"TARİHİ BELGE"
BU YAZIM 14 MART 2003 TARİHİNDE VAKİT GAZETESİNE VERMİŞ OLDUĞUM
GAZETE İLANININ METNİDİR.
RECEP TAYYİP ERDOĞAN'IN
HENÜZ BAŞBAKAN OLDUĞU TARİHTİR.
AMERİKAN ORDUSU İSKENDERUN'DAN NUSAYBİN'E 65.000 ASKERİYLE ÇIKARMA YAPMAK ÜZEREDİR. MECLİSTE TÜRK ORDUSUNUN IRAK'A GİRİP GİRMEMESİ HUSUNDA 2. TEZKERE OYLAMASI YAPILMAK ÜZEREDİR.
BU İLANIN ETKİSİ İLE ELHAMDÜLİLLAH TEZKERE REDDEDİLİR.
BÜTÜN ANADOLU
"PAMUK ELLER CEBE" DİYE BİR KAMPANYA TEŞEBBÜSÜNDE BULUNUR. MİSAL, SAFFET
ULUSOY HERKES SERVETİNİN %20 SİNİ DEVLETE BAĞIŞLASIN DER. ABDULKADİR KONUKOĞLU
1/3 SERVETLERİMİZ DEVLETİN OLSUN DER.
REİS İLKKEZ BAŞBAKAN
KİMLİĞİYLE MECLİS KÜRSÜSÜNDE GÖZYAŞI DÖKER. ÇÜNKÜ BİR MEMURUMUZ ZARF İÇİNDE
MAAŞINI GÖNDERMİŞTİR,
"GAVURA MUHTAÇ OLMAYALIM" DİYE.
İMF DEN ALINACAK 1 MİLYAR DOLAR İÇİN GIRTLAĞIMIZA BASILMAK ÜZEREDİR.
İŞTE BİZİM BU TEŞEBBÜSÜMÜZLE ANADOLU MANEN
AYAKLANIR. HASAN KARAKAYA 100 MİLYAR DOLARLIK BİR ETKİ YARATMIŞTIR DER İLANIMIZ İÇİN.
AMERİKANIN MİLYAR DOLARLIK İŞGAL PLANINI MAHALLENİN DELİSİ OLARAK
VERDİĞİMİZ BU GAZETE İLANI İLE BOŞA ÇIKARTTIK ELHAMDÜLİLLAH!
AMERİKA O TARİHTEN BERİ
GICIK KAPMIŞTIR REİS'E!
GEZİNİN ARKASINDAKİ ENTRİKA BU İLANIN UZANTISINDANDIR.
KORKMA REİS!
BİZ DELİLER ARKANDAYIZ!
BENCE, GAZETE İLANIMIZIN METNİNİN İÇERİĞİ HALA GÜNCELLİĞİNİ KORUMAKTADIR.
BENCE, GAZETE İLANIMIZIN METNİNİN İÇERİĞİ HALA GÜNCELLİĞİNİ KORUMAKTADIR.
BİR KAHRAMAN ARANIYORDU
VE ARTIK O İŞ BAŞINDA!
“Cebren ve hile ile
aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün
orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.
Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilin de,
iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde
bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin
siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve
bîtap düşmüş olabilir. Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit
içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç
olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!”
Dünyada ki tüm çocuklar dahi biliyor ki Amerika körfeze “Barış” adına savaşmaya gelmiyor. Onun tek bir amacı var: Petrol! (Ve Arz-ı Mev-ud!)
Ülkemizin bu yıl için ödenmesi gereken borcu 73.5 milyar dolar. “Borç alan, emir alır” ilkesinin hayat bulacağı bir seneyi yaşıyoruz.
Bu şıkışmışlık ise yöneticilerimizi klasik ekonomi arayışlarına itiyor. Zam, Vergi, Dış Borç. Maliye Bakanı Unakıtan: “Halk fedakarlık yapacak, başka yolu yok” derken, TÜSİAD Başkanı Özilhan: “Devlat iflas etti, nasıl para versin” diyor. Sayın Sabancı ise “AKP’ye 100 gün yetmez, sabredelim” diyor, sanki çok şey değişecekmiş gibi.
Yurt dışında THY ile uçanlar bilir. 2-3 saatlik yolculuklarda uçaklarda gösterilen video görüntülerinde bir taraftan başka ülkelerin tanıtımı ve reklamları yapılmakta; uçaklarda verilen yemeklerde başka ülkelerin ürünleri yolculara sunulmakta, kendi duty free (?)’lerimiz de başka ülke markalı ürünler satılmaktadır. Diğer taraftan “markalaşmaktan” dem vurmaktayız. Türk milli takımları uluslararası müsabakalarda yabancı markalı ürünlerin sponsorluğunda çıkmaktadır. Başta Cumhurbaşkanımız olmak üzere, tüm yöneticilerimiz bir Türk ürününün sponsorluğunu yüklenmediği sürece bu söylemlerimiz havada kalacaktır. Japon halkının sevgisini kazan bir İlhan Mansız’dan sponsor olarak istifade edemiyorsak nasıl markalar oluşturabiliriz ki? Uluslar arası medyaya milyonlar dökerek markalar elde edemeyiz. Dünya kamuoyuna mal olmuş isimlerimizi Türk markaları için kullanmalıyız (Nihat, Emre, Okan). Ya da sayın Abdullah Gül medyaya verdiği bir hafta sonu sohbetinde kafasına “Colins” yazan bir şapka takmadıktan sonra hangi fırsatları daha nasıl ortaya koyabiliriz? Konsept bir düşünce üretmezsek Londra da yaşadığımız “Turquality” kepazeliğini daha çok tadarız. Neden Ramstore’ler de Türk Malı satılmaz?
Bir taraftan ekonomiyi ancak “ihracat” ile canlandırabileceğimiz gerçeğini vurgularken, diğer taraftan ihracatın temel koşulu “rekabet şartlarını” ağırlaştırıcı tedbirlere yönelmek havanda su dövmekten ibarettir. Zikzaklar çizen döviz tablosu ihracatçıyı belirsizliklere itmektedir.
Dünya markalarının üretimlerini yapıyor, ancak hak ettiğimiz kazanç onların kazancı ile kıyaslandığın da deve de kulak kalmaktadır. Benetton’un kazağını 10 dolara üretiyor, diğer taraftan aynı kazağı 200 dolara tüketiyoruz. Bu ise yıllardır söylenen “marka” kavramının altını dolduramadığımızdandır. Üretim de fasoncu olarak belki marka olduk. Ama nihai tüketiciye bu konumumuz etki etmemektedir. Üründe de “marka” üretmemiz gereklidir. Ancak bu ise, öncelikli olarak ülke imajımızla örtüşmelidir.
….
Eskimo kutup ayılarını nasıl avlar bilir misiniz? Ağzı iyice bilenmiş baltanın ağzına birazcık kan sürülür ve bir buza yerleştirilir. Kan kokusuna gelen ayı, kanı yalamak için baltaya dilini sürter. Keskin balta yalama sırasında ayının dilini yaralar. Hayvanın kanı akmaya başlamıştır. Biraz canı acımıştır ama açlık duygusu ve kan ona bu acıyı hissettirmez. Bir taraftan baltayı yalamaya devam ederken, yaralanmış dilinden de kan akmaya devam etmektedir. Ayı kendi kanını emmektedir. Bir süre sonra kan kaybından dolayı ayı bayılır, olduğu yere yığılır kalır. Bir köşede ayının yığılıp kalmasını bekleyen Eskimo (ABD – Batı, her neyse) elindeki bıçağı ile gelir ve ayının icabına bakar!
….
Hayır
sayın Unakıtan! Halkın tek başına fedakarlık yapacak takati kalmadı!
Lütfen
önden siz buyurun! Önce siz! Deyin ki; (halk sizden bunu duymak istiyor.
“Sevgili
halkım!
Ülkenin
için de bulunduğu durum malumunuz. Bu kara tabloyu değiştirmenin tek bir yolu
var: O da Devlet – Millet el ele vermek zorundadır. Talep eden ve bekleyen –
uman makamımda biri olarak ben Maliye Bakanı Unakıtan olarak bir kampanya
başlatıyorum. Sizlere verdiğim sözler yerine gelene kadar maaşımın (tamamını –
yarısını – bir kısmını) hazineye bağışlıyorum. Ayrıca imkanlarım ölçütünce de
şu kadar miktarı da öndelik yapmak adına yine hazineye bağışlıyorum. Artık bu
milletin söyleyen, söylenen politikaya politikacılara tahammülü yoktur. Bunun
bilinci ile de biz AKP olarak top yekün bu kampanyaya iştirak ediyoruz. Başta
sayın liderimiz Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere, tüm bakanlarımız,
milletvekillerimiz olarak meclisten bu kampanyanın başlangıcını yapıyoruz.
İnanıyoruz ki bizim bu örneklememiz, toplumda bir empati ağı oluşturarak diğer
siyasilerin de bu kampanyaya iştirakini sağlayacaktır. İl – İlçe
teşkilatlarımız olarak bu hassasiyeti göstereceğiz. Türkiye’nin ciddi bir suni
teneffüse ihtiyacı olduğu şuuru, bizim bu hareketimizle toplumun tüm
katmanlarında ses bulacaktır.”
Bir
ülkenin Maliye Bakanı kamuoyuna bu yönde bir yaklaşımda bulunur da o ülkenin en
önemli sivil toplum kuruluşunun başında olan kişisi olarak sayın Özilhan’da
herhalde şu içerikte bir mesajla toplumun karşısına çıkacaktır:
“Devlet
iflas etti! Nasıl para versin? Bunun şuurunda olarak biz TÜSİAD üyeleri
Devletimizi sahiplenme desteğindeyiz. Devlet mevcut kanunlarla, ancak tahsil
edilmesi gereken verginin %40’ını toplayabilmektedir. Yeni vergiler ise yeni
yükler getireceğinden bu açmazın boyutunu büyütmekten başka bir işlem
gerçekleştirmez. Biz TÜSİAD üyeleri, bunun bilincinde olarak kanuni olarak
değil, vicdani olarak ülkemizin yanında olacağımızın taahhüdün de bulunuyoruz.
Her birimiz iyi niyet olarak şu kadar miktarı hazineye bağışlıyoruz. Ayrıca
2003 karımızın da %’lik kısmını açık açık hazineye bağışlayacağımızın taahhüdün
de bulunuyoruz. Ayrıca ben Özilhan olarak bu kampanyaya Efes Pilsen’li
basketbol takımı oyuncularımın transfer rakamlarının %’li kısmını da hazineye
irad kaydedilmesi yönünde bir kampanya başlatıyorum. Milyon dolarlarla ifade
edilen transfer rakamlar örnekliğinde diğer spor klüplerimizin de bu kampanyaya
iştirak edeceklerine inanıyorum. Haydi Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray! Maç
hasılatlarınızın bir kısmını hazineye aktarın.”
TÜSİAD
başkanı böylesi bir açıklama da bulunur da diğer sivil toplum dernekleri geri
plan da kalır mı? MÜSİAD, TOBB, TİM, Ticaret – Sanayi Odaları, irili ufaklı
dernekler! İTKİB seçimleri için kapışan Artok – Orakçıoğlu aynı hassasiyeti bu
kampanya için tüm taraftarlarıyla gösteremez mi?
AKP’ye
100 gün süre verelim” diyen sayın Sabancı da desin ki:
“Yahu
bu iş süre ile falan olmaz. Biz akıllandık. Daha önce ne süreler isteyip de
bizleri bu perişanlığa mahkum eden nice siyasetçileri yaşadık. Bunlara biraz da
para verelim. Ben Sabancı olarak, hazineye gönüllü olarak şu kadar bağışta
bulunuyorum.
Ayrıca
tüm kamuoyu biliyor ki ben hem Adanalı, hem Kayseriliyim. Adana – Kayseri
arasında modern bir demiryolu yapacağım ve işleteceğim. Sayın Tayyip Erdoğan
15.000 km. duble karayolu yapacağım diyor. Oysa ülkenin geleceği sağlıklı bir
“taşımacılık” projesinden geçer. Karayolunun yani otomotiv sektörünün bu ülkeye
nelere mal olduğunu aileden birini kurban vererek en iyi anlamış insanlardan
biri benim.”
Sabancı
böylesi bir pozisyonla ortaya çıkar da bizim diğer yiğit sanayicilerimiz ondan
geri kalırlar mı? Koç’u, Tara’sı, Karamehmet’leri, Eczacıbaşı’sı, Ciner’i,
Uzan’ı v.s’si hep beraber “pamuk eller cebe” kampanyasına iştirak ederlerse…
Bir
Mustafa Süzer Samsun – Trabzon hattına denizyolu taşımacılığı için feribot
hattı açarsa…
Türkiye’nin
tüm sahilleri aktarmalı feribot hatlarıyla donanırsa!... Aktarmalı demiryolu
hatlarını da diğer iş adamlarımız üstlenirse…
Ülkenin
ekonomik kurtuluş reçetesi 5+1 T’nin pratiğe aktarılmasın da vücut bulacaktır.
Tekstil, turizm, tarım, taşımacılık, teknoloji ve Türkiye sevgisi.
Daha
hükümet kurulmadan AKP için hazırlanan tekstil merkezli; ama Türk ekonomisinin
düze çıkmasında anahtar fikirler içeren raporlarımız hükümetin ekonomik
öncelikleri arasında da yerini aldı. Dış ticaretten sorumlu Devlet Bakanı
Kürşat Tüzmen ve Enerji Bakanı Hilmi Güler’in basına deklare ettiği “5 T”,
kamuoyunda uzun süre tartışılmış, içerikle ilgili olumlu değerlendirmeler
yapılmıştır.
Kürşat
Tüzmen gazetelerimizden birine verdiği mülakatta şöyle diyordu: “Ekonomik
terörden Türkiye’nin kurtulması için 5 T formülü uygulanmalıdır. 5T’nin
içerisinde ticaret, tarım, hayvancılık, turizm, taşımacılık ve teknoloji yer
alıyor.”
Sayın
Hilmi Güler de 5T’yi tanımlarken ne yazık ki Sayın Kürşat Tüzmen gibi tekstili
göz ardı ediyor, aslında diğer 4T’nin aralarındaki ilişki olan ticareti tekstilin
yerine koyma yanlışlığına düşüyordu. Türkiye’nin 220 milyar dolardan fazla
borcunun bulunduğu ve sadece bu yıl 70 milyar dolardan fazla geri ödemenin
zorunlu olduğu bu günler de meseleye bütüncül bazda bakmanın bir gereklilik
olduğunu herkes kabul ediyor. Ancak bugüne kadar 150 milyar dolarlık yatırım
yaptığımız tekstil sektörü sadece KOBİ yapılanması gösterdiği ve hükümeti ciddi
anlamda etkileyemediği için görmezden geliniyor.
Diğer
taraftan bakıldığı zaman tekstilin tek başına bir sektör olmadığı ve diğer 17
ayrı sektörü de tetiklediği görülüyor. Olayı bu açıdan değerlendirdiğimizde
küçük işletmelerin hakim olduğu tekstil sektörünün krize girmesi diğer
sektörlerin, dolayısıyla ekonominin de krize girmesine yol açacaktır.
Bugün
ihracatımızın % 40’ının tekstil tarafından gerçekleştirildiğini belirtmemiz
gerekiyor. Ülkeye sıcak para girişini sağlayan tekstil, geçmişte bavul ticareti
aracılığıyla ekonomimizi birçok krizden kurtarmıştı. Yine son yıllar da
yaşadığımız arka arkaya gelen krizlerden de en az yarayla çıkmamızı sağlayan da
tekstil sektörüdür.
Hazırladığımız
raporlar da ve dergimizin değişik sayılarında yayımladığımız yazılarla arz
ettiğimiz 5 T formülümüzün içeriğini bir kez daha sıkıntıları aşamadığımız
bugünler de ilginize sunuyoruz.
Tekstil:
Beylikdüzü’nden Tuzla’ya kadar yalnızca İstanbul’da konuçlanmış sektörün hali
ortada Osmanbey, Laleli, Merter, Bayrampaşa, Zeytinburnu… Bir tekstilkent
olarak İstanbul. Anadolu’nun Antep’i, Denizli’si, Bursa’sı… Tarlada ki pamuktan
ipliğe, kumaştan konfeksiyona, satış mağazalarına kadar uzanan geniş bir
yelpaze ihracat boyutuyla, istihdam boyutuyla, tetiklediği diğer yan sanayi
boyutuyla bir derya olan tekstil sektörü ve her şeye rağmen görmezden gelinen
tekstil sektörü.
Turizm:
Bütünüyle açık hava müzesi gibi bir Türkiye kültürlerin beşiği, doğal
güzelliklerin vitrini, destanımsı ülke Türkiye… Tek başına muhteşem bir mamul olan
ancak markalaştıramadığımız, satışını yapamadığımız güzel ülkemiz… (Satıştan
maksadımız ülkenin değerlerini ya da geleceğini satmak değildir. Konu turizmle
bağlantılıdır. Bu zamana kadar ki tablo maalesef peşkeş şeklinde anlaşılmıştır.)
memnun ayrılan bir turist bin turist demektir, turizm bacasız sanayi demektir;
gibi turizm üzerine söylenen sözler hala geçerliliğini korumaktadır.
Tarım:
Tarım, hayvancılık ve ormancılık bir bütün olarak ele alınmalıdır. Ayrıca bu
şıkkımız ekolojik kavramlar da içerdiğinden su, enerji ve çevre üçlemesinde de
temel fonksiyon içermektedir. Tarımı domates, biber, patlıcan olarak değil
endüstriyel formatta görmemiz gerekir. Hayvancılık hakeza. Ormancılık konusunda
ise yürekler acısı bir vaziyetteyiz.
Taşımacılık:
karayolu taşımacılığı ülkemiz geleceğinin emperyalizme peşkeş çekilmesinin en
acı göstergesidir. Taşıt, petrol, yedek parça bizim batıya göbekten
bağlanmamızı mecburi kılmıştır. Demiryolu ve denizyolu taşımacılığı üzerine
çözümler üretmemiz gerekiyor. Trafik kazaları gibi kaçınılmaz tablolar karayolu
taşımacılığının acı bir ikramıdır.
Teknoloji:
Montaj sanayi mantığında bir teknoloji değil… Tamamen Türk düşüncesinin ve
üretiminin ürünü olan alet ve edevata ne zaman yöneleceğiz? Modernizm bizi
kıskacına teknoloji sayesinde almadı mı? Batının teknolojik çöplüğü olmaktan ne
zaman kurtulacağız? Bir entegrasyon gerekmiyor mu? (Bu arada güzel Türkçemizin
de aczi yetini maalesef idrak etmekteyiz. Dilin gelişimi medeniyetin
göstergesidir. Ürettiğiniz şeyin ifadelendirilmesi dilinize yansıyacaktır. Ne
üretiyoruz ki, onu ne ile ifade edelim. Mecburen entegrasyon demeye devam).
Belediyelerimiz…
Kentlerde
ki sokak isimlerini, park bahçe isimlerini sponsor mantığı ile özelleştirip bir
bedel karşılığı satarlar ise örnek İstanbul’da ki Vatan Caddesi. Bu caddenin
ismini en yüksek bedel ödeyene satalım. İster kişi olarak, ister firma olarak,
ister marka olarak bu ismi dileyene verelim. Maksat kasaya para girsin. Ha
Vatan caddesi ha Rahmi Koç Caddesi, Beko caddesi gibi, illa ki özelleştirme
adına Boğaz Köprüsünü satmak mı gerek? İsim hakkını satalım. En yüksek bedeli
ödeyen Boğaz Köprüsü’nün adına sahip olsun! Hem o insan onore olsun, hem de
kasamız para görsün!
Her
ilde…
En
çok bağışta bulunanın anıtını şehrin en işlek yerine dikelim.
Hani
derler ya “…adamın anıtını dikerler.” İşte o sözü gerçekleştirelim.
Sanatçılar
biraz da bu ülke için şarkılar söyleyin. Elde edilen gelirler biraz da bu
ülkenin kasasına girsin. Basın yayın organları reklam gelirlerinin bir kısmını
bu ülkeye “bağış” olarak ayırsın.
Yani
şimdi kavuşma ve kaynaşma zamanı!
Bir
taraftan meclisten geçmeyen tezkere, diğer taraftan İskenderun’dan Diyarbakır’a
elini kolunu sallayarak geçen ABD askeri! Mardin de ABD askerinin kiraladığı
10.000 dönümlük vatan torağı!
Her
kesimde dile getirilen, kurulacak olan kürt devleti gerçeği!
Ey
MGK! Sizler de bu kampanyaya teşvik adına bir tavsiye kararı alamaz mısınız?
NİÇİN DEVLET – MİLLET EL ELE VERMELİDİR?
Yüz
yılın başında Osmanlı ayakta durabilme mücadelesini sürdürürken ister istemez
kendisine destek verebilecek, yardım alabileceği başka güçlerin de varlığına
ihtiyaç duymaktaydı. Ağırlıklı olarak Fransa, İngiltere ve Almanya bu güçler
dengesini oluşturuyordu. Ancak Fransız ve İngiliz anlayışı bu yardımın diğer
ucunda yer alarak yardım edeceği ülkenin de geleceğini sömürgeci bir anlayışla
böl-parçala-yut mantığında görmekteydi. Buna karşılık Almanya yardımcı olacağı
ülkenin kaynaklarından istifade edebilme şıkkını yeterli bulmaktaydı. Bundan
dolayı Osmanlının başındaki 2. Abdülhamit, tercihini Alman politikasından yana
kullanarak Bismarck yönetimiyle yakınlaşma gereği duydu.
Almanya
Türkiye topraklarının kömür madenlerinde, pamuk tarlalarında bir değer buluyor;
buna karşılık da Osmanlının istemiş olduğu özellikle İstanbul - Bağdat
Demiryoluna talip oluyordu. Hemen peşinden 2. Abdülhamit bu projeye Hicaz
Demiryolunu da ekledi. Ancak sermayesi 4 milyon altına mal olan bu proje bütçenin
de yaklaşık %18’ine denkti. Bu ise kapitülasyonlarla boğuşan Osmanlı maliyesi
için ağır bir yüktü. Başlangıçta 40 bin altınlık bir bağışla Abdülhamit bu işin
öncülüğünü bir kampanyaya dönüştürdü. Bu seferberlik Hindistan da ses buldu.
Geniş bir inanç iştirakiyle proje tüm ümmete mal oldu. Süresinden çok önce
proje gerçekleştirildi. 1929 yılında meşhur Amerika krizinde yerli malı
kullanılması ve israfın önüne geçilmesi noktasında “Sakatat Politikası”
uygulamıştır ki krizin atlatılmasında en önemli unsur olmuştur. Bunu günümüz
için bir örnek kabul edersek, özellikle Kore’nin gerçekleştirdiği 1997’de ki
ekonomik hamlenin adı da yine bu bakış açısından kaynaklanmıştır. Dünya birbiri
ardına krizlere yakalanırken kimi ülkeler kolaycılığı yabancı finans
kuruluşlarına teslim olmakta bulmuş, ya da perişanlığı yaşama mecburiyetine
mahkum olmuştur.
Kore
ise halkının her bireyinin iştirak ettiği kişi başına 5 gr altın kampanyasıyla
çok kısa sürede dünyayı dahi etkileyen Asya Krizi’nden çok kısa sürede
kurtulmayı bilmiştir. Şuan da yaşadığımız günler bizi devlet-millet kaynaşması
noktasında böylesi bir arayışa itmektedir. Devlet-millet barışıklığını da bir
ölçüde yeniden tesis edecek, sözü edilip durulan güven ortamının pratikliğini
sağlayacak bir çözüm önerisi ortaya koyacaktır.
Toplumun
tüm katmalarının iştirak edeceği böylesi bir kampanya hem ekonomik açıdan
krizin en azından etkisini giderecek hem de olumlu bir ortam sağlayacaktır.
Başta devlet adamları olmak üzere toplumun etkisinde kaldığı sanatçıların,
sporcuların, iş adamlarının katılımıyla bu kampanya tüm halka mal olacak,
toplanan bağışlar hazineye bir rahatlık sağlayacaktır. Aksi takdirde kaynak
bulmak adına ya yeni borç kapıları aranacak (bu da yeni tavizler demektir) ya
da zam gibi birtakım mecburiyetlerle halkın canı yeniden yakılacaktır.
Küçük
bir taahhüt, yeni seçilen meclisin ve hükümetin iktidarıyla, muhalefetiyle
sembolik dahi olsa kampanya sürecince maaşlarının hazineye irat kaydedilmesi
hem halkın gözünde meclisin itibarını yeniden kazanması noktasında iyimser bir
ortam oluşturacak hem de ilgiliyi çevreye yeni seçilen meclisin iyi niyetini
ortaya koyacaktır.
Kampanyanın
çerçevesinin medya aracılığıyla büyütülmesi hepimizin Türkiye gemisinin
yolcuları olduğumuzu hatırlatması açısından da başka bir gerçeklik ifade edecektir.
İsmiyle müsemma olmak üzere “adalet” kavramı sıradan insanın gözünde de yeniden
oluşacaktır. Bu ise “Kalkınma”yı getirecektir.
Geleneksel
Türk politikası şu güne değin hep vaatten ibaretti. Halbuki böylesi bir
kampanya yalnızca vaat eden politikacı tipinden öteye, elini taşın altına
koyan, halkının çektiği sıkıntıya da ortaklık eden bir yapıya bürünecektir.
Fukuyama’nın
dediği gibi insanın en önemli özelliği, onun onore edilmesidir. Ya da günümüzde eskilerden günümüze uzanan deyişin en ikballi politikacının ifadelendirdiği gibi bireyi yaşat ki devlet yaşasın, mantığının pratik
bulması gerekmektedir. Artık halk kendisine tavsiye edene değil, kendisi gibi
yaşayana itibar ediyor.
Not:
Bu yazı hazırlandığında Recep Tayyip Erdoğan AKP genel başkanı idi. Şimdi ise
Başbakan olma hazırlığında. Millet kendisine örnek olacak başbakanın emir ve
görüşlerine hazırdır.
FEHMİ
DEMİRBAĞ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder