TAMAM MI DEVAM MI?
"Kudüs hakedenlerindir."
"Kudüs bizimdi" elbette amma işin hakikatinde, sen sahip çıkmazsan elin oğlu alır elinden kardeşim.
Sen sahip çıkmazsan değerlerine Medine'ye de kilisesini konduruverir.
Sen sahip çıkmazsan değerlerine, başkalarının değerleri senin değerlerin olur.
Daha önce yazmış mıydım, hatırlamıyorum. Ahvalin minvali doğrultusunda tekrarın bile fayda getireceği zehabıyla yine de yazmak istiyorum. (Ben ne dedim ya...Ahval, minval, zehab...bu kelimeler...pardon sözcükler tedavülden...pardon dolaşımdan kalkalı çok oldu. Pardon da özür dü değil mi?) Sizinle başımdan geçen bir olayı paylaşmak istiyorum. Memleketin içinde bulunduğu durumu manidar bir şekilde ifade edebilecek bir olay.
Üç-beş yıl öncesiydi. Ya da biraz daha eski. Memlekete gitmiştim. Gidiş sebebim Kurban Bayramı. Sıla-i Rahim, kurban ibadeti derken bir vesileyle yakınımızın da köyünü ziyarete gittik.
Köy bir dağın yamacında kurulmuş. Güzel bir köy. Ormanlık bölgesi de var tarımsal alanı da. Ama nüfus şu kahrolası modernleşme ve şehirleşme hastalığından dolayı yoğun şekilde azalmış.
Neyse el öpmeler, tokalaşmalar seronomisinden sonra biz büyükler köyün meydanına geçtik. Ziyaret ettiğimiz evde kokudan durulmuyordu çünkü. Evin inşaası ahır üzerine yapıldığından, kerme derler biz de...kurumuş haline tezek...inek dışkısı anlayacağınız. "Besinlerin Oksitlenmiş Kalıntısı" da diyebiliriz kısaca bok'ta. Hah işte bunlar evin altında bulunan ahırın küçük penceresinden doşarı boca edilir. Sonrasında da tarlalara, bahçelere bitki gıdası, yani gübre olarak servisi yapılır. Bu tezek var ya mühimdir ha! Neft (petrol) için Ortadoğu'ya geldiğinde biz bu topraklarda tezek yakıyorduk. Şimdilerde nükleer enerjili dönemdeyiz, yine garibim Anadolu hala tezek yakıyor.
Köyün meydanına geldiğimizde köyün ekabiriyle de bayramlaşma faslına geçtik. Meydan taş döşeme zeminiyle...boy boy çınar ağaçlarıyla...küçücük ahşap camisiyle...kahvesiyle...bakkalıylantam kartpostallık.
İnsanlar bayramlık cicilerini giymişler, kurbanlıklarını halletmişler...ama yüzlerinden düşen bin parça; mutsuzlar. Kirli kasketleriyle başlar önde. Sanki köye bayram gelmemiş gibi. Tanışma faslından sonra öğrendim gerginliğin, bedbinliğin sebebini.
Meğer köyde birkaç gündür tifo salgını varmış. Kanalizasyon karışmış içme suyu şebekesine. Çocuklar başta olmak üzere yatak döşek insan sayısı çok.
Köyün muhtarı, öğretmeni, ekabiri tedirginler. Kafalar önde, bakışlar ayak uçlarında.
E rahat durur muyum? Olayın detayını öğrendikten sonra başladım yorumlarıma, tavsiyelerime.
"Arkadaşlar...Nereye kadar bu bok üstünde yaşamak? Köyün az ötesinde boş alanlar var. Köyün merasına yakın bir yere ortak ahır yapsanız. Hayvanların bakımını birlikte üstlenseniz. Birlikte işletseniz...nasıl olur?"
Yırtık dondan düşer gibi gelmiş olmalı ki sözlerim aval aval bakındılar yüzüme. Ya da dertleri laf dinlemeye müsaade etmiyordu.
"Köhne gelenekler doğru düşünmemizin önündeki en büyük engel. Kimse risk almayı...bırak vazife almayı sevmiyor. Böyle gelmiş böyle gider anlayışı her an ensemizde. Durumdan da hoşnut değiliz ama." Ben de bu tür düşüncelerle içimden kendimce yorumlarımı sürdürdüm.
"Bu boktan düzen değişmeli" diyemedim hülasa. Bu düzen değişmezse tifo'da oluruz, kanserde. Ama hep suçlu arar dururuz. Hepte şikayetçi...
Köylülük toprakla hemhal olmanın adı değildir artık. Köylülük çağı okuyamamanın adıdır. Bakırköy'de de olasanız, Yeşilköy'de de olsanız farketmez, yine köylüsünüzdür çağı okuyamıyorsanız.
Çağı okumakta gerçeğin canına okumak değildir. Batının kafasıyla düşünmek, çatalı sol elle kullanmak ta değildir.
Millet olarak hep bir kurban bayramı modundayız, eyvallah.
Hasbihallerimize de eyvallah.
Ama çocuklarımız bizim yüzümüzden akıl, ruh ve beden hastalıklarına düçarlar. İşte bunu göremiyoruz bir türlü.
Sorgulayamıyoruz da!
Tamam mı devam mı sarmalındayız o kadar.
Memleketi bok götürüyor görelim artık. İstatistikler bile bunun alarmını vermekteler.
Meseleleri partizanca yorumlayarak ülkeye hizmet edemeyiz. Eleştirilerimizin de çözüm odaklı olması gerekmektedir.
Hadi bu arada önemli bir konuyu irdeleyelim bakalım.
1 Ocak 2002 tarihinde, Türk Medeni Kanunu'nda "aile reisi kocadır." ifadesi kaldırılmıştı. 2010 yılında yapılan anayasa
değişikliğinde aile kurumu için "eşler arasında eşitliğe dayanır." ifadesi eklenerek, 2002'deki değişiklik anayasal bir madde haline getirildi.
Bu politikalar doğrultusunda imzalanan İstanbul Sözleşmesi ve bu sözleşmeye dayanarak çıkarılan 6284 sayılı kanun Türkiye'de aile kurumunu bitirme; çocuklarımızı haz piyasasının sermayesi haline getirme, kadınlarımızı ve
erkeklerimizi birbirine düşman etme hedefini gütmektedir. Sözleşmenin imzalandığı 2011 ve kanunun çıkarıldığı 2012 tarihinden itibaren sözünü ettiğimiz trajik tablonun ivmesi artmıştır. Bugün ülkemizdeki aile ve kadın politikaları bir grup feministin eline bırakılmış durumdadır. Bu duruma ilk itiraz etmesi gereken, kendisini "muhafazakâr-dindar" olarak tanımlayan siyasetçi ve çevreler olmalıdır. Hâlbuki dünyanın hiç bir yerinde görülmemiş bir biçimde kendini "muhafazakâr-dindar" olarak tanımlayan bir parti, aileyi yok edecek feminist politikalar yürütmektedir. Buna da bugüne kadar bir kaç küçük grup ve kişi hariç hiç bir itiraz gelmemektedir.Buna yönelik bir itirazımız var mı ?
2009 yılında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nın yayınladığı araştırma raporunda "Aile kadınlar için güvenli bir ortam değildir." ifadeleri yer aldı. Aynı ifadeler 2014'te yayınlanan raporda da yer aldı. Buna ek olarak, 2014 raporunda, "evlilik" de şiddet sebebi olarak tanımlandı. Bu raporlarda, aileyi değil, kadını merkeze alan politikalar uygulanması gerektiği belirtildi. İlginç değil mi? Aile Bakanlığı'nın yayınladığı bir raporda bu ifadelerin yer almasına demek ki, Aile Bakanlığı'ndan kimse itiraz etmemiş.
Aynı yıl Fatma Şahin eşcinsel hakların anayasal bir hak olması gerektiğini açıkladı.
2008-2013 yıllarını kapsayan Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planı hazırlandı. Sonrasında 2012-2015 ve 2016-2020 yıllarını
kapsayan şiddetle mücadele ulusal eylem planları hazırlanıp uygulamaya konuldu. Bu planların hiç birinde manevi önlemlere yer verilmedi. Sadece feminist perspektif esas alındı.
2016 yılında hükümet erken evlilikten doğan mağduriyetleri gidermek adına yeni bir yasa tasarısı hazırladı. Hükümetin belki de aile ve kadın politikaları adına yaptığı tek olumlu adım olan bu girişim, feminist hareketlerin baskısı sonucu geri çekildi.
Çocuklarımızın ve ailelerimizin geleceği benzin fiyatlarından ve doların yükselmesinden daha önemlidir.
Var mıdır buna dair sözümüz muhafazakar veya İslami çevreler olarak?
Hasılı...
Neye tamam neye devam dememiz gerektiğini şöyle özetleyeyim:
"Sorgulamaya devam, kör cehalete tamam."
***
Tayyip Erdoğan sürecini doğru değerlendirelim ve bu köhne cehaletten kurtulalım.
Bu değerlendirmeyi doğru yapamazsak cümbüş ittifakında halimiz cümbüş olacak.
Çünkü, insan kalitemiz ortada...Vesselam!
"Kudüs bizimdi" elbette amma işin hakikatinde, sen sahip çıkmazsan elin oğlu alır elinden kardeşim.
Sen sahip çıkmazsan değerlerine Medine'ye de kilisesini konduruverir.
Sen sahip çıkmazsan değerlerine, başkalarının değerleri senin değerlerin olur.
Daha önce yazmış mıydım, hatırlamıyorum. Ahvalin minvali doğrultusunda tekrarın bile fayda getireceği zehabıyla yine de yazmak istiyorum. (Ben ne dedim ya...Ahval, minval, zehab...bu kelimeler...pardon sözcükler tedavülden...pardon dolaşımdan kalkalı çok oldu. Pardon da özür dü değil mi?) Sizinle başımdan geçen bir olayı paylaşmak istiyorum. Memleketin içinde bulunduğu durumu manidar bir şekilde ifade edebilecek bir olay.
Üç-beş yıl öncesiydi. Ya da biraz daha eski. Memlekete gitmiştim. Gidiş sebebim Kurban Bayramı. Sıla-i Rahim, kurban ibadeti derken bir vesileyle yakınımızın da köyünü ziyarete gittik.
Köy bir dağın yamacında kurulmuş. Güzel bir köy. Ormanlık bölgesi de var tarımsal alanı da. Ama nüfus şu kahrolası modernleşme ve şehirleşme hastalığından dolayı yoğun şekilde azalmış.
Neyse el öpmeler, tokalaşmalar seronomisinden sonra biz büyükler köyün meydanına geçtik. Ziyaret ettiğimiz evde kokudan durulmuyordu çünkü. Evin inşaası ahır üzerine yapıldığından, kerme derler biz de...kurumuş haline tezek...inek dışkısı anlayacağınız. "Besinlerin Oksitlenmiş Kalıntısı" da diyebiliriz kısaca bok'ta. Hah işte bunlar evin altında bulunan ahırın küçük penceresinden doşarı boca edilir. Sonrasında da tarlalara, bahçelere bitki gıdası, yani gübre olarak servisi yapılır. Bu tezek var ya mühimdir ha! Neft (petrol) için Ortadoğu'ya geldiğinde biz bu topraklarda tezek yakıyorduk. Şimdilerde nükleer enerjili dönemdeyiz, yine garibim Anadolu hala tezek yakıyor.
Köyün meydanına geldiğimizde köyün ekabiriyle de bayramlaşma faslına geçtik. Meydan taş döşeme zeminiyle...boy boy çınar ağaçlarıyla...küçücük ahşap camisiyle...kahvesiyle...bakkalıylantam kartpostallık.
İnsanlar bayramlık cicilerini giymişler, kurbanlıklarını halletmişler...ama yüzlerinden düşen bin parça; mutsuzlar. Kirli kasketleriyle başlar önde. Sanki köye bayram gelmemiş gibi. Tanışma faslından sonra öğrendim gerginliğin, bedbinliğin sebebini.
Meğer köyde birkaç gündür tifo salgını varmış. Kanalizasyon karışmış içme suyu şebekesine. Çocuklar başta olmak üzere yatak döşek insan sayısı çok.
Köyün muhtarı, öğretmeni, ekabiri tedirginler. Kafalar önde, bakışlar ayak uçlarında.
E rahat durur muyum? Olayın detayını öğrendikten sonra başladım yorumlarıma, tavsiyelerime.
"Arkadaşlar...Nereye kadar bu bok üstünde yaşamak? Köyün az ötesinde boş alanlar var. Köyün merasına yakın bir yere ortak ahır yapsanız. Hayvanların bakımını birlikte üstlenseniz. Birlikte işletseniz...nasıl olur?"
Yırtık dondan düşer gibi gelmiş olmalı ki sözlerim aval aval bakındılar yüzüme. Ya da dertleri laf dinlemeye müsaade etmiyordu.
"Köhne gelenekler doğru düşünmemizin önündeki en büyük engel. Kimse risk almayı...bırak vazife almayı sevmiyor. Böyle gelmiş böyle gider anlayışı her an ensemizde. Durumdan da hoşnut değiliz ama." Ben de bu tür düşüncelerle içimden kendimce yorumlarımı sürdürdüm.
"Bu boktan düzen değişmeli" diyemedim hülasa. Bu düzen değişmezse tifo'da oluruz, kanserde. Ama hep suçlu arar dururuz. Hepte şikayetçi...
Köylülük toprakla hemhal olmanın adı değildir artık. Köylülük çağı okuyamamanın adıdır. Bakırköy'de de olasanız, Yeşilköy'de de olsanız farketmez, yine köylüsünüzdür çağı okuyamıyorsanız.
Çağı okumakta gerçeğin canına okumak değildir. Batının kafasıyla düşünmek, çatalı sol elle kullanmak ta değildir.
Millet olarak hep bir kurban bayramı modundayız, eyvallah.
Hasbihallerimize de eyvallah.
Ama çocuklarımız bizim yüzümüzden akıl, ruh ve beden hastalıklarına düçarlar. İşte bunu göremiyoruz bir türlü.
Sorgulayamıyoruz da!
Tamam mı devam mı sarmalındayız o kadar.
Memleketi bok götürüyor görelim artık. İstatistikler bile bunun alarmını vermekteler.
Meseleleri partizanca yorumlayarak ülkeye hizmet edemeyiz. Eleştirilerimizin de çözüm odaklı olması gerekmektedir.
Hadi bu arada önemli bir konuyu irdeleyelim bakalım.
1 Ocak 2002 tarihinde, Türk Medeni Kanunu'nda "aile reisi kocadır." ifadesi kaldırılmıştı. 2010 yılında yapılan anayasa
değişikliğinde aile kurumu için "eşler arasında eşitliğe dayanır." ifadesi eklenerek, 2002'deki değişiklik anayasal bir madde haline getirildi.
Bu politikalar doğrultusunda imzalanan İstanbul Sözleşmesi ve bu sözleşmeye dayanarak çıkarılan 6284 sayılı kanun Türkiye'de aile kurumunu bitirme; çocuklarımızı haz piyasasının sermayesi haline getirme, kadınlarımızı ve
erkeklerimizi birbirine düşman etme hedefini gütmektedir. Sözleşmenin imzalandığı 2011 ve kanunun çıkarıldığı 2012 tarihinden itibaren sözünü ettiğimiz trajik tablonun ivmesi artmıştır. Bugün ülkemizdeki aile ve kadın politikaları bir grup feministin eline bırakılmış durumdadır. Bu duruma ilk itiraz etmesi gereken, kendisini "muhafazakâr-dindar" olarak tanımlayan siyasetçi ve çevreler olmalıdır. Hâlbuki dünyanın hiç bir yerinde görülmemiş bir biçimde kendini "muhafazakâr-dindar" olarak tanımlayan bir parti, aileyi yok edecek feminist politikalar yürütmektedir. Buna da bugüne kadar bir kaç küçük grup ve kişi hariç hiç bir itiraz gelmemektedir.Buna yönelik bir itirazımız var mı ?
2009 yılında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nın yayınladığı araştırma raporunda "Aile kadınlar için güvenli bir ortam değildir." ifadeleri yer aldı. Aynı ifadeler 2014'te yayınlanan raporda da yer aldı. Buna ek olarak, 2014 raporunda, "evlilik" de şiddet sebebi olarak tanımlandı. Bu raporlarda, aileyi değil, kadını merkeze alan politikalar uygulanması gerektiği belirtildi. İlginç değil mi? Aile Bakanlığı'nın yayınladığı bir raporda bu ifadelerin yer almasına demek ki, Aile Bakanlığı'ndan kimse itiraz etmemiş.
Aynı yıl Fatma Şahin eşcinsel hakların anayasal bir hak olması gerektiğini açıkladı.
2008-2013 yıllarını kapsayan Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planı hazırlandı. Sonrasında 2012-2015 ve 2016-2020 yıllarını
kapsayan şiddetle mücadele ulusal eylem planları hazırlanıp uygulamaya konuldu. Bu planların hiç birinde manevi önlemlere yer verilmedi. Sadece feminist perspektif esas alındı.
2016 yılında hükümet erken evlilikten doğan mağduriyetleri gidermek adına yeni bir yasa tasarısı hazırladı. Hükümetin belki de aile ve kadın politikaları adına yaptığı tek olumlu adım olan bu girişim, feminist hareketlerin baskısı sonucu geri çekildi.
Çocuklarımızın ve ailelerimizin geleceği benzin fiyatlarından ve doların yükselmesinden daha önemlidir.
Var mıdır buna dair sözümüz muhafazakar veya İslami çevreler olarak?
Hasılı...
Neye tamam neye devam dememiz gerektiğini şöyle özetleyeyim:
"Sorgulamaya devam, kör cehalete tamam."
***
Tayyip Erdoğan sürecini doğru değerlendirelim ve bu köhne cehaletten kurtulalım.
Bu değerlendirmeyi doğru yapamazsak cümbüş ittifakında halimiz cümbüş olacak.
Çünkü, insan kalitemiz ortada...Vesselam!
FEHMİ DEMİRBAĞ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder