BİZ BU DÜNYAYI
ÇOCUKLARIMIZDAN ÖDÜNÇ ALDIK!
“Şüphesiz, yaratıkların Allah katında en çok sevileni, genç
ve yakışıklı olmasına rağmen, Allah yolundan çıkmayan ve (bu nimeti) Allah
yolunda ona itaat etmek için kullanan kimsedir. İşte o gençle Allah, meleklerine
iftihar ederek şöyle buyurur: işte budur benim gerçek kulum.”
“Sizlere gençler hakkında iyiliği tavsiye ediyorum. Çünkü
onların kalbi daha ince ve yumuşaktır. Allah beni (kullarına) müjdeleyici ve
korkutucu olarak gönderdi. Gençler (sözümü kabul edip) benimle ahitleştiler.
Fakat yaşlılar (sözümü reddederek) benimle muhalefete kalkıştılar”
“Gençliğinde
Allah’a kulluk yapan bir gencin, yaşlandıktan sonra kulluk yapan bir yaşlıya
olan üstünlüğü, peygamberlerin diğer insanlara olan üstülüğü gibidir.”
Bütün bu sözler efendimiz’e ait. Gençlik
ve gençliğe verilen önem konusunda konusunda tartışmasız tarihin işaret ettiği
tek önderdir.
Bu çalışmamız efendimizin
gençliğe verdiği önem üzerine olacaktır.
İslam Müslümanlara
bütün varlıklara saygı duymayı, onların hayat hakkına ilişmemeyi öğretmektedir.
Çünkü her Müslüman, "Yedi kat gök, yeryüzü ve bunlarda bulunan varlıklar
Allah'ı tesbih ederler. Onu övgüyle tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur."
inancını taşır.
Bizler kurulu bir
dünyaya doğmakta, fakat sosyal hayatın ürettiği bir bilinçle doğal çevremizle
ilişki içine girmekteyiz. Çocukluktan itibaren gerek ailemiz ve gerekse yakın
sosyal çevremizden aldığımız düşünce ve davranış tarzıyla tabii çevremize
yaklaşırız. Dolayısıyla sosyal çevremizin görmediği veya görmezden geldiği pek
çok şeyi biz de görmeyiz. Çevremizde farkına varmamız ve korumamız gereken bir
çok şey olmasına karşın, çoğunlukla bunların farkında bile olmayız. Çünkü
bunları ya biz kurmamışızdır, ya da her gün göre göre alışkanlık kazanmışızdır.
Her an teneffüs ettiğimiz havanın, ışık ve ısısına muhtaç olduğumuz güneşin,
havamıza oksijen üreten ve bize psikolojik bir haz veren yeşilin, içimizi açan
berrak mavi gökyüzünün, zümrüt yeşili rengiyle insanları kendine çeken denizin
varlığını ancak bunlar olmadığı zaman, ya da kullanılamaz hale geldiğinde fark
ederiz. Fark ederiz de insan için ne büyük bir değer olduklarını o zaman
anlarız.
Bu tabii düzen, Yüce
Allah tarafından yaratılmış ve bize bahşedilmiştir. Bu, Allah'ın insafna
verdiği değerin bariz bir göstergesidir. Kur'ân-ı Kerîm yeryüzü ve gökyüzündeki
canlı cansız bütün varlıkların belli bir ölçü ve dengeye göre yaratıldığını
beyan ederken , insanın tabiattan faydalanma esnasında bu ölçü ve dengeyi
bozmaması gerektiğine de dikkat çekmektedir. Ölçülü ve dengeli biçimde tabiatla ilişki
içine girmek, insan türünün mümkün olan en uzun sürede tabiattan faydalanması
sonucunu doğuracaktır. Bir Kızılderili kabile reisinin söylediği gibi “biz bu
dünyayı atalarımızdan bir miras değil, çocuklarımızdan ödünç aldık.”
İslam'ın, dinî alan
kabul edilen sadece inanç ve ibadet konularında bizlere bir takım görevler
yükleyip de hayatın diğer alanlarını boş bıraktığı düşünülmemelidir. İslam
insan hayatının her yönüyle ilgili emirler, tavsiyeler ve uyarılar yapmaktadır.
Dolayısıyla üzerinde durduğumuz bu konuyla ilgili bir takım emir, tavsiye ve
uyarılarda da bulunmaktadır. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz:
İslam Müslümanlara
bütün varlıklara saygı duymayı, onların hayat hakkına ilişmemeyi öğretmektedir.
Çünkü her Müslüman, "Yedi kat gök, yeryüzü ve bunlarda bulunan
varlıklar Allah'ı tesbih ederler. Onu övgüyle tesbih etmeyen hiçbir şey
yoktur." inancını taşır. Kur'ân-ı Kerîm'in israfı haram,
savurganlığı şeytanın kardeşliği sayan beyanları ile Peygamber Efendimiz'in akarsu
dahi olsa abdest alırken israf edilmemesi gerektiğine dair uyarıları
da Müslümanlarda çevre şuuru oluşturmada önemli bir temel olacaktır.
Müslüman bir insan
kendisinin Allah'ın isimlerine mahzar olduğuna, bu isimlerin kendisinde tecelli
ettiğine inanır. Allah'ın isimlerinden birisi "Kuddus" ismidir.
Kuddus, mukaddes, temiz, pak olan demektir. Bu ismin bir tecellisi olarak Yüce
Rabbimiz yeryüzünde sürekli olarak meydana gelen tabii kirlenmeleri, kurmuş
olduğu ekolojik sistemle sürekli olarak temizlemektedir. Bu noktada Müslüman
"Kuddus" isminin bir yansıması olarak kendisini ve çevresini temiz
tutması gerektiği inancıyla hareket eder ve üzerine düşeni yapar.
Kur'ân-ı Kerîm
Allah'ın yeryüzünü imar görevini insana yüklediğini beyan eder. Bir
ayette "Sizi yeryüzünde yaratıp, orayı imar etmenizi dileyen
Allah'tır" buyrulmaktadır. Ayette geçen "isti'mar"
kelimesine tefsirciler tarafından iki anlam yüklenmiştir. İslam uleması
yukarıda zikrettiğimiz âyete dayanarak, meskenlerin yapılması, su kanallarının
açılması, ağaçlandırma çalışmaları gibi imar işlerinin topluma farz olduğunu
söylemişlerdir. İnsan tabii veya dinî bir görev olarak elbette ki yeryüzünü
imar edecektir. Ama bunu, tabiatı tahrip etmeden yapmalıdır. Müslüman ahlakı
bunu gerektirir.
Hz. Peygamber de bu
konuda Müslümanlara örnek olmuştur. Allah'ın bu emrini çok iyi bilen Peygamber
Efendimiz Medine'de imar faaliyetlerine katılarak yaşadıkları şehrin mamur hale
gelmesi için çalışmıştır. Ayrıca Mekke'nin yanında Medine ve Taif bölgelerini
de harem alanı ilan ederek oralarda ağaç kesmeyi ve avlanmayı yasaklamıştır.
Adiy b. Zeyd (ra) Hz. Peygamber'in Medine'nin her cihetinden 2 beridlik
(yaklaşık 30 km.) bir alanı (yaklaşık 1000 kilometrekare) koruluk (hıma/harem)
bölgesi ilan ettiğini ve ağaçların kesilmesini, dallarının kırılmasını
yasakladığını rivayet etmektedir. Yine Hz. Peygamber gölgesinde yolcuların,
hayvanların gölgelendiği çöl bitkisi sidr ağacını kesmeyi yasaklamış ve kesene
beddua etmiş, lanetlemiştir.
Kur'ân-ı Kerîm yeryüzü
ve gökyüzündeki canlı cansız bütün varlıkların belli bir ölçü ve dengeye göre
yaratıldığını beyan ederken, insanın tabiattan faydalanma esnasında bu ölçü ve
dengeyi bozmaması gerektiğine de dikkat çekmektedir.
Ayrıca Efendimiz
yaşadıkları şehrin temiz tutulması yönünde emir ve tavsiyelerde bulunmuş, bitki
ve hayvanların korunmasına özen göstermiştir. Bu noktada Peygamber Efendimiz'in
mescidin temizlenip güzel koku ile kokulanmasına , avluların temiz tutulmasına ,
durgun sulara idrar yapılmamasına , içme sularının yakın çevresine çöp
dökülmemesine dair emirleri ile susuzluktan ağzı kurumuş, dili sarkmış bir
köpeğe kuyudan ayakkabısıyla su çıkarıp susuzluğunu gideren adamın cennetlik
olduğuna , kedisini eve hapsedip açlıktan öldüren yaşlı kadının da cehennemlik
olduğuna dair haberleri de
hatırlanmalıdır.
Bu örnekler göstermektedir ki Yüce Peygamberimiz her konuda
olduğu gibi çevreyi koruma, temiz tutma hususunda da ümmetine hep örnek
oluyordu. Ayrıca Efendimiz'in ağaç dikmeye teşvik eden; "Kıyamet
kopmaya yakınken elinizde bir ağaç fidanı var ve onu dikmeye vakit
bulabilirseniz onu dikin" , "Kim bir ağaç
dikerse onun için ağaçtan hasıl olan ürün kadar Allah sevap yazar.", "Her
kim boş, kuru ve çorak bir araziyi ihya ederse bu amelinden dolayı Allah
tarafından mükafatlandırılır. Herhangi bir canlı ondan faydalandıkça orayı ihya
edene sadaka yazılır", "Müslümanlardan bir kimse
bir ağaç dikerse o ağaçtan yenen mahsul mutlaka onun için sadakadır. Yine o
ağaçtan çalınan meyve de onun için sadakadır. Vahşi hayvanların yediği de
sadakadır. Kuşların yediği de sadakadır. Herkesin ondan yiyip eksilttiği mahsul
de onu dikene ait bir sadakadır", hadis-i şerifleri bu
duyarlılığın ve çevre bilinci oluşturmaya teşvikin tam bir göstergesidir.
Kur'ân-ı Kerîm Allah'ın yeryüzünü imar görevini insana
yüklediğini beyan eder. Bir ayette "Sizi yeryüzünde yaratıp,
orayı imar etmenizi dileyen Allah'tır" buyrulmaktadır.
TEK ÖNDER VE TEK
LİDERİMİZ AÇISINDAN ÇOCUKLARIMIZ
Bilindiği üzere, Hz. Muhammed (sav), Kur'ân-ı
Kerim'de "âlemlere rahmet" olarak tanıtılmaktadır.
Burada, O'nun tüm insanlık âlemi için bir rahmet vesilesi olduğu kadar,
insanların dışındaki varlıklar alemi için de bir rahmet olarak gönderildiği
anlaşılabilir. Nitekim O, kendisine iman eden bir grubun varlığından haberdar
olduğumuz üzere, aynı zamanda cinlerin de peygamberidir.
O, komutanların, idarecilerin, amirlerin ve
aile reislerinin olduğu kadar, ordudaki askerin, yönetilen halkın ve toplumun
en küçük yapı taşını oluşturan aile fertlerinin de peygamberidir. Nihayet O,
Allah tarafından insanlara hizmet için yaratılan hayvanların, toplumun alt
tabakasına mensup fakirlerin, dul ve yetimlerin, kimsesizlerin ve çocukların da
"rahmet" vesilesidir. Zira insanlar, hayvanlara eziyet etmeyi,
yoksulları hor görmeyi, yetimlerin malına el uzatmayı ve çocuklarını öldürmeyi,
O'nun sayesinde terk etti. İşte bu sebepten dolayı, diyebiliriz ki, Hz.
Peygamber, tüm insanlık âleminin "rahmet peygamberi"dir.
Hz. Peygamber'in, peygamberlik dışındaki
insani yönünün en çok dikkat çekici örneklerini, çocuklarla olan ilişkilerinde
bulabilmekteyiz. Çünkü O, sıradan bir insandan öte, âdeta "çocuklarla
çocuklaşabilen", bunu başarabilen ve diğer insanlara da tavsiye eden
müstesna bir şahsiyettir. O'nun çocuklara yaklaşımındaki bu farklılık bile,
başlı başına incelenmesi gereken bir özellik arz etmektedir. Öte yandan, Hz.
Peygamber, bugün çocuk psikolojisi üzerine çalışan insanların tespit edip
ortaya koyduğu pek çok realiteye, o dönemde dikkat çeken büyük bir eğitimcidir.
İşte bu özellikleriyle O, her yönüyle incelenmesi gereken güzelliklerle dolu
hayatında, çocuklar için müstesna bir yer ayırmış bir baba, bir
dede ve çağındaki tüm çocukların sevgisini kazanmış bir çocuk
eğitimcisidir.
Medine'de
Çocuklarla İlk Karşılaşma
"Kimin üç (veya iki veya bir) kızı (veya kızkardeşi) olur
da onlara iyi muamelede bulunur, oğlan çocuklarını bunlara tercih etmez ve
eğitimlerini en güzel şekilde yerine getirirse, Allah onları kendisi için
cehenneme karşı bir perde kılar ve onu cennetine koyar. "
Yıl 622... Uzun ve yorucu yolculuğun iki
yorgun ismi, Hz. Muhammed (sav) ve Hz. Ebû Bekir (ra), günler sonra nihayet
"Seniyyetü'l-Vedâ" tepelerinde, kendilerini karşılamaya gelen
Medineli Müslümanlara ulaşmışlardı. Onları karşılamaya gelenler içinde
kızlı-erkekli, en güzel elbiselerini giyinmiş, ellerindeki defleri büyük bir
coşkuyla çalarak, bir mutluluk şarkısı olan "Taleal Bedru Aleyna"yı
okuyan Medineli çocuklar da vardı. İşte tam bu sırada, Hz. Peygamber, çocuklara
değer verdiğini, onları önemsediğini en açık bir biçimde ortaya koymak ve bunu
insanlara da bildirmek için, yanlarına kadar gelerek şöyle sordu:
"Beni seviyor musunuz?"
Çocuklar hep bir ağızdan:
"Evet çok seviyoruz Ya
Rasûlallah!.." cevabını verdiler. Bunun
üzerine Hz. Peygamber de onlara, "Andolsun ki ben de sizi seviyorum"
müjdesini verdi.
Bu müjde öylesine güçlü, öylesine kuşatıcı bir
sevgi halesine dönüştü ki, tüm Asr-ı Saadet'e şamil oldu ve tüm çocukları
kapsayıp, kuşattı... Artık çocuklar mutluydu; çünkü onlara değer
veren, onları önemseyen ve seven; sevilmelerini ve görüp-gözetilmelerini
isteyen bir "peygamberleri" vardı.
Hz.
Peygamber'in Çocuklara Verdiği Değer
Hz. Peygamber bir hadisinde, "Eğer süt emen çocuklar,
beli bükük yaşlılar, otlayan hayvanlar olmasaydı, üzerinize azab sel gibi
inerdi." , buyurarak azab-ı ilahiyyeye engel unsurlardan ilkinin,
"sabiler" (süt emme çağındaki bebekler) olduğuna dikkat çekmiştir.
O'nun, çocuklarla olan bütün ilişkilerinde, çocukları önemsediğini ve onlara
değer verdiğini hissetmek mümkündür.
Kız
Çocuklarına Verilen Değer
Bazı toplumlarda, öteden beri, erkek çocuğu kızdan üstün
tutulmuştur. Ancak bu duygu, cahiliye dönemi Araplarında daha şiddetli bir
şekilde hüküm sürmekteydi. Öyle ki, kızlarını diri diri kumlara gömecek bir
şekil alan ve gittikçe yaygınlaşan bu çirkin davranış, âdeta meşru görülmeye
başlanmıştı. Hz. Peygamber, Kur'ân-ı Kerim'deki âyetler doğrultusunda,
gönderildiği toplumda cari olan kız-erkek ayırımını kesinlikle yasaklayarak, bu
konuda insanlar arasında oluşmuş "erkek çocuğu üstün tutma" geleneğini
ortadan kaldırmaya gayret etmişti. Kısa sürede, cahiliye düşüncesinin devamı
olarak gelen "kız çocuğu küçük görme" ya da "onları kumlara
gömme" davranışı, artık yerini, kız olsun erkek olsun, evladı, "Allah'ın
bir bağışı ve armağanı olarak görme" anlayışına terk
etmişti. Bunda, gerek Hz. Peygamber'in bizzat kendi kızlarına karşı
davranışları, gerekse bu konudaki tavsiye ve emir mahiyetindeki hadislerinin de
önemli rolü olmuştu.
Konuyla ilgili birçok hadisinde, ortak
anlamıyla Hz. Peygamber şöyle buyuruyordu: "Kimin üç (veya iki veya
bir) kızı (veya kızkardeşi) olur da onlara iyi muamelede bulunur, oğlan
çocuklarını bunlara tercih etmez ve eğitimlerini en güzel şekilde yerine
getirirse, Allah onları kendisi için cehenneme karşı bir perde kılar ve onu cennetine
koyar. ".
Şu olay da kızlarına karşı ebeveynin şefkat ve
merhametine karşılık alacakları mükafatı müjdelemektedir:
Hz. Aişe anlatıyor: "Yanıma bir kadın
geldi. Beraberinde iki kız çocuğu vardı. Bir şeyler istedi. Ne var ki, yanımda
bir tane hurmadan başka da bir şey yoktu. Onu kendisine verdim. Kadın da ikiye
bölerek kızlarına paylaştırdı, kendisine ise bir şey kalmadı. Çıkıp gittiler.
Daha sonra Rasûlullah içeri girdi. Durumu O'na anlatınca şöyle buyurdu: 'Kim
bu şekilde kızlarıyla sınanır da onlara iyi davranırsa, o kızlar, onun için
ateşe karşı perde olurlar."
Çocukların
Korunmalarına Verilen Önem
"Ailesine karşı Hz. Peygamber'den daha şefkatli hiç kimseyi
görmedim. Oğlu İbrahim'in, Medine'nin kenar mahallelerinden birinde oturan bir sütannesi
vardı. Bu sütannenin kocası demircilik yapmaktaydı. Her gün çocuğu görmek için
oraya giden Hz. Peygamber, varınca duman dolu eve girer, çocuğunu kucaklayarak
bağrına basar, koklar ve öperdi."
Tüm canlılarda var olan içgüdüsel anlamda
"yavrusunu koruma" duygusu üzerine yapılan çalışmalar, bu duygunun
insan benliğine yerleştirilmiş en önemli duygu tiplerinden biri olduğunu ifade
etmektedir. Şu hadisiyle Hz. Peygamber, aslında bu duygunun kökeni hakkında en
doyurucu izahı ortaya koymaktadır: "Allah merhameti yüz parçaya
ayırdı. Bunun doksan dokuz parçasını kendi katında tuttu, geriye kalan bir
parçayı ise yeryüzüne indirdi. İşte bu parçadan dolayı, hayvanlar yavrularına
zarar vermesin diye ayaklarını dikkatle atarlar."
Her bir canlıda var olan bu duygunun
kaynağının ilahî olduğunu açıklayan Hz. Peygamber, bir başka hadisinde, "ailesini,
çocuklarını korumak zorunda kalan ve bu sebeple öldürülen insanların şehit
olduğunu" söylerken
insanoğlunda içgüdüsel olarak bulunan "yavrusunu koruma" duygusunun, davranış
biçimine dönüşmesinin "şehitlik" gibi büyük bir mükafatla karşılık
bulacağını ifade etmektedir.
Çocuklara
Karşı Gösterilen Sevgi ve İlgi
Çocuklara karşı gösterilen sevgi için
çocuk psikolojisi uzmanları "büyüme vitamini"
nitelemesinde bulunmaktadırlar. Çünkü onlar, yaptıkları araştırma ve
incelemeler sonucunda çocuk için sağlanan her türlü fiziksel ortamın,
gösterilen özenin, hiçbir zaman sevginin yerini tutmadığını anlamışlardır.
Öte yandan, çocuğun sosyalleşmesi açısından
da, gördüğü ya da göremediği sevginin büyük bir rolü vardır. Bu realiteler göz
önünde tutulduğunda, Hz. Peygamber'in çocuklara karşı gösterdiği sevginin ve
ilginin, onlar açısından ne denli önemli olduğu aşikardır. Aşağıda örneklerini
vereceğimiz çeşitli sevgi ifadeleri, bir babanın, bir dedenin, en tabii, en
yalın şekliyle evladına sunabileceği saf sevgisinin tezahürleridir.
Kucaklamak: İnsanların birbirinden etkileşimi konusunda son zamanlarda
yapılan araştırmalar, fiziksel temasın, son derece etkileyici olduğunu ortaya
koymuştur. Şurası bir gerçektir ki, çocukluk dönemi içinde duygusal anlamda
henüz gelişmekte olan bir yapıya sahip olan çocuklar, belki de en çok sevgiye
muhtaçtırlar. Onların bu ihtiyacının yeterli bir şekilde giderilmesi ise,
öncelikle ebeveynin görevidir. Bu konuda Hz. Peygamber'in hayatından pek çok
örnek aktarılabilir:
Hz. Enes anlatıyor:
"Ailesine karşı Hz. Peygamber'den
daha şefkatli hiç kimseyi görmedim. Oğlu İbrahim'in, Medine'nin kenar mahallelerinden
birinde oturan bir sütannesi vardı. Bu sütannenin kocası demircilik
yapmaktaydı. Her gün çocuğu görmek için oraya giden Hz. Peygamber, varınca
duman dolu eve girer, çocuğunu kucaklayarak bağrına basar, koklar ve öperdi."
Birçok sahabinin rivayetine konu olduğu üzere,
Hz. Peygamber, torunları Hasan ve Hüseyin'i, bazen yanlarına bizzat giderek,
bazen de yanına çağırtarak kucaklar ve bağrına basarak öperdi. O, bu
davranışını sadece kendi çocukları için değil, bütün çocuklara da
göstermekteydi:
İbn Rebîa b. el-Haris anlatıyor: "Babam
beni, Abbas da oğlu Fadl'ı, Hz. Peygamber'in yanına gönderdi. Huzuruna
girdiğimiz zaman bizi sağına ve soluna oturttu ve sonra öylesine sıkıca
kucakladı ki, O'ndan daha kuvvetlisini görmemiştik."
Hz. Peygamber'in duasını alan pek çok sahabi çocuk, bunun manevi hazzını hep hissettikleri gibi, maddi anlamda da ayrıcalığını hayatları boyunca yaşamışlardır.
Dua Etmek: Çocukların büyüklerinden duyacakları hayır duanın, onların
sevildiğine bir işaret olacaktır. Bu, onları hem psikolojik anlamda güçlü
kılmakta hem de sevildiklerini düşünmelerine vesile olmaktadır. Hz.
Peygamber'in duasını alan pek çok sahabi çocuk, bunun manevi hazzını hep
hissettikleri gibi, maddi anlamda da ayrıcalığını hayatları boyunca
yaşamışlardır. Söz gelimi, Hz. Peygamber'in, "mal ve evladının çok,
ömrünün uzun ve kendisine verilenlerin hayırlı ve mübarek olması için Allah'a
dua ettiği." Hz. Enes, yüz
yılı aşkın bir süre yaşamış ve bu duanın bereketiyle pek çok nimete mazhar
olmuştur. Babanın evladı için duasının, kabul edilen dualardan olduğunu ifade
ederek bunu etrafına da tavsiye buyuran Hz. Peygamber, Hz. Aişe'nin (ra)
belirttiği üzere, kendisine getirilen çocuklara çeşitli vesilelerle hayır
dualarda bulunmuştur. Şimdi bunun örneklerini sunmak istiyoruz.
Üsame b. Zeyd anlatıyor:
"Hz. Peygamber bir dizine beni, bir
dizine de torunu Hasan'ı oturtur ve ikimizi birden bağrına basarak 'Ey
Rabbim! Bunlara rahmetinle muamele eyle. Çünkü Ben de bunlara karşı
merhametliyim' derdi."
Abdullah et-Temîmî'nin kızı Cemre anlatıyor:
"Babam beni Hz. Peygamber'e götürdü ve benim için hayır duada bulunmasını
talep etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber, beni kucağına oturttu ve
sonra elini başımın üzerine koyarak bana hayır duada bulundu."
Amr b. Hureys anlatıyor: "Annem beni
Hz. Peygamber'in yanma götürdü. Hz. Peygamber başımı okşayıp bol rızka kavuşmam
için bana dua etti." (Buharî, el-Edeb'ul Müfred,
s.221).
Öpmek: Fiziksel temasın bir türü olan öpmek, Hz. Peygamber'in sık
sık başvurduğu bir sevgi ifadesidir. Gerek kendi kızı Hz. Fatıma'yı, gerekse
torunları Hasan ve Hüseyin'i öptüğünü belirten kaynaklar bize O'nun, aynı zamanda bunu tavsiye
ettiğini de ortaya koymaktadır.
Torunu Hasan'ı (veya Hüseyin) öperken gören
Akra b. Habis isimli kişi, tahmin etmediği bu davranışı yadırgamış ve şöyle
demişti: "Doğrusu benim on çocuğum var. Ama hiçbirini öpmedim". Bunun
üzerine Hz. Peygamber şu anlamlı uyarıda bulunmuştu: "Şefkatli
olmayana merhamet edilmez."
Şakalaşmak: Hayal dünyası çok zengin olan çocuklar için şakalaşmanın
oldukça önem arz ettiği bilinmektedir. Konuyla ilgili rivayetlerde, O'nun,
gerek kendi torunları Hasan ve Hüseyin'e gerekse diğer çocuklara, ölçülü ve
anlamlı, aynı zamanda hikmetli ve ibretli şakalar yaptığı müşahede
edilmektedir:
Mahmud b. Rebi' isimli sahabi, kendisi beş
yaşlarında iken Hz. Peygamber'in, bir kovadan su alarak yüzüne püskürttüğünü ve
bunu diğer çocuklara da yaptığını anlatmaktadır.
Omzuna Bindirmek: Fiziksel temas cümlesinden sayılan omuza almak, sırtına
bindirmek davranışına da Hz. Peygamber'de sık sık rastlamaktayız. Özellikle
kızı Hz. Fatıma'yı her ziyaret edişinde kendisini karşılamaya gelen Hasan ve
Hüseyin'i derhal omzuna alarak sevmeye başlardı. Bir
defasında da kız torunu Ümame sırtında olduğu halde namaz kıldırmıştı.
Konumuzu ilgilendiren bir başka olay ise
şöyledir: Bir sabah namazında birinci rekatte altmış âyet okuduğu halde, ikinci
rekatte bir çocuk ağlaması işiterek en kısa sûrelerden biriyle namazı
tamamlayan Hz. Peygamber'e bunun sebebi sorulunca şu anlamlı açıklamada
bulunmuştur: "Bir çocuk ağlaması duydum ve annesine eziyet vermeyeyim
diye hemen namazı kısa tuttum."
GENÇLİĞE ÖNDER OLMAK İÇİN ÖRNEK OLMAK
GEREK
Hz. Peygamber İslam'ı tebliğ ederken, toplumun
yeniliğe açık, idealist ve enerjik kesimini oluşturan gençlerden büyük ölçüde
destek almıştır. Nitekim ilk Müslümanlardan birkaç kişi 50 yaş civarında,
birkaç kişi 35 yaşın üzerinde, geri kalan çoğunluk ise 30 yaşın altında
bulunuyordu.
Hz. Peygamber'in hayatını ve sahabeyi
düşündüğümüzde, her nedense hep olgun ve yaşlı insanlar canlanır zihnimizde.
Kırk yaşındayken peygamberlik görevine başlayan Hz. Peygamber'in etrafındaki
ilk Müslümanlara baktığımızda, onlardan çoğunun gençler olduğunu görürüz.
Hz. Peygamber İslam'ı tebliğ ederken, toplumun
yeniliğe açık, idealist ve enerjik kesimini oluşturan gençlerden büyük ölçüde
destek almıştır. Nitekim ilk Müslümanlardan birkaç kişi 50 yaş civarında,
birkaç kişi 35 yaşın üzerinde, geri kalan çoğunluk ise 30 yaşın altında
bulunuyordu.
Mesela genç yaşta İslam'ı kabul edenlerden;
Hz. Ali
10,
Abdullah b. Ömer ve Ubeyde b. el-Cerrah 13,
Ukbe b. Amir 14, Cabir b. Abdullah ve Zeyd b.
Harise 15,
Abdullah b. Mesud, Habbab b. Eret ve Zubeyr b.
Avvam 16,
Talha b. Ubeydullah, Abdurrahman b. Avf, Erkam
b. Ebi'l-Erkam, Sa'd b. Ebi Vakkas ve Esma bint Ebî Bekr 17,
Muaz b. Cebel ve Musab b. Umeyr 18,
Ebû Musa el-Eşari 19, Cafer b. Ebî Talip 22,
Osman b. Huveyris, Osman b. Affan, Ebû Ubeyde,
Ebû Hureyre ve Hz. Ömer 25-31 yaşlarında idiler.
Hz. Peygamber'in yanında bulunan, O'nunla
birlikte savaşanlar da gençlerdi. Bu yüzden Hz. Peygamber gençlere ayrı bir
önem atfetmiştir.
Semure b. Cundeb'in naklettiğine göre, Hz.
Peygamber ashabına, müşriklerin gençlerini öldürmemeleri talimatını vermişti.
Abdullah, babası Ahmed b. Hanbel'e bunun ne anlama geldiğini sorunca O:"Yaşlı
neredeyse İslam'a girmez! Genç ise İslam'a yaşlıdan daha yakındır."
demiştir.
Enes b. Malik'in
anlattığına göre, Ensar'dan 70 genç vardı, kendilerine "Kurrâ"
denilirdi. Akşamları Medine'nin çeşitli bölgelerine dağılırlar, ders halkaları
oluştururlar, oralardaki halka namaz kıldırırlar, sabah olunca da Hz.
Peygamber'in mescidine gelirlerdi. Hz. Peygamber (İslam'a davet için) onları
Bir-i Maune'ye göndermişti. Ancak onlar tuzağa düşürüldü ve hepsi de şehid
oldular. Bunun üzerine Hz. Peygamber tam 15 gün sabah namazlarında kunut
duasını okuyup beddua etti.
"Kıyamet günü Adem oğlu şu beş şeyden
sorgulanmadıkça Rabbinin huzurunda (sorgudan) kurtulamayacaktır: Ömrünü nerede
tükettiğinden, gençliğini nerede geçirdiğinden, malını nereden kazanıp nereye
harcadığından, bildiğiyle ne denli amel ettiğinden."
Peygamberimiz'in gençlerle ilgili bütün
ilişkilerine baktığımızda O'nun bütün gayret ve hedefinin, inançlı, dindar,
ahlaklı ve iffetli bir gençlik oluşturabilmek olduğunu görürüz.
Zira Efendimiz, "Allah'ın (arşının)
gölgesinden başka hiçbir gölgenin olmadığı o günde yedi sınıf insanın Allah'ın
gölgesinde gölgeleneceği" haberini vermiştir. Bu hadiste ilk
olarak "adaletli yönetici", ikinci sırada da "Rabbine
ibadetle yetişen genç"i zikretmektedir.
Başka rivayetlerde ise "Allah,
gençliğini Allah'a itaatle geçiren genci sever."; "Allah
tevbe eden genci sever." buyurulmaktadır.
"Kıyamet günü Adem oğlu şu beş şeyden
sorgulanmadıkça Rabbinin huzurunda (sorgudan) kurtulamayacaktır: Ömrünü nerede
tükettiğinden, gençliğini nerede geçirdiğinden, malını nereden kazanıp nereye
harcadığından, bildiğiyle ne denli amel ettiğinden."
"Yaşından dolayı bir ihtiyara ikramda
bulunan genç için, Allah Teâlâ ona ikram edecek kimseler hazırlar."
Hz. Peygamber'in gençleri teşvik eden bu sıcak
ve samimi ilgisi sayesinde, genç sahabiler, canlarını, mallarını, ailelerini
Allah yolunda feda edecek kıvama gelmişlerdi. Müslüman olur olmaz birçoklarının
başta ailesi olmak üzere, Mekkelilerden gördükleri baskılar, korkunç
işkenceler, açlık ve abluka yılları onları asla yıldırmamıştır. Onlar, Allah
Rasûlü'nden aldıkları inanç ve ahlakın gereği olarak, yalnız Mekke'den
ayrılmayı değil, zamanı geldiğinde dünyadan ayrılmayı dahi göze almışlardır.
DUYGU PEYGAMBERİ
Hz. Peygamber, eğitime tabi tutacağı insanların içinde
bulundukları durumu daima göz önünde bulundurmuş, öğrenmeyi verimli bir şekilde
sağlayan sosyal ve psikolojik şartları her zaman dikkate almıştır.
Toplumu fertler
oluşturmaktadır. Ferdin sağlıklı bir eğitimden geçmesi ve buna bağlı olarak
eğitimin amacına uygun hale gelmesi, toplumun huzur ve ahengi için şarttır.
Bundan dolayı Hz. Peygamber, fertlerin eğitimine, bunlar arasında da çocuk ve
gençlerin terbiyesine son derece önem vermiştir. Allah'ın Elçisi, bu eğitimi gelişigüzel
bir biçimde yapmamış, gençlik psikolojisini dikkate alan son derece önemli
metotlar uygulamıştır. O, uyguladığı bu metotlar sayesinde çoğu insani
değerlerin yok olduğu bir toplumu, bütün zorlukları aşarak, insanlığın
imrendiği bir millet haline getirmiştir. O'nun, gençlerin eğitimiyle ilgili
olarak kullandığı metotları ana hatlarıyla,
- Gençlerin duygularına hitap etmesi,
- Gençleri utandırmaktan sakınması,
- Gençlere yumuşak ve müsamahalı davranması,
- Soru sorarak gençlerin ilgisini çekmesi, şeklinde dört
grupta toplamamız mümkündür.
1.
Gençlerin Duygularına Hitap Etmesi
Hz. Peygamber, eğitime
tabi tutacağı insanların içinde bulundukları durumu daima göz
önündebulundurmuş, öğrenmeyi verimli bir şekilde sağlayan sosyal ve psikolojik
şartları her zaman dikkate almıştır. Onun içindir ki, kendisine,
farklı kişilerce değişik zaman ve mekanlarda en faziletli amel sorulduğunda,
muhatabının içinde bulunduğu şartlara göre, bazen, "vaktinde kılınan
namaz", diye cevap vermiş, kimi zaman da, amellerin en
faziletlisinin, "Allah'a iman ve Allah yolunda cihat"
olduğunu söylemiştir. Nitekim O, bu konuda, "Biz
peygamberler, insanlarla zeka seviyelerine uygun olarak konuşmakla emir
olunduk.", buyurmuştur. Hatta insanların anlayış kapasitelerinin
yeterli olmayışı veya yanlış değerlendirebilecekleri gerekçesiyle bazı şeylerin
henüz bilinmemesini istemiştir. Bunu isterken, kişilerin
seviyelerinin bunları doğru yorumlayacak düzeye henüz gelmediğini
düşünmüştür. Hicret sırasında on yedi yaşında bulunan Muaz b. Cebel'in naklettiğine
göre, Hz. Peygamber, "Allah'tan başka bir ilah olmadığına, Muhammed'in
Allah'ın Rasûlu olduğuna kalpten inanan herkese Allah cehennemi haram
kılmıştır." buyurmuştur. Bunun üzerine Muaz, "Ya
Rasûlallah! Bunu insanlara haber vereyim mi?" demiş, Hz. Peygamber de cevaben
"Vermesen daha iyi olur. Çünkü o zaman buna güvenirler." diye
karşılık vermiştir.
Gençlerin eğitiminde
de onların anlayış kapasitelerini dikkate alıyor, temayüllerine ve
karakterlerine uygun olan metotlarla onlara yaklaşıyordu. Bazen onlara dua
ederek duygu ve hissiyatlarını, kimi zaman da överek gururlarını okşamayı ihmal
etmiyordu. Abdullah b. Abbas için, "Allah'ım, onu dinde fakih kıl
ve ona tevili öğret." demek suretiyle, onun duygu ve hissiyatına hitap
ederken, genç Ebû Musa el-Eşarî'ye de, "Ey Musa! Sana Davud ailesinin
sesi gibi güzel bir ses verilmiştir.", diyerek, onun gururunu
okşamıştır. Genç Enes b. Malik'ten rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber,
"Yaşından dolayı ihtiyar bir kişiye ikramda bulunan gence, Allah,
yaşlandığında kendisine ikramda bulunan kimseler lütfeder." buyurmuştur.
Hz. Peygamber bu sözüyle gençleri sanki yaşlılar diyarına götürmüş, gençlerin
de yaşlanacağı ve ikrama muhtaç olacağı duygusunu onlarda uyandırmıştır.
Hz. Peygamber Huneyn
Savaşı'nda elde edilen ganimetlerin taksiminde, kalplerini İslam'a ısındırmak
ve bağlamak için Kureyş'in ileri gelenlerine daha fazla pay ayırmıştı. Bu durum
Ensar'ı gönülden yaralamıştı. İçlerinden söylenenler oldu. Sa'd b. Ubade bu
durumu Hz. Peygamber'e bildirince, Allah Rasûlu onları çadırına çağırdı ve
"Ey Ensar! Sizin beni tenkit ettiğiniz söylendi, aslı var
mıdır?" diye sordu. Ensar, "Ya Rasûlullah! Bizim ileri
gelenlerimiz Sizi tenkit edecek sözler söylemezler. Bunlar
delikanlıların sözüdür." dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber, "Ey
Ensar! Ben sizi dalalette buldum. Allah Benim sebebimle aranıza
dostluk ve sevgi bırakmadı mı? Siz nüfusça az idiniz, sizi
çoğaltmadı mı? Fakir iken zengin etmedi mi?" dedi. Ensar ise "Ya
Rasûlullah! İyiliğin ihsanın haddinden fazladır. Allah Size
mükafatını ihsan etsin!" diye karşılık verdiler. Yine Hz. Peygamber,
"Siz diyebilirsiniz ki, ‘Kavmin Seni yalanladığı vakit, biz Seni tasdik
ettik. Seni Mekke'den uzaklaştırdıklarında Sana ev verdik. İhtiyaç
zamanında elimizden geleni geri koymadık. Düşmandan korkuyordun
Sana emniyet verdik.' İşte böyle derseniz, doğrudur. Sizi tasdik ederim." dedi.
Allah'ın Rasûlu bu şekilde Ensar'a iltifat etti. Ensar ise üzüntü gözyaşları
dökerek, "Ya Rasûlullah! Yalnız bu mal ganimeti değil,
dilerseniz baba ve dedelerimizden miras olarak aldığımızı da onlara
taksim edin. Bizim maksadımız Senin şerefli rızandır. Yanımızda dünya malının
zerre kadar önemi yoktur." dediler. Hz. Peygamber Ensar'ın bu sözünden
memnun oldu ve şöyle dedi: "Ey Ensar! Sizin inancınızdaki
samimiyete güvenim vardır. Kureyş ise İslam'a henüz gelmiştir. Şimdiye kadar
meydana gelen savaşlarda Müslümanlar tarafından pek çok yenilgilere
uğratıldılar. Onların kalplerini yatıştırmak maksadıyla fazla hisse verdim.
Onlar evlerine koyun ve develerle gidecek. Siz ise Rasûlullah ile gideceksiniz.
Buna razı olmaz mısınız?". Ensar, "Ya Rasûlullah! Sana yakın
olmak, bizim için dünyadan ve dünyanın içindekilerden daha hayırlıdır.
Gölgenizi Allah üzerimizden eksik etmesin." dediler. Bunun üzerine
Allah Rasûlu, "Ensar Benim hususi dostlarım ve sırdaşlarımdır. Bütün
insanlar bir yola gitse, Ensar başka bir yola gitse, Ben Ensar'la beraber
giderim." dedi ve ellerini kaldırıp, Ensar'a, çocuklarına ve
torunlarına hayır dua etti.
2.
Gençleri Utandırmaktan Sakınması
Hz. Peygamber inanç ve prensiplerine ters düşen hareketleri yapan gençlere bile kaba davranmamış, onları utandıracak tarzda tenkit etmemiş, hatalı olduklarını uygun bir biçimde ifade etmiştir.
Hz. Peygamber'in,
muhataplarını eğitirken onlara karşı kırıcı davranışlar içine girmediğini, onlara
kaba sözler sarf etmediğini görüyoruz. Kendisi muhataplarına kötü sözler
söylemediği gibi, etrafındakilere de bu tür sözlerden uzak
durmasını emretmiştir. Hataları düzeltme konusunda Allah'ın Rasûlu'nun ne kadar
seviyeli ve nazikane davrandığını Muaviye b. Hakem güzel bir
şekilde anlatmaktadır. Muaviye Hz. Peygamber'in arkasında namaz kılarken,
aksıran bir adama, "Yerhamukellah" diyerek karşılık vermişti.
Çünkü namaz kılarken konuşulmayacağını bilmiyordu. Yanındakiler Muaviye'ye
bakmaya başladılar. Muaviye onlara da "Size ne oluyor ki,
bana bakıp duruyorsunuz" deyince, bu defa yanındakiler onu ikaz
etmek için ellerini dizlerine vurmaya başladılar. Muaviye onların
kendisini susturmak istediklerini anlayınca, sustu. Bundan sonrasını Muaviye b.
Hakem şöyle anlatıyor: "Anam babam Rasûlullah'a feda olsun. O'nun
kadar güzel öğreten bir öğretmen hiçbir zaman görmedim. Vallahi O, namazı
kılınca beni ne dövdü ne de azarladı. Sadece namazda dünya
kelamı konuşulmayacağını, ancak tesbih, tekbir yapılarak Kur'ân
okunabileceğini söyledi."
Hz. Peygamber inanç ve
prensiplerine ters düşen hareketleri yapan gençlere bile kaba davranmamış,
onları utandıracak tarzda tenkit etmemiş, hatalı olduklarını uygun bir biçimde
ifade etmiştir. Allah Rasûlu'nun en sevdiği gençlerden biri olan Usame b. Zeyd,
hırsızlık yapan bir kadını affetmesi için aracı olarak Rasûlullah'a geldi.
Suçlu bir kadının, asalet sahibi ve değer verilen önemli bir kişi olduğu için
suçunu görmezden gelmesi isteği, Hz. Peygamber'i son derece kızdırmasına
rağmen, o, bu işe aracı olan genç Usâme'yi utandıracak hiçbir kırıcı söz
etmemiş, tepkisini onu incitmeden ortaya koymuştur. Hz. Peygamber, minbere
çıkarak, şu konuşmayı yaptı: "Ey insanlar! Sizden öncekiler,
kendilerine önemli ve nüfuz sahibi bir kişi suçlu olarak
geldiğinde, onun cezasını vermediler. Ancak nüfuz sahibi olmayan ve zayıf,
güçsüz bir kişi suçlu olarak geldiğinde hemen cezalandırdılar. Bu
adaletsizlikten dolayı da helak oldular. Allah'a yemin ederim ki, hırsızlık yapan
benim kızım Fatıma olsa, onun da elini keserdim." Böylece
Hz. Peygamber hem adaletin önemini ortaya koymuş, hem de genç Usame'ye,
kötülüklere aracı olmamasını ima yoluyla tembih etmiştir.
3.
Gençlere Yumuşak ve Müsamahalı Davranması
Hz. Peygamber, insanlığın
olmasını gerektirdiği bütün erdemleri şahsında taşıyan biridir. İnsanlık için
bir merhamet abidesidir. Kur'ân-ı Kerim'de, "Eğer Sen
kaba, katı yürekli olsaydın, kuşkusuz etrafından dağılır
giderlerdi." âyetiyle, bu gerçek ortaya konur. Bu özelliklere
haiz olan Allah'ın Rasûlu, bir şey öğreteceği veya ikazda bulunacağı zaman önce
karşısındakini yumuşatarak gönlünü kazanır, sonra söyleyeceklerini söylerdi.
Yumuşak huyluluk anlamına gelen hilm sıfatına sahip olan Allah Elçisi, en
kızılacak durumlarda bile soğukkanlılığını korumuş, karşısındaki muhatabı ikna
yolu ile sinirlendirmeden bilgilendirme yoluna gitmiştir. Bizzat kendisi,
öğretirken azarlamamayı öğütlemiştir. Bir gün, zina etmek için kendisinden izin
isteyen gence karşı ortaya koyduğu tavır, gençlerineğitimlerini üstlenenlere
örnek olacak mahiyettedir. Kureyş kabilesinden bir genç, Hz. Peygamber'in
huzuruna gelerek, "Ey Allah'ın Rasûlu! Bana zina etmek için izin ver."
dedi. Orada hazır bulunan sahabeden bazıları bu isteği İslam
terbiyesine aykırı gördüklerinden, "Sus, sus" diyerek, genci
azarladılar. İslam Peygamberi son derece sakin bir şekilde delikanlıya, "Yanıma
gel, otur." diye yer gösterdi. Sonra onunla sohbet etmeye başladı.
"Söyle bakalım, bir başkasının senin annenle zina etmesini ister misin?"
diye sordu. Genç "Sana feda olayım ey Allah'ın Rasûlu, böyle bir şeyi
asla istemem." dedi. Peygamberimiz de "Zaten hiç kimse
annesine böyle bir şey yapılmasını istemez." buyurdu. Sorusuna devam
ederek, "Başkasının senin kızınla zina etmesine razı olur musun?"
diye sordu. Genç yine, "Sana feda olayım ey Allah'ın Rasûlu, razı
olmam." dedi. Hz. Peygamber de "Hiç kimse kızıyla zina
edilmesine razı olmaz." dedikten sonra, kız kardeşi, halası ve
teyzesiyle zina edilmesine razı olup olmayacağını sordu. Genç, her soruda da
"Sana feda olayım hayır istemem." diye cevap veriyordu. Artık
hatasını anladığını görünce Hz. Peygamber, elini bu gencin omzuna
koyarak, "Allah'ım, bunun günahını affet, kalbini temizle ve uzuvlarını
günah işlemekten koru." diye dua etti. Bu genç, kendi ifadesine göre,
bir daha hayatı boyunca kalbinde zina duygusuna yer vermedi.
Allah Rasûlu'nun sahip
olduğu hoşgörüyü, O'nun gençlere gösterdiği yumuşaklık ve müsamahayı daha iyi
anlayabilmek için, kendisine gençlik hayatı boyunca on yıl aralıksız hizmet
etmiş olan Enes b. Malik'in sözlerine kulak vermek yeterlidir. Enes şöyle
diyor: "On yıl Hz. Peygamber'e hizmet ettim. Bana bir defa
bile ‘öf' demedi. Yaptığım bir şey için, ‘Niye bunu yaptın?'
diyerek azarlamadı. O, ahlak bakımından insanların en mükemmeliydi."
Hz. Peygamber,
insanlığın olmasını gerektirdiği bütün erdemleri şahsında taşıyan biridir.
İnsanlık için bir merhamet abidesidir. Kur'ân-ı Kerim'de, "Eğer Sen kaba,
katı yürekli olsaydın, kuşkusuz etrafından dağılır giderlerdi." âyetiyle,
bu gerçek ortaya konur.
4.
Soru Sorarak Gençlerin İlgisini Çekmesi
Biraz önce
zikrettiğimiz üzere, zina etmek isteyen gence "Bir başkasının annenle,
kızınla, teyzenle, halanla zina etmesini ister misin?" diyerek ayrı
ayrı sorular sormak suretiyle, gencin dikkatinin tamamen çekilmesi
ve zinanın çirkinliği öğretilerek ikna edilmesi, örnek olarak burada da
zikredilebilir.Allah Rasûlu, Hz. Ali'ye sıkıntı esnasında ne diyeceğini
öğretmek için de önce sorusunu sormuş ve "Ey Ali! Çıkmaza düştüğünde
söylemen gereken kelimeleri sana öğreteyim mi?" demiştir. Hz.
Peygamber, bu kelimelerin ne olduğunu açıklamış ve ‘Bismillahirrahmanirrahim,
velâ Havle velâ Kuvvete İllâ Billâhi'l-Aliyyi'l-Azîm' dersen,
Allah sana gelecek olan belalardan dilediğini bu kelime sebebiyle
önler." buyurmuştur.
PEYGAMBER
TERBİYESİNDEKİ GENÇLİK
Hz. Peygamber'in bu yakın
çevresindeki çocuklara alakası doğumdan itibaren başlar. 0, doğan çocukların
kulaklarına ezan okur, onlara isim takar, önceden kötü isim takılmışsa onları
değiştirir, onlar için akika kurbanı keserdi. Mesela, Hz. Hasan doğduğunda
iki kulağına ‘ezan' okumuştu. İbrahim'in doğduğu gecenin ertesi günü ona isim
takışını ise sahabesine şöyle açıklamıştı: "Bu gece bir oğlum
oldu. Ona atam İbrahim'in ismini koydum!" Torunları Hz. Hasan, Hz.
Hüseyin ve Muhassin'e başta konulan Harb ismini hoş bulmamış ve onları mezkur
isimlerle değiştirmiş. Doğumla başlayan bu alaka hep devam edecektir. Hz.
Peygamber onları evde bazen sırtına, bazen karnının üzerine alıp eğlendirirdi.
Hatta bazen Hz. Peygamber, camide namaz kıldırıyorken bile çocuklar omzunda
veya sırtındadır. Hz. Zeyneb'den kız torunu Umame bu çocuklardan biridir. Hz.
Peygamber, onu namazda omzuna alır, rukuya gittiğinde yere kor, kalktığında
tekrar omzuna alırdı. Bazen Hz. Peygamber secdeye gidince Hz. Hasan ve Hz.
Hüseyin gelip sırtına binerlerdi. Hz. Peygamber secdeden kalkarken onları
yumuşak bir şekilde alıp yere kordu. Secdeye gidince onlar yine sırtına
binerlerdi, bu durum, namaz bitene kadar böyle devam ederdi. Namaz bitince
ise Hz. Peygamber onları, hiç kızmaksızın alıp dizlerine oturturdu. Bir defasında Hz. Peygamber secdedeyken
sırtına Hz. Hasan veya Hz. Hüseyin binince, ininceye kadar secdeyi uzatmıştı.
Bir gün de Hz. Peygamber zekat hurmalarını dağıtıyorken Hz. Hasan kucağında
bulunuyordu. Dağıtma işi bitince onu omzuna almıştı. El-Bera' (ra) da, Hz. Peygamber omzunda Hz.
Hasan olduğu halde; "Allah'ım, doğrusu ben bunu seviyorum. Onu
Sen de sev." buyururken gördüğünü bildirmektedir. Çocuklar,
bineğinin üzerinde de Hz. Peygamber'in yanındadırlar. Mekke'nin fethinde
şehre girerken Hz. Zeyneb'den torunu Ali, terkisinde bulunuyordu. Hz.
Peygamber, çocuk ve torunlarına olan sevgisini, alakasını her yerde, her
fırsatta izhar ederdi.
Hz.
Peygamber, bir gün bir omzunda Hz. Hasan, diğerinde Hz. Hüseyin olduğu ve
sırasıyla birini, öbürünü öperken sahabenin yanına gelmişti. Bir defasında hutbe okuyorken Hz. Hasan ile
Hz. Hüseyin camiye girince sözüne ara verip aşağı inmiş ve onları kucağına
almıştı. Hz. Peygamber, Hz. Fatıma
huzuruna girdiğinde kalkar, elini tutar, kendisini öper ve yanına oturturdu.
Hz. Fatıma da Hz. Peygamber'e aynı şekilde davranırdı. Ebû Hureyre de şöyle bir olay anlatır:
Rasûlullah ile beraber Medine'nin çarşılarından birinde idim. Derken O ayrıldı,
ben de ayrıldım. O, (Hz. Fatıma'nın evine gelip) üç defa; "Yaramaz
nerede?" deyip Hz. Hasan'ı çağırttı. Gelince Hz. Peygamber
kollarını açtı, o da açtı ve ona sarılıp öptü. Ardından da şöyle
buyurdu: "Allah'ım, doğrusu Ben bunu seviyorum. Onu Sen de sev,
onu sevenleri de sev!" Benzer
bir olay bir davete giderken de olmuştu. Şöyle ki, Hz. Peygamber, bir davete
giderken yolda Hz. Hüseyin'i oynarken görünce öne çıkıp ellerini açmış ve Hz.
Hüseyin'i tutup öpmüştü. Enes ise Hz. Peygamber'in İbrahim'i öpüp kokladığını
nakletmektedir. Hz. Peygamber'in bu sevgi tezahürleri bazı sahabilerinin
dikkatini çekiyordu. el-Akra' b. Habis Hz. Peygamber'i, Hz. Hasan'ı öperken
görmüştü de; "Doğrusu benim 10 çocuğum var, hiçbirini
öpmemişimdir!" demiş, Hz. Peygamber de şöyle mukabelede
bulunmuştu: "Merhamet etmeyene merhamet edilmez."
Hz. Peygamber, çocuk ve torunlarına olan sevgisini, alakasını her yerde, her fırsatta izhar ederdi.
Hz. Peygamber, bir sefere
çıkacağında da en son Hz. Fatıma'ya uğrar, dönüşünde ise ilk olarak onu
ziyaret eder ve öperdi. Sefer dönüşlerinde ailesinin çocukları tarafından
karşılanan Hz. Peygamber, uzağında kalan çocuklarını da hep soruşturmuş,
takip etmişti. Mesela; Hz. Rukiyye, kocası Hz. Osman ile Habeşistan'a hicret
ettiğinde bir ara haberleri kesilmişti. O zaman Hz. Peygamber çıkar, o
taraflardan gelenlere haberlerini sorardı.
Bir defasında Hz. Fatıma
hastalanmıştı da Ma'kil b. Yesar'i yanına alarak ziyaretine gitmişti. Ev içi huzursuzluk anlarında da Hz.
Peygamber çocuklarının yanında olurdu. Bir ara Hz. Fatıma ile Hz. Ali'nin
arasında bir kırgınlık belirmişti de Hz. Peygamber araya girip onları
barıştırmıştı.
Kederli
anlardan biri de ölüm olaylarında yaşanır. O zamanlarda da Hz. Peygamber
çocuklarının yani başındadır. Hz. Rukiyye öldüğünde Hz. Peygamber kabrin
yanına oturmuştu. Hz. Fatıma da yanındaydı, ağlıyordu. Hz. Peygamber ise bir
bez parçası ile Hz. Fatıma'nın gözyaşlarını siliyordu. Diğer bir ölüm
olayında Hz. Peygamber can çekişen küçük bir kızını alıp bağrına basmış,
çocuk önünde can verince de ağlamıştı. Hz. Ümmü Külsüm defnedilirken ise
toprak atarak aralıkların kapatılmasını emrediyor ve söyle buyuruyordu: "Bunun
bir yararı yok. Ama geride kalanların gönlünü hoş eder!" Hz. Peygamber'in çocuklarına bir alakası
ise onları çeşitli durumlarda koruma şeklinde olmuştur. Mesela; kızlarını
evlendirirken hem damat seçiminde, hem mihir tesbiti ve güzel bir düğün
yaptırmada, hem de kumalı evliliğe rıza göstermemede bir baba olarak
çocuklarını koruması söz konusudur. Şöyle ki, Hz. Peygamber Hz. Fatıma'ya
ayrı ayrı talib olan Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'e, küçüklüğünü söyleyerek
müsbet cevap vermemiş, Hz. Ali ile evlendirince de mihir tesbitinde ve gerdek
öncesinde çok yakından alakadar olmuştu. O zaman Hz. Fatıma'ya da söyle
demişti: "Fatıma! Vallahi seni onların en alimi, en ağırbaşlı ve
akıllısı ve en önce Müslüman olanı ile evlendirdim!" Yine bu
cümleden olarak Hz. Peygamber kızları hususunda çok kıskanç davranır,
kızlarını kuma üzerine evlendirmediği gibi evli kızlarının üzerine kuma getirilmesine
de şiddetle karşı çıkardı. Bu hususta yani kızların üzerine ikinci bir
evlilik yapmayacaklarına dair damatlarından söz aldığı nakledilmektedir. Bu
sebeple Hz. Peygamber verdiği sözde durup kızının üzerine ikinci bir evlilik
yapmayan Ebû'l-As'ı övgü ile yad ederken Hz. Fatıma'nın üzerine kuma getirmek
isteyen Hz. Ali'ye şiddetle karşı çıkabilmiştir.
Hz. Peygamber, çocuk ve
torunlarının maddi ve manevi eğitimiyle de ilgilenir, onlara, dünya ve ahiret
mutluluklarını sağlamaya yönelik irşadlarda bulunurdu. Zekat hurmalarıyla
alakalı bir olay meşhurdur. Hz. Hasan, bir gün zekat hurmalarından birini
ağzına atmıştı da Hz. Peygamber hemen onu ağzından çıkartmış ve; "Bilmiyor
musun, Âl-i Muhammed, zekat mali yiyemez." buyurmuştu. Mekke'de
bisetin ilk yıllarında cereyan eden meşhur "inzar" olayında Hz.
Fatıma'ya da hitap vardır: "Muhammed'in kızı Fatıma! Malımdan
dilediğini benden iste. Ben seni Allah'a karşı hiçbir şeyden müstağni
kılamam!" Hz. Peygamber, böylece dinin hükümleri karşısında
çocuklarının, diğer Müslümanlardan bir ayrıcalıklarının olmadığını da
öğretmiş oluyordu. O'nun bu hususa zaman zaman dikkat çektiği görülmektedir.
Hz. Peygamber'in çocuklarını
irşadlarında namaz ve zühd üzerinde çok durduğu görülmektedir. Enes Hz.
Peygamber'in sabah namazına çıkarken altı ay Hz. Fatıma'nın kapısına uğrayıp
onları namaza çağırdığını bildirmektedir. Hz. Peygamber onların kapılarını
gece namazına kalkmaları için de çalardı. Diğer taraftan Hz. Peygamber, el
değirmenini çevirmekten şikayet edip kendisine bir hizmetçi verilmesini
isteyen Hz. Fatıma'ya hizmetçi verme yerine, yatmadan önce tesbihat okumasını
tavsiye etmişti.
Hz. Peygamber'in çocuk ve
torunlarıyla münasebetinde dikkat çeken bir husus da, onlar arasında ayrım
yapmamaya, onlara eşit davranmaya özen göstermesidir. Bu hususta şu olayı
zikredebiliriz: Bir gün Hz. Peygamber Hz. Fatıma'nın evine gitmişti. O esnada
Hz. Ali uyuyordu. Derken Hz. Hüseyin içecek bir şey istemiş, Hz. Peygamber de
bir koyun sağmaya yönelmiş. O zaman Hz. Hasan yanına gelmiş, ama Hz.
Peygamber sağdığını ona vermemişti. Bunun üzerine Hz. Fatıma, Hz. Hüseyin'i
mi daha çok sevdiğini sormuş, Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştu: "Hayır,
o ondan önce içecek istemişti." Tabiatıyla bu bütün çocukları
aynı derecede sevdiğini ifade etmez. Bazı çocukları diğerlerinden daha çok
sevdiğini belirten haberler vardır. Bunda ilk çocuk olma, o esnadaki en küçük
çocuk olma, bazı kabiliyetlere sahip olma gibi sebepler etkili olmuş
olmalıdır.
Hz. Peygamber, kendisine hediye
gelen bir gerdanlığı; "Bunu ailemden en çok sevdiğime
vereceğim!"demiş, sonra onu torunu Umame'ye vermiştir. Her halde bu
olayın meydana geldiği zamanda Umame ailenin en küçüğüydü. Hz. Hasan'a bütün
çocuklardan fazla gösterdiği müsamaha ve sevginin sebebinin, onun ilerde Hz.
Peygamber'in çocuk ve torunlarına muamelesi hakkında söylenen hususları,
onların Hz. Peygamber'le alakalı hatıraları da teyid etmektedir.
|
PEYGAMBERİN GENÇLERİ
CAFER B. EBİ TALİP (ö.
8)
"Rasûlullah'ın peygamberliğini isbat için hiçbir mucize olmasa dahi, sadece O'nun (sav) ashabı bile (bunun isbatına) yeter."
Hz. Cafer, Peygamberimiz'in amcası Ebû
Talib'in oğlu, Hz. Ali'nin ağabeyidir. Mekkelilerin baskıları sonucu
Habeşistan'a hicret ettiklerinde Cafer b. Ebû Talib'in Necaşi'ye hitaben
söylediği şu sözler, bir genç olarak onun bilgi ve özgüvenini ortaya
koymaktadır:
"Ey Kral! Biz putlara tapan, ölü eti yiyen, her türlü
fuhşiyatı yapan, akraba ilişkilerini koparan, komşuya kötü davranan cahili bir
toplum idik. Bizden güçlü olan, zayıf olanı ezerdi. İşte Allah bize içimizden
nesebini, doğruluğunu, güvenilirliğini ve iffetini bildiğimiz bir Rasûl
gönderinceye kadar bu haldeydik. Oysa gönderilen bu Rasûl, bizi, Allah'ı
birlemeye, O'na kulluk etmeye, O'ndan gayrı babalarımızın taptığı taş ve
putları terketmeye çağırdı. Bize doğru sözlülüğü, emaneti yerine getirmeyi,
akrabalarla ilişkileri devam ettirmeyi, iyi komşuluğu, haramlardan ve kan
dökmekten el çekmeyi emretti ve bizi fuhşiyattan, yalan sözle şahitlikten,
yetim malı yemekten, iffetli hanımlara iftira etmekten menetti. Bize yalnızca
bir Allah'a kulluk etmemizi ve O'na hiçbir şeyi şirk koşmamayı emretti, namazı,
zekatı ve orucu emretti." Daha başka İslam'ın emirlerini saydıktan sonra
devamla "biz de onu derhal tasdik ettik, O'na inandık ve Allah'tan getirdiğine
uyduk. Yalnızca Allah'a kulluk ettik ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmadık. O'nun
bize haram kıldığını haram, helal kıldığını da helal kıldık..."
Gerçekten de Hz. Cafer'in çok öz bir
biçimde ifade ettiği gibi, Hz. Peygamber, asırlardır süregelen bir cahiliyye
toplumunu, 23 yıllık peygamberliği süresince Asr-ı Saadet toplumuna çevirmeyi
başarmıştır. Allah'ın hidayeti ve Hz. Peygamber'in tezkiyesi neticesinde
cahiliyye döneminin zorba ve müşrik insanlarının, çok kısa sürede gerçekleşen
bu toplumsal değişimle, nasıl örnek bir nesil olduklarına tarih şahittir. İşte
bu sebeple olmalıdır ki, bazı usûl alimleri, "Rasûlullah'ın
peygamberliğini isbat için hiçbir mucize olmasa dahi, sadece O'nun (sav) ashabı
bile (bunun isbatına) yeter." demişlerdir. Yani, O'nun (sav) tezkiyesiyle
oluşan bu yeni ve medeni toplumun, bir Ashab-ı Kiram toplumunun vücuda gelmesi
âdetâ mûcizevî bir değişimdir ve yalnızca böyle bir neslin oluşumu bile O'nun
(sav) Peygamberliğini isbat eder.
ÜSAME B. ZEYD (ö. 54)
Medine'de
kalmasına ihtiyaç duyduğu Ömer için komutanı Üsame'den izin isteme nezaketi
gösteren Halife Hz. Ebû Bekir olmak üzere, gerek Hz. Peygamber'in atamasında ve
gerekse vefatından sonra halifenin onaylayıp göndermesinde Üsame'ye itaat eden
pek çok sahabe, hem İslam'ın, hem de kendilerinin ne denli erdemli olduklarını
burada bir kez daha ispatlamışlardır.
Üsame, Peygamberimiz'in evlatlığı ve
azadlısı olan Zeyd b. Harise'nin oğludur. "Hıbbu Rasûlullah"yani
Allah Rasûlu'nun mahbubu, ahbabı, sevdiği bir gençtir.
Hz. Peygamber, vefatından kısa bir süre
önce, Üsame'yi, aralarında Hz. Ebû Bekir ve Ömer'in bulunduğu Mute'ye
gönderilen sahabe ordusunun komutanlığına atamıştı. Bunun üzerine
bazıları, bu atamadan dolayı Hz. Peygamber'i eleştirmeye, endişe ve hoşnutsuzluklarını
dile getirmeye başladılar. Onların eleştirilerini işiten Hz. Peygamber onlara
bir hutbe îrad ederek, bazı kimselerin, Üsame'nin atanmasını eleştirdiklerini,
onların daha önce de (H. 8 yılında yine Mute seferinde tayin edilen
komutanlardan biri olan ve şehid düşen babası Zeyd'i (ö. 8) dile doladıklarını, oysa
kendisinin ikisini de çok sevdiğini ve bu iş için onları liyakatlı bulduğunu,
ona hayırlısını tavsiye etmelerini ve emrini uygulamalarını istemişti.
Şüphesiz Hz. Peygamber genç bir mevali
(Arap olmayan) olan Üsame'yi, ileri gelen yüzlerce sahabenin üzerine komutan
tayin ederken İslam'ın öngördüğü yönetim anlayışında sınıf ve yaş farkının
değil, ehliyet ve liyakatın asıl olduğunu fiilî olarak göstermek istemişti.
Elbette Üsame'nin ordusu içinde, kendisinden daha tecrübeli büyük sahabeler de
vardı. Ancak Hz. Peygamber'in özellikle bir mevaliyi komutanlığa ataması, hem
yönetimde sınıf ve kabile faktörünün hiçbir öneminin olmadığının zihinlere
yerleştirilmesi bakımından, hem de hangi kesimden olursa olsun gençlere
imkanlar tanınması, onların yetiştirilmesi bakımlarından oldukça mühimdir. Bu
tayinden dolayı ortaya atılan eleştiri sahiplerinin kimler olduğunu bilmiyoruz.
Ancak iyimser bir tahmin yürütecek olursak, bunlardan bir kısmı tamamen Hz.
Peygamberin vahy dışı ictihadî bir tasarrufu olan bu atamaya, sırf genç ve
tecrübesi az olan bir komutanla
girecekleri savaşta muhtemelen bazı olumsuz sonuçlara maruz kalma endişesiyle
karşı çıkmış olabilirler. Eleştirilerin bir kısmı ise henüz -Hz. Peygamber de
tayin etse - azadlı bir kölenin oğlunun, çocuk denecek yaşta genç bir mevalinin
emri altına girmeyi içlerine sindirememiş İslam'a yeni girenlerden veya
bedevilerden, ya da sahip oldukları mizaçlarıyla, cahiliyye kültür ve
taassubunun etkisinden hâlâ kurtulamamış, İslami öğretileri tam özümseyememiş
bazı kimselerden gelmiş olabilir. Zaten bu kesimlere mesaj vermek isteyen Hz.
Peygamber ise, onların ortaya attığı söylentilere aldırış etmemiş, emrini
uygulamıştır. Buna mukabil başta, Medine'de kalmasına ihtiyaç duyduğu Ömer için
komutanı Üsame'den izin isteme nezaketi gösteren Halife Hz. Ebû Bekir olmak
üzere, gerek Hz. Peygamber'in atamasında ve gerekse vefatından sonra halifenin
onaylayıp göndermesinde Üsame'ye itaat eden pek çok sahabe, hem İslam'ın, hem de
kendilerinin ne denli erdemli olduklarını burada bir kez daha ispatlamışlardır.
MUS'AB B. UMEYR (ö. 3)
Ailesi onu bu yeni dinden vazgeçirmek için her çareye başvurmuştu. Ama Mus'ab, ailesini de, servetini de, Mekke'yi de terkedip Habeşistan'a hicret etti.
Mekke'nin en zengin ve asil ailesine
mensup olan Mus'ab, refah ve bolluk içinde yetişmiş, kılık kıyafetiyle,
nezaketiyle ve fiziki yapısı ile herkesin beğenisini kazanmış, son derece zeki,
akıllı, aynı zamanda güzel ve açık konuşmasıyla da herkesin gıpta ettiği bir
gençti. Mus'ab'ın erişemediği herhangi bir dünya nimeti yoktu. Ancak manevi bir
boşluk, ruhi bir bunalım içerisindeydi. Neticede Erkam'ın evinde bulunan
Rasûl-i Ekrem'in yanına geldi ve Müslüman oldu.
Ailesi onu bu yeni dinden vazgeçirmek için
her çareye başvurmuştu. Ama Mus'ab, ailesini de, servetini de, Mekke'yi de
terkedip Habeşistan'a hicret etti. I. Akabe bey'atında Medineliler, kendilerine
İslamiyet'i öğretecek bir öğretmen isteyince, Rasûlullah derhal onu bu göreve
tayin etti. Medine'de birçok kişi İslam'a onun çabasıyla girdi, birçoğu İslam'ı
ondan öğrendi.
Medine'nin muallimi Mus'ab, Uhud
Savaşı'nda şehid düştüğünde, üzerindeki şal ile başını örttüklerinde ayakları,
ayakları örtüldüğündeyse başı açık kalmaktaydı. Nihayet Peygamberimiz'in
emriyle şal ile başı örtülmüş, ayaklarına da izhır otu konulmuştu.
ERKAM B. EBİ'L-ERKAM (ö. 55)
Hz. Peygamber'e sadakatle bağlanarak evini O'nun (sav) emrine verdi. Rasûl-i Ekrem, İslam tarihinde "Daru'l-Erkâm" diye anılacak olan bu evi tebliğ faaliyeti için çok elverişli bularak merkez haline getirdi.
İslam'a ilk giren gençlerden biri olan
Erkam'ın Safa Tepesi'nin yanındaki evi, Hz. Peygamber ve diğer Müslümanlar için
âdeta bir karargah olmuştu. Hz. Peygamber'e sadakatle bağlanarak evini O'nun
(sav) emrine verdi. Rasûl-i Ekrem, İslam tarihinde "Daru'l-Erkâm"
diye anılacak olan bu evi tebliğ faaliyeti için çok elverişli bularak merkez
haline getirdi. Allah Rasûlu, ilk zamanlar insanları İslam'a gizlice bu evde
davet eder, onlara ibadetleri burada öğretirdi. Müslümanlar, müşriklerin
şerrinden korunmak için de bu evde gizlenirlerdi.
Henüz 17-18 yaşındaki bir gencin,
Kâbe'nin hemen yanıbaşındaki evini İslam davetine açabilmesi, onun ne denli
cesur ve fedakar bir genç olduğunu da göstermektedir.
MUAZ B. CEBEL (ö. 18)
M. 605 yılında Medine'de doğan Muaz, II.
Akabe biatında Müslüman oldu ve Hz. Peygamber'in yakın ilgisine mazhar oldu.
Mekke'nin fethinden sonra Rasûlullah onu Mekke'de kendi yerine vekil tayin
etti. H. 9. senesinde Tebük Seferi'nden döndükten sonra da onu Yemen'e vali
olarak atadı. Henüz 27 yaşında olan genç valiye, nasıl hükmedeceğine ve
insanları nasıl davet edeceğine dair gerekli tavsiyelerde bulundu. Bu, Muaz 'ın
Hz. Peygamber ile son görüşmeleriydi.
ESMA BİNT EBİ BEKR (ö. 73)
İlk Müslüman olan genç bayanlardan birisi de Hz. Âişe'nin
ablası Esma'dır. Onun adı ilk defa, Hz. Peygamber'in hicret hazırlıklarını
sürdürdüğü sırada oynadığı rol dolayısıyla ön plana çıkmıştır. Hicret esnasında
Hz. Peygamber ve Ebû Bekir'in üç gün saklandıkları Sevr Mağarasına geceleri
yemek taşıyan Esma, kuşağını ikiye bölerek azık torbasının ağzını bağlamış ve
bunun üzerine Allah Rasûlu: "Allah bu kuşağın karşılığında
cennette sana iki kuşak versin" diye iltifat etmiş,
bundan dolayı da "Zâtu'n-Nitâkeyn" (İki kuşaklı)
diye anılmıştır. O günlerde Ebû Cehil'in de aralarında bulunduğu bir grup
gelerek Esma'ya babasının nerede olduğunu sormuş, "Bilmiyorum!" demesi üzerine Ebû Cehl ona bir
tokat vurmuş, bu sebeple de küpeleri yere düşmüştür.
HZ. ÂİŞE (ö. 58)
Hz. Peygamber'den
aldığı feyz sayesinde İslam esaslarının en seçkin öğreticisi oldu. Sünneti
nakledip şerhetmekle kalmadı aynı zamanda onun doğru anlaşılması hususunda ilmî
tenkit zihniyetini ortaya koydu. Kuvvetli hafızası sayesinde Hz. Peygamber'in
hadis ve sünnetinin daha sonraki nesillere ulaştırılmasında emsalsiz hizmetler
ifa etti. Rivayet ettiği toplam 2210 hadisle, en çok hadis rivayet eden yedi
sahabenin dördüncüsüydü.
Gençliğinin ilk sekiz yılını Hz.
Peygamber'e eş olarak geçiren Hz. Âişe, dinî ilimleri bizzat Rasûl-i Ekrem'den
öğrenmişti. İslam'ın öğreticisi olan Hz. Peygamber ile aynı evi paylaştığı ve
evi de Mescid'in bitişiğinde olduğu için, O'nun (sav) öğretilerinden gece
gündüz yararlanmış, O (sav)'nun ders ve sohbetlerini dinleyerek, kavrayamadığı
veya merak ettiği yahut bilmediği her meseleyi de hemen O'na (sav) sorup
öğrenmiştir. Yine Rasûl-i Ekrem de, Hz. Âişe'nin herhangi bir hatasını gördüğü
zaman derhal onu uyarmıştır.
Hz. Peygamber'den aldığı feyz sayesinde
İslam esaslarının en seçkin öğreticisi oldu. Sünneti nakledip şerhetmekle
kalmadı aynı zamanda onun doğru anlaşılması hususunda ilmî tenkit zihniyetini
ortaya koydu. Kuvvetli hafızası sayesinde Hz. Peygamber'in hadis ve sünnetinin
daha sonraki nesillere ulaştırılmasında emsalsiz hizmetler ifa etti. Rivayet
ettiği toplam 2210 hadisle, en çok hadis rivayet eden yedi sahabenin
dördüncüsüydü. Kendisinden hadis nakledenlerin sayısı 200'den fazlaydı.
Talebelerinden en az dörtte biri bayanlardan oluşmaktaydı. İslami ilim
zihniyetinin pek çok mümessili arasında en müstesna yeri, en büyük kadın alim
olan Hz. Âişe işgal etmektedir. Hz. Âişe, sadece hadis nakilcisi değil, aynı
zamanda müfessir, fakih ve hatibdi. Arab tarihi, Ensab (soy ilmi) , şiir ve tıb
sahalarında derin bilgi sahibiydi. Rivayet ettiği hadislerin şuuruna erdiği
gibi, kendisine ulaşan rivayetleri de, yüksek İslami kültürüne göre
değerlendirmekte ve ravileri kim olursa olsun, bunlardan yanlış veya eksik
bulduklarını düzeltme vazifesini hakkıyla yerine getirmekteydi.
Hz. Peygamber'in sevgili eşi Hz. Âişe,
zekası, engin deneyimi ile her taraftan gelen kadın erkek hemen herkesin,
kendisine danıştığı, meseleleri için bilgisine başvurduğu, irşad ve
tavsiyelerine kulak verdiği, hatta ailevi problemleri çözdürmek ve ondan dua
almak üzere sık sık ziyaret edilen, kendisine hürmet edilen bilge bir anneydi.
Kapısı, geçmiş yıllarda karşı saflarda yer almış hasımlara dahi açıktı. Onun
evi, ilim, irfan, irşad ve danışma merkezi gibi her gün girip-çıkanlarla dolup
taşmaktaydı. Bu mütevazi ev, kadın-erkek, büyük-küçük birçok kimsenin huzuruna
gelip kendisini dinlediği, varsa soru sorup cevabını aldığı bir ilim ve irfan
ocağı oldu. Onun bu faaliyetleri sayesinde Medine ilim merkezi olmaya devam
etti. Orada onun yıllarca süren eğitim ve öğretim faaliyetleri sonunda, İslam
ilimlerinin temellerinin atılması ve ilmî hareketin gelişmesi yanında, hadis ve
fıkıh sahalarında Medine ekolü teşekkül etti. Gerek Medine'de ve gerekse her
yıl hac için gittiği Mekke'de kendisine sözlü olarak sorulan sorulara cevap verdiği
gibi, muhtelif şehir ve bölgelerden mektupla sorulan soruları da cevapsız
bırakmadı.
1914-1917 yılları arasında Hz. Âişe
hakkında ilk defa müstakil ve oldukça doyurucu bir kitap yazan, Hint'li
alimlerimizden merhum Nedvî'nin dediği gibi, "Tarihin bütün sayfalarını
karıştıracak olursak Hz. Âişe'den başka bütün dinî, ahlaki, siyasî ve medeni
meziyetleri şahsında toplamış ve bütün bunların icaplarını yerine getirmiş,
ilmî ve ameli bir rehber olmuş başka bir kadın göremeyiz."
ÇOCUKLARIN PEYGAMBERİ
A A
Peygamber Efendimiz’in
çocuklara karşı muamelesi, merhamet ve sevgisi, ümmeti ve bütün insanlık için
muazzam bir örnektir.
Allah Rasûlü bir çocuk gördüğünde başını okşar, kucağına alır, sever, öperdi. Mübarek yüzü özellikle çocuklara karşı hep yumuşak ve güleçti. Çocuklara selam verirdi, halini hatırını sorar, binekliyse onları atın terkisine alır gideceği yere kadar götürürdü. Çocuklarla birlikteyken çocuklaşır, onlarla sohbet eder şakalaşırdı.
Allah Rasûlü bir çocuk gördüğünde başını okşar, kucağına alır, sever, öperdi. Mübarek yüzü özellikle çocuklara karşı hep yumuşak ve güleçti. Çocuklara selam verirdi, halini hatırını sorar, binekliyse onları atın terkisine alır gideceği yere kadar götürürdü. Çocuklarla birlikteyken çocuklaşır, onlarla sohbet eder şakalaşırdı.
“Kimin çocuğu varsa, onunla çocuklaşsın.”
Allah Rasûlü bir defasında yarış yapan
çocukları görmüştü de, onlarla birlikte koşmuştu. O, çocukların neşesine ortak,
üzüntüsüne teselli olurdu.
Kuşu ölen Zeyd’e taziyeye gitmiş, onu teselli
etmişti. Zeyd, 3 ya da 5 yaşlarında iken çok sevdiği ve adını Umeyr koyduğu
küçük bir kuşu vardı. Efendimiz her gördüğünde ona “Umeyr’in Babası” anlamına
gelen “Ebu Umeyr” diye hitap ederdi. Bir gün Zeyd’in kuşu öldü ve Zeyd çok
üzüldü. Zeyd’in üzüntüsünü duyan Peygamber Efendimiz o günlerde çocuğun evine
taziyeye gitti. Zeyd’i neşelendirmek için, “Ya Ebu Umeyr! Senin Nüğayr (serçeye
benzeyen küçük kuş) ne oldu, hayvanı ne yaptın?” diye sordu. Bu soru Zeyd’i
güldürdü. Allah Rasûlü Zeyd’i kucağına aldı, saçını okşayıp öptü, teselli
etti.
Merhamet Peygamberiydi, babaydı, dedeydi.
Mübarek yüzü çocuklara karşı hiç asılmadı, onları kınamadı, zorlamadı,
azarlamadı.
Peygamber Efendimiz’in yanında yetişen Hz.
Enes, şöyle anlatıyordu:
"Allah Rasûlü’ne on yıl hizmet ettim.
Bana bir kere bile ‘öf’ demedi. Yaptığım bir iş hakkında hiçbir zaman ‘niçin
böyle yaptın’, ‘şöyle yapsaydın’ dediğini duymadım. Bir işi güzel yapamadığımda
bana kızmadı, beni kınamadı. Ben, Allah Rasûlü’nün surat astığını bile
görmedim."
Allah Rasûlü çocukların kişiliklerine saygı
gösterir ve onlara iltifat ederdi. Bazen onların kıyafetlerini över,
hastalandıklarında ziyarete giderdi.
Namaz kıldırırken cemaatin içinde ağlayan bir
çocuk sesi duysa dayanamaz, kıraati kısa tutarak namazı bir an evvel bitirirdi.
Kendisine mevsimin ilk meyvesi sunulduğunda bereket duası yapar ve meyveyi
orada bulunan en küçük çocuğa ikram ederdi.
“Küçüklerimize sevgi, şefkat ve merhamet; büyüklerimize de saygı göstermeyen bizden değildir.”
Asr-ı saadetin çocukları, bütün zamanların en
mutlu çocuklarıydı. Onları çok seven, koruyan, gözeten ve kıymet veren bir
Peygamber’leri vardı.
Asr-ı saadetin çocukları bütün zamanların en
şanslı çocuklarıydı. Onlarla şakalaşan, oyunlar oynayan, dua edip başlarını
okşayan, sırtına bindirip taşıyan Peygamber’le birlikte hatıraları vardı.
Abdullah b. Ömer küçük bir çocukken, babasıyla
birlikte Hz. Peygamber’in de bulunduğu bir yolculuğa çıkmıştı. Abdullah,
babasının devesine binmişti. Abdullah küçük, deve hızlıydı ve deve hep
kafilenin önüne geçiyordu. Babası sık sık kafilenin önüne geçip deveyi geri
çevirmek zorunda kalıyor, “Abdullah, kafilenin önüne geçme, Allah Rasûlü’nün
önüne geçilmez” diye çocuğu sürekli ikaz ediyor, azarlıyordu.
Babanın çocuğu sık sık
azarlaması Hz. Peygamber’i üzmüştü. Babaya, “şu deveyi bana satar mısın” dedi.
Baba satmayı kabul etmeyip, “Allah Rasûlü, deve senindir” dediyse de Efendimiz
kabul etmedi ve babayı deveyi satması konusunda ikna etti. Deveyi satın alan
Peygamber Efendimiz Abdullah’a seslendi:
“Abdullah! Deve artık senindir, ona istediğin gibi binebilirsin”
“Abdullah! Deve artık senindir, ona istediğin gibi binebilirsin”
Kız çocuklarının evlattan sayılmadığı bir
zamanda o, kızı Fatıma yanına gelince ayağa kalkar, onu öper ve kalkıp kendi
yerine oturturdu. Bir sefere çıkacağı zaman önce Fatıma’yı görür, dönünce
evvela Fatıma’ya uğrardı.
"Muhakkak ki siz, kıyamet günü isimlerinizle ve babalarınızın isimleriyle çağrılacaksınız. O halde çocuklarınıza güzel isimler koyun.”
Peygamber Efendimiz çocuklara hoşlarına
gidecek lakaplar takar, bu lakaplarla seslenerek onları neşelendirirdi. İsmi
güzel olmayan çocukların isimlerini değiştirir, onlara “yavrucuğum” diye hitap
ederdi.
O, âlemlere rahmet olarak gönderilmişti.
Sevgisi ve merhameti âlemlere yetecek kadar derindi. Mü’minler birbirini
sevmeliydi, mü’minler çocuklara muhabbet göstermeliydi, çocuklar emanetti.
Peygamber Efendimiz ve Hz. Ebubekir Medine’ye
hicret ettiklerinde onları ilk karşılayanlar çocuklardı. Çocuklar, müjdelerin
en güzelini alacaklarından habersiz ellerindeki defleri çalıyor, şarkılar
söylüyorlardı. Sevinçten yerlerinde duramayan çocuklar “Muhammed (sav)
geldi! Peygamber geldi” diye bağırıp koşturuyorlardı. Bu sırada kutlu misafir
çocukların yanına gelip sordu:
”Beni seviyor musunuz?”
Çocuklar coşkuyla ve hep bir ağızdan, “Evet,
çok seviyoruz ya Rasûlullah” dediler. Hz. Peygamber’in yüzü aydınlandı,
tebessüm etti ve çocuklara:
“Andolsun ki ben de sizi seviyorum” diyerek
kendi zamanının ve bütün zamanların çocuklarına en büyük müjdeyi, en güzel
hediyeyi verdi.
PEYGAMBERİN ÇOCUK SEVGİSİ
Hz. Peygamber'in çocuklarla ilişkisinde dikkat
çeken hususlar çocuk sevgisi ve onlara karşı hoşgörüsü, onlara değer vermesi,
kız-erkek ayrımı yapmaması ve onlarla oynayıp şakalaşmasıdır. Yoğun bir telaş
içinde geçen günümüz hayat şartları açısından ailelerde, çocuklarla ilişkilerde
bu konular daha da bir önem taşımaktadır.
İslam dininin hayatımıza ve bütün insanlığa
kazandırdığı değerlerden bir tanesi sevgidir. Bu sevgi en güzel şekliyle Hz.
Peygamber'in hayatında ve çocuklarla ilişkisinde ortaya çıkmaktadır. Zira Hz.
Peygamber'in, dünya hayatında bir imtihan vesilesi ve aynı zamanda hayatın süsü
olan çocuklarla ilişkisi ve onlara karşı tavrı, bu konuda en güzel örnekleri
ortaya koymaktadır. Özellikle de çocukların gelecek nesilleri oluşturacağı ve
toplumların da sağlıklı bir geleceğe sahip olmalarının sağlıklı nesillerle
mümkün olabileceği göz önüne alındığında çocuklarla ilişkilerde sevgi ve
muhabbetin önemi daha da artmaktadır.
1. Hz. Peygamber ve
Çocukların Yetiştirilmesi
Öncelikle bir noktaya işaret etmek yerinde
olacaktır. İslam dininin gelişinden önceki Cahiliye dönemi Mekke toplumunda,
bazı kabilelerde kız-erkek çocukları arasında ayının yapıldığı bilinmektedir.
Öyle ki bu kabilelerde daha da ileri gidilerek bir utanç vesilesi sayılan kız
çocuklarına hayat hakkı tanınmıyor ve diri olarak toprağa gömülüyordu Bu
şekilde son derece önemli saydıkları şeref ve haysiyetlerine, kız çocukları
tarafından sürülebilecek lekelere engel olacaklarını düşünüyorlardı. İşte böyle
bir toplumda Hz. Peygamber, çocukların hayat hakkına ve farklı yaş
dönemlerindeki hak ve hukukuna işaret ederek, topluma yeni bir anlayış
getirmiştir.
Hz. Peygamber'in çocuklar konusunda üzerinde
durduğu hususlardan birisi, çocukların yetiştirilmesidir. Nitekim Kur'ân-ı
Kerîm'deki ayetlerin yanı sıra Hz. Peygamber'in hadisleri ve uygulaması, bu
hususun önemini ortaya koymaktadır.
Hz. Peygamber, çocukların her açıdan sağlıklı
bir şekilde yetiştirilmesinin ancak sağlıklı ve mutlu bir aile hayatı ile
mümkün olabileceğini ve evliliğin kendisinin sünneti olduğunu beyan
ettikten sonra, evlilikte özellikle kadında aranacak şartlar arasında, din ve
ahlak güzelliğini ön plana çıkartarak bu konuya dikkat çekmiştir. Zira çocuğun
eğitiminde ailenin ve özellikle annenin rolü oldukça büyüktür. Ayrıca anneler
gelecek nesillerin mimarıdır. Ancak bu arada din ve ahlak güzelliğinin aileyi
meydana getiren erkekte de bulunması gerektiği unutulmamalıdır.
Hz. Peygamber,
çocukların yetiştirilmesi konusuna, aileyi oluşturan fertlerin bir diğerine
karşı hak ve sorumlulukları ile karşılıklı ilişkilerde uyulması gereken
kuralları beyan ederek de dikkat çekmiştir. Buna göre, çocukların maddi ve
manevi ihtiyaçlarının karşılanması gerekir. Zira Hz. Peygamber'in bir hadisine
göre; "İnsanın, bakmakla yükümlü olduğu aile fertlerini sefil
bırakması, kendisine günah olarak yeter." Bu noktada anne ve
babanın, çocukların, özellikle kendi hayatlarını tek başlarına sürdürebilecek
bir çağa gelinceye kadar, bir başkasına muhtaç olarak minnet altında
kalmalarına fırsat bırakmadan, imkânları ölçüsünde ihtiyaçlarını karşılamaya
çalışmaları gerekmektedir.
Bunun yanı sıra
çocukların yetiştirilmesi, terbiye edilip eğitilmeleri de toplumun en küçük ve
temel birimi olan ailede ebeveynin sorumlulukları arasındadır. Nitekim "Çocuklarınıza
ikram ediniz ve onları güzel terbiye ediniz" ve "Hiçbir
baba, çocuğuna güzel terbiyeden daha değerli bir bağışta bulunmamıştır"
hadisleri, bu hususu oldukça açık bir
şekilde ortaya koymaktadır.
Bu genel emir ve
tavsiyeler yanında Hz. Peygamber'in, çocukların dünyaya gelmelerinden önce ve
doğduklarında ilk defa yapılacaklardan başlayarak, çocukların yetiştirilmesi
döneminde nelerin öğretilmesi konusuna ışık tuttuğu görülmektedir. Nitekim Hz.
Peygamber, her doğanın "İslam Fıtratı"üzere doğduğunu ve
anne-babanın inancına göre çocuğun inanç sahibi olacağını beyan etmiştir. Bu
anlamda küçük yaşlardan başlayarak yaşına uygun olarak her dönemde çocuğun
inanç ve ibadet eğitimine; ayrıca beden, ahlak, duygu, fikir ve hatta cinsi
eğitimine gereken önem verilmelidir. Zira çok yönlü bir varlık olan insanın,
yaratılmışların en şereflisi olma özelliği, ancak gelişen teknoloji ve imkânlar
değerlendirilerek, her alanda gerektiği gibi yetiştirilmesiyle mümkün
olabilecektir.
2. Hz. Peygamber 'in
Çocuklarla İlişkilerine Örnekler
Hz. Peygamber' in gerek kendi çocuk ve
torunları ve gerekse de ashab-ı kiramın çocuklarıyla ilişkileri konusunda
kaynaklar oldukça zengin örnekler sunmaktadır. Bu örnekler, Hz. Peygamber'in
çocukların yetiştirilmesine dair ipuçlarını da ihtiva etmektedir.
Hz. Peygamber'in çocuklarla ilişkisinde dikkat
çeken hususlar çocuk sevgisi ve onlara karşı hoşgörüsü, onlara değer vermesi,
kız-erkek ayrımı yapmaması ve onlarla oynayıp şakalaşmasıdır. Yoğun bir telaş
içinde geçen günümüz hayat şartları açısından ailelerde, çocuklarla ilişkilerde
bu konular daha da bir önem taşımaktadır.
Hz. Peygamber’in torunlarına karşı sevgisi,
ibadet mahalli olan mescitte ve namaz esnasında dahi görülmektedir. Bugün
toplumumuzda zaman zaman ve yanlış bir uygulama olarak camilerde çocuklara
karşı sergilenen tavır düşünüldüğünde, aşağıdaki örnek hayli anlamlıdır.
Öncelikle ifade etmek gerekirse sevgi ve
rahmet peygamberi olan Hz. Peygamber, hem kendi çocuk ve torunlarına karşı
şefkat ve içtenlikle davranan bir baba ve dede hem de diğer çocuklara karşı olan
sevgi ve hoşgörüsü bilinen örnek bir şahsiyetti. Bu konudaki bir örneğe göre,
toplam üç erkek ve dört kızdan oluşan yedi çocuğundan birisi olan oğlu
İbrahim'in Medine'nin kenar mahallelerinin birisinde oturan bir sütannesi
vardı. Sütannenin kocası demirci idi. Hz. Peygamber oğlu İbrahim'i ziyaret için
gittiği zaman, demircinin dumanla dolu evine girer ve o ortamda onu kucağına
alır, öper ve koklardı.
Bu arada oğlu
İbrahim'in ölümü üzerine Hz. Peygamber'in hüzünlenip ağladığı da bilinmektedir.
Hatta bu durum karşısında şaşkınlıklarım gizleyemeyen ashabına hitaben Hz.
Peygamber'in, "gözün yaşarıp, kalbin de hüzünlendiğini"
ifade etmesi oldukça manidardır. Aynı şekilde Hz. Peygamber'in, kızlarından
Ümmü Kulsum'un ölümü ve toprağa verilmesinden sonra mezarının yanında ağladığı
Hz. Enes tarafından rivayet olunmaktadır. Bu ve bundan sonraki örneklerden
anlaşılacağı üzere Hz. Peygamber, çocukları arasında bir ayırım yapmamıştır.
Hatta bu hususta ayırım yapanları ikaz etmiştir.
Büyükler gibi çocuklara da değer veren Hz.
Peygamber, bu tavrını bir defasında oynamakta olan çocukların yanlarına giderek
ve onlara selam vererek göstermiştir.
Çocukları arasında kızı Hz. Fatıma'yı da çok
seven Hz. Peygamber, bir defasında, Fatıma'nın kendisinin bir parçası olduğunu
ve onu kızdıranın, kendisini kızdırmış gibi olacağını beyan etmiştir.
Hz. Peygamber'in kendi çocukları yanında diğer
çocuklara da aynı şekilde sevgi ve rahmetle davrandığı, tartışma götürmeyen bir
gerçektir. Nitekim çocukların ağlamasına hiç gönlü razı olmayan Hz. Peygamber,
namaz esnasında bir çocuk ağlaması duyduğu durumlarda, çocuğun annesinin telaş
ve heyecanını bildiği için namazı uzatmadan kıldırıp bitirmiştir. Bu konudaki diğer bir örneğe göre Hz.
Peygamber, bir sabah namazında birinci rekâtta altmış kadar ayet okumuştu.
Ancak kulağına çocuk ağlaması gelince ikinci rekâtı en kısa sure ile
tamamlamıştır. Buradan anlaşıldığı kadarıyla Hz. Peygamber, cemaate iştirak
eden kadınlar arasında, ağlayan çocuğun annesinin bulunabileceğini düşünerek
namazdaki kıraati kısa tutmaktadır. Bunu da bir an önce annesinin çocuğunu
susturmasına fırsat ve imkân verebilmek için yapmış olmalıdır.
Hz. Peygamber’in diğer çocuklara karşı olan
sevgisi konusunda, Medine’deki kız çocuklarından herhangi birisinin Hz.
Peygamber’in elinden tutup istediği tarafa götürdüğüne dair rivayet güzel bir
örnek oluşturmaktadır. Bu durum aynı zamanda, Hz. Peygamber ve çocuklar
arasındaki karşılıklı diyalog açısından da önem taşımaktadır. Zira olumlu
ilişkilerin gelişmesi için, ilk etapta iki taraf arasında yakınlık hissinin
bulunması gerekmektedir. Nitekim kapının eşiğine düşüp yüzünü yaralayan
Üsâme’nin yüzündeki kanı bizzat kendisi temizlemiş ve şayet kız olsaydı
takılarla süsleyip güzel elbiseler giydirerek onu güzel ve cazibeli bir hale
getireceğini ifade etmiştir.
Bu örneklerde, Hz. Peygamber’in hiçbir ayrım
yapmadan çocuklara sevgi ve merhametle yaklaştığı görülmektedir. Zira çocuk,
ancak sevgi ve merhametle yaklaşıldığı zaman kendisiyle sağlıklı ilişkiler
kurulabilecek bir varlıktır.
Hz. Peygamber’in çocuklara karşı ilgi ve
sevgisi konusunda özellikle torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin ile ilgili olan
örnekler daha çok göze çarpmaktadır. Bu örneklerde, Hz. Peygamber’in çocuk
sevgisi, onlara nasıl hoşgörü ile yaklaştığı ve şakalaşıp oynadığı
görülmektedir.
Bu örneklerden
birisine göre, Hz. Peygamber’i torunu Hz. Hasan’ı sevgi ve şefkatle sevip
öperken gören Akra’ b. Hâbis’in “Benim on çocuğum vardır, onların hiçbirisini
öpmedim” sözlerine karşılık “Şayet senin kalbinden Allah merhameti
söküp atmışsa ben ne yapayım?” buyurduktan sonra “Merhamet
etmeyene merhamet edilmez” diyerek karşılık vermiştir.
Bir başka seferde
ise, “Küçüklerimize sevgi, şefkat ve merhamet; büyüklerimize de saygı
göstermeyen bizden değildir” buyurarak İslam toplumunda bu konunun ne kadar
önemli olduğunu ifade etmiştir. Zira büyüklerle küçükler arasında saygı ve
sevgi çerçevesinde bir ilişkinin kurulması, toplumun sağlıklı olması açısından
büyük önem taşımaktadır.
Hz. Peygamber’in torunlarına karşı sevgisi,
ibadet mahalli olan mescitte ve namaz esnasında dahi görülmektedir. Bugün
toplumumuzda zaman zaman ve yanlış bir uygulama olarak camilerde çocuklara
karşı sergilenen tavır düşünüldüğünde, aşağıdaki örnek hayli anlamlıdır.
Hz. Peygamber bir gün torunlarından Hz. Hasan
veya Hz. Hüseyin’i sırtına almış olarak mescide girer. Torununu sağ tarafına
bırakır ve namaza başlar. Secdede oldukça uzun süre kalır. Hadisin ravisi olan
sahabi dayanamayıp başını kaldırdığında, torununun Hz. Peygamber’in sırtında
oturduğunu görür. Namaz bitiminde secdeyi uzatmasının sebebi sorulduğunda Hz.
Peygamber, böyle yapmasına dair bir emrin söz konusu olmadığını ve o esnada
vahiy de gelmediğini belirterek, sadece torunu sırtında olduğu için böyle
davrandığını açıklamıştır. Ayrıca Hz. Peygamber namaz kılarken Hz. Hasan’ın
gelip secdede iken sırtına çıktığı, düşmemesi için Hz. Peygamber’in onu tutup
hafifçe yere bıraktığı, tekrar secdeye gittiğinde ise yine sırtına oturduğu;
namazdan sonra Hz. Peygamber'in onu sevgiyle kucaklayıp öptüğü görülmektedir.
Hz. Peygamber' in bir diğer torunu Hz. Hüseyin
ile ilişkisine dair bir olayı Ümmü'l-Fadl haber vermektedir. Buna göre, Ümmü'l-
Fadl'ın Hz. Hüseyin'i emzirdiği bir sırada Hz. Peygamber içeri girer. Ondan
torununu ister ve kucağına alır. Bu esnada Hz. Hüseyin, Hz. Peygamber'in
üzerine küçük abdestini yapmaya başlar. Ümmü'l- Fadl bu duruma müdahale etmek
isteyince Hz. Peygamber izin vermez ve bekler. Sonra torununun kirlettiği yeri
su ile temizler.
Hz. Peygamber'in, torunları Hz. Hasan ile Hz.
Hüseyin'den başka, kızı Hz. Zeynep'ten olan kız torunu Ümame ve üvey kızı
Zeyneb bint Ebi Seleme'ye karşı sevgisini şu örnek ortaya koymaktadır:
Ümame'yi çok seven Hz. Peygamber, namaz
kılarken secdede gelip omuzuna çıkmasına rağmen ona dokunmaz ve kızmazdı. Bir
başka seferde, Hz. Peygamber'e birkaç parça hediye getirildi. Hediyeler
arasında altın bir kolye de bulunmaktaydı. Hz. Peygamber bu kolyeyi ailesinin
en sevgilisine vereceğini söyledi. O sırada orada bulunan Hz. Peygamber'in
hanımları, bu kimsenin Hz. Aişe olacağını düşündüler. Ancak Hz. Peygamber, bu
sırada bir köşede oynayan Ümame'yi çağırdı ve kolyeyi onun boynuna taktı. Bir
başka seferde de Ümame'nin yüzünü bizzat kendisi temizlemiştir. Diğer taraftan
aynı şekilde üvey kızı Zeyneb bint Ebi Seleme'yi de seven Hz. Peygamber,
yıkanırken yanına giren Zeyneb'in yüzüne su serperek onunla şakalaşır ve onu bu
şekilde ikaz ederdi. Bu olayı anlatan rivayete göre, Zeyneb, büyüyüp yaşlandığı
halde yüzü genç kalmıştır.
Çocuklarla
ilişkilerinde Hz. Peygamber, işledikleri hatalar karşısında onları tatlı bir
dille ve anlayacakları bir şekilde ikaz etmiştir. Bu konudaki örneklerden bir
tanesine göre küçük bir çocuk olan Riifi b. Amr el-Gıfiiri, Ensar'dan birisinin
hurma ağaçlarını taşlarken bahçe sahibi tarafından yakalandı ve Hz. Peygamber'e
getirildi. Olaydan haberdar edilen Hz. Peygamber, Rüfi'ye, hurma ağaçlarına taş
atmasının sebebini sordu. Aç olduğunu ve karnını doyurmak için böyle bir yola
başvurduğunu söylemesi üzerine Hz. Peygamber, tebessüm etti ve şefkatle başını
okşadıktan sonra ona şu tavsiyede bulunmuştu: "Yavrum, bir daha
ağaçlara taş atma. Altına düşenleri al ve ye." Hz. Peygamber bu
tavrıyla hem onu ikaz etmiş ve hem de bu durumda yapması gereken en güzel yolu
göstermiştir. Bu olayda, Hz. Peygamber'in yapıcı ve iyiye yönlendirici bir yol
takip etmesi, dikkat edilmesi ve örnek alınması gereken önemli bir husustur.
Yine bir defasında Hz. Peygamber, kendisine
hizmet eden Hz. Enes'i bir iş için göndermişti. Ancak o, dışarıda çocuklarla
oyuna dalmış ve gecikmişti. Bunun üzerine durumu öğrenmek üzere dışarı çıkan
Hz. Peygamber, Hz. Enes'i çocuklarla oynarken görür ve arkasından yaklaşır ve
gülerek, gönderdiği yere gidip gitmediğini sorar. O da evet gidiyorum diye
cevap verir. Hz. Peygamber, Hz. En es' in ifadesine göre, hizmetinde bulunduğu
dokuz-on yıllık dönemde kendisini hiç azarlamamıştır. Yaptığı yanlışları hiçbir
şekilde problem haline getirmemiştir. Anlayacağı şekilde ikaz etmiştir.
Nitekim bir başka seferde Ömer b. Ebi Seleme
isimli çocuğu, yemek esnasındaki yanlış tavrı sebebiyle tatlı bir lisanla
uyarmıştır. Şöyle ki, Ömer, yemek yerken elini tabağın her tarafına batırırdı.
Bunun üzerine Hz. Peygamber, yaptığı davranışın yanlış ve ayıp ifade etmek
üzere ona besmele çekip sağ eliyle ve tabağın kendisine yakın olan tarafından
yani önünden yemesini söylemiştir.
Hz.
Peygamber'in çocuklara karşı sevgiyle yaklaşması konusunda, onlarla oynayıp
şakalaşmasına dair de örnekler bulunmaktadır. Burada bu örneklerden birkaç
tanesi üzerinde durmak yararlı olacaktır.
Hz. Peygamber'in, daha
çok birlikte olduğu torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin ile oyunlar oynadığı ve
onlarla şakalaştığı görülmektedir. Zira çocukların eğitiminde onlarla birlikte
oynanan oyunların önemi büyüktür. Yukarıdaki örneklerde geçtiği gibi namaz esnasında
sırtına çıkan torunlarını, Hz. Peygamber diğer zamanlarda da omuzlarına
bindirirdi. Bir defasında Hz. Hasan ve Hüseyin'i Hz. Peygamber'in birer omuzuna
oturmuş halde gören Hz. Ömer, onlara "Altınızdaki at ne kadar
değerlidir!" diye latife yaptı. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Hz.
Ömer'e, "Onlar da ne iyi binicidir!" diyerek
karşılık vermiştir. Aynı şekilde sadece
Hz. Hüseyin'i Hz. Peygamber'in omuzunda gören bir başkası da ona, oldukça iyi
bir bineğe bindiğini söylemiştir. Bu şahsa da Hz. Peygamber, torunu Hz.
Hüseyin'in oldukça iyi bir binici olduğunu söyleyerek karşılık vermiştir. Bu
örneklerden anlaşıldığı gibi Hz. Peygamber torunlarıyla atçılık oynamaktadır.
Hatta anneleri Hz. Fatıma ile birlikte oldukları bir günde torunları su
isteyince Hz. Peygamber annelerinden önce davranarak torunlarına su vermiştir.
İlk önce suyu daha büyük olan Hz. Hasan'a verir. Onu daha mı çok sevdiğini
soran Hz. Fatıma'ya, "Hayır, suyu ilk o istediği için böyle yaptım"
buyurmuştur. Bu şekilde de hem hakka riayet etmiş ve hem de torunları arasında
bir ayırım yapmamıştır. Bu da oldukça anlamlı bir davranış şeklidir.
Hz. Peygamber, aynı şekilde ellerinden tutup
ayaklarının üzerine bastırdığı torunlarını göğüs seviyesine kadar yürütüp,
göğsünün üzerinde iken öperdi. Ayrıca torunu Hz. Hasan'a da "yaramaz,
haylaz" diye seslenirdi. Hatta çocukların yaramazlığı konusunda, bu
durumun, onların büyüdüklerinde çok akıllı olacaklarına işaret ettiğini de
beyan etmiştir. Bu beyan, ebeveyne, çocuklarının yaramazlıkları karşısında daha
temkinli ve makul davranmaları konusunda bir ikaz niteliği de taşıyor
olmalıdır.
Torunlarının kontrollü bir şekilde dışarıda
oynamalarına izin veren ve toprakta oynamaya teşvik eden Hz. Peygamber,
ashabından bazıları ile bir gün bir davete giderken yolda oynamakta olan Hz.
Hüseyin' e rastladı. Kollarını açtı ve onu çağırdı. Ancak gelmek istemeyen Hz.
Hüseyin, sağa sola kaçıştı. Hz. Peygamber de gülerek arkasından koştu ve onu
yakaladı. Hz. Hüseyin'i öpen Hz. Peygamber, aynı zamanda ona hayır duada
bulundu. Bu örnekten hareketle, çocuklar için kapalı mekânlar dışında sağlıklı
şartlarda hazırlanan oyun alanlarının onların yetişmeleri ve çevre bilinci
kazanmaları açısından önemli olduğuna dikkat çekmek yerinde olur.
Hz. Peygamber, benzer şakaları on yaşından
itibaren kendisine hizmet eden ve bir anlamda kendi gözetimi altında yetişen
Hz. Enes'e de yapmaktaydı. Ona bazen "Ey iki kulaklı!" diye takılır, bazen
de perçeminden çekerek şaka yapardı. (Ebu Davûd, Tereccül, 15) Hz. Peygamber
aynı şekilde Hz. Enes’in üvey kardeşi ile de şakalaşırdı. Bir defasında onu
üzgün gören Hz. Peygamber, çok sevip oynadığı kuşunun öldüğünü öğrenince,
"Ey Ebu Umeyr! Nuğayr'a ne oldu?" diyerek onunla ilgilenip,
üzüntüsünü hafifletmek istemiştir. Bir başka ifadeyle onun üzüntüsüne ortak
olmuş, kuşunun başına gelenleri sorarak onu teselli etmeye çalışmıştır. Bir
başka ifadeyle onun üzüntüsüne ortak olmuş, kuşunun başına gelenleri sorarak
onu teselli etmeye çalışmıştır.
Hz. Peygamber’in Müslüman olmayanların
çocuklarına karşı da hoşgörüyle davranmıştır. Nitekim meşru sebeplerle
gerçekleşen savaşlarda dikkat çektiği yasaklardan bir tanesi de savaşa
katılmayan din adamları ve kadınlardan başka müşrik çocuklarının
öldürülmemesidir.
Rivayetlerde Hz. Peygamber'in, Medine'de küçük
yaşta bir çocuk olan Mahmud İbnü'r-Rebi'ye yaptığı bir şakaya da işaret
edilmektedir. Buna göre bir gün Hz. Peygamber ağzına su alarak, bu suyu
ağzından Mahmud'un yüzüne püskürttü. Buna çok sevinen Mahmud, hayatı boyunca
Hz. Peygamber'in bu hareketini, değerli bir hatıra olarak nakletmiştir. Bu
arada Hz. Peygamber’in Müslüman olmayanların çocuklarına karşı da hoşgörüyle
davranmıştır. Nitekim meşru sebeplerle gerçekleşen savaşlarda dikkat çektiği
yasaklardan bir tanesi de savaşa katılmayan din adamları ve kadınlardan başka
müşrik çocuklarının öldürülmemesidir. Ve yine Medine'de hasta olan bir Yahudi
çocuğunu ziyaret etmiş ve bu esnada Müslüman olması için telkinde bulunmuştur.
Çocuk da babasının izniyle Müslüman olmuştur. Bu iki örnek, hak ve hukuk
açısından Hz. Peygamber'in çocuklar arasında inanç açısından hiçbir ayırım
yapmadığını ortaya koymaktadır.
Buraya kadar üzerinde durulan örneklere göre,
sevgi ve rahmet peygamberi olan Hz. Peygamber, toplumun en küçük ferdi olan
çocuklara karşı sevgi ve hoşgörüyle davranmıştır. Günümüzde toplumumuzda
görülen olumsuzluklardan birisi olan, çocuklar arasında kız-erkek ayırımı
yapmak gibi bir muameleye kesinlikle yer vermemiştir. Hatalı davranışlarında
çocukları anlayabilecekleri sözlerle ikaz ederek iyiye yönlendirmiş ve daha
güzel alternatifler sunmuştur. Çocuklarla birlikte oyun oynayıp şakalaşarak
yani onlarla birlikte çocuk olarak, karşılıklı anlayışın gelişmesini ve olumlu
ilişkilerin kurulmasını sağlamıştır. Onları kucaklayıp öpmüş, başlarını
okşamış, ilgilenip değer vermiş, şakalaşıp hal ve hatırlarını sormuş, hasta
oldukları zaman ziyaretlerine gitmiş ve denk geldiği zaman bineğine
bindirmiştir. Bu davranışlarıyla da çocuk eğitiminde en güzel örnekleri ortaya
koymuştur. Zira çocukların yetiştirilmesinde ve onlarla ilişkilerde bu ve benzeri
hususların yeri ve önemi büyüktür. Ayrıca bu ve benzeri örneklerden ortaya
çıkan prensiplerin özellikle aile içi eğitimde dikkate alınmasının, çocukların
yetiştirilmesinde ve onlarla ilişkilerde göz önünde bulundurulmasının, sağlıklı
bir toplumun oluşmasında da en başta gelen etkenlerden olduğu unutulmamalıdır.
ÖRNEK DEDE OLABİLMEK
A A
Hz. Peygamber'in nesli çocuklarından sadece
Hz. Fâtıma'dan, onun da, oğulları Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin'den devam etmiştir.
Allah Rasûlü ’nün torunu Hz. Hasan'dan gelen nesline “şerif”, Hz. Hüseyin'den
gelen nesline “seyyid” denmiş ve tarih boyunca bu soylar bütün Müslümanların
saygı ve sevgilerine mazhar olmuşlardır.
Hz. Peygamber Kur'ân-ı Kerim'in
açıkladığı gibi, şâhid, müjdeleyici, uyarıcı, Allah'a davet edici ve
aydınlatıcı bir ışık olarak bütün insanlığa gönderilmiştir. O,
âlemler için rahmettir ve büyük bir ahlak üzerindedir. Hz. Peygamber 'in bu
üstün özelliklerinin tezahür yerlerinden biri çocuklar olmuştur. Bundan
dolayıdır ki, dünyanın en mutlu çocukları, onun yaşadığı dönemin çocuklarıdır.
Onun söz konusu üstün nitelikleri, merhameti, sevgi ve şefkati bütün çocukları
kucaklamıştır. Engin tevazusuyla çocuklarla her fırsatta ilgilenmiş,
şakalaşmış, gördüğünde onlara selam vermiş hal hatırlarını sormuş, hasta
olduklarında ziyaretlerine gitmiş, onların kusurlarını da hoş karşılamıştır.
Hz. Peygamber'in bütün çocuklara karşı
gösterdiği emsalsiz sevgi, şefkat ve merhameti özellikle onun kendi torunları
ile ilgili haberlerde bulmamız mümkündür. Onun en büyük kızı Zeyneb (r.anha),
Ebu'l-As (r.a.) ile evlenmiş ve ondan iki çocuğu olmuştur ki, bunlar Ali ve
Ümâme’dir. Ali’nin küçük yaşta öldüğü anlaşılıyor. Ümâme (r.anha) ise önce Hz.
Ali (r.a.) ile, ondan sonra da Muğire b. Nevfel (r.a.) ile evlenmişti. Bir
rivayete göre onun Muğire (r.a.)'den Yahya isimli bir çocuğu olmuştur.
Hz. Peygamber'in nesli çocuklarından sadece
Hz. Fâtıma (r.anha)'dan, onun da, oğulları Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin'den devam
etmiştir. Allah Rasûlü ’nün torunu Hz. Hasan'dan gelen nesline “şerif”, Hz.
Hüseyin'den gelen nesline “seyyid” denmiş ve tarih boyunca bu soylar bütün
Müslümanların saygı ve sevgilerine mazhar olmuşlardır.
Rasûl-i Ekrem’in torunlarından bir kısmı
hakkında, onlarla ilgili değişik olayları anlatan birçok haber vardır. Bunlarda
bir dedenin torunlarına ilgisinin, onlara karşı sevgi ve alakasının muazzam
örneklerini bulmak mümkündür.
Hz. Peygamber çocuklara, rengi ve cinsiyeti ne
olursa olsun eşit davranılması gerektiğini öğretmiştir. İslâm öncesi Arap
toplumunda uzun süredir yerleşmiş bulunan kız çocuklarına karşı olumsuz
tavırları değiştirmek için kız çocuklarına özel ilgi göstermiştir.
Hz. Peygamber'in çocuklara alâkası doğumdan itibaren
başlar. O, doğan çocukların kulaklarına ezan okur, onlara isim verir, önceden
kötü isim takılmışsa değiştirir, onlar için akika kurbanı keserdi. Meselâ Hz.
Hasan doğduğunda iki kulağına “ezan” okumuştu. Torunları Hz. Hasan, Hz. Hüseyin
ve Muhassin'e başta konulan Harb ismini hoş bulmamış ve onları mezkûr isimlerle
değiştirmişti.
Hz. Peygamber torunlarını evde bazen sırtına,
bazen karnının üzerine alıp eğlendirdiği rivayet edilir. Hatta zaman zaman
camide namaz kıldırırken bile çocuklar onun omzunda veya sırtında olurlardı.
Mesela Hz. Zeyneb'den kız torunu Ümâme bu çocuklardan biridir. Hz. Peygamber
onu namazda omzuna alır, rüküâ gittiğinde yere bırakır, kalktığında tekrar
omzuna alırdı. Bazen Rasûl-i Ekrem secdeye gidince Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin de
gelip sırtına binerlerdi. Hz. Peygamber secdeden kalkarken onları yumuşak bir
şekilde alıp yere bırakırdı. Secdeye gidince onlar yine sırtına binerlerdi, bu
durum, namaz bitene kadar bu şekilde devam ederdi. Namaz bitince ise Rasulullah
onları hiç kızmaksızın alıp dizlerine oturturdu.
Bir defasında Hz. Peygamber secdedeyken
sırtına Hz. Hasan veya Hz. Hüseyin binince, ininceye kadar secdeyi uzatmıştı.
Bir gün Hz. Peygamber zekât hurmalarını dağıtırken Hz. Hasan kucağında
bulunuyordu. Dağıtma işi bitince onu omzuna almıştı. Sahabeden Berâ (r.a.) Hz.
Peygamber'in omzunda Hz. Hasan olduğu halde; “Allah'ım, doğrusu ben bunu
seviyorum. Onu sen de sev” dediğini rivayet eder. Çocuklar bineğinin üzerinde
de Hz. Peygamber'in yanındadırlar. Mekke'nin fethinde şehre girerken Hz.
Zeyneb'den torunu Ali onun terkisinde bulunuyordu.
Rasûl-i Ekrem torunlarına olan sevgisini,
alâkasını her yerde, her fırsatta gösterirdi. Nitekim bir gün bir omzunda Hz.
Hasan, diğerinde Hz. Hüseyin olduğu ve sırasıyla onları öperken sahabenin
yanına gelmiştir.
Rasûlullah (sav) Hasan'ı omuzlarında taşırken
sahâbeden biri Hasan (r.a.)'a “Bindiğin binek ne güzel binektir.” dediğinde Hz.
Peygamber bunun üzerine “Ve sürücüsü ne güzel sürücüdür.” cevabını vermiştir.
Ebû Hureyre (r.a.) bir gün Allah'ın Rasûlü ile
dışarı çıktıklarını ve Fâtıma (r.anha)'nın evine geldiklerinde Peygamber ’in
Hasan (r.a.)'ı kastederek “Küçük adam orada mı? Küçük adam orada mı?”
buyurduğunu ve Hasan (r.a.)'ın geldiğini, kucaklaştıkları sırada Allah'ın
Rasûlü’nün: “Ey Allah'ım! Ben onu seviyorum, senin de onu ve onu sevenleri
sevmeni niyaz ediyorum” buyurduğunu rivayet etmiştir. Üsâme b. Zeyd (r.a.)'in
rivayetine göre, Hz. Peygamber Hasan (r.a.)'ı ve onu alır: “Ey Allah'ım!,
onları sevdiğim için, onları sevmeni niyaz ediyorum” diye dua ederdi. Bir başka
rivayette Üsâme b. Zeyd (r.a.) Rasulüllah ’ın kendisini ve Hasan (r.a.)'ı
dizlerine aldığını bir dizine kendisi ve bir dizine Hasan (r.a.)'ı oturttuğunu
ve “Ey Allah'ım! Onlara merhamet etmeni niyaz ediyorum, çünkü ben onlara
merhamet ediyorum” diye dua ettiğini söylemiştir. Yine Üsâme b. Zeyd (r.a.) şöyle der: “Bir
gece bir işim için gittiğimde, Peygamber dışarıya elbisesinin içinde bir
şeyle çıktı. Ben, ona işimden bahsetmeyi bitirdiğimde, elbisesinin içinde ne
olduğunu sorunca elbisesini açtığında Hasan ile Hüseyin'i gördüm. Hz. Peygamber
şöyle buyurdu: “Bunlar benim oğullarım, benim kızımın oğulları! Ey Allah'ım ben
onları seviyorum, senin de onları ve onları sevenleri sevmeni niyaz ediyorum.” Benzer
bir olay Hz. Hüseyin için de gerçekleşmiştir. Hz. Peygamber bir davete giderken
yolda Hz. Hüseyin'i oynarken görünce öne çıkıp ellerini açmış ve Hz. Hüseyin'i
tutup öpmüştür.
Rivayete göre Rasûlullah mescidde
insanlara hitap ederken torunları Hasan (r.a.) ve Hüseyin (r.a.) gömlekleri
içinde düşe kalka yürüyerek yanlarına geldiler. Rasûl-i Ekrem minberden indi,
onları kaldırdı, ardından da şöyle buyurdu: “Allahu Teâlâ malınız ve
evlâtlarınız birer fitnedir" diyerek hakikati buyurmuştur: Şu iki çocuğun
düşe kalka yürüyüşlerine baktım ve vaazımı kesip onları yukarı almaktan kendimi
alıkoyamadım.” İbn Abbâs rivayet etmiştir: Rasûlullah Hasan'ı omuzlarında
taşırken sahâbeden biri Hasan (r.a.)'a “Bindiğin binek ne güzel binektir.”
dediğinde Hz. Peygamber bunun üzerine “Ve sürücüsü ne güzel sürücüdür.”
cevabını vermiştir.
Hz. Ebû Bekir (r.a.) Allah'ın Rasûlü’nü
yanında Hasan (r.a.)’la birlikte minberde gördü. Hz. Peygamber bir
insanlara, bir de ona bakıyor ve şöyle diyordu: “Bu benim oğlum bir liderdir ve
Allah'ın, iki büyük Müslüman fırkayı onun vasıtası ile uzlaştırması umulur.” Enes
b. Mâlik (r.a.) rivayet ediyor: “Rasûlullah’a ehli-beytinden en sevgili olanın
kim olduğu sorulduğunda “Hasan ve Hüseyin” diye cevaplamıştır. Hz. Peygamber
Fâtıma (r.anha)'ya "Oğullarımı bana çağır, onları
kucaklayayım." diyordu. Rasûlullah’ın “Hüseyin bana, ben Hüseyin'e aitim.
Hüseyin'i seveni Allah sevsin.” buyurduğu rivayet edilmiştir.
Hz. Peygamber 'in bu sevgi tezahürleri Arap
kabile reislerinin garibine gitmiştir. Nitekim onlardan biri olan Akra' b.
Habis Hz. Peygamber 'i Hz. Hasan'ı öperken görünce “Doğrusu benim 10 çocuğum
var, hiçbirini öpmemişimdir!” dediğinde Hz. Peygamber ona şöyle
mukabelede bulunmuştur: “Merhamet etmeyene merhamet edilmez!”
Rasûlullah buyurdu ki: “Eğer bir kimse
kızlara değer verdiğinden dolayı eziyet görürse ve onlara iyi davranırsa onlar
cehennem'e karşı perde olurlar.” Rasûl-i Ekrem’in kız çocuklarını güzelce ve
özenle yetiştirenlere Allah'ın büyük mükâfat vereceğini belirten pek çok hadisi
bulunmaktadır. Ayrıca Hz. Peygamber’in İslam'la müşerref olan kadınlardan biat
alırken, biatın bir şartının da “çocuklarını öldürmeyecekleri”nin olduğu
bilinmektedir.
Rasûl-i Ekrem’in torunlarıyla münasebetinde
dikkat çeken bir husus da, onlar arasında ayrım yapmamaya, onlara eşit
davranmaya özen göstermesidir. Hz. Peygamber çocuklara, rengi ve
cinsiyeti ne olursa olsun eşit davranılması gerektiğini öğretmiştir. İslâm
öncesi Arap toplumunda uzun süredir yerleşmiş bulunan kız çocuklarına karşı
olumsuz tavırları değiştirmek için kız çocuklarına özel ilgi göstermiştir. Bu
hususta “kim ki iki kız çocuğu erginlik çağına vardıktan sonra yanında
kaldıkları veya o kimse onların yanında kaldığı sürece onlara iyi davranıp
ihsanda bulunursa kızları onu cennete dâhil ederler (yâni o kimse kızlarına
ettiği iyilik sayesinde cennetlik olur.)” buyurmuştur. Bu hususta Hz. Âişe
(r.a.)’den şöyle bir rivayet gelmiştir: Rasûlullah buyurdu ki: “Eğer bir
kimse kızlara değer verdiğinden dolayı eziyet görürse ve onlara iyi davranırsa
onlar cehennem'e karşı perde olurlar.” Rasûl-i Ekrem’in bunlardan başka kız
çocuklarını güzelce ve özenle yetiştirenlere Allah'ın büyük mükâfat vereceğini
belirten pek çok hadisi bulunmaktadır. Ayrıca Hz. Peygamber’in İslam'la
müşerref olan kadınlardan biat alırken, biatın bir şartının da “çocuklarını
öldürmeyecekleri”nin olduğu bilinmektedir.
Hz. Peygamber’in torunları arasında adaletle
muamelede bulunduğuna dair şu örnek verilebilir: Bir gün Hz. Peygamber, Hz.
Fâtıma'nın (r.anha) evine gitmişti. Hz. Hüseyin içecek bir şey istedi. Bunun
üzerine Hz. Peygamber de bir koyun sağmaya yönelmişti. O zaman Hz. Hasan
yanına gelmiş, ama Rasûlullah sağdığını ona vermemişti. Bunun üzerine Hz.
Fâtıma, Hz. Hüseyin'i mi daha çok sevdiğini sorduğunda Hz. Peygamber şöyle
cevap vermiştir: “Hayır, o ondan önce içecek istemişti!” Tabiatıyla bu bütün çocukları aynı derecede
sevdiğini ifade etmez. Bazı çocukları diğerlerinden daha çok sevdiğini belirten
haberler vardır. Bunda ilk çocuk olma, o esnadaki en küçük çocuk olma, bazı
kabiliyetlere sahip olma gibi sebepler etkili olmuştur. Nitekim Allah Rasûlü
kendisine hediye gelen bir gerdanlığı; "Bunu ailemden en çok sevdiğime
vereceğim!" demiş, sonra onu torunu Ümâme (r.anha)'ye vermişti. Muhtemeldir
ki, her halde bu olayın meydana geldiği zamanda Ümâme (r.anha) ailenin en
küçüğüydü.
Hz. Peygamber 'in torunlarına muamelesi
hakkında söylenen hususları, onların Hz. Peygamberle alâkalı hatıraları da
teyid etmektedir: Hz. Hasan (r.a.) Hz. Peygamber'den aklında 5 vakit
namazın kaldığını ayrıca ondan zekât hurmalarıyla ilgili olayı, “Seni şüpheye
düşüren şeyi bırak, şüpheye düşürmeyen şeye bak! Şüphesiz doğru söylemek gönül
rahatlığı (verir), yalan söylemek ise şüphe (doğurur).” hadisini ve öğrettiği
bir duayı hatırladığını bildirmektedir. Hz. Peygamber 'in torunlarının
hayatları boyunca sergiledikleri tavır ve hareketlerinde onların Rasûlullah’dan
aldıkları etkilerin, kazandıkları bakış açılarının izlerini ve tezahürlerini
bulmak da mümkündür. Netice olarak şunu diyebiliriz Hz. Peygamber örnek
bir dede olarak torunlarıyla çok yakından ilgilenmiş, onlara sevgi, anlayış ve
sorumlulukla yaklaşmış, şefkatle muamele etmiştir. Onun münasebetlerindeki esas
nokta sevgi ile ilgilenmektir. Böylece Rasûl-i Ekrem babalığının yanı
sıra dedelik hususlarında da ümmetine güzel bir nümûne-i imtisal olmuştur.
PEYGAMBERDEN GENÇLERE
MESAJLAR
A A
Peygamber Efendimiz, ibadete çok düşkün
biriydi. Her fırsatta gençlere ibadetin önemini anlatırdı. O'nun gençliğindeki
davranış ve muamelelerinde, bir gencin nasıl olması gerektiği konusunda daha
nice önemli mesajlar vardır. Şu var ki, günümüz Müslümanlarına düşen görev, onu
sadece sözle anlatmanın da ötesine geçip, fiili olarak onun getirdiği mesajları
temsil etmek olmalıdır.
Peygamberimizin çocukluğu ve gençliği temiz ve
iffetli bir şekilde geçmiştir. Gerek O'nun üstün seciyelerle donatılmış olması
ve gerekse ilahi gözetim ve koruma altında bulunması sebebiyle, O'nun bütün
hayatı gibi gençliği de bizim için en güzel örnektir. O, peygamberlikten sonra
nasıl bir ahlaka sahipse, kırk yaşından önceki hayatı da öyle temiz ve nezih
bir ahlaka sahipti.
Peygamber Efendimiz, bi'setinden evvel ticaret
kervanlarıyla yolculuklara çıkıyor ve ortaklık şeklinde ticari faaliyetlerde
bulunuyordu. Hayatın pek çok alanında olduğu gibi, bu alanda da örnek ve model
bir şahsiyetti.
Abdullah bin Ebi'l-Hamsa, Peygamberimizle olan
ticari bir hatırasını şöyle anlatmaktadır: Rasûlullah (sav), daha peygamberlik
gelmezden önce ondan bir şey satın almıştım. O alışverişten ona hala bir miktar
(borç) bakiyesi kalmıştı. Ben o kalanı, kendisine yerinde vermeyi vaat ettim,
ama bunu unuttum. Üç gün geçtikten sonra hatırladım, geldiğimde o hala
(sözleştiğimiz) yerindeydi. Bana, "Ey genç! Bana meşakkat verdin, ben üç
gündür burada seni bekliyorum" buyurdular.
Peygamberimiz ticari
işlerinde hesabını doğru tutar, hiçbir kimseye haksızlık etmezdi.
Peygamberliğinden önce kendisiyle alışveriş yapanlar, yaptıkları alışverişten
çok memnun kalırlardı. Saib ibnu Ebi’-Salb anlatıyor: "Rasûlullah (sav)'a
geldim. O’na beni zikredip hakkımda medh ü senada bulunarak tanıtmaya
başladılar. Bunun üzerine Efendimiz: "Ben onu sizden iyi tanırım"
buyurdu. Ben hemen atılıp: "Annem babam, Sana kurban olsun" dedim.
"Doğru söyledin, zira sen benim ticaret ortağım idin, sen ne iyi
ortaktın. Senden ne bir itham görmüştüm, ne de seninle bir münakaşa yapmıştık."
O, el-Emin lakabı ile
bilinirdi
Hacer-i Esved'in yerleştirilmesi konusu
ihtilafa yol açmış ve neredeyse kan dökülecekti. Ebu Ümeyye ibn Muğire:
"Yarın sabah Safa kapısından ilk olarak kim girerse, o bizim aramızda
hakem olsun" dedi. Teklif yerinde bulundu ve kabul edildi. Sabahleyin Kureyş'in
önde gelenleri ilk giren kişiyi merakla bekleşmeye durdular. Muhammed (sav)'i
görünce sevindiler, çünkü onun doğruluğundan ve güvenilirliğinden asla
şüpheleri yoktu. Ona el-Emin diyorlardı. Efendimiz’i çağırdılar ve meseleyi
kendisine arz ettiler. Efendimiz, orada bulunanlara hemen bir sergi/yaygı
getirmelerini söyledi. Onlar da sergi/yaygıyı getirdiler. Her kabileden bir
temsilci seçti. Kendisi Hacer-i Esved'i yaygının üzerine koydu. Seçtiği
adamlara yaygının uçlarından tutmalarını söyledi. Böylelikle taşı yerine koyma
işi, bütün kabilelerin katkısıyla gerçekleşmiş oldu. Efendimizin feraseti ile
mesele kan dökülmeden halledildi. Evet, Kainatın Efendisi gençliğinde de
böyleydi ve güvenilir bir gençti. Pek çok beşeri duyguları, feverana hazır
vaziyette bekleyen bir gencin güvenilir olması ve hakem kabul edilmesi ve
meseleyi çözüme kavuşturması, günümüzdeki gençlerimiz için önemli bir davranış
modelidir.
Abdullah ne iyi genç,
keşke bir de gece namazı kılsa!
Peygamber Efendimiz,
ibadete çok düşkün biriydi. Her fırsatta gençlere ibadetin önemini anlatırdı.
Rasûlullah (sav) zamanında birisi bir rüya görecek olsa rüyasını Efendimiz’e
anlatırdı. Bir gün İbni Ömer bir rüyasını anlattı ve Allah Rasûlü (sav) rüyayı,
onun için tevil etti: "O sıralarda ben genç, bekâr bir delikanlıydım,
mescitte yatıp kalkıyordum. Bir gün rüyamda, iki meleğin beni yakalayıp
cehennemin kenarına kadar getirdiklerini gördüm. Cehennem, kuyu çemberi gibi
çemberlenmişti. Keza, (kovaya takılan) kuyu direği gibi iki de direği vardı.
Cehennemde bazı insanlar vardı ki, onları tanıdım. Hemen istiazeye başlayıp üç
kere: "Ateşten Allah'a sığınırım" dedim. Derken beni getiren iki
meleği, üçüncü bir melek karşılayıp, bana: "Niye korkuyorsun?
(korkma)" dedi. Ben bu rüyayı kız kardeşim Hafsa (r.anha)'ya anlattım.
Hafsa da Rasûlullah (sav)'a anlatmış. Rasûlullah (sav): "Abdullah ne
iyi genç, keşke bir de gece namazı kılsa" demiş. Salim der ki:
"Abdullah, bundan sonra geceleri çok az uyur oldu!"
Allah'a ibadet içinde
büyüyen genç
Fahr-i Kainat Efendimiz
ibadetle yetişen ve büyüyen gençlerin ahirette, çok özel bir konuma sahip
olacaklarını bildirmişlerdir: "Yedi kişi vardır ki, Allah, onları
hiçbir gölgenin olmadığı kıyamet gününde kendi gölgesinde gölgeler. Bunlar,
adaletli devlet başkanı, Allah'a ibadet duygusu içinde yetişen genç, kalbi
mescide bağlı olan (namazlarını cemaatle kılmaya gayret eden) kimse, Allah için
birbirlerini seven, Allah rızası için bir araya gelip, Allah rızası için
ayrılan iki kişi; güzel ve makam sahibi bir kadın tarafından davet edildiği
halde 'Ben Allah'tan korkarım' deyip bu günaha icabet etmeyen kimse, sağ eliyle
verdiğini sol eli görmeyecek kadar gizli bir şekilde sadaka veren kimse,
Allah'ı tek başına zikrederken gözlerinden yaş boşanan kimse."
Netice itibariyle Peygamberimiz hayatının
bütün dönemlerinde bizler için en güzel örnek ve model olmuştur. O'nun
gençliğindeki davranış ve muamelelerinde, bir gencin nasıl olması gerektiği
konusunda daha nice önemli mesajlar vardır. Şu var ki, günümüz Müslümanlarına
düşen görev, onu sadece sözle anlatmanın da ötesine geçip, fiili olarak onun
getirdiği mesajları temsil etmek olmalıdır.
GENÇLİK ÖNEMLİ
Peygamber
Efendimiz, İslâm toplumunun şekillenmesinde, İslâmî değerlerin yaşanmasında ve
yayılmasında gençlere büyük görevler vermiştir. Onların cesaret ve
enerjilerinden gereği gibi yararlanmak için, her şeyden önce gençlerin kendine
güvenli, sağlam bir kişilik geliştirmelerine imkân sağlanmasının önemini çok
iyi biliyordu.
Çocuk ve genç, bir toplumun geleceğidir. Her
toplum, kendi geleceğini garanti altına alacak, kendi değerlerini yükseltip,
geliştirecek fertler yetiştirmeyi hedef edinir. Yeni yetişen nesiller ruh ve
bedence sağlıklı, güçlü ve dinamik bir kişilik geliştirdikleri ölçüde, toplum
da güç ve kuvvet kazanacaktır. Ayrıca, gençlerin eğitimine ve öğretimine çağın
gelişen şartlarını da göz önünde bulundurarak önem veren milletler, daima
yükselmişler ve dünyada söz sahibi olmuşlardır.
İslâm dini aynı zamanda
bir eğitim sistemi, insanlar arası ilişkilerin temeli olan bir değerler ve
davranışlar düzenidir. Bu konularda da en güzel örnek ve model, şüphesiz
sevgili Peygamberimiz (asm) dir. Bir peygamber olduğu kadar, bir eğitimci,
olgun ve örnek insan olarak, Onun çocuk ve gençlere yaklaşımını, onlarla olan
ilişkilerini doğru bir şekilde öğrenip, bunların gerisinde yatan davranış
prensiplerini kavradığımız ölçüde, kendi çocuk ve gençlerimize bunları yansıtma
imkânı buluruz.
Hz. Peygamber
(asm), İslâm toplumunun şekillenmesinde, İslâmî değerlerin yaşanmasında ve
yayılmasında gençlere büyük görevler vermiştir. Onların cesaret ve
enerjilerinden gereği gibi yararlanmak için, her şeyden önce gençlerin kendine
güvenli, sağlam bir kişilik geliştirmelerine imkân sağlanmasının önemini çok
iyi biliyordu. Peygamberimiz, sorumluluk gerektiren en yüksek görevlere
hazırlanmalarını, gençliğin tabii hakkı ve toplum yararının bir gereği olarak
görüyordu. Bundan dolayı gençlere özel ilgi gösteriyor ve onları sürekli teşvik
ediyordu. O dönemde görev ve sorumluluklarının bilincinde olan kumandanlar, âlimler
ve hakimler yetişmişse, bu ancak Hz. Peygamber (asm)'in yardımı, ilgisi ve
teşviki sayesinde olmuştur.
Hz. Peygamber (asm),
gençlerin ilim alanında yetişmesine büyük önem vermiştir. Zekâ ve kabiliyetine
güvendiği gençlerin ilimde uzmanlaşmaları için bütün engelleri kaldırmış,
başkalarına göstermediği müsamahayı gençlere göstermiştir. Nitekim Kur'an'la
karıştırılabileceği endişesiyle herkese, hadislerin yazılmasını yasakladığı bir
dönemde, genç olan Abdullah b. Amr b. As'a bu konuda özel izin vermiştir. Bu
zatın en çok hadis bilen sahabelerin başında geldiği bilinmektedir.
Hz. Peygamber (asm),
vahiy katiplerini genellikle gençler arasından seçmiştir. İslâm'a davet
mektuplarını da gençlere yazdırmıştır. Bazı gençleri de, Süryanice ve İbranice
gibi, o gün için çok ihtiyaç duyulan yabancı dilleri öğrenmeye teşvik etmiştir.
Bu konuda, kendisiyle Yahudiler arasında elçilik yapmak üzere Zeyd b. Sabit'i
görevlendirmiştir.
Yine O (asm), gençlerin
fetva vermesine müsaade etmiştir. Kendisi henüz hayatta iken bulunduğu çevrede
gençlerin fetva vermesine izin vermiş olması, Hz. Peygamber'in gençleri ilme
nasıl teşvik ettiğinin açık bir göstergesidir. O'nun fetva vermelerine izin
verdiği gençler arasında Hz. Ali, Abdurrahman b. Avf, Abdullah b. Mesud, Zeyd
b. sabit, Muaz b. Cebel gibi isimler bulunuyordu.
Hz. Peygamber (asm),
çoğu zaman gençleri açıkça övmek suretiyle, onları daha çok öğrenmeye teşvik
ederdi. Şu olay buna güzel bir örnek olabilir:
Hz. Peygamber, Muaz b. Cebel'i,
Cened'e kadı ve öğretmen olarak gönderirken, kendisine bir dava getirildiği
zaman neye göre hüküm vereceğini sorar. Muaz:
"Allah'ın kitabına göre
hüküm veririm." der. Hz. Peygamber:
"Onda bir hüküm olmazsa neye göre verirsin?" diye sorar.
Muaz:
"Rasûlüllah'ın sünnetine
göre hüküm veririm." der. Hz. Peygamber:
"Eğer Rasûlüllah'ın
sünnetinde de hüküm bulamazsan ne yaparsın?" deyince, Muaz:
"Kendi görüşüme göre hüküm
veririm!.." der. Hz. Peygamber onun bu cevabından son derece memnun olur.
Hz. Peygamber, o
tarihte yirmi altı veya yirmi yedi yaşlarında olan Muaz b. Cebel hakkında:
"Ümmetim içinde helal ve haramı en iyi bilen Muaz'dır." buyurmuştur.
İlimde en yüksek dereceye ulaşmış olanların gençler olması, Hz. Peygamber'in bu
olumlu yaklaşımından çokça pay aldığını ortaya koymaktadır.
Hz. Peygamber (asm),
gençlerde zafer ümidi ve başarı sevinci gördüğü sürece, cesaretle görev
üstlenip yerine getirmeye teşvik etmiştir. Çoğu yaşlı sahabelerden oluşan
ordulara, gençleri komutan tayin etmiştir. Peygamberimizin aşıladığı önemli
ilkeler sayesinde gençlik öyle bir seviyeye gelmiştir ki, en zor savaşlara
katılmışlar ve düşmanla en ön safta çarpışmışlardır. Birçok savaşta sancağı,
Hz. Peygamber'in bizzat kendisi gençlere vermiştir. Mesela; Tebük Savaşı'nda
Beni Neccar Kabilesi'nin sancağını, henüz yirmi yaşlarında olan Zeyd b. Sabit'e
vermiştir. Bedir Savaşı'nda yirmi veya yirmi bir yaşlarında olan Hz. Ali'yi
sancaktar yapmıştır. Hayber'in Fethi esnasında da aynı şekilde Hz. Ali en
önemli görevi üstlenmiştir. Hz. Peygamber, Kudaa Kabilesi üzerine göndermek üzere
hazırladığı birliğin sancağını Üsame b. Zeyd'e vermiştir. Rivayete göre
Üsame'nin yaşı henüz on sekiz idi. Bu birlik, arasında Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer
ve Ebu Ubeyde gibi önde gelen sahabelerin de yer aldığı kırk bin kişiden
oluşuyordu. Sahabelerin bazıları, bu gencin kumandan tayin edilmesini hoş
karşılamayınca, Hz. Peygamber onları uyararak, Üsame'yi övmüş ve
desteklemiştir.
Gelişim özellikleri
itibariyle gençlerde bazı aşırı eğilimlerin kendisini göstermesi, sıkça
rastlanan bir durumdur. Hz. Peygamber (asm)'in çevresinde yer alan gençler
içerisinde de, aşırı eğilimleri olan kimselere rastlanıyordu. Dinî
duyarlılıkları son derece güçlü olan bu genç insanlar, aşırı zühde varan dinî
yorum ve uygulamalar içerisinde bulunuyorlardı. Hz. Peygamber, bunlarla yakından
ilgilenmiş, onları kırıp gücendirmeden, anlayış ve hoşgörü içerisinde, bu
tutumlarından vazgeçmeleri hususunda kendilerini uyarmıştır. Bu aşırı zühd
eğilimi taşıyan gençler arasında, Abdullah b. Amr b. As, Osman b. Maz'un,
Ebu'd-Derda, Hz. Ali gibi isimler meşhurdur. Kendilerini ibadete daha çok
verebilmek için geceleri namaz kılıp, gündüzleri oruç tutmaya ve kadınlarını
terketmeye azmeden bu gençlerin davranışlarını tasvip etmeyen Hz. Peygamber,
onları kendi sünnetine uygun tarzda bir orta yolda yürümeleri konusunda
uyarmıştır.
Hz. Peygamber (asm),
gençleri hür düşünmeye, faydalı şeylerden çekinmeden faydalanma ve sonucu ne
olursa olsun doğru bildiğini cesaretle ifade etmeye yönlendirmiştir.
Bir başka gençlik
sorunu ise, şüphesiz ki cinselliktir. Cinsiyet güdüsünün etkinliğinin zirveye
ulaştığı bu çağda gençler, ya onu büsbütün inkâr etmek ve bastırmaya çalışmak
suretiyle, ya da serbestçe bir tatmin arayışına yönelmek suretiyle etkisiz
kılmaya yönelebilmektedirler. Hangi tarzda kendisini gösterirse göstersin, Hz.
Peygamber (asm) gençlerin bu gibi sorunlarını ciddiye almış ve en uygun bir
yolla çözmeye çalışmıştır.
Kureyş kabilesinden bir genç,
Hz. Peygamber (asm)'in huzuruna gelerek:
"Ey Allah'ın
elçisi, bana zina etmek için izin ver." dedi. Orada hazır bulunan bazı
sahabe, gencin bu ifadelerini İslâm terbiyesine aykırı görerek:
"Sus! Sus!"
diye genci azarlayıp üzerine yürüdüler. Hz. Peygamber son derece sâkin bir
şekilde o gence:
"Yanıma gel
otur." diye yer gösterdi. Sonra onunla sohbet etmeye başladı:
"Söyle bakayım;
bir başkasının senin annenle zina etmesini ister misin?" diye sordu. Genç:
"Yoluna feda
olayım, hayır, kesinlikle istemem." dedi. Peygamberimiz:
"Zaten hiç kimse
annelerine böyle bir şey yapılmasını istemez." buyurdu. Hz.
Peygamber sorusuna devamla:
"Bir başkasının
senin kızınla zina etmesine razı olur musun?" diye sordu. Genç yine:
"Hayır, uğrunda
öleyim ey Allah'ın elçisi, razı olmam." dedi. Hz. Peygamber:
"Öyleyse hiç kimse
kızlarıyla zina edilmesine razı olmaz." buyurduktan sonra, kız kardeşiyle,
halasıyla ve teyzesiyle zina edilmesine razı olup olmayacağını sordu. Genç hep:
"Yoluna feda
olayım, hayır, istemem." diye cevap veriyordu. Artık hatasını anladığını
görünce Hz. Peygamber elini bu gencin omzuna koyarak:
"Allah'ım! Bunun
günahını affet, kalbini temizle ve uzuvlarını günah işlemekten koru!" diye
dua etti. Hadisi rivayet eden sahabenin söylediğine göre, o genç böyle şeylerle
bir daha ilgilenmedi.
Gençlik deyince, sadece
erkek çocuk akla gelmemelidir. Bir toplumda gençlerin yarısını genç kızlar
oluşturur. İslâm'ı ilk kabul edenler arasında genç kızların ve kadınların
önemli bir yeri vardır. Hz. Peygamber (asm)'in kız çocuklarına özel itina
gösterdiği bilinmektedir.
Hz. Peygamber (asm),
gençlerin, dinin en iyi gençlikte yaşanacağının bilincinde olmalarına işaret
ederek; kıyamet gününde arşın gölgesinde mutlu olacaklar arasında, gönlü
Allah'a bağlı, severek Allah'a ibadet eden gençleri de saymıştır.
Gençlik, Allah'a şükrü
gerektiren ve Allah tarafından insana bahşedilen çok önemli bir nimettir. Bu
nimetin nasıl ve ne uğurda harcandığı konusunda herkesin sorguya çekileceğini
Hz. Peygamber (asm) şu hadislerinde haber vermiştir:
"İnsanoğlu kıyamet
gününde şunlardan sorulmadıkça ayağını yerinden kımıldatamaz: Ömrünü nerede
tükettiği, gençliğini hangi yolda harcadığı ..."
Çocuklar ve gençler bir
milletin ümididir. Yarınları kendine emanet edeceğimiz bu zinde güç, ne kadar
iyi yetiştirilir, ne kadar dinine, vatanına, geleneklerine bağlı kılınırsa,
istikbalden o derece emin olunabilir. Bir ölçüde bütün milletlerin ortak
problemi olan bu konu, yalnız resmi kurum ve kuruluşların değil, aile ve millet
olarak hepimizi ilgilendirecek kadar önemlidir. Belli dönemlerde çocuğunu,
gencini manevî ve millî değerleri istikametinde terbiye etmeyen, eğitimden
geçirmeyen bir millet, bunun doğuracağı problemleri çözmekte bir çok
sıkıntılara katlanmak zorunda kalacaktır.
Gençliğin hem bedenen
hem de rûhen eğitilmeye ve her türlü zararlı alışkanlıklardan korunmaya
ihtiyacı vardır. Aile ve eğitim kurumları başta olmak üzere, medya kuruluşları
ve toplum, bir hammadde durumunda olan gençliğin şekillenmesinde, kişilik
kazanmasında üzerlerine düşeni zamanında yapmalıdırlar.
Gençliğin önemini
kavrayarak, sahip olduğu enerji ve dinamizmi, Hz. Peygamber (asm)'in, yukarıda
zikredilen, gençlere verdiği önemi ve yaklaşım metodunu da dikkate almak
suretiyle, iyi bir eğitimle yönlendirmeli, onlara hedefler göstermeliyiz.
PEYGAMBERİMİZDE BİR YETİM ÇOCUKTU
Atık çocuklar denilir. Bozulan aile dokusunun yansımasıdır sokak
çocukları. Sokak çocukları sorununun toplumsal, ekonomik, politik ve kültürel
nedenleri vardır. Kentsel yoksulluk, kentleşme ve gecekondu olgusu, aile ve
çocuk ilişkisi, aile istismarı (terk eden, istismar ve ihmal eden aile),
modernleşme, ilgisizlik, kentleşme ve göç hareketleri, yanlış ve eksik eğitim,
sevgi eksikliği, ekonomik sıkıntı, sokağın çekiciliği, çocuk iş gücünün
kullanılması gibi nedenler bu sorunu oluşturmakta etkili olmaktadır.
Hz. Peygamber "Bir kimse, kardeşinin yardımında bulunduğu
sürece, Allah da o kimsenin yardımında olur." buyurarak insanları sosyal
dayanışmaya teşvik etmiştir.
Din, yaşı ve cinsiyeti ne olursa olsun, genel olarak insanı
değerli ve şerefli bir varlık kabul etmektedir. İslam, insan merkezli ve
toplumsal konularla iç içe olan bir dindir. Din, insan ile Allah arasındaki
ilişkileri düzenlediği gibi insanın toplum ile olan ilişkilerini de
düzenlemektedir. Dinin amacı, fert, aile ve toplum hayatında huzurun, refahın
ve haklara saygının hakim olmasını sağlamaktır. Sadece ibadet hayatıyla
ilgilenmeyip, aynı zamanda sosyal dayanışmayı ve yardımlaşmayı
gerçekleştirmektedir. Toplumda yaşanan sorun ve problemlere sosyal içerikli
çözümler getirmesi, dinin var oluş gayelerindendir. Dolayısıyla dini dışlayan
bir anlayış ve zihniyet, beraberinde çözülmesi imkansız pek çok sorun
getirmiştir. İslam dini, toplumun en zayıf ve istismara müsait kesimleriyle
(çocuk, yetim, kadın, köle, fakir vb.) hassaten ilgilenmiş, onların korunması,
aç ve açıkta bırakılmaması için bir dizi sosyal tedbirler almıştır. Örneğin
zekat, fitre, kurban ve sadakalar hep buna yöneliktir. Hz. Peygamber, kendi
zamanında, bu tür insanlara yakın olduğu ve onlara değer verdiği için, bu
insanlar İslam'ı çok kolay kabul etmişlerdir.
"Komşusu açken tok yatan kimse bizden değildir."
buyuran Hz. Peygamber, evinde bir kediyi aç bırakıp ölmesine sebep olan bir
kadının cehennemlik olduğunu ifade etmiştir. "Merhametli olanlara Rahman
da merhamet eder. Yerde olanlara merhametli olun ki, gökte olanlar da size
merhamet etsinler." buyrulduğu gibi, "Kendileri ihtiyaç içersinde
olsalar bile, diğer kardeşlerini kendilerine tercih ederler." denmiştir.
Hz. Peygamber "Bir kimse, kardeşinin yardımında
bulunduğu sürece, Allah da o kimsenin yardımında olur." buyurarak
insanları sosyal dayanışmaya teşvik etmiştir. Ana-babasından her ikisini veya
birini kaybetmiş olan çocukların korunması toplumun görevidir. "Yetimi
sakın azarlama, senden bir şey isteyeni kovma!" âyeti, Hz. Peygamber'in şahsında tüm
Müslümanlara hitap etmektedir.
"Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, ancak
karınlarını doldurasıya ateş yemiş olurlar. "
"Yetimin malına yaklaşmayın. Yalnız (yetim) rüştüne
girinceye kadar en güzel biçimde (yaklaşma) müstesna... ",
"Dini yalanlayanı gördün mü? İşte o, yetimi incitir,
yoksulu doyurmak için ön ayak olmaz."
Meallerini verdiğimiz âyetlerde yetim ve yoksulla
ilgilenilmemesi, kötü insanların gayr-i ahlaki davranışları olarak
vurgulanmakta ve bu tür davranışlardan kaçınılması gerektiği üzerinde
durulmaktadır.
Hz. Peygamber, dünyaya babasız olarak gelmiş, altı yaşında
iken annesini, sekiz yaşında iken de dedesini kaybetmiştir. Uzun süre amcası
Ebû Talib'in himayesinde kalmıştır. Amcasının çocuklarıyla beraber büyümüş ve aralarında
herhangi bir ayırım yapılmamıştır. Kendisine çok iyi bakıldığı ve iyi muamelede
bulunulduğu ifade edilmektedir. "O, Seni yetim bulup barındırmadı mı?.. O
halde yetime gelince, onu sakın aşağılama..."âyetleri, Hz. Peygamber'in
yetim kaldığını kendisine hatırlatmakta, kendisinin de yetimlere sahip
çıkmasını istemektedir. Hz. Peygamber anne-baba ve dededen yoksun kaldığı ve
herhangi bir eğitim kurumunda yetişmediğinden O'nun terbiyesini Rabbi
yapmıştır. Kendisi yetim olarak büyüdüğü gibi, evlat acısını da tatmış ve
kimisi bebek yaşta, kimisi de ileri yaşlarda olmak üzere Fatıma dışında tüm
çocukları kendisi hayatta iken vefat etmişlerdir.
Cahiliyye döneminde değersiz kabul edilen çocuklar, gerek
namus-iffet, gerekse fakirlik endişesi ve korkusuyla öldürülüyorlardı. İslam,
bütün gayr-i insani yaklaşımları yasaklamıştır. Hz. Peygamber, küçük-büyük,
kadın-erkek toplumun her kademesindeki insanla ilgilenmiş ve onlarla insani
birtakım ilişkiler kurmuştur. O'nun, hem kendi çocuk ve torunlarına, hem de diğer
çocuklara karşı davranışları sürekli olumlu olmuş, onları bir insan olarak
görmüş, bir eğitimci gibi onlara şefkat ve merhametle davranmıştır. O,
çocukları çok sever ve bu sevgisini sözlü veya fiilî olarak değişik şekillerde
ifşa ederdi. Rastladığı çocuklara selam verir, hal ve hatırlarını sorar, bazen
de onlarla şakalaşır, hastalandıklarında ziyaretlerine giderdi.
Yetime bakıldığı ve iyi muamele yapılarak büyütüldüğü takdirde o
kişiye cennet vaad edilmektedir. "Kendi yetimini veya başkasına ait bir
yetimi himaye eden kimseyle Ben, cennette şöyle yan yana bulunacağız." Bu
hadisler, yetimlerin yalnız bırakılmaması ve onların sahiplenilmesi konusunda
ciddi mesajlar vermektedir.
Kendi çocukları ve torunları dışında, himayesi altında
yetişmiş olan bazı çocuklar da vardır. Bunların başında amcasının oğlu Hz. Ali,
Zeyd b. Harise, Enes b. Malik gelmektedir. Kızı Fatıma, torunları Hasan,
Hüseyin ve Ümame ile ilgili kaynaklarda pek çok bilgi vardır. Büyük kızı
Zeyneb'den torunu Ümame ile yakın ilişkileri olmuş, halka namaz kıldırırken
bile onu kovmuyor, rükuya vardığında onu yere bırakıyor, secdeden başını
kaldırdığı zaman tekrar omzuna alıyordu. O, kız çocuklarıyla özellikle ilgilenmiş ve
cahiliyye âdeti olan kız-erkek ayırımına hiçbir zaman gitmemiştir.
Evlatlığı Zeyd'in oğlu Üsame şöyle nakleder "Allah'ın
elçisi beni bir dizine, Hasan'ı öbür dizine oturturdu. Bizi göğsüne bastırarak
şöyle derdi: ‘Ey Rabbim! Bunlara rahmetinle muamele eyle. Çünkü Ben de bunlara
karşı merhametliyim. (Allah'ım, bunlara rahmet ve saadet ihsan eyle! Ben
bunların hayır ve saadetini diliyorum.)'” Yine bir gün kucağındaki torunu için
"Ey Allah'ım, bunu sev, çünkü Ben bunu çok seviyorum." demiştir.
Çocukları bineğinin önüne ve arkasına bindirirdi. Üzerine idrar yapan çocuğa
kızmamış, üzerini yıkamıştır. Çünkü Hz. Peygamber'in anlayışında dayak yoktur.
O'nun, hayatı boyunca ne bir kadına, ne bir hizmetçiye vurduğu vaki değildir. Savaş
esnasında düşman tarafında bulunan çocukların öldürülmesini yasaklamış ve şöyle
buyurmuştur: "Sakın ha! ne bir kadın, ne bir çocuk ve ne de pir-i fâni bir
yaşlıyı öldürmeyesin." Kendisine 10 yıl süreyle hizmet etmiş olan Enes'i
bir kere olsun azarlamamıştır. Mekke fethinde kendisini karşılayan bir grup
çocuğu ayrı ayrı sevmiş, bazılarını da bineğinin terkisine almıştır. O,
cemaatle kılınan namazda ağlayan bir çocuk sesi duyduğunda annesine eziyet
vermemek amacıyla namazı kısa tutardı.
Kızı Zeyneb'in oğlu ölüm döşeğinde iken Hz. Peygamber,
kızına şu teselli edici mesajı göndermiştin "Alan da veren de Allah'tır.
O'nun katında her şeyin belli bir vakti vardır. Sabretsin ve ecrini Allah'tan
beklesin." Kendi oğlu İbrahim vefat ettiğinde ağlamış ve "Göz ağlar,
kalp hüzünlenir..." sözlerini sarf etmiştir. Yine çocuğunu kaybeden ve
mezarı başında ağlayan bir anneye "Allah'tan kork ve sabret." Diyerek
sabrı tavsiye etmiştir. Başka bir
hadiste ise çocuklarını küçük yaşta kaybeden anne ve babanın -sabredip
şükrettikleri takdirde- cennet ile ödüllendirilecekleri müjdesini vermektedir.
Henüz ergenlik çağına ulaşmamış üç çocuğu ölen her Müslümanı, Allah, çocuklara
olan rahmet ve şefkati sebebiyle cennete koyar. Kur'ân'da yer alan
"Sabredenlere mükafatları hesapsız ödenecektir." ifadesi, bu tür
hadislerin bir nevi destekleyicisi konumundadır.
"Küçüklerimizi sevmeyen, büyüklerimizi saymayan bizden
değildir." buyuran Hz. Peygamber, söylediklerini bizzat uygulamalı bir
şekilde göstermiştir. O, aynı zamanda çocuklar arasında adalet ve eşitliğin
gözetilmesini de istemiştir "Allah'tan korkun ve çocuklarınız arasında
adaleti gözetin." "Çocukların, senin üzerindeki haklardan biri onlara
adaletli davranmandır."
Hem Kur'ân hem de Hz. Peygamber, yetimlere karşı yapılması
ve yapılmaması gerekli hususları açıklamıştır. Yetime bakıldığı ve iyi muamele
yapılarak büyütüldüğü takdirde o kişiye cennet vaad edilmektedir. "Kendi
yetimini veya başkasına ait bir yetimi himaye eden kimseyle Ben, cennette şöyle
yan yana bulunacağız." Bu hadisler, yetimlerin yalnız bırakılmaması ve
onların sahiplenilmesi konusunda ciddi mesajlar vermektedir. Hz. Peygamber,
yedi helak edici şeyden uzak durulmasını, bunlardan birinin de yetim malı yemek
olduğunu belirtmiştir. Yetime ait mülkiyetin korunmasında da titizlik
gösterilmesi istenmektedir. "Allah'ım! iki zayıf kimsenin; yetimle
kadının hakkını yemekten herkesi şiddetle sakındırıyorum." Yetimin
sermayesiyle ticaret yapılarak, onlara kâr sağlanması ve böylece servetlerinin
âtıl halde bırakılmaması sağlanmış olur. Birinci derecede, yetimi sahiplenmek
önemli olduğu kadar, ona karşı iyi muamelede bulunmak da önemlidir.
"Müslüman evlerin içinde en hayırlı ev, içinde yetime iyi bakılan evdir.
Müslümanların evlerinin içinde en kötü ev, içinde yetime kötülük yapılan
evdir." "Yetimin başını okşa, yoksulu doyur."
Hz. Peygamber döneminde yetimlerin sahiplenilmesi, onlara karşı
gösterilen iyi muamele ile ilgili pek çok örnek bulmak mümkündür. Sahabeden
şehit olan Hamza'nın kızına birçok kişinin sahip çıktığını gören Hz. Peygamber,
bundan memnun olmuştur. Hz. Peygamber, Hz. Cafer'in zevcesi yetim kızın teyzesi
olduğu için bakımını ona vermiştir. Uhud savaşında şehid olan ve geride kalan
iki yetim kızın malına el koyan amcalarına Hz. Peygamber müdahalede bulunmuş ve
buna engel olmuştur. Bir sahabînin Ensar'dan olan bir yetime hurma bahçesi
satın alarak bağışlaması, Hz. Peygamber'i çok memnun etmiş ve kendisine
cennette bir bahçe bağışlanacağının müjdesini vermiştir. Bazen Hz. Peygamber'in
yardım konusunda yetimleri kendi akrabalarına tercih ettiği de vakidir. Mescid-i
Nebevî'nin inşa edildiği arsa, iki yetime aitti. Yetimler arsayı bağışlamak
istemişlerse de, Hz. Peygamber kabul etmemiş, arsa bedelini onlara ödemiştir. Uhud
Savaşı'nda babası şehit düştüğü için yetim kalan Beşîr b. Akrebe'yi Hz.
Peygamber, ziyaret ettiğinde üzüldüğünü ve ağladığını görünce "Ağlama!
Benim, baban; Aişe'nin de annen olmasını istemez misin?" deyince yetimin
cevabı "Evet" olmuştur. Hz. Peygamber böylece onu teselli edip
gönlünü almıştır. Bu ve diğer örnekler, o dönemde yetimlerin ne derece
korunduğunu ve gözetildiğini bize göstermektedir. Hz. Peygamber döneminde
yapılan savaşlarda yetim kalanlar, sahabe tarafından sahiplenilmiş ve
bakılmıştır. Bu tür erdemli örneklere günümüzde çok ihtiyaç vardır.
Hz. Ömer, hilafeti zamanında sokakta bir çocuk bulan kişiye
gerekli araştırmaları yaptıktan sonra devlet başkanı sıfatıyla çocuğu o kişiye
emanet eder ve masraflarının devlete art olduğunu bildirir. Aynı zamanda Hz.
Ömer'in, çocuklara bulûğ çağına kadar 100 dirhem nafaka bağladığı ifade edilir.
Aynı uygulama, Hz. Osman ve Hz. Ali dönemlerinde de devam etmiştir. Bu, hem o
zaman için devletin mali durumunu göstermesi, hem de çocukların bedenen ve
ruhen sağlıklı yetişmelerini sağlamak için ailelerin desteklenmesi açısından
önemlidir.
PEYGAMBERİMİZİN GÜNLÜK YAŞANTISI
Normal bir ömür yaşamış her hangi bir
insanın hayatından yirmi dört saatlik kısa bir dilimi, yani 'bir gün'ü
anlatmak, o kişiyi tanıtma adına ciddi yetersizlikler taşır. Zira yaşanan
günlerin hemen hiç biri diğeriyle aynı değildir. Hele o kişi Efendimiz (sav)
gibi, müstesna bir zat ise iş daha da zorlaşacaktır. Bu zorluğa rağmen günü
belli dilimlere ayırarak, aynı günde olmazsa bile, o zaman diliminde genellikle
işlenen fiilleri, sahih kaynaklar ışığında ele almaya gayret ettik.
Asr-ı Saadet ve sonraki dönemlerde günler
daha çok cami etrafında ve namaz merkezli
geçtiğinden, günü namaz vakitlerinin sayısınca beşe böldük. Efendimiz (sav) ve
o çizgide gidenlerin hayatında gecenin ayrı bir önemi olduğundan
onu da ayrı bir dilim olarak ekledik.
Hz.
Peygamber zaman zaman ashabına ziyaretlerde bulunur, gündelik meşgalelerini
deruhte eder, devlet başkanı olarak kamuyu ilgilendiren işlere bakar, nazil
olan âyetleri vahiy katiplerine yazdırır, hemen yerine getirilmesi gereken
emirler varsa bunları bir münadi vasıtasıyla halka duyurur ve gelen misafirlerle
ilgilenirdi.
Sabah
Yeryüzünde günlük hayat sabah gün
doğmadan başlar. Şebnemlerin oluşmasından, tomurcukların açılmasına; kuşların
ötüşünden, nesimin esmesine varıncaya kadar hemen bütün varlık kendilerine
mahsus dilleriyle gün doğmadan toplu bir zikir halkasına otururlar. İnsan da bu
zikir halkasına, şuurlu bir şekilde iştirak eder ve başta namaz olmak üzere
değişik zikir ve aktivitelerle güne başlar.
Efendimiz (sav) de güne sabah namazı ile
başlardı. Âmâ bir sahabe olan Abdullah b. Ümmi Mektum'un okuduğu ezandan sonra Hz.
Peygamber odasında sünneti kılar ve farzı kıldırmak üzere mescide çıkardı.
Mescide gelemeyecek kadar ciddi mazeretleri olanlar dışında, Medine'de bulunan
bütün Müslümanlar her farz namazı Efendimiz'in arkasında kılmaya gayret ederlerdi.
Namazdan sonra her gün, güneş belli bir
yüksekliğe çıkıncaya kadar önce tesbihatını ve o vakte ait mutad evradını
yapar, sonra yüzünü ashabına dönerek bağdaş kurar ve ashabıyla sohbet ederdi.
Bu sohbetler sırasında gündelik konulardan, tarihi hatıralara, rüya
tabirlerinden, imana hizmet konularına, sorulara cevap vermekten, sıkıntısı
olanların sıkıntısını gidermeye varıncaya kadar beşeriyetin gereği olan birçok
mesele konuşuluyordu. Yani ibadet halkasından hemen sonra tam bir ilim ve irfan
halkası kuruluyordu. Yıllarca, her günün
en verimli vaktinde ve en az bir saat süren 'Peygamber Sohbeti' kişiye
neler kazandırır, her halde onu ancak yaşayanlar bilir. Sahabenin üstünlüğü de
burada aranmalıdır.
Kuşluk namazı kılındıktan sonra oradan bir yere gidilmeyecekse
Efendimiz (sav) eve döner ve evde yiyecek bir şey olup olmadığını sorardı.
Şayet yiyecek bir şey varsa kahvaltı yapar yoksa "öyle ise oruçluyum" der o günü oruçlu geçirirdi. "Bir şey
var" denildiği zamanlarda var olan şey genelde süt, hurma, bir kaç dilim
kuru arpa ekmeği vb. şeylerdi. Yani evlerinde ne bulurlarsa onu yerler,
yemekler arasında ayırım yapmazlardı.
Efendimiz'in hayatında yemek işi,
günümüzde olduğu gibi hayatın merkezinde yer almıyor, gündelik hayat yemek
öğünlerine göre şekillenmiyor, yemek için fazla zaman harcanmıyor, yemek
olmadığı zaman problem yapılmıyor, mükellef sofralar kurulmuyor, sohbetlerde
sürekli yemek çeşitlerinden söz edilmiyor, daha güzel bir yemek için
kilometrelerce yol kat edilmiyor, yıllık yiyecek hesabı yapılıp depolanmıyor,
yemek masası kurulmuyor vs. Durum böyle olunca da, günümüzün tam aksine, diğer
önemli şeylere daha çok vakit ve para ayrılıyordu.
Hz. Peygamber öğleden önce bir süre
dinlenirdi. Gece ibadet ve benzeri faaliyetlerle uğraşıldığı için yeterince
dinlenememek, iş yoğunluğu ve stresten ötürü dikkatin dağılması, bedenin
yorulması ve sıcak iklim şartlarından ötürü, gecenin yanı sıra bir de gündüz
uyuyup dinlenme söz konusudur. İslami, literatürde buna kaylule denilmektedir.
Türkçemizde buna öğle uykusu veya öğle öncesi uyku demek
mümkündür.
Öğle
Öğle, gündüzün kemale erip zevale
meylettiği, günlük işlerin belli bir seviyeye getirildiği, iş yoğunluğundan
uzaklaşarak kısa bir dinlenmeğe ihtiyaç duyulduğu, fânî dünyanın geçici ve ağır
işlerinin verdiği gaflet ve yorgunluktan ruhun teneffüse ihtiyaç hissettiği bir
zamandır. İnsan ruhu, bu sıkıcı atmosferden kurtulmak, Yüce Rabbinin huzuruna
çıkıp el bağlayarak nimetlerine şükür ve hamd edip yardım dilemek, celal ve
azametine karşı rükû ve secde ile aczini ortaya koymak üzere öğle namazını
kılmaya büyük bir heves ve ihtiyaç duyar. Hele bu namaz Efendimiz (sav)'in
arkasında kılınacaksa...
Evet, Hz. Peygamber, büyük bir iştiyakla
camiye koşan ashabına gün ortasında öğle namazını kıldırırdı. Eğer o gün
haftanın Cuma günü ise bambaşka bir coşku ile yani bayram
havasında namaza hazırlanılırdı. Tırnaklar kesilir, banyo yapılır, yeni
elbiseler giyilir, kokular sürülür, her günden daha erken camiye gidilir,
Efendimiz'in hutbesine kulak verilir ve ardından da namaz kılınırdı. Özellikle
bu namaza çocuk ve kadınlar diğer vakitlere nazaran daha çok iştirak ederlerdi.
Kaynaklarımızda düzenli bir şekilde
yenilen öğle yemeğinden söz edilmemektedir. Fıtır sadakası veya
bazı keffaretlerin miktarı belirlenirken günde iki öğün üzerinden hesaplanması
gösteriyor ki, sabah ve akşam yemeklerine ek olarak üçüncü bir öğün
bulunmamaktadır. Böylece, sabah kahvaltısını sahurda yiyen kişinin günlerini ne
kadar kolay bir şekilde oruçlu geçirebileceği de daha iyi anlaşılmaktadır.
Aslında günümüzde de iki öğünle yetinmek hem zaman kazanma, hem bütçe
dengeleri, hem de sağlık açısından tavsiyeye şayan olmanın ötesinde uyulması
gereken bir sünnettir. Elbette şeker hastalığı vb. durumlar istisnadır.
Hz. Peygamber zaman zaman ashabına
ziyaretlerde bulunur, gündelik meşgalelerini deruhte eder, devlet başkanı
olarak kamuyu ilgilendiren işlere bakar, nazil olan âyetleri vahiy katiplerine
yazdırır, hemen yerine getirilmesi gereken emirler varsa bunları bir münadi
vasıtasıyla halka duyurur ve gelen misafirlerle ilgilenirdi. Mesela hicretin
sekizinci yılından itibaren yoğun bir elçiler ziyareti yaşanmıştır. Günün bir
bölümü bu elçileri karşılama, ağırlama, soru ve isteklerine cevap verme ve
uğurlama ile geçmekteydi.
İkindi
İkindi günlük işlerin sona ermeye
başladığı, gün içinde mazhar olduğumuz sağlık, selamet ve hayırlı hizmet gibi
ilahî nimetlerin meyvesinin alındığı zamandır.
Efendimiz (sav) de bu namaza, Kur'ân'ın
işareti ile âdeta ayrı bir değer verir ve Hz. Bilal'in yanık sesiyle ashabını
camiye davet ederdi. İkindi vaktı mümini koruma-kollama ile görevli gece ve
gündüz meleklerinin nöbet devir anlarından biri olduğu bilindiği için de, namaz
sonrası tesbihat daha uzun tutulurdu. Nitekim bir hadis-i şerifte konu şu
şekilde anlatılmaktadır: "Gece bir grup, gündüz de bir grup melek
yanınızda olurlar. Bunlar sabah ve ikindi namazları vaktinde bir araya gelir ve
nöbet değişimi yaparlar. Rableri namaz kılmış kullarının hallerini en iyi
bildiği halde, yine o meleklere: ‘Kullarımı ne halde bıraktınız?' diye sorar.
Onlar da: 'Biz onları namaz kılar halde bıraktık ve yanlarına da namaz kılarken
varmıştık', derler."
Efendimiz'in pek terk etmediği bir âdeti
vardı: Her ikindi namazından sonra hanımlarını dolaşır, onların hal ve
hatırlarını sorar, ihtiyaçlarını tesbit ederdi. Bu mutad ziyaretlerinde
Evzac-ı Tahiratın her biri yanlarında bulunanlardan Efendimiz'e ikram
ederlerdi.
Hz.
Peygamber de ashabına yatsı namazını kıldırır ve önemli bir durum olmazsa,
kimseyle konuşmadan dinlenmeye çekilirdi. Uyumaya geçmeden önce dua ederdi.
Bilindiği gibi O'nun hayatında dua pek büyük bir yere sahipti. Zira dua
Kur'ân'ın ifadesiyle insanlığın değer ölçüsüdür.
Akşam
Akşam vakti, güz mevsiminin sonunda pek
çok canlının ölmesine benzer şekilde, hem insanın bir gün vefat edeceğini, hem
de kıyametin başlangıcında dünyanın harap olacağını ihtar eder. Böyle bir anda
insan ruhu, şu önemli işleri yapan Zat'ın dergahına durmayı, "Allah-u
Ekber" diyerek fânî olan her şeyden el çekip O'na hamd etmeyi, O'nu tesbih
etmeyi, büyüklüğünü bir daha haykırmayı şiddetle arzu eder. Hz. Peygamber de bu
arzu ile çoğu zaman güneşin batmasından önce akşam namazını beklemeye başlar,
ezan okunur okunmaz hemen Yüce Divan'a dururdu. Farz namazdan sonra Evvabin adıyla
bilinen 2-6 rekat namaz kılar ve bunu tavsiye ederdi.
Efendimiz (sav) akşam namazından sonra o
gün hangi hanımının yanında kalacaksa diğer ev halkı oraya toplanır ve aile
sohbeti başlardı. Hz. Peygamber'in aile yuvası, hem sağlığında hem de ahirete
intikal ettikten sonra ilmî faaliyetlerin hiç duraksamadan devam ettiği bir
ortam olmuştur. Zira Efendimiz'in vefatından sonra hanımları bu ilim
faaliyetini daha geniş bir halkaya açarak devam ettirmişledir. İslam dininin
genel olarak pek çok hükmünün yanında, özellikle kadınlarla ilgili bazı özel
hükümlerin öğrenilip aktarılmasında ve öğretilmesinde Efendimiz'in aile
hayatının büyük fonksiyonu olmuştur. Özellikle bu 'akşam sohbetleri'nin
rolü küçümsenemez. Âdeta bir mektep gibi işleyen akşam sohbetleri, Hz. Âişe
validemiz başta olmak üzere, birçok eşsiz alimin yetişmesine beşiklik etmiştir.
Tabi sadece ilmî bahisler konuşulmuyordu; farklı çevre, kültür ve karaktere
sahip ev halkı arasında ciddi bir muhabbet oluşuyor, birbirlerini daha iyi
tanıyor, risalet görevinin tatlı ağırlığını Efendimiz'le beraber azaltmaya
gayret ediyor, zaman zaman şakalaşıyor... kısacası mutlu bir ailede olması
gereken ortamı sağlıyorlardı.
Yatsı
Yatsı vaktinde karanlık her tarafı
kaplar, gündüz görünen şeyler âdeta yokluğa gömülür, sanki vefat etmiş insanın
geriye kalan eşyası da arkasından vefat edip unutulur. İmtihan için verilen
dünya hayatının bütünüyle sona erdiğinin bir göstergesi gibidir. Adeta mutlak
tasarruf sahibi olan Allah'ın yüceliği, ülfet perdesine sık sık gömülen insanoğluna
bir daha gösterilmektedir. Çünkü Allah (cc) gece ile gündüzü, kış ve yazı,
dünya ve ahireti bir kitabın sayfaları gibi kolaylıkla çevirir, yazar, bozar,
değiştirir. İşte aciz, zaif, muhtaç ve geleceği karanlık gören insan bu vakitte
yatsı namazını kılarak, her şeye gücü yeten ve gerçek bir dost olan Allah'a
yönelir, dayanır ve sığınır. O'nu unutan ve karanlığa gömülen dünyayı, o da
unutup, dertlerini dergah-ı rahmete döker. Ayrıca ne olur ne olmaz, ölüme
benzeyen uykuya dalmadan önce son ibadetini yapıp, günlük hesap defterini
güzelliklerle kapatmak ister.
Hz. Peygamber de ashabına yatsı namazını
kıldırır ve önemli bir durum olmazsa, kimseyle konuşmadan dinlenmeye çekilirdi.
Uyumaya geçmeden önce dua ederdi. Bilindiği gibi O'nun
hayatında dua pek büyük bir yere sahipti. Zira dua Kur'ân'ın ifadesiyle insanlığın
değer ölçüsüdür. Hz. Aişe validemiz, O'nun yatmadan önce yaptığı dua ve
uygulamayı şu şekilde anlatmaktadır: "Allah Rasûlü her gece
yatağına girdiğinde iki elini birleştirir, onlara üfler, İhlas, Felak ve Nas
sûrelerini okur, sonra da başından başlayarak, vücudunda ulaşabildiği her yere
elini sürer ve bunu üç defa tekrar ederdi." Elbette bu konuda başka tavsiye ve
uygulamaları da bulunmaktadır. Mesela Hz. Ali (ra) şunu rivayet
etmektedir: "Allah Rasûlü bana ve Fatıma'ya şu tavsiyede bulundu:
Yatağınıza girdiğinizde 33 defa 'Allah-u Ekber', 33 defa 'subhanellah', 33 defa
(bir rivayette 34) 'elhamdulillah' deyin." Hz. Ali o günden sonra
bunu hiç terk etmediğini söyleyince, bir zat "Sıffin günü de mi?"
dedi, o "evet o gün bile..." cevabını verdi."
Teheccüd
namazından sonra bir süre dinlenir ve müezzinin nidasıyla sabah namazına
kalkardı. Hz. Bilal imsakten önce ezan okur ve halkı hem sahur hem de teheccüde
kaldırırdı. Hz. Abdullah b. Ümmi Mektum ise imsak vaktinin başlamasıyla ezan
okur ve sabah namazının girdiğini bildirirdi.
Gece
Gece vakti ise, hem kışı, hem kabri, hem
âlem-i berzahı hatırlatarak insan ruhunun Allah'ın rahmetine ne kadar muhtaç
olduğunu hatırlatır. Dolayısıyla gece kılınacak teheccüd namazı, kabir
gecesinde vef berzah karanlığında önümüzü aydınlatacak vazgeçilmez ışık
kaynağımız olacaktır.
Efendimiz (sav) günün son dilimi olan
gecelerini de engin bir ibadetle geçirmekteydi. Tafsilatını ilgili eserlere
havale ederek Hz. Âişe validemizin bir müşahedesini nakletmek istiyoruz:
"Peygamber Efendimiz (sav), gece ayakları şişene kadar namaz kılardı.
Kendisine, "Ey Allah'ın Rasûlü! Allah, senin geçmiş ve gelecek günahlarını
bağışlamıştır. Buna rağmen ibadet konusunda niye kendini bu kadar
zorluyorsun?" denilince, "Ben Allah'ın bu mağfiretine karşı
şükreden bir kul olmayayım mı?" cevabını verirdi."
Teheccüd namazından sonra bir süre
dinlenir ve müezzinin nidasıyla sabah namazına kalkardı. Hz. Bilal imsakten
önce ezan okur ve halkı hem sahur hem de teheccüde kaldırırdı. Hz. Abdullah b.
Ümmi Mektum ise imsak vaktinin başlamasıyla ezan okur ve sabah namazının
girdiğini bildirirdi.
Netice
Kainatın Efendisinin günlük hayatı çok
değişik yönleriyle ele alınabilir. Ancak ne şekilde ele alınırsa alınsın, her
yönüyle bütün insanlığa ışık olacak uygulama, tanzim ve sözlerle
karşılaşılacaktır. Günlük hayatın adeta kabusa dönüştüğü bir dönemde,
Efendimiz'in günlük hayatını tetkik eden ve kendisine dersler çıkaranlara ne
mutlu.
GENÇLİĞE
TAVSİYELER
Ey genç! Ey ömrümün ilkbaharındayım diyen kişi! Biliyorsun ki, bu
hayat devir devirdir. Ancak her insan bu devirlere ulaşamayabilir. Ömrünün ne
kadar olduğunu ne sen, ne de bir başkası biliyor? Niceleri daha gençliğe
eremeden terk-i dünya etmişken, uzun uzun hayallere kapılmakta neyin
nesidir?Hele ki o uzun hayallere dalıp ahiretini boşluyor, ebedi hayatını
unutuyorsan ziyandasın demektir. Vakit daha çok geç olmadan ahiretini düşün,
aklına başına al. Sana edeceğim nasihatlere kulak ver.İyi bil ki! Bu nasihatler
ahireti kazanman için önemli nasihatlerdir. Onlara faydalanmak için bak! Bakar
gibi yapma!
1.Gayeni asla unutma:
Ey genç! Yaratılış gayen, seni ve senden öncekileri yaratana
kulluk etmektir. Bu dünya senin görev mahallin ve kullukta değişmez görevindir.
Bu görevi hiçbir zaman unutma. Asla ve asla bu görevin önüne başka hiçbir şeyi
geçirme.Bil ki! Görevin yapanlar ödüllendirilir ve yapmayanlarsa
cezalandırılır. Ödülün cennet, cezan ise cehennemdir. Hangisini istiyorsan ona
göre yaşa.
2.Dinini iyi öğren:
Ey genç! Gençlik hevesleri seni dinini öğrenmekten alıkoymasın.
Dinini öğrenmeden dininin yaşayamazsın. Din düşmanı Bel’amların tuzağına düşer
ve perişan olursun. Bu halinle de ölürsen, ahiretinde perişan olur.Dinin iki
temel kaynağı Kur’an ve Sünnettir. Her daim bunları oku. Her gün Kur’an’ı eline
al. Arapçasından oku. Arapça okumayı bilmiyorsan hemen öğren. Asla öğrenmeyi
ihmal etme. Mealinden bile olsa Rabbimizin sözlerini anlamaya çalış.Sünnet,
Kur’ân’ı yaşantıya geçiren peygamberimizin sözleri, fiilleri ve takrirleridir.
Sünneti öğrenmek Kur’anî yaşantıyı öğrenmektir, unutma! Sünneti inkâr eden
sünnet inkârcıları önüne çıkabilir. Onlara acı ve hidayetleri için dua et.Bu
gün azgın insanların toplumların bilmesini istemediği bir kelime vardır ki, o
kelime ‘tağut’ kelimesidir. Bu kelimenin içeriğini çok iyi öğren. Ve şunu
unutma ki, tüm gönderilen elçiler tağutları red etmeye davet ederek, tağutları
kabul edenleri de uyarmışlardır. Bu kavramı öğrendikten sonra sen de onu red et
ve redde çağır.Bil ki! İlim amel içindir. Öğrendiğinle amel etmezsen
kurtulamazsın.
3.Amellerine dikkat et:
Ey genç! Biliyorsun ki, amellerinden tek tek hesap
vereceksin. Amel defterin önüne getirildiğinde yaptıklarının hepsini orada
bulacaksın. O zamanda, dünya sana arkasını dönmüşken, ahiretse önünde olacak.
Dünyaya geri dönüp amel edeyim veya amellerimi düzelteyim desen de, sana
verilen ömür bir daha eline geçmeyecek. Öyleyse henüz vakit varken, Rabbimizi
razı edecek işlere yönel.Namazlarımız Rabbimizle buluşma anımızdır. O anları
gözle. Bu sırada Efendimiz aleyhisselâm’ın nasihatiyle abdestli olmaya
çalış.Bil ki! Abdesti ancak kâmil mümin muhafaza eder. Bedenin ve aklın
abdestli olsun.
4.Rabbini unutma:
Ey genç! Rabbimiz dönüşün kendisine olduğunu bildirmekte. Dönüşün
mekânını ve sahibini hiç unutma. Her ne nerede olursan ol ve her ne yaparsan
yap, Rabbimizin gazabından kork ve O’nun rızasını elde etmenin peşine düş.
Nerede olursan ol, her ne yaparsan yap, Allâh’u Teâlâ’yı hatırla ve O’ndan
kork.Bil ki! Sen O’nu göremesen de, O seni her daim görmektedir. Bu şuurla
hareket et.
5.Ölümü aklından çıkarma:
Ey genç! Dünyalık zevklere kesen, heveslere son veren ölümü
aklından çıkarma. Sen onu unutsan da, vakti geldiğinde o seni bulacak. Şeytân
seni uzun emellere sürükleyip, geçici olana bağlamasın.Bil ki! Nice uzun ömür
hayalleri kuran genç, şu an ölümü tatmış ve hesab gününü beklemektedir.
Biliyorsun ki, ölüm bizi de bir gün alıp götürecek; öyleyse daima o günü bekle
ki, geldiğinde hazır olasın.
6.Helalli ol, Haramlardan kaçın:
Ey genç! Haramları ve helalleri öğrendikten sonra helallerin
peşine düş ve haramlardan da aslandan kaçar gibi kaç. Aslan senin dünyadaki
düşmanın olabilir ve imkânını bulsa seni parçalayabilir. Ancak haramları
işlemeye devam edersen, haramlar ahiretini parçalar. Hem haramlarla yaşanan bir
hayatın tadını ve bereketini göremezsin.Bil ki! Hayat helallerle yaşandıkça
anlam ve tat kazanır. Sen de haramlardan kaçınıp, helalli olarak hayatını
anlamlandır.
7.Güzel Ahlaklı ol:
Ey genç! Bizler güzel ahlakı tamamlamak için gönderilen, ahlakı
azim olan peygamberin ümmetiyiz. O ki bizler için en güzel örnektir. Rabbimiz
onu edeblendirmişken, o zamandan bu zamana, bu zamandan kıyâmete dek gelecek
insanlığın değişmez ahlakı Kur’ân olan örneğidir.Öyleyse sen de örneğimiz ve
önderimizin ahlakını iyice öğrenip, güzelce yaşamaya çalış.Bil ki! Sahte örnek
ve önderler peşine takılan niceleri helâk oldu. Sahte önderlerden, onların
öğretilerinden uzak ol.
8.Hizmet ehli ol:
Ey genç! Dînine hizmet etmeyi önemse. Gerekirse gece gündüz
çabala. Çabalayanlarla birlikte omuz omuza hareket et. Bu hizmet yarışındaki
günlerin hayatının en tatlı ve bereketli günleri olacaktır. Bu yolculukta
hizmet edilmeye muhtaç insanları göreceksin, onları da boş geçme. Düşeni
kaldır.Bil ki! Âlemlerin Rabbinin Dînine hizmet edebilmek şereflerin en
büyüklerindendir. Bu şerefle şereflen.
9.Müslümanları sev, kâfirleri sevme:
Ey genç! Ehli tevhîd Müslümanları sev. Ancak bu sevgin sadece
dilinde olmasın. Gözlerinde bile ışıl ışıl bu sevginin parlaması gözüksün.
Seven sevdiğini hayırla anarken, sen de Müslümanları hayırla an.Rabbimiz
Müslümanlar kardeş kılmışken, kardeşlerinle aranı iyi tut. Kardeşlerini
sevmen, dünyada kalbine imânın yerleşmesine ve kıyâmette Allâh’u Teâlâ’nın
gölgeleyeceği yedi sınıf içerisine girmene vesiledir. Kendisini sevdiğin
kardeşine sevgini bildir. Bu da Nebimiz aleyhisselâm’ın isteğidir, unutma! Bil
ki! Dünyada Allâh’u Teâlâ için birbirleri sevenler, ahirette de birbirlerini
seven kişiler olacaklardır. Ahiret kardeşlerini daha dünyadayken sev.
10. Allâh için dost ol, yine onun için düşmanlık et:
Ey genç! Suni şeyler için, şeytân ve onun dostları adına düşman
olma! Ancak Âlemlerin Rabbi için sev. O’nun için öfkelen ve O’na düşman
olanlara sen de düşman ol. Allâh’u Teâlâ’nın sevmediklerini, Allâh’u Teâlâ’yı
sevmeyenleri asla sevme. Dünyan gitse de onların safında asla yer alma.Cahiliye
toplumunda suni dostluk ve düşmanlıklar çıkartanlara rastlayacaksın. Onlar
cahiliyenin adamları olarak ateşe çağırırlar. Onlardan ve çağrılardan uzak
dur.Ve bil ki! Onlara yaklaşmak ateşe yaklaşmak, onları sevmek de şeytânı
sevmek gibidir. Şeytânı sevmediğini söyleyenler, şeytânın dostlarını dost
tutamazlar.
11.Cömert ol, cimri olma:
Ey genç! Rabbimiz cömert olup, cömertleri sevmektedir. Cimrilikse
mânevî bir hastalık olup, Müslüman’a yakışmayan kötü bir özeliktir. Hem unutma
ki, Allâh’u Teâlâ için verdiklerin, O’nun yolunda harcadıkların asla
yitirdiklerin değildir; bilakis onlar ahirete önden gönderdikleridir.Bil ki!
Allâh’u Teâlâ’dan ve O’nun Dîninden sakladıklarının, kıskandıklarının hesabı
vardır. Öyleyse burada çok bırakmak yerine, oraya çok göndermeye bak.
12.Sadık ol, kezzab olma:
Ey genç! Bilmelisin ki, sadıklar cennet arkadaşları olan güzel
arkadaşların arasındadırlar. Doğruluk peygamberlerin özelliklerinden olup
insanları da doğru olmaya çağırmışlardır. Kişi doğrulukla iyiliğe, iyilikle
cennete ulaşır. Yalanla da günaha, günahla da cehenneme ulaşır.Bil ki! Cenneti
isteyenlerin peygamberi takip edenlerin özeliği sadık olmalarıdır. Sen de sadık
ol ve sadıklarla birlikte bulun ki, istikamet bulasın.
13.Emin ol, hain olma:
Ey genç! Emin olmak peygamberlerin özelliklerindendir. İşi ehline
veren ve vermeyi emreden Rabbimiz, peygamberlik görevini verdiği kişilerin
emanet sahibi olmalarını dilemiştir.Peygamberimize, peygamberlik görevi
verilmeden önce Mekke’deki insanların ona “el-Emin” dediklerini hatırla! Emin
olmak Rabbimizin rızasına sebep olan çok güzel bir vasıftır. Bu vasfın
karşısında ise şeytânın ve onun yolundan gidenlerin vasfı olan hainlik vardır.
Emin ol, hain olma. Dilinle halin, sözünle özün bir olsun.Bil ki! Eminler
sevilirken, hainler sevilmezler. Eminler emin adımlarla hayat yürüyüşünde
yürürlerken, hainler kendilerinden bile korkarlar. Sen de, bu hayat yürüyüşünde
emin olarak, emin bir yolda, emin bir sona yürü.
14.Muhlis ol, riyakâr olma:
Ey genç! En çok ihtiyacın olan şeydir ihlas. Ne yapıp etmeli her
bir işinde ihlaslı olmalısın. Bu ise en zor şeylerdendir. Tüm insanları yok
kabul ederek sadece O var şuuruyla, yalnızca O’nun için hareket emektir ihlas.
Görsünler, duysunlar ve desinleri çöpe atıp, bir daha almamaktır
ihlas. Bilmelisin ki, insanlardan bir karşılık beklemeyen Allâh’u
Teâlâ’nın seçilmiş peygamberleri ihlaslıydılar. Elbette son peygamber de
ihlasın zirvesi bir şahsiyetti. Sen de onu takip et. Unutma ki, şeytân ve
şeytâniler türlü yerlerden tuzaklar kurarken, onun tuzakları karşısında
selamette kalman, muhlis olmana bağlıdır.Ve yine unutma ki, bu fani hayattan
baki âleme götüreceğin amellerinin geçerliliği de yine ihlaslı olmana bağlı.
Riya ile yapılan ameller dağlar kadar olsa bile yarın ahirette bir arpa kadar
olmayacak. Bunları düşün ve ‘nasıl ihlaslı olurum?’ sorusunu
kendine sor. Ardından bu sorunun cevabının hayati bir öneme sahip olacağı
bilinciyle cevapların peşine düş.Bil ki! Muhlis olmanın yollarını ihlaslıca
araştırman, ihlasın kalbinde olduğunun bir göstergesidir.
15.Cesur ol, korkak olma:
Ey genç! Allâh’u Teâlâ yolunda cesur ol. O’nun yolunda kınayanın
kınamasından korkma! Allâh’u Teâlâ yolunda meydana atılma vaktin geldiğinde
meydana atıl ve yapacaklarının peşine düş! Seni bu yoldan ayırmak için
uğraşanların hilelerine karşı korun. Onları ve hilelerini Rabbimize havale
et!Bil ki! Kalem yazdı ve yazı kurudu. Yakinen inanmalısın ki, hiç kimse O’nun
yazdığından başkasını sana getiremez. Ömrünü ne kimse kısaltabilir, ne de
uzatabilir.
16.Hayâlı ol, hayâsız olma:
Ey genç! Hayâ, imanın göstergesi, takva ehli Müslümanların
vasfıdır. Ve hayâ insanı her zaman hayra götürür. O tümüyle övülmüş bir
kavramdır.Bil ki! Hayâsızlık imân ve dindarlığın zafiyetinin bir göstergesidir.
Hayâsızlık da insanı her zaman şerre götürür. Öyle ki hayâsızlık dünyada kepazelik,
ahirette azaptır. Her türlü hayırların ardına düş, her türlü kepazelikten de
beri ol.
17.Çalışkan ol, tembel olma:
Ey genç! Unutma ki, Allâh’u Teâlâ’nın yarattıklarına koyduğu bazı
yasalar vardır. Allâh’u Teâlâ bu yasaları insanlar arasında Müslüman-kâfir
gözetmeden işler. Bunlardan birisi de şudur ki: “Çalışan başarır.”Allâh’u
Teâlâ, çalışana çalıştığının karşılığını verir. Dünya üzerinde Allâh’u Teâlâ’yı
tanımayan nice din düşmanı bu yasa gereğince dünyada çalıştıklarının
karşılıklarını almaktadır. Ancak onların ahiretten hiçbir nasibleri yoktur.
Müslüman ise, çalıştığının karşılığını Allâh’u Teâlâ’nın izniyle hem bu dünyada
alırken, hem de ahirete alacaktır. Öyleyse bize düşen Allâh’u Teâlâ yolunda
çalışmaktır.Bu yasanın tersinin nasıl olduğuna gelince, o da şöyledir:
“Çalışmayan da başaramaz.”Öyleyse dünya ve ahiret hayatının imarı için çalış.
Boş vakit denen şeyi hayatından çıkar at. İyi Müslümanların bir özelliğidir ki,
onlar her türlü boş şeylerden yüz çevirirler. Sen de dünyan ve ahiretin için faydası
olmayan şeylerden uzak ol.Bil ki! Amacına ulaşanlar çalışanlardır. Öyleyse
tembelliği bırak ve faydalı işlerde çalışmaya bak.
18.Tevbekâr ol, ümitsiz olma:
Ey genç! Hayatta sürekli olumsuzluklarla boğuşacaksın. Onlar yeri
gelecek seni devirip üstüne çullanacaklar. Sen her defasında onları def edip
ayağa kalkmasını bil. Ümitsizlik zindandır. Oradan azadelikse ümitle mümkündür.
Özellikle Rabbimize karşı asla ümitsiz olma. Her ne yaparsan yap. Hangi günahı
işlersen işle! ‘Tevbem kabul olmaz!’ deme. Tevbe edip tevbeni bozacak olsan
bile, yine tevbe ederek O’na yönel.Bil ki! Bizler O’nun kulcağızlarıyız. O’ndan
başka günahları affeden ve tevbeleri kabul eden yoktur.
19.Üretken ol, tüketen olma:
Ey genç! Hep hazır bekleme. ‘Ben ne yapabilirim?’ Sorusunu sor,
ardından da yapabileceklerini düşün ve onların peşine düş.Ömürleri boyunca
hazıra alışmış, ağızlarını açıp bekleyenlerden hiç kimse faydalanmıştır. Sen
onlardan olma. Arkandan bırakacağın, hayırla anılacağın, hayırlara imza at.Bil
ki! Her insanın istedikten sonra yapacağı işler vardır.
20.Dert alan ol, dert veren olma:
Ey genç! Dert vermek ve yük olmak iyi şeyler değildir, biliyorsun.
Elbette zaruret hallerinde herkes herkese yük verir, bu olağandır. Ancak bazı
insanlar daimi olarak dertli insanlardır. Bunlar yük almazlar, ancak daima yük
olurlar. Böylelerinden olma. Böylelerinden uzak dur. Böyle insanlar
sevilmezler.Dertlere çare olmaya çalışmak ve yükleri almak güzel
özelliklerdendir. Bu özelliği olan insanlar sevilen kişiler olurlar.Bil ki!
Dert vermek değil, dert almak erdemdir. Erdemliler arasına katıl.
21.Adil ol, zalim olma:
Ey genç! Hak edene hak ettiğini vermelisin. Adaletli davranmak
Rabbimizin emriyken adil olanlarda Rabbimizin sevdikleridir.Nebimiz hayatının
her alanında herkese karşı adaletten ayrılmamışken bizlerin yapması gereken de
adaleti ilke yaparak zulmün ve zalimlerin karşısında durmaktır.Bil ki! Zalimler
adalete düşmanlarken, adillere de düşmandırlar. Sen de zulme düşman olduğun
gibi zalimlere de düşman ol.
22.Merhametli ol, merhametsiz olma:
Ey genç! Bizler ‘merhametlilerin en merhametlisi’ olan
Allâh’u Teâlâ’nın kulcağızlarıyız. O müminlere karşı rahimken, Onun son nebisi
de ‘âlemlere rahmet’ olarak gönderilen rahmet
nebisidir. O ki kitabullah’da Rauf (çok şefkatli) ve Rahim (çok
merhametli) olarak zikredilen nebimizdir. Onun hayatını araştıranlar görecektir
ki, O merhamet peygamberidir. Küçüğünden büyüğüne, yaşlısından gencine, çocuğundan
bebeğine, insanından hayvanına ve bitkisinden ağacına varıncaya dek onun
merhametine şahit olmuşlardır. Onun izinden gidenler de, yine merhameti tüm
mahkukata göstermeye çalışmışlardır.Bil ki! Merhamet edene merhamet edilip,
merhametsiz olana da merhamet edilmezken, merhamet kalbinden eksik olmasın.
Katı kalpli olma. Kurtuluşun çağrısını yapan nebimizin önderliğinde merhametle
yaklaş sende.
23.Güler yüzlü ol, asık yüzlü olma:
Ey genç! Güler yüzlü olmak gülen temiz kalbin dışa yansımasıyken,
asık yüzlü olmakta asık bozuk kalbin dışa yansımasıdır. Oysa Müslüman iç
dünyasıyla barışık olmalı ve bunu Müslüman kardeşleriyle karşılaştığında da
göstermelidir.Ayrıca Müslüman kardeşimize güler yüzlü olmamız bir sadakadır.
Nebimiz bu fiilin küçük görülmemesini bizlere nasihat etmiştir. Öyleyse
sana yakışan kahkahalara boğmak veya boğulmak değildir. Ancak tebessüm eden bir
çehreyle Müslümanları karşılaman onlarla birlikte bulunmandır. Bu hali kendine
hal edin.Bil ki! Âlemlere rahmet olarak gönderilenin yüzü tebessümler saçardı.
Sen de onu örnek al.
24.Sabırlı ol, aceleci ve isyankâr olma:
Ey genç! Şu imtihan için geldiğimiz dünya yurdu sabır yurduyken
ilk andan son ana kadar insan her şeye sabreder, sabretmelidir. İnsan için üç
şeyden başkası yoktur. Birinci sabır ehli sabir olarak sabrı kuşanmak, ikincisi
şükür ehli şakir olmak ve üçüncüsü de isyan eden bir asi olmak.Başımıza olaylar
geldiğinde sabredilecek şey ise sabredilmeli, şükredilecek bir hal ise
şükredilmelidir. Müslüman hayat sabır ve şükür arasındadır. Üçüncü şık olan
isyana yol yoktur, olmamalıdır.Bil ki! Asiler sabrı önemsemezler. Şükür
de dillerinden dökülmez. Böyleleri dünyada huzurlu olamazlar. Ahirette de
huzursuzlukları artarak devam edecek olanlar yine bunlardır. Sen isyandan uzak
dur. Allâh’u Teâlâ’ya itaat ederek sabır ve şükrü hayat yap!
25.Şükreden ol, nankörlük eden olma:
Ey genç! Nankörlükten uzak dur ve şükür ehli ol! Saymaya gücünün
yetmediği kadar çok nimet her daim sana ulaşmaktadır. İnsan düşünmediğinden
veyahut ta bu nimetlere alışık olduğundan onları göremeyebilir. Ancak sana
düşen, nimetleri ikram edeni her daim şükürle anmandır. Bu nimetlere karşı
büyüklenmek, burun kıvırmak, onları beğenmemek ise hayırlı insanların özelliği
değildir.Bil ki! Şükredenler, doğru olanı yaparlarken, şükürleriyle
nimetin elden çıkmasını da önlerler. Hatta şükürle birlikte verilen nimet artar
ve bereketlenir. Aksi olup ta nimete nankörlük edilirse, bu davranış nimetin
elden gitmesine ve azaba uğramaya sebep olur.
26.Davetçi ol:
Ey genç! Bilmelisin ki, dava davetsiz ve davet de davetçisiz
olmaz. Her davanın o davaya çağıran davetçileri vardır. Sen de, Allâh’u
Teâlâ’nın yolunun davetçisi olmaya çalış. Samimi bir davetçi her türlü
imkânsızlıklar içerisinde bile, İslâm davası için çalışmalar
yapabilir. Hiçbir zaman kendini küçük görme. İmân bu dünyadaki en değerli
şeyken, imân ehli de paha biçilmez değerdedir. Müslüman kardeşlerine değerince
davran. Onların haklarını gözet. Hep birlikte tarihimize bakın! İmân ehli
davetçiler neler yapmışlardır görün. Övünerek anlatın. Onlar, Allâh yolunun
yılmaz çağrıcılarıydılar. Şimdi sıra bizlerdedir. Bu şuurla sen de seslen.
Gönüllere duyurmaksa O’na aittir.Bil ki! Zamanımız davet zamanıdır. Ümmeti
işgal eden batıl zihniyetin karşısında -karınca kararınca- hak tarafta çağın
Musab’ı olmak için hakkı haykırmanın tam zamanıdır.
27.Mücahid ol:
Ey genç! Bilmelisin ki, yeryüzü tevhidin şirkle çarpıştığı cihad
alanıdır. Tevhîd cephesinin erleri, tevhidin galibiyeti için cihad etmişler ve
de etmektedirler.Cihad bizler için olmazsa olmaz bir ameliyedir. Bu ameliye
kimi zaman dille, kimi zaman malla ve de kimi zaman da elle yapılmaktadır.
Şartlar ve imkânlar çerçevesinde küfre karşı cihadtan asla vazgeçme! Ancak olur
olmaz her fısıltıya da kulak kabartıp, cihad adına uygun olmayan işler de yapma.Cihadın
mahiyetini, şekillerini ve onunla ilgili ne varsa tüm meseleleri öğrenmeye
çalış. Yapmadığın veya yapmayacağın şeyleri söyleyip de slogonik cihadçı,
internet mücahidi(!) olma. Onlar çok konuşur, az yaparlar. Ya da sadece
konuşurlar. Şunu da unutma ki! Kıtal yapamasan da, cihad daimîdir.Kuvvetli
Müslüman, zayıf Müslümandan daha hayırlıyken, sen de bedeninin gelişmesi ve
sıhhati için spor yap. Ruhun ve bedenin güçlü olsun.Bil ki! Yeryüzü tağutları,
nasihatlerimizi dinleyerek tahtlarını bırakmayacaklardır. Onları yerlerinden
edecek şey, tüm boyutlarıyla cihad etmektir. Ebu Cehiller Bedirleri
beklemekteyken, sana düşense Bedr’in yiğidi olmaktır.
28.Cemaate Sarıl:
Ey genç! Özellikle işgal altındaki İslâm topraklarında yanız
başına kalamayacağın ortadadır. Şeytân ve şeytânlaşanlar tek kalanla
birlikteyken, sen tevhîd ehli cemaati ara. Fikir kargaşalarının yayıldığı
bir zamanda ve mekânda, tevhîdi öğrendikten sonra müşriklerden beri olduğun
gibi, tevhîdî yaşantı hayatlarına yansımayanlardan, sürekli fikir
değiştirenlerden, İslâm’ın ahlakıyla ahlaklanmayanlardan da uzak dur.
İnandıkları gibi yaşayanlarla birlikte ol.Bil ki! Bu yol yalnız başına
gideceğin bir yol değildir. Ne yap yap güvenilir yolculardan oluşan sadıklar
kervanına katıl.
Sonuç:
Ey genç! Bu âcizane nasihatlerimi -gençlik günleri geride kalmış-
bir abinin kardeşine yaptığı faydalı nasihatler olarak kabul et. Dilerim
yazılanların tamamını okur ve onlardan istifade edersin. Allâh’u Teâlâ seni
hakka ulaştırıp, hakkı yaşamayı sana kolaylaştırsın. Rabbim! Tüm
Müslümanların gönüllerini ve saflarını hak üzerinde birleştir. Gönüllerimizi ve
saflarımızı dinin üzerinde sabit eyle.Ey dinini tüm dinlere üstün kılmak için
gönderen Rabbimiz! Bizleri dininin hizmetçileri olmakla şereflendir.
Mallarımızı ve canlarımızı bizden kabul buyur, Allâh’ım. ‘Kabul buyur,
Allâh’ım.’ ‘Kabul buyur, Allâh’ım.’ ‘Kabul buyur,
Allâh’ım.’ Allâhûmme âmin.
Selâm ve dua ile…