17 Ağustos 2013 Cumartesi

DİYANET İŞLERİ BAŞKANI VE BAYX

“Bu devirde, bu çağda anız yakmakta ne ki?” diye sordum. Gözlerim, otobüsümüzün yol aldığı seyri takip ederken Ankara’nın hemen girişindeki yanan tarlalardaydı. Hasadtan geri kalan samanlar tarlalarda oldukları yerde köylülerce yakılmaktaydılar. Hem de başkent Ankara’nın dibinde…Oysa ateş sadece samanları yakmıyor, aynı zamanda toprağın mineral değerlerini de küle çeviriyordu. Hoş cahil bırakılan insanımızın en dip kısmını oluşturan köylümüz yanlış yürütülen tarım ve hayvancılık politikalarımızın da ayrıca kurbanı değiller miydiler? Şehirleri betondan insan akvaryumlarınaİ insanat bahçelerine dönüştüren mimarlık ve mühendislik yapımız neden bu çağda hala tezek yakan, hala ahır üzerinde ikamet eden insanımıza insanca bir ortam oluşturmak için harekete geçmezdi ki?
Öndeki koltukta oturan genç karı kocanın kucağındaki bebek arkaya dönmüş hemen yanımda oturan BayX 'e bilumum şebekliklerini sergiliyordu. Küçücük elleri BayX'in yorgun yıllar yaşamış, her şart altında hayata ve umuda tutunan parmaklarının arasında kayboluyordu. Abimse bebeğin ipekten dokunuşunu tüm vücudunda hissederek adeta kendisine gençlik aşısı uyguluyordu. Biz bir otobüs dolusu insan İstanbul Ankara arasında yolculuğumuzu sürdürürken sanki o’da idrak ile hikmet arasında bir yolculuktaydı.
“Bu devirde…” sorumu yinelemek istedim bakışlarımı yoldan alıp BayX'e yöneltirken…”…anız neden yakılır ki?” Şefkatli bir ses tonuyla sorumu başka bir alemin cevabıyla karşıladı. “Baksana…” Bebeği işaret etti. “Ne kadar da masum!” Bebeği gözleriyle okşuyordu. “Çocuklarımız…Geleceğimiz…Onları yaradılış gayelerine uygun olarak, inanç ve kültür değerlerimizle yetiştirmeliyiz. Fıtratının dışında bir eğitim verdiğimizde, şu masumiyet nasılda canavarlaşıyor, değil mi?”
Otobüsümüz derinden gelen homurtularla asfalt yolda adeta kayarcasına yol alıp yolcularını bir anda varacakları yere kavuşturmak için sevimli bir telaşeyi yaşarken aynı sevimlilik maalesef ki aracın şöforünde göze çarpmıyordu. Yol boyu otobüsümüz birkaç kez sanki sendelemiş gibi olmuştu. İçimde tezler üretiyordum bu duruma karşı. En son geldiğim tahlil, şoförümüzün alkollü olabileceğine dairdi. İhtimal vermek istemiyordum ama, bunca canın mesuliyetini üstlenmiş olan şoförümüzün yol boyu vermiş olduğu görüntü maalesef ki bu tespitimi doğrular nitelikteydi. İnsanlar şunca yaşanmış acı tecrübelere rağmen nasıl olurda hala araçlarının direksiyonuna alkollü bir şekilde otururlar ki?
Durumu birkaç kez BayX'e  açacak oldum, sanki konuya vakıfmışçasına, “Allah büyüktür! İçimizdeki masumlar yüzü suyu hürmetine korur ve kollar!” dedi. “Ama ya tedbir!” diyecek oldum…”Tedbir başta olur, sistemin tedbir üretmesi evladır! Marifet bu tür olayların ortaya çıkmaması için Allahtan korkan ve gayrı meşruluktan uzak duran bir toplum olmalıyız. Şimdi şoförün sarhoşluğunu şu aşamada dile getirmek ayrı sıkıntılara yol açabilir. Hem başta fark etsek idik, yola çıkmazdan önce uyarı fayda getirir idi. Yolumuzda azaldı. Dua edelim.”
Hayat zaten ucu sıkıntılı değnek gibi değil midir? Nasıl karar alacağınla ya da aldığın kararları nasıl uygulayacağınla ilgili. Benim durumumda kim nasıl davranırdı bilemem ama ben BayX'in  tevekkül anlayışına teslim olmakla yetindim.
“Abi randevuya gecikmeyiz, umarım” dedim. “İnşaallah” diye cevap verirken hala öndeki bebekle yol boyu meşgale edindiği gibi ilgilenmeye devam ediyordu. Bebek bir süre sonra mahmur bir şekilde BayX ile olan ilgisini yitirmiş olarak annesine döndü. Güzel başını annesinin omuzları üzerine biraktı. Ve Allahsıza kadar bir sığınak olan uyku alemine geçerken göz kapakları bu aleme veda ediyordu.
“Başkan bizi heyecanla bekliyor! Gördün yol boyu kaç kez aradı, geliyor musunuz diye?” Bu kez nihayet dikkatini bana vermişti BayX. Ankara’ya birlikte yol almamızın sebebi Diyanet İşleri başkanımız sayın Mehmet Görmez ile yapacağımız görüşme idi. Görüşmenin konusu ise önümüzdeki kutlu doğum haftasında yapmayı düşündüğümüz bir etkinlik idi. Şair’in dediği gibi İstanbul’a dönüşünü sevdiğim Ankara’ya bu kez Genç Türkiye Platformu ile hazırladığımız bir projeyi anlatmak için gidiyordum. BayX aynı zamanda yakın dostu olan başkanımızı arayıpta projemizden bahsettiğinde kendisi bizden daha heyecanla karşılamıştı yapılacak olan etkinliği. Buyur etmişlerdi çarçabuk görüşmek için.
Yusuf İslam, Sami Yusuf…hatta bizden Ahmet Özhan…gibi belirlenecek başka isimlerle Kutlu Doğum Haftasında Ankara’da bir şölen düzenleyeceğiz. Aynı anda 40 hafız ile Hatmi Şerif indirilecek, Mehmet Görmez başkanımızın hazırlayacağı dua merasimi yapacağız. Dua, malum mümin’in silahı…Başka neyimiz var ki zaten? Beyaz barış güvercinleri salınacak gökyüzüne. En önemlisi de Genç Türkiye Platformu üyesi 200 genç hazırlanacak olan Peygamber Efendimiz’in döneminde yaşayan diğer devlet yöneticilerini İslam’a davet ettiği mektupları, günümüz devlet başkanlarına iletmek üzere yola çıkacaklar. Belki sembolik olarak bu ilgili devletlerin Ankara’daki elçiliklerine iletmek şeklinde olacaklardır.
Beyazlar içerisindeki gençler…Ellerinde Peygamber daveti mektuplar…ayrıca Kur’an-ı Kerim…ve hediyelerle…
BayX'e ilk projeden bahsettiğimde, “bunu resmi olarak yapmak zor” demişti. “Olsun başkanımızın duasını alalım, yeter” demiştim bende kendisine!
Düşünsenize, Obama’ya gençlerin eliyle ulaştırılacak İslam davetini! Hem de Peygamber diliyle!
“Esirgeyen, bağışlayan Allah’ın adıyla…
Allah’ın kulu ve Resulü Muhammed’den Bizansın Başı Herakliyusa. Hidayet yolunda gidenlere selam. Bundan sonra ey kral, seni İslâmiyete davet ediyorum. Müslüman ol. Allah seni bütün belalardan korur ve seni iki kat mükâfatlandırır. Amma inkâra sapar ve bu tebliği kabulden imtina edersen, yalnız kendi inkarının günahını değil, tebaalarının inkârının günahı da senin boynunadır. “De ki: Ey kitap ehli! Aramızda müşterek olan bir söze gelin de yalnız Allah’a tapalım, ona hiçbir şeyi ortak farz yapmayalım.” Eğer yüz çevirirlerse “Şahit olun ki biz (Allah’ın iradesine teslim olan) Müslümanlarız” deyin!”
“Aman Fehmi, sakın başkanın yanında Mekke özerk yönetimi fikrinden bahsetme!” BayX yolumuz yakınlaşmışken tipik baba pozuna büründü biranda. E biliyor da beni, bazen yaptığım münasebetsizlikleri. “Her doğru her yerde söylenmez” diye defalarca uyarmasına rağmen, zaman zaman bende onu haklı çıkarırcasına pot kırmaya devam etmekteyim. Allah aşkına siz söyleyin, sizce ben şu Mekke özerk yönetimi mevzuunu Diyanet İşleri Başkanına bahsetmeli miyim?
Son yüzyılda Müslümanların başsız kalması, halifesiz kalması durumu malum. Ehl-i Sünnet İslam algısının yüreğine sokulan israliyat temelli, İngiliz sponsorlu İsrail güdümlü Suudi yönetimi Müslümanların Kabesini işgal etmekte midir? Bir de üstüne üstlük hac ve umre organizasyonlarının gelirinden de tek başına nemalanmakta değil midir? Diyorum ki, Mekke ve Medine de bir İslam şurası yada konseyi oluşturulsa…Bu konsey dünya Müslüman halklarının temsilcilerinden oluşsa…Konsey kendi başkanını seçse…Kararlar alsa…Mesela; hac ziyaretlerinin ritüeli olan tesbihler, seccadeler…satılan bilumum ürünler yalnızca İslam ülkelerinden karşılansa…Çin oraya mal mı satacak, diyelim ki seccade…bunun gümrüğü sudan olsa…seccadeler sadece sudan gümrüğünden geçse Kabe topraklarına… Aslında madem batı 80 yıl öncesinden parçaladığı Osmanlı İslam devletininin parçalarını hala parçalamakla meşgul…Bölünecekse bir devlet, önce suud bölünmeli! O bölünürse İslam coğrafyası birleşir.
İşte bu tür fikirlerimi fazla radikal bulmakta, BayX. “Dur be adam sakin ol!” deyip durmakta bana da.”Ama abi ömür kısa yapılacak çok iş var!” deyip geçiştirmekteyim ben de kendisini.
Bu satırları hastane odasında yazmaktayım. BayX' de amma seveni varmış, ha! O da anca boşaldı. Sabahtan beri yattığımız hastanenin odası bir dolup bir boşalmakta. Kimler gelmedi ki bizi ziyaret için? İlk gelen Diyanet İşleri Başkanımız sayın Mehmet Görmez…Ankara’nın siyasetçileri ve bürokrasisi… Tayyip bey yarın uğrayabilecekmiş. Mısır olayları tek gündem maddesiymiş bu aralar. Bir de artan terör olayları.  “Firavuna karşı bir Musa elbet çıkar!” sözü de ülkenin tek gündemi!
Otobüsümüz Ankara gişeleri geçtikten sonra arkadan gelen bir tırın bize arkadan çarpması neticesinde kaza yapmıştı. Koca otobüs içindeki yolculardan bir BayX bir de ben yaralanarak kurtulmuşuz. Şükür kimseye bir şey olmamış. Bebekte kurtulmuş en ufak bir sıyrık bile almadan.
Bende hasar fazla yokta, BayX bir süre daha hastanenin misafiri olacakmış. Ara ara kafamızı birbirimize çevirdiğimizde konuşmadan bakışarak anlaşmanın yolunu bulmuşçasına hasbihal etmenin yolunu bulduk.
“Fehmi!” diye seslendi bir ara abim. Kısık çıkıyordu sesi. Acı çektiği belli oluyordu sesi. “Ömür kısa…neydi senin şu Mekke projen?”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder