GENÇLER ÜZERİNDEN DÖNÜŞTÜRÜLÜYORUZ
Toplum olarak tartışılmaz bir gerçeğimiz var; OKUMUYORUZ!
Hoş okusak da ayrı bir dert; ülkede basılan kitapların % 90'ı tercüme. Yani bu 2 ayrı veriyi ortaya koymaktadır; YAZMIYORUZ DA!
Hoş neyi yazacağız ki, BİLİM ÜRETEMEDİĞİMİZ gerçeği de ayrı bir perişan olduğumuz başka bir konu.
Yakın zamanda ifşa oldu; 200 üniversitemizin 65 rektörünün uluslararası arena da bilimsel makale yazmadıkları ortaya çıktı.
Hani 325 bin öğretim üyesinin bulunduğu...Buna rağmen yeterli akademisyenin olmadığından 45.000 açığın bulunduğu üniversitelerimiz. Fen bilimlerinin alabildiğince cılız, sosyal bilimlerin zirve yaptığı sistemden bahsediyorum. Hani biz yetişkinler ömürlerimizi veriyoruz ya, çocuklarımız okuyup adam olsunlar diye onları üniversiteli yapmak için hem kendilerimizi hem onları harcadığımız sistemden bahsediyorum.
Yakın zamanda Fetoş bu işin ekmeğini iyi yemişti. Çaldığı üniversite sorularıyla (diğer sınav sorularıyla) kendi militanlarını devletin önemli kademelerine sızdırırken toplumda kendilerinden topyekün olarak altın neslin beklentisindeydi.
Kentleşme saplantısı üniversitelilik hastalığını körüklüyordu, bir yandan da. Liseler meslek edinme özelliğini yitireli çok zaman olmuştu. Hele o zıkkım AVM' ler Kültürel İşgal kolonilerinin kaleleriydi.
Bütün bunlar "Görünmeyen Üniversite"nin kapanmasından sonra ivme kazandı.(Biraz derinlik gerekiyor bu cümleyi kavramak için. Ya da bilmiyorsanız, araştırın kardeşim.)
İlim üretemiyor olduğumuz gibi iyilik de üretemez olmuştuk. İyilikten anladığımız ya ecdadın yaptıklarını saymak...İşte orman hayvanlarına yem dağıtmak, zimem defteri gibi gibi....
Eski Ramazanlarda hali vakti yerinde olan kişiler, tek başlarına hiç tanımadıkları, bilmedikleri mahalleleri dolaşmaya çıkarlarmış. Oralardaki bakkal, manav veya başka esnaf dükkanlarına uğrar, dükkanın ıssız bir anını kollar ve dükkan sahibiyle baş başa kalınca sorarlarmış:
“Zimem defteri var mı?”
Zimem defteri, borçlunun ismini ve ne kadar borcu olduğunu gösteren, günümüzde kullanıldığı şekliyle hesap defteridir.
Zimem defterinin olduğunu öğrenen kişi, kimin ne kadar borcunu ödediğini bilmeden, öğrenme gereği de duymadan, “Baştan, ortadan ve sondan şu kadar miktar sayfanın borcunu hesapla.” dermiş.
Hesabı ödedikten sonra da “Haydi Allah kabul etsin” deyip dükkandan çıkarmış. Borç ödeyen kişi kimin borcunu ödediğini, borcu ödenen kişi hayır sahibinin kim olduğunu bilmezmiş. Bilme gereği de duymazmış.
Eski Ramazanlarda bu şekilde borç ödeyenin de, borcu ödenen kişinin de Allah (cc) rızasından başka niyeti, düşüncesi ve isteği olmazmış.
Hoş okusak da ayrı bir dert; ülkede basılan kitapların % 90'ı tercüme. Yani bu 2 ayrı veriyi ortaya koymaktadır; YAZMIYORUZ DA!
Hoş neyi yazacağız ki, BİLİM ÜRETEMEDİĞİMİZ gerçeği de ayrı bir perişan olduğumuz başka bir konu.
Yakın zamanda ifşa oldu; 200 üniversitemizin 65 rektörünün uluslararası arena da bilimsel makale yazmadıkları ortaya çıktı.
Hani 325 bin öğretim üyesinin bulunduğu...Buna rağmen yeterli akademisyenin olmadığından 45.000 açığın bulunduğu üniversitelerimiz. Fen bilimlerinin alabildiğince cılız, sosyal bilimlerin zirve yaptığı sistemden bahsediyorum. Hani biz yetişkinler ömürlerimizi veriyoruz ya, çocuklarımız okuyup adam olsunlar diye onları üniversiteli yapmak için hem kendilerimizi hem onları harcadığımız sistemden bahsediyorum.
Yakın zamanda Fetoş bu işin ekmeğini iyi yemişti. Çaldığı üniversite sorularıyla (diğer sınav sorularıyla) kendi militanlarını devletin önemli kademelerine sızdırırken toplumda kendilerinden topyekün olarak altın neslin beklentisindeydi.
Kentleşme saplantısı üniversitelilik hastalığını körüklüyordu, bir yandan da. Liseler meslek edinme özelliğini yitireli çok zaman olmuştu. Hele o zıkkım AVM' ler Kültürel İşgal kolonilerinin kaleleriydi.
Bütün bunlar "Görünmeyen Üniversite"nin kapanmasından sonra ivme kazandı.(Biraz derinlik gerekiyor bu cümleyi kavramak için. Ya da bilmiyorsanız, araştırın kardeşim.)
İlim üretemiyor olduğumuz gibi iyilik de üretemez olmuştuk. İyilikten anladığımız ya ecdadın yaptıklarını saymak...İşte orman hayvanlarına yem dağıtmak, zimem defteri gibi gibi....
Eski Ramazanlarda hali vakti yerinde olan kişiler, tek başlarına hiç tanımadıkları, bilmedikleri mahalleleri dolaşmaya çıkarlarmış. Oralardaki bakkal, manav veya başka esnaf dükkanlarına uğrar, dükkanın ıssız bir anını kollar ve dükkan sahibiyle baş başa kalınca sorarlarmış:
“Zimem defteri var mı?”
Zimem defteri, borçlunun ismini ve ne kadar borcu olduğunu gösteren, günümüzde kullanıldığı şekliyle hesap defteridir.
Zimem defterinin olduğunu öğrenen kişi, kimin ne kadar borcunu ödediğini bilmeden, öğrenme gereği de duymadan, “Baştan, ortadan ve sondan şu kadar miktar sayfanın borcunu hesapla.” dermiş.
Hesabı ödedikten sonra da “Haydi Allah kabul etsin” deyip dükkandan çıkarmış. Borç ödeyen kişi kimin borcunu ödediğini, borcu ödenen kişi hayır sahibinin kim olduğunu bilmezmiş. Bilme gereği de duymazmış.
Eski Ramazanlarda bu şekilde borç ödeyenin de, borcu ödenen kişinin de Allah (cc) rızasından başka niyeti, düşüncesi ve isteği olmazmış.
Ne mi anlatmaya çalışıyorum?
Biz yetişkinler bir önceki neslin garabetinden nasibimizi aldık, yetişemedik. Yine aynı şekilde yetişemediğimizin alametlerini yeni nesle aktarır olduk. Her neslin yaptığı gibi yeni nesilden şikayetlenerek...
Dede, baba, ben, oğul, torun akışkanlığında halkalardan birinde sıkıntı oluşunca sonradan gelenlere bu sirayet eder.
Dün bir haber okudum. Lağımımızın iyice taştığının alametlerini taşıyan bu haberle bir kez daha irkildim; geleceğimiz adına endişelerim arttı.
Ensest, deizm, lgbt, feminizm, bilumum bağımlılıklar, cehalet, terör, kültürel yozlaşma evlatlarımız üzerinden geleceğimizi kuşatıyor diye yıllardır bas bas bağırırım. Bu konuda elimizde son 2 kalemiz kaldı derim; biri liseli gençlik, diğeri aile!
Lisede yitirlen gençliğin üniversiteye gidince zulmün 1453'te başladığını ciyaklamalarına yakın zamanda şahit olmadık mı, toplumsal olaylarda.
Fetoş önce akaidi bozdu islamizasyonuyla...
Siyasal İslama sızdı, onları dünyevileştirdi.
Bütün sivil toplumun kademelerini duyarsızlaştırdı.
Buyrun habere geçelim ve neticeyi görelim.
Biz yetişkinler bir önceki neslin garabetinden nasibimizi aldık, yetişemedik. Yine aynı şekilde yetişemediğimizin alametlerini yeni nesle aktarır olduk. Her neslin yaptığı gibi yeni nesilden şikayetlenerek...
Dede, baba, ben, oğul, torun akışkanlığında halkalardan birinde sıkıntı oluşunca sonradan gelenlere bu sirayet eder.
Dün bir haber okudum. Lağımımızın iyice taştığının alametlerini taşıyan bu haberle bir kez daha irkildim; geleceğimiz adına endişelerim arttı.
Ensest, deizm, lgbt, feminizm, bilumum bağımlılıklar, cehalet, terör, kültürel yozlaşma evlatlarımız üzerinden geleceğimizi kuşatıyor diye yıllardır bas bas bağırırım. Bu konuda elimizde son 2 kalemiz kaldı derim; biri liseli gençlik, diğeri aile!
Lisede yitirlen gençliğin üniversiteye gidince zulmün 1453'te başladığını ciyaklamalarına yakın zamanda şahit olmadık mı, toplumsal olaylarda.
Fetoş önce akaidi bozdu islamizasyonuyla...
Siyasal İslama sızdı, onları dünyevileştirdi.
Bütün sivil toplumun kademelerini duyarsızlaştırdı.
Buyrun habere geçelim ve neticeyi görelim.
Sakarya Üniversitesi’nden Dilek Menküç’ün Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) İstanbul’da merkezi sınav ile öğrenci alan fen lisesi, sosyal bilimler lisesi ve Anadolu liselerinde araştırma yaptı. Menküç'ün hazırladığı yüksek lisans tezinde öğretmenler, öğrencilerin inanç problemleri yanında güncel konuları tartıştıklarını belirttiler. Öğretmenler, "Bazıları feminist takılıyor. Kadınlar arka planda hep kafalarında böyle bir algı var” ifadelerini kullandı. Öğretmenler ayrıca çocukların deizmi yaşadığını ancak farkında olmadıklarını belirtti.
Cumhuriyet'ten Ozan Çepni'nin haberine göre “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenlerinin Görüşleri Işığında Liselerde Deizm Düşüncesi” başlıklı tezde, öğretmenlerin görüşleri örnekler verilerek aktarıldı. Ders içeriklerinin bu çağın ihtiyaçlarına yanıt vermediğini belirten öğretmenler, “Öğrenciler din dersi öğretmenlerinin kuşatıcı olmasını istiyorlar. Ötekileştirici hiçbir eylem ve söylemi istemiyorlar. Öğrenciler bir kere sizi deniyorlar. İnanç konularında mesela direkt derste diyor: ‘Ben ateistim.’ Sizin o anki tepkiniz onun için bir adım. Siz eğer ‘Sen nasıl ateistsin sus, otur çarpılacaksın’ diye yaklaştığında bu çocuk zaten derse ve size karşı tamamen kendisini kapatıyor” görüşlerini iletti.
Öğrencilerin inanç problemlerinin yanında güncel konuları da din üzerinden tartıştıklarını belirten öğretmenler, İslamda kadının yeri, kadının şahitliği, bir erkeğin birden fazla kadınla evlenebilme meselesi, kadın erkek ilişkisi, kadının dövülmesi, mirasın erkekle kadına eşit bölünmemesi, kadının örtünmesi gibi konuların da derslerde tartışıldığını ve öğrencilerin eleştirilerini aktardı.
Öğretmenler, “Kadın mevzuları var. Bir erkeğin dört kadınla evlenmesi durumu var. Buna benzer mevzular başımızı ağrıtıyor. Toplumdaki yaygın konular. Derste bir konu açıyorsun hemen bu konulara geliyorlar, tepkililer. İslam kadını biraz daha alt planda tutuyor gibi sonuçlarla çaresizlik içinde hissediyorlar kendilerini. Çare olarak bazıları feminist takılıyor. Kadınlar arka planda hep kafalarında böyle bir algı var” ifadelerini kullandı.
Deizmin okullarda öğrenciler arasında etkili olduğunu düşünen öğretmenler, “Yüzde yüz. Hem de ne biçim etkili. Özellikle de nitelikli okullarda. Ben on beş senelik bir öğretmen olarak deizmin özellikle son beş yılda falan popüler olduğunu gördüm. Deizmi kimse bilmezdi biz öğretmenliğe başladığımız yıllarda. Ama şimdi mesela bu okulda bilmeyen az çıkar” görüşünü iletti. İslamın temsili konusunda yetersiz görünüm sergileyen müslümanlar bu gençlere "Siz Müslümansanız, ben değilim" diye bir tepkimeye de sebep oluyorlar.
Araştırmada öğretmenlerin “İsmi konmamış bir deizmi herkes yaşıyor. Herkesin hayatı bu ama ismi konmamış. İbadetsiz, duasız bir din var. Pasif bir deist yaşam var. Çocuklar deizmi yaşadıklarının farkında değil ama deizmi yaşıyorlar. Siz ona dışarıdan bakınca deizm diye adlandırırsınız ama çocuk ben deistim demiyor veya deizmi yaşıyorum demez. Bu konunun empoze edilen bir tarafı yok. Kimsenin öğrettiği yok. Ama çocuk otoriteden kaçıyor. Din de kontrol mekanizmasıdır. Bu kontrolden kaçmak için inancı kabul ediyor ama uygulamada eksikliği var. Moda olan bir deizmi yaşıyorlar ama deist değiller.”
Yani müslümanlık iddiasındaki kurum ve kişiler temsil konusunda başarılı sınav vermeyince gençlere örnek olamıyorlar.
Yani müslümanlık iddiasındaki kurum ve kişiler temsil konusunda başarılı sınav vermeyince gençlere örnek olamıyorlar.
fehmi demirbağ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder