ERBAKAN
OTO TAMİR VE BAKIM SERVİSİ
KARAKTERLER:
DEMİR KAĞIT:
HIZIR ACİL:
HANS PETER RUGABER GÖTEBERG:
ERBAKAN
Oyunun sonunda,
"VİDEO:
www.izlesene.com/video/necmettin-erbakan/7221129# video gösterilecektir.
****************************
ANLATICI:
şehrin izbe mahallesinde, yani bizim mahallede,
sırım gibi bir oğlan yaşardı.
adı yelkovandı...
ve şişman tıknazda
yani, bir abisi vardı...
akrep derdik, gerçek adını bilmezdik...
kimin nesi kimin fesiydiler,
kimse bilmezdi...
gece gündüz önde yelkovan,
arkada abisi mahalleyi, kolaçan ederlerdi...
saatbaşı gelirlerdi,
bir araya...
alıp götürürlerdi,
herşeyini mahallenin,
koyarlardı sıraya...
onlar arşınlarken,
mahallenin sokaklarını,
kaldırım mazgallarından,
hayatımız akıp giderdi.
metruk evlerde,
saklanırlardı,
eski eşyalarda,
daha da çok,
mahallenin dul hanımlarıyla...
hatıralarda yaşar,
insanların hayatlarından,
çalarlardı...
eski bir garmofondan,
seslenirlerdi,
taş plaklardan,
eskilerin ruhları yaşardı,
gölgelerinde...
yelkovan ile akrep,
mahallenin,
meczupları hani,
herkesin görmezden geldiği...
...
bizim mahallede,
zaman onlarsız geçmez,
onlar bizden geçerlerdi!
...
şen sofralarda durmaz,
gam dolu gecelerde,
camın önünden eksilmezlerdi...
...
onları kazanmak,
mahallenin arzusu,
onlar bu arzuyu hiç,
kazımazdı...
...
umut mahallesinde,
iki bilinmezin hikayesi,
paslı hatıralar albümünde,
belki,
hicranın resmi...
çok ta, hıçkırık sesi...
...
çocukları severlerdi mahallede,
onlarla vakit geçirmeyi,
ihtiyarlar korkardı,
iki kardeşten...
iki kardeşin,
kendilerine selam,
vermesinden!
...
tik tak ayak sesleri,
sokaklarda,
sokaklarda,
yelkovan ile abisinin,
korku dolu efsanesi!
...
bir gün terkedecekler,
bu mahalleyi de,
ve mahalleliler,
ne onlarla,
ne onlarsız...
...
hal olacaklar!
behamahal!
Arka planda kütüphane. Raflarca kitap.Sahnede üzerlerinde
kostümleri olan cansız mankenler dekorun en bariz göze çarpan nesneleri.
Biri bir Osmanlı paşası. Çanakkale'nin çocuk
askerlerinden biri.
Bir diğeri bir köylü. Birisi de işçi. Ev kadını biri.
Mankenlerin arasında canlı bir oyuncu; cansız mankenler kadar sessiz.
Daktilo sesleri arasında...
Saçı başı dağınık bir şekilde son eseri üzerinde
çalışmasını sürdürmektedir. Asabidir. Çünkü yazdığı hiçbir cümleyi
beğenmemektedir. Yazılamayan oyunların yazarıdır o. Daktilodan hışımla yazmış
olduğu kağıdı çıkartır. Ayağa kalkar ve
yüksek sesle okumaya başlar:
"Dr. FRANKENŞTAYN!
Dışarıda fırtınalı bir hava,
ardarda çakan şimşekler,
kara bulutlarla gece zifiri!
dr. frankenştayn gizemli şatosunda!
dünyanın en ruhsuz,
en vahşi yaratığını,
elde etmek için laboratuarında!
etrafta çokça elektronik parça,
onlarca parçalanmış ceset!
her birinden bir parça alınıp,
tek bir adam elde etme de niyet!
bütün parçalardan,
vicdanı ayıklıyor önce,
dezenfekte ederek...
işte bakınız;
vücudun ana parçası zulüm!
cehalet ana iskelet!
tezgahtan bir kalp alıyor,
monte ediyor sevgisizinden,
ciğer merhametsizinden,
sinsi bir beyin bencilinden,
gövde bol işkembeli!
göz harama duyarlı,
kulak telekulak,
duyuların hepsi,
şirke ayarlı!
eser körkütük çağdaş,
ahlaksızlığa yoldaş!
kan ter içinde dr. frankeştayn!
gece uzun...gece fırtınalı!
nihayet,tamamiyle ortaya çıkıyor eser,
eser de insanlıktan yok eser!
sahibine riayet eden,
onu rab edinen,
bir laboratuar ürünü,
yeni model bilim sürümlü!
dr. eserini gıptayla seyreder,
üzerine kılık kıyafet,
markalı neli,
takım elbise kravat,
gel de insandan ayırt et!
sıra gelir programlamaya;
bir tutam kibir ekle,
hoyrat olsun,
ve sevmesin kendinden başkasını!
alaycılık üslubu,
üçkağıt düsturu!
hasılı,
yalnızlık kaderi!
kendinden başkasına,
tanımasın yaşam hakkı!
dr. frankenştayn,
sabaha doğru,
fırtınalı gecenin sonunda,
en kasırga yaratığıyla,
başbaşa;
cinsiyet vermediği!
bir zaman sonra,
yaratık sokaklarda!
yaratık aramızda!
EZBERLETİLEN ŞARKILARLA!
Okumanın sonunda bir an için sessizce durur. Kafasını
sağa sola olumsuz bir şekilde sallar. Yüzünde ekşimsi bir ifade belirir.
Elindeki kağıdı büyükbir öfke ile yırtar. Yüksek sesle bağırır.
DEMİR KAĞIT: Olmuyor! Çıldıracağım. Ne yapsam da olmuyor!
Sahnenin dışına doğru bağırır.
DEMİR KAĞIT: Allah'ın belası, nerdesin? Çabuk buraya gel!
Hızır Acil çabuk buraya gel!
Sahneye palas pandıras girer Hızır Acil.
HIZIR ACİL: Buyrun, efendim. Beni mi çağırdınız?
DEMİR KAĞIT: Yok babaanneni?
HIZIR ACİL: Üzgünüm efendim...Kendisi gelemez.
DEMİR KAĞIT: (Dalga geçercesine) Neden gelemezmiş
evladım?
HIZIR ACİL: Efendim...Sizlere ömür. Geçen yıl kendisi
aramızdan ayrıldı da. Yani kanserden Hakkın rahmete kavuştu.
DEMİR KAĞIT: Yaa..Vah vah vah! Demek kanserden mevta
oldu. (ciddileşir. Nutuk verir bir tarzda konuşmasını sürdürür.) Ah be evladım.
Hepimizi bekleyen sonuç. Çağın hastalığı malum. Kanserden korkmamak lazım
evladım. Geç kalmaktan korkmalı. Di mi ama evladım. İnsan yediğine içtiğine
dikkat etmeli. Fabrikasyon gıdalardan uzak kalmalı. Stresten uzak durmalı.
Syresten uzak kalmalı ki ademoğlu kanser olmasın. (Biran duralar. Sonra yüksek
sesle konuşmaya devam eder.)
Ben ne diye seslendim? Kime seslendim?
HIZIR ACİL: Hızır Acil diye seslendiniz.
DEMİR KAĞIT: Hızır Acil kim peki evladım?
HIZIR ACİL: Benim efendim.
DEMİR KAĞIT: Peki bu evde senden benden başka kimse var
mı evladım?
HIZIR ACİL: Yok efendim.
DEMİR KAĞIT: Peki sence ben...Bu evde...Senden benden
başka kimsenin olmadığı bu evde...Hem de ıssız bu dağın başındaki bu evde ben kime
seslenmiş olabilirim? Hem benim senin ölmüş babaannenle ne işim olabilir. Söyle bana bu evde bizden
başka kimse var mı?
HIZIR ACİL: (Etrafına bakınır) Bizden başka kimse var mı
efendim?
DEMİR KAĞIT: Evet...İsviçreli Bilim adamları sizlere
sesleniyorum. Amerikalı...İngiliz. Var sa Türk bilim adamları sizlere de
sesleniyorum. Kanserin gerçek sebebi bulundu! İşte burda, hemen
yanımda...yanıbaşımda.
Masaya doğru meyleder. Masanın üzerindeki telefonu eline
alır.
DEMİR KAĞIT: Umarım bu fırtınalı havada telefonlar
çalışıyordur. Umarım telefonuma cevap verecek bir yetkiliye de ulaşırım. Umarım
o digital hatunlardan biri çıkmaz karşıma; ulaşmak istediğiniz kişi için önce
1'e, sonra 2'ye..4'e, 5'e bağlan diyen biri çıkmaz sinirim tepemdeyken.
Alo...Alo...Orası Kıymeti Bilinesi Yazarlar için İlham
Perisi Tedarik Merkezi mi? Ben "Yazılamayan Oyunların Yazarlarından"
DEMİR KAĞIT. Böyle yazar ismi mi olurmuş? Ne diyorsunuz kardeşim? Şimdi size
isim ve soyismimin menkıbesini mi anlatayım? (Dalga geçercesine) Efendim,
rahmetli pederim Türkiye Şeker Fabrikalarından olan ve aynı zamanda
Türkiyemizin ilk fabrikalarından olan 1933 yılında hizmete giren Turhal Şeker
fabrikasında Lokomotif Makinisti imiş. Lokomotif bu efendim. Tonlarca demir
zahir de. Ama elin gavuru bu tonlarca demiri suyun buharı ile
hareketlendirivermiş. Demir bu efendim. Hani spartalılar ile atinalılar bir
olupta pers imparatorluğuna diz çöktürdükleri o savaş. Persler efendim,
sınırarına dayanmış Yunanlıların. Ya özgürlüğünüz ya canınız demişler. O zamana
değin devir tunç devri. Yani bakır ve kalay alaşımından bahsediyoruz. Nihayet
alemi insanlık demir madenini işlemeye başlamışler. Hititler Kadeş savaşında
demir çemberleri ilkkez savaş arabalarının tekerlerine işlemişler ve savaşı
kazanmışlar. Finikeliler efendim, onlarda demiri kalem olarak kullanmışlar ve
kayalara alfabeyi işlemeyi sunmuşlar ademoğluna. Sonra gemilerin omurgalarında
demir kullanılmışta insanlık azgın denizleri aşıp başka başka coğrafyaları
ziyaret eder olmuşlar. Kültürel etkileşim hızlanmış efendi. !860 larda buhar
devrimi. Arkasından delikli tüfekler...Soyadımdan da bahsedeyim mi efendim.
Hani insanlar papirüs adında kağıdı yaygın olarak kulanırlarken...sonra
bergamada hayvan derisinden parşömenler kullanılmaya başlayınca...
Yeter kardeşim siz gönderdiğiniz ilham perilerinden daha
betersiniz. Elbirliği ile beni delirtmeye mi çalışıyorsunuz? Mossad hesabına mı
çalışıyorsunuz? Memleketin istikbal vaad eden bir yazarını kudurtmayı görev mi
edindiniz kardeşim?
Kardeşim alın bu gönderdiğiniz malı başımdan. Ben sizden
kabiliyetli, laftan sözden anlayan bir ilham perisi istedim. En son
gönderdiğiniz hepsinden daha salak çıktı. Dedim ilham perisi...peri deyince
hani insanlar genelde kadın figürü canlandırırlarya hayallerinde. Dedim erkek
olsun! Dediniz elimizde müthiş bir eleman var. Onu gönderiyoruz. HIZIR ACİL!
Dedim ismi gibiyse yaşadık. Dedim gönderin. Bu Hızır Acil değil kardeşim,
ambulans bu ambulans. Kaza yerine hep geç gelen ambulans. Bakın son kez
söylüyorum. Gecenin ikisi. Dışarda buz gibi fırtınalı bir hava var. Ve benim
iki gün içinde yazmam gereken bir tiyatro oyunum var. Acil yardım istiyorum.
Yoksa ödediğim sigorta primlerimi ve aidatlarımı keseceğim. Yukarıda
tanıdıklarım var. Basından filan. İpliğinizi pazara çıkartır, rezil ederim sizi!
(Telefonu sert bir şekilde kapatır.)
HIZIR ACİL: Özür
dilerim efendim.
DEMİR KAĞIT: Özürmüş! Pöh! Hangi özür benim kaybedilen
zamanımı geriye getirebilir ki? (Arkada sıra sıra dizili mankenlerin yanına
gelir.)
HIZIR ACİL:
Efendim benim ihtisasım tiyatro oyunlarıdeğil ki? Ben daha çok tv filmi,
sinema filmi, reklam filmi konusunda çalıştım. Hem onların kalıpları çok kolay.
Fakir kız, yakışıklı oğlan. Hatta yengesine yan gözle bakan bir
karakter...Mankenleri şarkıcıları da oynattın mı projede. Tiyatro öyle mi genel
kültür lazım. Gezici ruhuna sahip olmak lazım. Siz benden Müslümanca bir metin
istiyorsunuz. Alan dar yani efendim. Ama müsade edin inanın bir çözüm
bulacağım.
DEMİR KAĞIT: Kes! Hemen Türkler gibi mazeret bulma bana.
Çözüm bulacakmış. (mankenleri göztererek konuşur.) Dedim Medine müdafasını
anlatalım. Fahrettin Paşa'yı anlatalım. Sen ne yaptın? Ruhsuz bir karakter
çıkardın karşıma. At sidiği içen, açlıktan çekirge yiyen... bir ihanet
şebekesine ve kahpe İngilize karşı onurlu bir mücadelenin kahramanını...ve onun
şanlı askerlerini...ve mücadelesini...Anlatabildin mi?
(Çanakkale askerlerine döner)
İşte bak Çanakkale. Dedim bana ruhunu getir Çanakkalenin.
Katledilen çocukların hikayeleriyle gel dedim. Seyyid onbaşıyı. Kınalı Hasan'ı
getir bana. Sen ne yaptın; zavallı anzakların hikayeleriyle geldin. Fatih'in
İstanbul'u Fethini anlatalım dedim. Verdiğin ilhamda ne vardı biliyor musun?
Zavallı Bizanslılar. Utanmasan, korkmasan, sıkılmasan hatta diyeceksin ki
"Zulüm 1453'te başladı!"
Şimdi şekspir desem...molyer desem. Hügo, mügo göte
filan? Bertol breht! Döktürürsün ama! Mazeretin hazır; neymiş siz müslümanlar
sanattan ne anlarsınız?
İlim, kültür, sanat, edebiyat ve ahlak...ve hatta mediyet
biz müslümanlara has bir şey olamazmış? Daha biz ayranın onurunu colaya karşı
koruyamayan bir topluluk imişiz.
HIZIR ACİL:
Efendim lütfen haksızlık etmeyin. Bakın size bir ev hanımı getirdim. Bir
işçi...Yurdum insanı var efendim. Herbirininde kendine has bir hikayesi. Bakın
şöyle bir şiirle başlayabiliriz dilerseniz:
"Bütün dünya bir sahne; trajedi ya da komedi!
ve bütün erkekler ve kadınlar sadece birer oyuncu...
yüzlerinde binbir maske ile girerler ve çıkarlar tozlu
sahneye,
zaman, oyunun yazarı,
sahne kalabalık!
başrolde sen,
avam figüran,
ailen yan rolde!
bazen bir kişi birçok rolde!
bir oyun, yedi perde ve ilk perde!
...
ilk rol bebeklik çağı...
anasının kollarında agucuk yaparken...
sonra mızıkçı bir okul çocuğu...
çantası elinde, yüzünde sabahın parlaklığı
ayağını sürüyerek okula giden!
ve camili günler,
yaz tatillerinde...Allah korkusu! Elif, be, te, se...
Anne nolur, Elif mahallemizden gitmese!
daha sonra aşık delikanlı gelir,
iç çekişleri ve sevgilinin kaşlarına yazılmış
şirleriyle...
bugün kelimelerini aşıracağım şairlerin, hasetimden,
kimse benden daha güzel söz söylemesin diye...
...
şehrin kaldırımlarını genişleteceğim,
yanyana yürümesin aşıklar,
oyalayacağım başka şeylerle insanları,
sevdiklerini düşünmesinler diye,
helalsiz sarılmak yakar diye fısıldayacağım,
hep ki uzaktan sevsinler...
...
aşktan pay vermeyeceğim kimselere,
sevmekte sevilmekte benim...
körlerin bile gözlerini çıkartacağım,
ihtimalin her türlüsünü kurşuna dizip,
seni sır kuyusunda tutacağım...
...
aşağılayacağım başka sevmeleri...
kimse sevemez, benden başkası seni,
kıskanıyorum,
şehrin dilencilerini bile...
...
ah şanslı insan dilenci,
sen, hergün köşe başlarında
yırtık urbanla kirli ellerinle
avuç açan, sefil insan.
inan yok farkımız birbirimizden.
sen belki tüm yaşamınca dilenecek;
beklediğin beş kuruşu biri vermezse,
ötekinden isteyeceksin.
ama ben, tüm yaşamım boyunca
tek bir kez dilendim,
bir acımasız kalbin sevdası ile alevlendim.
öylesine boş öylesine açık kaldı ki elim,
yemin ettim, bir daha dilenmeyeceğim.
ve sen ettiğim beddualar tuttuğunda gün gelip tıkanacak
şiirden kopacaksın...
güzel sözler kifayetsiz kalacak, haz almayacaksın!
perdeler açılıp kapanacak...
çocukların olacak başka adamlardan, başka kadınlardan,
yalancı emzikle başladıya hayatın,
yalan hayatlara kanacaksın!
Belki sen belki oğlun asker olacaksın , garip yeminler
eden.
leopara benzeyen sakalıyla onurlu ve kıskanç,
savaşta atak ve korkusuz,
topun ağzında bile şöhretin hayallerini kuran...
insan hikayelerimiz sahne sahne türlü türlü...
sonra hakimliğe başlar,
ya da bir belediyede,
belki esnaf olur...
şişman göbeği lezzetli etlerle dolu,
gözleri ciddi, sakalı ciddi kesimli...
bilge atasözleri ve modern örneklerle konuşur
rolünü oynamaya devam eder...
altıncı perde de ise palyaço giysileriyle,
gözünde gözlüğü, yanında çantası,
gençliğinden kalma pantalonu zayıflamış vücuduna bol
gelen.
ve kalın erkek sesi, çocukluğundaki gibi incelir.
son perde bu olaylı tarih sona erer.
ikinci çocuklukla her şey biter...dişsiz, gözsüz, tatsız,
hiç bir şeysiz.
sessizce unutulacaksın!
DEMİR KAĞIT: Saçmalama...İnsanlar dar vakitlerini tiyatro
salonlarına ayıracaklarsa...Gülmek isterler misal...Ya da stan-up mu yazzsak
ne? Hem masrafsız...Hem in belden aşağı...Büyük prodüksiyonlu işler elbette
hayalim. Brodway'de sahnelenebilecek olanından birşeyler yazmak isterim. Ya da
aşk üzerine mi yazsak? Hiç yardımcı olmuyorsun bana!
Nerde şu kadınlar üzerine yazdığımız şiir. Hah
dur...(Masanın üzerinde aranır. Bir kağıt alır okumaya başlar.)
"ten yakar,
can yanar,
öpsende..
dövsende...
ateş bu,
yanılası...
ateş ki kaçılası...
aşk varsa, yanayım,
yoksa,
ben aşktan yanayım!
erkeksi sözler
beklemeyin bu şiirimde,
ben bu kez kadından yanayım!
doğur beni anam,
babamın dayakları arasında,
1,2,3 olsun sıra sıra
kardeşlerim...
sancılar peşisıra...
9 ay 10 gün!
dile kolay!
kanından doyur beni,
sen anasın,
çile yazgın,
besle büyüt!
gıdan öğüt!
aklın kısa,
herkes seni kınasa!
evlat dert, koca çevre!
sana kim kulak vere!
etin çakallara yem,
tenin tazeyken gayem!
anasın, yarsın, bacı,
herkesin ihtiyacı!
ya sen? kim dinler,
ses verse de içindeki acı?
sevecek sen?
dövülecek!
beklenir ki sen yapasın,
erkekler; bekleme kapısı!
cennet ayaklarının altında,
duyduya bunu,
fazlalığı olanlar,
ayaklarını yerden keserler!
kadın; pavlovun köpeklerine,
onlar ki; kulak dikerler!
saçın dert,
başın,
isterler ki her doğurduğun,
olsun devlet!
sormazlar lakin,
var mıdır derdin?
ey ademin oğulları,
havvanın kızlarına
kulak verin!
ey kanatsız melekler,
annem, teyzem, halam, yarim!
bütün kız kardeşlerim!
dünya biz erkeklerin,
yörüngesinden çıkmadıkça,
insanlığın hali pek vahim!
...
memleketim, anadolu,
bir de devlet baba olsa,
aile olmak içten değil!
...
aile olunca;
babam anamı sever,
ben kardeşlerimi,
kardeşlerim evdeki köpeği,
köpeğimde sever,
kapının önünden gelip geçeni!
...
öğretmenim az yorulur,
savcılar, hakimler,
daha az koşturur polisler!
...
analar evlat doğurur,
insan yetiştirirler,
biz kalleş erkekler olmasa!
...
dünyanın bütün erkekleri birleşin!
önce kadın hakları,
ardından gelir..
insan hakları!
...
koministçede söylendim,
din, zaten Fatımadan yana!
hangi dilde söylemek gerekiyorsa,
şarkılar kadından yana!
...
hiç olmazsa, şu şiir süresince dövülmesin, analar,
bacılar!
...
gelin! çocuktan gelin yapmayalım!
...
hatta... dünyanın bütün zalim, erkekleri adına,
insanlığımızdan utanalım!
...
adam görünümlü,
hayvan olacağımıza,
bugün kadın ruhlu olalım,
ağlayalım!
...
sonra da...
gelsin aşk!
aşk o zaman aşk!
...
kadını bilmeyen,
kadın sevemez,
sevmesini bilmeyen,
aşkı bilemez!
...
yumurta tavuk misali,
demeyelim...
şimdinin erkeklerini,
kadınlar yetiştirmekte...
o kadınlar ki,
çektikleri acının karşılığı,
intikam için bizleri yetiştirmekte!
...
bitmez! kadının acısı bitmeden,
bu sarmal bitmez!
Bu şiir de bitmez!..
HIZIR ACİL:
(Alkışlar) Mükemmel olmuş efendim. Harikulade!
DEMİR KAĞIT: Elbette mükemmel. Çünkü siz ilham
perilerinin katkısı olmadan yazdım bunu. Biliyor musun şirketten istediğim ve
işine son verdiğim sen kaçıncı ilham perisisin biliyor musun?
HIZIR ACİL:
Bilmiyorum efendim.
DEMİR KAĞIT: Bilemezsin tabi ki... Çünkü ben de
bilmiyorum. (Elindeki kağıdı buruşturur ve bir kenara atar.)
HIZIR ACİL:
Efendim siz de hiç bir şeyi beğenmiyorsunuz ama...Ben de cesaret
edemiyorum... Şey aklımda bir hikaye var ama...Kızmazsanız...Müsaade ederseniz,
paylaşmak isterim.
O esnada evin kapısı hızlı hızlı çalınır.
DEMİR KAĞIT: Kapı
mı o? Ne çabuk. Bak yeni ilham perisini hemen gönderiverdiler. Aferin şirkete.
Kapıya yönelir. Kapıyı açtığında yılışık bir tip
kendisine sırıtmaktadır.
HANS PETER RUGABER GÖTEBERG: İyi akşamlar...İyi geceler
yani. Gecenin bu saatinde sizleri rahatsız ettiğim için kusura bakmayın ama
beni sendikadan gönderdiler.
DEMİR KAĞIT: Ne
sendikası? Ben şirketi aramıştım.
HANS PETER RUGABER GÖTEBERG: Efendim müsadenizle kendimi
taktim edeyim. Ben HANS PETER RUGABER GÖTEBERG. "Yazarını Arayan Hayali
Karakterler Sendikası"nın Oyuncu kadrosundanım. Bir süre önce sendikamıza müracat etmişsiniz.
Her role uygun, her role gidebilecek bir karakter istemişsiniz. Ancak
gelebildim. Aracım arıza yaptı. Tamir filan derken. Ancak gelebildim. Umarım
geç kalmamışımdır. Rolüm kimseye verilmedi değil mi?
DEMİR KAĞIT: Ne
rolü artist kardeşim. Biz daha hikayeyi bulamadık.
PETER RUGABER GÖTEBERG: Peki benden başka oyuncu
kadronuzda kimler var öğrenebilir miyim?
(Arkadaki mankenlerin yanına gider.)
PETER RUGABER GÖTEBERG: Bütün kadro bu kadar mı? Hım
demek düşük bütçeli bir iş olacak. Ben yol boyu oynayabileceğim rolü düşündüm.
Buldum da... (Hızır Acili işaret eder.) Arkadaşta oyuncu mu?
DEMİR KAĞIT: Hayır
o ilham perisi.
PETER RUGABER GÖTEBERG: Bu nasıl bir peri ya hu? Bunun
vereceği ilhamın...
DEMİR KAĞIT: Hayır
sus! Ben oyunumda argo söz istemiyorum.
PETER RUGABER GÖTEBERG: Madem vaktimiz dar. Sayın yazar
lütfen daktilonuzun başına geçiniz. Size bir teklifim olacak. Dedim ya
oynayacağım rolü yol boyu düşündüm durdum. Dolayısıyla hikayelendirmekte sayın
ilham perimizle birlikte işbirliği yaparsak daha kolay ortaya çıkacaktır. (Paşa
mankenini işaret eder.)
Bu arkadaş kimdi?
HIZIR ACİL: Bir
Osmanlı paşası.
PETER RUGABER GÖTEBERG: Olmaz! Bunu Cumhuriyet paşası
yapalım. Acele etmeyin. Merakta etmeyin. Elbirliği ile bugün bu hikayeyi burada
bitireceğiz. İki güne kadar Londrada olmam lazım. Yeni Bond ben olacağım. 007
Cezmi Bold! Yeni versiyon! Türk işbirlikçilerimizle İngiliz, Amerikan, Fransız,
Alman, İsrail, Rus ve Çin ortak yapımı bir prodüksiyonda yer alacağım: KANAYAN
ORTADOĞU filmimizin adı.
DEMİR KAĞIT: Banane kardeşim senin filminden? Ben ülkemde
sahnelenecek bir oyunun peşindeyim.
PETER RUGABER GÖTEBERG: İyi de işte ben de sizlere
tecrübelerimden yararlanma fırsatı sunmak istiyorum. (Bir anda Demir Kağıt'ın
ayaklarına kapanır)
Abi ayaklarının altını öpeyim. Aylardır işsizim. Şaka
yaptım. Ne filmi abi yaa? Kimsenin aradığı sorduğu yok. Kimse aramıyor
sormuyor. Unutulmuş bir karakterim ben. Nolur bir şans verin bana.
DEMİR KAĞIT: Allahım! Bütün manyaklar beni mi bulmak
zorunda? Beceriksiz bir ilham perisi, lüzumsuz bir karakter oyuncusu...
HIZIR ACİL:
Beceriksiz bir yazarıda katın kadroya Demir bey. Demek ki kapak
yuvarlanmış kapağını bulmuş pozisyonundayız. Dilerseniz kendi aramızda
kapışmayı bırakalımda bu işe birlikte bir çözüm bulalım ne dersiniz? Yoksa akıp
gidecek zamanımız böyle boş tartışmalarla ve siz oyununuzu
yetiştiremeyeceksiniz. Ben Hızır Acil...İlhamsız peri diye anılmak istemem doğrusu.
Bakın sizlere kendi durumumu anlatmam gerekirse ruh
durumum daha önce yazdığım bir şiirimdeki gibi. Dinleyin ve bana hak verin,
neden tıkanık olduğum konusunda:
sirenler çalıyor ana dilime; hızır acilden değil,
ambulancelerden,
mahalleleri geçerek değil, siteleri aşa aşa!
trafik başa bela,
yolda kalanlara değil,
şehri yönetenlere,
kurnaz şoförlerden bazıları,
her çalan sirenin peşine takılı!
yollarda her türden araba,
kimi amerikan malı,
kimi avrupa,
hatta uzakdoğudan!
petrolu ortadoğudan,
kanlı mı kanlı!
sirenler çalıyor kültürüme,
masal söyleyen,
nenemden değil,
beyaz camdan,
beyaz perdeden;
kapkara!
senaryolar türlü türlü,
kanlı mı kanlı!
sirenler çalıyor,
gazinolardan...
taş plaklardan,
şimdilerde digital,
konser meydanlarından,
nihavent makamında değil,
beni benden alan şarkılar,
alıp ta yerime başkasını koyan,
uğruna kanlar dökülen aşklar,
sirenler çalıyor radyolardan!
canlı mı canlı!
sirenler çalıyor okullardan,
modern köle mankurt yetiştirme, mekanlarından!
sirenler çalıyor lokantalardan,
besmelesiz coladan!
sirenler çalıyor hastanelerden,
düzmece tababetten!
sirenler çalıyor ankara'dan,
her kasımın onunda,
saat dokuzu beş geçe,
mesai başlangıcında!
...
sirenler çalıyor,
beynimde!
....
yol verin geliyorum!
PETER RUGABER GÖTEBERG: Yok be güzel kardeşim. Güzel
demişsin. Sende umut var hala. Boşuna kendini umutsuz hissetme. Biraz gayretle
biz bu gecenin sonunda bir oyun çıkartırız.
DEMİR KAĞIT: Sen adım ne demiştin yazarını arayan hayali
oyuncu?
PETER RUGABER GÖTEBERG: Peter efendim. Peter Rugaber Göteberg.
DEMİR KAĞIT: Sen Türk değil misin?
PETER RUGABER GÖTEBERG: Biz oyuncuların milliyeti olmaz
efendim. Bizi yazarlarımız kimliklendirir. Bu isim bende enson yazılan bir
oyundan kaldı. Hoş tam bitmemiş yarım kalmış bir oyundu o da.
DEMİR KAĞIT: Neydi oyunun konusu?
PETER RUGABER GÖTEBERG: 1960 larda geçiyordu oyunun
konusu. Alamanya'ya işçi gönderilen zamanda. Almanya 2.cihan harbinden ağır bir
mağlubiyetle çıkmıştı. Taş üstünde taş kalmamıştı yani. Ama aradan 15 sene
geçmeden öyle bir kalkınma hamlesi yaptılar ki özellikle Türkiye'den ve Güney
Kore'den takviye olarak işçiler edindiler. Güney Kore Almanya'dan edindiği
tecrübeyle o da bir 20 yıl içinde dünya ekonomi devleri arasına girdi. Ama
Türkiye...Malum. İşte oyun bu dönemi sorguluyordu. Maalesef yazar işin içinden
çıkamadı ve oyun yarım kaldı.
DEMİR KAĞIT: Oooo...sizin yazar da çok beceriksizmiş
canım. Aslında nefis bir konu. Hızır hemen o dönemle ilgili bilgileri masama
yığ bakalım. Bakalım biz becerecek miyiz?
Hızır Acil yazarın masasına çok sayıda kitap yerleştirir.
Yazar hızlıca kitapları karıştırır. Arkada hareketsiz duran oyuncuyu sahnenin
bir köşesine alır.
DEMİR KAĞIT: Evet...senin de sıran geldi. Şimdi senin
rolünüde yazalım bakalım.
Daktilosunun başına geçer.
DEMİR KAĞIT: (Konuşarak yazmaya başlar.)
formül basit, denklemde,
ithal kafa olacak memleket,
üretimi bitir, kendi elinle
suçluyu bul istersen kader de,
yüksek vergi yüzde yetmiş,
meğerse işimiz çoktan bitmiş,
topladığın vergileri maaş yap,
abuk sabuk kanunlarla adil dağıt,
bol keseden memur yap halkı,
şehirlere, köylüyü dağıt,
yol yap onlara, kredi dağıt!
bakarsan nüfus dağılımına,
köyde kalan ölümü bekleyen ihtiyarlar,
şehirden memuriyet bekleyen delikanlılar!
köy mü; kerpiç ev, ev dibi ahır!
dillerde gönüllerde hep kahır!
bitsin tarım, tükensin hayvancılık,
imdada yetişir market rafları!
çözümün adı hep slogancılık!
genetiğiyle oynanmış tohumlar,
umuda mahkum insanlar!
haydi yazar abi, profesör amca,
çanak tutun aldatanlara!
o öyleymiş te bu böyle,
doksan yılın temcit pilavı,
uydur uydur dur onca yalanı!
betondan kafes kurun yığınlara,
okutarak cahil bırakın,
ya da okutmadan,
akıbet belli!
sırtına odun koyun,
marka semerlerle!
biraz din diyanet;
ama saklısından-tuzaklısından!
bir de lider sürün önlerine,
makus talihin katili!
aslında;
formül basit, denklemde!
zehiri altın kadehte sunacaksın,
şarkılarla, markılarla avutacaksın!
sen diyeceksin,
gelişmekte olan ülke,
aldığınla yetinecek,
elindekiyle kavrulacaksın!
kafan karışırsa eğer,
kuyruğunu dikeltirsen,
bulurum bir başka bahane,
onunla oyalanacaksın!
mevzuat hazretleri tek padişahın!
bir yalan söyleyeceğim ki sana,
Allah'a inanır gibi inanacaksın!
formül basit, denklemde,
yediğinin yemeğin adı; kaos,
köyünü unutacaksın,
aklında kalmayacak,
ne düven ne patos!
sen artık moderinsin!
ihtiyacını karşılar,
yeni dinin!
cebinde kredi kartın,
yaz tatilin...
bir de emekliliğin!
daha ne istersin?
...
şimdi öğrendiklerini,
öğret oğluna...
o da oğluna,
silsile sürsün torunlarına!
...
"unutmayın; siz büyük milletsiniz!
sizin atalarınız ta viyana'ya!"
...
yukarıda bahsedilen sözler,
benim değil,
Alamanya'ya,
65 lerde gidipte dönmeyen,
amcamdan!
öğrenmiş;
yeğenin şair oldu demişler!
o da bu satırları,
karalayıp bana göndermiş.
demiş,
yeğenim bunları,
şiir diye yazsın,
okutsun insanlara,
canlarına okunan insanımıza!
...
yazdım ben de,
bakalım birileri,
okur mu diye?
PETER RUGABER GÖTEBERG: Ooo yazar efendi. Olayın kolayına
kaçıyorsun. Oyunu şiirle bitireceksin bu gidişle.
DEMİR KAĞIT: Ne yapmalıyım peki sence? Şiirin seveni de
kalmadı, okuyanı da mı diyorsun yani?
HIZIR ACİL:
Efendim bence o yılları anlatacak isek...Bence Erbakan'dan
bahsetmeliyiz. Müsadenizle rol dağılımını ben yapayım.
Paşa mankenini alır.
HIZIR ACİL: Bu
Cevdet Sunay olmalı. Türkiye'deki 60 ihtilaliyle başlayalım. Seçilmiş
başbakanını asan Türkiye'nin aklını bir görelim önce.
Sonra sırasıyla diğer mankenleri ön sıraya taşır.
HIZIR ACİL:
Çanakkale'de ülkesinin bağımsızlığı adına çocuk yaşta İngiliz kahpesiyle
vuruşan bu Müslüman Türk evladı 68 kuşağı olsun. Sağcı olsun bazen, bazen
solcu...sokakları doldursun. Kahrolsun ya da yaşasın diye sloganlar atsın oyun
boyu.
Bak bu köylü oyuncumuz hep köylü kalsın. Tezek yaksın
köyünde ilelebet. Amerikan pulluğuyla deşsin Anadolu'nun bağrını. Tohumunu
yitirsin. Bir tavuğa komşusunu gebertsin. Kirli ve yağlı gömleğiyle cuma
namazlarına gitsinde Rabbinden hep istesin. Habitattan anlamsın, endemik
yapıdan. Tek hayali böyyük şehirlere gitmek olsun, kapıcılık yapmaya. Her
öfkesinde devlet babaya gayıversin.
Bu da işçi kalsın. Asla fabrika sahibi olmak gibi düşleri
olmasın. Bütün ömrünü emeklilik hayalleri süslesin. Sonra hastane köşelerinde
bir başına gebersin.
Bu da ev kadını
kalsın. Evlad terbiye etsin terlik isimli eğitim alet ve edavatıyla. Kocasından
yediği dayakların acısını çocuklarından çıkarsın. Aman okumasın yazmasın. Tvler
onların vaktini değerlendirecektir nasılsa...
Aslında bir iki karakter daha ekleyebiliriz
oyunumuza...657 ye tabi memurlar...Yanar döner politikacılar...Namaz kıldırma
memurları...Klasik bir sürü kalıplar...Evde kalmış kızlar, bitirim
oğlanlar...Cahillik ve fakirliğin kader diye yutturulduğu bir Anadolu'da
oyunumuzun dekoru olsun.
DEMİR KAĞIT: Peki bu ne olsun? (canlı oyuncuyu gösterir)
HIZIR ACİL: O ilkkez bu toplumda milli görüş diyen, ağır
sanayi diyen Erbakan olsun!
ERBAKAN: 29 Ekim 1926 tarihinde Sinop'ta doğdum. Babam
Adana'da hüküm sürmüş Kozanoğlu sülalesinden Mehmet Sabri Erbakan'dır. Annem
Sinop'un tanınmış ailelerinden birinin kızı olan Kamer Hanım'dır.
Ağır Ceza Reisi olan babam, memleketin birçok yerinde
görev yaptığı için çocukluğumuz muhtelif şehirlerde geçti. İlkokula Kayseri
Cumhuriyet İlkokulunda başladım. Babam Trabzon'a tayin olduğundan ilkokulu
burada tamamladım. 1937 yılında girdiğim İstanbul Erkek Lisesini 1943 yılında
bitirdim.
Lise tahsilimden sonra, İstanbul Teknik Üniversitesine
girdim. Bizim dönemimizde lise birincilerinin sınavsız girme hakkı olmasına
rağmen sınava girmeyi tercih ettim. Sınav sonucunda, doğrudan ikinci sınıftan
başlatıldım. 1948 yılı yaz döneminde mezun olur olmaz, aynı üniversitenin
Makine Fakültesi Motorlar Kürsüsünde asistan olarak göreve başladım.
1951 yılında Üniversite tarafından Almanya'daki Aachen
Teknik Üniversitesine İlmî araştırmalar yapmak üzere gönderildim. Alman Ordusu
için araştırma yapan DVL Araştırma Merkezinde Profesör Schmidt ile birlikte
çalıştık. Bir buçuk yıllık bu çalışma sürecinde bir tanesi doktora tezi olmak
üzere üç tez hazırladık. Alman üniversitelerinde geçerli olan doktor unvanım
burada aldık.
DEMİR KAĞIT: Güzel...sanırım bu kez olacak. Bu kez iyi
bir oyun yazmış olacağım. Aferin lan Hızır Acil...Peter...Sana da aferin.
ERBAKAN: Bu tezler Alman Ekonomi Bakanlığının dikkatini
çekince, bizden motorların daha az yakıt yakmaları konusunda bir rapor
hazırlamamız istendi. Bu arada da "Dizel Motorlarda Püskürtülen Yakıtın
Nasıl Tutuştuğunun Matematiksel İzahı" konulu doçentlik tezimizi
hazırladık. Tezin bilim dergilerinde yayımlanması üzerine o tarihte
Almanya'nın en büyük motor fabrikası olan Deutz Motor Fabrikalarının Umum
Müdürü Prof. Dr. Flats tarafından Leopard tanklarının motorlarıyla ilgili
araştırmalar yapmak üzere bu fabrikaya davet edildik. Bizim doktora tezimizdeki
çalışma konularıyla ilgili olduğu için orada bize araştırma başmühendisliği
teklif ettiler. Leopard tank motorları inkişaf bakımından teknik problemleri
çok güç olan sorunlu bir motor idi. Çünkü II. Dünya Savaşı sırasında Rusya'da
savaşırken Almanların bu tanklarının yakıtları donmuş ve çalışmamıştı.
Leopardların en zor hava şartlarında, donmadan çalışabilmesi için ateşleme
sisteminin yeniden düzenlenmesine büyük önem veriyorlardı. Biz bu çalışmaları
yürüttük. Aynı dönemde, Alman Ekonomi Bakanlığının, Ruhr sahasındaki
fabrikalar üzerinde araştırma yapmak için görevlendirilen heyete katılmam
istendi. Almanya İkinci Dünya Savaşı'ndan yeni çıkmıştı. Neredeyse ayakta tek
bir bina bile yoktu. Almanya'da kaldığım bu süre içinde, Almanya'daki ağır
sanayi hamlelerini ve faaliyetlerini bizzat yerinde görme imkânı bulduk. Bütün
bu çalışmalar, Almanya-Ruhr sahasında gördüğüm fabrikalar, Türkiye'de de ağır
sanayi hamlesi başlatılması fikrinin bizdeki ilk kıvılcımları oldu. Yeril bir
motor sanayi kurmanın ve tamamen yerli olan fabrikalara sahip olmamın, Türkiye
gibi yoksulluktan yeni çıkmaya çalışan bir ülke için ne kadar önemli ve gerekli
olduğunu anladım. "Millî Ağır Sanayi" fikri o günden sonra, Millî
Görüş Davası'nın en önemli hedeflerinden biri olarak hayatımızda yer aldı.
DEMİR KAĞIT: İyi de oyunun metni bu şekilde mi gidecek?
Bu çok düz anlatım olmayacak mı? Seyirci sıkılmasın sonra.
HIZIR ACİL: Efendim konuyu Türkiye'de yapılan Devrim
Otomobilleri konusuna getirmeyi düşünüyorum. Eğer vakit kalırsa evvelinde
yapılan Uçak sanayinden de bahsetmek istiyorum Nuri Demirağ isimli bir
girişimcinin yaptığı uçaklardan.
DEMİR KAĞIT: İyi de Devrim otomobilleri fiyaskoyla
neticelenmemiş miydi?
HIZIR ACİL: Devrim, Türkiye'de tasarlanan ve üretilen ilk
otomobildi. 1961 yılında, dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel'in talimatıyla,
Eskişehir Demiryolu Fabrikasında, 129 günde üretildi. Ekip günde sadece birkaç
saat uyuyarak ve bu süre zarfında tesislerden hiç ayrılmaksızın, modeli tümüyle
kendilerine ait olan, tüm parçaları el işçiliğiyle üretilmiş, 4 silindirli ve
direksiyondan vitesli harika bir “aile otomobili” üretir. Hem de bir tane
değil, tam üç tane!
Depolarında, trendeki güvenlik kuralları gereği hiç
benzin bulunmayan Türkiye’nin ilk yerli otomobili devrim arabaları, o zamanlar
Sıhhiye semtinde bulunan Eskişehir'den yola çıkarak Ankara Demiryolu
Fabrikası’na indirildi. Manevra imkanı sağlamak için depolarına yalnızca birkaç
litre benzin kondu. Asıl ikmal sabahleyin Sıhhiye’deki Mobil Benzin
İstasyonundan yapılacak, sonra da Meclis’e gidilecekti.
29 Ekim sabahı, Devrim arabaları motosikletli oldukça
kalabalık bir trafik ekibinden oluşan eskortun arasında yola çıktı. Çıktı ama,
eskorttakiler, benzin alma işinden haberdar olmadığı için, Mobil’e uğramadan
yola devam ettiler. Meclis’in önüne gelindiğinde durum anlaşıldı, alelacele
getirilenbenzin ilk otomobile kondu. İkinci otomobile benzin konacağı sırada
Cemal Paşa Meclis’in önüne gelmiş ve Anıtkabir’e gitmek üzere 2 numaralı
benzini henüz konamamış Devrim otomobiline binmişti. Yola çıkıldı. Fakat 100 m.
kadar sonra motor öksürerek durdu. Cemal Paşa Anıtkabir’de araçtan inerken
“Garp kafasıyla araba yapıyorsunuz, ama Şarklı olduğunuz için benzin koymayı
unutuyorsunuz” diyerek hışımla aracı terkeder. Oysa, o aracı yapmayı başaranlar
deposuna benzin koymayı da bilmektedirler elbette. Fakat, kimse aksiliğin
yaşanan panikten kaynaklandığını cunta liderine anlatamaz veTürkiye’nin ilk
yerli otomobili devrim arabaları daha doğdukları gün bizzat devlet eliyle
öldürülürler. Arkalarında, kendilerine doğru düzgün bir teşekkür bile edilmemiş
23 tane gözüpek mühendisi bırakarak…
DEMİR KAĞIT: Peki ya Nuri Demirağ O kim di?
HIZIR ACİL: Nuri Demirağ, 1936 yılında havacılık
sanayiinin ilk temellerini atmaya başladı. İlk iş olarak 10 yıllık devreyi
kapsayan bir plan - program hazırlattı. Bu program gereği, Besiktaş Barbaros
Hayrettin İskelesinin yanında Tayyare Etüd Atölyesini kurdu. Bu tayyare
atölyesi kısa bir sürede dev bir fabrika haline geldi. Yeşilköy'de Elmas Paşa
çiftliğini tayyare meydanı yapmak için satın aldı. 1000 X 1300 metre
boyutlarında düz bir tayyare alanı yaptırdı. Bunun bir örneği de o sıralar
Avrupa'nın en modern havaalanı olan Amsterdam'da vardı. 1937-1938 yılı içinde
Türk Hava Kurumu 10 okul uçaği ve 65 planör siparişinde bulundu. İstanbul
fabrikalarında yapılan ilk yerli Türk uçağı, 1941 yılı ağustosunda Nuri Bey'in
doğduğu yer olan Divriği'ye uçarak gidip gelmişti. Halkı da heyecanlandıran bu
tür gösterilerin yararlı olduğunu düşünen Nuri Bey, Eylül ayında 12 uçaklık bir
filoyu, Bursa, Kütahya, Eskişehir, Ankara, Konya, Adana, Elazığ ve Malatya
rotasında uçurarak halka kendi tayyarelerimizle göklerimizi kendimizin
koruyabileceğini göstermek ve onlara inanç vermek istemiştir. Nu.D.38 tipi
yolcu ucağı, tamamen Türk mühendis ve işçilerinin ortaya çıkardıkları Türk tipi
bir uçaktır. 6 kişilik yolcu ucağının çift pilot kumandası bulunmaktadır.
Saatte 325 kilometre hız yapabilmekte ve 1000 KM uçabilmektedir. Türk Hava
Kurumu, Nuri Demirağ'ın fabrikalarına sipariş vermiş olduğu bu uçakları
almaktan vazgeçmiştir. Dolayısıyla istikbal göklerden yere inerek batının
distribütörlüğüne, ithalatçılığına dayalı kafalara teslim edilmiştir
memleketimiz.
DEMİR KAĞIT: Peki Erbakan'ın bunlarla ilgisi ne?
ERBAKAN: Almanya'daki çalışmalarımız sırasında bizi
etkileyen ve üzen bir olay da şudur: Biz o fabrikalarda bir yandan çalışıp bir
yandan araştırmalar yaparken, Türkiye Zirai Donatım Kurumunun Alman
fabrikalarına verdiği motor siparişlerini gördük. Bu görüntü, bizim Türkiye'de
bir "Millî Motor Sanayii" kurma kararlılığımızı iyice pekiştirdi.
Bunları bizim milletimiz, tamamen kendi imkânlarıyla yapabilirdi. Türkiye'nin
ilk millî sanayi örneği olan, Gümüş Motor Fabrikasını, memleketini ve
milletini seven 200 ortakla kurmamızın temelinde de işte o görüntü yatar.
Montajcı zihniyet, Gümüş Motor'dan, Türkiye'nin yerli ve
millî bir motor üretmesinden rahatsız olmuştu. İthalatçı firmaların hemen
tamamı da azınlıklara mensup mümessillerdi. Gümüş Motor, bu milletin
sanayileşme davasında gerçekten çok mühim bir hamledir. Düşünün ki 1956 yılında
bir fabrika kurulmuş, bu fabrika yerli motor imal etmiş. Daha da önemlisi bu
milletin her türlü sanayiyi başarabileceği inancım ortaya koymuş. İşte asıl
büyük kaynak ve hamle budur. Çünkü aynı yıllarda düzenlenen Otomobil
Kongresi'nde, "Biz, şeftaliden başka bir şey üretemeyiz!" diyenler
vardı. Ama biz o kongrede kürsüye çıkıp, "İşte motor üretildi." diye
gösterince, hepsinin sesi kesildi.
Bu ilk sanayileşme mücadelemizde, elbette Rahmetli Mehmet
Zahid Kotku Hocamızın nasihat ve tavsiyelerini unutmamız mümkün değildir.
Kendileri, ülkemizde ilk yerli motorun üretilmesi için çok büyük bir teşvikte
bulunmuştur. Hocaefendi, sohbetlerinde sürekli millî sanayinin kurulmasının
öneminden bahsederdi. Dergâhın önündeki otomobilleri göstererek, "Keşke,
dış ülkelerden getirilen bu otomobillerin yerine, imalat fabrikaları kurabilsek,
aç susuz ülke insanımıza iş imkânı sağlayabilsek..." derdi.
DEMİR KAĞIT: Bütün donelerimiz hazır olduğuna göre artık
oyunumuzu toparlayabiliriz demektir. Bir Türkiye hikayesi yazacağız yani.
Umarım bizim bu duygularımızda seyirciye akseder.
PETER RUGABER GÖTEBERG: O halde banada bir rol çıkacaktır
oyunda. Yaşasın unutulmayacağım.
DEMİR KAĞIT: Dinleyin arkadaşlar...Oyun bir şiirle
başlayacak.
kendisi de homurdanıyordu,
kullandığı dizel kamyon gibi,
yolda kalınca,
anadolunun bu ücra yerinde,
otostopla biniverdim aracına,
aslen tokatlıyım dedi,
başladı yol boyu konuşmaya,
öfkeliydi, yıllarca biriktirmişti,
be mubarek adam benimi buldun,
yılların birikmişliğini kusacak?
üniversite mezunuymuş,
uzunca sürede memurmuş,
iftiraya uğrayıp olunca işinden,
bir arkadaşının kamyonunun,
direksiyonuna geçmiş,
ekmek parası uğruna...
tam 13 yıldır,
yaz kış demeden,
yollara adanmış bir ömür,
-neler taşımadım ki,
nerelere neler,
ah be kader!
katettiğim her kilometrede,
kahrediyorum arkadaş
bak bu kamyon alman malı,
biz de türk malı!
arkadaş,
bütün avrupadakinden fazla,
kamyon yol alır anadolu'da!
mevcut taşımacılığımızın,
dörtte üçü yani!
karayolu demek ne demek?
gavurun arabası demek,
yedek parça demek,
arabın petrolü,
insanımızın aptalca rolü,
...
şoför değil adam,
sanki şehirlerarası kütüphane,
anlamamki anlattıklarından,
ben basit bir pazarlamacıyım,
ithal ürünler satmaktayım.
....
anlayacağınız,
yolda kalmanın bedeli,
esiri olduk kamyoncunun,
hele ilk benzinliğe gelek,
canımı kurtaracam,
bir hamlede,
binerim bir otobüse,
ulaşırım gideceğim yere!
...
şoför konuşadursun yol boyu,
içimden yükleniyordum,
kamyonun gazına!
bas gaza, bas gaza!
...
satılacak mallarım var daha; mallara!
...
hele bir de trafik kazalarından bahsedince...
istiklal savaşından,
daha çok can vermişiz yollara...
iyice tadı kaçtı yolun,
...
eğer dedim içimden,
huylu biri olsaydın,
olmazdın memuriyetinden!
sana ne!
sen şoförsün bak işine!
koce devletten iyi mi bilecen,
karışırsın büyüklerin işine?
...
kamyonun,
yol boyu neden,
homurdandığını anladım!
adamın söylediklerini,
anlamadan,
...
bu yollar homurdatır adamı!
DEMİR KAĞIT: ve oyunumuz bir şarkı ile bitecektir. (Cem
karacanın işçisin sen işçi kal şarkısı selamlamaya eşlik eder.)
1. PERDE SONU
2. PERDE
ANLATICI:
dikkat, dikkat!
BAŞROL OYUNCUSU ARANIYOR!
Kısaca arzedeyim efendim,
Bu Amerika var ya bu Amerika...
Hani 740 nolu apartmanın bulunduğu,
Sonbaharı aşk olan,
yıkılmış kuleleri ile, Newyork rümuzlu
ülke,
eyaletler topluluğu kısaca...
Tom amcanın kulubesinde dünyalar kuran...
Bize de bir film çeker HolyWood'unda;
MARHALL PİCTURE SUNAR!
WİLSON PRENSİPLERİ:
oynayanlar, ne James Stewart,
ne de John Wayne!
neyse filmi başından anlatmayım,
şimdi en heyecanlı yerindeyiz!
hele bir film bitsin,
parçaları siz birleştirirsiniz!
siz oturun seyredin!
hatta mısır yiyin, patlamış...
meydanlarda izleyin ümmet boyu,
facelerde paylaşın,
twitleyin ve hatta!
klavye mücahitleri!
sizi gidi süslümanlar, sizi!
neyse...ne diyorduk?
yakın zamanda bizde,
Anavatan yıkılınca...az-öz al ver, hani!
The cemaat destekli Ak günler diledi bizim
için...
Sıfırları ata ata geldik ya bu günlere,
Jeeplerimiz oldu ya, ikinci karılarımız...
bilumum makamlarımız!
Bir kısım fitneciler hasetlerinden,
sıfırı tükettik diyo ya?!
vel hasılı;
Memleket federal reserve bank destekli
betona boğulunca,
yeter dedi...
buraya kadar!
Biz ki,
az geldik, uz geldik...ranta ranta,
halbu ki;
kanırtarak!..
Ne mücadelelerden geçtik!
Ne sınavlardan geldik,
Gömleksiz, cüppesiz kaldık çoğu çoğu!
Derken;
3 dönem geldi çattı kapıya;
kapıda bir küskünler ordusu ki,
"istemezük" diyen!
elinde "sarıgülüyle" iktidar
randevusu olan mı dersin,
derthaneden ders çıkarıp hane sahibi
olanlar mı?
cümleten bir kemik çorbası ki iştahlar dil
boyu!
Türk' ü ensest yaptılar, ne gam!
homosu lezzosu; insan hakları!
sokak sokak bitirilişi ilay-ı
kelimetullah'ın!
dedik ya ne gam!
Gül, gülen, sarı gül!
gülen gülene...kan ağlarmış millet,
sanane, banane, onane, kime ne?
Katillere, bebe katillerine bile açılım!
...
...diyalog-miyalog derken yedik
birbirimizi!
hasılı bugünleri de yazmayacak tarih...
biz yine,
kahramanları okuyacağız...
onların hayat hikayelerini,
mucizelerini!
biz biz idik o fitne günlerinde,
bin metrobüs dolu idik!
Kalabalıklarda ayakta yolculuk yaparken
okuyacağız,
Okuyacağız, adam olacağız!
Aksilik diyeceğiz, en kötüsü;
Rayına girmedi yine bişiler, olsun!
İyi ki var, marmaray!
döşendi ya denize, deniz bu;
malını yemiyenin domuz olduğu!
Oğlanı bir işe yerleştirmek en kutsal dava!
elde dosya, ihalelik!
Kıza da hayrlısıyla bir koca!
Bankanın taksidi!
Emeklilik kapıda, hoca selada!
El insaf kiramen katibin efendi,
yazılır mı bu kadar ceza!
Şimdi "bi tanıdık" lazım, işte!
...
Yine abuk sabuk bir şiir,
yine kafiye yok, nizam!
sözümde düzen arayanlar,
neden aramazlar hayatlarında intizam!
bildikleri tek mazeret, zam!
başlar feveran,
bu millet adam olmaz!
olmazın son hecesini tersten oku,
bildiğin tek korku!...
ne dedik?
Amerika; senaryo merkezi,
Bilindik, klasik...aynı hikaye;
yeni aktörlerle yine çekilmekte!
SÖYLEYİN,
SİZ BU FİLMDE OYNAR MISINIZ?
YOKSA OYNADINIZ MI?
FİGÜRAN MISINIZ?
BAŞROL MÜ?
MALUM, ESKİ YEŞİLÇAM DEYİŞİYLE,
REJİSÖRÜN AH O LANET OLASI YATAK
ODASI...
SİZ İNKAR ETSENİZDE ZAMANI GELİNCE SİZİ DE
İZLERİZ
YOUTUBE'DE İZLERİZ TIKLANMA BOYU...
Peter mankenlerle uğraşmakta. Onlara oyuncunun yardımıyla
kıyafetler giydirmektedir. Yazarımız daktilosunun başındadır. Fonda Yallah
Şoför parçası çalmaktadır.
DEMİR KAĞIT: Madem bir tamirhane hikayesi olacak. Konuyla
alakalı müzikte koyalım. Hem seyirciyi hareketli kılarız. Bir nevi Müzikal yapmış
oluruz oyunu. Gazetelerin atacağı manşeti düşünüyorum da: İslami tiyatro
kendini aştı. İlk Müzikal gerici tiyatro oyunu. Gezici tiyatrolar kuduracak.
Hele şehir tiyatroları hasetlerinden çatlayacaklar!
(Peterin yanına gider. Yaptıklarına bakınır)
DEMİR KAĞIT: (Bağırır) Hızırrrrr! (Birkaçkez tekrarlar)
Ulan sana ulaşmak için illa 112 yimi arayayım. Hızırrrrr!
HIZIR ACİL:Buyur patron. Bana mı seslendiniz?
DEMİR KAĞIT: Yok babaannene! Tövbe tövbe...başa sardırma
beni. Nerdesin sen. Hemen bir okuma provası alalım. Oyun hazır. sahi sen
nerdeydin?
HIZIR ACİL: Yemekteydim...
DEMİR KAĞIT:Ne yemeği?
HIZIR ACİL: Gece yemeği.
DEMİR KAĞIT: Oğlum onu sormuyom. Ne yemeği derken...siz
ilham perileri yemek yermisiniz ki?
HIZIR ACİL: Aşkolsun patron. Başka elementlerden
yaradıldık diye...Siz ademoğlu da zannedersiniz ki bütün nimetleri de bütün
herzeleri de yalnızca siz yersiniz? (Arabeske bağlar) Biz de acıkırız. Biz de
yeriz. Biz de severiz. Bizim de aşk acıları çekmediğimizi mi sanırsınız?
Düştüğümüzde bizimde dizimiz kanar. Annemiz bizimde üstümüzü örtsün isteriz.
(Ciddileşir) Biz demir deriz yediğimize, siz Ispanak. Biz C vitamini deriz, siz
portakal. Biz zehir deriz. Siz ekmek ya da karbon hidrat. Üç şeyden biz de
kaçınırız. Zekeriya beyaz, beyazıt öztürk bir de üçü bir arada. Yani un, tuz ve
şeker.
DEMİR KAĞIT: Sus yeter! Zevzeklik yapma.
HIZIR ACİL: Pardon patron. Sosyal mesaj vermek istedim
biran.
DEMİR KAĞIT: Söyle bakalım işin doğrusunu nereye
kayboldun? Elementin farklıda olsa bi yemek bu kadar sürmez.
HIZIR ACİL:Kızmayacaksın ama değil mi?
DEMİR KAĞIT: Oğlum yalana kızılır. Doğruya neden kızılsın
ki?
HIZIR ACİL: Patron siz ademoğlunun ne zaman ne
yapacağınız hiç belli olmuyor ki. Doğru söyleyeni dokuz köyden kovan siz değil
misiniz?
DEMİR KAĞIT: Kudurtma insanı da söyle doğruyu. Sanki
ademoğlunun temsilcilik makamı benim de. Bir sıkıntın varsa çalışmazsın
bizimle.
HIZIR ACİL: Abi estağfirullah. Ne çalışmaması? Aksine
çalıştığımla geçinemediğim için...Nasıl desem? Tamam söyleyeceğim. Abi.. yani
patron..Yani efendim ek iş yapıyorum. Biliyorsunuz bizim sizler gibi zaman
takıntımız yok. Burdan ayrıldığım sizin zaman diliminize göre şu beş dakikada
başka bir işteydim.
DEMİR KAĞIT: Gözüne dizine dursun. Verdiğim ücret neyine
yetmiyor be...(duralar) neymiş bu ek iş.
HIZIR ACİL: Abi özel ilham veriyorum. Hani yakında seçim
var ya...Hah işte. Politikacılara çalışıyorum abi. Hem onların işleri daha
kolay abi. Siz yazar takımı verdiğiniz üç kuruşa...Bak yine kızacaksın
ama...Onlarla kısa sürede çalışıp yüksek ücretler alıyorum. Elimde hazır kalıp
ilhamlar var. Onlardan çok sayıda fotokopi çektiriyorum. Bu gittiğim muhterem
filanca partiden. Farketmiyor zaten partisi. Logolarını değiştiriyorum
porojelerin hepsine de gidiyor vallahi. Denizliye liman projesini yıllardır satar
dururum misal. Herkeste atlar üstüne. Maaşlara zam, iki anahtar, evde kalmış
kıza koca, emekliye, yetime dula ikramiye...Hooop bende ek ücretleri
cebe...Napıyım abi çocukların okul taksitleri, ev araba banka ödemeleri
derken...
DEMİR KAĞIT: İki dakika önce biz insanlardan
şikayetçiydin hani? Yalancıydık biz...Allahım dünyanın çivisi çıkmış. İlham
perileri bile yalan üretir olmuşlar. Off Off!
ERBAKAN: Kıyamet alametleri üstad!
DEMİR KAĞIT: Aman be hocam. En büyük kıyamet alameti
insanın nefesinde saklı. Ver nefesini de gör bakalım kopacak kıyameti.
HIZIR ACİL: Efendim...Siz de kolay birşey zannediyorsunuz
ama bizim ilham verme işimizi. Kızmazsanız bir an için yer değişelim. Siz peri
olun bende yazar.
DEMİR KAĞIT: Vay! Bir de meydan okuma ha! Dediğin olsun.
Geç şu daktilonun başına ve söyleyeceklerimi yaz. hazır mısın?
Hık, mık, süklüm, püklüm, cart, curt, takır tukur, elif,
be, te, se, a,b,c,alfa,beta, gama,cartinger, borisya dortmund,
çekosyavakyalaştırdıklarımızdanmısınız, ya da şu yoğurdu sarımsaklayıpta mı
saklasak sarımsaklamadan mı saklasak!
(Duraksar)
Ben ne dedim şimdi ya?
HIZIR ACİL: Bakın işte...Oysa ben devreye girseydim bu
söyledikleriniz şu şekilde dökülecekti sözlere. Biz sözleri anlamlandırırz.
uzan yanıma paralelim;
HADİ GEZİYE GİDELİM
70 Lİ YILLARda DENİZ GEZMİŞ dedilerde
sahi BİZ NİYE GEZEMEDİK?
...
hadi, geziye
gidelim!
bütün mahalle, doluşsunlar minübüse,
babalar, çizgili
pijamalarını giysinler,
analar dolma sarsınlar,
kızlı erkekli hadi, geziye gidelim!
ip atlayalım, top oynayalım, bir köşede
nineler, gelinleri çekiştirsinler,
ocaklar yansın, kebaplar yapılsın, hadi,
geziye gidelim!
...
2013' LER ANLAMLIDIR GEZİLER,
SİZ HALA ANLAMADINIZ MI?
...
böyle de gezi mi olur be,
haydi taksime gidelim!
kıralım, dökelim sayıp sövelim, faşizme direnelim,
...
ölelim!, öldürelim!
...
geziye gidelim!
...
biber gazı yiyelim, gülüp eğlenelim! Hah hah ha!
...
biri bizi attaya götürsün, tahtadan atlara binelim, tahtadan kılıçlarla, savaşlar edelim!
...
geziye gidelim!
...
degav degav diyelim, parmaklarımız tabanca olsun,
mahsuscuktan ölelim!
...
hadi tımarhaneye gidelim,
deli gömleği giyelim şişe şişe serum yiyelim,
...
çok eğlenelim! Hah hah ha! beraberce gülelim!
...
mahallenin abileri para versin bize verdikleri
mektubu,
abayı yaktıkları kızlara verelim...
...
geziye gidelim niye gittiğimizi bilmeyelim!
...
biri bizi attaya götürsün eğlenelim!
nesiller boyu sürsün!
...
taksime, ta
s..kme!
...
pijamalı babalar, eşofmanlı abiler, maksi giymiş ablalar, telaşeli
anneler!
şehrin bir ucuna, ekmek almaya gitmiş, nazardan korunmaya, kurşun
dökünmüş veletler!
...
her yer taksim se aslında her yer hidayete,
direniş!
...
ne iş?
Sinemaya bir film gelsin, yılmaz güney buse
kondursun Filiz akına, ben kudurayım. Ah çocukluk aşkım...
BİRAZ GENÇLİK,
BİRAZ ROMANTİZM,
DAHA ÇOK İSYAN,
KARA CEHALET İLE OKUMUŞ CEHALETİ BİR DE...
DEVRİME HAZIRIZ, BİZ DE!
BİR DE, KIT YÖNETİM,
Pijamalı Patron buyurdu; Ben BU İŞTEN ÇOK EKMEK YERİM!
YAŞASIN DEVRİM!
BİR DE İKTİDARA SÖVGÜ EFENDİLERİMDEN ÖVGÜ,
BU İŞİ ÇOK SEVDİM!
WHAT'S HAPPENING, IN TURKEY!
ANARŞİ FESTİVALİNE WELCOME!
yakılıp yıkılacak, korku salınacak, faşist devletten, hesap sorulacak! çav bella
çav!
taş atılacak, molotof ta,
barış dolu dünya için kıyamet kopacak!
can verilecek, canlar alınacak, bu düzen
yıkılacak,
çav bella çav!
analar ağlasın, sokaklar yansın, bekle bizi
devrim,
çıkmaz ayın son çarşambasında!
al şimdi yukarıdaki dizeleri,
ah benim kemalist gencim,
solumtrak bomboş delikanlım,
marksistim, narsistim,
al yanına birde cırtlak dişi,
dal sokaklara...
bu ülkenin geleceği için,
sana çanak tutan,
bugünlerin içine et!
gerekirse sağcılarla işbirliği et!
memleketin içine et!
...
etten kafa!
...
ilim neymiş, irfan, kültür neyine,
pavlovun köpeği gibi ezberle,
efendilerinin öğrettiği gibi gebermeye hazır
ol,
kör kurşuna,
dudaklarında tek dini kelimen
Bağır ciğerin parçalanırcasına;
ölümsüzdür, devrim
şehitleri!
...
memleketin bahanesi bitmez ki,
sebeptir her türlü bakteriye,
yetişir mikrobun türlüsü,
kölelerin dudaklarında,
yer etmiş, salak bir özgürlük türküsü!
...
çav bella! çav!
hem sağdan çav! hem soldan bella! Ah bela!
...
ah! cool! Ama Allah'a değil!
...
kim ki,
bu ülkenin sağcısı, ya da solcusu; cehaletin yolcusu!
...
by! by!
...
ki tek ideoloji kahrolmuşu;
İlla amerika tutkusu!
perhiz turşusu!
...
I love you!
DEMİR KAĞIT: Vay anasını ya...benim bu dediklerim yani
şimdi senin dediklerin miydi? Ben neymişim beah!
Hık, mık, süklüm, püklüm, cart, curt, takır tukur, elif,
be, te, se, a,b,c,alfa,beta, gama,cartinger, borisya dortmund,
çekosyavakyalaştırdıklarımızdanmısınız, ya da şu yoğurdu sarımsaklayıpta mı
saklasak sarımsaklamadan mı saklasak!
Yani aslında burdan şunu anlıyoruz ki ilham perileri
cacıktır. Yani bizi tercüme etmekten başka bir işe yaramıyorsunuz aslında.
HIZIR ACİL:Bak işte! Oldu mu şimdi patron ya...Burdan bu
sonucu mu çıkarttınız şimdi? Alem-i mahluk boşuboşuna demiyor siz insanlar için
"insan yeryüzünde bozgunculuk çıkarıp kan dökmeye bayılırlar.
Kibirlerinden de yanlarına varılmaz."
Peter tartışma halindeki kahramanlarımızın yanlarına
yaklaşır.
PETER RUGABER GÖTEBERG: Hazırsanız okuma provasına
geçebiliriz. Biz diğer oyuncuların kostümlerini belirledik. Kısaca da hikayeyi
özetleyeyim.
Erbakan rolünü oynayan arkadaşımız oyunun ikinci kısmında
rolü gereği bu kez Recep Ustayı oynayacaktır. Kasımpaşa'da küçük bir atölyede
oto tamir bakım işleri yapmaktadır. Peter yani ben son derece lüks son model
arabam arıza yapınca yolum Recep Ustanın ERBAKAN OTO TAMİR VE BAKIM ATÖLYESİNE
düşer. Ben markalaşmanın esaretindeki bir Türk gencini oynuyorum bu arada.
Hedefsiz ve gayesiz bir genci. Aslında bu ülkeye ait olmayan şeylerimle kendi
insanına hava atmayı adamlık sanan bir genci. Elimdeki telefon gavurun.
Üzerimdeki kıyafetler de bindiğim araba gibi yabamcı marka. Gezip tozduğum
yerlerde hep batının değerleriyle kuşatılmış. Oturduğum site bile artık mahalle
değil. İngilizce kelime ile isimlendirilen towers rezidans. Ama fena halde
laikim, fena halde yurtseverim. İki
lafımdan biri ceddim Osmanlı. Arabamın tamir süresince bana Recep Usta Milli
Görüş, Ağır Sanayi Hamlesi, Tam bağımsız Müslüman Türkiye gibi laflar ediyor.
Ben de ona sen de bu kafa varken senden muhtar bile olamaz diyorum. O da bana
One Minute diyor sözümü kesiyor. Ben de ona bak ararım birilerini buraya bi
kamyon adam yığarım diyorum. "Ne sandın beni Angara bebesi" mi diye
de basıyorum jargonu.
HIZIR ACİL: Şiir nerede okunuyordu?
DEMİR KAĞIT: Dur o en son okunacak. Acele etme be adam.
PETER RUGABER GÖTEBERG: Yav sizde de
oyun disiplini diye bir şey yok. Şimdi bu oyunu kim yönetecek asıl siz ona
karar verin. Kimler oynayacak? Biz holyywoodtayken...Holyywood dedinizde aklıma
geldi. Bir gün arkadaşlarla oturmuşuz. Brad, Tom curise...Trovalta filan.
Trovalta o sıra kod adı kılıçbalığı diye bir film çekmiş. Film daha
vizyondayken yasak yemiş amerika'da, ingiltere'de filan. Neymiş 11 eylül ikiz
kulelere ve pantigona yapılan saldırıları aslında amerikan gladyosunun
tertiplediğini...bu provake işle Amerikanın Ortadoğuyu işgalini...Dünya
nezdinde terörist Müslüman imajı oluşturulduğunu...filan içeriyormuş...ne diyordum?
Hah...Yeni proje için bir aradayız arkadaşlarla. Bende Nicole Kidmanla
sarsıntılı ilişkimi bitirmek üzereyim.
Angelina jolie deydi aslında gözüm. Ama o Pitt'e gidince arkadaşa yanlış
olmaz dedim çekildim aradan. Nicoleyle ciddiydik aslında. Rahmetli Mustafa Akad
aradı beni. Lan Ömer dedi bana. O zamanlar karakter adım Ömer'di. Oğlum dedi.
Bu İslam coğrafyası 35 senedir benim çektiğim bir çağrı filmiyle Hollywooda
karşı kapışıp duruyor. Ben nasıl Antony Quinle bir iş yaptıysam. Topla
Holyywoodtaki arkadaşlarını...bastıralım parasını yapalım uluslararası bir iş
daha dedi. Türkiyedeki tanıdıklarını da ayrıca ara. Kutlamalarda havaya fışık
atıyorlar dünyanın parasına. Buna benzer lüzumsuz harcamalarını bir fona
dönüştürsünler...
(Gerilim müziği girecek. Nokta ışık)
Çekilecek Filmin konusu da belli. İsmi
de Tarikat. Uluslar
arası gizli tarikatin merkezi, Avrupa’daki Seldec Kostnice’ dir. Çek
Cumhuriyeti’nin başkenti Prag yakınlarındaki kilise. İskelet
Kilisesi. Tarikatin ismi; İmmortals’ dir. Yani, ölümsüzler…
Bu tarikatin inancına
göre yedi ayrı kadim inancın tanrıları 2015 yılının Haziran ayında bir araya
getirtilirlerse tarikat mensupları ölümsüz olacaklardır.
Atlantis, Yunan, Aztek,
Çin, Hint, Mısır ve Hitit tanrıları. Hitit hariç diğer bütün dinin tanrıları
kendilerince bu anlaşmaya imza atmışlardır.
Geriye bir Hitit
tanrıları kalmıştır.
Hitit tanrılarına
adaklar bundan tam 100 yıl önce sunulmuştur: 1915 yılında. 40 masum çocuk!
Ermeni tehciri bahane edilerek Tokat’ta bulunan bir Ermeni Kilisesi ve yetimhanesi
yakılmıştır. Çıkan yangında kilisede görevli bakıcı yaşlı karıkoca ile 40 çocuk
hunharca katledilmişlerdir. Yangını çıkartanlar İmmortals’ın üyeleridir.
Kilise ise özellikle
eski bir Hitit mezarlığı üzerine kurulmuştur, yine İmmortals üyelerince… Amaç
Hitit Tanrılarına ulaşan kapıyı güvence altına almaktır. İmmortals kimliğini
“unity of the ancient beliefs” Kadim İnançlar Birliği ismindeki uluslar arası
bir vakıf altında saklamaktadır.
21 haziran Yengeç
dönencesinin tarihidir. Yani gündüzlerin süresinin uzadığı, gecelerin
kısalmaya başladığının ilk günü.
21 Haziran günü
İmmortals üyeleri Tokat’ta olacaklardır. Virane kilisenin gizli kapsından girip
Hitit mezarlığındaki geniş avluda toplanacaklardır, Kilisenin bahçesindeki 40
çocuğun ruhu ile.
Hitit inancına
göre; Hititler’de tanrılar, tıpkı insanlar gibidir. Fiziksel şekilleri
insan gibi olduğu kadar rûhen de onlarla aynı olup insanlar gibi yerler,
içerler, kendilerine iyi bakıldığı sürece insanlara iyilik ederler; ancak ihmâl
edildikleri zaman hemen intikam almaya, insanları en acımasız yöntemlerle
cezâlandırmaya hazırdırlar.
15 haziran…
Hatay’da iki yakın dost.
Biri papaz, biri İmam.
İmam olanın bir
Cuma günü okuduğu vaaza
sizde şahit olsanız bu nasıl dostluk derdiniz. Papaz bizim imamın okuyacağı
vaaz metnini bir şekilde değiştirmiştir. İncilden ayetlerle verilen cuma
namazını düşünsenize.
Peki papazın imamın
değiştirdiği zemzem ile yaptığı vaftiz törenine ne demeli? Hasılı, ortak
özellikleri maceracı kimlikleri, muziplikleri. Bir de define tutkuları. Papaz
bir şekilde edindiği büyük bir gömüyü arkadaşı ile paylaşır. Eski bir Ermeni
Kilisesidir adres. Kilise Tokat’tadır.
Yola çıkarlar. Geç
saatte ulaştıkları virane olarak bulmayı umdukları kilise yepyenidir. Kapıyı
çaldıklarında onları kapıda karşılayıp içeri buyur eden yaşlı bir karı kocadır.
Vakit akşam yemeği vaktidir. 40 çocuk bir arada çorbalarına kaşık
sallamaktadırlar.
Korku ve gerilim dolu
bir gece dostlarımızı beklemektedir.
DEMİR KAĞIT: Karıştırma şimdi...Bulandırma suyu.
Provamızı aldın hatıralarınla saboteye başladın. Sonra konuşuruz bunları. Nerde
kalmıştık? Recep Usta ne dedi o şımarık gence.
HIZIR ACİL: Şiir abi şiir.
DEMİR KAĞIT:Ne şiiri?
HIZIR ACİL: Minareler
süngü, kubbeler miğfer, Camiler kışlamız, müminler asker, Bu ilahi ordu dinimi
bekler, Allahu Ekber, Allahu Ekber.
DEMİR KAĞIT: Yaw onu biliyoruz. Onu bilmeyen mi var?
Belki bu olabilir ama?
Kasımpaşa’da, Fatih’in gemileri indirdiği yamaçta,
Hayaller kurardık.
Bakıp da Haliç’in, katran sularına;
Nefesimizi tutar, pis kokusunda, cenneti arzulardık.
Oyunlar oynardık...
Sen Fatih olurdun, Akşemsettinse hocamız!
Bense, Ulubatlı!
Dayanırdık şehrin surlarına, Bizans’ın İstanbul’una.
Ayasofya’yı açardık önce,
Ferman buyururdun, kırardık zincirlerini.
Tekbirler getirirdik sevinçten.
Sen çaktırmazdın;
bakışlarını saklar, gizlice ağlardın.
Bacılarımız derdin, örtünmeli, yetimlerse sevinmeli
Adil düzen, gömleğimizin rengi
Oysa yamalı giyinen, mahallenin garip, fakir
çocuklarıydık
Gazetemiz bile milli,
Zaman ötesiydik o zamanlar
Başkalarından farkımız, zengin hayallerimizdi
Sen ki mahallemizin abisi, teşkilatın reisi
Biz kırk kişi iken, içimizden biri
Şimdi kimine asrın lideri, kiminin dilinde ise asın
lideri!
Oysa mahallede, kimse ciddiye almazdı bizi;
Dürüst çocuklardık, o kadar!
Bir sen, içimizdeki büyümüş çocuk,
Kocaman laflar ederdin...
Belki biz bile oyun derdik, sana gülerdik.
Öyle ya Hak gelecek, batıl zail olacak;
Hayali cihan değer
Kasımpaşa yamaçlarında, hayatın yamaçlarında,
Yürütülmesi gereken onca gemi.
Haliç’in sularına döşeli;
Tarihten ve cehaletten mamul kocaman bir zincir!
Kırılması gereken onca da put!..
Uzanan eller İbrahim;
Sabır, içimizdeki ateş!
Bizse oyun peşinde, 39 sergüzeşt!
Surda açılan gedik,
Hep peşindeydik!
‘Zaman’la, oyundan dönenler oldu.
Yar göğsüne baş komadan, ölenlerde...
Savrulup sönenlerde!
Derken,
One minute! One minute, One minute!
Biz, oyun oynadığımızı sanırken,
Boş gezi’ntilerde;
Sen oyunu ciddiye almışsın
Bir bakmışız, cidden Fatih olmuşsun
Şimdinin Bizansı ise hepten ciddi
Pensilvanya’dan Çandarlı, Telaviv’den ayarlı
Obama oyunbozan
Bilumum nifak-ı cedid
Hocamın deyişiyle
Bremen mızıkacıları çok şedid!
Şimdi anladım seni abi;
Oynanan oyunu.
O zamanlar oynadığımız; oyun!
Oyunun da son versiyonu buymuş
Sen ki şimdi cidden Fatih olmuş,
Bense, asıl şimdi, cidden Ulubatlı!
Rüzgar tenimizi savurdu
Şimdi biz ihtiyar çocuklar
Çocukken oynadığımız oyunu
Yeniden oynayacak!
Yeni nesil,
Asımın eskimeyen nesli!
“İstanbul yeniden feth olunacaktır
O’nu feth eden komutan
Ne büyük komutan
Feth eden asker
Ne büyük asker!”
Tarih bu, yeniden tekerrür eder
Kasımpaşa yamaçlarında,
Yeniden tekbir sesleri!
Artık 40 çocuk değiliz lakin;
Milyonlar çoktan Kudüs hayalinde
Bir kısmı da Endülüs!
Abi, Selahaddin Eyyubi de olur musun?
Tarık Bin Ziyad?
Yakarız değil mi, gemileri?
Demek isterdim!
Alkışlar, iltifatlar, övgüler,
Ya da lanetler, sövgüler
Arasında bırakıldın ya...
Ne desem?
Olsun!
Ya devlet başa,
Ya kuzgun leşe!
Yezid gibi yaşayıp da,
Hüseyin gibi anılmak isteyenler
Anlamaz ki beni!
En çok da 17 yaşındaki, masum kızın şehadeti,
Mısır meydanından,
Seni bize geri getirdi...
Bilirim; yüreğin, Gazze!
Abi, haddime değil belki;
Bu kez büyük oyuna,
Oyun bozanları alma!
Yiğit görünümlü ve soyluda olsa,
Alma aramıza mızıkçıları
Adı soyadında olsa, misal
Her yüze gül’en’e aldanma!
Hocamız derdi ya,
Önce ahlak ve maneviyat!
İşte öyle yani...
İkinci yarı başlıyorken elzem,
İtikat ve fikriyat!
Kimse aldanmasın
kravatlı halimize...
Üniforma kefen,
Rütbe şehadet
Sen bize işaret et!
Dilimiz öfkeliyse;
Uğradığımız haksızlıklara,
Ümmetin perişanlığına!
Rabbim!
Sen yine de zikrimize
Beddua değil, dualar nasip et!
Kardeşlerimize de, bize de, tövbeler kapısı,
Cümle kapısı!
Bakanların değil, görenlerin ordusu
Ak neferler ki, hakkın yolcusu!
Bilmez miyim abi, sende ısrarımın sebebini?
Modernite, teknoloji ile hemhal olup
Kapitalizmi bu topraklara ram edince,
Altınboynuz namlı bir cennet bölgesi
İnsan ve makina gübresi bir çukur oldu.
Haliç pisliğin rumuzu,
Haliç kaybedilen insanlığın ruhu,
Ümmetin vesikası,
Pislik deposu!
Umutların kesildiği anda Haliç’ten
Netekim paşadan icazetli, dalan efendi
Haliç’in kıyılarını bir çırpıda yıkıverdi
Arkasından, kıyılarında büyüyen çocuk...
Haliç’in
Kasımpaşa’nın reisi
Temizlenmeli dedi,
Bu utanç abidesi...
Balıklar doluşuverdi tekrardan,
Haliç’in mazisinin ardından
Karadeniz’in suyu can olarak verilince,
Bir Karadenizli tarafından...
Haliç bizim hikayemiz, biziz biz!
Yani insanlığımız kirlendi, kirletildi, batı kültürü ile.
Kokuştuk, yozlaştık
Yıkın dedi Bediüzzaman,
Gönüllerin putlarını!
Ardından Süleyman Hilmi Tunahan,
Mehmet Zahid ve Erbakan
Nice gönül Halicimizi
İşgal eden, çokça yapıyı.
Ve Erdoğan temizledi
Gönül pasımızı.
Neden olmasın demeyi öğreterek
Haliçimizi temizler gibi içimizi!
Şimdi, suyumuza su gerek, temizlenmek!
Pislik akmaya devam ederken,
Aklımızın, gönlümüzün damarlarına;
Bir dur demek!
Şimdi, çocuklarımızı,
Kendi değerlerimizle
Yetiştirme zamanı!
Haliç gibi, Sadabadlı günlere...
2071’e var mısınız?
Emsal dedim, misal verdim Haliç’le
Halimiz çöpten, Haliçimiz gibi
Lakin bir çöpçü gerek, pisliğimizi temizleyecek
Bu neden sen olmayasın, Tayyip abi?
Haliç’i temizlediğin gibi, temizle gönülleri de
Sonunda ‘gülen’ biz olalım
Ya da oyalanalım
Oynayalım eski günlerdeki gibi
Yapabilir misin abi?
Yap artık abi!
PETER RUGABER GÖTEBERG Siz şiirle bozdunuz kafayı abi. Bu
oyun bitmez bu gidişle. Hadin artık oynayalım oyunumuzu!
SON