8 Ağustos 2015 Cumartesi




MEMED AKİF, NECİP FAZIL Bİ DE ADANALI TAYFUR

Üniversite öğrencilerinin kaldığı bir öğrenci yurdunda geçer hikayemiz. Aynı oda da kalan 4 gurbetçi arkadaşın arasında geçen   bir olaydır anlatacaklarımız.
Tokatlı Sami:  
Gastamonulu Hayri:  
Sivaslı Necmi:  
Adanalı Tayfur:  
Bir de Anlatıcı  

********************************

Bir öğrenci yurdu. Oda da iki ranza. Bir de ortada masa. Masanın etrafında 4 öğrenci.

*******************
ANLATICI: Sayın seyirciler. "Geçmiş zaman olur ki" isimli belgeselimizin bu bölümünde sizlere yaşanmış bir olaydan daha bahsedeceğiz. Oyuncu arkadaşlarla birlikte uzun yıllar önce gerçekleşen bu olayı canlandırma olarak sizlere sunacağız.
"Okuyup adam olmak" tabiri çerçevesinde, "okusunlar da memlekete faydalı olsunlar" diye Anadolu'nun dört bir yanından gençler kazandıkları üniversite sınavları neticesinde okuyacakları fakültelerdeki eğitimlerini almak adına doluşurlar İstanbul'un sayılı sayıdaki okullarına ve kalacakları yurt odalarına. O zamanlar henüz paralı üniversiteler yoktur. Yani henüz üniversite enflasyonu başlamamıştır. 12 Eylül 1980 öncesidir zaman. Hatta henüz terör olayları yaygınlaşmamıştır memlekette.
Ve işte olayımızın kahramanları. Müsaadenizle kısaca onları sizlere tanıtayım. Sağ başta oturan Tokatlı Sami. İHL mezunu. Yıldız Teknik Üniversitesi Elektrik mühendisliğinde öğrenci. Babası bir fabrikada işçi. Annesi ev hanımı. 3 kardeşin en büyüğü. Diğer kardeşler kız. kızlardan büyük olanı bir polisle evli. Kocası Diyarbakırlı muhafazakar bir kürt aileye mensuplar.  Diğer kız kardeşi ise boşnak bir ailenin bankacı oğlu ile evli. Sami'yi canlandırmamızda İslamcı öğrenci tiplemesinde göreceğiz.
Şu an için akşam yemeği hazırlığındayız. Arkadaşlar elbirliği ile sofrayı hazırlamaktadırlar.
TOKATLI SAMİ: Bismillahirrahmanirrahim! ( Sonra da elindeki limonu önündeki salataya sıkar)
ADANALI TAYFUR: Ah be yobaz kardeşim. Herşeye besmeleyle başlamana alıştık ta...Herşeye limon sıkmasan olmaz mı?
TOKATLI SAMİ: Besmeleyi günlük hayatta dilinden hiç düşürmeyenin Allah ölüm acısını hafifletir, kabir sorularını basitleştirir, kabir azabından korur, hesabı kolay ve zahmetsiz olur. C vitaminini sofrasından eksik etmeyeninde dünyada hastalıklara karşı bağışıklığı güçlü olur.
ADANALI TAYFUR:Bak gene getirdi konuyu dine imana. Nasıl bir kafa var arkadaş sende baktığın herşeyde sanki Allah'ı görüyorsun. Söyle şu işin sırrını da biz de görelim arada bir de olsa  o yüce yaradanı!
SİVASLI NECMİ: Amman be Tayfur...Nasıl Adanalısın, nasıl güneylisin arkadaş? İnsan turunçgillerden gıcık olur mu yaa? Allah bilir sen şalgamda sevmezsin!
GASTAMONULU HAYRİ: Bırakın esmer deliganlıma sataşmayı len. Yaw Tayfur Öztürk Serengil'in Türkan Şoray'la çevirdiği o filmi izledin mi cidden. Türkan Şoray daha biz yaşlarda ha. 19 yaşında. İstikbal vaadeden bir oyuncu. Hayat mecmuasında okudum. Sizin Adana'dan bir de yeni bir arabesk sanatçısı çıkmış; Ferdi Tayfur. Akraban filan mıdır?
ADANALI TAYFUR: Onun soyadı Tayfur. Benimse adım. Bizimkilerin kökenleri biraz yobazlar. Dedemler yani. Ama annemle babam cumhuriyet çocukları. Ama annemle babam ayrılınca dedemin yanında geçti çocukluğum. Ne kadar gerici fikir varsa rahmetli dedem beynimi yıkamaya çok çalıştı. Adımı da o koymuş zaten. Beyazıtıbestami diye bilinen bir şeyhin adıymış. Tayfuriye tariikatinin kurucusuymuş. Lan Sami bu bestami denilen mübarek yobazın sülalesinin bir kısmı sizin Zile ilçesine gitmişler. Yani seninle hemşehri sayılırız ona göre.
TOKATLI SAMİ: Senin iki lafından biri böyle yobaz filan olacaksa...kırıcı oluyorsun belirteyim.
ADANALI TAYFUR: Yok be oğlum, ne yobazı? Bir de "gerici zihniyet" deyip duruyorum ya...
SİVASLI NECMİ: Eee...Ferdi Tayfurun yeni plağı çıkmış.Huzurum kalmadı mı neymiş. Hadi bi söylede kulağımızın pası açılsın. (mırıldanır şarkıyı. Huzurum kalmadı, fani dünyada...)
TOKATLI SAMİ: Aman Allah korusun! Tövbe estagfirullah! Dua gibi sanki...temenni eder gibi; Allah huzurumuzu kaçırmasın! ( Ellerini yukarı açar) Allah'ım şu milletin huzurunu bozacaklara fırsat verme ya rab! Ağız tadımız, kardeşliğimiz bozulmasın ya rab!
ADANALI TAYFUR: Vara yoğa sen o limonu herşeye sık...Ağız tadı da kalmaz, huzur da arkadaş.
TOKATLI SAMİ: Sen çölyak hastası olmayasın. Besin alerjisi sorunu yaşıyosun sen?
GASTAMONULU HAYRİ: Yok be...Bununkisi Nefret hastalığı. Bazen estetik, dinsel, sosyal veya kişisel nedenlere bağlı olup bir yiyeceğin kesinlikle yenmemesi şeklinde olabileceği gibi, bazen besinin sadece görülmesi ile bulantı ve kusma gibi fiziksel reaksiyonlar ortaya çıkabilir.Limon görünce ürperenler, et kokusundan fenalaşanlar hep bu tür psikolojik reaksiyonların kurbanlarıdır.
ADANALI TAYFUR: Sevgili yobaz arkadaşım. Limonu bilmem ama bak ara ara takılıyorum sakın yanlış anlama. Lan hocaları severim ben. Eşek cennetine gitmezden önce kıçımıza pamuğu kim tıkar onlar olmazsa...
(masada hoş sohbet yemek hazırlığı sürmektedir.)
ANLATICI: Bu da ufak ufak tanımaya başlamışsınızdır, Adanalı Tayfur. Anadolu Lisesi mezunu. Öğretmen anne ile mahkemede zabıt katipliği yapan bir babanın tek çocukları. Anne baba uzun zaman ayrılmışlar. O da tarikatçi dedesinin yanında büyümüş. Ama dinle diyanetle alakası olmayan biri. Lisede iken bir kızla ilk aşk acısını tadar. Acıdır aşkı çünkü sevdiği kız elim bir trafik kazası sonrasında, ailecek bindikleri aracın  Ceyhan nehrine yuvarlanması neticesinde boğulur. Tayfur yaşadığı bu acının intikamını ya da sorgulamasını tanrıya yükler. "Neden ben" sorusu ile başlar tanrıdan ve inançlarından ilk uzaklaşması. Bir de hayatına alkol girince ve çevresi de değişince kimlik arayışı içerisinde bu günlere sürer uzanır yolculuğu.
ADANALI TAYFUR: Arkadaşlar acele edinde bir an önce bitirelim şu yemek hazırlama faslını. GASTAMONULU HAYRİ: Yine mi içmeye kaçacaksın? Bir gece de otur oturduğun yerde. Yemekten sonra muhabbet ederiz hem...
ADANALI TAYFUR: (dalgayla) Tamam babacığım...Yemekten önce ellerimi de yıkayacağım. Sonra da Tanrıma dua edeceğim.
GASTAMONULU HAYRİ: Sen dalganı geç...Senin iyiliğin için söylüyorum. Bak arkadaş olarak uyarayım, sen henüz ayık kafayken. İşi alkolden aşıp toza-toprağa, ota-boka'da bulaşıyorsun. Cidden sonun büyük sorun!
ADANALI TAYFUR:Lan Allaan faşisti...İşine bak. Biz devrimcilere bişi olmaz. Laik kardeşim Necmide içiyo hem. Ona neden nasihat etmiyosunuzda...
ANLATICI: Gastomonulu Hayri, Endüstri Meslek Lisesini bitirdikten sonra girdiği sınav sonrası önce tıp eğitimi almaya başlar.  Sonra tıp eğitimini yarıda bırakır,  edebiyatta tarih okumaya başlar sonrasında. Kastamonu'lu olmak onun en önemli kartvizitidir. İlk tanıştığı insanlara, "söyleyin bakalım. Eskiden Üsküdar, Kadıköy nereye bağlıydı?" diye sorar. Karşısındaki daha cevaba yeltenmeden ağzını gere gere arkasının getirir sorusunun. "Kastamonu eyaletine!" "İstanbul sur içinin adıydı kardeşim"diye de pekiştirir konuşmasını. Tosyanın pirinci, Taşköprünün sarımsağı derken Çatalzeytinin coğrafi güzelliklerinden bahseder durur. Tabi bütün bu konuşmalarını Büyük Turan İmparatorluğuna dayandırır sonunda. Büyük Türk ülküsü sözlerini "Türk'ün, Türk'ten başka dostu yoktur" sözüne dayandırır.  Ailesi çiftçilik yapar memleketinde. Köylünün sorunları ise memleketin en önemli iç meselesidir. Marshall yardımıyla Türk köylüsüne atılan kazıktan, köylünün toprağını bırakıpta büyük kente gidip apartmanlarda kapıcılık yapmasından hayıflanıp durur. Şehirlerde ki gecekondulaşmanın büyük Türk Milletine modernitenin attığı enbüyük kazık olduğunu...Yakın zamanda rantiye kültürünü doğuracağından...dolayısıyla milletin üretime odaklanmayıp köşe dönmeye odaklanacağından söz eder. Bunun için tersih etmiştir edebiyat fakültesini. İki kişi idoldür kendisi için. Birisi Mehmet Akif Ersoy, bir diğeri de Necip Fazıl Kısakürek. Bu iki ismi de İslamcı arkadaşı Tokatlı Sami ile paylaşamaz. Mehmet Akif'in Arnavut kökenli olması onun Türkçü yaklaşımlarını frenler Saminin karşısında.
TOKATLI SAMİ: Bak bu alkol ve uyuşturucu konusunda Türk gençliğini ciddi olarak ilk uyaran kişilerdendir Mehmet Akif.
ADANALI TAYFUR: Gerici zihniyet'i aman sorgulamayın. Şu fani dünyada üç kuruşluk zevkim var, ona da limon sıkın durun bakalım. Geçmişimizle yüzleşeceğiz arkadaş. Bunu bilir bunu söylerim. Şu an toplumun çektiği bütün sorunların sebebi gericilkitir, yobazlıktır. Benim içmemle memleketin geri kalmasını birbirine bağlamakta yobazlığın, gericiliğin, dinciliğin kafa yafa yapısıdır.
GASTAMONULU HAYRİ: "Öyle ya, gözümüzü açtık, Avrupa medeniyeti, Avrupa irfanı, Avrupa adaleti, Avrupa efkârı umumiyesi nakaratından başka bir şey işitmedik. İngiliz adaleti, Fransız hamiyeti, Alman dehası, İtalyan terakkiyâtı kulaklarımızı doldurdu. Lisan bilenlerimiz doğrudan doğruya bu heriflerin eserlerini, bilmeyenlerimiz tercümelerini okuduk. Edebiyatları, hele edebiyatlarının ahlâkî, insânî, sosyal mevzuları pek hoşumuza gitti. Müelliflerin kıymeti ahlâkiye ve insaniyelerini, eserleriyle ölçmeye kalkıştık. İşte bu mukayeseden itibaren aldanmaya, hatadan hataya düşmeye başladık. Bu adamların sözleriyle özleri arasında asla münasebet, müşabehet olamayacağını bir türlü düşünemedik. İşte okuyup yazanlarımızın çoğuna ârız olan bu hata bir zamanlar bana da musallat oldu. Bereket versin ki yaşım ilerledi, tecrübem arttı; hususiyle Avrupa’yı, Asya’yı, Afrika’yı dolaşarak Avrupalı dediğimiz milletlerin esaret altına, tahakküm altına aldıkları biçare insanlara karşı reva gördükleri zulmü, gadrı, hakareti gözümle görünce artık aklımı başıma aldım." diyor Mehmet Akif Ersoy.  Yani sevgili Tayfur  senin bu gerici-yobaz ithamlarının sebebini İstiklal savaşında, Nasrullah Camiinde verdiği vaazda işaret ediyordu rahmetli.
SİVASLI NECMİ: Hayri, nerdeydi bu Nasrullah Camii?
GASTAMONULU HAYRİ: Tabi ki de Gastamonu'da...İstiklal savaşının manevi komutanıdır Mehmet Akif.
SİVASLI NECMİ:Yani bütün yollar Gastamonu'ya çıkıyor bir şekilde. Bir de Gastamonu yollarındaki o trafik işaretleri olmasa...Hani daş düşebilüü...
TOKATLI SAMİ: Peki Hayri bey, söyle bakalım. Mehmet Akif aslen nerelidir? Tabikide Tokatlıdır. Annesi Tokatlıdır yani. Aynen Rus'a Plevneyi dar eden Gazi OsmanPaşa gibi.
ANLATICI: Gördüğünüz gibi değişik ideolojilere sahip olsalarda...değişik yörelerden gelselerde Anadolu insanı birlik ve beraberlik husunda birbirlerini tolere ederek hem geçinmenin hemde birlikteliğin verdiği keyiften tad almayı bilmektedirler.
Sivaslı Necmi arkadaşlardan kendisini laik olarak ifadelendiren tek kişi. Aslen Sivas'ın Şarkışla ilçesinden. Alevi. En büyük övüncü Aşık Veysel. Veysel'in bütün şiirlerini ezbere bilir. En sevdiği şiirini okuyayım sizler için;
Allah birdir Peygamber Hak
Rabbül alemindir mutlak
Senlik benlik nedir bırak
Söyleyim geldi sırası

Kürt'ü Türk'ü ve Çerkes'i
Hep Adem'in oğlu kızı
Beraberce şehit gazi
Yanlış var mı ve neresi?

Kuran'a bak İncil'e bak
Dört kitabın dördü de Hak
Hakir görüp ırk ayırmak
Hakikatte yüz karası

Binbir ismin birinden tut
Senlik benlik nedir sil at
Tuttuğun yola doğru git
Yoldan çıkıp olma asi

Yezit nedir, ne kızılbaş
Değil miyiz hep bir kardaş
Bizi yakar bizim ateş
Söndürmektir tek çaresi

Kimi ne çeker dilinden
Hem belinden hem elinden
Hayır ve şer emelinden
Hakikat bunun burası

Şu alemi yaratan bir
Odur külli şeye kadir
Alevi Sünnilik nedir
Menfaattir varvarası

Cümle canlı hep topraktan
Var olmuşuz emir Haktan
Rahmet dile sen Allah'tan
Tükenmez rahmet deryası

Veysel sapma sağa sola
Sen Allah'tan birlik dile
İkilikten gelir bela
Dava insanlık davası…
Sivaslı Necmi'nin ilgi alanı ise daha çok futbol ve magazindir.
SİVASLI NECMİ: Yaw Tayfur. Bizim cimbom bu sene Adademirspor'dan Fatih Terim diye bir çocuğu transfer etti. Ne dersin işyapar mı biz de?
ADANALI TAYFUR: Ben ne anlarım emperyalist meşin yuvarlaktan? Ben ilimden-bilimden dem vuruyorum. Sen topla bozmuşsun kafayı?
SİVASLI NECMİ: (istifini bozmaz) Ah ulan ah! Taçsız kral Metin'in Ajda Pekkan'la oynadığı o filmi unutamıyorum. Ajda'da ajda ha...Kim der 18 yaşında genç kız diye. Biraz yaşlı gösteriyordu. Makyajla yaşlandırmışlardır belki.
ADANALI TAYFUR: Bak salata'da hıyar eksiğimiz var. Gevezelik yapma doğrayacam seni şimdi. Hem sen böyle lüzumsuz işlerle oyalanacağına uğruna kaydını dondurduğun okulunu değiştireceğim diye tutturduğun hukuk fakültesini kazanmak için gayret etsene!
SİVASLI NECMİ: Beyimiz amma da lüzumlu işler yapar ha. Her gece içer sabahlara kadar da memleket kurtarır.
ADANALI TAYFUR: Diyene bak sanki kendi içmiyor?
SİVASLI NECMİ: Ben tekel kazansın diye içiyom oğlum. Milli ekonomiye katkım olsun diye.
TOKATLI SAMİ: Dakika  86. Yurtsever Tayfur ile Ulusalcı Necmi Türkiye kupası için yine karşı karşıyalar sayın seyirciler. Karşılaşmada henüz gol yok. Karşılaşmanın hakemi Gastamonulu Hayrinin düdük seslerinden tatsız zevksiz bir karşılaşma izliyoruz. Vara yoğa ofsayt diye düdük çalan Hayri sanki karşılaşmayı iptal edecek gibi.
ADANALI TAYFUR: Bak görüyosun değil mi dinciyle faşoya maskara ettin bizi.  Ben gidiyorum arkadaş bu yemeğin biteceği yok. Hep diyorum; geçmişimizle yüzleşmeliyiz. Gerici zihniyet aç bırakıyor halkı aç!
ANLATICI: Evet kıymetli izleyiciler. Oyunumuzun kahramanlarını kısaca tanıdık. Dört ayrı görüşün mensubu Anadolu kökenli üniversite öğrencilerinin bu yurt köşesindeki sıradan geçen günlerinden birine şahitlik ettik.
kısaca bahar gelmiş, memleketimin dağlarına, oy!
bana ne ottan, çiçekten, börtü böcekten!
bana ne! bana ne arkadaş,
senin burcundan,
tuttuğun takımdan!
bu yıl ki modadan!
artisinden, şarkıcından!
bak! kan ağlıyor Türkistan!
sana ne ise,
kanayan müslüman coğrafyadan,
bana ne senin dünyandan!
sen mazlum 11 ülke say,
ben de sayayım senin 11topçundan!
...
asabım bozuk kardeşim!
tat almıyorum senin lezzetinden!
hem ki;
ne kadar zorlasam da kendimi,
aşk şiirlerinin şairi olamam!
benim anladığım mevzuu,
tepesine bomba inen çocuklar!
hepsi bu!
zalimler ve mazlumlar,
benim ilgi alanım,
ben bu yarayla,
bu sevdayla yaşarım!
cacıktan mevzuların muhatabı,
maaşlı hocalar!
kürsüler boyu lakırtılar,
mikrofonlar boyu,
mitingler...
kalabalık meydanlar!
fitneler, fesatlar,
büyük adamların işi...
ben küçük çocuklardan,
dem vururum, işim bu!
ne ikna olurum olup bitene,
ne yem olurum şeytanın direktifine,
...
camiler kışla,kubbeler miğfer,
minareler süngü,
gecekondu camileri  ise,
yalnızca inşaat!
hem tefrit,
hem ifrat!
...
mazlumun edebiyatı olmaz
gözyaşı olur, dramı,
kandan bahsedip,
sen ki; dikersin tepene şarabı!
...
benim secdem,
sizin taptıklarınıza değil,
ayet çakıcılar, sizsiniz tek meselem!
...
vız gelir,
tırıs gider,
korktuğunuz,
küffarın büyüsü,
100 yıllık ölüsü,
yeter,
benden gözükmeyin bana,
siz görün o zaman,
neymiş, vahyin gücü!
...
sen bakma dağlarımın yoz,
ovalarımın boş olduğuna,
hatta,
köylerimin boşaldığına,
şehirlere doluşmalara,
sokaklarda boş kafa dolaşanlara,
boş lafa karnım tok!
bakman son yaşananlara,
ben ki hiç,
aldatmadım!
aldanmam da!
...
ben, Anadolu!

Şimdi müsadenizle bu sıradanlığı biraz monotonluğundan kurtaralım. Biraz ekşin katalım yani.
Burada anlatıcı rolümden çıkıp  MİHRAK adlı bir karaktere bürünmek istiyorum.
(siyah bir pardesü giyinir. Siyah gözlük takınır. Bir de fötr şapka takar başına)
MİHRAK: (Önce Tayfur'a yaklaşır.)
Sen gelsene buraya. Sen şu kalabalığın içindeki en ilerici olan insansın. Ne bu laubalilik. Dincilerle, sünepelerle, faşistlerle ne işin var senin? Hem ağzından gerici zihniyet lafını düşürmüyorsun hem onlarla aynı pilava kaşık sallıyorsun? Deniz gezmiş, Mahir Çayan, Hüseyin İnan sen bu yobazlarla dostane ortamlarda bulunasın diye mi verdiler canlarını? Diyorsun ki geçmişle yüzleşeceğiz. Bu nasıl yüzleşme? Devrim Şehitlerinin kanları yerde mi kalacak? Bu kahpe kapitalist düzen değil miydi sevdiceğini bile alan. Bu düzene rıza gösteren Allah ın bu kullarından intikam almak zorundasın, unuttun mu?
Al bak bu yanında bulunsun. (Gizlice bir silah verir Tayfur'a) Bana kalırsa özellikle şu faşist olan senden pek hazetmiyor. İlk fırsatta canına bile kasteder bu. Al yanında bulunsun. Kendini savunmak durumunda kalabilirsin. Dostunum ben senin. Herhangi bir şeye ihtiyacın olursa da söyle, çekinme. Dünyanın bütün mazlum halkları adına verdiğin her kavgada yanındayım, asla unutma.  Şarkılar yaparım sana, marşlar yazarım. Yeter ki şunların kurdukları tuzaklara karşı uyanık ol. Bir kalabalıkta iken seni tanıyabilmem için sol yumruğunu yukarı kaldır. Emperyalist Amerka'ya karşı 6. filo'yu denize dökmekteki azminin karşısına bu faşistle bu dinci birlikte diklimedi mi? Hele şu kemalist laik tip yok mu? Sana senden gözükmüyor mu herbir defasında. Dersimi hatırla. Orda bombalar inmedi mi alevilerin tepesine? O ne yaptı girdi kemalizmin koynuna. Unutma dünya barışa ve kardeşliğe seninle uzanacak. Şurda iki lokma etrafındaki birlikteliğiniz adı değildir kardeşlik. Kardeşlik gerici zihniyetin yok olmasıdır. Sıkışınca çağır beni, ihtilal olur biterim yanıbaşında. Şarkı, türkü, sanat olurum...buluşuruz meydanlarda.
ADANALI TAYFUR: Lan yobazlar topluluğu. Devrimci tayfur iki tek devirmeye gidiyor şimdi. Geldiğimde yemeğimi ayırın, ne olur ne olmaz.  Sen pis faşist sakın yemeğime iğrenç şakalarından birini yapma. geçen gün çubuk makarnama koyduğun solucanı unutmadım. sarhoşum diye durumdan vazife çıkartma...(yarı şaka, yarı ciddi) Tamam mı lan!
(Tayfur sahneden çıkar)
GASTAMONULU HAYRİ: Lan Sami. Gel şu kızıl'a cidden bir şaka yapalım.  Ama Necmi'de yardım edecek.
TOKATLI SAMİ: Yaw duymadın mı? Adam sarhoşken yaptığın şakalardan hoşlanmıyor. kardeşim kul hakkına giriyoruz. Allah affetsin...Tövbe tövbe...
SİVASLI NECMİ: Bak ben meraklandım şimdi. Yine aklına ne şeytanlık geldi Hayri?
GASTAMONULU HAYRİ:Bu adam iki de bir gerici zihniyet, geçmişle yüzleşmek deyip duruyor mu?
SİVASLI NECMİ: Heeee!
TOKATLI SAMİ: Eeeee?
GASTAMONULU HAYRİ: E'si...Onu geçmişle yüzleştirceğiz.
TOKATLI SAMİ: Nasıl olacak o iş?
GASTAMONULU HAYRİ: Dinleyin o halde? Anlatıyorum:
Bizim ki gecenin ilerleyen saatlerinde ayarladığı bekçinin sayesinde yurda giriş yapacak. Ama nasıl? Tabiiki de körkütük. Sonra zıbarmak için doğru yatağa...
TOKATLI SAMİ: Eeeee?
GASTAMONULU HAYRİ: E' si... Bizde bir süre sonra onu sarıp sarmalayıp, ama beyazlara bürüyüp...Aynı bekçiyi de ayarlayarak...Doğruca...
SİVASLI NECMİ: Eeee?
GASTAMONULU HAYRİ: Doğruca yakınlardaki mezarlığa gireceğiz.
TOKATLI SAMİ: Tövbe tövbe!
SİVASLI NECMİ: Saçmalama lan! Ben korkarım mezarlıktan!
Mihrak sinsice arkadaşların yanına yaklaşır. Sivaslı Necmiyi bir kenara çeker.
MİHRAK: Ben de seni akıllı birşey zannediyordum. Arkadaşlarının içinde en aptalı senmişsin yazık. Üzerinde oluşturdukları mahalle baskısını görmüyor musun? Dedelerimiz kurtuluş savaşını vermeseydiler müreffeh hayat seviyesine, muasır medeniyete dahil olabilecek miydik? Boşuna mı kuruldu istiklal mahkemeleri? Boşuna mı yapıldı onca devrim? Meneme ni nasıl unutursun? Genç kubilay'ı? Padişahların zulmünden bizi kurtaran, gerici kara günlerin üzerine 19 mayısta, samsunda bir güneş gibi doğan Anafartalar kahramanının yolunfdan ayrıldığının farkındamısın. O koministe yüz veriyorsun. Bilmiyor musun ülkeyi bolşevik Rus'a teslim etmenin planlarını yapıyor. Genç cumhuriyetin kazanımlarıbı hiçe mi sayacağız şimdi? (Bir silah uzatır) Al bunu. Al yanında bulunsun. Kendini savunmak durumunda kalabilirsin. Dostunum ben senin. Herhangi bir şeye ihtiyacın olursa da söyle, çekinme. Özellikle şu dinciye dikkat et. Demokrasi maskesinin arkasına geçip ayağını kaydıracak. Ayasofyayı açmak gibi gizli emelleri var. Gencecik kızların başını örtecek. Küçücük çocuklara namaz kıldıracak. Hatta toplu cuma namazları bile dizayn edebilir. Fırsat bulursa bu ve bunun gibiler kurban bayramı ile hac mevsimini birlikte bile kutlayabilirler. Ramazan bayramlarına çevirebilirler şeker bayramlarını. Bayramlarda likör ikram etmek bile nostalji olacak. Tanrıyla kul arasına girebilirler. Ülkeyi ortaçağın karanlıklarına götürecek bu zihniyetle arana bir set çekme zamanın gelmedi mi? 
GASTAMONULU HAYRİ: Dediğim gibi...Boş bir mezar bulup, Sami'yi oraya yatıracağız. Sonra uyandıracağız keratayı. Hep takıntısı Akif'le Necip üzerine ya...Henüz alkolün etkisindeyken sen Mehmet Akif kostümünle  tepesinde hazır olacaksın. Ben de Necip fazıl olacağım. Necmi'de mahkeme başkanı olacak. Büyük yüzleşmeyi sahneleyeceğiz mezarlıkta.
Mihrak sinsice arkadaşların yanına yaklaşır. Bu kez Tokatlı Sami'yi bir kenara çeker.
MİHRAK: Vallahide, billahi de, tallahi de anlıyamıyorum senin gibi dinibütün bir müminin şu gafillerle arkadaşlık yapmasını. Peygamber efendimiz hiç ebucehillerle arkadaşlık yapmıdır, soruyorum sana? Haz musa firavunla, hz İsa canını vermiştir de tavizmi vermiştir ehli küffara. ? Bunlar siyonizmin girdabına kendilerini kaptırmış zavallı günahkarlar. Devir imanı kurtarma devri. Kendini kurtaran kaptan. Sana ne kardeşim milletin ahvalinden. Görmüyor musun şu kızıl koministi? Hele şu faşiste ne demeli? Laik olan şu eyyamcı...Senin artık abdestinden bile şüpheleniyorum. Şeyhlerini, efendilerini, abilerini hiç dinlemiyorsun. Sen böyle yaptıkça yahudi karlı çıkıyor bu işten. Kurban derisi toplama işini ihmal ediyorsun, sadakanı, fitreni zekatını benim dediğim yerlere vermiyorsun. Kaç kere söyledim sana bir başına Kuranı okuyup anlayamazsın diye. Bidat ve hurafe kardeşim. Hadislerdeki israliyatı sen çözemezsin. Sen iyisi mi bizim yurtlardan birine gel. Bizim dergilere gazatelere abone bulursun. Cemaattende bir kız ayarlarız, bizim vakıflarda çalışırsın mezun olduktan sonra. Çok ağlayan hocamıza senden bahsettim. Senin durumuna bir gözyaşı döktü ki sorma. Üzüntüsüne göklerdeki melaeküt kahrolduda tufan çıktı uzakasya da. (Bir silah uzatır) Al bunu. Al yanında bulunsun. Kendini savunmak durumunda kalabilirsin. Dostunum ben senin. Herhangi bir şeye ihtiyacın olursa da söyle, çekinme. Şuna bak dinliyor mu beni. İşit'sene kardeşim!
SİVASLI NECMİ: Yaw ben gelmesem? Valla korkarım ben mezarlıktan. Lan altıma kaçırırım, yok yok ben gelmeyeyim.
Mihrak sinsice arkadaşların yanına yaklaşır. Bu kez Gastamonulu Hayri'yi bir kenara çeker.
MİHRAK: Senin gibi muhtaç olduğu kudretin damarlarında her daim dolaştığı üstün ırkın mensubuna bak hele. Pes vallahi pes! Tanrı dağı kadar Türk olup ta Hira dağı kadar müslüman olması gereken yiğit adama bak hele! Vay vat vay! Dedelerin oğuz'un, Kürşat'ın...Nenen Asena'nın kemikleri sızlar ey Türkoğlu Türk! Kızıllarla, Yobazlarla, eyyamcılarla gününü gün edesin, Türk yurdu inim inim inlesin! Lan bilmezmisin Şu kızılbaşın Yavuz düşmanı olduğunu? Kızıl koministlerle işbirliği yapan şu yeşil goministlerin azılı bir Türk düşmanı olduğunu? Çin seddinden adriyatiklere kadar ülkün vardı noldu? Şu tokatlının bacısı bir Kürt ile evliymiş. Tehlikenin farkında değil misin? Kürtlerle yakınlaşmak neyin süreci kardeşim. (Bir silah uzatır) Al bunu. Al yanında bulunsun. Kendini savunmak durumunda kalabilirsin. Dostunum ben senin. Herhangi bir şeye ihtiyacın olursa da söyle, çekinme. Sen sen ol dahili ve harici bedbahtlar senin yurduna göz diktiler. Uyanık ol! Unutma su uyur, Türk uyumaz!
(Yemek hazırdır. Birlikte kaşık sallarlar, birlikte hazırladıkları yemeğe?)
SİVASLI NECMİ: Yaw ben ölüden korkarım. Benim ne işim var mezarlıkta...
GASTAMONULU HAYRİ: Hey yavrum. Babanda mı aşçıydı lan Hayri! Oh! Ellerime sağlık! Durma imam salla kaşığını. Malum, hocaların karnı beştir, biri daim boştur.
TOKATLI SAMİ: Bismillahirrahmanirrahim!

1. PERDENİN SONU

Mezarlık dekoru.
Tayfur gözlerini açtığında mezarlıktadır. Tepesinde kocaman  balyazoyla bir zebani durmaktadır.

SİVASLI NECMİ: Evet sayın fani. Gözlerini açtığın bu yer öbür alemdir.
ADANALI TAYFUR: Ne alemi ya? Ben sarhoşum kardeşim.
SİVASLI NECMİ: Elimdeki topuzu yersen tepene anlarsın o zaman sarhoşluğu? Dalga geçme de...(İndirir topuzu kafasına) Anladın mı şimdi!
ADANALI TAYFUR: Eşhedü...neydi lan devamı? Euzü billahi...şeytanirracim... Kimsiniz lan siz? Burası neresi?
SİVASLI NECMİ: Ey fani! Girmiş olduğun alkol neticesi canını teslim ettin. (bir kağıt uzatır) İmzala bakalım şu can teslim etme tutanağını da...
ADANALI TAYFUR: Dalga geçmeyin lan benimle. Daha gencim ben ne ölmesi.
SİVASLI NECMİ: Hah haha ha! Siz ademoğulları çok komiksiniz. Herbiriniz dünyaya kazık çakmaya geldiğinizi zannedersiniz ama. Nedense en büyük kazığı da böyle düşünenler yer. Sadece şehri istanbuldan günde ecel vasıtasıyla en az 300 kişi gelir bu gerçek dünyaya. Ölümden korkarsınız ama hiç ölmeyecek gibi yaşamaya bayılırsınız. Ayıldığınızda da iş işten geçer. Söyle bakalım Adanalı Tayfur büyük yüzleşmeye hazır mısın?
ADANALI TAYFUR: Ne yüzleşmesi ya? Bırakın artık şakayı. İşin bokunu çıkardınız ha!
SİVASLI NECMİ: Kafanı kaldırda bak bakalım ey fani. Ne görüyorsun, burası neresi sence?
ADANALI TAYFUR: Mmm...mezarlık...
SİVASLI NECMİ: Eee...Sence mezarlıkta ne işin olabilir?
ADANALI TAYFUR: Şaka lan bu ...bana şaka yapıyorsunuz, di mi?
SİVASLI NECMİ: Ölümün şakası olmaz fani!
ADANALI TAYFUR: Benden ne istiyorsun?
SİVASLI NECMİ: Mahkemeyi kuracağız önce. Yaşarken yaptıklarının hesabını vereceksin. Yaşarken en çok kimin hakkına girdiysen sırasıyla onlarla yüzleşeceksin.
ADANALI TAYFUR: Ben kimseyi kırmadım. Bırakın beni gideyim. Daha çok gencim. Yapılacak işlerim var daha.
SİVASLI NECMİ: Dünyadayken geçmişle yüzleşmekten bahseder dururdun fani. Geçmiş burada. Kafanı kaldırda bak gördüğün herbir mezar taşı geçmişin bir kahramanı. Ençok kimlerden şikayetçiydin dünyada...Hımm..(deftere bakar) Evet...Burada yazdığına göre Mehmet Akif Ersoy ve Necip Fazıl Kısakürekten şikayetçiymişsin. (Bağırır) Mehmet Akif Ersoy!  Buhara'dan Anadolu'ya geçmiş bir ailenin kızı olan Emine Şerif Hanımdan doğma;   Kosova doğumlu, Fatih Camii medrese hocalarından Mehmet Tahir Efendi'den olma Mehmet Akif Ersoy mahkeme salonuna.
(Yandaki mezardan birisi doğrulur.)
AKİF:Baksana kim boynu bükük ağlayan.
Hakkı hayatındır senin ey müslüman,
Kurtar artık o biçareyi Allah için.
Artık ölüm uykularından uyan.

Bunca zamandır uyudun kanmadın,
Çekmediğin çile kalmadı, uslanmadın.
Çiğnediler yurdunu baştan başa.
Sen yine bir kerre kımıldanmadın.

Ninni değil dinlediğin velvele,
Kükreyerek akmada müstakbele.
Bir ebedi sel ki zamandır adı,
Haydi katıl sen de o coşkun sele.

Karşı durulmaz cereyan sine-çak...
Varsa duranlar olur elbet helak.
Dalgaların anmadan seyrini,
Göz göre girdâba nedir inhimak?

Dehşeti maziyi getir yadına;
Kimse yetişmez yarın imdadına.
Merhametin yok diyelim nefsine;
Merhamet etmez misin evladına?

Ben onu dünyaya getirdim diye
Kalkışacaksın demek öldürmeye!
Sevk ediyormuş meğer insanları,
Hakkı-ı übüvvet de bu caniliğe!

Doğru mudur ye’s ile olmak tebah?
Yok mu gelip gayrete bir intibah?
Beklediğin subh-i kıyamet midir?
Gün batıyor sen arıyorsun tebah.!

Gözleri maziye bakan milletin,
Ömrü temadisi olur nakbetin.
Karşına müstakbeli dikmiş Hüdâ,
Görmeye lakin daha yok niyyetin.

Ey koca şark! Ey ebedi meskenet!
Sen de kımıldanmaya bir niyet et.
Korkuyorum, Garbın elinden yarın,
Kalmayacak çekmediğin mel’anet.

Hakk-ı hayatın daha çiğnenmeden,
Kan dökerek almalısın merd isen.
Çünkü bugün ortada hak sahibi,
Bir kişidir: 'Hakkımı vermem' diyen.

SİVASLI NECMİ: Sayın Mehmet Akif...Gece gece seni rahatsız ettik. Kusura bakma, bu fani yeni geldi buraya. Sizden şikayetçi imiş. Hak almaya gelmiş.
AKİF: Kimdir bu delikanlı? Asım'ın nesli olmaya sakın?
Ah Asım ah! Sen misin Asım'ım? Nihayet geldin mi atana, kavuştun mu ecdadına? Sorarım şimdi sana?
Şu boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
- Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayasızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde - gösterdiği vahşetle "bu bir Avrupa'lı"
Dedirir - yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi!
Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvam-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer
Yedi iklimi cihanın duruyor karşında
Ostralya'yla beraber bakıyorsun Kanada!
Cehreler başka, lisanlar, deriler, rengarenk;
Sade bir hadise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindu, kimi yamyam, kime bilmem ne bela...
Hani, ta'una zuldür bu rezil istila!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahluk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkıyle, sefil,
Kustu Mehmetciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrarı hayasızcasına.
Maske yırtılmasa hala bize afetti o yüz...
Medeniyet denilen kahbe, hakikat, yüzsz.
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbab,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harab.
Öteden saikalar parçalıyor afakı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'makı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o aslan neferin.

Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o namerd eller,
Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız teyyare.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'a mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, haşa edecek kahrına ram?
Çünkü te'sis-i İlahi o metin istihkam.
Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez suni beşer;
Bu göğüslerse, Hüda'nın ebedi serhaddi;
"O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme" dedi.
Asım'in nesli... diyordum ya...nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi namusunu, çignetmiyecek.
Şüheda gövdesi, bir baksana dağlar, taşlar...
O, rüku olmasa, dünyada eğilmez başlar!
ADANALI TAYFUR: Dayı...Sen ne diyon Allah aşkına? Hiçbirşey anlamıyom konuşmalarından.
(yandaki mezardan birisi daha doğrulur)
NECİP: Biraz sessiz olamaz mısınız? Noluyo arkadaş, nedir bu gürültü? Zebani efendi yine noluyor burada?
SİVASLI NECMİ: Birşey olduğu yok üstad. Yine bir fani daha mızmızlanıyor.
NECİP: Ne yani hala ölümün hak olduğuna inanmamış mı?
SİVASLI NECMİ: Aslında iyi oldu uyanmanız. Bu faninin önduruşmasına geçtik. Dünyadayken ençok siz ve Akif beyden şikayetçi imiş. Birazdan sizinde savunmanızı almak üzere uyandıracaktım zaten.
NECİP: Eee...ne diye mızmızlanıyo şimdi bu delikanlı.
SİVASLI NECMİ: Akif bey'in konuşmalarından birşey anlamıyormuş.
NECİP: Normal değil mi?
Haykırmadım mı hayatım boyunca;
Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!
Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak:
Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden,
Çatırdılar geliyor karanlık kubbemizden,
Çekiyor tebeşirle yekûn hattını âfet;
Alevler içinde ev, üst katında ziyafet!
Durum diye bir lâf var, buyrunuz size durum;
Bu toprak çirkef oldu, bu gökyüzü bodurum!
Bir şey koptu benden, şey, her şeyi tutan bir şey,
Benim adım Bay Necip, babamınki Fazıl Bey;
Utanırdı burnunu göstermekten sütninem,
Kızımın gösterdiği, kefen bezine mahrem.
Ey tepetaklak ehram, başı üstünde bina;
Evde cinayet, tramvay arabasında zina!
Bir kitap sarayının bin dolusu iskambil;
Barajlar yıkan şarap, sebil üstüne sebil!
Ve ferman, kumardaki dört kıralın buyruğu;
Başkentler haritası, yerde sarhoş kusmuğu!
Geçenler geçti seni, uçtu pabucun dama,
Çatla Sodom-Gomore, patla Bizans ve Roma!
Öttür yem borusunu öttür, öttür, borazan!
Bitpazarında sattık, kalkamaz artık kazan!
Allahın on pulunu bekleye dursun on kul;
Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.
Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa;
Yaşasın, kefenimin kefili karaborsa!
Kubur faresi hayat, meselesiz, gerçeksiz;
Heykel destek üstünde, benim ruhum desteksiz.
Siyaset kavas, ilim köle, sanat ihtilâç;
Serbest, verem ve sıtma; mahpus, gümrükte ilâç.
Bülbüllere emir var: Lisan öğren vakvaktan;
Bahset tarih, balığın tırmandığı kavaktan!
Bak, arslan hakikate, ispinoz kafesinde;
Tartılan vatana bak, dalkavuk kefesinde!
Mezarda kan terliyor babamın iskeleti;
Ne yaptık, ne yaptılar mukaddes emaneti?
Ah, küçük hokkabazlık, sefil aynalı dolap;
Bir şapka, bir eldiven, bir maymun ve inkılap.
ADANALI TAYFUR: Dayı...ya sen ne diyon Allah aşkına? Hiçbirşey anlamıyom konuşmalarından. Alt yazı geçin diyecem nerdeyse.
SİVASLI NECMİ:  Aç kulağınıda dinle delikanlı; Diyor ki ecdadın sana,yirmisekizde harf, otuzikide dil... ile devrildik!
dilde tasfiye, dine tahliye ile,
koptuk atadan, yandık bağırdan...
nesiller aynı kelimeden,
farklı anlamlar aldılar,
alamadık hasılı payımızı insanlıktan...
uzaklaştık inancımızdan!
uydur dur,
dil, din, tarih!
kör talih!
suçlu ki felek,
cümbüş halimiz,
çalan ki dümbelek!
çal söyle,
çal böyle!
çal çal ömürden,
çalmak sayılır hünerden!
çalı diplerinde kaçamak,
aşk diye kıyas edilir,
ferhat ile şirinin adı!
şirinlik maskarası adamlarla,
onlar ki liderlik kisvesinde!
urbalarla mintan,
üniversite kürsüsünde,
kitap yüklü merkepler,
şan-şöhret peşinde!
besmele çeken imansızlar,
imam rolünde!
olimpos dağını mesken tutanlar,
hira dağının çocuklarının,
tez zamanda ecellerinin derdinde!
yüreği sızlamazlar,
aymazlar!
haramzadeler ki,
kazazede rolünde!
kim kime dumduma,
kim hain kim ki kahraman?
at izi it izinde!
puslu havayı seven kurt,
evin köpeği misal,
hırsızın peşinde!
devrim devrim,
devrildiğimiz günlerden,
lobicilerin saltanatına...
dokun ki menfatime,
lanetler savurayım sana!
sağlam irade bizde ki,
sağlaması alındı,
sözlerimden alınanlar alındı...
taraf değilim hengameye,

ülkem benim illa ki TÜRK' Ü' ye!

ADANALI TAYFUR: Yani şunu mu anlamalıyım anlattıklarınızdan;
önce harflerimizi çaldılar,
ardından hecelerimizi,
kelimelerimizi,
takatsiz bıraktılar cümlelerimizi!
nihayetinde,
kestiler sesimizi!
ki konuşmayı unuttuk!

ah be mirim,
sizin mürebbiyenizde,
ingilizmiydi?
...
rüyalarınızı paris mi süslerdi?
...
newyork sokaklarında,
kovaladınız mı vahşi kızılderiliyi?
...
alaturka repertuarınızla,
bütün azalarınız teslim putunuza!
ki sofralara uzanan eller besmelesiz!
ki ruhları alınmış bedenleriz!
...
yalınayak koşan çocukların,
unuttuğu oyunlardık halbu ki!
...
ani gece uyanmalarında,
hayra yorardık gündüz kabuslarını!
bir el uzanırdı üstümüze,
biz ona ana derdik!
...
aşk sayhasının karalı sayfalarında,
iyiniyet demetlerdik!
tebessümler neyimize yetmezdi,
uğruna devletler devirirdik!
gönül uygarlıkları kurardık,
asmadan köprüleri olan,
bir lahza bakış ile ulaşılmaz diyarlar fethederdik!
...
bir ihanet meclisinde,
çağın tek gözlü firavunu,
şeytandan ayetler okudu,
millet-i mahreme fitne sokuldu!
...
adamlarımız tırsak,
kadınlarımız savruk,
çocuklarımız günaha ayarlı,
köpeklerse ağızları salyalı!
...
cahiliye dönemi putları dipdiri,
hani biz bunları denize dökmüştük,
kahredici seslerle komutlanıyoruz!
Türk; dövün, övün, sövün!
biz bu değildik,
biz o akınlarda yüzbin atlı idik,
masal idik!
...
artık kimseyi sevmiyoruz da,
sevebilme ihtimalleriyle yaşıyoruz o kadar!
Türkmeni, azeriyi, çerkesi,
sevmiyoruz, arabını da...
kürdünü de...
kalbimiz yabancı aşkların kalesi,
burçlarında daldalanıyor,
batının astarı, kadifesi!
...
fikir filizlerimizin dibinde,
azotlu gübreler ki yakıcı,
kafataslarımızda,
sarhoşluk veren,
tiksinti veren şarap!
evlerimiz,
şehirlerimiz,
geleceğimiz harap!
...
eşitlik ve özgürlük şarkılarıyla,
yüzyıllık bir uyku!
ninnisi büyüklerin,
büyüklenenlerin!
al gençliğimi,
hammadden olsun fabrikalarına!
dönsün dişliler,
ve çarkı kelimelerimizi çalanların!
...
ı love you sevdam!
nolur kess me!
...
sizi bilmem amma,
ben bu cumhuriyete hiç inanmadım,
ve adamlarına,
tıpkı inanmadığım gibi,
dünyanın dört bir köşesine,
demokrasi götüren,
havarilere!
...
siz şablonlarınızla hür,
ve mutlu iseniz sorun yok!
sorun; aya giden amerikalıya inanmayanlarda!
...
ve ben üflenen vahiyden,
nasiplenen,
aykırısı batılın hani?!
yeni kelimeler üretmenin derdinde bir fani!

SİVASLI NECMİ:  Rol çalma bizden delikanlı. Mahkemenin huzurunu da bozma. Evet işte bay Akif ve bay Necip...Arkalarından atıp tutuyordun ya yalan dünya da...Şimdi yüzleş bakalım. Memleketin ve dünyanın modernleşmesinin önünde gördüğün engellerin müsebbiplerini huzuruna aldık. Sor bakalım sorulacak sorularını.
NECİP: Akiften hesap sormak mı? Sen mi hesap soracaksın delikanlı Akife hesap? Yani genç yaşta yetim kalmış...ailesinin geçimini bir yandan üstlaenip öbür yandan baytar mektebini okuyan adama...okulu için günde 17 km. yol yürüyen adama...Fatihten Halkalıya...gidiş ve geliş. Buna rağmen okulunu başarıyla bitiren...Atıcılıkta, koşmada, yüzmede dereceler yapan adamı...Bu millete istiklalinin marşını yazan adamı...Hem de tek kuruş almadan...Memleket topraklarında cepheden cepheye sürüklenen... ülkesince kıymet bilmezlerin gadrine uğrayıp sürgüne giden ...ve sefalet içinde ölen...Aynı sefaleti evlatlarına da reva görülen adamı sorgulayacaksın ha genç adam? Aynı zamanda bir alimi sorgulayacaksın! İşte buna derler ki islamın şartı beştir, altıncısı haddini bilmektir. Zebani efendi indir balyozun topuzunu şu gafilin tepesine. (Topuz tayfurun tepesine iner.)
AKİF: Gençtir, toydur o henüz beyefendi. Ahval odur ki gu gafil delikanlı sizin kendisine yapmış olduğu çağrıdanda habersizdir. Oysa ne güzel buyurmuştunuz. Müsaadenizle kendisine bu çağrınızı tebliğ etmek isterim:
Bir gençlik, bir gençlik, bir gençlik...

"zaman bendedir ve mekân bana emanettir! " şuurunda bir gençlik...

devlet ve milletinin büyük çapa ermiş yedi asırlık hayatında ilk ikibuçuk asrını aşk, vecd, fetih ve hakimiyetle süsleyici; üç asrını kaba softa ve ham yobaz elinde kenetleyici; son bir asrını, allah'ın kur'an'ında "belhüm adal" dediği hayvandan aşağı taklitçilere kaptırıcı; en son yarım asrını da işgal ordularının bile yapamayacağı bir cinayetle, türkü madde plânında kurtardıktan sonra ruh plânında helâk edici tam dört devre bulunduğunu gören... bu devirleri yükseltici aşk, çürütücü taklitçilik ve öldürücü küfür diye yaftalayan ve şimdi, evet şimdi... beşinci devrenin kapısı önünde dimdik bekleyen bir gençlik...

gökleri çökertecek ve yeni kurbağa diliyle bütün "dikey"leri "yatay" hale getirecek bir nida kopararak "mukaddes emaneti ne yaptınız? " diye meydan yerine çıkacağı günü kollayan bir gençlik...

dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, öcünün davacısı bir gençlik...

halka değil hakka inanan, meclisinin duvarında "hakimiyet hakkındır" düsturuna hasret çeken, gerçek adaleti bu inanışta ve halis hürriyeti hakka kölelikte bulan bir gençlik...

emekçiye "benim sana acıdığım ve yardımcı olduğum kadar sen kendine acıyamaz ve yardımcı olamazsın! ama sen de, zulüm gördüğün iddiasiyle, kendi kendine hakkı ezmekte ve en zalim patronlardan daha zalim istismarcılara yakanı kaptırmakta başıboş bırakılamazsın! ", kapitaliste ise "allah buyruğunu ve resul ölçüsünü kalbinin ve kasanın kapısına kazımadıkça serbest nefes bile alamazsın! ", ihtarını edecek... kökü ezelde ve dalı ebedde bir sistemin aşkına, vecdine, diyalektiğine, estetiğine, irfanına, idrakine sahip bir gençlik...

birbuçuk asırdır yanıp kavrulan, bunca keşfine ve oyuncağına rağmen buhranını yenemeyen ve kurtuluşunu arayan batı adamının bulamadığını, türkün de yine birbuçuk asırdır işte bu hasta batı adamında bulduğunu sandığı şeyi, o mübarek oluş sırrını çözecek ve her sistem ve mezhep, ortada ne kadar hastalık varsa tedavisinin ve ne kadar cennet hayali varsa hakikatinin islâm'da olduğunu gösterecek ve bu tavırla yurduna islâm âlemine ve bütün insanlığa numunelik teşkil edecek bir gençlik...

"kim var! " diye seslenilince, sağına ve soluna bakınmadan, fert fert "ben varım! " cevabını verici, her ferdi "benim olmadığım yerde kimse yoktur! " duygusuna sahip bir dava ahlâkını pırıldatıcı bir gençlik...

can taşıma liyakatini, canların canı uğrunda can vermeyi cana minnet sayacak kadar gözü kara ve o nisbette strateji ve taktik sahibi bir gençlik...

büyük bir tasavvuf adamının benzetişiyle, zifiri karanlıkta ak sütün içindeki ak kılı farkedecek kadar gözü keskin bir gençlik...

bugün, komik üniversitesi, hokkabaz profesörü, yalancı ders kitabı, çıkartma kağıdı şehri, muzahrafat kanalı sokağı, fuhş albümü gazetesi, şaşkına dönmüş ailesi ve daha nesi ve nesi, hasılı, güya kendisini yetiştirecek bütün cemiyet müesseselerinden aldığı zehirli tesiri üzerinden silkip atabilecek, kendi öz talim ve terbiyesine, telkin ve telbiyesine memur vasıtalara kadar nefsini koruyabilecek, tekbaşına onlara karşı durabilecek ve çetinler çetini bu işin destanlık savaşını kazanabilecek bir gençlik...

annesi, babası, ninesi ve dedesi de içinde olsa gelmiş ve geçmiş bütün eski nesillerden hiç birini beğenmeyen, onlara "siz güneşi ceketinizin astarı içinde kaybetmiş marka müslümanlarısınız! gerçek müslüman olsaydınız bu hallerden hiçbiri başımıza gelmezdi! " diyecek ve gerçek müslümanlığın "ne idüğü"nü ve "nasıl"ını gösterecek bir gençlik...

tek cümleyle, allah'ın, kâinatı yüzüsuyu hürmetine yarattığı sevgilisinin âlemleri manto gibi bürüyen eteğine tutunacak, o'ndan başka hiçbir tutamak, dayanak, sığınak, barınak tanımayacak ve o'nun düşmanlarını ancak kubur farelerine denk muameleye lâyık görecek bir gençlik...

bu gençliği karşımda görüyorum. maya tutması için otuz küsür yıldır, devrimbaz kodamanların viski çektiği kamıştan borularla ciğerimden kalemime kan çekerek yırtındığım, kıvrandığım ve zindanlarda çürüdüğüm bu gençlik karşısında uykusuz, susuz, ekmeksiz, başımı secdeye mıhlayıp bir ömür allah'a hamd etme makamındayım. genç adam! bundan böyle senden beklediğim, manevî babanın tabutunu musalla taşına, anadolu kıtası büyüklüğündeki dâva taşını da gediğine koymandır.

surda bir gedik açtık; mukaddes mi mukaddes!
ey kahbe rüzgâr, artık ne yandan esersen es! ..

Allah'ın selâmı üzerine olsun! "
ADANALI TAYFUR: Ahiret denilen bu yurduda mı işgal ettiniz lan gericiler? Daraltmayın lan beni. Bitirin şu mahkemenizi...asacaksanız asın lan...Öldürün beni...Öldürün lan beni...
(Sami Hayrinin yanına yaklaşır.)
TOKATLI SAMİ: Lan bunun imana filan geleceği yok. Tekrar bayıltalım doğru yatağına yatıralım. Bu ayıldıkça zıvanadan çıkacak ona göre.
GASTAMONULU HAYRİ: Yav hoca sanırım haklısın.
(ikisi aynı anda bağırırlar Necmi'ye)
TOKATLI SAMİ, GASTAMONULU HAYRİ: Bu gafilin adam olacağı yok zebani bey. Eee ne demiş Ziya paşa " "nush ile uslanmayanı etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir" İndir topuzu...
2. PERDENİN SONU


3. PERDE
Yurt odasındayız.
Herkes uyumaktadır. Önce başını ovalayarak Tayfur uyanır.
ADANALI TAYFUR: Üfff. Başım kazan gibi. Çok içtim sanırım. Tuhaf tuhaf ta rüyalar gördüm. Allah hayırlara çıkarsın...Tövbe tövbe ben ne diyorum ya, Allah, mallah! Rüyada tuhaftı doğrusu.  (Arkadaşlarına bağırır) Uyansanıza lan. Ağzınızdan din iman düşmez bu saatlere kadar yatarsınız. Cenneti yatakta arayanlar sizi. Kalksanıza lan, okula gecikeceksiniz.
(Herkes şüpheyle süzer tayfur'a)
ANLATICI: Evet gördüğünüz gibi gençlerimiz uyanırlar. Kalkarlar yataklarından. Oyunun bundan sonrasını biliyorsunuz. Üzümün sapı, armudun çöpü, incir çekirdeği derken kahramanlarımız bir süre sonra birbirlerine gıcıkları artar ve kendi aralarında kavgaları çoğalır. Birer ikişer toprağın altını yurt edinmeye başlar gençler. Ülkede büyük bir yoklukta başgösterir. İnsanlar maddi manevi açlık ve yokluk çekmeye başlarlar.  Derken araya 12 eylül isimli o malum gün gelir çatar.

mazbut,
kaygıları olan bir adam,
hayattan başka,
kimseyle kavgası olmayan...
bir lokma kopardı,
elindeki simitten,
bir lokmada martılar için...
aklında türlü düşünceler,
hemen sahilde,
çıkılmaz hesapların içinde...
gözler, batmakta olan güneşte,
içi ateş dolu,
öfke!
henüz çıkmış cezaevinden...
...
tam otuz yıl önce,
daha dün gibi hatırında,
onsekizinden,
onsekiz gün almadan...
girmesi kodese!
öldürmüştü kendi yaşlarındaki,
bir vatan hainini,
unutmuştu sebebini,
sanırım siyasiydi!
hafifletici sebepler derken,
kırılmadı kalemi,
tam otuz yıl hapis yedi!
öldürdüğü sağcı mıydı,
solcu mu?
kendi neydi,
onu da bilmiyordu...
hatırlamıyordu!
o kendisini cezaevinde unutmuştu!
...
otuz yıla,
fax girdi...fotokopi!
renkli televizyon,
bilgisayar,
cep telefonu!
iletişim çağı girmişti,
onun bağlantısı,
ömrüyle kesilmişti?
...
vurmasaydım, dedi!
içindeki maktülüyle yaşadı,
birlikte yaşlandı!
...
o içerdeyken,
dünya yaşlandı,
gözü yaşlı anası, babası,
kalmamıştı akrabası...
onsekizinde yaşlı bir adam,
çıkmıştı cezaevinden!
...
yıl bin dokuzyüz seksen,
zaman yerde iki seksen...
...
ihtilal dedi büyükler,
oysa o daha çocuktu!
bir başka çocuğun katili,
hep sordu da içerde,
ya benim katilim nerde?
...
duvarlara yazdığı yazılar,
ve ona yazılan kader!
yaşasın diyordu,
yada kahrediyordu!
bilmiyordu ki,
başkalarının oyunu,
o daha çocuktu,
sanki oyun oynuyordu!
...
aşkı bilmedi,
hayal kurmak belki,
şairlerden öğrenmişti,
çıkınca mahpustan,
bir simidi paylaşmak,
özgürlüğün kuşlarıyla...
tek hevesi!
...
bedeni girince cezaevine,
o içine hapsetti ruhunu,
otuz yıl hep sustu...
...
hayal meyal,
o günler...
yok yok yok!
ekmek, gazyağı, sanayağı!
bir umut vardı;
ölmeliydi bütün vatan hainleri!
öyle diyordu siyasiler,
devletin büyükleri!
herkes kin ekip,
nefret biçiyordu?
eylüle çeyrek kala,
konuştu elindeki silahı!
kurşun konuştu,
namlunun ucundaki sustu!
türkiyem sustu!
yaşanılan, aslında kabustu!
...
o şimdi,
mazbut...
bedeni ona tabut!
bir adam,
özgür...
sahilde ve hayatta!
...
Türkiyem aynı,
değişmemiş,
duvarlara yazılmıyor yazılar,
şimdinin duvarları değişmiş ya da,
facelerde, twitlerde aynı öfke,
yaşasın ya da kahrol!
...
ekmek var, şükreden yok!
gazyağı yok, doğalgaz var!
sanayağı obezite!
türkiyem aynı,
cümbüş derdinde!
...
artık ölmüyor,
onsekizinde delikanlılar,
onlar sokaklarda zombiler,
ruhsuz cesetler,
türkiyem sanki,
birbaşka cezaevinde!
...
zaman aynı,
figürler değişik,
zindan aynı,
gardiyan başka!
...
şimdi, şu an,
tutsa kalabalıktan birini,
dese yapman yazıktır,
gelmen oyuna...
sizi de sokacaklar ya mapusa,
ya tabuta...
yeni ünvanımı olur, yoksa;
deli!
...
şu satırlardan,
anlayan varsa...
işte o da...
onlardan biri;
bel ki zırdeli!
...
simit bitmiş,
güneş batmıştı...
adam...
çoktan kalabalığa,
karışmıştı...
ondan geriye,
bu karalamalar kaldı;
o adam;
babamdı!


TOKATLI SAMİ: Acele etme anlatıcı...Bu oyun senin dediğin gibi bitmeyecek!
Her ne kadar mister ile mösyö, haçlı seferinde olsalarda
olsa da istanbul işgal altında!
...
bir de bizden birileri,
arabın bedevisi,
sarayın okumuş cahili,
eteğine sığınsa da ingiliz ecenin!
...
ecnebi füruat,
kalabalık teferruat,
yani kraliçenin askerleri,
medineden sonra hilafet topraklarında.
meşin yuvarlak olup,
top sahalarında,
olsa da bira olup gençlerin kursaklarında!
...
kültürel işgal başlamıştır!
çanakkale şehidlerinin,
ardında bıraktıkları,
yeşilay ile direnmede;
evladlarımız zehirlenmesin!
...
mehmet akif;
her bir şiiri top, tüfek, gülle!
o da direnmekte!
...
sessizce,
geldikleri gibi gider,
kraliçenin askerleri.
geride muasır medeniyet heveslisi,
inkılap bekçilerini bırakarak!
...
mehmet akif;
devrim sarhoşlarının,
aymazlığında,
üniversiteli gençlerin omuzlarında,
fakru zaruret içinde,
dev-i teslim eder ruhunu,
sessizce!
...
aradan bir zaman geçince,
tuzağa düşürülmüş,
asım'ı...
emaneti, evladı...
uyuşturucuya müptela bırakılınca,
teslim eder oda,
pür-ü perişan ruhunu,
bir çöp tenekesinin dibinde!
...
istanbul' dan gideli çok olmuştur ingiliz;
yakın zamanda türevi amerika,
çöreklenir afganistan'a...
ırak'a!
...
ingiliz gitmiştir gitmesine de,
esamesi okul kitaplarında!
...
afganlı gardaşım,
eroin üretir hindukuş dağlarında,
ulaştırır diğer gardaşlarına;
pakistan'lıya,
iranlı'ya,
anadolu'luya!
...
gardaşlar,
isim isim pay olurlar;
...
kimi taliban,
kimi el-kaide,
ışid,
el-nusra,
kimi pkk,
kimi sunniyim der,
kimi şia!
...
ingiliz kumaşından,
milyonlarca urba,
islam coğrafyasında!
...
kimi ütülü,
görgülü-kültürlü,
avm güdümlü!
...
kimi buruşuk,
kanla karışık,
gerillaya uyuşuk!
...
istanbul; işgal altında,
geldikleri gibi gitsinler diye bekleyen de,
bir sürü deli divane!
...
kemikten gündemlerle,
gerçeği gölgeleyenler,
akıl etmezler,
cumhura, reis gerek!
...
işgal altında,
aklımız,
imanımız,
payitahtımız!
ingilizin kavramlarıyla!
...
başımızda bizden gardiyanlar,
mapushanemiz,
pistanbul!

GASTAMONULU HAYRİ: Necip sözlerin,
tılsım hükumdarı,
fazıl  ahlakın,
son mihmandarı,
kısa küreklerlerle,
karanlığın ummanında,
dalgalarla boğuşan adam,
bir adam yaratmak,
hülyasında,
reistin benim için!
sakarya oldun,
damarlarımda,
üç-beş damlalık kanımla1
hani büyükdoğun,
zindana dönüşmüştü,
baba katilleriyle,
bir saftaydınya,
fikir çilesinden büyük,
işkenceler,
öz kafatasından,
kusarken,
kurumlu modanın,
kaldırımlarında!
seksen üçün,
mayısında
ben artık öksüzdüm!
bir millet,
şairleriyle var!
şairlersiz,
ruhsuz kelimeler!
o kadar yalnızım ki,
şimdi bana düştü bu yük,
bu dava hor,
bu dava büyük!
bir hayat ki,
hayata kurmuş pusu!
sen yoksun!
arif nihat asyam,
mehmedim,
akifim!
taklitçi kuşlar,
tünedi yuvamıza!
çıplak hakikatler,
şuursuz!
bulanık bütün rüyalar!
ben,
senden kalan hecelerle,
savaşıyorum,
lanetli cümlelerle!
fısıltısı şeytanın,
ve ortaklarının,
uğursuzundan hemi de,
kahrolası bir uğultu,
başım dönüyor abim,
...
takatsizim!..

SİVASLI NECMİ: Yani bay anlatıcı...Bu oyun senin dediğin gibi bitmeyecek! (Birlikte silahlarını anlatıcıya doğrulturlar) Eskidendi o...Artık uyandı Türkiye...
sakarya’nın kan fışkıran toprağından yoğrulup
unutulmuş pınarlardan doldurulan testiler…
azgın kuzey yellerinin ateşinde kavrulan
bağırlardan, dudaklarda susuzluğu kestiler.
her birinden bölük bölük yumaklanan bulutlar,
şol ebabil kuşlarınca kanatlanıp estiler
haykırdılar…can bölünmez, et tırnaktan ayrılmaz!
bozkurt olup, çakalları inlerinde bastılar.
en kudurgan namlulardan boşaltılan ölümü
döşleriyle göğüsleyip, başlarıyla süstüler.
itildiler, kakıldılar, dövüldüler, öldüler...
lâkin düşen bayrakları burçlarına astılar.
yaz yağmuru sağnaklardan kırk ikindi gürleyip
şom ağızlı baykuşların seslerini kıstılar.
ne dünyalık istediler, ne aferin umdular,
ne kavgadan vazgeçtiler, ne gücenip küstüler.
vatan, millet, din ve devlet, alsancaklar hakkına
dar günlerin erkek arslan sesiydiler…sustular!


TOKATLI SAMİ: atam dedin, anam dedin, kanım dedin bayrağa
hem al bayrak oldun işte, hem bayrakta ay oğul
bağrındaki kurşunlarla çık peygamber katına
ol mübarek avcu içre birer birer say oğul
bet yüzlüler, kem gözlüler hor bakarmış vatana
biz tükenip yok olmadan olmaz böyle şey oğul
denilmiştir, "can sağ iken yurt vermeniz düşmana"
hem sütünden, hem kanından bu sendeki huy oğul
ne vermişsem kanımdan, ekmeğimden, sütümden
helal ettim, helal ettim, helal ettim, duy oğul!

ADANALI TAYFUR: genç göğüsler “vatan” diye düşerlerken toprağa
şom ağızlar, hayretlerde, gümanlarda kaldılar.
can verenler cennet içre kanatlanıp uçtular
sağ kalanlar, çakallarla ormanlarda kaldılar.
devşirilip çer-çöp, saman, hastalıklı tohumlar
kalbur üstü nur tâneler harmanlarda kaldılar.
hergün mazlum bacalardan arş’a doğru yükselen
kıvrım kıvrım alevlerde, dumanlarda kaldılar.
yelkenleri bölük-pörsük, süvârisiz gemiler
hiç yolcusu bulunmayan limanlarda kaldılar.
rûhumuza mâveradan gizli sesler getiren
fırtınalar…”gönül” denen ummanlarda kaldılar.
mürüvvetli zamanlardan gelmişlerdi bu güne
yadırganıp yine aynı zamanlarda kaldılar. 

KASTAMONULU HAYRİ: gelişleri akıl almaz efsaneler gibiydi
destanları kıskandırdı bu dünyadan göçleri
ruhlarını ihlâs ile devrettiler allah’a
kapanırken bizde kaldı gözlerinin uçları
şehid, gazi, cümle ecdâd, vatan, bayrak, din, devlet
dâvâcıdır kıyamette alınmazsa öçleri.
koç yiğitler, cins atlara bütün binip gittiler
  

ANLATICI: SANIRIM BU KEZ OYUN CİDDEN BİTTİ!


(AMATÖR TİYATROCU ARKADAŞLARA HEDİYEMDİR!)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder