EĞİTSEL ARAÇ OLARAK ÇİZGİ ROMANIN
ÖNEMİ
İçinde bulunduğumuz çağda
görselliğin, özellikle de medya yoluyla günlük yaşamı kuşatan bir hakimiyeti söz
konusudur. Bunun etkileri eğitime de
yansımakta, görsel araç-gereçlerin derslerde kullanımı öğrenmenin ve
dersin başarısını belirlemektedir.
Eğitim uygulamalarındaki yeni yaklaşımlar, çoklu öğrenme ortamlarını zorunlu
kılmaktadır. Yalnızca ders
kitaplarına dayanan öğrenme ortamları, derslerin tekdüze hale gelmesi
tehlikesini
barındırdığı gibi, öğrencilerin bireysel
ihtiyaçlarının karşılanmasına da katkıda bulunmamaktadır. Çizgi roman,
metinle resmi iç içe geçirerek
bütünlüklü bir anlatı haline getiren görsel bir medya aracı olduğundan - özellikle
metin unsurunu da içinde barındırdığı
ve bu yönüyle okuma anlama becerisine de seslendiği için - Türkçe
derslerinde ders malzemesi olarak kullanılmaya
son derece uygun araçlardır. Tıpkı diğer metin türleri gibi çizgi
romanlar da, derslerde çok farklı
biçimlerde kullanılarak öğrencileri kapsamada çeşitli olanaklar sunarlar. Bu
çalışmada, çizgi romanın Türkçe
derslerinde hangi yönleriyle kullanılabileceğine dair bir örnek sunulmaya
çalışılacaktır.
Çizgi roman, bir olayı veya bir
öyküyü anlatan bir resim dizisidir. Anlama,
kavrama ve ifadelendirme konusunda etkin bir eğitim metodudur. Çizgiroman aynı
zamanda sinemanın ilk evresidir; story-board’dır. Kültür ekonomisinin önemli
mihenklerindendir. Özellikle internet dünyasında yer almak adına başlama
evresidir.
Çevremizi kuşatan sayısız
çeşitlilikteki görsel unsur, gündelik yaşamımızın ayrılmaz bir parçasını
oluşturmakta ve
adeta toplumun gelişimini
belirlemektedir. Her geçen gün daha da gelişen medya çağında, sözlü kültürden
görsel kültüre adeta bir “Görsel
Milat” ile evrilme söz konusudur .
“Aynı anda birden fazla yerde bulunma”
özelliklerinden dolayı resimlerin/görsellerin gündelik yaşam içerisinde öğrenme
süreçlerine, bilgi edinme süreçlerine ve estetik alımlamaya katkıları giderek
daha fazla önem kazanmaktadır.
Resimler/görseller özellikle de çocukların
ve gençlerin alımlama alışkanlıklarında gözle görülür avantajlar
sağlamaktadır. Çocuklar ve gençler, çizgi
roman, televizyon, bilgisayar oyunları, videolar veya cep telefonları gibi
çeşitli görsel medya araçlarıyla
yetişkinlere göre daha fazla zaman geçiriyorlar. Böylece gerek sözlü, gerekse
yazılı dillerine ve metin yapılarına
yansıyan bir etki ortaya çıkmaktadır. Giderek daha fazla öğrencinin, bir metin
oluştururken medya araçlarından edindikleri deneyimlerden yararlandıklarını
ortaya koymaktadır. Çalışmalar
göstermektedir ki belirli bir resim/görsel için öğrenciler tarafından oluşturulan
metinlerde medya ile (örneğin belirli kişiler veya olaylar gibi) sıkı bağlar
kurulduğu ortaya çıkmıştır. Bu bağlama erkek öğrencilerde, kız öğrencilere
oranla iki kat daha fazla rastlanması, ayrı bir çalışmanın konusu
niteliğindedir.
Çocukların ve gençlerin okul dışında
akınlarca resime/görsele maruz kalmaları,
görsel unsurlarla ve bunların
anlamlarıyla ilgili eleştirel bir
hesaplaşmayı gerekli kılmaktadır. Otomatikleşmiş ve mekanikleşmiş bir dünya
algısının oluşmasını önlemek için öğrenciler, resimleri/görselleri
anlamlandırmayı okulda öğrenmeli, böylelikle eleştirel bir medya okuryazarlığı
yetisi kazanmalıdır. Görsel yazın, yani
görsel iletileri anlamak, oluşturmak ve iletişim surecinde kullanmak,
öğrenilmesi gereken bir süreçtir. Farklı biçimlerdeki resimler/görseller ve
barındırdıkları olanaklar, derslerde bilinçli bir şekilde kullanılmalıdır.
Burada kastedilen, resimlerin derslerde yoğun olarak ele alınması ve çözümlenmesidir.
Bu sürece, betimleme, sıralama, yorumlama, eleştirel yansıtma, yargılama ve
kendi kendine resim oluşturma gibi tutum ve davranışlar da dahildir. Böyle bir
çalışma okullarda, özellikle de anadili olarak Türkçe derslerinde, görsel okur
yazarlığın geliştirilmesine katkı olması ve görsel unsurların etkili ve amaca uygun
bir şekilde kullanılması için gereklidir.
Burada Türkçe derslerinin, sözlü
kültürün görsel kültüre evrilmesi olgusunu nasıl ve hangi araçlarla bir
kazanıma
dönüştürebileceği sorusu ortaya
çıkmaktadır. Dahası, öğrencilerin görsel unsurlarla sorumluluk sahibi ve
eleştirel bir ilişki kurabilmeleri
yönünde Türkçe derslerinin hangi katkıları sunabileceği üzerine kafa
yorulmalıdır.
Özellikle 21. yüzyılda diğer ilgi çekici
medya ortamları (internet, bilgisayar, oyunları, tv gibi) arasında
çizgi romanların okuma alışkanlığı
yaratmadaki öncü rolü de hesaba katıldığında, metin turu olarak çizgi
romanın eğitim öğretim faaliyetleri açısından
önemi bir kat daha artmaktadır.
Bu anlatımımızda, çizgi roman türünün
birçok kullanım biçimi arasından, eğitsel boyutuyla ilgili bir kullanım biçimi
önerilmektedir. Çizgi romanın Türkçe derslerine ne tür katkılar
sağlayabileceği, okuma ve bilgi edinme sürecini öğrenciler için daha zevkli bir
sürece dönüştürmede nasıl kullanılabileceğine dair ifadelendirmelerimiz olacaktır.
Dünyadaki gelişimin bir benzeri
olarak Türkiye’de de çizgi roman ilk olarak gülmece içerikli ve resimli çocuk
dergilerinde, çizgi bant şeklinde
görülmüştür. 1900’lerin başında fıkraların resimlendirilmesi gibi çizgi romana
dahil edilmeyecek çizimler kullanılsa
da gazetelerde çizgi roman sanatçılarına özel bir yer ayrılmamıştır.
Cumhuriyetin yeni kurulduğu bu dönemde
dışarıdan gelecek her türlü ürüne kültürel yozlaşmaya yol açacağı
düşüncesiyle sıcak bakılmamıştır .
Türkiye’de çizgi romanın genel gelişimine bakıldığında çocuklar
için üretimin çok az olduğu,
genellikle yabancı kaynaklı çizgi romanların bu açığı kapattığı görülmektedir.
Ancak,
60’lı ve 70’li yıllarda sosyo-politik
gündemin de etkisiyle Türk çizgi romanı, üretim ve çeşitlilik konusunda
oldukça zenginleşmiştir.
Yaklaşık yüz yıllık geçmişiyle
oldukça yeni bir anlatı biçimi olan çizgi roman, dersler icin bir öğrenme
materyali
olarak sınırsız olanaklar
sunmaktadır. Görsel malzeme olarak öğrencilere çok kısa sürede çok fazla bilgi
aktarma
özelliğine sahip olan çizgi roman,
aynı zamanda eleştirel ve bilincli bir görsel okuma için zemin sağlar. Özellikle
okuma alışkanlığı ve okuma yetisi
zayıf olan öğrenciler için daha pratik bir bilgi edinme aracıdır. Anlatı biçimi
bakımından diğer yazınsal türlere oranla
daha etkin bir anlatı biçimine sahip olan çizgi romanın ders aracı olarak
kullanımı pragmatik acıdan son derece
yalın ve basittir.
Statik, küçük ve tekil resim
panellerinden oluşan çizgi romanlar hem özgün bir metin türü olarak edebiyat
ile
yakın ilişki içerisindedir, hem de
grafik özelliklerinden dolayı görsel medyanın bir parçasıdır. Dünyada da
sayısız
örneği olan ve ülkemizde Shakespeare,
Dostoyevski ve Kafka gibi klasik yazarlara ait edebiyat klasiklerinin çizgi
roman haline getirilerek NTV
yayınları tarafından seri halinde yayımlanan “Çizgi Roman Dünya Klasikleri “,
edebiyat ile çizgi romanın birleşmesine
örnek olarak gösterilebilir.
Bu bağlamda çizgi romanın, kullanım biçimine
göre yazınsal bir niteliğe de büründüğünü söylemek mümkündür.
Tekil resim panelleri, birbirine bağlı
ve anlamlı bir anlatı ağı oluşturarak sayfa içerisinde uygun bir biçimde
yerleştirilir.
Resimler anlatımı, yazılı metinlere oranla daha açık hale getirmekte ve yoruma
daha fazla yer
vermektedir. Görsel algı daha kısa sürede,
daha dolayımsız gerçekleşir ve doğrudan duygusal boyutta karşılığını
bulur. Bir resimden diğerine geçişte
doldurulması gereken boşluklar vardır:
birinci resim biter, ikinci resim
başlar ama ikisinin arasında anlatım
acısından anlamlı bir boşluk vardır. Burada söz konusu olan, okuyucunun
çıkarsama yoluyla doldurması gereken
anlatısal bir boşluktur. Resimler arasındaki bu tamamlama işlemi, yani
paneller arasındaki anlatısal bağı
kurma işlemi öğrencilerin kendi kendilerine tamamlamaları gereken bir
sürectir. Bunun yapılabilmesinin ön
koşulu ise tıpkı yazınsal metinlerde olduğu gibi okurun ön bilgileri ve
deneyim ufkudur. Çizgi roman okuyucusu,
her bir kare için gerekli olan olayların gerçekleşme süresini kendisi
belirler. Paneller, okura olaylar örgüsü
içinden sadece belirli kesitleri sunar, okuyucu bu kesitler arasındaki
boşlukları doldurarak kendi hayal gücünü
ve birikimlerini de kullanarak olay örgüsünü tamamlar. Böylece her
okur için farklı bir algılama ve alımlama
boyutu söz konusudur.
Edebiyat eserlerinin çizgi roman
tekniğine uyarlanması, giderek yaygınlaşan ve edebiyat çevrelerinde kabul
gören bir yöntemdir. Aynı yöntemin,
okullarda ders içeriklerinin çizgi roman tekniğinden yararlanılarak
öğrencilere aktarılması surecinde de
kullanılması mümkündür. Özellikle metinlerin ders materyali olarak başat
rol oynadığı Türkçe ve edebiyat
dersleri için, okuma becerisinin geliştirilmesi bağlamında çizgi roman
tekniğinden yararlanılması, hem Türkçe
ve edebiyat derslerini tek düze olmaktan çıkaracak, hem de öğrencilerin
bireysel öğrenme ortamlarına farklı ve
yenilikçi bir anlayışla katkıda bulunacaktır. Belirli bir olay örgüsü ve
öğrencilerin kendilerini özdeşleştirebilecekleri
farklı karakterler yaratılarak, dersin konusu işlenebilir, dersin
kazanımlarını hedef alan bilgi böylelikle
öğrenciler tarafından daha rahat anlaşılabilecektir.
Çizgi Romanın ve Çizgi Roman Tekniğinin
Eğitsel Amaçları
Çizgi romanların derste kullanımının zengin görsel
yapısı, heyecanlı, merak uyandıran kurgusu,
kahramanların olumlu nitelikleriyle
sempati/empati yaratmaları, öykülerin kısalığıyla çabuk sonuca ulaştırmaları
ve okunmalarının, elde edilmelerinin
kolaylıkları, ama öncelikle zevk için okunmalarından ötürü, okuma
alışkanlığı üzerinde olumlu etkileri
olduğunu belirtmektedir
Araç gereç çeşitliliği sağlamak için,
konuyu daha ilginç hale getirmek için, karmaşık bağlantıları görselleştirmek
için ve öğrencileri motive etmek için resimlerin ve resimli öyküler gibi
görsellerin derslerde amaçlı bir şekilde kullanıldığı bilinmektedir. Bu bağlamda
çizgi roman, resimlerin ve görsellerin yerine getirdiği işlevi, sürece metni de
dahil ederek bir adım öteye taşımaktadır. Çizgi roman ne resim, ne de yazıdır.
Resmin ya da yazının, bütünleyici olarak kullanılan diğer bir unsurla ilişkisi
sonucunda ulaşılan bir sentezdir. Yani çizgi roman, birbirinden farklı iki
temel unsurun (metin ve resim) kaynaşmasıyla oluşan bir anlatım biçimi, bir
kurgu sanatıdır.
Çizgi roman, öğrencileri özellikle
okuma eylemine teşvik etmek icin son derece uygun bir araçtır. Özellikle
ülkemizde okuma alışkanlığı edinememenin bertaraf edilmesi adına önemli bir
çözüm teklifidir. Ancak tek yanlı olan yabancı kaynaklı çizgi romanların
kültürel yozlaşmada önemli bir misyon edindikleri gerçeğinide görmezden
gelemeyiz. Her konuda olduğu gibi millileşmenin önemini bu konuda daha iyi
anlayabiliyoruz. Hele ki ülkemizde basılan kitapların %90’ının tercüme
eserlerden ibaret olduğunu düşünecek olursak… Bu konuda acilen çizgi roman
sanatçıları yetiştirmeliyiz ki eserleri ortaya koyacak bizden sanatçılarımız
olsun. (www.cizgiromanokulu.org)
Bunun yanı sıra çizgi roman, konuşma ve yazma
alıştırmaları için de birçok olanak sunmaktadır. Çizgi romanın vazgeçilmez unsurları
olan konuşma ve düşünme balonları, boşluk doldurma alıştırmaları düşünüldüğünde,
bir anda yararlı birer ders aracı haline dönüşmektedir. Panellerin (çizgi roman
karelerinin) sırasının karıştırılmasıyla, öğrencilerin panelleri doğru sıraya
göre dizme işlemi, okuma-anlamaya yönelik başka bir alıştırma örneği olarak
gösterilebilir.
İlköğretim Türkçe derslerinde çizgi
romanı bir metin turu olarak kullanmak mümkün olduğu gibi, çizgi roman
tekniğinden yararlanılarak ders
konularını çizgi romana uyarlamak da mümkündür. Yukarıda da belirtildiği gibi,
çizgi roman bir metin türü olarak özellikle
okuma, konuşma ve yazma beceri alanlarına yönelik çok işlevli bir
ders aracı niteliğindedir. Dilbilgisi
alanı düşünüldüğünde de, çizgi roman tekniğinin dilbilgisi konularını
aktarmada öğretmen icin büyük
olanaklar barındırdığını söylemek mümkündür. Böylelikle öğretim programında
belirtilen kazanımlara ve konulara bağlı
kalınarak, öğrencilerin çoğu zaman anlamakta zorlandıkları dilbilgisi
konularının aktarımı hem daha eğlenceli
hem de daha yalın bir şekilde gerçekleşecektir.
BULGULAR
Çizgi roman, eğitim-öğretim
faaliyetlerinin de ilgi alanına girmeye başlamıştır. Ancak Batı’da 70’ li yıllardan
beri ders malzemesi olarak algılanmasına karşın çizgi romanın dil öğretimi
derslerindeki kullanım olanakları ile ilgili kısıtlı sayıda kuramsal çalışma
bulunmaktadır. Burada, çizgi romanın dil öğretimi dersleri için sunduğu
olanaklara dair bazı yaklaşımların
ortaya konulduğu az sayıdaki makale söz konusudur.
Ders aracı olarak çizgi romanın
derslerde etkili bir biçimde kullanılabilmesi için öncelikle eğitim-öğretim
bağlamının içerisine yerleştirilmesi
gerekmektedir. Çizgi romanı, derslerde
zaten kullanılmakta olan resim türlerinin arasına yerleştirilmelidir.. Bu acıdan
bakıldığında çizgi roman, resim olarak,
daha doğrusu resimli hikaye gibi de
ele alınabilmekte ve “gerçek hayatta karşılaşılan nesne ve
canlılarla
doğrudan benzerlik gösteren” görsel
araçlardan birini oluşturmaktadır. Öyleyse
çizgi roman bir resim türü olarak ele
alındığında, görsel okuma öğretimine dair ortaya konulan görüş ve
kuramların, çizgi roman ile ilgili
kuramsal yaklaşımlar ve eğitsel çözümlemeler geliştirmede yararlı veriler ve
dayanaklar sunduğu söylenebilmektedir.
Buradan yola çıkarak teklif te bulunmak istiyorum; Düşünsenize tarih
derslerinin çizgi roman yöntemiyle çocuklarımıza aktarıldığını.
Çizgi romanlar işaret kodlarından oluştuğundan,
sözlü ve görsel araçların arasına yerleştirilmeli ve bir “bileşik araç” olarak
sınıflandırılmalıdır . Çizgi roman tekniğinin dil öğretiminde bir ders aracı
olarak kullanılmasına olanak sağlayan özellik, sözlü ve görsel unsurların
ortaklığının belirleyiciliğidir. Bu bağlamda dil öğretiminde çizgi romandan nasıl
yararlanabileceğine dair bazı öneriler şu şekilde sıralanabilir:
1) Çizgi roman tekniği ile kelime dağarcığının
geliştirilmesi
2) Konuşma balonları tamamlama
3) Çizgi roman aracılığıyla aktarılan
olay, durum veya konu hakkında görüşlerini belirtme
4) Çizgi roman oluşturma veya
tamamlama
5) Çizgi roman tekniğinden
yararlanarak canlandırmalar yapma ve çizgi roman öyküleri oluşturma
6) Çizgi roman oluşturma (hem içerik
hem de biçim olarak)
7) Okunan çizgi romanın sözlü veya
yazılı olarak özetlenmesi
8) Aidiyet, algı ve bilgi
yüklemlemesi yapılır.
Sekiz yıllık ilköğretim sürecinde
Türkçe öğretiminden beklenen, öğrencinin okuma,dinleme/izleme, konuşma ve
yazma becerilerini dilin kurallarına
uygun olarak geliştirmesidir. Bir sonraki aşamayı oluşturan ortaöğretim ise
Türkçe’nin imkanları çevçeresinde,
tarihi süreçte oluşan edebi dilin gelişimini, özelliklerini ve ürünlerini öğretmeyi
hedefler. Bu açıdan bakıldığında ilköğretimin 6, 7 ve 8. sınıfları bir geçiş
dönemi özelliği gösterir. Öğrenci bu dönemde, 1ile 5. sınıflarda öğrendiklerini,
seviyesine uygun Türk ve dünya edebiyatının seçkin örnekleriyle geliştirir ve
kendi anlam dünyasını yapılandırmaya başlar. Bu sebeple 6-8. Sınıflar Türkçe
Dersi Öğretim Programı, bu bütünlük ve devamlılık göz önünde bulundurularak hazırlanmaya
çalışılmıştır.
Türkçe öğretimi; Dinleme/İzleme, Konuşma,
Okuma, Yazma ve Dilbilgisi olmak üzere beş öğrenme alanından
oluşmaktadır. Bu nedenle standart bir yıllık plan uygulanması
mümkün değildir. Ancak Türkçe dersi öğretmenleri okutacakları metinlere göre yıllık
plan yapmaktadırlar. Dilbilgisine yönelik kazanımlar ise sınıf seviyesine göre
değişmekte olup bu kazanımların programda belirtilen sıraya göre verilmesi
esastır. Bu çerçevede dilbilgisi kazanımlarının yıllık bir plan dahilinde
verilmesi mümkündür.
SONUÇ
Medya (Hele ki sosyal medya) araçları
ile ilgili yaratılan talepler, seçenekler ve bunların kullanımı son on yıl içerisinde
büyük değişikliler göstermiştir. Günümüz toplumlarında iletişim büyük ölçüde görsel
ve elektronik medya araçları yoluyla gerçekleşmektedir. Veriler, bilgiler,
hikayeler ve eğlence programları sorunsuz bir şekilde her an her yerde erişilebilir
durumdadır. Karmaşık iletişim yapılarının sürdürülebilirliği ve siyaset,
ekonomi ve kültür alanlarındaki faaliyetlerin işlerliği için giderek daha yeni
medya araçlarına gereksinim duyulmaktadır. Yeni
araçlar, iletileri özellikle resimler
ve konuşulan dil yoluyla aktarmaktadır. Bu nedenle görsel araçlar çocuklar
tarafından, yazılı araçlara, yani önce
okurun kafasında kendi hayal gücü yardımıyla resimlere dönüştürülmesi
gereken işaretlerle kodlanmış bir
dile göre daha kolay anlaşılabilmektedir. (Hayal Fabrikası isimli projemize
bakınız.)
Çizgi romanın eğitsel boyutunu ele
alan ve çizgi romanın bir ders aracı olarak kullanılmasını öneren çalışmalar,
daha çok sezgisel olarak geliştirilmiştir.
Öğretmenlere, çizgi romanı derslerde kullanma konusunda yol
gösterecek, onları teşvik edecek açıklıkta
kavramlar ve yaklaşımlar bu zamana kadar ortaya konulmamıştır. Ta ki bizim
Türkiye’nin ilk ve tek çizgi roman okulunu kuruncaya dek. Daha ileri aşamada, Türkce
derslerinin öğretim amaçlarına uygun olarak hedeflenen kazanımların elde
edilmesinde çizgi romanın seçimi için gerekli ölçütlerin de belirlenmesi
gerekmektedir. Ki bu konuda da nacizane ortaya somut şeyler ortaya koyan yine
biz olduk.
Ne yazık ki ülkemizde bizim dışımızda
çizgi romanın eğitsel bir araca dönüştürülmesine dayanak oluşturacak ve bu konuda
öğretmenlere yol gösterir nitelikte acık ve net bir yöntem önerisi koyacak
kimse yoktur. Öğrencilerin çizgi romana karşı sergiledikleri
acık tutum, çizgi romanın eğitim-öğretimde bir ders aracı olarak geliştirilmesi
ve kullanılması icin önemli ve olumlu bir ön şartı yerine getirmektedir. Eğitim,
gerçeklere odaklanmalıdır. Öğrencilerin çizgi roman ile kurdukları olumlu ilişki
de bu gerçeğin bir parçasıdır.
NEDEN HEROTÜRK?
Bugün hayranı olduğum onca şey kültürümüze, yaşantımıza ithal olarak gelmişken. Bize, kendime, gerekliğe inanmamı sağlayan yüzde yüz yerli, yüzde yüz gerçek, yüzde yüz sanatçı biriyle yakından tanışma, konuşma ve bunları sizlerle paylaşma fırsatına sahip oldum…
SANATLA GEÇEN BİR ÖMÜR…
SANATLA GEÇEN BİR ÖMÜR…
FEHMİ DEMİRBAĞ KİMDİR?
Bize kendinizden bahseder misiniz?
Fehmi Demirbağ, Tokatlıyım. İşçi bir babanın, oğluyum. Makinistlik yapmaktaydı babam şeker fabrikasında. Liseye kadar eğitimimi Tokat’ın Turhal ilçesinde yaptım. Endüstri Meslek Lisesi’nde Elektrik Bölümünü bitirdim. Sonra İstanbul’a geldim. Hukuk Fakültesi, peşinden Güzel Sanatlar Fakültesi okudum. Daha sonra Reklam ajanslarında çalıştım. Kendi Reklam Ajansımı kurdum. Radyo, televizyonlarda programlar yaptım, tiyatrolarda oynadım. Daha sonra yazmaya çizmeye başladım, yaklaşık 50 ye yakın kitaba dönüştü bu geçmiş birikimlerim. Nihayetinde liselerde söyleşi yapmaktayım. Halen devam eden bir televizyon kanalında haftalık olarak program yapmaktayım. Yakın bir zamanda Türkiye bir ilk olan bir çalışmaya imza atmak üzereyiz, bir çizgi roman okulu açıyoruz. Bütün çalışmalarımız mümkün mertebe çocuk ve gençlik edebiyatı üzerine yoğunlaşmış vaziyette. Çizgi film yaptık, Türkiye’nin en kaliteli çizgi filmi oldu, TRT kanalından cevaplar bekliyoruz. Kısacası sanatla geçen bir ömür…
HeroTürk adı altında romanlar yazdınız. Öizgi romanlar yaptınız. Bize HeroTürk’ten bahseder misiniz? HeroTürk kimdir?
Türkiye’de çocuklarımızı bizler maalesef batının değerlerine göre yetiştiriyoruz. Çocuk deyip geçmeyin, bu ülke nüfusunun yirmi beş milyonu, on iki yaş altında. Yani Türkiye’nin gelecekten bahsedebilmesi adına çocuklarını kendi değerleriyle yetiştirmesi lazım. Olay sadece bir aitlik duygusu değil. Çünkü olayın bir sonra ki aşaması kültür ekonomisi söz konusu. Bizler kendi kazanımlarımızı, maddi manada, batının değerlerine bu ölçüde absorbe etmekteyiz. Nihayetinde de bu maddi ve manevi noktada da bir ölçüde tükenmişliğimizi de ortaya koymakta. HeroTürk neden ortaya çıktı? İşte dedik ki, çocuk edebiyatında yüzde doksan tercüme eserlerle varız. Sadece çocuk edebiyatı noktasında yoksunluğumuz yok, aynı zamanda çizgi film, internet oyunları vb. bunlarda da yokuz. Daha da önemlisi oyuncak sanayisinde yokuz. Kendi çocuklarımıza batının kahramanlarıyla, karakterleriyle özdeşik hale getirdik. Şartlar bu konuda kültürel erozyona sebebiyet verdi ki, misal veriyorum İstanbul. Özellikle alışveriş merkezleriyle yeni yapılan sitelerle adeta konstantinopole dönmek üzere. Yani bütün yaşam alanlarımız İngilizce isimlere terk edilmiş vaziyette. Yani gakkoşu, dadaşı, Anadolu’nun bağrından kopup gelmiş insanlar İstanbul’da, bir keyfiyet içerisinde iken, birbirlerine adres verirken ‘’My World sitesinde oturuyorum.’’ Diyor. Biz mahalle kültürüyle büyüyen insanlardık, ma halle yani hal birlikteliği. Şimdi onu siteye çevirdik. Yani Yunan Polis Devleti. Yani her açıdan kuşatılmış bir Türkiye gerçeği var. İşte buna itiraz etme maksatlı, HeroTürk diye bir rol model ortaya koyalım dedik. Bununla ilgili yaklaşık altı tane roman yazdık. Dört cilt çizgi roman ortaya çıkardık, tiyatro oyunları yaptık, çocuk dergisi çıkardık, niyetimiz çizgi sinema filmi. Bir üst perdeden de asıl niyet, nasıl Hollywood’un Walt Disney’i varsa, artık bizim de kendi çocuk ve gençliğe yönelik bir enstitüye dönüşmemiz lazım. HeroTürk’ün asıl maksadı bu. Çocuk edebiyatına bu ölçüde teşvik etmek.
AHLAKİ DEĞERLERE SAHİPSEN, SEN ZATEN KAHRAMANSIN !
HeroTürk bizden biri ve geçmişimizi anlatan bir kahraman. Neden Hero? Neden Kahraman Türk değil?
Hikayenin başlangıcı şu, aslında bu çok karşılaştığım bir soru. Yani Türk ve Hero’yu insanlar ister istemez itiraz ediyor. ‘’Madem Türk kahramanı, neden HeroTürk?’’ ilk karşılaştığımız soru bu. Bizde diyoruz ki, bu soruyu soran insanlar. Madem bu kadar samimisiniz, neden Renault, neden Marlboro, neden Show TV, neden bu soruları sormuyorsunuz da ortaya yeni çıkartmaya çalıştığımız bir çalışmaya itiraz ediyorsunuz? Eyvallah koyduk bir köşeye artık. Karakterimizin aslında ismi Ertuğrul. Henüz bu Diriliş Ertuğrul dizisi başlamadan önce başladığımız bir çalışma. Ertuğrul mühim bir isim Türk Tarihi açısından. Bakın Osmanlı kurucusu Ertuğrul Gazi. Osmanlı batarken de Ertuğrul karakteri var. Nasıl? İşte Ertuğrul fırkateyni ile biz Japonya’ya, ki biz bugün robotun rol teknolojisinin önemli cazibe merkezi olan Japonya’ya atfen, bizler Alameti Farika isimli ilk robot çalışmasını gönderdik Abdülhamit’le. Ne ile, Ertuğrul fırkateyni ile birlikte. Yine bizim bitişimizde Ertuğrul ismi çok önemli. Neden? Kaz dağlarında arıza yapmış bir uçak tamir edilir ki toplam iki tane uçağımız vardır. Bu Ertuğrul uçağı ile biz, Çanakkale’de Ertuğrul körfezinde, Nusret mayın gemisi ile mayınlar döşeriz ki İngiliz fırkateynilerini denize gömelim diye. Yani Ertuğrul bu açıdan sembolik bir isim. Türkiye’nin kendi değerleri ve kendi içinde yaşadığı süreç ile alakalı da Ertuğrul’un annesi Bitlis’li bir kürt. Babası ise Tokat’lı bir çerkez. Dolayısıyla biz burada hamasi bir ırkçılıktan yana değiliz. Bir millet tavrı ortaya koymaya çalışıyoruz. Hikaye aslında 1280’ler de Marco Polo’nun Çin’i ziyaretiyle başlıyor. Çin’in de başında o zamanlar Moğol bir Türk hükümdarı olan Kubilay Han bulunmakta. Onu ziyaretiyle başlar, Kubilay Han Marco Polo’ya 17 yıllık ziyaretinden sonra teşekkür etmek için bir kısım hediyeler veriyor. Vermiş olduğu hediyelerin bir tanesinden Alaaddin Sihirli Lambası çıkıyor. Malum 1001 Gece Masalları Hikayesi vardır. 1001 Gece Masalları Hikayesinin en meşhuru ise Alaaddin ve Sihirli Lambasıdır. İnsanlık hep bunu okumuştur. Alaaddin’in bir lambası vardır. Lamba ovuşturulduğunda içinde Cin çıkar. Hiç kimse şunu sormamıştır, ilk kez biz sorduk. Bu cini, bu lambaya kim hapsetti? İşte biz burada hikayemizi yazarız, kötü kalpli bir kraliçe vardır Isabel, cine kötülük yapmak maksatlı lambaya hapsetmiştir. Çünkü; sihir ve büyü Hristiyan mitolojisinde çok yoğundur. Meşhur tapınak şövalyeleri, kutsal kaseler vb. bunlara da atıfla. Nihayetinde cin Alaaddin tarafından kurtarıldığında, lambadan çıkartıldığında Alaaddin’e teşekkür etmek maksatlı, bir yelek hediye eder. Aynı yelekten bir de kendi oğlu Şems’e hediye eder. İki yelek tılsımlıdır, bakınız sihirli değil tılsımlı! Bunu günümüzdeki moleküler yapı itibariyle maddenin bugün envai türdeki, bütün Dünya’yı manyetik alan, frekans ve moleküler yapı üzerinde bu noktalara aslında değinmeye çalıştık. İki yelek hediye edilir, bir tanesi Alaaddin tarafından İslam medeniyetine sunulur. Bir diğer yelekte, Marco Polo ile birlikte Venedik’e gelir. Venedik üzerinden Reformlar, Rönesanslar batının aydınlanmacılarına, bilim adamlarına, sanatçılarına dönüşür. Alaaddin’in tılsımlı yeleği kayıptır. Yelek neden mühim? İnsanlık tarihinin, en ergonomik kıyafeti yelektir. Yani Amerika’nın çöllerinde gördüğünüz kızıldereliler de yelek giyer, bedevide yelek giyer, çocuklara karşıda klimatik bir kıyafettir. Yani sıcak ve soğuk dengesini koruması adına. Biz aslında buradan, anne ve babalara da sesleniyoruz. Diyoruz ki, çocuklarınıza yelek giydirin, sırtlarına havlu tıkıştırmayınız. Nihayetinde yelek kahraman yeleğini kendisi bulur, kahramandan kastımız ise biz diyoruz ki kahraman olmak için pelerine gerek yok. Uçmaya da gerek yok. Normal ahlaki değerlere sahipsen, sen zaten kahramansın. Mesajımız budur. Günümüze geldiğimizde bir antika çarşısındadır Alaaddin’in yeleği. Bu yeleği nihayetinde bir Roma Büyükelçisinin oğlu olan Ertuğrul, bir Pazar günü gezisinde yelekle karşılaşır. Yeleğinde bir özelliği vardır, yelek sahibini bulur. Yani Ertuğrul’u bulur. Ertuğrul’un yelekle tanışmasıyla o anda bir olay gerçekleşir. Olay şudur; Venedik Belediye Başkanının kızı Esta, bir gondol gezisi sırasında bir de astım hastası olduğu için, çocuk suya düşer ve boğulmak üzeredir. İşte o anda kahramanımız Ertuğrul çıkar ortaya, atlar suya kurtarırız Esta’yı. Dolayısıyla, Venedik Belediye Başkanı kızı, Ertuğrul’da Türkiye Büyük Elçisinin oğludur. Nitekim bir bürokratın çocuğu, bir bürokratın çocuğunu kurtarmıştır. Bu gazetelere ne diye yansıması lazım? Mesela benzer olaylarda kahraman polis, kahraman itfaiyeci, kahraman Türk. Hero Türk. Aslında HeroTürk’ten kastımız budur. Niyetimiz nedir? Aslında ben bunu Türkiye üzerine değil, Türkiye üzerinden Batı’ya da, Batı’nın çocuklarının da artık bu saçma sapan Hansel ve Gretel hikayeleriyle büyümesin istiyoruz. Daha sonra maceraları başlar, İstanbul ve Venedik kardeş kenttir. Niyetimiz bunu bütün dünyaya yaymak, lansmanını çıkarmak, yayımını yapmak.
HeroTürk’ün yapımına neyden etkilenerek başladınız?
İşin aslı o zamanlar benim ikinci oğlum, bir gün sabah kahvaltısındayız bir Müslüman anne – baba olarak nasıl yetiştirirsiniz? Geleneklerle vb. besmele ile başla, sofraya geçmeden ellerini yıka, dişini fırçala gibi. Ama ben şunu fark ettim ki, çocuklarımız bizim değil. Biz yurdum kahvaltısı yaparken, çocukların Tanrıları televizyonlar. Ben domates, biberi masaya koyduğumda, onun yemek tercihi mısır gevreği oluyor. Bir de anneler – babalar, çocuklarının maymunudur, şaklabanlık yaparlar ağızlarını açsınlar diye. Ben maymunlukta biraz aşırıya gittim, resimli, cicili biçili tabaklar aldım. Yemeğin bir aşamasındayken çocuk dedi ki, baba yemeğim bitti. Gözüm gayri ihtiyari tabağa takıldı, bir baktım ki fare! Fare vardı deyince midemiz bulanıyorken, korkuyorken ama korkmayınız Mickey Mouse o! Mickey Mouse gülümsemeye sebebiyet veriyor, Türkiye gerçeğinde şu var bizler çocuklarımızın adlarını geçmiş isimler veriyoruz. Muhammed koyuyoruz, üzülmeyiniz ki Michael olacak. Çünkü bizler kendi değerlerimize göre evlatlar yetiştirmiyoruz. Ne milli nede manevi.
HeroTürk çizgi romanının ‘’çocuk ve gençlik’’ edebiyatımıza katkıları nelerdir?
Çocuk ve gençlik edebiyatında yokuz, biraz öncede belirttiğim gibi. Şuan da ‘en’ diyebildiğimiz kitap dağıtım firmalarına gidin bakın çocuk edebiyatının, normal yayıncılıkta bile yüzde doksan tercüme eserlerle dolu. Dünya nüfusunun yüzde otuzu yedi milyar kitap tüketmekte. Bilgiye kim sahipse dolasıyla hakim güç o oluyor. Şimdi çocuk edebiyatında zaten hiç yokuz, mevcut olanı Türkçeye çevirmek bu çocuk edebiyatı demek değildir. Dış dünya kültürünüde tamamen dışlıyoruz noktasında değil ama bizim her şeyden öte kendi çocuklarımıza, kendi şarkılarımızı, kendi masallarımızı, kendi hikayelerimizi kurgulamamız lazım.
Herotürk’ün, Marvel vb. Dünya çapında bilinen çizgi romanlardan farkı nedir?
Milli olmasıdır, tamamen bu ülkenin gerçekleriyle ortaya çıkmıştır. Biz istiyoruz ki artık Batman Gotham’a dönsün, Superman artık Metropolis’e geri dönsün, biz istiyoruz ki Ben Ten Tokyo’ya geri dönsün. Artık bu ülkelerde kahramanlık yapmalarını gerektirecek bir şey kalmadı. Diğerlerinin özelliği nedir? DC. Comics, Marvel vb. bunlar endüstriyel kuruluşlar. Sürekli sinemayla da özdeş haldeler ve bütün lisanslı ürünler noktasında öndeler. Türkiye’de bir anne baba evlendiklerinde çocuklarının olacağının haberini alınca hemen akrabayla taarruza başlarlar. Pembe ya da mavi kuvvetler hazırlığa kalkışır. Çocuğun cinsiyeti, erkek ya da kız fark etmez. Hemen akrabalar, çocuğun odasını yaparlar. Duvarlar boyanır, pembedir ya da mavidir. Dikkat edin, odanın dizaynı Mickey Mouse ya da Hollywood kahramanlarınca donanır. Çocuk doğdu kundağa yatırıldı, yatağı Mickey Mouse, çocuk ağladı kafasını sağa çevirdi duvarda resim, masada oyuncaklar Mickey Mouse, tavana bakınca avize Mickey Mouse, ağladı ağzına tıkıştırılan emzik Mickey Mouse, kıyafetleri vb. Mickey Mouse. Mickey Mouse bir fare ve bu farede bizi kemiriyor ama kimse bunun farkında değil. Hem de bunu paracıklarımızla yapıyoruz.
HeroTürk sadece çocuk kitlesine mi hitap ediyor?
Hayır, ülkemizde lise üniversite 25 milyon öğrenci kesimi var. Yani 20 milyon civarında ilk okul, orta okul, lise, lisans, yüksek lisans, öğrenci vb. yaklaşık 25 milyon öğrenci kesimi olan bir ülkeyiz. Ama dikkat edin bu ülkede okuma alışkanlığı %3. Yani 2 milyon 400 kişi, bu dünya anket uygulamasıyla da örtüşüyor hemen hemen. 2 milyon 400 kişi kitap okuma alışkanlığı içerisinde. Kitap okumuyorsa bir şeylerin canına okuyor demektir. Martaval okuyacak demektir, partal okuyacak demektir. Dolayısıyla eğitimin millileşmesi lazım, müfredatın kesinlikle değişmesi lazım. Laboratuvar hayatımıza girmesi lazım.
HeroTürk sadece çizgi film ve çizgi roman olarak mı kalacak?
Hayır, sadece bir başlangıç noktasında bu işin bir çocuk edebiyatı açısından özellikle ve gençlik edebiyatı açısından bir start noktası lazım. Ki komik bakın konuşurken start diyorum. Biz bir defa dilimizi kaybettik, 1894 senesinde Red House ilk İngilizce Türkçe sözlük hazırlarken, yaklaşık 90 – 100 bin civarında Türkçenin zenginliğiyle karşılaşıyor. Kelime dağarcığı ile. Biz allem kalem bunu 5 bin kelimeye düşürdük, yaşadığımız süreçlerle birlikte. Bugün üniversite mezunlarımız bile 250 kelime ile mezun oluyor. Halk sokakta 50 kelime ile düşünüyor, yaşıyor. 50 kelime ile Tanrıyı kavramaya çalışıyor, yine 50 kelime ile kainatın sırrına vakıf olmaya çalışıyor, 50 kelime ile aşık olmaya çalışıyor, 50 kelime ile ticaret yapmaya çalışıyor. Ki düşün bugün okuduğu gazetenin adı bile A M K. Bunun için HeroTürk’ün kültürel yapıda bir devrim bir dönüşüm olması gerektiği kanaatindeyiz. Sadece sinema filmi değil, bunun lisanslı ürünlere dönüşmesi, yani batının nasıl Superman, Batman’ı varsa artık HeroTürk’ün de Dünya’ya ulaşma, destan yazma niyeti budur.
Son olarak, yazar olmak dışında şu alana yönelsem kesin başarılı olurdum dediğiniz bir meslek dalı var mıdır?
Başarılı olurdum, oldum da. Reklam ajansım vardı, tekstil işine girdim vb. bu iş benim yapmak istediğim tek iş. Çünkü; ben hayatta bu konuda samimi olmak lazım, ben televizyon izlediğim de, ki bir televizyon programcısı olarak söylüyorum. Şu an, şu dakika bakılsa yaklaşık Türkiye’de 300’ün üzerinde kanal var ve yoğun bir şekilde tartışma programları var. Yani memleketimiz de bir sürü, memleketin gidişatını beğenmeyen kafalar, dudaklar, ağızlar konuşmakta. Ama memleketin hali ortada. Çünkü; samimi şeyler konuşmuyoruz, işin aslına yönelik şeyler konuşmuyoruz. Misal veriyorum, bugün üniversiteler 133.500 öğretim üyemiz var, 3/2’si intihalci. 45 binde açığımız var. Üniversitelerin hali bu iken, Milli Eğitim’in hali bu iken, yani adaleti nerede bulacaksın, emniyeti nereden bulacaksın. Yani sürekli böyle bir kaotik bir cehalet ortamındayız. Cehaletin olduğu yerde de her türlü fitne, fücur, fesat olacaktır. Fakirlik olacaktır. Biz başka yerlerde suçlu aramayalım. Ne olmak isterdim? Ben bu işi bilerek yapıyorum, ben bu işi biraz kendime ideolojide edindim. Çünkü; çocukların dürtülüp uyandırılması, Harry Pother kuşağı dediğimiz özellikle liseli gençlerin yakalanması lazım. Çünkü; bu çocuklar bir zaman sonra uzay filmlerinde olduğu gibi olacak. Bu benim kendi hayatımın gayesi. Ben Rabbim’e bir şeyler yapmaya çalıştım diyebilmeliyim.
Sizce şuan günümüzde olan yazarlardan kalemini en çok beğendiğiniz yazar kimdir?
Her şeyden öte, kalemini satmayan yazarlara bayılırım. İsim ver deseniz, veremem. Ama çok bilindik yazarların, maalesef sipariş olduğu kanaatindeyim. Sunum, bir proje olduğu kanaatindeyim. Asıl 1950’ler de İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, George Orwell’un sponsorluğunda, yani bunlar sadece Türkiye’de değil, Dünya’da da bu şekilde. Meşhurlar denilen şey, biraz o meşhur olmanın bedelini ödeyerek geliyorlar. Çünkü meşhurluğu ne sağlıyor, siyaset sağlıyor, medya sağlıyor. Medya sahibinin sesi, Hakk’ın sesi değil ki. Dolasıyla en meşhuru, Nobel edebiyat ödülü almış yazarımız var. Ama adam ecdadına küfür ettiği için geçmişte Ermeni soykırımı var dediği için ödüllendiriliyor. Ben nasıl bunlara karşı hoşgörüyle yaklaşırım ki? Milli değerlerim daha ağır basıyor. Kalem eğer sahibine bağlı, konjonktüre bağlı, fiyatına bağlı, etiketine bağlı değişiyorsa zaten ortada yazarlık falan yok demektir. Her halde eskilerde kaldı, yani iyi yazarlar eskiler kaldı. Şimdi sadece proje adamları var.
Fehmi Demirbağ, Tokatlıyım. İşçi bir babanın, oğluyum. Makinistlik yapmaktaydı babam şeker fabrikasında. Liseye kadar eğitimimi Tokat’ın Turhal ilçesinde yaptım. Endüstri Meslek Lisesi’nde Elektrik Bölümünü bitirdim. Sonra İstanbul’a geldim. Hukuk Fakültesi, peşinden Güzel Sanatlar Fakültesi okudum. Daha sonra Reklam ajanslarında çalıştım. Kendi Reklam Ajansımı kurdum. Radyo, televizyonlarda programlar yaptım, tiyatrolarda oynadım. Daha sonra yazmaya çizmeye başladım, yaklaşık 50 ye yakın kitaba dönüştü bu geçmiş birikimlerim. Nihayetinde liselerde söyleşi yapmaktayım. Halen devam eden bir televizyon kanalında haftalık olarak program yapmaktayım. Yakın bir zamanda Türkiye bir ilk olan bir çalışmaya imza atmak üzereyiz, bir çizgi roman okulu açıyoruz. Bütün çalışmalarımız mümkün mertebe çocuk ve gençlik edebiyatı üzerine yoğunlaşmış vaziyette. Çizgi film yaptık, Türkiye’nin en kaliteli çizgi filmi oldu, TRT kanalından cevaplar bekliyoruz. Kısacası sanatla geçen bir ömür…
HeroTürk adı altında romanlar yazdınız. Öizgi romanlar yaptınız. Bize HeroTürk’ten bahseder misiniz? HeroTürk kimdir?
Türkiye’de çocuklarımızı bizler maalesef batının değerlerine göre yetiştiriyoruz. Çocuk deyip geçmeyin, bu ülke nüfusunun yirmi beş milyonu, on iki yaş altında. Yani Türkiye’nin gelecekten bahsedebilmesi adına çocuklarını kendi değerleriyle yetiştirmesi lazım. Olay sadece bir aitlik duygusu değil. Çünkü olayın bir sonra ki aşaması kültür ekonomisi söz konusu. Bizler kendi kazanımlarımızı, maddi manada, batının değerlerine bu ölçüde absorbe etmekteyiz. Nihayetinde de bu maddi ve manevi noktada da bir ölçüde tükenmişliğimizi de ortaya koymakta. HeroTürk neden ortaya çıktı? İşte dedik ki, çocuk edebiyatında yüzde doksan tercüme eserlerle varız. Sadece çocuk edebiyatı noktasında yoksunluğumuz yok, aynı zamanda çizgi film, internet oyunları vb. bunlarda da yokuz. Daha da önemlisi oyuncak sanayisinde yokuz. Kendi çocuklarımıza batının kahramanlarıyla, karakterleriyle özdeşik hale getirdik. Şartlar bu konuda kültürel erozyona sebebiyet verdi ki, misal veriyorum İstanbul. Özellikle alışveriş merkezleriyle yeni yapılan sitelerle adeta konstantinopole dönmek üzere. Yani bütün yaşam alanlarımız İngilizce isimlere terk edilmiş vaziyette. Yani gakkoşu, dadaşı, Anadolu’nun bağrından kopup gelmiş insanlar İstanbul’da, bir keyfiyet içerisinde iken, birbirlerine adres verirken ‘’My World sitesinde oturuyorum.’’ Diyor. Biz mahalle kültürüyle büyüyen insanlardık, ma halle yani hal birlikteliği. Şimdi onu siteye çevirdik. Yani Yunan Polis Devleti. Yani her açıdan kuşatılmış bir Türkiye gerçeği var. İşte buna itiraz etme maksatlı, HeroTürk diye bir rol model ortaya koyalım dedik. Bununla ilgili yaklaşık altı tane roman yazdık. Dört cilt çizgi roman ortaya çıkardık, tiyatro oyunları yaptık, çocuk dergisi çıkardık, niyetimiz çizgi sinema filmi. Bir üst perdeden de asıl niyet, nasıl Hollywood’un Walt Disney’i varsa, artık bizim de kendi çocuk ve gençliğe yönelik bir enstitüye dönüşmemiz lazım. HeroTürk’ün asıl maksadı bu. Çocuk edebiyatına bu ölçüde teşvik etmek.
AHLAKİ DEĞERLERE SAHİPSEN, SEN ZATEN KAHRAMANSIN !
HeroTürk bizden biri ve geçmişimizi anlatan bir kahraman. Neden Hero? Neden Kahraman Türk değil?
Hikayenin başlangıcı şu, aslında bu çok karşılaştığım bir soru. Yani Türk ve Hero’yu insanlar ister istemez itiraz ediyor. ‘’Madem Türk kahramanı, neden HeroTürk?’’ ilk karşılaştığımız soru bu. Bizde diyoruz ki, bu soruyu soran insanlar. Madem bu kadar samimisiniz, neden Renault, neden Marlboro, neden Show TV, neden bu soruları sormuyorsunuz da ortaya yeni çıkartmaya çalıştığımız bir çalışmaya itiraz ediyorsunuz? Eyvallah koyduk bir köşeye artık. Karakterimizin aslında ismi Ertuğrul. Henüz bu Diriliş Ertuğrul dizisi başlamadan önce başladığımız bir çalışma. Ertuğrul mühim bir isim Türk Tarihi açısından. Bakın Osmanlı kurucusu Ertuğrul Gazi. Osmanlı batarken de Ertuğrul karakteri var. Nasıl? İşte Ertuğrul fırkateyni ile biz Japonya’ya, ki biz bugün robotun rol teknolojisinin önemli cazibe merkezi olan Japonya’ya atfen, bizler Alameti Farika isimli ilk robot çalışmasını gönderdik Abdülhamit’le. Ne ile, Ertuğrul fırkateyni ile birlikte. Yine bizim bitişimizde Ertuğrul ismi çok önemli. Neden? Kaz dağlarında arıza yapmış bir uçak tamir edilir ki toplam iki tane uçağımız vardır. Bu Ertuğrul uçağı ile biz, Çanakkale’de Ertuğrul körfezinde, Nusret mayın gemisi ile mayınlar döşeriz ki İngiliz fırkateynilerini denize gömelim diye. Yani Ertuğrul bu açıdan sembolik bir isim. Türkiye’nin kendi değerleri ve kendi içinde yaşadığı süreç ile alakalı da Ertuğrul’un annesi Bitlis’li bir kürt. Babası ise Tokat’lı bir çerkez. Dolayısıyla biz burada hamasi bir ırkçılıktan yana değiliz. Bir millet tavrı ortaya koymaya çalışıyoruz. Hikaye aslında 1280’ler de Marco Polo’nun Çin’i ziyaretiyle başlıyor. Çin’in de başında o zamanlar Moğol bir Türk hükümdarı olan Kubilay Han bulunmakta. Onu ziyaretiyle başlar, Kubilay Han Marco Polo’ya 17 yıllık ziyaretinden sonra teşekkür etmek için bir kısım hediyeler veriyor. Vermiş olduğu hediyelerin bir tanesinden Alaaddin Sihirli Lambası çıkıyor. Malum 1001 Gece Masalları Hikayesi vardır. 1001 Gece Masalları Hikayesinin en meşhuru ise Alaaddin ve Sihirli Lambasıdır. İnsanlık hep bunu okumuştur. Alaaddin’in bir lambası vardır. Lamba ovuşturulduğunda içinde Cin çıkar. Hiç kimse şunu sormamıştır, ilk kez biz sorduk. Bu cini, bu lambaya kim hapsetti? İşte biz burada hikayemizi yazarız, kötü kalpli bir kraliçe vardır Isabel, cine kötülük yapmak maksatlı lambaya hapsetmiştir. Çünkü; sihir ve büyü Hristiyan mitolojisinde çok yoğundur. Meşhur tapınak şövalyeleri, kutsal kaseler vb. bunlara da atıfla. Nihayetinde cin Alaaddin tarafından kurtarıldığında, lambadan çıkartıldığında Alaaddin’e teşekkür etmek maksatlı, bir yelek hediye eder. Aynı yelekten bir de kendi oğlu Şems’e hediye eder. İki yelek tılsımlıdır, bakınız sihirli değil tılsımlı! Bunu günümüzdeki moleküler yapı itibariyle maddenin bugün envai türdeki, bütün Dünya’yı manyetik alan, frekans ve moleküler yapı üzerinde bu noktalara aslında değinmeye çalıştık. İki yelek hediye edilir, bir tanesi Alaaddin tarafından İslam medeniyetine sunulur. Bir diğer yelekte, Marco Polo ile birlikte Venedik’e gelir. Venedik üzerinden Reformlar, Rönesanslar batının aydınlanmacılarına, bilim adamlarına, sanatçılarına dönüşür. Alaaddin’in tılsımlı yeleği kayıptır. Yelek neden mühim? İnsanlık tarihinin, en ergonomik kıyafeti yelektir. Yani Amerika’nın çöllerinde gördüğünüz kızıldereliler de yelek giyer, bedevide yelek giyer, çocuklara karşıda klimatik bir kıyafettir. Yani sıcak ve soğuk dengesini koruması adına. Biz aslında buradan, anne ve babalara da sesleniyoruz. Diyoruz ki, çocuklarınıza yelek giydirin, sırtlarına havlu tıkıştırmayınız. Nihayetinde yelek kahraman yeleğini kendisi bulur, kahramandan kastımız ise biz diyoruz ki kahraman olmak için pelerine gerek yok. Uçmaya da gerek yok. Normal ahlaki değerlere sahipsen, sen zaten kahramansın. Mesajımız budur. Günümüze geldiğimizde bir antika çarşısındadır Alaaddin’in yeleği. Bu yeleği nihayetinde bir Roma Büyükelçisinin oğlu olan Ertuğrul, bir Pazar günü gezisinde yelekle karşılaşır. Yeleğinde bir özelliği vardır, yelek sahibini bulur. Yani Ertuğrul’u bulur. Ertuğrul’un yelekle tanışmasıyla o anda bir olay gerçekleşir. Olay şudur; Venedik Belediye Başkanının kızı Esta, bir gondol gezisi sırasında bir de astım hastası olduğu için, çocuk suya düşer ve boğulmak üzeredir. İşte o anda kahramanımız Ertuğrul çıkar ortaya, atlar suya kurtarırız Esta’yı. Dolayısıyla, Venedik Belediye Başkanı kızı, Ertuğrul’da Türkiye Büyük Elçisinin oğludur. Nitekim bir bürokratın çocuğu, bir bürokratın çocuğunu kurtarmıştır. Bu gazetelere ne diye yansıması lazım? Mesela benzer olaylarda kahraman polis, kahraman itfaiyeci, kahraman Türk. Hero Türk. Aslında HeroTürk’ten kastımız budur. Niyetimiz nedir? Aslında ben bunu Türkiye üzerine değil, Türkiye üzerinden Batı’ya da, Batı’nın çocuklarının da artık bu saçma sapan Hansel ve Gretel hikayeleriyle büyümesin istiyoruz. Daha sonra maceraları başlar, İstanbul ve Venedik kardeş kenttir. Niyetimiz bunu bütün dünyaya yaymak, lansmanını çıkarmak, yayımını yapmak.
HeroTürk’ün yapımına neyden etkilenerek başladınız?
İşin aslı o zamanlar benim ikinci oğlum, bir gün sabah kahvaltısındayız bir Müslüman anne – baba olarak nasıl yetiştirirsiniz? Geleneklerle vb. besmele ile başla, sofraya geçmeden ellerini yıka, dişini fırçala gibi. Ama ben şunu fark ettim ki, çocuklarımız bizim değil. Biz yurdum kahvaltısı yaparken, çocukların Tanrıları televizyonlar. Ben domates, biberi masaya koyduğumda, onun yemek tercihi mısır gevreği oluyor. Bir de anneler – babalar, çocuklarının maymunudur, şaklabanlık yaparlar ağızlarını açsınlar diye. Ben maymunlukta biraz aşırıya gittim, resimli, cicili biçili tabaklar aldım. Yemeğin bir aşamasındayken çocuk dedi ki, baba yemeğim bitti. Gözüm gayri ihtiyari tabağa takıldı, bir baktım ki fare! Fare vardı deyince midemiz bulanıyorken, korkuyorken ama korkmayınız Mickey Mouse o! Mickey Mouse gülümsemeye sebebiyet veriyor, Türkiye gerçeğinde şu var bizler çocuklarımızın adlarını geçmiş isimler veriyoruz. Muhammed koyuyoruz, üzülmeyiniz ki Michael olacak. Çünkü bizler kendi değerlerimize göre evlatlar yetiştirmiyoruz. Ne milli nede manevi.
HeroTürk çizgi romanının ‘’çocuk ve gençlik’’ edebiyatımıza katkıları nelerdir?
Çocuk ve gençlik edebiyatında yokuz, biraz öncede belirttiğim gibi. Şuan da ‘en’ diyebildiğimiz kitap dağıtım firmalarına gidin bakın çocuk edebiyatının, normal yayıncılıkta bile yüzde doksan tercüme eserlerle dolu. Dünya nüfusunun yüzde otuzu yedi milyar kitap tüketmekte. Bilgiye kim sahipse dolasıyla hakim güç o oluyor. Şimdi çocuk edebiyatında zaten hiç yokuz, mevcut olanı Türkçeye çevirmek bu çocuk edebiyatı demek değildir. Dış dünya kültürünüde tamamen dışlıyoruz noktasında değil ama bizim her şeyden öte kendi çocuklarımıza, kendi şarkılarımızı, kendi masallarımızı, kendi hikayelerimizi kurgulamamız lazım.
Herotürk’ün, Marvel vb. Dünya çapında bilinen çizgi romanlardan farkı nedir?
Milli olmasıdır, tamamen bu ülkenin gerçekleriyle ortaya çıkmıştır. Biz istiyoruz ki artık Batman Gotham’a dönsün, Superman artık Metropolis’e geri dönsün, biz istiyoruz ki Ben Ten Tokyo’ya geri dönsün. Artık bu ülkelerde kahramanlık yapmalarını gerektirecek bir şey kalmadı. Diğerlerinin özelliği nedir? DC. Comics, Marvel vb. bunlar endüstriyel kuruluşlar. Sürekli sinemayla da özdeş haldeler ve bütün lisanslı ürünler noktasında öndeler. Türkiye’de bir anne baba evlendiklerinde çocuklarının olacağının haberini alınca hemen akrabayla taarruza başlarlar. Pembe ya da mavi kuvvetler hazırlığa kalkışır. Çocuğun cinsiyeti, erkek ya da kız fark etmez. Hemen akrabalar, çocuğun odasını yaparlar. Duvarlar boyanır, pembedir ya da mavidir. Dikkat edin, odanın dizaynı Mickey Mouse ya da Hollywood kahramanlarınca donanır. Çocuk doğdu kundağa yatırıldı, yatağı Mickey Mouse, çocuk ağladı kafasını sağa çevirdi duvarda resim, masada oyuncaklar Mickey Mouse, tavana bakınca avize Mickey Mouse, ağladı ağzına tıkıştırılan emzik Mickey Mouse, kıyafetleri vb. Mickey Mouse. Mickey Mouse bir fare ve bu farede bizi kemiriyor ama kimse bunun farkında değil. Hem de bunu paracıklarımızla yapıyoruz.
HeroTürk sadece çocuk kitlesine mi hitap ediyor?
Hayır, ülkemizde lise üniversite 25 milyon öğrenci kesimi var. Yani 20 milyon civarında ilk okul, orta okul, lise, lisans, yüksek lisans, öğrenci vb. yaklaşık 25 milyon öğrenci kesimi olan bir ülkeyiz. Ama dikkat edin bu ülkede okuma alışkanlığı %3. Yani 2 milyon 400 kişi, bu dünya anket uygulamasıyla da örtüşüyor hemen hemen. 2 milyon 400 kişi kitap okuma alışkanlığı içerisinde. Kitap okumuyorsa bir şeylerin canına okuyor demektir. Martaval okuyacak demektir, partal okuyacak demektir. Dolayısıyla eğitimin millileşmesi lazım, müfredatın kesinlikle değişmesi lazım. Laboratuvar hayatımıza girmesi lazım.
HeroTürk sadece çizgi film ve çizgi roman olarak mı kalacak?
Hayır, sadece bir başlangıç noktasında bu işin bir çocuk edebiyatı açısından özellikle ve gençlik edebiyatı açısından bir start noktası lazım. Ki komik bakın konuşurken start diyorum. Biz bir defa dilimizi kaybettik, 1894 senesinde Red House ilk İngilizce Türkçe sözlük hazırlarken, yaklaşık 90 – 100 bin civarında Türkçenin zenginliğiyle karşılaşıyor. Kelime dağarcığı ile. Biz allem kalem bunu 5 bin kelimeye düşürdük, yaşadığımız süreçlerle birlikte. Bugün üniversite mezunlarımız bile 250 kelime ile mezun oluyor. Halk sokakta 50 kelime ile düşünüyor, yaşıyor. 50 kelime ile Tanrıyı kavramaya çalışıyor, yine 50 kelime ile kainatın sırrına vakıf olmaya çalışıyor, 50 kelime ile aşık olmaya çalışıyor, 50 kelime ile ticaret yapmaya çalışıyor. Ki düşün bugün okuduğu gazetenin adı bile A M K. Bunun için HeroTürk’ün kültürel yapıda bir devrim bir dönüşüm olması gerektiği kanaatindeyiz. Sadece sinema filmi değil, bunun lisanslı ürünlere dönüşmesi, yani batının nasıl Superman, Batman’ı varsa artık HeroTürk’ün de Dünya’ya ulaşma, destan yazma niyeti budur.
Son olarak, yazar olmak dışında şu alana yönelsem kesin başarılı olurdum dediğiniz bir meslek dalı var mıdır?
Başarılı olurdum, oldum da. Reklam ajansım vardı, tekstil işine girdim vb. bu iş benim yapmak istediğim tek iş. Çünkü; ben hayatta bu konuda samimi olmak lazım, ben televizyon izlediğim de, ki bir televizyon programcısı olarak söylüyorum. Şu an, şu dakika bakılsa yaklaşık Türkiye’de 300’ün üzerinde kanal var ve yoğun bir şekilde tartışma programları var. Yani memleketimiz de bir sürü, memleketin gidişatını beğenmeyen kafalar, dudaklar, ağızlar konuşmakta. Ama memleketin hali ortada. Çünkü; samimi şeyler konuşmuyoruz, işin aslına yönelik şeyler konuşmuyoruz. Misal veriyorum, bugün üniversiteler 133.500 öğretim üyemiz var, 3/2’si intihalci. 45 binde açığımız var. Üniversitelerin hali bu iken, Milli Eğitim’in hali bu iken, yani adaleti nerede bulacaksın, emniyeti nereden bulacaksın. Yani sürekli böyle bir kaotik bir cehalet ortamındayız. Cehaletin olduğu yerde de her türlü fitne, fücur, fesat olacaktır. Fakirlik olacaktır. Biz başka yerlerde suçlu aramayalım. Ne olmak isterdim? Ben bu işi bilerek yapıyorum, ben bu işi biraz kendime ideolojide edindim. Çünkü; çocukların dürtülüp uyandırılması, Harry Pother kuşağı dediğimiz özellikle liseli gençlerin yakalanması lazım. Çünkü; bu çocuklar bir zaman sonra uzay filmlerinde olduğu gibi olacak. Bu benim kendi hayatımın gayesi. Ben Rabbim’e bir şeyler yapmaya çalıştım diyebilmeliyim.
Sizce şuan günümüzde olan yazarlardan kalemini en çok beğendiğiniz yazar kimdir?
Her şeyden öte, kalemini satmayan yazarlara bayılırım. İsim ver deseniz, veremem. Ama çok bilindik yazarların, maalesef sipariş olduğu kanaatindeyim. Sunum, bir proje olduğu kanaatindeyim. Asıl 1950’ler de İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, George Orwell’un sponsorluğunda, yani bunlar sadece Türkiye’de değil, Dünya’da da bu şekilde. Meşhurlar denilen şey, biraz o meşhur olmanın bedelini ödeyerek geliyorlar. Çünkü meşhurluğu ne sağlıyor, siyaset sağlıyor, medya sağlıyor. Medya sahibinin sesi, Hakk’ın sesi değil ki. Dolasıyla en meşhuru, Nobel edebiyat ödülü almış yazarımız var. Ama adam ecdadına küfür ettiği için geçmişte Ermeni soykırımı var dediği için ödüllendiriliyor. Ben nasıl bunlara karşı hoşgörüyle yaklaşırım ki? Milli değerlerim daha ağır basıyor. Kalem eğer sahibine bağlı, konjonktüre bağlı, fiyatına bağlı, etiketine bağlı değişiyorsa zaten ortada yazarlık falan yok demektir. Her halde eskilerde kaldı, yani iyi yazarlar eskiler kaldı. Şimdi sadece proje adamları var.
SANAL KAHRAMAN KAVRAMI ve
HEROTÜRK PROJESİ
HEROTÜRK PROJESİ
Gün gelmiş, uzak diyarlardan bu topraklara kahramanlık yapmaya gelmiş olanların, daha fazla kahramanlık yapmalarını gerektirecek sebepleri kalmadığında, hepsi birer birer kendi yurtlarına geri dönmüşlerdir.
Örümcek Adam Peter Parker New York’a, Süperman Clark Kent Metropolis’ e yada Kripton’a, Kara şövalye Batman Bruce Wayne de Gotham’a geri dönmüşlerdir.
Ben-Ten, Xman, Texas, Tommiks, Zagor, Asterix, Tenten, Red Kit, Tarzan, Hary Potter ve diğerleri...
Çocukluk hayallerimizi de yanlarına alarak.
Hepsinin görev süreleri bitmiştir bu topraklarda.
Hem bu toprakların kendi kahramanı vardır artık; Herotürk!
O Gün Bugündür.
Bugün artık, Herotürk’ün günüdür.
Örümcek Adam Peter Parker New York’a, Süperman Clark Kent Metropolis’ e yada Kripton’a, Kara şövalye Batman Bruce Wayne de Gotham’a geri dönmüşlerdir.
Ben-Ten, Xman, Texas, Tommiks, Zagor, Asterix, Tenten, Red Kit, Tarzan, Hary Potter ve diğerleri...
Çocukluk hayallerimizi de yanlarına alarak.
Hepsinin görev süreleri bitmiştir bu topraklarda.
Hem bu toprakların kendi kahramanı vardır artık; Herotürk!
O Gün Bugündür.
Bugün artık, Herotürk’ün günüdür.
***
*Milli sanal çizgi roman kahramanına acilen, bütün gecikmişliğimize rağmen ihtiyacımız var. Bu kahraman hem bizim çocuklarımıza hem de dünya çocuklarına vereceği mesajlarıyla, kendi kültürel kodlarımızla birlikte evrensel insani değerlerin paylaşım ve yayılımında stratejik önem arzetmektedir.
*Çocuk eğitiminde “rol model” olarak sanal karakterler önemlidir. Çizgi roman bu işin başlangıç aşamasıdır. Hemen arkasından ise çizgi film. Son dönem teknolojisi 3D animation ise özellikle bilgisayar oyunları ile bütün dünya insanlarının gündemini belirlemektedir.
*Bu konu eğitimde “informal” bir modeldir.
*Konunun “kültür ekonomisi” boyutu ve önemi tartışılmaz derecede elzemdir.
***
Texas, Tommiks, Zagor, Swing derken, çocukluğumuzu batının kahramanlarıyla süsledik. Sonralarda kültür emperyalizmi oldu bütün o birikimler. Yaş ilerledi, sonrasında çoluk çocuğa karıştığımız günleri yaşar olduk. Harcanmış çocukluğumuzun farkına varmışlığı, kendi çocuklarımıza bizden kahramanlar sunma ihtiyacı hâsıl etti. Lakin ortada günümüzün çocuk dimağına uygun bizden tiplemeler yoktu. Onların da Benten’lerle, He-man’lerle büyümelerini çaresizlikle izledik. Her dönem batı yeni nesil kahramanlar üretmeye ise devam etti.
Bundan yaklaşık on yıl kadar önce, küçük oğlumla kahvaltı sofrasındaydım. Oğlum yemek alışkanlığı olsun diye aldığım çizgi karakterlerin resmedildiği tabaklardan birinde yemeğini yerken (yemek dediğim de yabancı markalı mısır gevreği) bir süre sonra yemeğinin bittiğini ifade etti. Bir an gözüm tabağının dibine takıldı. Aman Allah’ım! Tabağın dibinde bir FARE...
Ürkütücü, değil mi? Çocuğunuz öğrettiğiniz “Besmele” ile başladığı yemeğini “fare” resminin bulunduğu bir tabakla nihayetlendiriyor. Ama gelin görün ki “fare” dediğimiz şey aslında “Mickey Mause” değil miymiş? Ay ne kadar da şirin! Tabi ki de “fare” başka bir şey, “Miki Mause” başka...
Kahroldum... Yıkıldım...
Mankurtlaşmış ben nasıl isyan etmez, nasıl kahretmezdim ki?..
Ne yapmalıydım, ne yapılmalıydı?
Uzun yıllar, nihayetinde “HeroTürk”ün doğum sancılarına sebebiyet verdi.
J. K. Rowling isimli genç İngiliz bayanın yazdığı Harry Potter isimli kitaptan kazandığı paranın 40 milyar dolar olduğunu öğrendiğimde ise, olayın salt kültür emperyalizmi olayı olmayıp bir yandan da ekonomik gerçekliğinin masumane bir geçiştirme ile bertaraf edilemeyeceğini görmüş oldum.
Yalnızca Simpson isimli çizgi karakterin lisans gelirlerinin yıllık 8 milyar dolar olması ve dünyadaki bu tür çalışmaların sahiplerine nasıl bir güç kazandırdığı sonucu ise tablonun gücünü ortaya koymaktadır.
Ülkemizin lisanslı okul çantaları için yurt dışına ödediği bedelin de milyonlarca dolar olduğunu hatırlatarak artık bu arenada biz de yer alalım diyerek “HeroTürk” dedik...
Neden “HeroTürk “ün çizgi filmi olmasın? Kalemi, kırtasiyesi, tabağı-çanağı, kılığı-kıyafeti? Yurt dışına ödenen paralar neden memleketimde kalmasın? Neden memleketin çocukları “HeroTürk” kültürüyle büyümesin? Dünya çocukları neden “HeroTürk”e hayran olmasın?
Hala da kendi paralarımızla hem kendimizi hem çocuklarımızı aldatıyoruz.
Texas, Tommiks, Zagor, Swing derken, çocukluğumuzu batının kahramanlarıyla süsledik. Sonralarda kültür emperyalizmi oldu bütün o birikimler. Yaş ilerledi, sonrasında çoluk çocuğa karıştığımız günleri yaşar olduk. Harcanmış çocukluğumuzun farkına varmışlığı, kendi çocuklarımıza bizden kahramanlar sunma ihtiyacı hâsıl etti. Lakin ortada günümüzün çocuk dimağına uygun bizden tiplemeler yoktu. Onların da Benten’lerle, He-man’lerle büyümelerini çaresizlikle izledik. Her dönem batı yeni nesil kahramanlar üretmeye ise devam etti.
Bundan yaklaşık on yıl kadar önce, küçük oğlumla kahvaltı sofrasındaydım. Oğlum yemek alışkanlığı olsun diye aldığım çizgi karakterlerin resmedildiği tabaklardan birinde yemeğini yerken (yemek dediğim de yabancı markalı mısır gevreği) bir süre sonra yemeğinin bittiğini ifade etti. Bir an gözüm tabağının dibine takıldı. Aman Allah’ım! Tabağın dibinde bir FARE...
Ürkütücü, değil mi? Çocuğunuz öğrettiğiniz “Besmele” ile başladığı yemeğini “fare” resminin bulunduğu bir tabakla nihayetlendiriyor. Ama gelin görün ki “fare” dediğimiz şey aslında “Mickey Mause” değil miymiş? Ay ne kadar da şirin! Tabi ki de “fare” başka bir şey, “Miki Mause” başka...
Kahroldum... Yıkıldım...
Mankurtlaşmış ben nasıl isyan etmez, nasıl kahretmezdim ki?..
Ne yapmalıydım, ne yapılmalıydı?
Uzun yıllar, nihayetinde “HeroTürk”ün doğum sancılarına sebebiyet verdi.
J. K. Rowling isimli genç İngiliz bayanın yazdığı Harry Potter isimli kitaptan kazandığı paranın 40 milyar dolar olduğunu öğrendiğimde ise, olayın salt kültür emperyalizmi olayı olmayıp bir yandan da ekonomik gerçekliğinin masumane bir geçiştirme ile bertaraf edilemeyeceğini görmüş oldum.
Yalnızca Simpson isimli çizgi karakterin lisans gelirlerinin yıllık 8 milyar dolar olması ve dünyadaki bu tür çalışmaların sahiplerine nasıl bir güç kazandırdığı sonucu ise tablonun gücünü ortaya koymaktadır.
Ülkemizin lisanslı okul çantaları için yurt dışına ödediği bedelin de milyonlarca dolar olduğunu hatırlatarak artık bu arenada biz de yer alalım diyerek “HeroTürk” dedik...
Neden “HeroTürk “ün çizgi filmi olmasın? Kalemi, kırtasiyesi, tabağı-çanağı, kılığı-kıyafeti? Yurt dışına ödenen paralar neden memleketimde kalmasın? Neden memleketin çocukları “HeroTürk” kültürüyle büyümesin? Dünya çocukları neden “HeroTürk”e hayran olmasın?
Hala da kendi paralarımızla hem kendimizi hem çocuklarımızı aldatıyoruz.
AMACIMIZ
Ülkemizin birlik ve beraberliğe, dünyanın barış ve adalete ihtiyaç duyduğu günümüzde … Yüreğinde ecdadının hissiyatını, aklında evrensel değerleri, batının ilim refleksiyle bir tutup, onları bir haznede harmanlandıran… Kısaca; milli-manevi değerlere sahip, yeni nesil bir kahramanın çocuklarımızca rol-model olarak benimsenmesini sağlamak.
Ülkemizin birlik ve beraberliğe, dünyanın barış ve adalete ihtiyaç duyduğu günümüzde … Yüreğinde ecdadının hissiyatını, aklında evrensel değerleri, batının ilim refleksiyle bir tutup, onları bir haznede harmanlandıran… Kısaca; milli-manevi değerlere sahip, yeni nesil bir kahramanın çocuklarımızca rol-model olarak benimsenmesini sağlamak.
***
Bize ait değerlerin tarihi köklerine de vurgu yapacak şekilde, çocukların hoşuna gidecek fantastik maceralar içerisinde hikayenin akışına uygun, kilit noktalara serpiştirerek bilinçlerinde yer edinmesini sağlamak.
Olaylar dün, bugün ve yarın üçlemesinde ele alınacaktır. Günümüzden güncel bir olaydan yola çıkılarak, tarihin dip konularına atıflarda bulunmak ve gelecekle ilgili vizyon oluşturacak “fütürist” bakış açıları sergilemektedir.
Bize ait değerlerin tarihi köklerine de vurgu yapacak şekilde, çocukların hoşuna gidecek fantastik maceralar içerisinde hikayenin akışına uygun, kilit noktalara serpiştirerek bilinçlerinde yer edinmesini sağlamak.
Olaylar dün, bugün ve yarın üçlemesinde ele alınacaktır. Günümüzden güncel bir olaydan yola çıkılarak, tarihin dip konularına atıflarda bulunmak ve gelecekle ilgili vizyon oluşturacak “fütürist” bakış açıları sergilemektedir.
***
Her macerada bizim kültür ve inaç kodlarımıza uygun yeni bir temanın takipçiliğin e düşeceğiz.. Eğitim, çevre ve sağlık gibi insanlığın ortak teması konuları güncel hikayelerle süsleyip sosyal sorumluluk projelerine dönüştürmek için ergonomik ve rantabl aksiyonlar formüller üreteceğiz.
“Türk” temasından maksat, ırkçı bir yaklaşım değildir.Bizim Türklüğümüz Mimar Sinan’ın Türklüğüdür. Etnik köken esas değildir.Baş kahramanımız Ertuğrul’un annesinin Bitlis kökenli bir Kürt, babasının da Tokatlı Çerkes ailelere mensubiyeti bu tavrımızın çıkış noktasıdır. Bu coğrafyanın 1000 yıllık şemsiyesinin adıdır Türklük
İnsan isimli canlı türünün insancıl markasıdır “Türklük!”
Barış, adalet, ilim, irfandır bizim Türklük anlayışımız.
Eserde, Niko, Chen, Widmark, İbosanjo, Esta gibi değişik ırk ve milletlerden oluşan yan karakterlerimizle de, hikayelerimiz de ”Yüzyılın İyilik Takımı” nı kurmayı ilke edindik.
Her macerada bizim kültür ve inaç kodlarımıza uygun yeni bir temanın takipçiliğin e düşeceğiz.. Eğitim, çevre ve sağlık gibi insanlığın ortak teması konuları güncel hikayelerle süsleyip sosyal sorumluluk projelerine dönüştürmek için ergonomik ve rantabl aksiyonlar formüller üreteceğiz.
“Türk” temasından maksat, ırkçı bir yaklaşım değildir.Bizim Türklüğümüz Mimar Sinan’ın Türklüğüdür. Etnik köken esas değildir.Baş kahramanımız Ertuğrul’un annesinin Bitlis kökenli bir Kürt, babasının da Tokatlı Çerkes ailelere mensubiyeti bu tavrımızın çıkış noktasıdır. Bu coğrafyanın 1000 yıllık şemsiyesinin adıdır Türklük
İnsan isimli canlı türünün insancıl markasıdır “Türklük!”
Barış, adalet, ilim, irfandır bizim Türklük anlayışımız.
Eserde, Niko, Chen, Widmark, İbosanjo, Esta gibi değişik ırk ve milletlerden oluşan yan karakterlerimizle de, hikayelerimiz de ”Yüzyılın İyilik Takımı” nı kurmayı ilke edindik.
***
EN İYİ YATIRIM ÇOCUĞA YAPILAN YATIRIMDIR
Eğitimde çağdaş yorumlardan biri olan çizgi roman yaklaşımı ile…Hem çocuklarımıza okuma alışkanlığı kazandırtmak hem de kendilerine ait olan hikayelerimizle tasvirlediğimiz sunumların onların hayal dünyalarında gerçekçi tasavvurunu gerçekleştirmek amaçlanmaktadır.
Çoğu çocuk iki yaşını tamamladıktan kısa bir sonra taklit ve karakter oyunları oynamaya başlar. Okulöncesi dönem boyunca, bu tarz oyunların içeriği gelişir ve süresi uzar. Çizgi film kahramanları gibi tanıdıkları karakterler ile özdeşleşerek küçük çocuklar yaşamı kendi perspektiflerine göre yeniden oluştururlar ve yarattıkları bu yeni dünyada bir kontrol duygusu yaşarlar. Taklit ve karakter oyunları sayesinde kim olmak istiyorlarsa onu olabilme şansı yakalarlar.
Bir karakterle özdeşleme şeklindeki oyunlar çocukların hem zihinsel hem de sosyo-duygusal gelişimi için önemlidir. Bir çizgi film karakterinin yerine geçen çocuk, o karakterin bakış açısını anlamaya çalışır. Bu çaba sadece zihinsel süreçleri ve yaratıcı düşünceyi geliştirmekle kalmaz aynı zamanda çocukların empati duygusu kazanmalarına fırsat verir. Bir süper kahraman yerine geçen çocuğun o karakterin nasıl baktığını, konuştuğunu, düşündüğünü ve davrandığını keşfetmesi gerekir.
Diğer taraftan küçük çocuklar, ebeveynin değil kendi kontrollerinde olan bir dünya hayal ederler. Çizgi film kahramanları ya da barbie bebeklerle özdeşleşme oyunları çocuğun düşünce seviyesinde ortaya çıkan bağımsızlaşma sürecinin ilk adımlarıdır. Ayrıca, 2-6 yaş arası çocuklar engellenme, sevgi, kızgınlık gibi yaşadıkları yoğun duygularla baş edebilmenin bir yolu olarak da tanıdıkları karakterlerin yerine geçme oyunları oynayabilirler. Oluşturdukları hayal dünyasında en güçlü, en hızlı ya da en güzel karakterlerin yerine geçerek aslında gerçek dünyada yaşadıkları korku, yetersizlik, güçsüzlük gibi duygularını yansıtmış ve büyük oranda boşaltmış olurlar.
Küçük çocuklar çizgi film karakterleriyle özdeşleşme oyununu genelde çok ciddiye alırlar ve sıklıkla hayal ve gerçek arasındaki ayrımı tam olarak yapamazlar. Karakterle özdeşleşme oyunlarında çocuk fiziksel ya da duygusal olarak kendisine ya da etrafa zarar vermediği sürece, ebeveynin neyin gerçek neyin hayal olduğu konusunda çocuğa açıklama yapması gerekmez. Çocuklar deneyimle ve başka zamanlarda onunla yaptığınız konuşmalar sayesinde neyin gerçek neyin hayal ürünü olduğunu kendiliklerinden öğrenirler.
Kız çocuklar için Barbie, erkek çocuklar için action-man gibi oyuncak karakterlere olan ilgi 5 yaş civarı en yüksek seviyeye ulaşır. Bu oyuncak karakterler sayesinde, çocuğun hayalleri kişileştirilmiş olur. Neredeyse tüm gün boyunca sıkılmadan barbie’lerle oynayan kız çocukları ya da savaşçı rolündeki oyuncak adamları dövüştüren erkek çocuklarıyla sık karşılaşırız. Oyuncaklara roller vererek ve oynatarak çocuklar kendi dünyalarını genişletmektedir. Diğer taraftan, oyun sırasında arkadaşını geçebilmek için elinden gelenin en iyisini yapmaya çalıştıkça verimli bir öğrenme deneyimi yaşamaktadır.
Okul öncesi dönemde çocuğunuzun hayali kahramanlara olan tutkusu size çok abartılı gözükse de aslında sağlıklı gelişimin bir parçası olarak kabul edilebilir. Özellikle 4 yaş civarında çocuklar hayali kahramanlarla özdeşleşerek güçlü ve yeterli olmayı deneyimlemektedir. Ayrıca, bu kahramanların korktukları ya da hayran oldukları özelliklerini hayal dünyalarında yeniden şekillendirerek bu yaşa özgü zihinsel gelişim gereksinimlerini karşılarlar. Hayali kahramanlar çocuğun gerçek ile hayal ürünü arasındaki farkı öğrenme sürecini destekler. Ama yaşı ilerlemesine rağmen çocuğunuzun hayali kahramanlara olan ilgisi tutku şeklinde sürüyorsa çocuğun günlük yaşantısındaki bazı deneyim ve duygularıyla başa çıkmakta zorlandığı ve bu nedenle hayal dünyasına sığındığı düşünülebilir. Bu durumda ailenin çocukla kurduğu iletişimde daha aktif bir rol alarak, günlük deneyimlerde çocuğun güçlü ve yeterli olma, kendini ifade etme, dikkat çekme ve fark edilme, aidiyet hissi yaşama gibi temel duygusal gereksinimleri karşıladığından emin olması gerekir. Bunu sağlamanın en etkin yolu da çocukla birebir oyunlar oynamaya vakit ayırmaktır. Çocuğunuzun sizi oyun arkadaşı olarak kabul edip birlikte yeni oyunlar kurmaya başladıkça gerçek ve hayal arasındaki farkı hissettirmeye başlayabilirsiniz. Sizinle birebir oyun bir süre sonra çocuğunuza çok daha cazip gelecek ve hayali olduğunu bildiği kahramanlarla özdeşleşme oyununa ilgisini kaybedecektir.
Oyuncaklar çocukların hayal gücünü geliştirmelidir. Ebeveynler çocuklarının hangi oyuncakları tercih ettiğini ve onlarla nasıl oynadığını gözlemlemelidir. 2-6 yaş arasında barbie ya da Winx bebekler ve action-man şeklindeki oyuncaklar çocukların fantezilerini gerçekleştirmesine yardımcı olur. Ancak bu oyuncaklarla ilgili unutulmaması gereken çok önemli bir nokta vardır: bebeklerin gerçeğe uymayan abartılı anatomileri bazı çocuklara çekici gelmektedir, aynı gizeminden dolayı çocukların çok çekici bulduğu cinsellik konusu gibi. Kadın-erkek stereotipini vurgulayan bu oyuncaklar çocukların oyununa yetişkin meselelerinin fazlaca dahil olmasını teşvik etmekte ve çocukların kendi kendine keşif ve kendini ifade imkanını azaltmaktadır.
Giyim ve gıdanın yanı sıra araba ve ev alımında bile aileler üzerinde belirleyici bir konum edinen çocuklar, Türkiye`de 12 milyar dolarlık bir pazar yarattı. Çocuklara özel marka ve mağazaların sayısı artıyor.
Anne ve babaların çocukları için kullandığı `yemedim yedirdim, giymedim giydirdim` sözü, 12 milyar dolarlık dev bir sektör yarattı.
Giyimden oyuncağa, sağlıktan gıdaya kadar pek çok alanda alışverişin yeni kahramanı artık çocuklar oldu. Öyle ki modacılar her mevsim birbirinden ilginç çocuk kıyafetlerini tasarlamak için koştururken, firmalar da çocukların sevdiği çizgi kahramanların lisansını almak için her yıl milyonlarca euro para ödüyor.
Çocuk tüketicileri hedefleyen firmalar, çizgi karakterlerin ve film kahramanlarının lisans hakları için de yarışıyor. Walt Disney, Mattel, Nickeodeon& MTV Licensing, King Features, Paws Inc. Comedy Central, Smiley Corparation ve Universal Studios gruplarının çizgi karakter ve film kahramanlarının lisans haklarını kiralamak için sıraya giren firmalar, ayakkabıdan elbiseye, takıdan gözlüğe, kırtasiyeden gıdaya, mobilyadan oyuncağa kadar pek çok ürünü, çocukların hayal dünyasına hitap edebilmesi için Barbie, Batman, Hot Wheels, Winx, Örümcek Adam, Pokemon gibi kahramanların figürleriyle süslüyor. Çizgi kahramanlarının resimlerini giysi veya ayakkabı üzerinde gören çocuklar da direkt bu ürünlere yöneliyor.
EN İYİ YATIRIM ÇOCUĞA YAPILAN YATIRIMDIR
Eğitimde çağdaş yorumlardan biri olan çizgi roman yaklaşımı ile…Hem çocuklarımıza okuma alışkanlığı kazandırtmak hem de kendilerine ait olan hikayelerimizle tasvirlediğimiz sunumların onların hayal dünyalarında gerçekçi tasavvurunu gerçekleştirmek amaçlanmaktadır.
Çoğu çocuk iki yaşını tamamladıktan kısa bir sonra taklit ve karakter oyunları oynamaya başlar. Okulöncesi dönem boyunca, bu tarz oyunların içeriği gelişir ve süresi uzar. Çizgi film kahramanları gibi tanıdıkları karakterler ile özdeşleşerek küçük çocuklar yaşamı kendi perspektiflerine göre yeniden oluştururlar ve yarattıkları bu yeni dünyada bir kontrol duygusu yaşarlar. Taklit ve karakter oyunları sayesinde kim olmak istiyorlarsa onu olabilme şansı yakalarlar.
Bir karakterle özdeşleme şeklindeki oyunlar çocukların hem zihinsel hem de sosyo-duygusal gelişimi için önemlidir. Bir çizgi film karakterinin yerine geçen çocuk, o karakterin bakış açısını anlamaya çalışır. Bu çaba sadece zihinsel süreçleri ve yaratıcı düşünceyi geliştirmekle kalmaz aynı zamanda çocukların empati duygusu kazanmalarına fırsat verir. Bir süper kahraman yerine geçen çocuğun o karakterin nasıl baktığını, konuştuğunu, düşündüğünü ve davrandığını keşfetmesi gerekir.
Diğer taraftan küçük çocuklar, ebeveynin değil kendi kontrollerinde olan bir dünya hayal ederler. Çizgi film kahramanları ya da barbie bebeklerle özdeşleşme oyunları çocuğun düşünce seviyesinde ortaya çıkan bağımsızlaşma sürecinin ilk adımlarıdır. Ayrıca, 2-6 yaş arası çocuklar engellenme, sevgi, kızgınlık gibi yaşadıkları yoğun duygularla baş edebilmenin bir yolu olarak da tanıdıkları karakterlerin yerine geçme oyunları oynayabilirler. Oluşturdukları hayal dünyasında en güçlü, en hızlı ya da en güzel karakterlerin yerine geçerek aslında gerçek dünyada yaşadıkları korku, yetersizlik, güçsüzlük gibi duygularını yansıtmış ve büyük oranda boşaltmış olurlar.
Küçük çocuklar çizgi film karakterleriyle özdeşleşme oyununu genelde çok ciddiye alırlar ve sıklıkla hayal ve gerçek arasındaki ayrımı tam olarak yapamazlar. Karakterle özdeşleşme oyunlarında çocuk fiziksel ya da duygusal olarak kendisine ya da etrafa zarar vermediği sürece, ebeveynin neyin gerçek neyin hayal olduğu konusunda çocuğa açıklama yapması gerekmez. Çocuklar deneyimle ve başka zamanlarda onunla yaptığınız konuşmalar sayesinde neyin gerçek neyin hayal ürünü olduğunu kendiliklerinden öğrenirler.
Kız çocuklar için Barbie, erkek çocuklar için action-man gibi oyuncak karakterlere olan ilgi 5 yaş civarı en yüksek seviyeye ulaşır. Bu oyuncak karakterler sayesinde, çocuğun hayalleri kişileştirilmiş olur. Neredeyse tüm gün boyunca sıkılmadan barbie’lerle oynayan kız çocukları ya da savaşçı rolündeki oyuncak adamları dövüştüren erkek çocuklarıyla sık karşılaşırız. Oyuncaklara roller vererek ve oynatarak çocuklar kendi dünyalarını genişletmektedir. Diğer taraftan, oyun sırasında arkadaşını geçebilmek için elinden gelenin en iyisini yapmaya çalıştıkça verimli bir öğrenme deneyimi yaşamaktadır.
Okul öncesi dönemde çocuğunuzun hayali kahramanlara olan tutkusu size çok abartılı gözükse de aslında sağlıklı gelişimin bir parçası olarak kabul edilebilir. Özellikle 4 yaş civarında çocuklar hayali kahramanlarla özdeşleşerek güçlü ve yeterli olmayı deneyimlemektedir. Ayrıca, bu kahramanların korktukları ya da hayran oldukları özelliklerini hayal dünyalarında yeniden şekillendirerek bu yaşa özgü zihinsel gelişim gereksinimlerini karşılarlar. Hayali kahramanlar çocuğun gerçek ile hayal ürünü arasındaki farkı öğrenme sürecini destekler. Ama yaşı ilerlemesine rağmen çocuğunuzun hayali kahramanlara olan ilgisi tutku şeklinde sürüyorsa çocuğun günlük yaşantısındaki bazı deneyim ve duygularıyla başa çıkmakta zorlandığı ve bu nedenle hayal dünyasına sığındığı düşünülebilir. Bu durumda ailenin çocukla kurduğu iletişimde daha aktif bir rol alarak, günlük deneyimlerde çocuğun güçlü ve yeterli olma, kendini ifade etme, dikkat çekme ve fark edilme, aidiyet hissi yaşama gibi temel duygusal gereksinimleri karşıladığından emin olması gerekir. Bunu sağlamanın en etkin yolu da çocukla birebir oyunlar oynamaya vakit ayırmaktır. Çocuğunuzun sizi oyun arkadaşı olarak kabul edip birlikte yeni oyunlar kurmaya başladıkça gerçek ve hayal arasındaki farkı hissettirmeye başlayabilirsiniz. Sizinle birebir oyun bir süre sonra çocuğunuza çok daha cazip gelecek ve hayali olduğunu bildiği kahramanlarla özdeşleşme oyununa ilgisini kaybedecektir.
Oyuncaklar çocukların hayal gücünü geliştirmelidir. Ebeveynler çocuklarının hangi oyuncakları tercih ettiğini ve onlarla nasıl oynadığını gözlemlemelidir. 2-6 yaş arasında barbie ya da Winx bebekler ve action-man şeklindeki oyuncaklar çocukların fantezilerini gerçekleştirmesine yardımcı olur. Ancak bu oyuncaklarla ilgili unutulmaması gereken çok önemli bir nokta vardır: bebeklerin gerçeğe uymayan abartılı anatomileri bazı çocuklara çekici gelmektedir, aynı gizeminden dolayı çocukların çok çekici bulduğu cinsellik konusu gibi. Kadın-erkek stereotipini vurgulayan bu oyuncaklar çocukların oyununa yetişkin meselelerinin fazlaca dahil olmasını teşvik etmekte ve çocukların kendi kendine keşif ve kendini ifade imkanını azaltmaktadır.
Giyim ve gıdanın yanı sıra araba ve ev alımında bile aileler üzerinde belirleyici bir konum edinen çocuklar, Türkiye`de 12 milyar dolarlık bir pazar yarattı. Çocuklara özel marka ve mağazaların sayısı artıyor.
Anne ve babaların çocukları için kullandığı `yemedim yedirdim, giymedim giydirdim` sözü, 12 milyar dolarlık dev bir sektör yarattı.
Giyimden oyuncağa, sağlıktan gıdaya kadar pek çok alanda alışverişin yeni kahramanı artık çocuklar oldu. Öyle ki modacılar her mevsim birbirinden ilginç çocuk kıyafetlerini tasarlamak için koştururken, firmalar da çocukların sevdiği çizgi kahramanların lisansını almak için her yıl milyonlarca euro para ödüyor.
Çocuk tüketicileri hedefleyen firmalar, çizgi karakterlerin ve film kahramanlarının lisans hakları için de yarışıyor. Walt Disney, Mattel, Nickeodeon& MTV Licensing, King Features, Paws Inc. Comedy Central, Smiley Corparation ve Universal Studios gruplarının çizgi karakter ve film kahramanlarının lisans haklarını kiralamak için sıraya giren firmalar, ayakkabıdan elbiseye, takıdan gözlüğe, kırtasiyeden gıdaya, mobilyadan oyuncağa kadar pek çok ürünü, çocukların hayal dünyasına hitap edebilmesi için Barbie, Batman, Hot Wheels, Winx, Örümcek Adam, Pokemon gibi kahramanların figürleriyle süslüyor. Çizgi kahramanlarının resimlerini giysi veya ayakkabı üzerinde gören çocuklar da direkt bu ürünlere yöneliyor.
ÇOCUK EDEBİYATINDA ARTIK HEROTÜRK VAR!
Edebiyat hoş vakit geçirtici, eğlendirici bir şeydir. Ruha canlılık verir. İnsanoğlunun yaşama gücünü artırmasında, hayatın ciddi ve üzücü durumlarında, uzaklaştırılmasında önemli bir görev üstlenir. Çocukların hayatı keşfetmesinde ve yaşama yollarını öğrenmesinde yol gösterici fonksiyonu vardır. Adeta insana hayatta rehberlik yapar. Edebiyat çocuğu bir takım etkinliklere teşvik eder, ana dilinin gelişmesine katkıda bulunur. Edebî değeri olan eserlerden çocuğun dünyasına girebilen, ilgisini çeken, severek okuduğu eserleri çocuk edebiyatı içerisinde değerlendiriyoruz.
Batı dünyasında çocuk edebiyatı ninniler ve büyükler tarafından anlatılan masallarla başlar. Eski zamanlarda hiç kitap yoktu. Kabilelerdeki hikâye anlatıcıları kültürün, adetlerin, değerlerin ve tarihin birer koruyucusuydular. hikâye anlatma asırlar boyunca bir nesilden diğerine bir toplumun geleneklerini ve inanışlarını aktarmanın temel yöntemi olmuştur. O devirlerde anlatılan hikâyeler aslında büyükler içindi. Ama çocuklar da bunları dinleyip kendilerine uygun olanları benimserlerdi. Daha sonraları halk ozanları bu hikâyeleri derleyip, toplumdan topluma taşıdılar. Balat yani şarkıyla hikâye anlatma, destan, epik gibi halk masalı türleri de böyle oluşmuştur. 15. yüzyılda İngiliz matbacı Caxton ilk defa büyükler için küçük cep masalları basmıştır. Heyecan ve macera içeren bu kitapları İngiliz toplumunun halk tabakası okumaktaydı. Üst kesim ise Horn Book adı verilen ve boynuzdan yapılmış koruyucuların içine yerleştirilmiş bakır levhalardan oluşan kitapları okuyorlardı.
18. yüzyıla gelinceye kadar İngiltere’de aşırı dinci bir akım olan Quakerizm vardı. Bu akım çocukların son derece sıkı bir disiplinle yetişmesini savunuyordu. Çocuklar için hazırlanmış kitaplar daha çok İncil’den kaynaklanan kitaplardı ve hikâyelerin sonu hep ölümle bitiyordu. Bu çocuk kitapları karamsarlık ve dindarlık aşılıyordu.
Bu sıralarda Fransa’da Charles Pearault 14. Lui döneminde çocuk kitaplarının babası olarak anılmaktaydı. Halk ağzında dolaşan masalları toplayıp, kısaltarak çocuklar için 1697 yılında basmıştır. Bunların içinde “Kül Kedisi”, “Parmak Çocuk”, “Mavi Sakal”, “Kırmızı Başlıklı Kız”, “Çizmeli Kedi”, Uyuyan Güzel” gibi eserler vardır. Böylece ilk kez Fransız çocukların kendilerine ait kitapları olmuştur.
Bu kitaplar önce İngiltere’de sonra da Almanya’da basıldılar. İngiltere’de bunları John Newberry İngilizce’ye çevirip, 1727 yılında “Tales of Matter Goose” adı altında yayınladı. Gerek İngiltere’de gerekse Fransa’da çocuklar için yazılan kitaplar bu dönemden sonra artış gösterdi.
Daha sonra kitaplar bildiğimiz gibi basılmaya ve ciltlenmeye başlamıştır. Çocuklar Daniel Defoe’nun Robinson Crusoe’su ve Jonathan Swift’in Gulliver’in Gezileri gibi yetişkin kitaplarını benimsemişlerdir. 1744 yılına kadar John Newbery’nin “A little Pretty Pocket book” isimli kitabı yayınlandı (Küçük Şirin Cep Kitabı). 18. yüzyılın ikinci yarısında Sarah Trimer ve diğer yazarlar başlamış olan bu öğretici, eğitici geleneği sürdürdüler.
Çocuk kitapları sözel geleneklerden beslenen ve derlenerek bir araya getirilen hikâyelerdir. Ayrıca Joseph Jacobs tarafından kayda geçirilerek korunan İngiliz masallarının yanısıra Grimm Kardeşler tarafından derlenmiş olan Alman hikâyeleri de mevcuttur. 19. yüzyılda İngiliz Edward Lear tekerleme türü şiirlerden oluşan “Book of Non Sense” isimli bir kitap yazdı. Çocuk edebiyatına neşe ve yaşama sevinci getiren bu kitap çok tutulmuştur. Çocuk kitaplarındaki gelişme 19. yüzyıla kadar yavaş olmuştur. Bu dönemde düşünceleri yaygınlaşan J.J Rousseau’nun eğitim teorisi yanlış anlaşılmış ve pek çok didaktik içerikli eser ortaya çıkmıştır. 19 yüzyılda çocuk kitaplarının konuları genişletilmiştir. Loise May Alcott’un “Küçük Kadınlar”ı aile hikâyelerini popüler hale getirmiştir. Robert Louisse Stevenson’un “Define Adası” da aynı etkiyi macera hikâyeleri açısından yaratmıştır. 20 yüzyılın başlamasından hemen önceleri Anna Swell’in “Siyah İnci” gibi hayvan hikâyeleri ve Lewis Carroll’un “Alice Harikalar Diyarında” gibi fantazileri o güne değin varolan kitap türlerini genişletmiştir. 19. yüzyıl sonlarına doğru özellikle küçük çocuklar için yazılan dergiler ortaya çıkmaya başladı. Çocuklar için yazılanların öğretici olmak zorunda olmadığına inanan Mary Mapes Dadge “St Nicholas” isimli derginin editörlüğünü yapmıştır. 20. yüzyıl başlarında Lucy Sprague Mitchell’in “The Here and Now Story Book” isimli kitabı ile yetişkinler ilk defa çocukların küçük yetişkinler değil başka varlıklar olduğu fikriyle karşılaştılar. Bu dönemde çocuk edebiyatındaki çeşitlilik genişlemeye devam etmistir. Bu yüzyılın başlarında C.B Falls’un ABC isimli kitabının resimleri kaliteli ağaç oyma tekniğinin örneklerini içeriyordu ve yeni gelişen teknoloji olanaklar resimli kitaplara yönelişi kolaylaştırıyordu. Rudyard Kipling çocuklar için mizahın önemli olduğunu düşünüyordu. 1902’de yayınlanan “Just so Stories” adlı kitabı bugün de popülerdir. Beatrice Potter aynı yıl “The Story of Petter Rabbit” isimli kitabıyla edebiyata hayvan öykülerini sokmuştur. O zamandan itibaren de hayvan hikâyeleri çocukların en sevdigi tür olmuştur. Daha sonra dünyanın tüm ülkelerinde çocuk edebiyatı örnekleri her gün biraz daha gelişerek ve artarak yayınlanmaya başlamıştır.
Türkiye’de Çocuk Edebiyatı:
Türkiye’de çocuk edebiyatının gelişimi, dünyadaki edebiyatın gelişimiyle yakından ilgilidir. Tanzimat dönemi Türk çocuk edebiyatının da başlangıcı sayılabilir (1839). Tanzimat’tan önce sözlü edebiyat türü hakimdi. Bunlardan masal, bilmece, tekerleme, atasözleri, Nasreddin Hoca fıkraları daha çok evlerde, Karagöz ve Meddah biçimleri de kamusal alanlarda çocukların eğitim ve eğlencesine sunulurdu.
Tanzimat döneminde Kayserili Dr. Rüştü’nün 1859 yılında yazmış olduğu “Nuhbe-tül Etfal” isimli Arapça alfabe kitabının arkasında çocukları eğlendirmek amacıyla yazılmış olan çocuk hikâyeleri, fabl çevirileri, kısa hayvan öyküleri vardı. 1869 yılında Mümeyyiz adlı derginin her sayısı ayrı renk kağıt üzerine basılmıştır. Bu dergide çocuklar için bilmeceler ve dizi romanlar mevcuttu.
Ahmet Mithat’ın “Hace-i Evvel” ve “Kıssadan Hisse” isimli kitaplarını bazılari ilk çocuk kitapları sayarlar (1871). Bu kitaplar çocukları eğlendirmek amacıyla yazılmıştır. 1883’de Çaylak Tevfik Nasreddin Hoca fıkralarını toplamıştır. Ne var ki o dönemde yazılı çocuk edebiyatı olarak fazla bir şey yoktu. Şair Nabi’nin “Hayriyye” ve Sümbülzade Vehbi’nin “Lütfiyye” isimli eserleri tamamiyle didaktik biçimde ve şiir şeklindeydiler. Bu eserler büyüklere göre olduğu için çocuk edebiyatına girmemişlerdir.
Türkiye’nin ilk çocuk kitapları Tanzimat dönemi yazarlarından Şinasi, Recaizade Ekrem ve Ahmet Mithat tarafından Fransızcadan çevrilen kısa şiirler ve hayvan hikâyeleridir. Ziya Pasa, J.J.Rousseau’nun “Emile” isimli eserini çocuklar için tercüme etmiştir. Bu arada Recaizade Ekrem ve Muallim Naci sırasıyla “Tefekkür” ve “Ömer’in Çocukluğu” isimli özgün eserleri çocuklar için yayınlamışlardır. Yusuf Kamil Paşa Fenelon’dan yaptığı çevirileri “Tercüme-i Telemak” (1862) isimli eserinde yayınlarken, Vakanuvis Lütfü Daniel Defoe’nun “Robinson Crusoe” isimli eserini, Mahmut Nedim Jonathan Swift’in “Gulliver’in Gezileri” adlı kitapları ve Mehmet Emin de Jules Verne’in “Merkezi Arza Seyahat” ve “Balonda Beş Hafta Seyahat” adlı romanlarını çevirmiştir.
Bütün bu yapıtlar 9 yaş ve üzeri çocuklar için yazılmıştır. Daha sonra pek çok yazar ve şair de çocuklar için kitap yazmaya başladılar. Bunlar arasında Ahmet Rasim, Ahmet Mithat, Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin, Tevfik Fikret, Ali Ekrem Bolayır, İbrahim Alaattin Gövsa, Ali Ulvi Elöve ve Aka Gündüz sayılabilir. Cumhuriyetin ilanından sonra harf devrimi ile yeni bir dönem başlamış ve kitaplar yeni harfler ile tekrar basılmıştır. Çocuk kitaplarında önde gelen isimler Reşat Nuri Gültekin, Mahmut Yesari, Peyami Safa, Abdullah Ziya Kazanoğlu, Ragıp Çalapala, Kemalettin Tuğcu gibi yazarlardır.
Tanzimattan 1940 yılına kadar çocuk kitapları sayısında fazla bir artış görülmez. Çocuk Esirgeme Kurumu 1943-46 yılları arasında çoğu çeviri olmak üzere yüzden fazla değişik kitap bastırtmıştır. 1952’den sonra yazılan eserlerde toplumsal içerikli hikâye ve romanların yer aldığı görülür. 1950 yılından itibaren bazı okul ve kütüphanelerde çocuk kitabı haftaları ve sergiler düzenlenmeye başlandı. Eflatun Cem Güney “Açıl Sofram Açıl” ve “Dede Korkut Masalları” ile çeşitli ödüller almıştır. 1964 yılında Vala Nurettin ve Nihal Karamanagralı’nın yazdığı “Korkusuz Murat” Doğan Kardeş Ödülü almıştır. Aynı dönemde Orhan Veli Kanık La Fontaine çevirileri ve Nasreddin hoca fıkralarını akıcı bir dille kaleme alır. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın şiir kitabı “Çocuk ve Allah” “Açıl Sofram Açıl”, “Balina ile Mandalina”, “Okumayı Seven Ayı” ve “Yaramaz Sözcükler”i, Aziz Nesin’in “Şimdiki Çocuklar Harika”, “Üç Karagöz Oyunu”, “Pıtlatan Bal” adlı eserleri çocuklara hitap eden ve bu dönemde yazılmış eserlerdir. Cahit Uçuk “Kırmızı Mantarlar “(1943), “Üç Masal” (1944), “Türk Çocuğuna Masallar” (1946), “Ateş Gözlü Dev” (1946) ve “Kurnaz Tilki “(1946), adlı eserleri yazmış ve “Türk İkizleri “(1958) adlı eseri ile Hans Christian Andersen ödülü almıştır. Mümtaz Zeki Taşkın tiyatro eserlerinin yanısıra “Çocuklarımıza Resimli Şiirler” (1959), “Çitlenbik Kız” (1975) ve “Çocuklara Kahramanlık hikâyeleri” (1978) adlı eserleri yayınlanmıştır.
1960 yılında TDK ve Kültür Bakanlığı çeşitli yarışmalar düzenledi. Rıfat Ilgaz “Hababam Sınıfı”, “Küçük Çekmece Okyanusu” ve “Cankurtaran Yılmaz”ı yazmıştır. Mehmet Seyda roman ve hikâye türünde “Bir gün Büyüyeceksin”, “Şeytan Çekiçleri”, “Çikolata” ve “Düşleme Oyunu”nu yazmıştır.
Yazarlarımız bu yıllarda çocuk kitapları alanına önem verip, öykü, roman, şiir yazmaya başlamışlarsa da pek azı başarılı olmuştur. 1966’dan başlayarak çocuk kitaplarında gelişme görülür. Talip Apaydın “Toprağa Basınca”, “Dağdaki Kaynak”, “Elif Kızın Elleri”, Gülten Dayıoğlu “Fadiş”, “Dört Kardeştiler”, “Suna’nın Serçeleri” ve “Yurdumu Özledim”i yazmıştır. 1970’lerden sonra çocuk edebiyatı hareketlenmiş ve çeviriler artmıştır.
1966-1967 yıllarında “Ayşegül ve Ayşecik” dizisi Türkiye’ye gelene kadar resimli kitap hiç yoktu. Sadece Amerikan Board Neşriyat Dairesi (Red House) 1961 yayınları ile bu türde eserler veriyordu. İçerik açısından başarılı olanlar fiziksel ve resimleme yönünden başarılı olamıyorlardı. Bu tercümelerin çoğu toplumumuza uymuyordu. Can Göknil’in “Kirpi Masalı” ilk resimli çocuk kitabımızdır.
Batı dünyasında çocuk edebiyatı ninniler ve büyükler tarafından anlatılan masallarla başlar. Eski zamanlarda hiç kitap yoktu. Kabilelerdeki hikâye anlatıcıları kültürün, adetlerin, değerlerin ve tarihin birer koruyucusuydular. hikâye anlatma asırlar boyunca bir nesilden diğerine bir toplumun geleneklerini ve inanışlarını aktarmanın temel yöntemi olmuştur. O devirlerde anlatılan hikâyeler aslında büyükler içindi. Ama çocuklar da bunları dinleyip kendilerine uygun olanları benimserlerdi. Daha sonraları halk ozanları bu hikâyeleri derleyip, toplumdan topluma taşıdılar. Balat yani şarkıyla hikâye anlatma, destan, epik gibi halk masalı türleri de böyle oluşmuştur. 15. yüzyılda İngiliz matbacı Caxton ilk defa büyükler için küçük cep masalları basmıştır. Heyecan ve macera içeren bu kitapları İngiliz toplumunun halk tabakası okumaktaydı. Üst kesim ise Horn Book adı verilen ve boynuzdan yapılmış koruyucuların içine yerleştirilmiş bakır levhalardan oluşan kitapları okuyorlardı.
18. yüzyıla gelinceye kadar İngiltere’de aşırı dinci bir akım olan Quakerizm vardı. Bu akım çocukların son derece sıkı bir disiplinle yetişmesini savunuyordu. Çocuklar için hazırlanmış kitaplar daha çok İncil’den kaynaklanan kitaplardı ve hikâyelerin sonu hep ölümle bitiyordu. Bu çocuk kitapları karamsarlık ve dindarlık aşılıyordu.
Bu sıralarda Fransa’da Charles Pearault 14. Lui döneminde çocuk kitaplarının babası olarak anılmaktaydı. Halk ağzında dolaşan masalları toplayıp, kısaltarak çocuklar için 1697 yılında basmıştır. Bunların içinde “Kül Kedisi”, “Parmak Çocuk”, “Mavi Sakal”, “Kırmızı Başlıklı Kız”, “Çizmeli Kedi”, Uyuyan Güzel” gibi eserler vardır. Böylece ilk kez Fransız çocukların kendilerine ait kitapları olmuştur.
Bu kitaplar önce İngiltere’de sonra da Almanya’da basıldılar. İngiltere’de bunları John Newberry İngilizce’ye çevirip, 1727 yılında “Tales of Matter Goose” adı altında yayınladı. Gerek İngiltere’de gerekse Fransa’da çocuklar için yazılan kitaplar bu dönemden sonra artış gösterdi.
Daha sonra kitaplar bildiğimiz gibi basılmaya ve ciltlenmeye başlamıştır. Çocuklar Daniel Defoe’nun Robinson Crusoe’su ve Jonathan Swift’in Gulliver’in Gezileri gibi yetişkin kitaplarını benimsemişlerdir. 1744 yılına kadar John Newbery’nin “A little Pretty Pocket book” isimli kitabı yayınlandı (Küçük Şirin Cep Kitabı). 18. yüzyılın ikinci yarısında Sarah Trimer ve diğer yazarlar başlamış olan bu öğretici, eğitici geleneği sürdürdüler.
Çocuk kitapları sözel geleneklerden beslenen ve derlenerek bir araya getirilen hikâyelerdir. Ayrıca Joseph Jacobs tarafından kayda geçirilerek korunan İngiliz masallarının yanısıra Grimm Kardeşler tarafından derlenmiş olan Alman hikâyeleri de mevcuttur. 19. yüzyılda İngiliz Edward Lear tekerleme türü şiirlerden oluşan “Book of Non Sense” isimli bir kitap yazdı. Çocuk edebiyatına neşe ve yaşama sevinci getiren bu kitap çok tutulmuştur. Çocuk kitaplarındaki gelişme 19. yüzyıla kadar yavaş olmuştur. Bu dönemde düşünceleri yaygınlaşan J.J Rousseau’nun eğitim teorisi yanlış anlaşılmış ve pek çok didaktik içerikli eser ortaya çıkmıştır. 19 yüzyılda çocuk kitaplarının konuları genişletilmiştir. Loise May Alcott’un “Küçük Kadınlar”ı aile hikâyelerini popüler hale getirmiştir. Robert Louisse Stevenson’un “Define Adası” da aynı etkiyi macera hikâyeleri açısından yaratmıştır. 20 yüzyılın başlamasından hemen önceleri Anna Swell’in “Siyah İnci” gibi hayvan hikâyeleri ve Lewis Carroll’un “Alice Harikalar Diyarında” gibi fantazileri o güne değin varolan kitap türlerini genişletmiştir. 19. yüzyıl sonlarına doğru özellikle küçük çocuklar için yazılan dergiler ortaya çıkmaya başladı. Çocuklar için yazılanların öğretici olmak zorunda olmadığına inanan Mary Mapes Dadge “St Nicholas” isimli derginin editörlüğünü yapmıştır. 20. yüzyıl başlarında Lucy Sprague Mitchell’in “The Here and Now Story Book” isimli kitabı ile yetişkinler ilk defa çocukların küçük yetişkinler değil başka varlıklar olduğu fikriyle karşılaştılar. Bu dönemde çocuk edebiyatındaki çeşitlilik genişlemeye devam etmistir. Bu yüzyılın başlarında C.B Falls’un ABC isimli kitabının resimleri kaliteli ağaç oyma tekniğinin örneklerini içeriyordu ve yeni gelişen teknoloji olanaklar resimli kitaplara yönelişi kolaylaştırıyordu. Rudyard Kipling çocuklar için mizahın önemli olduğunu düşünüyordu. 1902’de yayınlanan “Just so Stories” adlı kitabı bugün de popülerdir. Beatrice Potter aynı yıl “The Story of Petter Rabbit” isimli kitabıyla edebiyata hayvan öykülerini sokmuştur. O zamandan itibaren de hayvan hikâyeleri çocukların en sevdigi tür olmuştur. Daha sonra dünyanın tüm ülkelerinde çocuk edebiyatı örnekleri her gün biraz daha gelişerek ve artarak yayınlanmaya başlamıştır.
Türkiye’de Çocuk Edebiyatı:
Türkiye’de çocuk edebiyatının gelişimi, dünyadaki edebiyatın gelişimiyle yakından ilgilidir. Tanzimat dönemi Türk çocuk edebiyatının da başlangıcı sayılabilir (1839). Tanzimat’tan önce sözlü edebiyat türü hakimdi. Bunlardan masal, bilmece, tekerleme, atasözleri, Nasreddin Hoca fıkraları daha çok evlerde, Karagöz ve Meddah biçimleri de kamusal alanlarda çocukların eğitim ve eğlencesine sunulurdu.
Tanzimat döneminde Kayserili Dr. Rüştü’nün 1859 yılında yazmış olduğu “Nuhbe-tül Etfal” isimli Arapça alfabe kitabının arkasında çocukları eğlendirmek amacıyla yazılmış olan çocuk hikâyeleri, fabl çevirileri, kısa hayvan öyküleri vardı. 1869 yılında Mümeyyiz adlı derginin her sayısı ayrı renk kağıt üzerine basılmıştır. Bu dergide çocuklar için bilmeceler ve dizi romanlar mevcuttu.
Ahmet Mithat’ın “Hace-i Evvel” ve “Kıssadan Hisse” isimli kitaplarını bazılari ilk çocuk kitapları sayarlar (1871). Bu kitaplar çocukları eğlendirmek amacıyla yazılmıştır. 1883’de Çaylak Tevfik Nasreddin Hoca fıkralarını toplamıştır. Ne var ki o dönemde yazılı çocuk edebiyatı olarak fazla bir şey yoktu. Şair Nabi’nin “Hayriyye” ve Sümbülzade Vehbi’nin “Lütfiyye” isimli eserleri tamamiyle didaktik biçimde ve şiir şeklindeydiler. Bu eserler büyüklere göre olduğu için çocuk edebiyatına girmemişlerdir.
Türkiye’nin ilk çocuk kitapları Tanzimat dönemi yazarlarından Şinasi, Recaizade Ekrem ve Ahmet Mithat tarafından Fransızcadan çevrilen kısa şiirler ve hayvan hikâyeleridir. Ziya Pasa, J.J.Rousseau’nun “Emile” isimli eserini çocuklar için tercüme etmiştir. Bu arada Recaizade Ekrem ve Muallim Naci sırasıyla “Tefekkür” ve “Ömer’in Çocukluğu” isimli özgün eserleri çocuklar için yayınlamışlardır. Yusuf Kamil Paşa Fenelon’dan yaptığı çevirileri “Tercüme-i Telemak” (1862) isimli eserinde yayınlarken, Vakanuvis Lütfü Daniel Defoe’nun “Robinson Crusoe” isimli eserini, Mahmut Nedim Jonathan Swift’in “Gulliver’in Gezileri” adlı kitapları ve Mehmet Emin de Jules Verne’in “Merkezi Arza Seyahat” ve “Balonda Beş Hafta Seyahat” adlı romanlarını çevirmiştir.
Bütün bu yapıtlar 9 yaş ve üzeri çocuklar için yazılmıştır. Daha sonra pek çok yazar ve şair de çocuklar için kitap yazmaya başladılar. Bunlar arasında Ahmet Rasim, Ahmet Mithat, Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin, Tevfik Fikret, Ali Ekrem Bolayır, İbrahim Alaattin Gövsa, Ali Ulvi Elöve ve Aka Gündüz sayılabilir. Cumhuriyetin ilanından sonra harf devrimi ile yeni bir dönem başlamış ve kitaplar yeni harfler ile tekrar basılmıştır. Çocuk kitaplarında önde gelen isimler Reşat Nuri Gültekin, Mahmut Yesari, Peyami Safa, Abdullah Ziya Kazanoğlu, Ragıp Çalapala, Kemalettin Tuğcu gibi yazarlardır.
Tanzimattan 1940 yılına kadar çocuk kitapları sayısında fazla bir artış görülmez. Çocuk Esirgeme Kurumu 1943-46 yılları arasında çoğu çeviri olmak üzere yüzden fazla değişik kitap bastırtmıştır. 1952’den sonra yazılan eserlerde toplumsal içerikli hikâye ve romanların yer aldığı görülür. 1950 yılından itibaren bazı okul ve kütüphanelerde çocuk kitabı haftaları ve sergiler düzenlenmeye başlandı. Eflatun Cem Güney “Açıl Sofram Açıl” ve “Dede Korkut Masalları” ile çeşitli ödüller almıştır. 1964 yılında Vala Nurettin ve Nihal Karamanagralı’nın yazdığı “Korkusuz Murat” Doğan Kardeş Ödülü almıştır. Aynı dönemde Orhan Veli Kanık La Fontaine çevirileri ve Nasreddin hoca fıkralarını akıcı bir dille kaleme alır. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın şiir kitabı “Çocuk ve Allah” “Açıl Sofram Açıl”, “Balina ile Mandalina”, “Okumayı Seven Ayı” ve “Yaramaz Sözcükler”i, Aziz Nesin’in “Şimdiki Çocuklar Harika”, “Üç Karagöz Oyunu”, “Pıtlatan Bal” adlı eserleri çocuklara hitap eden ve bu dönemde yazılmış eserlerdir. Cahit Uçuk “Kırmızı Mantarlar “(1943), “Üç Masal” (1944), “Türk Çocuğuna Masallar” (1946), “Ateş Gözlü Dev” (1946) ve “Kurnaz Tilki “(1946), adlı eserleri yazmış ve “Türk İkizleri “(1958) adlı eseri ile Hans Christian Andersen ödülü almıştır. Mümtaz Zeki Taşkın tiyatro eserlerinin yanısıra “Çocuklarımıza Resimli Şiirler” (1959), “Çitlenbik Kız” (1975) ve “Çocuklara Kahramanlık hikâyeleri” (1978) adlı eserleri yayınlanmıştır.
1960 yılında TDK ve Kültür Bakanlığı çeşitli yarışmalar düzenledi. Rıfat Ilgaz “Hababam Sınıfı”, “Küçük Çekmece Okyanusu” ve “Cankurtaran Yılmaz”ı yazmıştır. Mehmet Seyda roman ve hikâye türünde “Bir gün Büyüyeceksin”, “Şeytan Çekiçleri”, “Çikolata” ve “Düşleme Oyunu”nu yazmıştır.
Yazarlarımız bu yıllarda çocuk kitapları alanına önem verip, öykü, roman, şiir yazmaya başlamışlarsa da pek azı başarılı olmuştur. 1966’dan başlayarak çocuk kitaplarında gelişme görülür. Talip Apaydın “Toprağa Basınca”, “Dağdaki Kaynak”, “Elif Kızın Elleri”, Gülten Dayıoğlu “Fadiş”, “Dört Kardeştiler”, “Suna’nın Serçeleri” ve “Yurdumu Özledim”i yazmıştır. 1970’lerden sonra çocuk edebiyatı hareketlenmiş ve çeviriler artmıştır.
1966-1967 yıllarında “Ayşegül ve Ayşecik” dizisi Türkiye’ye gelene kadar resimli kitap hiç yoktu. Sadece Amerikan Board Neşriyat Dairesi (Red House) 1961 yayınları ile bu türde eserler veriyordu. İçerik açısından başarılı olanlar fiziksel ve resimleme yönünden başarılı olamıyorlardı. Bu tercümelerin çoğu toplumumuza uymuyordu. Can Göknil’in “Kirpi Masalı” ilk resimli çocuk kitabımızdır.
Yeniden büyük Türkiye iddialarımız varsa acilen çocuk edebiyatına yüklenmeliyiz. Sonra çizgi filmler, internet oyunları. Ayrıca oyuncaklarda millileşmelidir. Biz Herotürk çalışmamızla bunu toplumumuza hatırlatmak istedik.
fehmi demirbağ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder