yalnız bıraktık reis'i!
Kocaman bir ordu, en kalabalığından,
keyif verir düşmana; korkağından olursa,
belki yalnız bir adam, yanındaysa Allah'ı!
bileğidir ve yüreği; kocaman bir ordu!
Kocaman bir ordu, en kalabalığından,
keyif verir düşmana; korkağından olursa,
belki yalnız bir adam, yanındaysa Allah'ı!
bileğidir ve yüreği; kocaman bir ordu!
NE DERSHANESİ, NE MİLLİ EĞİTİMİ?
İŞİN ASLI NEDİR PEKİ?
Geçiniz kardeşim!
Asimilasyon, yozlaşma tavan yapmış...hala gaydırı-guyduru meselelerle gün tüketiyoruz!
Ahlaksızlık! çürüme! ve hatta Allahsızlık! vicdansızlık!
Milli eğitimmiş? Neresi milli bunun diye soran yok! Birileri de geçim derdinde? Ne cemaati; sektör, sektör! Kapatırsan dershaneleri; kim burs, kurban, zekat, himmet toplayacak!
Allahım! SANA SIĞINIYORUM!
ve USTA
Tam teşhisi koymakta; ilmine, irfanına ve ferasetine çok güvenilen muhatabı mubarek ötesi Fethullah Gülen hocamız dahi zorlandığına göre (belki biliyordur da dillendirmek istemiyordur!) bizim zorlanmamız çok normal. Hocaefendinin “Meselenin makuliyet üzere bina edildiğini görseydik, aklî ve mantıkî argümanlar sıralamanın faydalı olabileceğini düşünürdük.” dedikten sonra,“Duaya sarıldık zira, inanıyoruz ki hazımsızlık ateşini söndürecek ve basiret lütfedecek sadece Allah’tır.” teslimiyeti içine girmesinden onu anlıyoruz...
Her kes kendince bir çok alternatif cevap üretebilir belki ama, hangisi tam isabetli olur bilemem...
Olabildiğince mutedil ve soğukkanlı kalarak farklı fikir cimnastikleri yapıyorum ve başka bir pencereden de bakmayı deniyorum. Sizlerin gördükleriniz ve tepitlerinizle pek uyumlu olmayabilir belki ama, gördüklerimin ne kadarı hakikat, ondan da tam emin değilim tabi...
Kim emin ki zaten deyip, pencereme döneyim:
Benim ilk aklıma gelen, henüz bileğini bükemediği görünmez bir “güç odağının” iktidarı tam anlamıyla Usta'ya teslim etmek istememesi ve onunla yaptığı pazarlığın gereğini, Usta'nın yapmak zorunda kalıyor olması...
İsminin başında “MİLLİ” sıfatı olan ne varsa, aslında “o odağın vazgeçilmez kaleleri” ama özellikle “MİLLİ” demişler ki içeride toplumun "gönlü rahat olsun"!
“MİLLİ” İstihbarat Teşkilatı kurulduğundan beri milli değil (Teşkilat-ı Mahsusa dahil) ve özellikle 1948'den beri CIA ve MOSSAD'ın Türkiye şubeleri gibi olageldi hep.... Usta buraya, yani MİT'e bir müdahale yapayım dedi ve kıyamet de ondan koptu zaten.! Öyle ki, bu kıyametin nerede ve hangi pazarlıkla duracağı da henüz belli değil.! “Görünmez odağın en bariz iç kalesi” olduğunu kabul ediyorsak, bu pazarlığın cemâatle olduğunu iddia etmek de, komik ve abesle iştigâl olur!
“MİLLİ” Savunma Bakanlığı da hiç milli olamadı.... Göstermelik ve mutlaka mason bir bakanla bu alan da, “O odağın” tamamen kontrolünde tutulurken, diğer yandan her türlü askeri satış için hep “pazar” konumunda da tutulduk..!
“O odak”, şimdi dünyayı uzaydan kontrolü altında tuttuğu için ve istediği zaman uydudan müdahaleyle savunmamızı felç edebileceği için, uçak dahil tüm konvansiyonel silahları üretmemize göz yumdu... “MİLLİ” bildiğimiz bu bakanlıktaki Bakanların profiline dikkat edilirse, mutlaka ismini ve atamasını “o odak” belirlemiştir ve çoğu zaman da emekli asker veya masondur! Sivil olmak zorundaysa da, mutlaka “odakla bağlantılı” bir ailenin bireylerinden biridir.! Şimdi "kendi uçağımızı-helikopterimizi-tankımızı-tüfeğimizi kendimiz yapıyoruz" demek kulağa ne hoş geliyor ve ne çok “gurur verici” değil mi?!! Oysa, “adamım” uzayı ele geçirmiş, istediği an istediği müdahaleyi yapma şansı var ve sana da çelik çomak oynaman için alan açmış.!!
Gelelim üçüncü “MİLLİ” olanımıza: MİLLİ Eğitim..!
Ülkelerin en büyük gücü ve sermayesi (gelecekte uzayı da güvence altında tutacak) gençliği ve genç nüfusudur. Bu gücün eğitimi de, şuuru da, donanımı da, sağlığı da, Eğitim ve Kültür Politikaları ile belli olur ve bu politikalarla kontrol altında tutulabilir ancak...
Bu kadar önemli; geleceği de garanti altında tutacak bu kadar kıymetli bir gücü, senin inisiyatifine ve kontrolüne bırakmaları asla mümkün olmadı ve olmayacaktır.!! Böyle olunca da; bir bakıma "MİLLİ"ler içinde dahi en stratejik ve en büyük kale “Eğitim Kalesi”dir. Bu kaleyi fethedip tam sahibi olduğun gün, tam bağımsız ülkesindir zaten. Gerisi çelik çomak oyunu ve teferruat bir bakıma...
1950'ye kadar hüküm sürmüş antidemokratik “Tek Parti” dönemi, bahse konu odağın yapılanmada köklü temeller attığı yıllardır ve ayrı ele alınmalıdır. Çok partili “demokrasili yıllarımız”daki ara dönemleri de geçiyorum. Çünkü o dönemler “o odağın” sisteme iyice çöreklenmesine fırsat vermesi açısından da tam bir fecaâttır.!
Ben uzun ömürlü “demokratik tek partili” değişim ve kalkınma dönemlerini ele alıyor ve “Değişmeyen Kader”e göz atıyorum...
Tek başına ve çoğunlukla iktidar dönemi olan, Adnan Menderes'li 10 yılda; “MİLLİ” İistihbarat'da, “MİLLİ” Savunma'da ve “MİLLİ” Eğitim'de hiç yoksundur..! Hatta sana bağlı MİT, “diğer partnerleriyle” beraber sana darbe hazırlamaktadır da, haberin yoktur....
10 Yıllık Turgut Özal'lı yıllarda da bu kader değişmemiştir. .. “MİLLİ” İstihbarat'a müdahale etme isteğinin bedelini çok ağır ödemiş ama, yine de istediği sonucu elde edememiştir rahmetli Özal. “MİLLİ” Savunma'da teslimiyet devam etmiş; “MİLLİ” Eğitim'de Hasan Celal Güzel dışındaki 3 “MİLLİ” Eğitim Bakanı da, Mason ve misyon sahibi olarak “savsaklama görevlerini” bihakkın yerine getirmiştir. 10 yılda 4 MEB değişmiş, ama makus talih yine değişmemiştir...
En çok güvendiğimiz ve göğsümüzü kabartan Ak Partili Oniki yılda mason olmasa da (Erkan Mumcu hariç!) gelip geçen Beş “MİLLİ” Eğitim Bakanı'ndan, her biri birbirinden kıymetli, ehil ve donanımlıdır şüphesiz... Ama, “kendilerine verilen program”ı uygulamak zorunda kaldıklarından çabuk tükenmiş ve kolay refüze edilmişlerdir. Şu anda Ak Parti ve Başbakan'ın en büyük kozu Nabi Avcı beydir... Hem, Nabi bey gibi dev projelerin perde arkası akıl hocası deşifre edilecek ve hem de MEB değirmeninde öğütülerek çifte kavrulmuş kazanç, “o odağın” olmaya devam edecektir. Zira, “En Muhkem Kale” olarak “MİLLİ” Eğitim'i “teslim etmeyi” asla düşünmemektedir..!
Siyaset ve demokrasi tarihimizde; on iki yılda bir çok alanda üç dönem tek bakanla güzel icraatlar yapmış bir Recep Tayyip Erdoğan'ımız olacaktır ama; oniki yılda beş kıymetli bakanını değiştirse de, en büyük kaleyi fethedememiş ve tam bağımsızlığı yine ilan edememiş bir Usta'mız olarak, O da hatırlanacaktır!
Durumu bu noktadan ele alırsak, Usta'mız ile ilgili diğer argümanları istediğimiz kadar sıralayalım, önemi olsa da anlamı olmayacaktır.... Yorgun, yoruldu artık, danışmanlarının çok etkisinde ve eskisi gibi toplumun nabzını doğrudan tutamıyor, kendisine dev aynası tutulup pohpohlanıyor, güç sarhoşu ve dediğim dedikçi oldu, diktatör, nobran, falân filân...
Hepsi bir anlam ifade etse de, işin esası şu olmalı ki; perde arkası bilek güreşinde mağlup, çaresiz ve “O'ndan İstenen”i uygulamak zorunda olan birisi sanki... Milli Eğitim Sistemi'mizin kendi ürettiği çaresizliğine kim çare üretmeye kalkarsa, Usta'mız “aldığı talimatın gereği olarak” onun da üzerine gidiyor ki, hem kendi iktidarı devam etsin ve hem de “yenemediği odağın 150 yıldır devam eden iktidarı” garantide olsun.!!
Teşbihte hata olmasın ama, ben Usta'nın şu anki durumunu , fıkradaki çömez vaizin durumuna benzetiyorum:
Medresede hocasından vaizlik ve hitabet dersi de alan öğrenciye hocası; “Bugün kürsüye sen çık ve cemaâte ilk vaaz-u nasihatini dene bakayım.” der. Henüz kendine tam güveni olmayan öğrencisi ; “Hocam, emriniz başım üzredir ama, henüz kendimi yeterli bulmuyorum, şaşırıp yanlış bir şey yapmaktan da çok korkuyorum” deyince, hocası ona da çözümü bulur: “Bak evladım, ben cemaatin içinde sana yakın ve görüş alanında olacağım. Şu ipin bir ucunu ayağına bağla, diğer ucunu uzatır, cemâatin görmeyeceği şekilde yanımda tutarım. Yanlışını görünce ben ipi hafifçe çeker ve seni uyarmış olurum; sende kendini düzeltirsin.” der... Öğrenci kürsüde vaazına başlamış, ip sistemi çaktırmadan kurulmuş ve hocası da cemaât içinde yerini almıştır. Vaaz tam istendiği gibi gidiyorken, cemâatten uyanık biri ipi keşfetmiş ve merakla arada bir çeker olmuştur. Öğrenci kürsüde adeta şapşala döner ve ne yaptığını bilmez hale gelir. Zira her düzelttiğinde yeni uyarı gelmektedir. Şaşkınlık içinde ve adeta yalvarırcasına hocasıyla göz göze gelir ve neler olduğunu anlamak ister... Artık olay deşifre olmuştur ve hocası cemaâtin de duyacağı şekilde; “Ne yapayım evladım, ipin ucu puştun eline geçti” demek durumunda kalır.
Tekraren teşbihte hata olmasın diyeyim de; dershaneler konusunda yaptığının/yapmak istediğinin ve izahı için ürettiği gerekçelerin, hiçbir makuliyetinin olmadığını Usta da biliyor ama, ne yapsın garip?!
“İPİN UCU PUŞTUN ELİNDE” çünkü..!
fehmi demirbağ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder