NOEL BABA'YA MEVLİD Mİ OKUTSAK NE?
Hani Hukukuyla, hamamıyla ve dondurmasıyla bildiğimiz Roma var ya, MÖ 753 yılında Romulus tarafından küçük bir şehir devleti olarak kurulmuştur ve ticaretteki başarısıyla tüm İtalya’ya hakim olmaya başlamıştır.
MÖ 509 yılında Roma kralı sürgüne gönderilmiştir ve Roma, senato tarafından yönetilen bir cumhuriyete dönüşmüştür. Roma’nın tam adı "Roma Senatosu ve Halkı" olmuştur. Bu dönemde Roma Akdeniz’de hem ticari hem de askeri alanlarda hakim olmaya ve toprak olarak genişlemeye başlamıştır.
Bir ara hatırlatın, size Kartaca'lılardan da bahsetmek istiyorum. Ya da ben bahsedinceye kadar siz biraz zahmete girin de araştırın.
Neden Roma'dan bahsedeceğim.
Elbette içinde bulunduğumuz Yılbaşı ve Noel ortamından söz etmek için.
Her ne kadar Trump bile 7 yaşındaki çocukların bile inanmaması gereken bir olgu olduğunu hatırlatsa da Noel için, bizim yerli kuduruktan bir Hristiyan'dan daha tutkulu bir şekilde bu olayı yaşamaya ve içselleştirmeye çalışıyorlar.
Devam edeceğiz Roma meselesine. Ama önce şu Noel ve Noel Baba kavramlarına bir göz atalım.
Noel deyince aklımıza ne gelir? Çam ağaçları, kar, hediyeler, Noel Baba, Kırmızı don, Hindi hatta Milli Piyango. Yok o yılbaşı denilse de sabredin uzun uzun anlatacağım. Peki neden Noel bize bunları çağrıştırır? Neden Noel bu tarz şeylerle anımsanır? Bu Noel imajı gerçek midir?
Yazıyı uzun bulanlar şimdiden geri dönsünler, okumasınlar. Bıktım arkadaş bu yazı uzun olmuş lakırtısını duymaktan. İçimizden geldiği gibi siz aydınlanasınız diye yırtınıyoruz, göz nuru döküyoruz...Bir de küstahça uzun yazıdan şikayet duymuyor muyum; kahrediyorum.
Noel kelimesi Latince “nasci” kelimesinin geçmiş zaman çekimi olan “natus”tan gelir ve günümüz Türkçesi’ne Fransızca’dan gelmiştir. Bu kelimeyle anlatılmak istenen İsa Mesih’in doğumudur.
Siz Fransız kalmayasınız diye ayrıntılara da dikkat etmeye çalışıyorum.
Eski Ahit'te (Tevrat yani. Yeni Ahit'in ismi de İncil'dir. Tanrı'yla insanların arasındaki anlaşmadır muharref kutsal kitaplar. ) yazar ki “Seninle kadını, onun soyuyla senin soyunu Birbirinize düşman edeceğim. Onun soyu senin başını ezecek, Sen onun topuğuna saldıracaksın.” (Yaratılış 3:15)
Kafanız karışmasın diye de fazla uzatmayacağım mevzuyu.
Noel Baba denilen kişi ise aslında, MS. 3. yy sonunda, Türkiye’nin Antalya Şehrindeki antik Patara bölgesinin küçük bir köyünde doğmuş olan Nikolas isimli bir din adamıdır. Nikolas çok zengin bir ailenin tek çocuğu olarak, Hristiyan değerleriyle büyür ve ebeveynlerini çok genç yaşta bir hastalıktan dolayı kaybeder. Kendisine kalan mirası İsa Mesih’in buyruğuna göre kullanmaya gayret eder: “Eğer eksiksiz olmak istiyorsan, git, varını yoğunu sat, parasını yoksullara ver; böylece göklerde hazinen olur. Sonra gel, beni izle” (Matta: 19: 21)
İşte Nikolas, tüm mal varlığını hasta, yaşlı, bakıma muhtaçlara yardım için kullanıyordu. Hayatını Tanrı’ya ve insanlara hizmete adamıştı ve bu sayede genç yaşta Myra Episkoposu olmuştu. Episkopos Nikolas dünyaya, ihtiyaç sahiplerine karşı olan cömertliği, çocuklara olan sevigisi ve denizcilere olan kaygısından dolayı ün salmıştı.
Hristiyanlara acımasız bir baskı uygulayan İmparator Diocletian (MS 244 – 311) zamanında, Episkopos Nikolas da inancı dolayısıyla sürgün ve hapis hayatı yaşamıştır. Konstantin’in imparator olmasıyla serbest bırakılmış ve MS 325 yılında İznik Konsilli’ne katılmıştır.
Yani yaklaşık İslam gelmezden önce 300 yıl öncesinin bizim deyimimizle bir Evliya-onlar Aziz diyor- olan kişiden söz ediyoruz. Yani bir Müslüman kişiden. Malum İslam kavramını biz Allah'ın vahyettikleri, Müslüman kavramını ise Allah'ın vahyini kabul edenler için kullanıyoruz.
(Acaba Aziz Nikola için bir Mevlid programı düzenlesek mi, ne? Hem O'nu günümüz Hristiyanlarının suistimalinden kurtarmış oluruz. Hem de Tevhid kavramına açıklık getiririz.
Aziz Nikolas ile ilgili birçok hikaye vardır. Bunlardan en ünlüsü kendi köyünde fakir bir adamın üç kızıyla ilgilidir. O günlerde bir genç kızın çeyizi ne kadar büyükse, evlilik şansı o derecede artardı. Eğer hiç çeyizleri yoksa, kızlar köle olarak verilirdi. İşte bu fakir adamın kızlarının hiç çeyizi olmadığı için köle olarak satılmak üzerelerdir. Bir gün bu fakir adamın evinin penceresinden üç kese altın atılır ve kurumak üzere sobanın önüne konulan ayakkabıların yanına düşer. Bu altın keselerinin Aziz Nikolas tarafından atıldığı ortaya çıkar. Bu, şimdilerde çocukların Aziz Nikolas’ın, yani Noel Baba’nın hediyelerini özlemle beklerken uydukları bir gelenek haline gelir. (Biz de evlenirken erken kadına mehr verirken, hristiyanlarda kadın erkeğe drohma adı altında bir bedel verir.)
20. yy’da, özellikle dünyanın sekülerleşmesinden sonra; Aziz Nikolas, Santa Claus’a, yani Noel Baba’ya dönüşmüştür. Bunda Coca Cola'nın o dönem için yaptığı bir reklam kampanyasında etkisi büyüktür. Gerçek Müslüman olan, Tanrı’nın ve halkının sadık bir hizmetkarı olan Aziz Nikolas, hayali bir karaktere dönüştürülmüştür.
Normalde 6 Aralık’ta kutlanan Aziz Nikolas bayramı, günümüzde Batı tarafından İsa Mesih’in doğumunun kutlandığı en önemli dini bayramlardan biri olan Noel’le ve yılbaşıyla birleştirildi. Dolayısıyla Noel, günümüz Hristiyan inancının gereği olan İsa Mesih’in, yani insan bedeni almış olan Tanrı’nın bir bebek olarak dünyamıza gelmesini değil; dünya ekonomisinin canlı kalabilmesi adına herkesin bol bol hediye aldığı yapay bir kültürel öge haline gelmiştir. Yani Hristiyanlıkta kullanılmaktadır.
Gelelim Roma konumuza...
MÖ 45 yılında başarılı bir komutan olan Jül Sezar, diktatörlüğünü ilan edip Roma’yı bir imparatorluğa dönüştürmeye karar vermişti; ancak senato tarafından öldürülmüş ve imparatorluk kurma planları engellenmiştir.
Jül Sezar’ın yeğeni ve evlatlığı olan Octavian intikamını alır ve MÖ 27 Roma Cumhuriyeti’ni, Roma İmparatorluğu’na dönüştürür ve Roma’nın ilk İmparatoru olur. Octavian, Sezar’ı Tanrı ilan eder ve imparatorluğun değişik şehirlerine Sezar adına tapınak yaptırılmasını emreder. Kendisi de Augustus ünvanını alır. Bu noktada Roma dini önem kazanır.
Roma 753’te kurulduğunda, çok tanrılı dinlerini Antik Yunan dini ile harmanlamıştı. 12 Tanrı ve Tanrıça’dan oluşan bir Pantheon (Tanrılar Birliği) vardı. Daha sonra fethettikleri yerlerdeki dinleri de kaynaştırıp imparatorluğun devamı için kapsadıkları alanlardaki insanların uyum içerisinde yaşamalarını ön gören Tanrılar Barışı (Pax Dearum) ismini verdikleri bir düzen kurmuşlardı. Roma’yı kuran Romulus’un, Savaş Tanrısı Mars’ın oğlu olduğuna inanılır.
Roma MÖ 66 yılında İsrail topraklarını ele geçirmişti ve bu bölgede dini açıdan bir sorunla karşılaşmıştı. Yahudiler Roma toprakları içinde tek-tanrılı dine inanan tek topluluktu ve başka tanrıları kabul etmeleri inançlarında kesinlikle yasaktı. Dolayısıyla Yahudilerin olduğu bölgeye özerklik verip dini özgürlük tanımışlardı. Kendilerinin atadığı yarı Yahudi bir kral o bölgeden sorumlu olacaktı. Bu kral İncil’de adı geçen Kral Hirodes’tir.
Ancak Hirodes’in Yahudiler’in kralı olarak atanması Yahudiler tarafından hoş karşılanmaz; çünkü Hirodes tam Yahudi değildi ve kral ancak Davut soyundan gelebilirdi. Hirodes krallığı boyunca hem Roma’yı hem de halkı memnun etmek için ikiyüzlü bir strateji uygulamıştı. Bir taraftan Kudüs Tapınağı’nı yenileyip başka bir tarafta Sezar için bir tapınak yaptırıyordu.
Bu iki yüzlü yaklaşımı ve Yahudiler’in tek-tanrılı dini yapıları Roma içerisinde İsrail topraklarını en huzursuz topraklar haline getiriyordu. Bundan dolayı Yahudiler sürekli isyanlar çıkarıyorlardı. Octavian ve sonrasındaki imparatorlar Yahudiler’e sürekli baskı uygulayıp kitleler halinde göç ettirip birbirlerinden uzak yaşamalarını sağlamaya çalışıyorlardı.
Aynı şekilde İsa'nın çarmıhtaki ölümü ve dirilişi sonrasında Hristiyanlık da çok-tanrılı bir dine tabi olmayı reddedip tek bir Tanrı’yı kabul ettiği için, sürekli Roma’nın zulmüne uğruyordu. Çünkü Hristiyanlar Roma’nın temellerini inşa eden Pax Deorum, yani Tanrılar Barışı kavramına aykırı hareket ediyorlardı. Roma tanrılarını ve tanrısallaştırılmış Roma İmparatorları’nı kabul etmeyip tek bir Tanrı’ya kulluk ediyorlardı.
İsa'nın çarmıha gerildiği yıl MS. 33 olarak kabul edilir. İsa ile başlayan ve 313 Milano Fermanı’na kadar Hristiyanlık Roma İmparatorluğu’nda yasak kabul edilmiştir ve Hristiyanlar baskı görüp ağır katliamlara uğramıştır. Peki Hristiyanlık Roma için neden yasaktı?
Roma tek-tanrılı dine mensup olan Yahudiler’e ayrıcalık vermişti. Çünkü Yahudilik kandan geçen bir dindi ve genelde Yahudiliğe geçiş diye bir kavram yoktu. Yahudiler kendi içlerinde dinlerini yaşadıkları için Roma onlara karışmayıp özerklik vermiştir. Roma – Yahudi çatışmaları genelde Yahudiler’in isyanları dolayısıyla oluyordu. Sonuç olarak Yahudilik Roma’da yasak bir din değildi.
Ancak Hristiyanlık tamamen başka bir yapıdadır. İsa'nın “Bu nedenle gidin, bütün ulusları öğrencilerim olarak yetiştirin; onları Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un adıyla vaftiz edin; size buyurduğum her şeye uymayı onlara öğretin. İşte ben, dünyanın sonuna dek her an sizinle birlikteyim.” olduğundan misyonerliğe yönelikti. Başka din mensuplarını kendi dinlerine davet etmek...(Baba, Oğul ve Kutsal Ruh adı verilen teslis-üçleme inancı ise çok sayıdaki İncil karmaşasından kurtulmak için MS 325'teki İznik Konsülünde resmileşecekti.)
Bu buyruktan yola çıkan İsa’nın öğrencileri ve ilk Hristiyanlar, iyi haberi önce İsrail topraklarında, sonra Roma İmparatorluğu’nun ve dünyanın diğer bölgelerinde duyurup insanları İsa'yı izlemeye davet ediyorlardı. Bu özelliğinden dolayı Roma İmparatorluğu Hristiyanlığı kendine düşman görüp Hristiyanlığı yasaklamışlardı. Hristiyan öğretisi yayanlara ağır işkence ve ölüm cezaları veriyorlardı. Çünkü Hristiyanlık o an için tek bir Tanrı’ya tabi olmayı öğretiyordu ve bu Roma İmparatorluğu için politik olarak çok büyük bir sorundu.
İşte Hristiyanlığın ilk 300 yılından, MS 315 yılına kadar Hristiyanlık Roma İmparatorluğu’nda yasak bir inanış olarak görülmüş ve toplu Hristiyan katliamları olmuştur.
Hristiyanlar 64 yılından önce de katlediliyorlardı, ama sistemli bir baskı 64 yılında İmparator Neron tarafından başlatılmıştır. 64 yılındaki ünlü Roma yangınını Hristiyanlara mal eden Neron, Hristiyanlara karşı acımasız bir zulme başlamıştır.
Özellikle İmparator Diocletian zamanında büyük katliamlar düzenlenmiştir. Hristiyanlık en karanlık dönemlerinden birini Diocletian zamanında yaşamıştır. Kaynaklara göre günde 30,000’i bulan ölümler meydana gelmiştir. Diocletian Hristiyanlığı, Roma İmparatorluğunun en büyük düşmanı ilan etmiş ve elinden geldiğince Hristiyanları Roma İmparatorluğu’ndan temizlemek için yemin etmişti.
Diocletian döneminde Roma İmparatorluğu yönetimsel olarak 4 temel bölgeye bölünmüş ve başlarına birer Sezar atanmıştır. Kendisi de Augustus olarak asıl imparator olup hüküm sürmüştür ve imparatorluğu bugünkü İzmit (Nicomedia)’dan yönetmiştir. Diocletian’ın atadığı dört Sezardan birisi Constantius’tur. Constantius, Konstantin’in babasıdır. Constantius bir Hristiyan değildi, ancak Konstantin’in annesi Helena Hristiyan’dı ve oğlunu Hristiyanlığı anlatarak büyütmüştür. Constantius öldüğünde imparatorluğun kuzeybatısı, Diocletian’ın da onayıyla oğlu Konstantin’in yönetimine geçmiştir.
Diocletian öldüğünde, bu dört Sezarın arasında tek imparator olabilme adına amansız bir mücadele başlar. Konstantin 312 yılında, Licinius’a karşı Roma’da, Tiber Nehri üzerindeki Milvian köprüsünün etrafında gerçekleşecek olan son savaşından önce, gökte Grekçe X ve P harflerini görür. Bu iki harf Mesih anlamına gelen Christus kelimesinin ilk iki harfidir. Aynı gece rüyasında İsa'yı görür ve kendisine çarmıh simgesini gösterip, “Bu simgeyle kazanacaksın!” der. Konstantin savaş öncesinde ordusundaki askerlerine, kalkanlarına bu simgeyi yazmalarını söyler ve Konstantin savaşı kazanır ve Roma İmparatorluğu’nun tek imparatoru olur.
313 yılında Konstantin, Milano Fermanı’nı imzalar. Milano Fermanı’yla birlikte Hristiyanlık yasak bir kült olmaktan çıkar ve Hristiyanlara dini özgürlük verilir.
Roma Kültürü ile Hristiyanlık akaidi harmanlanır. İsa Tanrının oğlu olarak deklare edilir. Roma ve Yunan mitolojisi Hristiyanlığı deforme etmiş, tek tanrı inancından uzaklaştırmıştır.
Artık Hristiyanlık için yeni bir dönem başlamıştır. Ancak, bu 300 yıllık karanlık dönemin çok kötü bir etkisi vardı. Kiliseler arasındaki birlik kopmuştur ve önemli konularda farklı yorumlar ortaya çıkmıştır.
Bu noktada ekümenik kelimesini irdelemekte fayda var. Ekümenik kelimesi birlik içinde olan kiliseler için kullanılır. Bazı uygulamalar ve ufak detaylarda farklı olsalar bile, temelde inandıkları şeyler aynıdır. Ekümenik kelimesinin kökeni Antik Grekçe’de, ”οἰκουμένη γῆ (oikouménē gē)” yani, ”dünyada yaşanılan alanlar” anlamına gelir. Kiliseler için kullanılmasının nedeni, dünyanın değişik yerlerinde var olan kiliseler, anlamına gelmesidir.
İşte bu gerçekten yola çıkan Konstantin, ekümenik bir toplantı düzenlemek istedi. Farklı coğrafyalarda ve kültürel yapılarda da olsa, öğretişlerinde birlik içinde olan bir kilise oluşturma amacındaydı.
Ancak Hristiyanlar arasında ayrışma ve mezheplere bölünmede bu dönemden sonra başladı ve hız kazanmaya başladı. Ortodoks, Katolik, Protestan gibi mezhepler herbiri ayrı bir dinin mensupları gibi asırlar süren kanlı savaşlara imza attılar.
Umarım okurken sıkılmamışsınızdır.
Yazıyı sonlandırırken şu Noel yemeği olan meşhur Hindi yemeğinden de bahsederek konuyu bitirelim.
Amerika’nın keşfinde bulunan hindi, Avrupa’da zamanın Hristiyan liderine hediye olarak götürülür; bunun üzerine Papa hindiyi görünce ve ilk defa gördüğü hindiye bakarak: “Ne tür bir hayvan bu böyle, aynı Türkler gibi kırmızı suratlı, kabararak yürüyor, bunun adı Türk olsun.’’ der ve Hristiyanlar’ın inanışlarınca her yıl başında Hz. İsa’ya bir Müslüman-Türk kurban etmek borç bilinirdi.
Bunun üzerine Avrupalı Hristiyanlar her yılbaşında bir Türk kurban edemedikleri için Türklere benzettikleri ve de isimleri ne gariptir ki Turkey (hindi) olan bu hayvanı keserler.
Yukarıda açıklamasını yaptığım konu bizim hamaset severlerce pek tutulmaktadır.
Öncelikle belirteyim ki yılbaşı sofralarında hindi bulunması ile ilgili hiçbir kültürde, hiçbir dini inançta herhangi bir ifade bulunmuyor. Günümüzde evcilleştirilmiş olan hindiler, Amerika’nın keşfi öncesinde yabani olarak yaşamlarını sürdüren hayvanlarmış. Amerika’da yaşamakta olan yerliler ise ziyaretçiler ile zaman içerisinde gelişen ilişkileri doğrultusunda mısır ekimi ve hindi avcılığı gibi bazı bilgileri paylaşmışlardır. Bu nedenle her yıl kasım ayı içerisinde kızılderililere şükranlarını sunmak amacı ile İngilizler tarafından kutlanan şükran gününde, yemek sofralarında hindi yerini almaktadır.
Zaman içerisinde hindi, büyük ve iştah açıcı görüntüsü ile özel günlerde sofralarda yerini almaya başlamıştır. Şükran günü ve yılbaşı birer dini bayram olmamakla birlikte, Müslümanlar için herhangi bir anlamları da bulunmamaktadır. Ancak yılbaşı ve noel arasındaki anlam karmaşası nedeni ile ülkemizde, hristiyan ülkelerdeki coşkusu ile kutlanmakta olan bu özel günlerde, bir İngiliz şükran günü geleneği (Şükran günü Amerikalıların milli bayramlarındandır) olan hindi yemekleri hazırlanmaktadır ne yazık ki.
Sanılanın aksine yılbaşı gecesi hindi yenmesi bir hristiyan geleneği değildir. Şükran günü Kızılderililer ve İngilizler arasındaki bir ziyafetin, zaman içerisinde insanlar arasındaki sosyal ilişkilerin tazelenebilmesi adına ulusal bir bayrama dönüşmesi ile günümüzdeki halini almıştır.
Oh be, bir uzun yazıyı daha bitirdik.
Adem'den beri gelmiş geçmiş bütün Müslümanların ruhlarına bir Fatiha göndererek bitirelim yazımızı.
Fehmi Demirbağ