İKTİDAR BU VEBALİ NASIL ÖDER?
Erkeklerin Köpek Kadar Değeri Yok!
Evde bir köpeğiniz var, onu sokağa bırakmak suç artık, yeni gelecek kanunlarımızda cezası var.
Fakat kocanızı evden attırmak suç değil, kadınların hakkı! Bunun için de bir şikayet telefonu açmaları yeterli.
Hayvan hakları ile ilgili kanunumuz zaten vardı yeni kanunlarla da cezalar artırılacak. Artırılsın hiçbir itirazım olmaz, kimsenin hayvanlara eziyet etmeye hakkı yok. Benim itirazım başka bir şeye. Hayvan haklarına göre ” hayvanların bakımlarını ihmal etmek, fiziksel ve psikolojik acı çektirmek, hayvanları, gücünü aştığı açıkça görülen fiillere zorlamak…” suç.
Hayvanlara yapılması yasak olan bu davranışları kadınlar kocalarına yapabilirler kanunen suç değil: Kocalarına psikolojik acı çektirebilirler, yemek yapmayabilirler, kocaları ile cinsel birlikteliğe girmeyebilirler, kocalarının gücünü aşan isteklerde bulunabilirler…
Köpeğini sokağa atamazsın fakat kocanı 6 ay sokağa atabilirsin, hem de kanun garantisiyle.
Hem de “fiziksel şiddet” olmasına da gerek yok. Kadının canı sıkıldıysa yeterli. Hatta erkeğin kadını üzme ihtimali bile varsa kocayı evinden sokağa atabiliyor.
Kadınların ellerinde 6284 gibi kocaya karşı “sopa” olarak kullanabilecekleri bir kanun var.
Bilmeyenler için kanunla ilgili kısa bir bilgi vereyim: 6284 nolu kanun maddesi İstanbul Sözleşmesine dayanılarak yapıldı.
Türkiye’nin 2011 de imzaladığı “İstanbul Sözleşmesi” her zaman her zeminde dostluklarını gösteren (!) sevgili Avrupalı dostlarımızın bize attığı en büyük kazıklardan biridir.
Sözleşmeyi imzalayan ilk ülke biz olduğumuz ve İstanbul’ da imzalandığı için bu “utanç sözleşmesi” maalesef ki güzel İstanbul’umuzun adıyla anılıyor.
“Kadına yönelik şiddet konusunda bölgesel olarak hazırlanmış ilk Avrupa Konseyi Sözleşmesi” diye geçiyor. İstanbul Sözleşmesine “Kadını tanrıça ilan eden sözleşme” de diyebiliriz.
İmzalayan diğer ülkeler çekince koyarak imzaladıkları halde Türkiye hiçbir çekince koymadan imzaladı. Batılı dostlara (!) bu ne güvense artık!
İstanbul Sözleşmesi, bu yıl mart ayında Hırvatistan’da görüşülmeye başlamadan muhafazakarlar “Aile değerlerini zayıflatıyor” diye sözleşmeye tepki gösterdi.
Hırvatistanlı muhafazakarlar parlamentoda yapılması planlanan oylama öncesi, sözleşmenin kadınları koruma kisvesi altında “cinsiyet ideolojisi”ni teşvik ettiğini ve geleneksel aile değerlerini zayıflattığını iddia ettiler.
Hristiyanların aile değerleri bizimkinden daha kıymetliymiş demek mi lazım yoksa onların muhafazakar partileri bizimkinden daha mı muhafazakar ya da daha mı öngörülü ya da daha mı birilerine yaranma çabasında değil… Bunlar sorgulanmalı.
Hırvatistanlı muhafazakarlar konuyu çok iyi özetlemişler. “Kadını koruma kisvesi altında ‘cinsiyet ideololojisi’ yapılıyor.” demişler. Bu ‘cinsiyet ideolojisi’ kavramı önemli, başka zaman üzeriden durmak lazım.
Hırvatistanlı muhafazakarların itirazları sadece İstanbul sözleşmesine, yoksa 6284 gibi bir kanunu zaten ne onların ne de başka hiçbir ülkenin çıkaracağını zannetmiyorum. İstanbul Sözleşmesi 6284 ü mecbur kılmıyor sadece kadınlara yönelik düzenleme istiyor. Fakat biz işgüzarlık yapıp onların aklına gelmeyen kanunları yaptık.
Bu kanun kadına yönelik fiziksel şiddete ceza verse ‘tamam’ diyeceğiz. Gerçi bunun için de ayrı bir kanuna gerek yok. Ceza kanununda zaten şiddeti önleyecek düzenlemeler ve cezalar var.
Fakat bu kanun ile cinsiyetçiliğin en âlâsı yapıldı ve kanun kadınlara özel çıktı ve kapsamı çok geniş.
Fakat kocanızı evden attırmak suç değil, kadınların hakkı! Bunun için de bir şikayet telefonu açmaları yeterli.
Hayvan hakları ile ilgili kanunumuz zaten vardı yeni kanunlarla da cezalar artırılacak. Artırılsın hiçbir itirazım olmaz, kimsenin hayvanlara eziyet etmeye hakkı yok. Benim itirazım başka bir şeye. Hayvan haklarına göre ” hayvanların bakımlarını ihmal etmek, fiziksel ve psikolojik acı çektirmek, hayvanları, gücünü aştığı açıkça görülen fiillere zorlamak…” suç.
Hayvanlara yapılması yasak olan bu davranışları kadınlar kocalarına yapabilirler kanunen suç değil: Kocalarına psikolojik acı çektirebilirler, yemek yapmayabilirler, kocaları ile cinsel birlikteliğe girmeyebilirler, kocalarının gücünü aşan isteklerde bulunabilirler…
Köpeğini sokağa atamazsın fakat kocanı 6 ay sokağa atabilirsin, hem de kanun garantisiyle.
Hem de “fiziksel şiddet” olmasına da gerek yok. Kadının canı sıkıldıysa yeterli. Hatta erkeğin kadını üzme ihtimali bile varsa kocayı evinden sokağa atabiliyor.
Kadınların ellerinde 6284 gibi kocaya karşı “sopa” olarak kullanabilecekleri bir kanun var.
Bilmeyenler için kanunla ilgili kısa bir bilgi vereyim: 6284 nolu kanun maddesi İstanbul Sözleşmesine dayanılarak yapıldı.
Türkiye’nin 2011 de imzaladığı “İstanbul Sözleşmesi” her zaman her zeminde dostluklarını gösteren (!) sevgili Avrupalı dostlarımızın bize attığı en büyük kazıklardan biridir.
Sözleşmeyi imzalayan ilk ülke biz olduğumuz ve İstanbul’ da imzalandığı için bu “utanç sözleşmesi” maalesef ki güzel İstanbul’umuzun adıyla anılıyor.
“Kadına yönelik şiddet konusunda bölgesel olarak hazırlanmış ilk Avrupa Konseyi Sözleşmesi” diye geçiyor. İstanbul Sözleşmesine “Kadını tanrıça ilan eden sözleşme” de diyebiliriz.
İmzalayan diğer ülkeler çekince koyarak imzaladıkları halde Türkiye hiçbir çekince koymadan imzaladı. Batılı dostlara (!) bu ne güvense artık!
İstanbul Sözleşmesi, bu yıl mart ayında Hırvatistan’da görüşülmeye başlamadan muhafazakarlar “Aile değerlerini zayıflatıyor” diye sözleşmeye tepki gösterdi.
Hırvatistanlı muhafazakarlar parlamentoda yapılması planlanan oylama öncesi, sözleşmenin kadınları koruma kisvesi altında “cinsiyet ideolojisi”ni teşvik ettiğini ve geleneksel aile değerlerini zayıflattığını iddia ettiler.
Hristiyanların aile değerleri bizimkinden daha kıymetliymiş demek mi lazım yoksa onların muhafazakar partileri bizimkinden daha mı muhafazakar ya da daha mı öngörülü ya da daha mı birilerine yaranma çabasında değil… Bunlar sorgulanmalı.
Hırvatistanlı muhafazakarlar konuyu çok iyi özetlemişler. “Kadını koruma kisvesi altında ‘cinsiyet ideololojisi’ yapılıyor.” demişler. Bu ‘cinsiyet ideolojisi’ kavramı önemli, başka zaman üzeriden durmak lazım.
Hırvatistanlı muhafazakarların itirazları sadece İstanbul sözleşmesine, yoksa 6284 gibi bir kanunu zaten ne onların ne de başka hiçbir ülkenin çıkaracağını zannetmiyorum. İstanbul Sözleşmesi 6284 ü mecbur kılmıyor sadece kadınlara yönelik düzenleme istiyor. Fakat biz işgüzarlık yapıp onların aklına gelmeyen kanunları yaptık.
Bu kanun kadına yönelik fiziksel şiddete ceza verse ‘tamam’ diyeceğiz. Gerçi bunun için de ayrı bir kanuna gerek yok. Ceza kanununda zaten şiddeti önleyecek düzenlemeler ve cezalar var.
Fakat bu kanun ile cinsiyetçiliğin en âlâsı yapıldı ve kanun kadınlara özel çıktı ve kapsamı çok geniş.
Fatma Şahin’in Ak Parti’de en etkin olduğu dönemde imzalanan ve imzadan birkaç ay sonra Aile Bakanı olan Fatma Şahin bu sözleşmenin şartlarının yerine gelmesi için canın dişine takip çalıştı. Ve sözleşmenin uygulanması için onun bakanlığı döneminde 2012 de 6284 nolu kanun maddesi hazırlandı ve mecliste tek bir itiraz bile almadan (bu kısım önemli, tek bir itiraz eden milletvekili olmadan) kabul edildi. Bu kanunu onaylamak için elini kaldıran vekiller bunun hesabını nasıl verecekler acaba?
Fatma Şahin, bu kanun maddesini, çoğunluğu PKK destekli feminist kadın dernekleri ile oturup hazırladı bunu da alenen yaptı. Hükümet yetkilileri de “böyle adaletsiz kanun olur mu, feministlerin oyununa mı geliyoruz” demeden kabul ettiler. E tabii korkmak lazım feministlerden!
Mevki makam derdine düşüp Allah’tan korkmayanlar her şeyden korkar. Ve her korku insanın ayağına bağdır, onu cehenneme sürükleyen. Sadece ahiretteki cehennemi kast etmiyorum öncelikle bu dünyada zihninde korkunun cehennemini yaşar insan. Mevki makamını kaybetme korkusu, rızık korkusu, kadın korkusu, rahatını kaybetme korkusu…
Allah’ın rızasından başka korku taşımayanlar yüreklerinde cenneti yaşar.
Allah’ın rızasını geride bıraktıracak her ne korku varsa o korku ile imtihan oluruz, o korkulardan kurtulana kadar ya da ebediyete kadar. Bakınız hâlâ feministlerden korkuluyor. Kanunlar onların rızası gözetilerek yapılıyor.
Velhasıl bizim muhafazakar vekiller kanunu doğru düzgün incelemeden getirebileceği tehlikeleri görmezden gelerek kanunu imzaladılar.
Bu sözleşmeye göre “tanrıça kadına” yönelik “fiziksel, cinsel, ekonomik ve duygusal şiddet” uygulayan en ağır şekilde cezalandırılmalıdır. Fiziksel şiddet tamam, cezalandırılsın fakat cinsel, ekonomik ve duygusal şiddet tanımı çok geniş. Kime göre neye göre şiddet?
Şiddet kişinin algıladığı şeydir. Birine göre şiddet olan başkasına göre değildir.
Kanunda 26 madde var, şiddet olarak belirtilmiş, fakat bu maddeler yoruma açık.
Mesala cinsel şiddet konusu:Bir kadın kocasının hafta iki kez onunla birlike olmasını cinsel şiddet olarak algılayabilir. Kadına göre ayda bir yeterli olabilir ya da senede bir. Şimdi bu kadın “kocam haftada bir benimle birlikte olmak için ısrar ediyor hayır deyince zorluyor dese” erkeğe hemen ceza gelir. Suç:Karısı ile birlikte olmayı istemek. Geneleve gitse suç değil.
Ekonomik şiddet: Kadın kocasının onun ihtiyaçlarını yeterince karşılamadığını düşünür ve şikayet ederse erkek suçlu sayılır ceza alır. Erkeğin kazancı ne kadardır, kadının istekleri mi fazladır, önemli değil. Çalsın çıpsın o zaman yakalanma ihtimali daha az fakat karısının bütün isteklerini yapsın, denmiş oluyor.
Duygusal şiddet: Bunun tanımı daha da geniş. Kadın “kocam bana çiçek getirmiyor, sosyal ağlar da arkadaşlarım kadar ‘kocişim çiçek getirmiş’ diye resim paylaşamıyorum” deyip üzülse al sana kadına şiddet.
Gerçi kanuna göre bu ağır şiddet (!) hareketlerinin gerçekleşmesi gerekmiyor, gerçekleşme ihtimali bile erkeğe ceza gelmesi için yeterli.
Kısacası kadınlar; erkeklere yönelik her türlü şiddeti yapabilirler fakat erkekler, kadın ne kadar suçlu olursa olsun kadınları incitecek söz, davranış ve fiillerde bulunamazlar, bulunurlarsa “kadını incitmekten” suçlu ilan edilir ve kanunlar yoluyla cezalandırılırlar.
İstanbul Sözleşmesi’ne dayanan 6284 nolu kanunun en önemli özelliği sadece kadının beyanı ile erkeğin cezalandırılmasıdır.
Kadını şiddetten koruyalım diyerek erkeklere şiddet uygulanıyor.
Bu kanun sebebiyle erkeğe uygulanan şiddet:
Erkeğin meşru müdafa hakkı elinden alınıyor. Erkeğin beyanı hiçbir şekilde önemli olmuyor.
Erkeğin gerçekten suçlu olup olmadığına bakılmıyor. Cinsiyetinden dolayı erkek, kadına karşı baştan suçlu ilan ediliyor. Bu da adalet ilkesine aykırıdır ve en ağır şiddettir.
İki kişi arasında bir mesele var ve bir kanun maddesi diyor ki; kadın her halükarda doğrudur erkek her halükarda suçludur; erkeği dinlemeye bile gerek yok, derhal cezalandırılsın!
Erkeği cinsiyetinden dolayı aşağılamaktan başka bir şey değil bu kanun. Bazı cani erkeklerin yaptıkları şiddet sebebi ile bütün erkekler potansiyel suçlu görülüp yargısız infaz ediliyor.
6284 anayasaya da aykırıdır. Anayasaya göre “kişinin hak ve özgürlükleri tedbirlerle kısıtlanamaz” fakat bu kanun ile kısıtlanıyor. Bu kanundan mağdur olanlar anayasa mahkemesine dava açabilirler.
6284 açıkça görüldüğü gibi hem adalete hem insan hakların aykırıdır.
Fakat erkekler insan sayılmadığı için hatta kadın derneği KADEM tarafından ayılardan da aşağı görüldüğü için, erkeklerin ayılardan öğreneceği çok şey olduğuna inanıldığı için erkekler bunca zulme karşı mağdur olarak bile görülmüyor.
Kanun imzalandıktan sonra medya ve kadın derneklerinin çabalarıyla köydeki Ayşe Teyze bile öğrendi “koca evden nasıl atılır” diye: “Kocan bağırsa bile şiddet olur” gibi cümleleriyle kadın dernekleri kadınları gaza getirdiler.
O kadar tuhaf sebeplerle kocasını evden attıran var ki, yok artık denilecek cinsten. Kadın dernekleri, katılımcı kadınları yönlendirerek şiddet rakamlarını çok fazla gösterecek çalışma sonuçları ortaya çıkardılar. Ne medyada çıkan yalan haberlerin ne de bu çalışmaların güvenliğini soruşturmuyor nasıl olsa.
İstanbul Sözleşmesi ve 6284 nolu kanun hem adalete hem aileye vurulmuş en büyük darbedir.
6284 ile en çok uygulanan ceza erkeğin evden uzaklaştırılması: Kadın herhangi bir sebeple kocasını şikayet ettiğinde erkek evinden atılıyor, mahallesine giremiyor, belli bir mesafede eve yaklaşmaması gerekiyor, telefonla arayamıyor, karısı ile konuşup iletişime geçmesi, barışmaya çalışması yasak. Bu arada aylarca çocuklarını da göremiyor.
Bir erkek evden atılınca nerde kalır; ne yer ne içer, devletin zerrece umurunda değil, daha bir de onu evden attıran karısına nafaka bağlıyorlar, erkek atıldığı evin faturalarına kadar ödemek zorunda. Böyle bir adaletsizlik başka hangi ülkede var acaba?
Tabii bu kanunu boşanmış kadınlar da kullanıyor. Geçenlerde duydum, kadın eski kocasına eziyet olsun diye uzaklaştırma kararı aldırdığı kocasının evinin yanındaki okula vermiş çocuğu. Erkeğim uzaklaştırma kararında kendi çocuklarına da belli bir mesafede yaklaşmaması gerekiyor. Şimdi bu adam ne yapsın? Yıllardır oturduğu kendi evine gitmesi kanunen suç.
Ya da eski kocasını çocuğu ile görüştürmek istemeyen kadınlar da iftira ile bu kanunu kullanıyorlar. Nasıl olsa kanunlarımızda iftiranın bir cezası yok.
Kaç kadın bu kanunlarla kocasını evden attırdı sayı tam olarak belli değil.
Bu konuda resmi bir açıklama bütün araştırmalarıma rağmen göremedim. Büyük ihtimal çok büyük bir sayı var, bu yüzden açıklamıyorlar. Aile Bakanlığı’ndan ya da Adalet Bakanlığından evden atılan erkeklerin sayısını bekliyoruz.
Bir gazete haberinde. “Kocasını polise şikâyet ederek sokağa attıran kadın sayısı 2006’da 4.884 iken bu rakam 2015’te 190 bine ulaşıyor.” deniyor.
Fakat sayının 190 binden çok fazla olduğuna eminim. Zira geçmiş yıllarda bir yıl içinde sadece İzmir’de 15 bin kadının kocalarını evden attırdığı haberi vardı.
Bir tek İzmir’de bir yıl içinde 15 binse evden atılan erkek sayısı milyonu geçmiştir. Az buz bir zulüm değil bu.
Bir de evden atıldıktan sonra çocuğunu görmeye çalışan ya da karısına barışma mesaji gönderdiği gibi sebeplerle iletişime geçmek de suç sayıldığı için hapis cezası alıp hapse giren erkekler de çok var.
Bu kanundan sonra kadına şiddet hiç olmadığı kadar arttı: Son 7 yılda kadına şiddetin yüzde 1400 arttığını açıklamış hukukçular. Son 7 yıl İstanbul sözleşmesi ile başlıyor ve 6284 ile her geçen gün artıyor. Evinden atılan erkeklerin psikolojileri bozuluyor, cinnet geçirenler oluyor. Bu da cinayetlere sebep oluyor.
El insaf bir düşünsek aynı şey kadınlara yapılsa: Kadınlar, kocalarının keyfi sebeplerle şikayetleri ile evinden atılsa, çocuklarından koparılsa, onlarla iletişime geçme ve yaklaşma cezası olsa kadınlar ne yaparlardı acaba? Sineye çekerler miydi?
Bu kanundan sonra boşanmalar arttı: Kadınların “şikayet edeyim biraz burnu sürtülsün, benim her dediğime he desin” diye basit sebeplerle evden attırdığı kocaların çoğu eve geri dönmemiş.
Evinden atılmak hem de basit bir sebeple erkeklerin çok ağırına gidiyor. Evinden atılmış bir adamın o eşle tekrar yaşaması onunla mutlu olması pek mümkün değil.
İzmir’de bir yıl içinde kocasını şikayet edip attıran 15 bin kadından bir kısmı kocaların geri dönmeyişi üzerine tekrar karakola başvurup “biz sonunun böyle olacağını bilmiyorduk, kocalarımızı geri istiyoruz” demişler.
Erkekleri cezalandırmak üzere yapılmış bu kanun aslında kadına da yapılmış en büyük kötülüktür: “Emrime amade olsun” diye (kadınların pek çoğunun hayalidir, onun emrine amade bi koca) kocasının biraz gözünü korkutmak isteyen kadın, kendini boşanmak için mahkemede bulunca şaşırıyor ve kadın boşanmak istemese de erkek artık onu istemiyor.
Uzaklaştırma kararı aldırdığı kocası ayrılmak için eve eşyalarını almaya gelince intihan eden kadın oldu.
Hem kadına hem erkeğe hem de çocuklara büyük bir zulüm bu kanun.
Bu kanundan sonra aile huzursuzlukları arttı: Feministler tarafından beyni kirletilmiş kadınlar, gaza gelip kocalarını şikayet edip sonra pişman oluyorlar fakat kadın artık istese de şikayetini geri çekemiyor. Çekse de devlet erkeğe 3 bin lira civarı bir ceza veriyor ve bu parayı devlet alıyor.
Bir jandarma anlatmıştı kadının biri “kocamdan şikayetçiyim” diye bizi aradı, dağın başında bir köyden. Bizim merkezden ulaşmamız 2 saat sürdü. Biz varana kadar karı-koca barışmışlar. Kadın ‘ben şikayetçi değilim’ dedi fakat biz işlem yapmak zorundayız, ceza kestik. Kadının ayağında bir giyecek ayakkabısı bile yoktu öyle fakirdi fakat bu cezayı kocası ile birlikte ödemek zorunda.
İşin bir de böyle bir tarafı var. Aileye en büyük darbeyi vuran bu kanun acilen düzeltilmeli.
Fatma Şahin, bu kanun maddesini, çoğunluğu PKK destekli feminist kadın dernekleri ile oturup hazırladı bunu da alenen yaptı. Hükümet yetkilileri de “böyle adaletsiz kanun olur mu, feministlerin oyununa mı geliyoruz” demeden kabul ettiler. E tabii korkmak lazım feministlerden!
Mevki makam derdine düşüp Allah’tan korkmayanlar her şeyden korkar. Ve her korku insanın ayağına bağdır, onu cehenneme sürükleyen. Sadece ahiretteki cehennemi kast etmiyorum öncelikle bu dünyada zihninde korkunun cehennemini yaşar insan. Mevki makamını kaybetme korkusu, rızık korkusu, kadın korkusu, rahatını kaybetme korkusu…
Allah’ın rızasından başka korku taşımayanlar yüreklerinde cenneti yaşar.
Allah’ın rızasını geride bıraktıracak her ne korku varsa o korku ile imtihan oluruz, o korkulardan kurtulana kadar ya da ebediyete kadar. Bakınız hâlâ feministlerden korkuluyor. Kanunlar onların rızası gözetilerek yapılıyor.
Velhasıl bizim muhafazakar vekiller kanunu doğru düzgün incelemeden getirebileceği tehlikeleri görmezden gelerek kanunu imzaladılar.
Bu sözleşmeye göre “tanrıça kadına” yönelik “fiziksel, cinsel, ekonomik ve duygusal şiddet” uygulayan en ağır şekilde cezalandırılmalıdır. Fiziksel şiddet tamam, cezalandırılsın fakat cinsel, ekonomik ve duygusal şiddet tanımı çok geniş. Kime göre neye göre şiddet?
Şiddet kişinin algıladığı şeydir. Birine göre şiddet olan başkasına göre değildir.
Kanunda 26 madde var, şiddet olarak belirtilmiş, fakat bu maddeler yoruma açık.
Mesala cinsel şiddet konusu:Bir kadın kocasının hafta iki kez onunla birlike olmasını cinsel şiddet olarak algılayabilir. Kadına göre ayda bir yeterli olabilir ya da senede bir. Şimdi bu kadın “kocam haftada bir benimle birlikte olmak için ısrar ediyor hayır deyince zorluyor dese” erkeğe hemen ceza gelir. Suç:Karısı ile birlikte olmayı istemek. Geneleve gitse suç değil.
Ekonomik şiddet: Kadın kocasının onun ihtiyaçlarını yeterince karşılamadığını düşünür ve şikayet ederse erkek suçlu sayılır ceza alır. Erkeğin kazancı ne kadardır, kadının istekleri mi fazladır, önemli değil. Çalsın çıpsın o zaman yakalanma ihtimali daha az fakat karısının bütün isteklerini yapsın, denmiş oluyor.
Duygusal şiddet: Bunun tanımı daha da geniş. Kadın “kocam bana çiçek getirmiyor, sosyal ağlar da arkadaşlarım kadar ‘kocişim çiçek getirmiş’ diye resim paylaşamıyorum” deyip üzülse al sana kadına şiddet.
Gerçi kanuna göre bu ağır şiddet (!) hareketlerinin gerçekleşmesi gerekmiyor, gerçekleşme ihtimali bile erkeğe ceza gelmesi için yeterli.
Kısacası kadınlar; erkeklere yönelik her türlü şiddeti yapabilirler fakat erkekler, kadın ne kadar suçlu olursa olsun kadınları incitecek söz, davranış ve fiillerde bulunamazlar, bulunurlarsa “kadını incitmekten” suçlu ilan edilir ve kanunlar yoluyla cezalandırılırlar.
İstanbul Sözleşmesi’ne dayanan 6284 nolu kanunun en önemli özelliği sadece kadının beyanı ile erkeğin cezalandırılmasıdır.
Kadını şiddetten koruyalım diyerek erkeklere şiddet uygulanıyor.
Bu kanun sebebiyle erkeğe uygulanan şiddet:
Erkeğin meşru müdafa hakkı elinden alınıyor. Erkeğin beyanı hiçbir şekilde önemli olmuyor.
Erkeğin gerçekten suçlu olup olmadığına bakılmıyor. Cinsiyetinden dolayı erkek, kadına karşı baştan suçlu ilan ediliyor. Bu da adalet ilkesine aykırıdır ve en ağır şiddettir.
İki kişi arasında bir mesele var ve bir kanun maddesi diyor ki; kadın her halükarda doğrudur erkek her halükarda suçludur; erkeği dinlemeye bile gerek yok, derhal cezalandırılsın!
Erkeği cinsiyetinden dolayı aşağılamaktan başka bir şey değil bu kanun. Bazı cani erkeklerin yaptıkları şiddet sebebi ile bütün erkekler potansiyel suçlu görülüp yargısız infaz ediliyor.
6284 anayasaya da aykırıdır. Anayasaya göre “kişinin hak ve özgürlükleri tedbirlerle kısıtlanamaz” fakat bu kanun ile kısıtlanıyor. Bu kanundan mağdur olanlar anayasa mahkemesine dava açabilirler.
6284 açıkça görüldüğü gibi hem adalete hem insan hakların aykırıdır.
Fakat erkekler insan sayılmadığı için hatta kadın derneği KADEM tarafından ayılardan da aşağı görüldüğü için, erkeklerin ayılardan öğreneceği çok şey olduğuna inanıldığı için erkekler bunca zulme karşı mağdur olarak bile görülmüyor.
Kanun imzalandıktan sonra medya ve kadın derneklerinin çabalarıyla köydeki Ayşe Teyze bile öğrendi “koca evden nasıl atılır” diye: “Kocan bağırsa bile şiddet olur” gibi cümleleriyle kadın dernekleri kadınları gaza getirdiler.
O kadar tuhaf sebeplerle kocasını evden attıran var ki, yok artık denilecek cinsten. Kadın dernekleri, katılımcı kadınları yönlendirerek şiddet rakamlarını çok fazla gösterecek çalışma sonuçları ortaya çıkardılar. Ne medyada çıkan yalan haberlerin ne de bu çalışmaların güvenliğini soruşturmuyor nasıl olsa.
İstanbul Sözleşmesi ve 6284 nolu kanun hem adalete hem aileye vurulmuş en büyük darbedir.
6284 ile en çok uygulanan ceza erkeğin evden uzaklaştırılması: Kadın herhangi bir sebeple kocasını şikayet ettiğinde erkek evinden atılıyor, mahallesine giremiyor, belli bir mesafede eve yaklaşmaması gerekiyor, telefonla arayamıyor, karısı ile konuşup iletişime geçmesi, barışmaya çalışması yasak. Bu arada aylarca çocuklarını da göremiyor.
Bir erkek evden atılınca nerde kalır; ne yer ne içer, devletin zerrece umurunda değil, daha bir de onu evden attıran karısına nafaka bağlıyorlar, erkek atıldığı evin faturalarına kadar ödemek zorunda. Böyle bir adaletsizlik başka hangi ülkede var acaba?
Tabii bu kanunu boşanmış kadınlar da kullanıyor. Geçenlerde duydum, kadın eski kocasına eziyet olsun diye uzaklaştırma kararı aldırdığı kocasının evinin yanındaki okula vermiş çocuğu. Erkeğim uzaklaştırma kararında kendi çocuklarına da belli bir mesafede yaklaşmaması gerekiyor. Şimdi bu adam ne yapsın? Yıllardır oturduğu kendi evine gitmesi kanunen suç.
Ya da eski kocasını çocuğu ile görüştürmek istemeyen kadınlar da iftira ile bu kanunu kullanıyorlar. Nasıl olsa kanunlarımızda iftiranın bir cezası yok.
Kaç kadın bu kanunlarla kocasını evden attırdı sayı tam olarak belli değil.
Bu konuda resmi bir açıklama bütün araştırmalarıma rağmen göremedim. Büyük ihtimal çok büyük bir sayı var, bu yüzden açıklamıyorlar. Aile Bakanlığı’ndan ya da Adalet Bakanlığından evden atılan erkeklerin sayısını bekliyoruz.
Bir gazete haberinde. “Kocasını polise şikâyet ederek sokağa attıran kadın sayısı 2006’da 4.884 iken bu rakam 2015’te 190 bine ulaşıyor.” deniyor.
Fakat sayının 190 binden çok fazla olduğuna eminim. Zira geçmiş yıllarda bir yıl içinde sadece İzmir’de 15 bin kadının kocalarını evden attırdığı haberi vardı.
Bir tek İzmir’de bir yıl içinde 15 binse evden atılan erkek sayısı milyonu geçmiştir. Az buz bir zulüm değil bu.
Bir de evden atıldıktan sonra çocuğunu görmeye çalışan ya da karısına barışma mesaji gönderdiği gibi sebeplerle iletişime geçmek de suç sayıldığı için hapis cezası alıp hapse giren erkekler de çok var.
Bu kanundan sonra kadına şiddet hiç olmadığı kadar arttı: Son 7 yılda kadına şiddetin yüzde 1400 arttığını açıklamış hukukçular. Son 7 yıl İstanbul sözleşmesi ile başlıyor ve 6284 ile her geçen gün artıyor. Evinden atılan erkeklerin psikolojileri bozuluyor, cinnet geçirenler oluyor. Bu da cinayetlere sebep oluyor.
El insaf bir düşünsek aynı şey kadınlara yapılsa: Kadınlar, kocalarının keyfi sebeplerle şikayetleri ile evinden atılsa, çocuklarından koparılsa, onlarla iletişime geçme ve yaklaşma cezası olsa kadınlar ne yaparlardı acaba? Sineye çekerler miydi?
Bu kanundan sonra boşanmalar arttı: Kadınların “şikayet edeyim biraz burnu sürtülsün, benim her dediğime he desin” diye basit sebeplerle evden attırdığı kocaların çoğu eve geri dönmemiş.
Evinden atılmak hem de basit bir sebeple erkeklerin çok ağırına gidiyor. Evinden atılmış bir adamın o eşle tekrar yaşaması onunla mutlu olması pek mümkün değil.
İzmir’de bir yıl içinde kocasını şikayet edip attıran 15 bin kadından bir kısmı kocaların geri dönmeyişi üzerine tekrar karakola başvurup “biz sonunun böyle olacağını bilmiyorduk, kocalarımızı geri istiyoruz” demişler.
Erkekleri cezalandırmak üzere yapılmış bu kanun aslında kadına da yapılmış en büyük kötülüktür: “Emrime amade olsun” diye (kadınların pek çoğunun hayalidir, onun emrine amade bi koca) kocasının biraz gözünü korkutmak isteyen kadın, kendini boşanmak için mahkemede bulunca şaşırıyor ve kadın boşanmak istemese de erkek artık onu istemiyor.
Uzaklaştırma kararı aldırdığı kocası ayrılmak için eve eşyalarını almaya gelince intihan eden kadın oldu.
Hem kadına hem erkeğe hem de çocuklara büyük bir zulüm bu kanun.
Bu kanundan sonra aile huzursuzlukları arttı: Feministler tarafından beyni kirletilmiş kadınlar, gaza gelip kocalarını şikayet edip sonra pişman oluyorlar fakat kadın artık istese de şikayetini geri çekemiyor. Çekse de devlet erkeğe 3 bin lira civarı bir ceza veriyor ve bu parayı devlet alıyor.
Bir jandarma anlatmıştı kadının biri “kocamdan şikayetçiyim” diye bizi aradı, dağın başında bir köyden. Bizim merkezden ulaşmamız 2 saat sürdü. Biz varana kadar karı-koca barışmışlar. Kadın ‘ben şikayetçi değilim’ dedi fakat biz işlem yapmak zorundayız, ceza kestik. Kadının ayağında bir giyecek ayakkabısı bile yoktu öyle fakirdi fakat bu cezayı kocası ile birlikte ödemek zorunda.
İşin bir de böyle bir tarafı var. Aileye en büyük darbeyi vuran bu kanun acilen düzeltilmeli.
Ak Parti’ye sorularım:
1-Biz Avrupa Birliği üyesi değiliz. Neden Avrupa Konseyinin böyle cinsiyetçi, adalete aykırı bir sözleşmesini kabul ettiniz?
2-Haydi sözleşmeyi kabul etiniz hangi akılla 6284 ü onayladınız?
3-Haydi bir gaflete gelip Fatma Şahin’in tuzağına düştünüz fakat bu kanundan sonra şiddetin bu kadar arttığını gördüğünüz halde neden yıllardır hâlâ bu kanun uygulanıyor.
Hükümetin seçimden önce acilen bu sözleşmeyi iptal etmesi ve kanun maddesini kaldırması lazım.
İstanbul Sözleşmesinin fesih ile ilgili bölümünde şöyle yazıyor:
“Herhangi bir Taraf, herhangi bir zaman diliminde, Avrupa Konseyi Genel Sekreterine yapacağı bir bildirimle işbu Sözleşmeyi feshedebilir.”
Acilen sözleşmeyi feshedin. 6284 ü de iptal edin.
İnşallah mecliste bu kanunun iptali için teklif hazırlayacak cesur vekillerimiz vardır. Bu kanun kaldırılırsa feminist kadınların carlamalarını biraz çekmek gerekebilir. Bu sözleşme sebebiyle Avrupa fonundan beslenen çoookk kadın derneği var.
Mesala Avrupa İnfo da “Tutunduklarımız:İstanbul Sözleşmesi” başlıklı bir yazıda İstanbul sözleşmesinin kadın derneklerinin tutundukları dal olduğunu anlatılıyor:
“Türk Kadınlar Birliği Genel Başkanı Sema Kendirci Uğurman Avrupa Birliği desteğinin hayati olduğunu vurguluyor. “Sivil toplum örgütleri finansal anlamda hayal ettikleri projeleri gerçekleştirmek için yeterince destek bulamıyor. Avrupa Birliği’nin katkılar sayesinde projeyi hak ettiği boyutta gerçekleştirebildik. Mesela gereken yayınları oluşturabildik” diyor. Proje ekibinden Sevna Somuncuoğlu, “AB özelikle bu projeye gereken insan kaynağınıı ayırabilmemizi ve onu sürdürülebilir kılmamızı sağladı” diye ekliyor.”
Bu kadınlar bu kanunların kadına şiddeti artırdığını gayet iyi bildikleri halde canhıraş savunmaya devam ediyorlar; zira şiddet arttıkça Avrupa fonu ödül olarak parayı artırıyor. Böyle bakılınca kadın derneklerinin çoğu kadın kanından besleniyor. Öldürülen kadınların görünmeyen katilleri feministlerdir.
İsminin başında “Adalet” olan Adalet ve Kalkınma Partisi‘ hükümetinden seçime girmeden, acilen bu kanunları değiştirmesini bekliyoruz, bu onlar için seçimden önce son fırsat.
Bir tek bu kanun değil, Ak Parti hükümetinin kadın politikalarını gözden geçirmesi, aileyi ilgilendiren kanunların acilen daha fazla mağdur üretmeden düzeltmesi gerekiyor: Eski eşe ömür boyu nafaka zulmü, eşit mal paylaşımı, boşanmalarda tazminat, velayet, boşanma davalarının uzun sürmesi, erken evlenenleri cinsel istismar kapsamında değerlendirip dini nikahlı erkekleri tecavüzden yargılayıp mahkum etmek…
Mesala Avrupa İnfo da “Tutunduklarımız:İstanbul Sözleşmesi” başlıklı bir yazıda İstanbul sözleşmesinin kadın derneklerinin tutundukları dal olduğunu anlatılıyor:
“Türk Kadınlar Birliği Genel Başkanı Sema Kendirci Uğurman Avrupa Birliği desteğinin hayati olduğunu vurguluyor. “Sivil toplum örgütleri finansal anlamda hayal ettikleri projeleri gerçekleştirmek için yeterince destek bulamıyor. Avrupa Birliği’nin katkılar sayesinde projeyi hak ettiği boyutta gerçekleştirebildik. Mesela gereken yayınları oluşturabildik” diyor. Proje ekibinden Sevna Somuncuoğlu, “AB özelikle bu projeye gereken insan kaynağınıı ayırabilmemizi ve onu sürdürülebilir kılmamızı sağladı” diye ekliyor.”
Bu kadınlar bu kanunların kadına şiddeti artırdığını gayet iyi bildikleri halde canhıraş savunmaya devam ediyorlar; zira şiddet arttıkça Avrupa fonu ödül olarak parayı artırıyor. Böyle bakılınca kadın derneklerinin çoğu kadın kanından besleniyor. Öldürülen kadınların görünmeyen katilleri feministlerdir.
İsminin başında “Adalet” olan Adalet ve Kalkınma Partisi‘ hükümetinden seçime girmeden, acilen bu kanunları değiştirmesini bekliyoruz, bu onlar için seçimden önce son fırsat.
Bir tek bu kanun değil, Ak Parti hükümetinin kadın politikalarını gözden geçirmesi, aileyi ilgilendiren kanunların acilen daha fazla mağdur üretmeden düzeltmesi gerekiyor: Eski eşe ömür boyu nafaka zulmü, eşit mal paylaşımı, boşanmalarda tazminat, velayet, boşanma davalarının uzun sürmesi, erken evlenenleri cinsel istismar kapsamında değerlendirip dini nikahlı erkekleri tecavüzden yargılayıp mahkum etmek…
Ak Parti eğer seçime bu kanunlarla girecekse önce partinin ismini değiştirip “Adalet” kelimesini kaldırsınlar. Partinin adını icraatlarına uygun:
“Kadınları Kalkındırma Partisi” yapabilirler.
O zaman bizde bu gibi konuların hesabını onlardan hiç sormayız.
Eğer Adalet ve Kalkınma Partisi adı ile devam etmeyi düşünüyorlarsa bize adaletli olduklarını göstersinler, bu kanunlarda adaleti göremiyoruz.
Eğer Adalet ve Kalkınma Partisi adı ile devam etmeyi düşünüyorlarsa bize adaletli olduklarını göstersinler, bu kanunlarda adaleti göremiyoruz.
Sema MARAŞLI
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder