMİRBAĞ: Kitapları bizatihi bir ortamda kendilerine takdim ettik. Biz bekliyorduk ki bizi arasınlar fırçalasınlar. Beklerdik ki, "yahu sana ne?" "Ne yani benden dolayı beslenen bir sürü kültür Bakanlığı'nda... Milli Eğitim'de... partide... bunca adam var da...onlar dert edinmiyor da... Sana ne benim her sözümü kitaba dönüştürüyorsun?"diye bir fırça çekmesini bekliyordum açıkçası. İşin acı şakası bu. Akredite değilsen...Ki ortada müslümandan sanatçı, aydın olmaz diye bir de algı varken. Dikkat buyurun medyada bile sarhoşlar dava adı verilen şeyin savunucuları değil mi?
Bizim
kendi yapılarımızın bile bu kaygıları yok. Çok sayıda Belediyelerimizn kültür
müdürlüklerine ve faaliyetlerine bakın. Sanırsın ki CHP belediyesi. Güya
iktidarız, kredi yurtlar kurumunda kalan öğrencilerden sizce bize bir teveccüh
var mıdır? Bu görgüsüzlük bu yağma anlayışı...betona gömüyor da...mental yorgunluğu
deyip yine işin sorgulamasını ıska geçiyoruz. Ahlak ve manevittaki çözülmenin
görülmesi lazım. Gençlere yönelik faaliyetlere yönelmezse Akparti kendi sonunu
hazırlıyor demektir.
Talip AKSOY: Hicrethaber ailesine, sevenlerine, takipçileriyle en son ne demek istiyorsunuz?
Fehmi
DEMİRBAĞ: Hicrethaber ya şunu söyleyeyim... Vazifeniz çok önemli, çok mühim.Çünkü
"bir fasıktan haber geldiği zaman haberin aslı'nın araştırın" ilahi
kuralı Müslüman için vazgeçilmez şiarlardan bir tanesidir.
Müslümanların iletişim ile ilgili yapılanmalarını artırarak sürdürmeleri lazım. Hani yandaş basın deniliyor ya.. Hani bir kısım medya diye deniliyor ya.. Oralarda profesyonellerin olduğu gerçeğini bilelim. Oralarda kaşarları görürüz. Arpalarını kimden alıyorlarsa, onlara hizmet edenlerden bahsediyorum.
Bugün sizde yazanlar, yarın başkasına da yazabiliyorlar... yerinde durmadıklarını zaten görüyoruz. Kendi kadrolarımızı...milli kafaları...milli sanatçılarımızı yetiştirmek durumundayız. Sizin gibi amatör ruhlu oluşumların desteklenmesi gereğini düşünüyorum. Rabbime emanet kalınız...
Müslümanların iletişim ile ilgili yapılanmalarını artırarak sürdürmeleri lazım. Hani yandaş basın deniliyor ya.. Hani bir kısım medya diye deniliyor ya.. Oralarda profesyonellerin olduğu gerçeğini bilelim. Oralarda kaşarları görürüz. Arpalarını kimden alıyorlarsa, onlara hizmet edenlerden bahsediyorum.
Bugün sizde yazanlar, yarın başkasına da yazabiliyorlar... yerinde durmadıklarını zaten görüyoruz. Kendi kadrolarımızı...milli kafaları...milli sanatçılarımızı yetiştirmek durumundayız. Sizin gibi amatör ruhlu oluşumların desteklenmesi gereğini düşünüyorum. Rabbime emanet kalınız...