"Küresel sehirler, küresel markalar artık dünyada devletler gibi siyasi aktör haline geliyor. Kültür de siyaset ve ekonomi gibi stratejik unsur oluyor." Küresel markalar; İŞGALCİ KOLLUK KUVVETLERİ! ŞİMDİ MİLLİ MÜDAFA ZAMANI! KIZLI-ERKEKLİ KAYBEDECEĞİZ YOKSA GELECEĞİMİZİ! YANİ; NE KARA KUVVETLERİ, NE HAVA KUVVETLERİ, NE DENİZ... İLLA Kİ; KÜLTÜR KUVVETLERİ!
20 Ekim 2024 Pazar
EFENDİLER NEREYE?
1. Cihan harbi bitmiş, Mondros müterakesi ile koca devlet lime lime olmuş, İstanbul ve Anadolu küffarın çizmeleri altına alınmıştı.
Bütün bunlara sebep olan gaflet, dalalet ve ihanet içinde olan İttihat ve Terakki örgütünün ileri gelenleri de sağa sola kaçışmaya başlamışlardı.
Yazar Refik Halit Karay'ın; 1918'de ülkeyi terk eden İttihat ve Terakki'nin ileri gelenlerinden, Enver, Talat ve Cemal Paşa için yazdığı yazı:
Efendiler nereye?
Ziyafet bitti, fakat ağzınızı silmeden, elinizi yıkamadan, bir acı kahvemizi içmeden; efendiler nereye?
Yaz başlarında sırtı karnına yapışmış, sarı, sıska, cansız birtakım tahtakuruları çıkar, iğne gibi vücudumuza batar, derimizi haşlarlar, kanımızı emerler, sonra sabaha karşı etli, canlı, iri yarı, şuraya buraya kaçarlar... Galiba şafak attı, güneş doğuyor; tahta kuruları nereye?
... Galiba çoban göründü, köpekler havlıyor: Tok kurtlar nereye?
... Evde kedi geziyor: Koca fareler nereye?
... Galiba foyanız meydana çıktı. Yakanız ele geçecek; ziyankâr evlâtlar nereye?
Vurdular, kırdılar, yaktılar, yıktılar, astılar, kestiler, kızdılar, kavurdular; nihayet leşimizi meydanlara sererek yılan gibi kaçtılar. Memlekete düşmanları sokarak üstümüzden aştılar. Eli sopalı, beli palalı, gözü kapalı paşalar damdan dama nereye?
... As deyince; sıra sıra darağaçları kurulur, yak deyince alev alev meşaleler tutuşur, bas deyince tabur tabur jandarmalar üşüşürdü. Elinizde zindan anahtarları, belinizde idam ipleri, sırtınızda darağaçları vilâyet vilâyet dolaştınız. Ali'ye çattınız, Veli'yi bastınız, Ahmet'i kazıdınız, Mehmet'i kavurdunuz, beş senedir her tarafta kargalara insan leşinden ziyafet çektiniz.
Muhalif mi? Al aşağı... Muharrir mi? Vur başına... A padişah olma heveslileri... Şam'da, Halep'te az daha adınıza hutbe okutup, isminize para bastıracaktınız!
Mahalle kahvesinden bir adımda sadarete, meyhane iskemlesinden bir basışta nezarete (bakanlık), tulumbacı koğuşundan bir hamlede valiliğe eren bu türediler; nereye gidiyorlar?..
Kendileri kürklere büründüler, milletin derisini soydular. Kasalarına altın doldurdular, bizim ceplerimize kağıt tıktılar.
Halk sokaklarda pösteki kemirirken, onlar konaklarda ebabil beyni yediler, kuş sütü içtiler. Anamıza sövdüler, babamızı dövdüler, tırnaklarımızı söktüler.
Lâyığımız olan paşalar! Topumuzun kellesini kesmeden nereye?
...
Cumhuriyet dönemi ise seküler despotizmin zulümlerine sahne olacaktı.
Ençok kendi içimizden ölüyorduk.
Aksırıncaya, tıksırıncaya kadar yiyen efendilerle çöküş devam ediyor.
...
İçimizdeki beyinsizler yüzünden helak oluyoruz, vesselam!
...
Hiç kendinizi yapayalnız hissettiğiniz olur mu? Hele bir de etrafınız kalabalıkken! Anlatılması gereken onca konu varken susarak boğulduğunuz...
Hele gündemlerin can alıcı-can sıkıcı taarruzlarına maruz kaldığınızda...Kafanızı kaldırıp etrafa bakındığınızda hemen herşeyin içinin boşaltılıp keşmekeşliklere düçar bırakıldığını gördüğünüzde şöyle misal, ağız dolusu sinkaf edesiniz olur mu?
Filistin meselesini mesele edinir misiniz kendinize?
Amerikalı homelessleri de...
Yenidoğan çetesi henüz peydahlanmışken...
Eğitimde, sağlıkta, adalette...Bilumum bütün kurumları toplumun kokuşmuşsa....
Ne yapacağınızı bilemediğiniz, şaşırdığınız anlarınız olur mu?
Tutulur mu cidden nutkunuz?
İstihbarat dünyasında "kuş yumurtası üretmek" diye bir deyim vardır. Diyelim ki X ülkesinde bundan 20 sene sonra yapmak istediğiniz uzun vadeli bir operasyon var. Bu operasyon için size çeşitli provakatörler lazım ve en güvenilir provakatör kendi yetiştirdiğinizdir. Bu iş için yetenekli ama geleceği parlak olmayan zayıf karakterli bir "yumurta" bulunur.
Mesela bu genç üniversitede devşirilir ve aşama aşama önce öğretim görevlisi daha sonrada medya parlatmaları ve şirket sponsorluklarıyla ülkede sözü dinlenen bir Profesör haline getirilir. Gerekirse tüm araştırma ve kitapları da eline hazır olarak verilir.
Ülkedeki insanlar bu kişinin yazdığını sandıkları muhteşem eserleri okur ve ona olan saygıları artar. Böylece yumurta kuluçka aşamasını bitirmiş ve çatlayıp güzel bir kuş olma zamanı gelmiştir.
Belirlenen zamanda bu profesör medya yoluyla müthiş radikal açıklamalar yapmaya başlar ve tüm ülkeyi karıştırır.
Aynı anda kendisi gibi yetiştirilen diğer yumurtalarda farklı faaliyetlere girişirler. Neyse konu uzun benim yerim dar ama ilgilenenler için Doğu Bloğunun çöküş dönemine bakmalarını salık veririm.
Okuduklarınız, bildiklerinizle çaresiz hissedersiniz mi? Düşünmez misiniz, akletmez misiniz, mücadele eder misiniz ayrıca? Ya da bana ne ya deyip döner misiniz arkanızı olan bitene?
Atomdan, yaradılıştan çıkarım yapabilir misiniz?
Yoksa ev, araba, iş, aş, makam keser mi sizi?
Sorar mısınız kendinize;
1) Yerli araba
Yerli uçak
Yerli motor
Yerli silah üretilir, üretiliyor da.
Fakat "yerli genç ve yerli insan" kalmayıp azaldığı gün vatan düşer. Her şey biter. Birgün teknoloji tamamen yerli olur, fakat yerli insan kalmazsa o teknoloji birşey ifade etmez.
Yapay zeka mı korkunç sizce gelecek açısından, organiklikten uzaklaşmış, milletin değerlerinden habersiz sentetik gençlik mi?
2) Amerika'daki bir gençle, Türkiye'deki bir gencin yaşam tarzı, anlayışı, düşünüşü, beslenmesi, giyinmesi, zevkleri benzediği zaman ülkeniz işgal edilmiş veya yıkıma hazır demektir. Bu engellenmiyorsa iktidarda kimin olduğunun önemi yoktur. Aileler de umursamıyor.
Hele bir de yetişememiş yetişkinler meselesi var ki evlerden ırak!
Herşeyi eleştiren ama çözüm üretemeyen...Sloganist eyyamcılar; sağ ya da sol görünümlü mimsılar!
3) Türk parasının değeri düşerken isyan ve şikâyetteyiz eyvallah! Helal-haram kavramları kıymetini yitireli çok oldu.
Kültürün değeri düşerken,
Dinin değeri düşerken,
Ahlâkın değeri düşerken,
Vicdanın değeri düşerken,
İnsanlığın değeri düşerken kılımızı bile kıpırdatmıyoruz.
Anne babalar çocuğunun ahlaki-dini değeri düşerken umursamıyor bile. Sonra nereden çıktı bu yenidoğan ve bilumum diğer çeteler... Siyaset, sermaye, basın, üniversite, camia-cemaat işbirliğinde the company!
4) Zamlara, dolara verdiğimiz tepkiyi çocuğumuzun dinden, kültürden, ahlaktan uzaklaşmasına vermiyoruz. Anne babalar zamlara, doların çıkmasına üzüldüğü kadar çocuğunun diploma, maaş, konfor uğruna kültürsüzleşmesine üzülmüyor. Hatta umrunda değil. Başıboş bırakılmış halde. Ah, söylemeyi unuttum; ortada aile kalmadı-kalmayacak durumda! Hangi anne-babalar?
5) Çocuğuna her türlü maddi imkanları sağlayan aileler, ahlak ve kültürel olarak çocuklarının ne durumda olduğuna dikkat bile etmiyor. Pazardaki soğan ve domates kadar değeri yok. Çocuğunun yarın ailesine, vatana, millete faydası olmayacağı gibi ahirette de başına bela olacak. Çocukların anası da babası da sosyal medya olmuş ne gam!
6) Vatanı, devleti İngiliz, Yunan, Amerika işgali yıkmaz, yıkamadı da! Fakat İngilizleşmek, Yunanlaşmak, Amerikanlaşmak yıkar, yok eder. Yaşantı olarak, Yunanı denize döküp Yunanlaşmışsak, İngilizi İstanbul'dan defedip İngilizleşmişsek işgal bitmedi demektir. Şekil değiştirmiş. Kendi evlatlarını kendi değerleriyle yetiştiremeyen toplumlar, kendi evlatlarını kendi değerleriyle yetiştiren toplumlara benzemeye başladıklarında yokoluşları başlamıştır der Hacı Bayram-ı Veli.
7) 1800'lü yıllarda "toprak işgali" başladı.
Ardından "ekonomik işgal" başladı. Borçlandırma oldu.
Ardından "ideolojik işgal" başladı. İdeolojilerle halk bölündü.
Ardından "zihin işgal" oluşturuldu. Ağır hasar aldık.
Şu an topyekün "biyolojik-psikolojik-fizyolojik işgal" başladı. Son hızla devam ediyor. Biz Dilan Polatlarla sakızlanalım. Baro seçimlerinde bölücü örgüt sloganları atılıp halaylar çekilirken bütün müesselerimiz obruk obruk...
Türkiye'de "aydın, sanatçı ve şarkıcıların" çoğu;
Seküler hayat tarzının,
Batılı kültürün,
Kapitalist değerlerin,
Çürümüş liberal ahlâkın,
Yabancı düşünüş biçiminin taşıyıcısı oldular. Fasıklar ve eyyamiler güruhuda bunlara payanda, bunlara teşne!
Aydınların fikri,
Sanatçının tarzı,
Şarkıcıların klip ve sözleri durumu anlamaya yetmiyor artık...Bönleşme had safhada...
Kifayetsiz muhterisler, ablaklar, eblehler,
hödükler seyirci, tuğyanın şakşakçıları...
9) Şarkı, müzik, sanat sektörü milleti emperyalizmin istediği doğrultuda dönüştürme aracı olarak tasarlanmış. Ekonomist diye dikkate alınan çoğu uzman, emperyalist gücün iktisat sistemini korumakla görevli "mankurt ajan." Sömürge aydınları ise ülkeyi komple köle edenler. Kendi evlatlarını yemekte devrimciler... Ümmet ise kemik kavgasında...
10)Tekrar edelim.
Yerli araba, yerli uçak, yerli silah, yerli her teknoloji üretilir. Fakat "yerli insan" kalmadığı gün hiçbir şey ifade etmez. Devlet de aileler de iktidarlar da dikkat etmelidir. İktidar olursunuz lakin muktedir olamazsınız!
...
Detaylandıralım mı ne demek istediğimizi?
...
Derin sorgulamalara ihtiyacımız var.
Misal, deistlik dedik...
Ensestlik dedik...
Lgbt' ye işaret ettik.
Endişelendik. Uyuşturucu ve terör tehlikesini ise hep hatırlattık.
Dünyevileşme, hazcılık harman yeri eyledi müslüman cografyaları.
Kültürel işgali görmezden geldik.
Ayrıntiları görmezden gelmeyelim.
Deizmin gençler arasında yayıldığı düşüncesi doğru değil. Deizm, İslam’dan dünyevi yarar uman yetişkinlerin oluşturduğu kültürel havzada yerleşiktir.
İleri teknoloji toplumuna geçildikçe büyük maliyetlerle ulaşılan emtiaları koruyan bir kainat tasavvuru gelişiyor. Böyle bir kişi otomobiline hasar gelmesi ihtimali nedeniyle veya akışkan iş düzeninin sekteye uğraması korkusuyla kışın kar yağmasını istemiyor.
Kar yağmasını maddi dünyasına tehdit olarak algılayan “dindar birey” de gerçekten deizme kaymıştır.
İleri teknoloji toplumunda dini değerlerde bazı aşınmalar oluşuyor. Örneğin kişi kurban kesmek istiyor ama kredi kartıyla taksitlendirmenin “kazancı”nı bırakmak istemiyor.
Gençler ebeveylerinin bu “yamukluklarını” görüyor. Böylece “faydacı” bir kültürel havza oluşuyor.
Asıl mesele gençler değildir. Deizm, dindar bir hayat seçtiği için dünyevi kayıplarını rövanşist niyetlerle geri almaya çalışan yetişkinlerde “yerleşik”tir.
Bu yetişkinlerin pratiklerine “dünyaya saldıran dindarlık” diyebiliriz.
Gençler “örnek” görmek istiyor. Yetişkinler bu “örnekliği” gösteremiyor.
Yetişkinler arasında İslami değerleri savunduğunu beyan edenlerin önemli bir kısmı namaz kılmıyor. Kredi çekiyor. Arabasının otopark problemi nedeniyle komşularıyla kavgalı.
Gençler ebeveynlerinin fazlaca materyalist/kavgacı/değer yüksüz bu eylemleri nedeniyle şemsiyesi altına girebilecekleri “ilkelerle yaşama” alanı göremiyor.
Yetişkin dindarlığı “sana yapılmasını istemediğin bir şeyi başkasına yapmama” ilkesine göre bile yaşamıyor.
Yerleşme düzeni gençlerin bağlı olması gereken değerleri hatırlatan aktörlerden yalıtılmıştır. Çünkü gençler doğdukları yerde yaşamıyorlar.
Ahlak değerleri salt normatif/emperatif (koşulsuz emir) yüklenimler değildir. İyilik, yapıldıkça hayata açılan ve genişleyen bir rahmettir. İnsanlar “iyilik” görmüyor, o nedenle “iyilik” yapamıyor.
Geleneksel hayatta ahlâk değerlerinin yaşam alanı mahallelerdi. Bugün “silo” tipi yaşam alanları oluşturuldu. Gençler kampüslerde yaşıyor. Yaşlılar huzur evlerinde. Bu ayrışma değerlerin aktarılmasını engelliyor.
Kur’an’da “Anne babana öf bile deme” emrini okuyan ve annesini huzur evine terk eden bir yetişkin dindarlığı var. Bunlar dünyaya saldırmakla meşgul oluyor.
Kendi ebeveynini dahi evine alamayan ona yakın olamayan yetişkinler “kariyerist özne” egolarıyla deizmin kültürel temellerini inşaa ediyor.
Modern insan ileri teknoloji toplumunun fertleri “özne” olma peşinde yürüdükçe evlatlarını TV’ye, bakıcıya, okullara, etütlere terk etmenin kendilerine iyi geldiğini düşünüyor.
Kimse akrabasını mümkünse hafta içi görmek onlarla yardımlaşmak istemiyor. İnsanlar apartmanlarda komşularıyla karşılaşmaktan kaçıyor.
Demem o ki; deist olduğu düşünülen gençlerin ebeveynleri dindarlığı deizm gibi yaşıyor.
Yetişkinler dindarlık değerlerini hayata aksettirmek konusunda yenildi.
Yenilmiş yetişkin nesilin deizmine gençler ayna tutuyor.
Gençlerin deizme kaymasın söz konusu değil. Onlar ebeveynlerinin inanç durumunun yansıtıcısıdır.
Gençlikte umut vardır. O yüreklerden nice ulu dağlar gibi kalpler uyanacaktır.”
İnsaf ehli bir yazarımız böyle diyor suflileşmenin getirdiklerine. Modernizmin kıskacına düşmüş müslümanların acziyetidir aslında deizm. Abdestli kaptalizmin meyvesidir yani.
Tabi bugünün gençliğini sorgularken yakın zaman ebeveynlerinin geçmişinide doğru hatırlayalım.
BB (baby boomer)kuşağı dediğimiz 1944-1960 doğumlu insanların;
– Delinen pantolonlarına yama vurmaları,
– Yıpranan giysilerini onarmaları,
– Sökülen ayakkabılarını dikmeleri,
– Patlayan futbol topunu sağlamlamaları,
– Bozulan radyoyu tamir ettirmeleri, sırf yoksulluktan değildi. Sadece tutumluluktan da değildi.
Onlar bunları yapmakla, kendinden sonraki nesile çok önemli bir mesaj veriyorlardı. Onlara;
– Eşleriyle araları açıldığında, alternatiflere yönelmeden aralarını düzeltmelerinin mümkün olduğuna,
– Çocuklarıyla aralarına kara kediler girdiğinde bu durumun vakit geçirmeden telafi edilmesinin gerekliliğine,
– Arkadaşlarıyla, komşularıyla, dostlarıyla bağları koptuğunda; yenilerini aramakla vakit kaybetmeyip, aralarındaki bağları tekrardan bağlamalarının kaçınılmaz olduğuna…müthiş bir örnek olması için, onların böyle bir yetenek geliştirmeleri için onlara “prototip” olmaya da çalışıyorlardı.
Yani bir yandan yeni neslin;
– Onarıcı,
– Telafi edici,
– Tamir edici,
– “Arabulucu” özellik kazanmasına önayak oluyorlardı.
Onların bu çabalarının “çaresizlikten”, yokluktan, fakirlikten, cimrilikten ileri geldiğini düşünen 1965-2000 kuşağı olan “X” ve “Y” nesli, bu sinyali alamadı. “Z” jenerasyonu da bu atıcı, değiştirici, vazgeçmeye hazır, çabuk sıkılan neslin özeti olarak hayata girdiler.
Bu nedenle yeni kuşak nesil;
-Aşırı alıngan
-Aşırı özgürlükçü
- Kendi ne kadar verdiğini değil de, ne kadar aldığını önemseyen
– Eşiyle bozuştuğunda,
– Arkadaşıyla atıştığında,
– Komşusuyla kavga ettiğinde, ortamı yumuşatmayı, aralarını düzeltmeyi, barışabilmeyi düşünemediğinden, beceremediğinden onları “değiştirmeyi” seçmek gibi stratejik bir hatanın içine düşebiliyor.
Söz gelimi;
– Bana arkadaş mı yok?
– Başka komşu mu yok sanki.
– Hiç dert değil, elimi sallasam ellisi.
– Küserse küssün…gibi “sanal efelik” taslayarak fıtratını bozabilmektedir. Bu nedenle önceki kuşak onlar için “Nereden türedi bu nesil?” diyerek hayretini ifade etmek zorunda kalabiliyor. Yani onların beceriksizliğine vurgu yapıyor.
Galiba;
“Tamirciliği” unutan yeni kuşağı gelecekte zor günler bekliyor.
Bu yazıyı güzel mirası için 1944-1960 doğumlulara ve tamirciliği unutan gençlere hatırlaması için gönderin….
fehmi demirbağ
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder