3 Temmuz 2015 Cuma


OSMANLIYI BİTİRİPTE BUGÜNKÜ 

ORTADOĞU YANGININI İLK ATEŞLEYEN


ÇÖL ŞEYTANI GERTRUDE BELL


Arabistan’ı Osmanlı’nın elinden alıp başarılı bir isyanla İngiltere’nin sömürgesi haline getiren İngiliz ajan Lawrence’i hepimiz tanırız. Ama asıl mesleği arkeolog olan ve Araplar’ın “El-Hatun” lakabı taktıkları İngiliz ajanı Gertrude Bell’i çok azımız bilir. Oysa Ortadoğu’da birçok ülkenin sınırlarını harita üzerinde çizen odur.

Or­ta­do­ğu­’da bir dev­let di­ğer bir dev­le­tin top­ra­ğın­da gö­zü ol­du­ğun­da, ‘bu­ra­sı em­per­ya­list­le­rin mü­da­ha­le­si so­nu­cu biz­den ko­pa­rıl­mış­tı, şim­di ge­ri is­ti­yo­ru­m’ di­ye­bi­li­yor. Ni­te­kim Fa­s’­ın Mo­ri­tan­ya, Mı­sı­r’­ın Su­dan, Su­ri­ye­’nin Lüb­nan ve en son ola­rak da Ira­k’­ın Ku­veyt top­rak­la­rın­da hak id­di­a et­me­si bu si­ya­si ba­kı­şın so­nu­cu­dur. Bu­gün­ler­de ise Irak, göz gö­re gö­re bö­lü­nü­yor ve IŞİD gi­bi ör­güt­ler bi­le sı­nır­la­rı ta­nı­ma­dık­la­rı­nı ilan edi­yor. Ne­den bu coğ­raf­ya­da sı­nır­lar bu ka­dar be­lir­siz? Bu so­ru­yu Or­ta­do­ğu­’da sor­du­ğu­nuz her on ki­şi­den do­ku­zu şu ce­va­bı ve­re­cek­tir: Or­ta­do­ğu­’da sı­nır­lar em­per­ya­list dev­let­ler ta­ra­fın­dan ge­li­şi­gü­zel çi­zil­miş, bu top­rak­la­rın ta­ri­hi, kül­tü­rel, di­ni ve et­nik sı­nır­la­rı göz ar­dı edil­miş­tir. İş­te bu yüz­den bu top­rak­lar­da kav­ga bit­mez. Çün­kü ha­ri­ta­yı çi­zen­ler böy­le is­te­miş­tir.

Or­ta­do­ğu­’yu pe­ri­şan eden ha­ri­ta

Ço­ğu­muz İn­gi­liz aja­nı T. Law­ren­ce­’i bi­li­riz. Ara­bis­ta­n’­ı te­re­ya­ğın­dan kıl çe­ker gi­bi Os­man­lı­’nın elin­den alıp ba­şa­rı­lı bir is­yan so­nu­cu İn­gil­te­re­’nin sö­mür­ge­si ha­li­ne ge­ti­ren adam. Ama asıl mes­le­ği ar­ke­olog olan ve Arap­la­r’­ın “El-Ha­tu­n” la­ka­bı tak­tık­la­rı İn­gi­liz aja­nı Ger­tru­de Bel­l’­i çok azı­mız bi­li­riz. Hâl­bu­ki Or­ta­do­ğu­’da İn­gi­liz­ler ve Fran­sız­lar ta­ra­fın­dan ku­ru­lan kral­lık­la­rın sı­nır­la­rı­nı ri­va­ye­te gö­re ha­ri­ta üze­rin­de cet­vel­le çi­zen odur. Hem Irak hem de Ür­dün onun ese­ri­dir de­ni­le­bi­lir. Do­la­yı­sıy­la Or­ta­do­ğu­’da pay­la­şı­la­ma­yan sı­nır­lar yü­zün­den ya­pı­lan sa­vaş­lar da onun ma­ha­re­ti­dir! Çün­kü Ger­tru­de Bell ha­ri­ta­yı ça­tış­ma­ya se­bep ola­cak şe­kil­de ve İn­gil­te­re­’nin men­fa­at­le­ri doğ­rul­tu­sun­da çiz­miş­tir.

Pet­rol ya­tak­la­rı­na gö­re çi­zi­len sı­nır­lar

Ger­tru­de Bell'in ka­fa­sın­da­ki sı­nır­la­rı ade­ta pet­rol ya­tak­la­rı be­lir­li­yor­du. İn­san un­su­ru de­ğil İn­gil­te­re­’nin çı­kar­la­rı önem­liy­di. Bu yüz­den ba­sı­na yaz­dı­ğı bir mek­tup­ta "şu an ha­ri­ta­nın üze­ri­ne uzan­dım, çö­lün bi­zim (Irak) sı­nı­rı­mız ol­ma­sı ge­rek­ti­ği­ni dü­şü­nü­yo­ru­m” di­yor­du. Sa­de­ce ül­ke­ler de­ğil mil­let­ler, din­ler, kül­tür­ler ve hat­ta ak­ra­ba­lar da onun cet­vel­le çiz­di­ği sı­nır­la­rın kur­ba­nı ol­du. Ama­cı her et­nik ve din­sel kö­ken­li ça­tış­ma­da İn­gil­te­re­’nin ha­kem­li­ği­ne ih­ti­yaç du­yul­ma­sı­nı sağ­la­mak­tı. Bu­gün­kü olay­lar bu po­li­ti­ka­nın ba­şa­rı­lı ol­du­ğu­nu gös­ter­mek­te­dir.

Ta­rih­le­ri­ne say­gı­sı ol­ma­yan sı­nır­lar

Ger­tru­de Bell, Irak Kral­lı­ğı­’nı ken­di ifa­de­siy­le “ya­rat­tı­ğı­” za­man bay­ra­ğın­da üç renk ol­ma­sı­nı is­te­miş­ti. Be­yaz Fa­ti­mi­le­r’­i, Ye­şil Eme­vi Kral­lı­ğı­’nı, Si­yah Ab­ba­si­le­r’­i sim­ge­le­ye­cek­ti. Da­ha son­ra ku­ru­lan Arap dev­let­le­ri­nin he­men ta­ma­mı bu renk­le­ri be­nim­se­di­ler. Sa­de­ce son­ra­dan Ha­şi­mi­le­r’­i sim­ge­le­me­si için kır­mı­zı renk de ba­zı bay­rak­lar­da yer al­dı. An­cak ne bay­rak­lar­da­ki renk­le­rin ne de ül­ke­le­rin bu top­rak­lar­da ya­şa­yan­lar­la bağ­lan­tı­sı var­dı. Ör­ne­ğin Şi­i Arap­lar bir­den­bi­re dört fark­lı ül­ke­nin va­tan­da­şı olu­ver­miş­ler­di. Kü­çü­cük Dür­zi ce­ma­ati üç fark­lı ül­ke­nin top­rak­la­rın­da kal­mış­lar­dı. Türk­men­ler de çok fark­lı de­ğil­di. Da­ha da il­gin­ci ül­ke isim­le­ri­nin kö­ke­ni Es­ki Ro­ma İm­pa­ra­tor­lu­ğu­’n­dan il­ham alı­na­rak ko­nul­muş­tu. Ne Su­ri­ye­li ne Fi­lis­tin­li ne Irak­lı ne Ür­dün­lü ne de Lib­ya­lı bir halk yok­tu. Lüb­nan da­ğın is­mi, Ür­dün bir neh­rin is­miy­di.

Arap­la­r’­ın kra­lı ol­du

Os­man­lı Dev­le­ti en ba­şın­dan be­ri bir ha­ne­dan­lık­tı, hal­kı yö­ne­ten ve yö­ne­ti­len di­ye her iki gru­bun için­de de Müs­lim ve gay­ri­müs­lim yer ala­cak şe­kil­de dü­şün­mek­tey­di. Bu­nun­la be­ra­ber, Os­man­lı Sul­ta­nı her şey­den ön­ce Müs­lü­ma­n’­dı ve ken­di­si­ni kut­sal İs­lam top­rak­la­rı­nın hiz­met­çi­si (Ha­di­mü­’l Ha­re­meyn) ola­rak gö­rü­yor­du. Arap is­ya­nı İn­gi­liz­le­r’­in des­te­ği ile ba­şa­rı­lı olup Os­man­lı or­du­la­rı Ara­bis­ta­n’­dan ta­ma­men çı­ka­rıl­dık­tan son­ra Şe­rif Hü­se­yin ken­di kral­lı­ğı­nı ilan et­ti. Un­va­nı “A­rap­la­r’­ın Kra­lı­” idi. Bu­ra­da ırk­sal bir vur­gu ya­pıl­ma­sı dik­kat çe­ki­ci­dir. Baş­ka bir de­yiş­le İn­gil­te­re ve Fran­sa böl­ge­yi ken­di re­jim mo­del­le­ri­ne ve de­ğer­le­ri­ne gö­re bi­çim­len­di­ri­yor ve ta­rih­le bağ­la­rı­nı ko­pa­rı­yor­lar­dı.

Kral­lık­lar cum­hu­ri­yet ol­du ama sı­nır­lar kal­dı

Bel­ki 1960’lar­dan iti­ba­ren Or­ta­do­ğu­’da cum­hu­ri­yet­le­rin sa­yı­sı kral­lık­la­rı geç­ti ama sı­nır­la­rın ay­nı kal­ma­sı yü­zün­den ça­tış­ma­lar so­na er­me­di. Bö­lün­müş mez­hep­ler, et­nik halk­lar ve din­sel kim­lik­ler, ça­tış­ma­la­rın şid­de­ti­ni da­ha da ar­tır­dı ve mil­yon­lar­ca in­sa­nın ölü­mü­ne se­bep ol­du. Ör­ne­ğin Hı­ris­ti­yan olan Lüb­nan oto­nom böl­ge­si­nin Bü­yük Lüb­na­n’­a dö­nüş­me­siy­le 100 bin ki­şi­nin ya­şa­mı­na mal olan Hı­ris­ti­yan-Müs­lü­man sa­va­şı pat­lak ver­di. Ira­k’­ta Sün­ni ve Şi­i grup­lar hâ­lâ bir­bir­le­ri­ni kır­ma­ya de­vam edi­yor­lar. Su­ri­ye­’de va­tan­daş­lık­tan bi­le mah­rum edi­len Türk­men­ler ve ba­zı Sün­ni grup­lar Ba­as re­ji­mi ile kan­lı bir he­sap­laş­ma ha­lin­de­ler. Irak Türk­men­le­r’­i ve Ezi­di­ler is­ten­me­yen in­san­lar ola­rak sı­nır dı­şı edil­mek is­te­ni­yor. La­ik­le­şen kit­le­le­rin İs­lam dev­le­ti mü­ca­de­le­si ve­ren grup­lar­la mü­ca­de­le­si de sü­rü­yor.

Top­rak bü­tün­lü­ğü­ne say­gı­lı ol­mak saf­sa­ta­sı

İşin il­ginç ta­ra­fı Tür­ki­ye da­hil pek çok ül­ke, Or­ta­do­ğu­’da şu ve­ya bu dev­le­tin top­rak bü­tün­lü­ğü­nü sa­vu­nu­yor. Böy­le­ce ba­rı­şın sağ­la­na­bi­le­ce­ği­ni dü­şü­nü­yor. Hâl­bu­ki bu­nun an­la­mı Sykes-Pi­co­t’­a sa­hip çık­mak, Ger­tru­de Bel­l’­in ru­hu­na dua­cı ol­mak­tır. Ma­dem­ki bu giz­li an­laş­ma­ya say­gı­lı­yız o hal­de ne­den Or­ta­do­ğu­’nun bu­gün­kü dra­mı­nı hâ­lâ em­per­ya­list dev­let­le­rin ku­ su­ru ola­rak gö­rü­yo­ruz? Ne­den bu­gün­kü ça­tış­ma­la­rın se­be­bi­nin o top­rak­la­rın in­sa­ni ve kül­tü­rel de­ğer­le­ri­ne say­gı­sı ol­ma­yan, 2000 yıl­lık ge­le­nek­le­ri yok sa­yan sı­nır çiz­gi­le­ri ol­du­ğu­nu ka­bul et­mi­yo­ruz? Kı­sa­ca­sı, sı­nır­la­rı çı­kar­la­rı­nın ge­rek­le­ri­ne gö­re çi­zen Ba­tı­lı ül­ke­le­rin Or­ta­do­ğu­’nun ha­ri­ta­sı­nın ye­ni­den çi­zil­me­si­ne kar­şı ol­ma­sı­nı an­la­ya­bi­li­riz ama böl­ge­mi­zi esir alan ça­tış­ma­la­rın mu­ha­ta­bı olan biz­le­rin top­rak bü­tün­lü­ğü ıs­ra­rı ne­den?

Ulus­la­şan Av­ru­pa­’ya rağ­men

Av­ru­pa bir za­man­lar çok ulus­lu im­pa­ra­tor­luk­lar­dan olu­şu­yor­du ama ar­tık de­ğil. İs­koç­ya bi­le bu haf­ta İn­gil­te­re­’yi yal­nız bı­rak­ma ko­nu­sun­da re­fe­ran­dum yap­tı. Bel­ki bu re­fe­ran­dum­dan son­ra ben­zer­le­ri­ni İs­pan­ya ve İtal­ya­’da gö­re­ce­ğiz. Baş­ka bir de­yiş­le bir­kaç ta­ne­si is­tis­na ol­mak üze­re her Av­ru­pa ül­ke­si bir mil­let­ten olu­şu­yor, ay­nı mez­he­be bağ­lı ve ay­nı di­li ko­nu­şu­yor. Or­ta­do­ğu ise im­pa­ra­tor­luk mo­de­li­ni mu­ha­fa­za edi­yor. Bi­rin­ci Dün­ya Sa­va­şı­’nın ga­lip­le­ri Os­man­lı son­ra­sı Or­ta­do­ğu­’yu is­te­dik­le­ri gi­bi di­zayn et­ti­ler ama böl­ge hal­kı hâ­lâ be­nim­se­me­di. İş­te bu yüz­den ka­na­ati­mi­ze gö­re sı­nır­lar ye­ni­den çi­zi­lin­ce­ye ka­dar böl­ge­ye ba­rış uzak ka­la­cak­tır.

Topraklarının kralı olmayan krallar

1921 yı­lın­da Churc­hill 40 Or­ta­do­ğu uz­ma­nıy­la Ka­hi­re Kon­fe­ran­sı­’nı top­la­dı. Bu­ra­da Or­ta­do­ğu­’nun ha­ri­ta­sı çi­zil­di, kral­la­rı be­lir­len­di. Ger­tru­de Bell ve Law­ren­ce ta­sar­la­dık­la­rı kral­lık­la­ra ken­di seç­tik­le­ri kral­la­rı ta­yin et­ti­ler. Fay­sal bin Hü­se­yin ilk kral ol­du­ğu Su­ri­ye­’ye de son­ra­dan kra­lı ol­du­ğu Ira­k’­a da da­ha ön­ce hiç ayak bas­ma­mış­tı. Ay­nı şe­kil­de Ür­dün kra­lı ya­pı­lan (ön­ce emir un­va­nıy­la) Ab­dul­lah da ilk kez kral olun­ca Ür­dü­n’­e git­miş­ti. Da­ha son­ra Ara­bis­tan Kral­lı­ğı­’nı bir dar­be ile Şe­rif Hü­se­yi­n’­in oğ­lu Ali’­nin elin­den alan bu­gün­kü Suu­di Ara­bis­ta­n’­ın ilk kra­lı ise 14 ya­şı­na ka­dar Ku­vey­t’­te ya­şa­mış­tı. Fran­sa man­da­sın­da­ki Su­ri­ye­’nin ilk kra­lı Şe­rif Hü­se­yi­n’­in Su­ri­ye ile il­gi­si yok­tu

Lawrence bile sınıra itiraz etti

Dün ya­şa­nan Irak-Ku­veyt Sa­va­şı, bu­gün Ira­k’­ta ya­şa­nan mez­hep ça­tış­ma­la­rı, sı­nır­la­rı­mı­za yı­ğı­lan Türk­men ve Ezi­di sı­ğın­ma­cı­lar ve Kürt-Arap sa­va­şı bu ün­lü İn­gi­liz aja­nı­nın ya­rat­tı­ğı su­ni Irak Kral­lı­ğı­’nın ese­ri­dir. Mu­sul'u ve Kürt­le­r’­i Law­ren­ce'in iti­raz­la­rı­na rağ­men Irak kral­lık sı­nır­la­rı içi­ne so­kan, Ira­k’­ın bel­ki de ilk va­tan­da­şı odur. Ba­ba­sı­na yaz­dı­ğı mek­tup­ta ‘K­ra­lı­mı­za taç giy­dir­di­k’ di­ye­cek ka­dar da ül­ke­yi be­nim­se­miş­tir. Bağ­dat'ta öl­müş ve ora­da gö­mül­müş­tür ama baş­lat­tı­ğı yan­gın sön­dü­rü­le­me­mek­te­dir.

Churchill Musul’u Türkiye’ye bırakacaktı

1921 Kahire Konferansı’nda Winston Churchill Musul'un Türkiye’ye bırakılabileceğini, kesin kararın barış masasında verileceğini belirtmişti. Bu fikre şiddetle karşı çıkan ve Irak'ın Musul’suz yapamayacağını söyleyen Gertrude Bell idi.

Ortadoğu haritası değişecek mi?

Ortadoğu’da krallıklar, etnik gruplar ve mezhepler Sykes-Picot olarak bilinen Osmanlı’nın bölüşüldüğü gizli antlaşma ile çizilen sınırlara meydan okuyor, birbirlerini boğazlıyor ama Sykes-Picot’tan neredeyse bir sınır taşı bile değiştirebilmiş değil.
 

Gertrude BELL,  20 nci yüzyıl başlarında Osmanlı Devleti’ne karşı casusluk faaliyetlerinde bulunan, Arap kabileleri Türklere karşı kışkırtan ve isyana teşvik eden, Musul’un İngiltere’nin çıkarlarına göre Irak’ta kalmasını sağlayan İngiliz Ajanı kadındır. BELL, İngilizlerin günümüzde bile devam eden Ortadoğu politikalarının plânlayıcısı ve kurucusudur.
Gertrude, İngiltere Durham County'de doğar. Babası Mr. Bell ünlü bir sanayicidir, paradan puldan yana derdi olmaz. Ancak üvey anne elinde büyüyünce çizgiyi tutturamaz, kimseye güven duymaz.  Halbuki babası yediğini önüne, yemediğini ardına koyar. Ayağına kadar gelen lisan hocaları, binicilik dersleri, keman gıcırdatmalar, piyano tıkırdatmalar, uşaklar, mürebbiyeler filan... Londra'nın en güzide kolejinde okur ve babasının gücüyle Oxford'a demir atar. İngiliz geleneklerine göre bir kadınının bu koridorlarda dolanması "rezaletin daniskası"dır, içeri dişi sineği bile almazlar. Mrs. Bell de kütüphaneye sokulmaz ve ancak sırtını dönerek not tutar. Buna rağmen modern tarih bölümünü bitirir ve birincilik kürsüsüne çıkar. İşte bu başarısı yüzünden havalanır, erkeklere tepeden bakar. Aslında kızıl saçları, yeşil gözleri ve çilli yüzüyle sevimli sayılırsa da yanına yaklaşılmaz.   Eli kanlı fettan! Gertrude'un Farisi hayranlığı ne zaman başlar bilmiyoruz ama 1892'de İran'da büyükelçi olan amcasının yanına gider ve bir müddet Tahran'da yaşar. Doğu insanıyla düşe kalka tavrı yumuşar, nitekim İngiliz diplomat Henry Cadogan'a aşık olur ama babası izdivacına karşı çıkar.  O da hayata küser ve serüven kovalamaya başlar. Hindistan, Singapur, Şanghay, Tokyo derken, Pasifik'i geçer, Meksika sınırından girer Kanada'dan çıkar. İki dünya turundan sonra Alpler'e tırmanır ve yakalandığı fırtınada bir ipin ucunda 53 saat asılı kalarak rekor kırar.  1899'da Kudüs'e yerleşen Bell, kısa sürede Arapça öğrenir, bu dile ve bu dili konuşanlara muhabbet duyar. Öyle ki mırra yudumlayacak, nargile tokurdatacak kadar.  Gün gelir Arap aşiretleri onu "Bint-i Sahra" ve "El Hatun" adıyla anmaya başlarlar. İşte bu noktada İngiliz Sömürgeler Nezaretinin emrine girer, saklana saklana değil göstere göstere casusluk yapar. Tehlikeyle yaşamanın tadı ayrıdır, macera arayan kızıl dilber bu zevki bol bol tadar.  Sevimli cadı, erkekler için riskli olan mıntıkalarda elini kolunu sallayarak dolanır. Kervanlara katılır, vahalara takılır, çadırını çölün derinliklerine kurar. Doğrusu konuştuğu nefis Arapçayla bedevilerin güvenini kazanmakta zorlanmaz, habire fotoğraf çeker ve sürekli harita yapar.  Zaman zaman notlarını çaldırdığı da olur ama aşiret reisleri hırsızları bulur, kendilerinin ölüm fermanı olan raporları elceğizleri ile getirip önüne koyarlar. Gertrude bölgedeki Osmanlı tesirini azaltabilmek için her maskeyi takar. Alengirli işlerle uğraşırken ahlaki kaidelere uyamaz, evli erkekleri bile ayartmaktan kaçınmaz. Bunlardan biri Konya'da vazife yapan Binbaşı Dick Doghty'dur. Gelgelelim binbaşının eşi eli maşalı çıkar, Bell'i yakalasa saçını başını yolar. Şu işe bakın yıllarca Türkiye'de yaşayan ve hoşgörü-diyalog nutukları atan Bnb. Doghty, Çanakkale'yi kana boyar. Mehmetçik de onu iki kaşının ortasından mıhlar, cehenneme yollar.  İttihatçıların hükümran olduğu yıllarda Çukurova ve Güneydoğu'yu mekan tutan Bell, her mevzuya bir Kayserili fıkrası yakıştırır, kendisine şüpheyle bakanları tatlı diliyle avlar. İşin enteresan yanı Babıali onun "Majestelerinin Haberalma Örgütü' için çalıştığını bilir ama tedbir almaz.  Anadolu'nun ardından Kahire'de istihbarat toplayan çıngıraklı yılan, Arapları Türklere karşı kışkırtabilmek için ne gerekiyorsa yapar. Hatta Kut-ül Amare'de eline silah alır, Hintlilerle birlikte mevziye yatıp, çocuklarımıza mermi sıkar. Bir müddet Bağdat'ta yaşayan ve efsane şehre aşık olan Bell, Babil'den Ninova'ya, Medayin'den Basra'ya uzanan coğrafyada bir Mezopotomya devleti kurabilmek için çalışmalar yapar. Musul, Kerkük ve Süleymaniye'yi de sınırlar içine katar. Hatta Irak bayrağını bizzat tasarlar. "Ben Mezopotomyalıyım" sözüyle tanınan çilli yosma, Kahire Konferansına İngiliz Yüksek Komisyonu'nun Orta Doğu Sekreteri olarak katılır ve yöreyi dilimlemeye  başlar.
Gertrude Margaret Lowthian BELL, 14 Temmuz 1868’de İngiltere’de Durham’da ayrıcalıklı bir ailenin çocuğu olarak doğdu.
Büyük babası Sir Isaac Lowthian BELL, Parlamento Üyesiydi: birkaç kez Birleşik Krallık Başbakanlığı yapmış olan ünlü politikacı ve devlet adamı Benjamin DİSRAEL ile çalışıyordu. Babası bu ünlü aileden gelen ve birkaç kez Belediye Başkanlığı yapmış olan Sir Thomas Hugh BELL’di. 1871 yılında,Getrude 3 yaşındayken annesi  Mary Kalkanı BELL, doğum sırasında öldü. Babası birkaç yıl sonra seçkin bir aileden gelen oyun yazarı Florence Oliffe ile evlendi.
İlk ve orta öğrenimini Londra’da yapan BELL, parlak bir öğrencilik döneminden sonra  tarih okumak için Oxford Üniversitesi’ne girdi. 1887’de Oxford’u birincilikle bitirdi.
Okuldan mezun olduktan sonra  seyahat etmeye karar veren BELL, 1897- 1898 ve 1902- 1903’te iki kez dünya turuna çıktı.
Bu gezisi sırasında 1899 yılında Kudüs’e uğradı.
Amcası Sir Frank Lascelles, Tahran’da görevliydi. Bu gezi sırasında Orta Doğu ilgisini çekti, hayatının geri kalanını ve tüm enerjisini bölgeye harcadı.
1900 yılında Filistin’e Bedevi kılığında girdi ve Dürzi Kralı Yahya Bey ile dostluk kurdu.
1905 yılında Orta Doğu’yu karış karış gezdi; Arap emir, şeyh ve kabile reislerinin çoğuyla tanıştı.
Mart 1907’de Arkeolog arkadaşı Sir William Ramsey ile birlikte Anadolu’yu gezdi. Birlikte yaptıkları kazılar ile ilgili tespitlerini “ 1001 Kilise”  adını verdikleri kitapla yayımladı.
Bir kadın bu kadar güçlü olabilir mi? Olur. O bizzat İngiltere Dışişleri Bakanı Edward Grey'in himayesinde çalışır ve geleceğin liderleri Churchill ve Lloyd George'a akıl hocalığı yapar.  Neyse... İşgalciler, Osmanlı'nın zevalinden yararlanıp cetvelle sınır çizer, halk dokusunu kaale almazlar.  Gün gelir Türklere olan nefretiyle tanınan "kanlı teyze"nin kibri depreşir, Araplara da mesafe koyar. Yaşlandıkça maskelerini atar, yerli halkı aşağılamaya başlar. Kimseyle görüşmez konuşmaz, kendini arkeolojiye vererek avunmaya bakar.  Bu arada pahada ağır parçaları İngiltere'ye yollar, artanlardan da Bağdat Müzesini kurar (onları da Amerikalılar arakladılar).  Teselliyi kemikler mumyalar arasında arar. İyi ama nereye kadar?.. Günün birinde avuç avuç uyku hapı alıp yatar.  Yatış o yatış, bir daha kalkamaz (1926).
Ocak 1909’da Mezopotamya’ya bir gezi düzenledi. Bu gezi sırasında Geç Hitit dönemine ait olan Karkamış’ta  keşif ve incelemelerde bulundu. Sonra Irak’taki ünlü antik şehir Babil’e giderek keşif ve araştırma yaptı.Ukeydir harabelerini  keşfederek kamuoyunun bilgisine sundu. Bu gezisi sırasında ünlü İngiliz Casusu T. E. Lawrence ile tanıştı.
1914’te, İran’daki petrol kuyularını korumak için Basra’yı işgal eden İngilizler, Hindistan’a yönelebilecek bir saldırıyı önleme ve Osmanlı yönetimindeki Arapları yanlarına çekmek düşüncesiyle, Irak içlerine ilerlemeye başladılar.
Gertrude BELL, 1915 Kasım’ında General Gilbert Clayton’un emrinde Kahire’de Arap bürosunda çalışmaya başladı. Burada Casus Lawrence ile tekrar bir araya geldiler. BELL, bu çalışması sırasında, Türklere karşı İngiliz saflarında çalışacak Arap kabilelerinin adlarını ve yerlerini belirleyerek bir rapor haline getirdi. Türk düşmanlığı içine işlemişti. İngilizler, daha sonra tüm askeri eylemlerinde BELL’in hazırladığı raporu esas aldılar.
BELL, 1916 yılı Mart ayında İngilizlerin baş siyasi sorumlusu Percy Cox’a yardımcı olmak için Basra’ya geldi. Burası 1914 Kasım’ında İngilizler tarafından işgal edilmişti. İngiliz ordusunun güvenli bir şekilde Bağdat’a gidebilmesi için gereken haritaları BELL çizdi.
İngiliz askerleri Bağdat’a girdikten sonra Percy Cox, BELL’i Bağdat’a getirtti ve “Doğu İşleri Yardımcısı” yaptı.
1916’da İngilizler Kutü’l- Amare’de yenildiler. Ancak aynı yıl, İngiliz casusu Lawrence’nin çabalarıyla Hicaz Ayaklanması başladı.
Mekke Şerifi Hüseyin, 5 Haziran 1916’da krallığını ilân etti.
1918’de İngilizlerle çarpışarak geri çekilen Osmanlı birlikleri, hemen her bölgede (günümüzdeki Suriye, Irak, Mısır, Arap Yarımadası’nda…) arkadan saldıran Arapların ihanetleriyle karşılaştı. Araplar, Osmanlının iaşe ve ikmal noktalarını basıyor, iaşe ve ikmal akışını engelliyorlardı.
İngiliz birlikleri, fırsattan yararlanarak kısa sürede Şam ve Halep’i ele geçirdiler.
İngiliz ana kuvvetleri Musul’a girmek üzereyken 30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkesi imzalandı ve Osmanlı teslim oldu.
İngiltere Parlamentosu, 1918 sonbaharında , Orta Doğu’da İngiltere çıkarlarına uygun davranışları nedeniyle Gertrude BELL’e “Üstün Başarı Nişanı” verdi.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, barış görüşmeleri için 18 Ocak 1919’da Paris Barış Konferansı toplandı.  Gertrude BELL, bu konferansa delege olarak katıldı ve Irak devletinin sınırlarının belirlenmesi için çalıştı.
BELL, 1919 yılında General Allenby komutasındaki Mısır Sefer Kuvveti’nin Baş Siyasi Subay Vekili İstihbaratçı’ ydı.
 Eylül 1919’da Halep’ten başlayan bir inceleme gezisine çıkan Gertrude BELL, 12 Eylül 1919’da Malatya’ ya geldi. Daha sonra Elazığ’a gidecekti ama elinde belgesi yoktu. Durum Mustafa Kemal Paşa’ya iletilince, Prof. Dr. Şina AKŞİN’in tanımıyla , “M. Kemal Paşa, kendisine layık olduğu muameleyi buyurmakta gecikmedi.”
Bu gezi sırasında Gertrude BELL’in, Malatya’da, bölgedeki Kürtleri ayaklandırmakla uğraşan İngiliz Ajanı Binbaşı E. W. C. Noel ile görüştüğü bilinmektedir.
Değişik etnik ve dinsel toplulukların yaşadığı Irak’ı tek bir siyasal birim olarak denetim  altında tutan İngilizler, doğrudan ya da dolaylı bir yönetim kurma konusunda bir süre kararsız kaldılar.
Bu sırada Şam’da bağımsız bir Suriye Krallığı kuran Emir Faysal, Fransızlar tarafından devrilmiş, İngilizlerden yardım istiyordu. Gertrude BELL, Winston Churchill’i Suriye Krallığından indirilmiş olan Faysal’ın Irak Kralı yapılması konusunda ikna etti.
Zaten, örtülü bir manda rejimi düşünen İngilizler, 1921’de güdümlü bir monarşi oluşturmak üzere Faysal ile anlaşmaya vardılar.
Aynı yıl içinde düzenlenen bir plebisitin ardından I. Faysal, Irak Kralı olarak tahta geçti.
Bunu sıkı bir İngiliz denetimine olanak veren 20 yıllık bir ittifak antlaşması izledi.(1922)
Gertrude BELL, Irak Kralı Faysal’a danışmanlık yapmaya başladı. BELL, Irak’ın kabile coğrafyası, iş ve ticaret hayatı konusundaki temel bilgilerini Kral Faysal’a aktardı. BELL, Faysal’a yeni hükümetteki bakanlar ve diğer yetkililerin seçimleri konusunda da yardım etti.
Feministler dikkat! Geride 9 kitap, 16 günlük, 7 bin fotoğraf ve 1600 mektup bırakan Gertrude, arşivini İngiltere'deki Newcastle Üniversitesi'ne bağışlar. Lawrens'i hususi olarak eğiten Bell, "Suudi Britanya" (!) hakkındaki düşüncelerini bu fitnebaza fısıldar. Orta Doğu uzmanlarına sorarsanız Blair ve Bush dahi onun planlarını tamamlamaya çalışırlar.  Bir ara Kızılhaç'ta hemşirelik yapan Bell, aynen Florans Nightingale gibi kadınların "ikinci sınıf" olduğuna inanır. Hatta bayanlara yasak olan mekanlara girerken "ben cinsiyetsizim" demekten kaçınmaz. Kadın haklarına karşı o kadar tavırlıdır ki; hemcinslerinin seçme ve seçilme hakkı için yürüttükleri kampanyaları baltalamadan duramaz. Ona göre bayanlar mahalli idarelerde vazife alabilirler ama ülkeyi yönetecek çapa ve kırata "asla" ulaşamazlar. 
BELL, 1921 yılında Kahire Konferansı’na katılan heyetin içindeydi. BELL, yaşamının son üç yılını Bağdat’ta bir arkeoloji müzesi kurma çalışmalarına adadı. Böylelikle sevdiği ve gönülden hizmet verdiği topraklara bıraktığı bir anıt olan “Bağdat Arkeoloji Müzesi”, Irak’a ait antik yapılardan oluşan olağanüstü bir koleksiyona sahip oldu.
1925’te İngiltere’ye gitti; aile servetinin azalmaya başladığını fark edince tekrar Irak’a döndü.
Bu dönüşünde zatülcenp oldu. İyileştiğinde bu sefer kardeşinin tifodan öldüğünü öğrendi.
BELL, nişanlısını Çanakkale Muharebeleri’nde kaybettikten sonra hiç evlenmemişti.  Bir süre sonra sağlığı bozulmaya başladı, yalnızlığı da onu bunalıma sürükleyince  12 Temmuz 1926’da yüksek dozda uyku hapı alarak intihar etti, cenazesi Bağdat’ta toprağa verildi.
Gertrude BELL, Arabistan gezisinin ayrıntılı öyküsünü hiçbir zaman yazmadı. Oysa Birinci Dünya Savaşı öncesindeki 20 yıl boyunca çok sayıda yapıtı yayımlanmıştı. Bunların başlıcaları şunlardır:
Safar Nameh ( 1894, Sefername),
Poems From The Divan Of Hafız (1897, Hafız Divanı’ndan Şiirler),
The Desert And The Sown ( 1907; Çöl ve Tarla),
The Thousand And One Churches ( 1909; Binbir Kilise),
Amurath To Amurath ( 1911).
Uzun mektuplar yazmaktan hoşlanan BELL’in mektupları derlenip 1927’de iki cilt halinde yayımlanmıştır. (Mektuplar için TIKLAYIN) 
BELL’in belki de en önemli yapıtı, 1918’de imzalanan ateşkes antlaşmasıyla 1920’de Irak’ta çıkan ayaklanma arasındaki güçlüklerle dolu dönemde yörenin nasıl yönetildiğini ustalıkla aktardığı resmi rapordur. 
getrude2
Çöl Kraliçesi Kitabının Kapağı
Hakkında Çöl Kraliçesi adı verilen bir kitap yazılmış, kitapta yazılanlardan yola çıkılarak Çöl Kraliçesi adı  verilen bir film yapılmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder