TEK ÖNDER VE TEK LİDERİMİZ;
EFENDİMİZ!
SELAM O’NA
VE O’NA BAĞLI OLANLARA OLSUN!
FEHMİ DEMİRBAĞ
Peygamberler,
insanlık tarihinin en üstün ahlakına sahip kişileridir. Onlar günlük
hayatlarındaki uygulamalarıyla hem
içinde yaşadıkları topluma hem de daha sonra gelecek topluluklara en iyi
örnekleri sunarlar. Onların hayatları ve yaşayış tarzları fertler ve toplumlar
için en ideal örneklerdir.
Efendimiz
de, çocukluğundan itibaren en üstün ahlaki duygulara sahipti. Gerek çocukluk,
gerekse gençlik yılları akranlarından çok farklı geçti. Kötülüklerin her
çeşidinin son derece yaygın olduğu bir toplumda, yüce yaratıcı olan Allah’ımız son peygamber olarak görevlendireceği
Muhammed'i çocukluğundan itibaren Cahiliye diye isimlendirilen karanlıkların
bütün kötülüklerinden korumuştu. Bu üstün ahlak sahibi olan insan, daha çocukluğundan
itibaren toplumunun takdirini kazanmış,
kendisine"el-Emin/güvenilir
kişi" lakabı verilmişti. Herkes ona güvenir, doğruluğunu kabul
eder, malını çekinmeksizin ona teslim ederdi. İlk vahyin gelişinden sonra
Hatice validemizin Efendimizi teselli için söylediği sözler, onun
peygamberlikten önceki ahlaki durumunu ve toplumdaki konumunu açıkça ortaya
koymaktadır.
"Seni
müjdelerim ya Muhammed! Hayır, Allah'a yemin ederim ki, O seni hiç bir vakit
utandırmaz. Çünkü sen akrabanı koruyup gözetirsin. Borçluların borcunu
verirsin. Doğruluktan ayrılmazsın. Fakirlere yardım eder,
misafirleri ağırlarsın. Muhtaçların ihtiyaçlarını karşılarsın"
Kuran,
pek çok ayette Peygamberimizin ahlakını över ve onu bize tek lider ve tek önder
olarak örnek alınması gereken emsalsiz şahsiyet diye takdim eder.
"Şüphesiz
ki sen üstün bir ahlâk üzeresin."
"Allah'ın
rahmeti sebebiyledir ki, sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli
olsaydın, çevrenden dağılır giderlerdi."
"Andolsun
Allah'ın elçisinde sizin için, Allah’ı ve ahireti arzu eden ve Allah'ı çok anan
kimseler için, uyulacak en güzel bir örnek vardır:"
“Efendimizin
ahlakı Kuran'dı. Darılırsa Kuran darıldığı için darılır, beğenirse Kuran
beğendiği için beğenirdi. Kendi nefsi için intikam almazdı. Kızması ve beğenmesi
Allah'ın rızası içindi.” Eşi Aişe validemiz böyle tanımlıyordu.
Müslümanların
nasıl olması gerektiğini gerek sözleri ve gerekse davranışlarıyla canlı bir
hayat olarak sergilemişti. "Ben sadece üstün ahlakı tamamlamak için
gönderildim” derken Allah
tarafından elçi olarak seçilmesinin de gerekçesini açıklıyordu.
Allah,
üstün ahlâkı tamamlamak üzere gönderdiği son peygamberini en güzel huylarla
bezemişti. O’da diyordu ki, "Allah’ım,
yaratılışımı güzel kıldığın gibi ahlakımı da güzelleştir. Beni kötü ve hoşa
gitmeyen huylardan uzak tut. Allah'ım beni en güzel ahlaka yönelt. Ona
yöneltecek olan yalnız sensin."
"Bana
en sevimlileriniz ve kıyamet gününde bana en yakın olacak olanlarınız, ahlakı
en güzel olanlarınızdır." Derken, en faziletli amelin güzel ahlak
olduğunu vurgulardı.
Ona
göre din, güzel ahlaktan ibaretti. Cennete de ancak iyi ahlak sahibi olanlar
girebilirdi. O’nun şu tavsiyeleri çok önemlidir: Kötü ahlak, iyilikleri yer
bitirir, ibadetleri boşa çıkarır. Sahibini cehenneme sevk eder. Nitekim
kendisine gündüzleri oruçlu geceleri de namazlı geçiren, fakat kötü huylu,
diliyle komşularına rahat vermeyen bir kadından bahsedilince:"Onda
hayır yoktur ve o cehennemliklerdendir."
buyurmuştur.
Samimilik
ve sadelik, Peygamberimizin en önde gelen vasfıydı. Son derece mütevazı idi. Sade giyinir, sade yer içer, sade yaşardı. Dünya malına
gerektiğinden fazla önem vermezdi. Dünya ile olan ilişkisini şöyle
açıklamıştır:
"Benim
dünya ile alakam yolda giderken bir ağaca rastlayıp, dinlenmek için o ağacın
gölgesine sığınan, sonra yine yoluna devam eden bir yolcuya benzer."
Evinin
tüm mefruşatı birkaç basit eşyadan ibaretti. Birçok günlerini yemeksiz
geçirdiği, aylarca evinde ateş yanmadığı olurdu.
"Bir
ay gelir geçerdi de biz Muhammed ailesinin odalarından hiçbirinde duman
tüttüğünü görmezdik.” der Aişe validemiz durumu
açıklarken. Böyle günlerde bütün aile yalnızca hurma ile iktifa ederlerdi.
Peygamberimiz hiçbir yemeği beğenmemezlik etmezdi. Arzusu olunca yer, olmuyorsa
bırakırdı.
Temizliği
çok severdi. "Temizlik imanın yarısıdır." derdi. Elbise ve vücut temizliğine çok önem verirdi. Aynı
şekilde oturduğu yerin ve çevrenin temizliğine de özen gösterir, müminleri de bu
yönde desteklerdi, teşvik ederdi. Kötü koku veren şeylerden hoşlanmazdı. Soğan
ve sarımsak yiyenlerin, ağız kokuları gidene kadar cami ve cemaatten uzak
durmalarını isterdi. Yemekten evvel ve sonra ellerini yıkar, yemeğe mutlaka
besmeleyle başlardı. Özellikle yemeklerden sonra diş fırçası olarak misvak
kullanırdı. Saçını ve sakalını yıkayıp tarar, güzel kokular sürerdi. Müslümanları
da bu konularda uyarır, temizliğin her çeşidine dikkat etmelerini isterdi.
Boş
vakit nedir bilmez-geçirmez, zamanı çok iyi değerlendirirdi. Gündüzleri
ailesinin ve toplumun işleriyle meşgul olur, geceleri ise az uyur, çok ibadet
ederdi. Bütün gece uyumayı iyi karşılamaz, ashabına da bu yönde uyarılarda
bulunurdu.
İki
şey arasında tercih yapacağı zaman, Allah'ın hoşnutluğuna uygun olmak şartıyla,
daima kolay olanını seçerdi. Günah olan işlerden son derece kaçınırdı. Şüpheli işlerden uzak dururdu. Hiç kötü söz söylemez,
kimseye kötülük yapmazdı. Kimsenin gönlünü kırmaz, hiç kimseyi hor görmezdi. Öyle
ki, 10 yıl hizmetinde bulunan Enes bin Malik, bu süre içinde onun kendisine
karşı "öf" bile dediğini duymadığını söylemiştir.
Kendisine karşı her türlü kötülükleri yapanlara dahi nefsi için kızmaz, daima
onlara hayır dua ederdi.
Herkese
karşı adil davranır, hak sahibine hakkını verirdi. Toplumun ayakta durmasını,
adalet ilkesinin sağlam olmasına bağlardı. Adalet özgürlüğü getirir, özgürlük
eşitliğe yol açar, o da nihayetinde kardeşliğe sebep verir. Düşmanlarına karşı
bile hep adil idi. Her konuda olduğu gibi, adalet konusunda da yegane ölçüsü
Kuran'ın ortaya koyduğu ölçü idi. Ashabına da adaletli olmalarını, ölçü ve
tartıda hakkaniyetten ayrılmamalarını tavsiye ederdi. Özellikle idarecilerin ve
amirlerin adaletli olmalarına özen gösterirdi.
Yargıçların
öfkeli iken iki kişi arasında hüküm vermemelerini tavsiye ederdi. Bir
Müslüman’ın, Müslüman kardeşine zulmetmemesi gerektiğini söylerdi. Bütün
insanların bir tarağın dişleri gibi eşit olduklarını hatırlatırdı. Kadınlara
karşı adalet ilkelerinin özveriyle, fedakarlıkla korunmasını isterdi. Daha
önceki ümmetlerin helak oluş sebeplerinin başında, adaletten ayrılmalarının
geldiğini, dolayısıyla adaletten uzaklaşan toplumların da helak olacaklarını
bildirmiştir.
Efendimiz,
doğru sözlü ve doğru işli idi. Hayatının her safhasında doğruluk onun ilkesi
olmuştur. Yalandan ve yalancılardan nefret ederdi. Doğru olanların ulaşacakları
ödülleri, yalancıların kavuşacakları cezaları sık sık dile getirirdi.
Düşmanları bile onun doğruluğunu kabul etmişlerdi. Peygamberimiz, iyi bir
Müslüman’ın asla yalan söyleyemeyeceğini hatırlatırdı. Müslümanlara en sık
tavsiye ettiği konulardan biri de doğruluk idi. Doğruluğun iyiliğe, iyiliğin de
cennete götüreceğini, yalanın ise kötülüğe, kötülüğün ise cehenneme sevk
edeceğini söylerdi. Yalan söylemeyi münafıklık alametlerinden biri kabul
ederdi. Bir söz verildiği zaman bu sözde durulması gerektiğini söylerdi. Kişinin
kendi aleyhine bile olsa, doğru söylemesi gerektiğini hatırlatırdı. Yalan
şahitliğinin en büyük günahların önde gelenlerinden olduğunu söylemiştir.
Emanete
riayet etmek, Peygamberimizin önemli prensiplerinden biriydi. "Emanete
ihanet edenler bizden değildir." derdi. Herkesin bir
sorumluluğunun bulunduğunu ve bu konuda hesaba çekileceğini ashabına sıkça
hatırlatırdı. Emanete sahip çıkmanın imanın temellerinden olduğunu bildirirken,
sır saklamayı da emanet olarak vasıflandırır, özellikle buna önem verirdi.
Efendimizin
sabır konusundaki önderliği ise şaşılacak derecede ileridir. İslam’ı tebliğ
ederken, müşriklerin yaptığı bütün kötülüklere karşı ne kadar sabırlı
davrandığını unutmayalım. Hayatı boyunca bütün işkence, eza, cefalara ve
kendisine karşı yapılan uygunsuz davranışlara sabretmesini bilmiştir. Kuran’ da
Allah, hem peygambere hem de müminlere sık sık sabrı tavsiye eder.
Peygamberimiz, 23 yıllık tebliğ döneminde sabrın en güzel örneklerini
göstermiş, ashabını da bu yolda eğitmiştir. Müşriklerin işkencelerinden
kendisine şikayette bulunan arkadaşlarına sabretmelerini tavsiye etmiş ve bunun
karşılığının cennet olduğunu müjdelemiştir.
Efendimiz,
konuştuğu zaman sözlerini ayıra ayıra söylerdi. Dinleyenler onun söylediklerini
iyice anlar, hatta sözlerini ezberleyebilirlerdi. Söylediklerinin iyi
anlaşılabilmesi için bazen sözlerini üç defa tekrarlardı. Başkalarının
sözlerini dikkatle dinler, onların konuşmalarını kesmezdi. Herkes gülerken, o
yalnızca tebessüm eder, asla kahkaha ile gülmezdi.
Abartılı davranışlardan kaçınırdı.
Yolda
giderken karşılaştığı herkese selam verirdi. Selam verenlerin de selamlarını
alırdı. Fakirleri sever, onları kendi sofrasına çağırır, bazen de zengin ashabı
arasında dağıtırdı. Hiçbir fakir ve muhtacı asla geri çevirmezdi. Eline bir mal
ve para geçtiği zaman hemen dağıtırdı. Sadaka almaz, hediyeyi ise kabul ederdi.
Ayrıca ashabına hediyeleşmeyi tavsiye ederdi. İnsanların arasında zengin,
fakir, büyük, küçük, efendi, köle ayrımı yapmazdı. Özellikle çocukları çok
sever, yolda karşılaştığı çocuklara selam verir ve onları okşardı. Yetimlere,
acizlere, öksüz ve kimsesizlere çok şefkat gösterirdi. Son derece
merhametliydi. Hem insanlara hem de hayvanlara karşı merhametli davranırdı.
Ziyaretine gelenleri nezaketle karşılar, iyi bir şekilde ağırlardı. Herkese
güler yüz gösterirdi. Misafirlerine bizzat kendisi hizmet ederdi. Cömertlikte
dengi yoktu. Özellikle Ramazan ayında daha da cömert davranırdı. Ev işlerinde hanımlarına yardımcı olurdu. Kendi işlerini çoğu kere kendisi görürdü.
Güler
yüzlü, tatlı sözlü ve ince ruhluydu. Hastaları ziyaret eder, cenaze törenlerine
katılırdı. Yapılan davetleri reddetmezdi. Üstün haya-utanma duygusu sahibiydi.
Hayanın imandan olduğunu söylerdi.
Efendimiz,
son derece cesurdu. Düşmanlarından zerre kadar korkmaz, Allah yolunda
karşılaştığı her kötülüğü sabırla karşılardı. Ordunun dağılmaya yüz tuttuğu
yerde, olduğu yerde kalarak sebat eder, onun bu cesareti ashabının yeniden
etrafında toplanmasına yeterdi. Kılıçlarının, kalkanlarının, yaylarının,
oklarının, atlarının, develerinin isimleri dahi cesaret ve kahramanlık ifade
eden isimlerdi.
Ahlakı
Kuran olan Efendimiz, siyasi ve askeri deha sahibiydi. Bu sayede insanlık
tarihinin en büyük devrimini gerçekleştirmiştir. Tarih yazmamıştır, bu kadar
kısa bir süre içinde onun başardığını gerçekleştiren bir başka lider veya
kahraman görülmemiştir. Cehaletin karanlığına bürünmüş, kendi elleriyle
yaptıkları putlara tapan, putlardan her şeyi bekleyen Arap toplumunu, 23 yıl
gibi kısa bir süre içinde İslam dininin nurlu aydınlığla karanlıklardan
çıkarmayı başarmış, insanlık için en yüksek medeniyeti oluşturmuştur. Bu
medeniyeti kan ve gözyaşı üzerine değil, insan cesetleri üzerine değil, sevgi
ve kardeşlik ilkesi üzerine kurmuştur. Çünkü kendisine vahyedilen İslam dini,
insanlığı esaretten kurtarmak gayesini güdüyordu. Her türlü esaretten!
Efendimiz
, yaptığı savaşlarda kan dökülmemesi için büyük gayret gösterirdi. Bu
savaşlarda şehit olan arkadaşlarıyla öldürülen düşman askerlerinin toplam
sayısı 400'e dahi ulaşmıyordu. Milyonlarca insanın
ölümüne bir o kadarının da zulme uğradığı beşeri ideolojilerin çaresizliğini
yalnızca bu örnekte bile görebiliriz. Zira o, kan dökülmemesi için gerekli bütün
tedbirleri alıyordu. Onun maksadı insanları öldürmek değil, gerçek kurtuluşa
kavuşturmaktı. Diğer din mensuplarını önce İslam’a çağırıyor, kabul etmedikleri
takdirde İslam'ın hakimiyetine girmeye davet ediyordu. Ancak bu iki teklif de
kabul edilmezse savaşmak zorunda kalıyordu. Kendisiyle savaşanlara nefsi için
kin beslemiyor, çoğunlukla onları affediyordu. Onun bu yüksek uygulamaları,
çoğu kere, esirlerin İslam'ı gönül rızasıyla kabulüne sebep oluyordu. Onun
kurduğu devlet bir yürek devletiydi.
Salat
ve selam O’na ve O’nun bağlılarına olsun!
Huzur
ve mutluluk ancak O’nun yolundan gitmekle mümkün olabilir. Günümüz insanlığı
Efendimizi yeniden tanımak, O’nun yolunu yeniden fark etmek zorundadır. Tek
önder ve tek lider O’dur!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder