SARIKAMIŞ
Bir noel zamanı,
Allahüekber dağlarında,
bu kez kar çölünde...
Anadolumun aslanları!
...
73 makinalı tüfek,
birazcık top,
218 kadar...
azıksa;
kuru ekmek ve zeytin!
haydi aslanlar gazveye!
1914 ün son günleri,
90.000 vatan evladının da!
adım adım buzdolabına!
en büyük düşman,
rus değil,
hem cehalet!
hem yazlık ceket!
sarıkamış...
kar beyazı!
soğuk üşüyor,
kar donuyordu...
evlad-ı fatihan'a
bir haller oluyordu!
Rus'a ne hacet,
ahmaklığımız bize yetiyordu!
sarıkamışın sarısı,
ah!
zaman solmuştu!
yetmedi mehmedimin nefesi,
ayaz onu da vurmuştu...
akrep, yelkovan,
ve can,
aynı anda durmuştu!
söz, şehadet her ne varsa,
herşey buz,
nefis dahil!
herşey kör bir an'a,
hapsolmuştu!
değişmeyen gerçeğim,
mazlumlar ve yetimler,
zulmü resimleyenler!
acı bir hikayesin,
soğuğun aslında,
yakıcı olduğunu,
ateş olduğunu söyleyen,
sarıkamışım...
sen de, mehmetçik dahil,
tarih donmuştu!
Batum'u alacaktık,
öyle çıktık yola,
yol; kar'bela!
onlar...donarak öldüler...
ve biz hala,
yanıyoruz!
Allahüekber dağlarında,
bu kez kar çölünde...
Anadolumun mazlumları,
....
1914 ün son günleri...
Tarihin eşi benzeri olmayan dramatik sayfalarından birinden pasajlar sunacağım sizlere...
ürkütücü ve hazin bir öykü...
...
İhtirasın ve cehaletin, bir nev'i yanlış hesapların nelere sebebiyet verdiğininin de ibretlik öyküsü...
...
Bu öyküden muradımız tarihle hesaplaşma adına değil yüzleşme adına gelecek nesillerimizin ufkunu açmaktır.
Ecdad ya da ata denildiğinde geçiştirelemeyecek bir mazinin torunları olmadığımızı geleceğe fısıldamaktır, iştiyakımız...
...
Anlatacaklarımız ders alınma noktasında milletimize yol gösterir ki bu melanetli dramın bir daha muhatabı olmayız; tarih bu yönüyle bir daha tekerrür etmez.
...
Osmanlı son demlerindedir.
1914 kapıdadır...
Yüzyılın en güçlü örgütü İttihat ve Terakki batının desteğiyle yıllardır sürdürdüğü gizli çalışmalarının meyvesini almak üzeredir. Balkan dağlarında çetecilik yapan, devletin başındaki Abdulhamit'e adeta düşman kesilmiş genç subaylar 1908 yılının Temmuz ayında arzuladıklarına kavuşmuş ve meşrutiyeti ilan ettirmişlerdi.
Ertesi yıl ise 31 Mart olayını mazeret ederek Padişahı tahttan indirirler. 32 yıl göz hapsinde bulunan kardeşi Mehmet Reşat'ı devletin başına getirirler.
Kendi ipleri her kimlerin elindeyse de imparatorluğun ipleri kendi ellerine geçmişti.İpi tek başına ele geçiren ise Balkan dağlarının gerillası ya da eşkiyası...Halkın arasında hürriyet kahramanı diye şöhret bulan, gözü kara Enver Paşa'dır.
İttihat Terakki, "özgürlük temennileri" adına iktidarı Ulu Hakan Sultan Abdulhamit'ten devralırken kısa zamanda eleştirdikleri yönetimin dışında çok daha zalim despot bir anlayışa imza atmışlardır.
İttihatçılar iktidarın hazzını tatmadan henüz daha devlet nasıl yönetilir algı ve deneyimini yaşamadan Trablusgarp ve Balkan savaşının ateşini kucaklarında buluverirler.
Balkanlarda 1912 yılının sonbaharında başlayan savaş çöküşün hızlanmasının da en önemli sebebi olacaktır.
Savaş başladığında yasaklı padişah Abdulhamit Selanikte eski bir konakta gözaltında bulunduruluyordu. Tehlike nedeniyle eski padişah Selanikten tekrar İstanbul'a götürülürken dudaklarından şu sözler dökülür: " Selanik giderse, İmparatorlukta gider."
ve Selanik gider...Çorap söküğü başlamıştır artık.
...
Balkan savaşları ile imparatorluğun bütün can alıcı organlarında zehirli bir hançerin dağlayan, parçalayan hareketleri an be an topyekün milletin acısına acı katar. Öyleki bu acı, bu sancı Bulgar ordularının çizmelerince İstanbul'a kadar dayanır. Bu kanlı çizmeler padişahın yaşadığı Dolmabahçe Sarayı'nın 50 km. ötesinde Çatalca önlerinde zor durdurulur. Son bir atakla eski başken Edirne düşmanın elinden geri alınır. Ancak Balkan topraklarına veda edişimizin buruk tarihidir yaşanılan süreç.
...
İmparatorluğun kültür, ekonomi ve siyaset kaynağı balkanlar artık bizim değildir.
...
Balkan savaşlarında önsaflarda savaşan Binbaşı Hafız Hakkı gözlemleyerek savaşta yapılan hataları bir kitap yazarak tarihe kayıt düşer. Kitabın adı ise BOZGUN dur.
...
Dünya, tarihinin aynı zamanda ilk CİNNET HİSTERİSİ ninde acı meyveler vereceği bir mevsimin lk evresindedir.
Nihayet 1914...
Bir Sırp öğrencinin Avusturya-Macaristan prensini öldürmesi bahanesi ile insanlık tarihinin ilk yüz karası toplu vahşiliği sahnelenmeye başlamıştır.
Öncesinde yapılan savaş hazırlıkları öylesine korkunçtu ki (modern silah endüstrisinin ilk zaferi) savaş zaten bahanesini arıyordu. Bahane dinamitinin fitili ise sırp öğrenciye nasip olmuştu.
Savaşın tarafları olarak seferber olan 65 milyon insan birbirlerini boğazlamak üzere saldırıya geçtiklerinde yere cansız olarak uzanan bedenlerin sayısı kayıplarla birlikte 14 milyon olacaktı. Bu bedenlerin en az üç milyonu ise Osmanlı evladı olacaktı. Yaralılar ve arda kalan sakatlar cabası...
...
İmparatorluk kalbini yitirmişti; balkanları. Daha yüzyıl öncesine kadar dostuna ya da düşmanlarına karşı esamesiyle bir süper güç olan Osmanlı artık hasta adam olarak kabul edilmektedir.
Balkanların elden çıkması halkın moral olarak ta çöküntüye düşmesine sebep olmuştu.
Her geçen gün hasta adam kan kaybı yaşamaktaydı.
Balkanların acısı bir şekilde çıkarılmalı, kaybedilen topraklar geri alınmalıydı. Bunun için bu büyük savaşta yer alınılmalıydı. Ancak kimse bilmiyordu ki bu savaş hasta adamın son nefesini vereceği savaştı. Geriye kalacak son çırpınışlar ise varolabilmek adına yeni kurulacak devletin kurgu savaşları olacaktı.
...
33 yaşında genç bir adam olan, imparatorluğun iplerini ellerinde tutan Enver Paşa Cihan Harbine girmekten yana taraf oldu. Tercihi ise askeri eğitim gördüğü Almanyadan yana oldu.
Savaştan Almanya'nın galip çıkacağını düşünüyor, imparatorluğun geleceğini kurtarmak için gerekirse bu ateş topunun içine girilmesi gerektiğine inanıyordu.
Paşaya göre hasta adamın şifa bulması ancak bu reçete ile mümkündü.
...
3 Alman gemisi İngilizlerden kaçarak Osmanlı sularına sığınır.
Baştan dedik ya dramatik bir öyküdür anlatacağımız. Ancak mizansene de ihtiyaç vardır öykümüzün bir piyese dönüşebilmesi için. Tarih yazıcılar vasıtası ile bu gemilere Türk bayrağı çekilir. Türk bayraklı bu gemiler Karadenize açılırlar ve orada Rus limanlarını bombalarlar.
İttifak devletlerinin safında yer almamız için bundan daha uygun bir mazeretimiz olamazdı.
...
Padişah Mehmet Reşad 14 yılının 11 kasımında Cuma Namazı sonrası 100 yıldır kınında duran Cihad kılıcını kuşanır. Bütün imparatorlukta BÜYÜK CİHAD ilan olunur.
Afganistandan Mısıra, Kafkaslardan Balkanlara ne kadar Müslümanın yaşadığı coğrafya varsa artık bu Ümmetin Ehli Salibe İngiliz, Fransız ve Ruslara karşı açtığı bir teyakkuzdur.
Birinci cihan harbi ise Polonyadan Süveyş Kanalına, Kafkaslardan Çanakkale Boğazına kadar cephe bulmaktaydı.
...
Enver Paşa ve arkadaşları imparatorluğun eski günlerine kavuşması için bir tez üretirler.
"Genişliyerek büyümek!"
Bu teze göre Osmanlı daha çok yer feth etmeli, daha geniş coğrafyalara açılmalıydı. Kurtuluşun tek çaresi buydu. Çıkmış olan dünya savaşı ise bulunmaz fırsattı.
...
İstanbul/Beyazıttaki genelkurmay binasında Alman ve Türk generaller haritaları masaya yatırırlar. İlk genişleme planı ise harita üzerinde Enver Paşanın parmaklarının ucundadır: Hedef Kafkaslardır.
Plan basittir. Osmanlı ordusu büyük bir hızla Kafkaslara girecektir. Orada Ruslar ezileceklerdir. Oradaki Türk nüfuslarıyla büyük birleşme gerçekleştirilecek, böylelikle de BÜYÜK TURAN İMPARATORLUĞU kurulacaktır.
Kurmaylarının nezaretinde açıkladığı bu plandan Alman general Limon Von Sanders çok memnun olmuştu. Zira Kafkaslara girecek olan Osmanlı ordusu Rusları zor durumda bırakacak, Ruslarda Almanlarla çarpıştıkları Polonya önlerinden Kafkaslara kuvvet kaydırma durumunda kalacaklardı. Dolayısıyla Alman ordularınında işleri kolaylaşacaktı.
Enver Paşanın planları yalnızca bundan ibaret değildi. Amcası Halil paşa bir tümen askerle İstanbul'dan Sivas'a trenle yola çıkacak, daha sonra yürüyerek Halep'e, oradan da İran'a gidecekti. Tahran'ı ve Tebriz'i alacak oradan Kafkaslara geçecekti. Rusları mağlup edecek, orada ihtilaller yaparak Kafkas Türklerini birleştirecekti. Bütün bu operasyon ise sadece bir tümen askerle yapılacaktı. Yani 10-15.000 kişi ile...
...
Enver Paşanın planları yalnızca bundan ibaret değildi. Planı Ortadoğu ile ilintiliydi. İttihatçıların kudretli paşalarından Cemal paşa Suriye'ye geçecekti. Oradaki bölgesel isyanları bastıracaktı. Oradan Süveyş Kanalını geçerek Mısır'ı alacaktı.
Böylece imparatorluk eski gücüne yeniden kavuşmuş olacaktı.
...
Genelkurmay binasının geniş odasında Enver Paşanın bu akıl almaz planını heyecanla dinleyen kurmay subaylar onun bu hayallerine çokta iştirak eder durum sergilemediler.
Oysa Enver Paşa Turan imparatorluk planında oldukça ciddiydi. Bu uğurda ise seve seve canını verecek durumdaydı.
...
Limanları Türk bayraklı gemilerce bombalanınca Osmanlıya savaş ilan eden Ruslar bu kararın hemen ertesi günü Erzurum ve Sarıkamış önlerinden Türk topraklarına girerler. Bir kaç kasabayı aldıktan sonra ilerlemezler. Zira karakış kapıdadır. Artık amaçları bahara kadar buralarda tutunmaya çalışmaktır, kışı Anadolu topraklarında geçirmektir.
Başkumandanlık vekilliğini henüz almış Enver Paşa Ruslar gibi düşünmüyordu. Enver paşa seferberlik hususunda da emir vermişti.
Samsun, Erzincan, Trabzon ve Arap Eyaletlerindeki illerden kuvvetler toplanmaya başladı. Daha Balkan harbinin yaraları sarılamamıştı bile. Yaraları kabuk bağlamamış askerler bile yürüyüşe geçtiler.
Hedef Kafkasların kapısı; Sarıkamış'tı!
Enver Paşa bu büyük harekata komutanlık etmek için Sarıkamış'a geçer. 3. ordu komutanı Hasan İzzet Paşa karakışta savaşmaktan yana değildir. Ona görevden el çektirir. Yerine de kendi geçer.
Alman ve Türk kurmay subaylar bu kez Sarıkamış'ta harita başına geçerler. Enver paşa yine aynı heyecanla harekatın detaylarını silah arkadaşlarıyla paylaşır.
Sarıkamışta savaşacak olan 3. ordu 3 kolordudan oluşuyordu.
11. kolordu Rusları oyalamak için sağ istikamette mevzilenecekti.
9. kolordu merkezden yarma yapıp Bardız üzerinden Sarıkamışa geçecekti.
10. kolordu Penek yolu üzerinden Allahüekber dağlarını aşarak Rusları arkadan kuşatacaktı.
Sarıkamış ele geçirilince diğer kolordularla birleşilecek oradan Kafkaslara, oradan da Turan İmparatorluğuna doğru yol alınacaktı.
Savaşın can alıcı yükü 10. kolordudaydı. Kolordunun komutanı ise Balkan savaşlarında görev almış, oradaki hataları kaleme almış bu kez albay rütbesinde olan BOZGUN kitabının müellifi Hafız Hakkı'ydı.
...
1-2 metre civarında kar. Eksi 25 derecelerde seyreden hava sıcaklığı haritalarda yer almıyordu. İnanılmaz engebeler haritalara hangi mürekkeple çizilebirdi ki?
Bütün mesafeler ise ancak yürüyerek geçilecekti.
Kolordular kendi mıntıkalarında toplanmış ve herkes kendi görevalanlarına doğru yürüyüşe başlamıştı.
Daha bu aşamadayken bile askerlerin durumu içler acısıydı.
Bir kısmının üzerinde yazlık kıyafetler vardı.
Ayaklarında yıpranmış çarıklar...yamalı urbalar sırtlarında...Gencecik çocuklar...Askerden çok tarla işçilerine benzeyen yağız delikanlılar...
Bir çok askerin sırtında geldikleri bölgelerin yerel kıyafetleri bulunmaktaydı. Ne paltoları vardı ne de yedek iç çamaşırları.
"Nasılsa gittiğimizde üniformalarımızı ordu verir" diye düşünmüşlerdi. Ordu veremedi. Çünkü Almanların gemilerle karadeniz üzerinden yaptıkları sevkiyat, Rusların bu gemileri batırmaları neticesinde gerçekleşmemişti. Tekrarı içinse Almanlar yeni malzeme gönderemiyorlardı. Gemiler harita üzerinde yolculuk yapmıyırdu maalesef ki!
Anadolunun, Arap eyaletlerinin değişik yörelerinden toplanmış bu kara yazgının çocukları hem yoklukla hem soğukla hem de düşmanla savaşacaklardı.
İyi giyimli, iyi donanımlı ve çevre şartlarına alışkın 60.000 Rus askeri vardı karşılarında.
Bütün imkansızlığa rağmen oraya sevkedilen Osmanlı askerinin sayısı 120.000 civarındaydı.
...
Savaş başlamak üzereydi.
60 km karelik arazi yürülerek aşılacaktı.
Enver paşanın hayalleri için 120.000 vatan evladı gerçekle yüzleşeceklerdi.
Ölümüne yürüyüş 22 aralık günü başlamıştı.
...
Günlerce yürüdüler.
Ölüm sessizliğindeki Bardiz Yaylasına, Çamurlu Tepelerine, Çerkezköye, oOltu'ya ve Allahüekber dağlarına...
Sarıkamış'a...O küçücük kasabaya bütün mevkilerden yürüdüler, askerlerimiz. Açlıklarıyla, yorgunluklarıyla yarı çıplak halde.
1 metreyi aşkın karda insan üstü yürüdüler. Herbir adım azap dolu! Bitkindiler...Soluk tek sermayeleriydi...
Ama Enver Paşadan, Albay Hafız Hakkı'dan arkası kesilmeyen hücum emri gelmeye devam ediyordu. Sarıkamış ne pahasına olursa olsun alınmalıydı!
Ölümüne, ölüme yürüyüş sürüyordu.
Ara ara karşılaştıkları Rus askerlerle çatışmalara da giriliyordu. Herşeye rağmen o an için en büyük düşman tabiaat şartlarıydı. Tipi, rüzgar göz açtırmıyordu. Gözalabildiğine kar ise ancak ölüm beyazıydı.
Uysal ve masum görünüşlü o kar olmadık işler yapıyordu askerimize. Zihinlere pranga vuruyordu bir yandan, bir yandan da gözleri bile kör ediyordu.
Hatta iki Türk tümeni asab bozucu bir tipi esnasında düşman zannederek birbirlerine saldırmak durumunda kalmışlardı. 2000 yaralı ve ölü asker saf dışı kalmıştı.
Hiç bir şey bu ölüm yürüyüşünü durdurmuyordu. Yürüdüler; ölüm onları bir gece vakti bir köşede kıstırıncaya kadar yürüdüler.
...
Yürüdükçe de terliyorlardı. Ter ise sırtlarında soğuğun etkisiyle donuyordu. Bu donma ise ölümün kapısını biraz daha aralıyordu.
Yaklaşık bir haftalık bu yürüyüşle birlikte hazan yaprakları gibi askerlerimiz dökülmeye başlamıştı.
Önce ayaklarda bir sızı ile yokluyordu ölüm onları.
Sızının ardından bir hissizlik...
Bu ise parmakların donması manasını taşıyordu.
Ayak bilekleri ve dizler yavaş yavaş devreye giriyordu. Sonra kar üstüne yığılıp kalma!
Kurtların bile sığınacak bir delik aradıkları havada yere düşen askere yardım edebilecek durumda değildi kimse de.
Asker bir yandanda açlık ve yorgunluğun etkisiyle de uyuşuyor, olduğu yerde anne rahmindeki halini alıp yavaşça uykuya geçiyordu.
Uyku ise ölümün kabul salonuydu. Kendinden geçen vücudun üzerine buzdan bir kristal bir yorgan misali serpişiyordu. Ardından ise halsizlikten pelteleşip yığılı kalan beden buzdan mamul bir mermer heykel gibi kaskatı kesiliyordu.
Tatlı bir uyku acı sona böyle kapı aralıyordu.
...
Sağa sola serpilmiş, bir araziye dağılmış kar çiçekleri gibi mehmetçiğin bedenleri...Ordunun eridiğinin resmiydi!
...
Ölümün bu kadar hoyratça yanıbaşında yaptıklarına şahit olan kimi askerlerde çaresizlikle bir çıldırma çukurunda buluyorlardı kendilerini. Sonsuz beyazlıkta dağılıp giden çığlıklar bu askerlerin hançerelerinden yankılanıyordu Anadolumun doğusuna...
...
Gecenin kar alacasında yakılan küçük ateşler bile umut vermiyordu geride kalanlara. Pes etmişlik, tevekkül, isyan ne kadar da kardeş duygulardı an itibariyle.
...
Geride kalanların dayanmalarına ve direnmelerine...hayata tutunma isteklerine ölüm ise sabırla cevap veriyordu. Burada son yazılmıştı son nefeslere...O ise yazılı olanları yanına alıp gitmeden uzaklaşmayacaktı buralardan.
...
26 aralık gecesi Allahüekber dağları...
Ölmek istemeyen askerlerin çığlıklarına ev sahipliği yapıyordu. Bir yandan da dünyanın en büyük buzdan kabristanı olmaya hazırlanırken.
Bu gece dünya savaş tarihinde yaşanmamış bir kıyım yaşamıyordu.
Osmanlı askeri bu kez doğaya karşı girdiği savaşta yeniliyordu.
...
27 aralık sabahı güneş ışıkları bile Allahüekber dağlarının yamaçlarında sabahı müjdelerken buruktu. Nasıl burulmasın ki? 15.000 Mehmetçik! Yani Muhammed'in(SAV) ordusu....Pusuya düşmüştü; ayazın pusuna! Kardelen çiçekleri gibi serpilmişlerdi alabildiğince...Tek bir kurşun atmadan! Şakalarında kan yoktu. Parçalanmış uzuvlar...iniltiler yoktu...sessizce ölmüşlerdi...kaskatı kesilerek!
Bu sayı Sarıkamışta donacak askerlerin sayısının küçük bir kısmıydı henüz!
...
Sarıkamışa giden yol üzerindeki bütün yerlerde öbek öbek donmuş Osmanlının askerlerinin bedenlerinde içi burulacaktı güneşin ışığının. Isı biraz arttığında eriyen karların ne de çok askerin bedenlerinin üstünü örtüğü görülür.
Toplam ölü sayısı bilinmiyordu. Ama tümenleri kolordular artık parmakla sayılacak kadar azalmıştı.
...
Sürekli hücum emri veren Enver paşa nihayet kendisine ulaşan pusulalardan durumun vehametini anlamıştı artık. Bir kareli kağıda kendi vasiyetini yazmaya başladı.
"Eger muvaffak olamaz isem son neferimle birlikte ruhumu vermeye hazırım!"
...
Kendini ölüme hazırlamış başkomutan herşeye rağmen harbi kaybettiğini kabullenemiyordu. Vasiyetini yazdıktan bir süre sonra Ruslardan bir küçük kasabanın alındığı haberi bir pusulayla ulaştırılır kendisine. Yine bakışları zafer edasıyla canlanır.
ve yine ordudan arta kalana tekrardan hücum emri verir. Sarıkamış dramının son emri olur bu emir.
Asker ise ölümlere, soğuğa, açlığa rağmen yine insan üstü bir gayretle bu emri karşılıksız bırakmaz. Süngüyle ve hatta parmaklarıyla Rus askerine yönelir. Tarihin sütunlarında böylesi bir insan üstülük yazılmamıştı. Aynı tarih kitleler halinde donarak ölen başka bir askeri de yazmamıştı. Türklerin bu cılız saldırısına karşın Ruslar hücuma geçtiler.
Nihayet bir kuşatmadan kurtulmak için Enver Paşa geri çekilme emri verdiğinde aynı tarihte Rus generalde zafer telgrafını kendi tarafına çekiyordu.
...
Ağır yenilgi ile Sarıkamış harekatı nihayetlenmişti.
...
Hepi topu 15 günlük savaş bitmişti.
...
7000 askerimiz ise esir düşmüştü. 12.000 asker sağ kurtulmuştu. Yani 101.000 kişilik bir şehid listesiyle bitmişti savaş.
Sarıkamış'ın hüzün kısmı ise, Ruslarla ciddi bir çatışmaya girmeyip donarak ölen 90.000 kişi. Ve Ruslar topluca gömdüler askerlerimizi salgın hastalık olmasın diye. Mezarlarına ise asla bir daha ulaşılamadı.
Rusların kaybı ise 20.000 kişiydi. Onlardan da 6000 kişi donarak ölmüştü.
...
Savaştan kurtulan 12.000 askerimiz ise Erzurum ve yakın ilçelerine sevkedildiler. Askerlerimizde yüksek ateş, kaşıntı ve mide bulantısı görülüyordu. Gerçek anlaşılmıştı. Bitten kaynaklanan Tifüstü hastalığın nedeni.
eksi 25 derecede ateşler içinde can veriyordu bu kez Mehmetçik. Salgından ölenlerin sayısı hiçbir zaman öğrenilemedi.
...
Balkan savaşındaki hataları eleştiren Hafız Hakkı benzeri hataları bu kez kendisi Sarıkamışta yapmış, BOZGUN un sebeplerinden olmuştu. Tifüsten ruhunu teslim ettiğinde geriye cidden bir BOZGUN kalmıştı.
...
Enver paşa amcası Halil paşaya haber saldı, TURAN İMPARATORLUĞUnun yolundan geri çağırdı. Sivas'ta buluştular. Dudaklarından bir cümle döküldü;
"Bütün ordu mavf oldu!"
...
İstanbul'a döndüğünde Hürriyet kahramanı Enver Paşa Sarıkamış'la ilgili hertürlü paylaşıma büyük bir yasak getirdi. Günümüze ulaşan görüntüler Rus kaynaklıdır. Kendisi yurt dışına kaçtıktan sonra ancak Sarıkamış dramı konuşulur olmuştur.
...
Dört yıl içinde koca bir imparatorluğun sonunu getiren ittihatçılar kendi hayatlarını yurt dışına kaçarak güvenceye akmışlardır. Ancak Enver paşa Turan devleti hayalinden vazgeçmiş değildi. Bu hayali için Kafkasyaya gitti.
Sonunda çıkan bir çatışmada yalınkılıç saldırdığı bir rusun makinalı tüfeğinden çıkan kurşunla hayatı biterken Turan devleti hayalini de yanında götürmüş oldu. 1922 nin sıcak ayı ağustosta bu dünyayı terketti.
*********************
Bir yazar olarak yukarıda kısaca anlatmaya çalıştığım çatısını kurgulamaya yeltendiğim bu tarihi olayın filme alınmasını hem insani hem de milli bir vazife telakki ettiğim için, bir vefa göstergesi olarak ta ruhumun nişanesi olarak adlendirmenizi istirham ederim.
****
tütünü ilk orada kağıda sarıpta içmiştik,
kırımda...
ilk ciddi kıyıma uğradığımız yerde,
kurşunlar dökülmüştü tepemize de,
biz nazar değmesin deyip,
gülüp geçmiştik...
kanayan yerlerimize ilk tütün basmayı da,
orada öğrenmiştik...
...
pahalıya maloldu sonra öğrenmelerimiz,
kara kapkara oluvermişti karadeniz,
yüzbinlerimiz soykırıma uğradığında,
kafkasya da!
...
çatısı çöküverdi cihan şümul devletin,
çerkezler ölü ya da diri kopunca yurdundan,
o gün bugün,
çığlıklar yükselir kafkasyanın dağlarından!
...
rus harbi denildi 1878'e...
Plevnede bir yiğit adam, hemşehrim...
diren babam diren...
...
ardından, balkan harbi denildi,
payitahtan uzaklaştırılınca ulu hakan,
ittihatın itleri parçalamadalar,
ölmeden ölen cesedi!
...
1914...nasıl örtersen ört,
Sarıkamıştaki ayıbı!
19 a kadar bir derin sessizlik...
Çanakkale'de top sesleri arasında,
millet kıskaç altında...
...
kuşçubaşı, zenci musa,
mehmet akif,
fahrettin paşa...
cık olmadı;
yaşa mustafa kemal paşa!
hıck!
...
devrim...
silsile,
ne de çok,
daraçları boyu...
susturuldu nihayet kayı boyu!
...
gelenin gideni arattığı yıllar,
ve biteviye yılgınlık!
...
yakın tarih,
ateizm,
ve bilumum sapkınlık!
fehmi demirbağ