29 Ekim 2018 Pazartesi

ATATÜRK'Ü ANLAMAK

Gün geldi "iyiliği emredip, kötülükten sakındırmadığımız için" Allah resulunun ifade ettiği gibi "Allah içimizden kötülerimizi başımıza musallat etti ve iyilerin dahi duaları kabul edilmez" oldu.
Kul hakkını unuttuk.
Rızasını önemsemedik Hakk'ın.
Anlık sefahate meylettik.
Unuttuk 1071'in ruhunu misal, Selçuk'ludan olduk; mazereti Moğollarda aradık, Bizans'ta aradık.
1299' u unuttuk, 1453'ü...Mahareti Frenk mukallitliğinde aradık.
Okuyamadık Allah'ın ne kainat kitabını, ne habibiyle indirdiğini. Okuduysak da yüzünden okuduk; içine giremedik. Dışında kaldık hayatın.
Sebatay Sevi'yi de okuyamadık, Vatikan'ı da...Şimdiler de okuyamadığımız gibi Amerikan planlarını da.
Önce Fransız'ı dost bildik.
Fransız kaldık hakikate!
Ardından İngiliz'i rehber edindik. Memleketin okumuş çocuklarının öncülüğünde. Akledemedik lakin "domuzdan post, gavurdan dost" olunmayacağını.
Acı vatan Alamanya oldu sonradan partnerimiz Çanakkale cephesinde.
Bir bir kaybettik, karış karış kaybettik vatan toprağını lime lime olduk, savrulduk.
Nihayetinde 1923'ün 29 Ekim' inde yeni güneşlere uyandık. Bir devden minnacık bir miras devraldık.
Zafer diye niteleyenler kurtuluşumuzu amansızca hesaplaşmaya girdiler topyekün mazi ile. Neden bu hale geldik diye soran olmadı. Hep suçladı ama bizi biz yapan kadim geçmişi.
Lideri vardı bu zaferin, bir zamanlar vatan toprağı olan Selanik'te doğan.
Başardı mı? Başardı. Şöyle ya da böyle can havliyle soluklandık.
Yeni şeyler söylemek gerekiyordu, ulu önder dile getirdi bunu:
"Dünyaca bilinmektedir ki, bizim devlet yönetimimizdeki ana programımız, Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı prensipler, yönetimde ve politikada bizi aydınlatıcı ana çizgilerdir. Fakat bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya yaşamdan almış bulunuyoruz."
Bir de Kazım Karabekir'in hatıratına göz gezdirelim:
19 Agustos Pazar akşamı, M. Kemal ve İsmet Paşalar/Latife Hanım ile birlikte bana akşam yemeğine geldiler. Keçiörene giderken sağ tarafta kubbeli köşk denen mevkide, bol suyu ve büyücek havuzu olan bir köşkte kira ile oturuyordum. İsmet Paşa, Lozanda iken M. Kemal Paşa, Latife Hanımla birlikte, bir kere daha bana akşam yemeğine gelmişlerdi.

"Münakaşayı İsmet Paşa ile ben yaptım. M. Kemal Paşa sükunetle bizi dinledi. Mustafa Kemal Paşa, Lozandan da aldığı hızla, ne İktisat Kongresinin ve nede heyet i ilmiyenin hazırladığı programlara ilgi göstermeyerek müthiş bir inkilap hamlesi teklif etti. "Hocaları toptan kaldırmadıkça hiç bir iş yapamayız. bugünkü kudret ve prestijimizle bugün bu inkılabı yapmazsak, başka hiçbir zaman yapamayız." İlk Fethi Bey grubundan sonrada M. Kemal Paşa’dan işittiğim bu yeni inkilap zihniyetini İsmet Paşa bir çırpıda tamamlıyordu. Aradaki zaman fasılaları kendiliğinden ortadan kalkarak, bu üç şahsiyetin üç maddelik programları kulaklarımda tekrarlandı.

1) İslamlık terakkiye manidir...
2) Arap oğlunun yavelerini Türklere öğretmeli...
3) Hocaları toptan kaldırmalı..."
...
Aradan yıllar geçer, devrimler filan derken...Tabi bu arada dünyadaki değişimleri de es geçmemeli.
Ümmetin topyekün kendisini bulamaması ve toparlayamaması...
Batının ezici üstünlüğü ve bitmez tükenmez ihtirasları...2. cihan harbi...Kominizm belası...
Derken...bugünler. Ülkemizdeki olaylar, değişimler, gelişmeler...
Aslında ölüp gitse de ve üzerinden yarım asrı geçen bir süre olsa da Atatürk'ün ülke üzerinde hakimiyeti devam etmekte.
Kimliğini bulamamış İslamcılar ise sürekli bir rövanş derdinde Kemalizmle de, Atatürk'ün ruhaniyetiyle de...
...
Diyorum ki adamı yattığı yerde hele bir rahat bırakalım.
Devir öyle bir devir ki artık yeni şeyler söylemek lazım.
Siyaset üretilecekse hala bir kişinin lehinde ya da aleyhinde durum gösterisiyle bu işin olmadığını ve olmayacağını görmemiz gerekiyor artık.
Atatürk tarihimizin bir parçasıdır.
Doğruları da olmuştur, yanlışları da.
Onu kendi sözleriyle anmakta fayda var diye düşünüyorum.

"Ben diktatör değilim. Benim kuvvetim olduğunu söylüyorlar, evet, bu doğrudur. Benim arzu edip de yapamayacağım bir şey yoktur. Çünkü ben zorâki ve insafsızca hareket etmesini bilmem. Bence diktatörlük, diğerlerini râm edendir. Ben kalpleri kırarak değil, kazanarak hükmetmek isterim.

Ben istese idim derhâl askerî bir diktatörlük kurardım ve memleketi öyle idâreye kalkışırdım. Fakat ben istedim ki, milletim için modern bir devlet kurayım.

Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kafidir.

Benim adım 'çok içer' diye çıkmıştır. Filhakîka ben, öteden beri içerim. Fakat istediğim zaman bunu keserim; karıştırmam. İçki, sâdece benim keyfim içindir. İçki yüzünden vazîfemi bir an geri bıraktığımı hatırlamıyorum. Daha gençken, manevralara çıkılmadan önce, muhabbete dalarak sabaha yakın zamanlara kadar içsek bile ben, bazen uyumadan saatinde vazîfem başına gider ve görülecek işi bir dakika geri bırakmazdım. İçki ve vazife, iki ayrı şeydir. Birbirine dokunacak yerde vazifeyi elbette keyfe tercih etmeli, içkiyi behemehâl kesmeli.

Benim naçiz vücudum, bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti, ilelebet payidar kalacaktır.

Çocukken fakirdim. İki kuruş elime geçince bunun bir kuruşunu kitaba verirdim. Eğer böyle olmasaydı, bu yaptıklarımın hiç birini yapamazdım.

Çocukluğumdan beri bir tabiatım vardır, oturduğum evde ne ana, ne kız kardeş, ne ahbapla bulunmaktan hoşlanmam. Ben, yalnız ve bağımsız olmayı, çocukluktan kurtulduğum günlerden başlayarak daima tercih etmiş ve sürekli olarak öyle yaşamışımdır. Tuhaf bir halim daha var: Ne ana -babam çok erken ölmüş-, ne kardeş, ne de en yakın akrabamın, kendi tutum ve düşüncelerine göre, bana şu veya bu tavsiye ve nasihatta bulunmasına tahammülüm yoktu.

İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa Kemal… İkinci Mustafa Kemal, onu “ben” kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil, biz'dir! O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasını temsil ediyorum. Benim teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur!

Orduya ilk katıldığım günlerde, bir Arap binbaşısının 'Kavm-i Necip evladına sen nasıl kötü muamele yaparsın' diye tokatladığı bir Anadolu çocuğunun iki damla gözyaşında Türklük şuuruna erdim. Onda gördüm ve kuvvetle duydum. Ondan sonra Türklük benim derin kaynağım, en derin övünç membaım oldu. Benim hayatta yegane fahrim, servetim, Türklükten başka bir şey değildir."
...

Atatürk kulluk vazifesini bitireli çok oldu. Şimdi hesab zamanında.
Şimdi sıra biz de, biz yaşayanlarda.
Rabbimiz için, kendimiz için, ailemiz için, ülkemiz için, insanlık için ne yapıyoruz-yapacağız ona bakalım.
Atatürkçü ve Kemalist olmayan biri olarak ben böyle düşünüyorum.
Artık ülkemiz için ne yapabiliriz, ona odaklanalım.
Başka Türkiye yok.
Bir avuç toprağımız var elde, onu da kaybetmeyelim. Yeni maceralara tahammülümüz yok.
Yeni macera arıyorsak da hayal kurabilen nesiller yetiştirelim!

FEHMİ DEMİRBAĞ


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder