31 Ekim 2018 Çarşamba

BIG BROTHER BİZİ GÖZETLİYOR
Ne mi düşünüyorum?
Ben düşünüyorum da ne oluyor, atı alan Üsküdar'ı geçmiş. Şaşırtıcı; bir o kadar da ibret verici.
Bosch Ortadoğu temsilcisi, ana tarafından Türk Avusturalya vatandaşı Steven Young, televizyon programında beni çok etkileyen inovasyon, sanayi 4.0 ve mobilite teknolojisiyle ilgili atılımları ve de gelişmeleri konuştular.
Güzel gelişmeler ancak tedirgin oldum. Akıllı telefonumu elime aldığımda ne göreyim?
Bosch markasından matkap, sohbette söz edilen ürünlerden bir dizi reklam telefonumun Facebook ekranına düştü.
Şimdi size soruyorum? Bu nasıl olmaktadır? Akıllı telefon teknolojisi ile bizim hangi TV programlarını izlediğimizden hareketle ilgi alanlarımıza yönelik reklam bombardımanına mı tutulmaktayız?
Cep telefonlarını bir mikrofon gibi kullanıp dinleme yapmak hangi etik kuralı ile açıklanabilir
Hukuk kurumlarımız ne düşünürler?
İletişim kurumu ne yapmalıdır? Siyaset ne gibi tedbirler almayı planlamaktadır?
Kişisel verilerin korunması gerekmez mi?
Ahlak ve humanizma nerede duruyor?
Bizi robotik düşünce sistemi mı yönetecektir?
Geleceğimiz hayrola, bu gidiş iyiye değil, korunması gereken değerlerimiz var. Kim, nasıl koruyacak?
Acil olarak devlet yapılanmasında inovasyondan koruma kurumu benzeri bir yapılanma elzem gibi görünüyor.
Allah hepimizi robotlardan ve bulut teknolojisinden korusun!
VE ROBOTLAŞAN İNSANLARDAN!
Bir değerlendirme daha yapalım.
“Huawei, yeni teknolojiye yaptığı büyük yatırımlarıyla tanınıyor. Geçtiğimiz on yılda 60 milyar dolarlık bir Ar-Ge yatırımı yapmışlar ve yıllık 15-20 milyar dolarlık Ar-Ge bütçelerinin % 20 ila% 30'unu yalnızca “temel bilim” araştırmalarına tahsis etmeyi taahhüt etmişlerdir.
(Toplam araştırma bütçesi inanılmaz büyüklükte. Ayrıca sadece uygulamalı bilimler değil, temel bilim alanlarına da para ayırıyorlar. - bu önemli: kar amaçlı, ticari bir şirketin “basic research”e kaynak aktarması)
Bütün Türkiye’nin Ar-Ge harcaması 2017 de 4,5 milyar$.
OECD ülkeleri Ar-Ge sıralamasında da sonlardayız.
Çin’in (uluslararası sermaye kuruluşu) bir şirketinin ne kadarı ediyoruz?
40 kişiyle Çinlileri dize getiren Kürşat' ın torunları şimdi Ayfon kuyruğundayken...
Ben mi boş konuşuyorum, siz mi çok şey biliyorsunuz?
HAMASETLE NEREYE KADAR?

 
“Bir ülkede her gün hava kararınca, insanlar maymuncuk ve fenerlerini yanlarına alıp komşularının evlerini soymaya giderlermiş.
Fakat gün doğarken geri döndüklerinde kendi evlerini de soyulmuş durumda bulurlarmış. Herkes birbirinden çaldığı için bu ülkede kimse kaybetmezmiş.
Bir gün nasıl olmuşsa olmuş içlerinden bir tane dürüst adam çıkmış. Dürüst adam geceleri diğerleri gibi çanta ve fenerini alıp hırsızlığa çıkmaktansa, evinde kalıp çalışmayı tercih ediyormuş. Hırsızlar onun evinin önüne geldiklerinde evin ışığının yandığını görüp dönüp gidiyorlarmış.
Bu durum birçok hırsızı rahatsız etmiş ve ona kızmaya başlamışlar: “Çalmadan yaşamak senin tercihin, ama başkalarını engellemeye hakkın yok” demişler. Bunun üzerine dürüst adam, geceleri ışığını söndürüp dışarı çıkmaya başlamış. Geceleri hırsızlık yapmadan orada burada dolaşır durur, sonunda yatmaya evine dönermiş. Fakat her döndüğünde evini soyulmuş bulurmuş. Sonuçta bir haftadan daha az sürede, evinde yiyecek içecek hiç bir şey kalmamış ve memleketini terk etmek zorunda kalmış.
Bu ülkede hırsızlıkla giderek zenginleşenler ise işi daha da ilerletmiş ve kendileri için soygun yapsınlar diye maaşlı hırsızlar istihdam etmeye başlamışlar. Zamanla, zengin-fakir ayrımı çoğalmış. Zenginleşen hırsızlar mallarını korumak için bekçiler tutmuş, hapishaneler kurmuş, kendi mallarının çalınmasını da yasa dışı ilan etmişler! Ancak yoksulların mallarını çalmak serbestmiş!
Bir süre geçtikten sonra, artık kimse soymaktan ve soyulmaktan söz etmemeye başlamış. Çünkü yoksulların çoğu ya açlıktan ölmüş ya da oraları terk edip gitmişler. Zenginler ve maaşlı soyguncular ise ortada soyacak kimse kalmadığından servetlerini yavaş yavaş kaybetmeye başlamışlar.
Sonunda zenginler eski düzeni yeniden kurmak için oraları ilk terk eden dürüst adamı başa getirmeye karar vermişler. Sora sora nerede yaşadığını öğrenmişler. Evine gittiklerinde kapıda bir kâğıt görmüşler. Kâğıtta şunlar yazıyormuş: “Bir insan sadece dürüst olduğu için aranıyorsa, her şey için çok geç kalınmış demektir



FEHMİ DEMIRBAĞ
TÜRK SİYASETİ NASIL İŞLİYOR?
BİR STK KAP KENDİNE. YA DA BELEDİYELERDE BİR MAKAM. DEVLETTE İMTİYAZLI BİR MEVKİ YA DA.
SONRA BAŞLA ÇALIŞMAYA...
KAPALI SALONLARDA BİZZAT DAVET ETTİĞİN, SENİ ALKIŞLAYACAK KÜÇÜK KALABALIKLARA KOCAMAN LAFLAR ET!
DİN ANLAT, ADALETTEN BAHSET, HÜRRİYETİN ÖNEMİNDEN. BİR DE EĞİTİMLE, BİLİMDEN!
ALKIŞLAN!
PLAKET AL-PLAKET VER!
YALAKA FOTOĞRAF KARELERİ OLUŞTUR.
SOSYAL MEDYADA PAYLAŞ.
İKİNCİ HATUNA HAVA AT.
ETKİNLİK YAPTIK DE, BÜLTENE KOY YALANCI GÜLÜCÜKLERİ.
DAVA ADAMLIĞI LİGİNDE KENDİNE YER KAP.
BÜTÇEYİ Bİ YERLERDEN EDİN.
...
AMA SAKIN SOKAKLARLA İLGİLENME.
MİLLETİ KÜÇÜMSE.
BİZİ ANLAMIYORLAR DE.
İTİRAZ EDENLERE AMAN VERME.
TELEFONLARI DEVREYE SOK. MUHALİFLİK EDİYORSA, EKMEĞİNDEN ET, OCAĞINI SÖNDÜR.
HALEN KIYMETİ BİLİNMEYENLERDEN ADLET KENDİNİ.
DAVA ADAMLIĞI GİBİSİ VAR MI CANIM?
HALBUKİ NE DİYOR REİS:
“AK Parti, kapısından; kibir, riya, fitne, fesat, hizipçilik, bencillik, haram ve yalanın giremeyeceği bir partidir. Bu böyle biline. Kim ki partimizi heva ve heveslerinin aracı haline getirirse açık konuşuyorum külahları değişiriz."
KATİLLER İÇİMİZDE!
SUÇLUYU ARIYORSANIZ OLAY YERİNE BAKIN.
KATİLLER HELE MUTLAKA CİNAYET MAHALLİNE GERİ GELİRLER.
SUÇ ADINA NE VARSA İŞLENİRKEN, HEPİMİZ ORADA DEĞİL MİYİZ/DEĞİL MİYDİK?
EN AZINDAN SUSMADIK MI, GÖRMEZDEN GELMEDİK Mİ?
ŞİMDİ BU ŞİKAYETLER NEDEN?
BANA DOKUNMAYAN YILAN BİN YIL YAŞASIN DEMEDİK Mİ? GEMİSİNİ KURTARAN HANİ KAPTAN DI?
ŞİMDİ MAHALLEYİ YILANLAR SARMIŞ, ORTALIK FERYAT FİGAN!
TOPLUM OLARAK BİLUMUM SUÇ VE SUÇLULARA YARDIM VE YATAKLIK YAPMIYOR MUYUZ?
NE YANİ İŞLENEN ŞUNCA SUÇU UZAYLILAR İŞLEMİYOR Kİ?
BAŞKALARI DİYE İŞİN İÇİNDEN NASIL ÇIKARIZ?
BU KAFAYLA, BU GİDİŞLE BU GÜNLER İYİ GÜNLER!
TOPLUM OLARAK ÇÜRÜYORUZ.
ŞİKAYETLENMEYİ BIRAKIP ÇÖZÜME ODAKLANMAMIZ GEREKMİYOR MU?
İŞTE TUNCELİ DE SOĞUKTAN DONARAK ÖLEN/ŞEHİD OLAN YAVRULARIMIZ.
AĞITLAR YAKALIM ELBET YÜREĞİMİZİN DONU-BUZU ÇÖZÜLSÜN DİYE.
İYİ DE NASIL BİR İHMAL BİZİ 14'ÜN SARIKAMIŞ'INA GERİ GÖTÜRÜR Kİ?
BU MİLLETİN YENİ BİR ÇANAKKALE'YE NE TAKATİ VAR NE DE ÇANAKKALE DESTANINI YENİDEN YAZACAK İMANLI ADAMLARI.
YENİ CEPHENİN AVM'LER OLDUĞUNU ANLAMAYACAK KADAR DA CAHİL VE BENCİL KALDIK.
OKULLARINDA YURDUMUN İMANSIZ YETİŞİYOR NESİLLERİMİZ, AHLAKSIZ DA!
TELEVİZYONLARINDAN LAĞIM AKIYOR...
KÜRSÜLER, SAHNELER YALAN SÖYLEYEN ÇOKÇA ADAMLA DOLU.
HOCALAR PASTÖRLÜK AŞAMASINDA.
PEK AZ DİRENENİ KALDI DAVA'NIN.
AZICIK TA SABRA KATIK KILDIĞIMIZ UMUDUMUZ.
EY YÜREĞİNDE BİR NEBZE DE OLSA İMAN KIRINTISI KALMIŞ KARDEŞLERİM!
TOPARLANIN, BİRLİK OLUN!
ÜÇ KURUŞA TAMAH ETMEYİN. GEÇİCİ MAKAMLARA HARCATMAYIN KENDİNİZİ.
BU DAVA HOR, BU DAVA BÜYÜK!
BİLİYORUM; DİVANESİ İKİMİZ KALDIK ALLAH YOLUNUN!
DURMAK YOK, CİHADA DEVAM!
FEHMİ DEMİRBAĞ
ADEM'İN OĞLU ABU!
MUHTEŞEM BİR HİNT FİLMİ

Her sene onbinlerce hacı'dan, umre'ye gidenden şunca parayı toplayan diyanet...
Hakeza devletten de hatırı sayılır ödeneği olan diyanet...
Toplanan zekatlar, sadakalar, fitreler...
Yine her cuma cemaatten toplanan yardımlar...
Hac'cı anlatan bir film...hatta çok sayıda film yapsanıza! İbadetleri içeren; namazı, zekatı, orucu anlatan filmler...
Günümüzün tebliğ metodu olamaz mı sinema?
Yine o can yakıcı soruyu sormak durumunda kalacağım: Sahi siz ne işe yararsınız Allah aşkına?
İmam hatiplere, ilahiyatlara kadar sızmışken deistlik, ateistlik hiç mi içiniz acımaz?
Din sadece salık vermek midir? Kim iyiliği yayacak, kim kötülükle mücadele edecek?
Sayınıza, imkanlarınıza bakılacak olursa maşallah ordu gibisiniz. Ama suskunlar ordusu!
Ahlaksızlık an be an kuşatırken bütün zerrelerimizi sizin vazifeniz sadece emredenlere kafa sallamak mıdır?
Emir komuta zincirinde Rabbinizi hiç mi kaale almazsınız?
Bu kadar mı duyarsız, bu kadar mı şuursuzsunuz?
Ruhunuz nerde? Kim kabz etti?
Konuşsanıza!
Belam desem ağrınıza gider. Tağutla bu işbirliği nereye kadar?
Namaz kıldırma memurluğu mu sizin vasfınız?
Seronomiye dönüşmüş dini ritüellerin figüranları mısınız?
İmansızlık ve ahlaksızlık gün be gün artarken hiç mi endişe duymuyorsunuz?
Din görevlisi olup 657' ye tabi olmak yetiyor mu size; 6666'ya ne zaman tabi olacaksınız?
Siz sustuğunuz için merdiven altı oluşumlar cahil halkımızı aldatırken; misal fetö...Neden göz yumdunuz bu trajediye?
Zina'ya, faiz'e, kumar'a, içki'ye ve bilumum kötülüklere karşı kim savaşacak; kim aydınlatacak halkı?
İmam, müezzin, hatip efendiler!
Bu suskunluğunuz efendilik değil!
İşlenen her günahta, kusurda, ahlaksızlıkta...En az siyasiler kadar, emniyet, adalet, eğitim görevlileri kadar siz de pay sahibisiniz.
Demedi demeyin!
Fehmi Demirbağ
AİLECEK İZLEYİN DERİM.
AMERİKA...
YAHUDİ İMPARATORLUĞU!
ÜÇKAĞITÇILAR HEGEMONYASI!
Aşağıda paylaşacağım bilgi internetten rahatlıkla edineceğiz bilgidir. İlk kez okuyanlar şaşırmasın. Neden haberim daha önce olmadı diye hayıflanabilirler.
KATİL AMERİKA GÜCÜNÜ NEREDEN ALIYOR?
Amerikan halkının İngiltere'ye karşı isyanı 1776 yılına kadar sürdü. Bu isyan sırasında İngiliz Bankerler isyancıları finanse ediyordu. Karşılığında "Amerikan Parasını Basma Hakkını" talep ediyorlardı.
Başarılı oldular. Amerikan kurucu ataları, İngiliz bankerlere Dolar basma hakkı tanıdılar.
1776 yılında Amerika, İngiliz Kralından kurtuldu. Fakat, daha büyük bir felaketin yakasına yapıştığını 1865 yılına kadar fark edemedi.
1865 yılında iç savaşı sona erdiren Lincoln, savaş giderleri gerekçesiyle bankerlerin elinden dolar basma hakkını devlete geri aldı.
Amerikan Devleti, Başkan Lincoln döneminde ilk defa dolar basabildi. Fakat uzun sürmedi. Abraham Lincoln suikaste kurban gitti.
Lincoln ölünce eski düzene geri dönüldü. Bankerler dolar basmaya devam ettiler. Daha sonra gelen başkanlar ile bankerlerin başı dertteydi.
Sonunda orta yol bulundu. 1913 yılında FED adlı banka kuruldu. Amerikan dolarını basma hakkı FED'e verildi.
Ancak FED ortaklarının tamamı banker ailelerinden oluşuyor. FED adındaki bankada, Amerikan Devletinin hissesi dahi yok.
Bankerler Amerika'yı 12 bölgeye bölüp pay etmişlerdi. Bölgeleri temsilen adına guvernör denilen bankacılar FED yönetimine girdiler. Her biri kendi bölgesinde Merkez Bankası Şubesi olarak işlev görüyor. Amerikan Devleti FED Başkanını tayin ediyor.
Bu tayin işlemi de komedi. Bankerler kimi isterse, o tayin ediliyor. FED Amerikan Dolarını basıyor. Merkez Bankası olarak görev yapıyor.
Bankerler iki kere Avrupa'yı kana buladıktan sonra, 1944'te Bretton Woods Anlaşması ile Doları Dünya Parası olarak kabul ettirdiler.
Bu anlaşma ile bir dolar karşılığında 0,888 gr altın olduğu var sayıldı. Katılımcı 48 ülke paralarını Dolara göre tarif ettiler. Böylece dövize
bağlı para sistemi ortaya çıktı.
Herkes memnun idi. Zira, Dolar karşılığında altın var sayılıyordu. Dolaylı olarak altına bağlı para sistemi devam ediyordu.
1960 yılında Başkan J.F. Kennedy, Amerikan Hazinesinin Doları bankerlerden borç almasına karşı çıktı. 1110 sayılı kanun teklifi ile bankerlerin para basma hakkını devlete devredilmesini talep etti. Fakat suikaste uğradı.
Halk Kennedy'leri seviyordu. Yerine R. Kennedy hazırlanıyordu. Fakat o da suikaste uğradı.
Kennedy'nin yerine geçen Başkan Yardımcısı Johnson'un ilk işi 1110 yasayı kabül etmek oldu. Bankerler dolar basmaya devam ettiler.
Bankerler devleti borçlandırmak amacıyla Amerikayı savaşa soktular. Kore ve Vietnam Savaşı, Amerikan Devletinin giderlerini artırıyordu.
Sam Amca, bankerlerden borç alarak savaşı finanse ediyordu.
Amerikalı ölüyor, Amerikalı öldürüyor, ama işin tuhaf tarafı; ne için bu işlere bulaştıklarını dahi bilmiyordu.
1965 yılında Fransa'nın ünlü Devlet Başkanı General De Gaulle, eldeki altından daha çok dolar basıldığını fark etti.
General De Gaulle, Amerika'dan elindeki Dolar karşılığında altın talep etmeye başladı. Bu tartışma, 1972 yılına kadar devam etti.
Başkan Nixon, 1972 yılında Doların altın karşılığını kaldırdı. Dolar karşılıksız kağıt paraya dönüştü.
Fransa'nın sesini kesmek için SDR (Special Driving Right=Özel Cekme Hakkı) adında, devletler arasında geçerli bir para icat ettiler.
Bu para; Dolar, Mark, Yen, Sterlin ve Fransız Frankı'nın belli oranları ile katılımından oluşuyordu. 2002 yılında SDR içerisindeki Frank ve Markın yerini Euro aldı. 2016 yılında Çin Parası da SDR'lere ilave edildi.
Günümüzde uluslararası rezervlerin %4'ünü SDR'ler oluşturuyor. Dolar egemen para olmaya devam ediyor.
1972 yılından beri kağıttan kule dolar, karşılıksız para olarak bankerler tarafından basılıyor.
Dolar dünya parası olarak iş görüyor. Amerikalı ve diğer ülke vatandaşları doları Amerikan Devleti'nin parası zannediyor.
13 aileden oluşan. sayıları bini bile geçmeyen bu bankerler, karşılıksız olarak bastıkları kağıt para Dolar ile dünyayı idare ediyorlar.
Bunun adına da dünyada "Dolar İmparatorluğu" deniliyor.
Bütün imparatorluklar gibi dolarda batacak..!
Az kaldı...
Ancak Dolara gücünü veren Amerikan Kültürüdür ve yalanları. Onu da besleyen Holly Wood dur.
Amerikan yaşamına özenti duyan bir kitle oluşturuldu bütün dünyada.
Özellikle İslam coğrafyası bu kültürel işgalin en önemli kurbanlarıdırlar.
ARI GÜZELLEMESİ
Neredeyse kölesi olduğumuz bilgisayar saniyede 16 milyar aritmetik işlem yaparken, bilgisayarın doğadaki rakibi bal arıları bu sürede daha az enerji harcayarak 10 trilyonluk işlem yeteneğine sahip. Demek ki bilgisayarda hala Bill Gates'in keşfedemediği bir şeyler var!
500 gram bal için arılar, 3 milyon 750 bin defa çiçeğe konup kalkıyor.
1 kg bal için ise 40 bin tane arı, 6 milyon çiçeği dolaşıyor. Bal arıları bir peteği doldurabilmek için 100 milyon çiçeğin nektarını emiyor ve 100.000km kanat çırpıyor.
Bu deli çalışmanın arasında, dönüp dönüp "öbür arı benim kadar dolaşıyor mu?" diye kontrol gereği de duymuyorlar. Birbirlerine tam bir güven içinde sadece hedeflerine odaklanmışlar!
Bir koloninin pazarlanacak 1 kg bal üretmesi ve yaşamını sürdürebilmesi için, 8 kg bal tüketmesi gerekiyor . Bu da koloninin 6 kez dünya çevresini dönmesi demek...
Onlar bu işi canla basla yapıyor ve genetik olarak nesilden nesile aktarılmış bir tembellik asla söz konusu olmamış! Bu arı cumhuriyetinde cinlik yapmak için "birkaç gram bal da kendime saklayayım" diye peteği hortumlayana da şimdiye dek rastlanmamış.
Hepsi güneşin "kalk" ziliyle çalışmaya başlayıp, günesin "paydos" ziliyle dinlenmeye çekiliyorlar.
Hiçbir arı, "kraliçe hanım işin kaymağını yiyecek diye ben geberene kadar çalışmam abi..." de dememiş, birlikten ve kovandan çıkınını alıp başka yollara düşüp başka bir kovanda cumhuriyet kurmayı düşünmemiş!
Karşı kovandakileri kıskanıp o peteğe dadanmamış! Arı, vücut ağırlığının 330 katı yük çekiyormuş.
Her bir petek gözünün altıgen prizma seklinde inşa edilmesi esas peteğin direncini sağlıyormuş. Bu nedenle kilolarca balı rahatlıkla taşıyabiliyor. "Gerçekten de en az balmumu harcayarak, maksimum ölçüde bal depolamak için en uygun şekil, arıların inşa ettiği altıgen prizmadır" diye onaylıyor fizikçiler.
Hadi bakalım arılardan özür dileyelim, onlara "hayvan" dediğimiz için. Elin hayvanı düzen tutturmuş, milyon yıldır hayatına fesat sokmadan sürdürüyor sorumluluğu içinde saklı!
Arıların "ayıkla pirincin taşını" diye bir sözleri yok. Başka arıların yaptıklarını, onlar hayatlarını kısıtlayarak temizlemek zorunda değiller!
Siz hiç arıyı sokan bir arı biliyor musunuz?
GENÇ KİTLEYİ UNUTTUK!

Kafanıza dank etmesi amacıyla size şöyle bir gerçekten bahsedeyim; İslamiyet’in en iyi yaşandığı ülkelerden biri olan Malezya’da gençler arasında eşcinsellik giderek artmakta ve bu gençlerin birçoğu da İslami hassasiyetler noktasında vazifelerini yerine getirmektedirler. Şöyle ki namaz vakitlerinde cami cemaati olmak gibi... (Malezya’da yapılan bu araştırmayı önümüzdeki günlerde daha detaylı incelenecektir.) Hedef gençlerin eşcinselleştirilmesinden öte camilerin eşcinselleştirilmesidir. Emin olun ki Malezya’da yaşanan bu durum eğer ki Türkiye’de gerekli önlemler alınmazsa ülkemizde de yaşanabileceğini söylemek pek zor olmayacaktır. Çevrenizdeki gençlerin tavır davranışlarına ve giyim kuşamlarına baktığınızda felaketin yaklaşmakta olduğunu zaten göreceksiniz.
Devlet olarak gençlik politikalarımızın yapımı noktasında herhangi bir kurum ve kuruluşun yetki alanları net ve kesin değildir. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı da, Gençlik ve Spor Bakanlığı da, Milli Eğitim Bakanlığı da gençlik çalışmaları yapmakta ve çeşitli politikalar üretmektedirler. Yalnız yapılan çalışmalar ve üretilen politikalar genellikle gençliğin klişeleşmiş problemleri üzerine olmaktadır. Yukarıda bahsi geçen problem dizisiyle ilgili herhangi bir eylem planı üretme noktasında problem yaşanmaktadır. Gençlerin serencamını, açmazlarını, çözülme ve savrulmalarını araştırabilecek bir kurumumuz yok. Cumhurbaşkanlığı bünyesindeki politika kurullarından özellikle gençlik araştırmaları adı altında özel bir kurul kurulması gerekirdi ve psikologlar, sosyologlar noktasında güçlendirilip sorunlar üzerine gidilebilirdi.
Eşcinsellik, deistlik gibi bireysel ve toplumsal ölçekli felaketlerle baş edebilecek bir eylem planımız olmadığı gibi tüm değer ve kutsallarımızın da içi boşaltılmaya başlandı. Örnek: “ver mehteri” gibi.. Onların kendi popülistlikleri için kullandığı değer ve kavramlarımız gençler açısından yeniden bir değerlendirmeye tabi tutulacak ve gençlerin kendi mantıklarınca biçmiş oldukları anlamlarla birlikte devam edecektir. Sonrasını siz hesap edin artık…
Bizim yerli ve milli “Andımız” olan İstiklal Marşı’nda şöyle diyor: Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın. Ne olur hep birlikte siper edelim gövdemizi ve durduralım bu hayasızca akını!
EFENDİLER!
BEN Mİ ABARTIYORUM YOKSA?
Bugün kim ne derse desin eğitim sistemimiz komada ...
Bu sene üniversite sınavında geçerli olan 2 milyon 260 bin 273 adayın testlerdeki ortalama DOĞRU ‘ ları herşeyi açıklıyor aslında ;
MATEMATİK 40 soruda 3,923 ...
FİZİK 14 soruda 0,467
KİMYA 13 soruda 1,109
BİYOLOJİ 13 soruda 1,669 ortalama ile gelinen nokta ayan beyan ortada ...
Hocasına diklenen , disiplin nedir bilmeyen , şımarıklığı marifet bilen , öğretmeni terbiye etmeye kalktığında sülalecek okulu şikayet eden veliler , edebsiz ve vizyonsuz başıboş sanal nesiller , buna karşın büyüyen bir canavar karşısında çaresiz ifadeler ,çığ gibi büyüyen psikolojik ve sosyolojik sorunlara karşı demogojik yan çizmeler , anlamsız reçeteler ve nihai gelinen patolojik neticeler ile durum dibe vuran noktada ....
GENÇLİĞİMİZİ İHMAL ETTİĞİMİZ İÇİN GELECEĞİMİZİ İMHA EDİYORUZ A DOSTLAR!
FEHMİ DEMİRBAĞ
BU YAZI EKSİK BİR YAZIDIR...TAMAMLANACAK...FIRSAT BULDUĞUMDA...
Çanakkale Savaşı, 3 Kasım 1914’te İngiliz ve Fransızların boğazın giriş tabyaları olan Seddülbahir ve Kumkale tabyalarını topa vurmasıyla fiilen başlamıştır. Resmi olarak savaşa girme ise, 5 Kasım’da İngiltere’nin, 6 Kasım’da da Fransa’nın Osmanlı Devleti’ne resmen savaş ilanı ve Osmanlı Devleti’nin de 11 Kasım’da bu devletlere karşı savaş ilanı ile gerçekleşmiştir.
Çanakkale Boğazı’na yönelik Birleşik Filo’nun taarruz planı Amiral Carden tarafından 15 Ocak 1915’te yapılmıştı. Hedef belliydi; Çanakkale Boğazı’nın elde tutulması,
Marmara’ya girip İstanbul’un ve boğazın ele geçirilmesi.
Bu planla müttefikler Marmara Denizi’ne çıkacak ve İstanbul’a gireceklerdi. Boğazın kara bölgesindeki güvenliğini sağlamak üzere Midilli’de yeterince kara kuvveti toplanacaktı. Bu planı uygulama tarihi olarak 19 Şubat belirlenmiştir. Çünkü İngiliz Filosu 19 Şubat 1807’de Marmara’ya girmiştir ve 19 Şubat 1915 ise bu başarının 108. yıl dönümüdür. Ancak boğaza yapılan ilk saldırı, Türk savunmasını bir yoklama, bir deneme ve bir keşif niteliğinde yapılmıştır.
Boğazı geçme planının ikinci evresini uygulamak amacıyla 26 Şubat’ta Birleşik Filo, tekrar boğaz önüne gelerek tabyaları bombardıman etti. 27 Şubat’ta İngiltere’deki İngiliz Deniz Piyade Tümeni’ne, Limni Adası’na hareketi için emir verildi. İngiliz Harbiye Nazır Lord Kitchener artık ümitlenmişti. İstanbul yolu açılmak üzereydi. 28 Şubat’tan sonraki günlerde harekâta devam edildi. Gemiler boğaza girerek her iki taraftaki Türk topçularını ateş altına alıyordu. 18 Mart Deniz Muharebesi’ne kadar belirledikleri planın evrelerini uygulamak için boğaza küçük çapta taarruzlar yaptılar.
Çanakkale Savaşından bahsediyoruz.
Aynı yıllarda dünyadaki gelişmelere de ayrıca bakalım istiyorum.
Shackleton ismindeki İngiliz, 1914’te yeniden Güney Kutbu’ na gitmek üzere bir heyetle yola çıktıysa da, daha başlangıçta çeşitli talihsizliklerle karşılaştı. Bindiği gemi bir buz dağına çarpıp parçalanınca heyet, buzlar arasında geçen bin bir maceradan sonra ancak 1917’de İngiltere’ye dönebildi. Shackleton, 192l’de son Kutup yolculuğuna çıktı, yarı yolda bir kalp krizi sonunda öldü.
Keşif heyetinin bulunduğu gemi 10 ay akıntılarda sürüklendi, gemi buzlara çarpıp parçalanınca heyet 5 ay da buzların üzerinde yaşadı.
SHACKLETON’la arkadaşlarının 2 yıl süren 1914-1916 Güney Kutbu maceraları Kutup kâşifleri tarihinde çok önemli bir yer alır. Çünkü Shackleton bu yolculuğunda çok tehlikeli durumlara düşmüş, defalarca ölümle karşılaşmış, gene de, yılmadan, amacına ulaşabilmek için çalışmıştır.
Shackleton’un başkanlığındaki keşif kafilesi 1914 martında yola çıkmıştı. İngiliz hükümeti tarafından düzenlenen bu keşif seferi Güney Kutbu bölgesini baştan başa aşmak, böylece bütün o bölgede geniş bir inceleme yapmak amacını güdüyordu. Öte yandan, Shackleton da, ondan önceki keşiflerinde vardığı sonuçları daha derinlemesine incelemek istiyordu. 1908-1909 yıllarında, Scott heyetiyle yaptığı araştırmalarda, Güney Kutup bölgesinin büyük çapta bir Grönland olduğunu, yani üstü buzla kaplı büyük bir iç yayladan ibaret bulunduğunu, bu yaylanın deniz yüzeyinden 3-3,5 km. yüksekliğe kadar çıktığını görmüştü. Bu seferki araştırmalarında, yaylanın daha yüksek tepeleri olup olmadığını öğrenmek istiyordu
Yalnız, Shackleton’un Antarktika’yı baştan başa keşfetmek üzere çıktığı bu sefer, tam amacına ulaşamadan yarım kaldı. Shackleton’un plânlarına göre, heyet, Weddell Denizi’nde üs kuracak, sonra tam Kutup noktasına varıp, o yoldan, McMurdo bölgesine geçilecekti. Böylece, Antarktika Kıtası baştan başa aşılmış olacaktı.
Yalnız, heyetin bulunduğu «Endurance» (Direnç) gemisi Caird kıyıları açıklarında suların akıntısına kapıldı, tam 10 ay sürüklenip gitti…
Bu 10 ay içinde Shackletonla arkadaşları, buzlu sular içinde, akıntılarla savaştılar. Ne yapsalar gemiyi suların sürüklemesinden kurtaramıyorlar, tekneye bir türlü istedikleri rotayı veremiyorlardı.
Günler hafta, haftalar ay oluyor, gemi suların akıntısından kurtulamıyordu. Kafilenin yanındaki yiyecekler tükenmek üzereydi.
En sonunda, gemi bir buzdağına çarparak parçalandı… Şimdi, Shackleton’ la arkadaşları buz parçalarının üzerinde sürüklenip gidiyorlardı. Yalnız, tesadüf yardım etmiş, hepaen hemen hepsi birbirine yakın buz parçaları üzerine düşmüşlerdi. Ayrı düşenler de ötekilerle birleştiler. Böylece, büyük bir yüzer buz adası üzerinde, g£ne akıntılar nereye götürürse oraya doğru sürüklenmeye başladılar. Gemiden kurtarabildiklerini yanlarına almışlardı. Buzdan ada üzerinde kendilerine, geminin parçalanan kalaslarından, tahtalarından bir kulübe kurmuşlardı, bunun içinde yatıp kalkıyorlardı.
Beş ay da böyle geçti. En sonunda, gene gemi enkazından yaptıkları teknelerle, sallarla Güney Shetland Adaları’ndan Elephant (Fil) Adası’na çıktılar. Shackleton, orada bir balina av kayığı buldu, yanma arkadaşlarından beş kişi daha alarak 800 millik bir mesafeyi bu kayıkla aştı, Güney Georgia’ ya vardı. Sonra, oradan yardımcılar sağladı, bunlarla Fil Adası’na gidip gelerek, dört seferde, heyetinin geri kalanlarını kurtardı.
***
Daha Kuzey Kutbuna olan seyahatlerden de bahsedeceğim.
Ama önce Sarıkamış faciasından dem vuracağım.
Hani Yemen'in çöllerinden getirilen askerlerle Buz gibi Sarıkamış'ta savaşmadan soğuktan ölen 120.000 askerimizden.
...
Tunceli'de soğuktan donan 2 askerimizin hikayesi bu yazıyı yazmama sebep oldu.
Fehmi Demirbağ
BİR ÜLKE NASIL BAĞIMSIZ VE GÜÇLÜDÜR
1. Dünyanın başka yörelerinin insanları vatandaşlığına geçmeye çalışıyorlarsa
2. Kendi vatandaşların başka ülkelerde gıptayla karşılanıyorsa
3. Paran güçlüyse
4. Silahlı kuvvetlerin dosta güven, düşmana korku veriyorsa
5. Üniversitelerinde okumak için dunyada insanlar sıraya giriyorsa
6. Patent başvurularında önlerdeysen
7. Sokaklarinda insanlar güvenle dolaşabiliyorlarsa
8. Başka ülkelerin insanları sana ait edebiyat, sanat, sinema, müzik ürünlerini takip ediyorlarsa
9. Dilinin itibarı varsa
10. Mahkeme kararlarına saygı duyuluyorsa
11. Fehmi Demirbağ J.K.Rovling kadar biliniyorsa
12. Say babam say...
13. Bir yerlerden başlamak lazım ama...
14. Bir kitap oju, bir cumle yaz, bir sadaka ver, bir dua et...küçük de olsa bir adım at...
15. Hayal kur. Kendi hayallerin yoksa, başkalarının hayalleri senin ülken üzerinedir, unutma!
16. Çocuklarınla ilgilen,onları kendi kültürünle yetiştir.
17. Din ve dün bilgisi ver çocuklarına.
18. Kul hakkını gözet
Fehmi Demirbağ
FEHMİ TOKADİ HAZRETLERİNDEN TAVSİYELER!
İnsan, hiç bile bile içinde zehir olan yemeği yer mi?
İnsan, ruhunu zehirleyecek kitaplara da dikkat etmeli değil mi?
***
Bile bile kalp kıran hiç cennet hayali kurmasın.
***
Bile bile terkediyorsan secdeleri tevbeye dur bari ey insan!
***
Bugün, tek gerçeğin. Dün mazi, gelecek ati! Dünden ibret al, geleceğe hazırlan. O'nu da bugün yap!
***
İbret almayan ibretlik olur.
***
Şimdi değise ne zaman?
***
Bir yokla gönlünü. Onu ne ile doldurduysan sen osun!
***
Cebinde paran yoksa, fikrinde kelimeler, gönlünde sevgi... Hele bir de merhametsizsen... Sen fakirsin!
***
Ne isteyeceksen Allah'tan iste! Bir tek o karşılıksız verir. Sadece teşekkür edersin!
***
Okumak Allah ile konuşmaktır ve ölülerle. Yazmak doğmamış nesillerle. Okumak ve yazmak bir zaman makinasının yolcusu olmak demektir.
***
Of deme, af de; oh dersin!
***
Kutsalların yoksa nefsini kutsarsın!
***
Kader kendi seçimindir. Sakın başkalarının şıklarını işaretleme!
***
Kendi hayallerin yoksa başkalarının hayalleriyle oyalanırsın.
***
Hedefsizseniz hedef sizsiniz!
***
Öyle öl ki, öldükten sonra da yaşayabilesin! Bunun için güzel yaşa!
***
Güzellik ölçün Kuran'la ve Sünnetle belirlenmiş olsun!
***
İnandığın gibi yaşamaya çalış. Önce neye inanıyorsun ona bir bak.
***
İnsaniyetin yoksa insanım deme!
***
Kendine hayrı olmayannın sana ne hayrı olur? Kendine hayredenler ise Rablerinin rızasını gözetenlerdir.
***
Dua atom başlıklı füzelerden daha etkindir. İçten olmak kaydıyla...
***
FEHMİ DEMİRBAĞ

29 Ekim 2018 Pazartesi

GENÇLERİN DİLİNİ OKUYABİLİYOR MUYUZ?

Okuyabiliyor muyuz dedim, anlayabiliyor muyuz demedim. Okumak, hani bir teknik direktörün maçı okuması gibi. Okumak, hani martaval okumak gibi.
Ebette sağır değilseniz anlayabiliyorsunuzdur.
Sosyal medyadan haberiniz yoksa "nah" okuyorsunuz.
Girin instegrama bakın; gençler ne paylaşıyorlar, nasıl bir dünyanın içindeler.
Siz hala sobalı günlerin adamısınız kardeşim. Aklınız Dallas'ta takılı kaldı. Neymiş 12 Eylül'müş, 28 Şubatmış. Çoğunun gündeminde 15 Temmuz bile yok.
Kendimizi kandırmayalım.
En rijit örneklemeyle ifade edeyim
Hani tesettür biz İslamcıların en yumuşak noktamızya...
Geçiniz efendim!
Çok sayıda tesettürlü fenomen olmuş kızlarımız instegramda.
Yeni yaşam normumuz hah işte orada.
Nasıl makyaj yapılırdan tutunda en avangard-fashion markalar onların sunum ve rol modellikleriyle sizin imam-hatibe gönderdiğiniz kızlara yol göstermekte. Kullandıkları dilde İslam yok. Popüler şarkılar nağmelerde.
İslamcı abilerin kızları-torunları bunlar. Ama babalarından-amcalarından-dedelerinden asla miras almamışlar İslami tavrı.
Nostalji artık o günler, Beyazıd meydanında İsrail bayrağı yakmak.
Yüzbinlerce takipçisi olan fenomenlerden bahsediyorum.
Başı modern örtülü Aleyna Tilki'lerden.
Hangi hoca efendinin o kadar takipçisi var ki. Onların "Dava" denilen kavramlarla işi yok. Popüler olmak ve dünyevileşmek trend.
Ilımlı İslam projesinin ürünleri diyerek işi hafife alamazsınız.
Dijital veletler örtülü barby bebekler.
Sadece kızlar mı? Nargile gençliği diye hafife aldığınız metroseksüel İslamcı gençliğin ne düşündüğünü ve nasıl yaşadığını ne kadar biliyoruz ki? Tarikatlerin etkisindeki gençliği bir yere kadar eski günlerin etkisinde görebilirsiniz.
Ama...
Gençlerin düşünceleri bizimle aynı değil.
Onların markaları başka.
Senin Tavla'lı günlerin tarihin tozlu raflarında dayııı!
Onlar internette mobil oyunlarda; sizin en enteliniz bir Mavi Balina oyunundan haberdar...O da polisiye durumuyla tv lere yansıdığından.
Androidden haberin var mı teyze?
Dead Warfare, Idle Heroes, Last Day on Earth, Modern Combat Versus, Old Man’s Journey, The Walking Dead No Man’s Land vb...duydunuz mu hiç bunları?
Zırt Erenköy'desiniz o halde halen?
Ettehüyyatüden nasıl bahsedersen bahset o günümüz gençlerinin bir kulağından girer öbüründen çıkar.
Çünkü sen gençleri okuyamıyorsun. Çünkü sen aslında zamanı okuyamıyorsunuz.
Asılıp kalmışsın saatin akrebine, yelkovanına...İstiyorsun ki hep aynı kalsın zaman.
Deden de aynını yapmıştı, "delikli demir" icad olduğunda..O da içerlemişti "mertlik bozuldu" diye.
Sen sonraları onların mazeretlerini yorumlamıştın bilmiş edanla; "Matbaa Osmanlı'ya geç girdi de...filan!
Devir internet devri...Yapay zeka devri...Markalar devri...Kapitalizmin zirve devri.
Neymiş Fransızlar Osmanlı'yı kıskanıyorlardı, gıpta ediyorlardı...Tülbentimizi aldılar, biz de türban olarak geri aldık...filan...
Beyler, bayanlar...Yürüyen merdivenlerden kayanlar!
Bugünün gençlerini bile okuyamıyorsak...Güldürmeyin Allah'ın aşkına geleceği nasıl okuruz, anlarız, yorumlarız, hazırlanırız!?
Neymiş? Gençler bozulmuş!
Yahu sen bozuktun sen. Sen ki çocuklarını teslim ettin moderniteye. Onlar için birşey hazırlamadın! Sloganların onları tatmin etmedi. Onlarda pratiğe üşüştüler sineğin şekerlemelere üşüşmeleri gibi.
Onlar da altını dolduramıyorlar elbette. O arenada kimlikleniyorlar. Senin kimliğin yetmedi be kardeşim!
Çünkü sende bilim yok, estetik yok, sanat yok, kültür yok!
Görgüsüzlüğünün adına "Dava" demişsin hepsi o kadar.
Ağır mı söylediklerim? Kafanı kaldır da bir bak çocuğuna-torununa haksız mıyım?
Sen takma kafana böyle şeyler. Show tv de Çukur' a takıl. Velet Netflex'te lakin. Elinden cebi düşüyor mu hele sen onu söyle.
Ha bir pardon daha...
Azcık mürekkep yalamışlığın var, sende gündemi twitterden takip ediyorsun, yenge de face'de. Ama bütün veletler instegramdalar...Daha başka nice uygulamalarda.
Sahi paylaşımların kaç beğeni alıyor?
Kaç kez tıklanıyorsun hacı amca?
Fenomen olamadın mı hala?
Yazı bitmek üzere siz ne zaman çocuk edebiyatının öneminden, çizgi filmlerden, internet oyunlarından, milli oyuncaktan, sinemanın öneminden bahsedeceğim diye bekleye durun...Bahsetmeyeceğim ensestlikten, deistlikten, kültürel yozlaşmadan, uyuşturucudan, berbat eğitim sistemimizden, eyyamcı siyasetten, merhametsiz adaletten filan...
Siz zaten herşeyin en iyisini biliyorsunuz ki?
FEHMİ DEMİRBAĞ
ATATÜRK'Ü ANLAMAK

Gün geldi "iyiliği emredip, kötülükten sakındırmadığımız için" Allah resulunun ifade ettiği gibi "Allah içimizden kötülerimizi başımıza musallat etti ve iyilerin dahi duaları kabul edilmez" oldu.
Kul hakkını unuttuk.
Rızasını önemsemedik Hakk'ın.
Anlık sefahate meylettik.
Unuttuk 1071'in ruhunu misal, Selçuk'ludan olduk; mazereti Moğollarda aradık, Bizans'ta aradık.
1299' u unuttuk, 1453'ü...Mahareti Frenk mukallitliğinde aradık.
Okuyamadık Allah'ın ne kainat kitabını, ne habibiyle indirdiğini. Okuduysak da yüzünden okuduk; içine giremedik. Dışında kaldık hayatın.
Sebatay Sevi'yi de okuyamadık, Vatikan'ı da...Şimdiler de okuyamadığımız gibi Amerikan planlarını da.
Önce Fransız'ı dost bildik.
Fransız kaldık hakikate!
Ardından İngiliz'i rehber edindik. Memleketin okumuş çocuklarının öncülüğünde. Akledemedik lakin "domuzdan post, gavurdan dost" olunmayacağını.
Acı vatan Alamanya oldu sonradan partnerimiz Çanakkale cephesinde.
Bir bir kaybettik, karış karış kaybettik vatan toprağını lime lime olduk, savrulduk.
Nihayetinde 1923'ün 29 Ekim' inde yeni güneşlere uyandık. Bir devden minnacık bir miras devraldık.
Zafer diye niteleyenler kurtuluşumuzu amansızca hesaplaşmaya girdiler topyekün mazi ile. Neden bu hale geldik diye soran olmadı. Hep suçladı ama bizi biz yapan kadim geçmişi.
Lideri vardı bu zaferin, bir zamanlar vatan toprağı olan Selanik'te doğan.
Başardı mı? Başardı. Şöyle ya da böyle can havliyle soluklandık.
Yeni şeyler söylemek gerekiyordu, ulu önder dile getirdi bunu:
"Dünyaca bilinmektedir ki, bizim devlet yönetimimizdeki ana programımız, Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı prensipler, yönetimde ve politikada bizi aydınlatıcı ana çizgilerdir. Fakat bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya yaşamdan almış bulunuyoruz."
Bir de Kazım Karabekir'in hatıratına göz gezdirelim:
19 Agustos Pazar akşamı, M. Kemal ve İsmet Paşalar/Latife Hanım ile birlikte bana akşam yemeğine geldiler. Keçiörene giderken sağ tarafta kubbeli köşk denen mevkide, bol suyu ve büyücek havuzu olan bir köşkte kira ile oturuyordum. İsmet Paşa, Lozanda iken M. Kemal Paşa, Latife Hanımla birlikte, bir kere daha bana akşam yemeğine gelmişlerdi.

"Münakaşayı İsmet Paşa ile ben yaptım. M. Kemal Paşa sükunetle bizi dinledi. Mustafa Kemal Paşa, Lozandan da aldığı hızla, ne İktisat Kongresinin ve nede heyet i ilmiyenin hazırladığı programlara ilgi göstermeyerek müthiş bir inkilap hamlesi teklif etti. "Hocaları toptan kaldırmadıkça hiç bir iş yapamayız. bugünkü kudret ve prestijimizle bugün bu inkılabı yapmazsak, başka hiçbir zaman yapamayız." İlk Fethi Bey grubundan sonrada M. Kemal Paşa’dan işittiğim bu yeni inkilap zihniyetini İsmet Paşa bir çırpıda tamamlıyordu. Aradaki zaman fasılaları kendiliğinden ortadan kalkarak, bu üç şahsiyetin üç maddelik programları kulaklarımda tekrarlandı.

1) İslamlık terakkiye manidir...
2) Arap oğlunun yavelerini Türklere öğretmeli...
3) Hocaları toptan kaldırmalı..."
...
Aradan yıllar geçer, devrimler filan derken...Tabi bu arada dünyadaki değişimleri de es geçmemeli.
Ümmetin topyekün kendisini bulamaması ve toparlayamaması...
Batının ezici üstünlüğü ve bitmez tükenmez ihtirasları...2. cihan harbi...Kominizm belası...
Derken...bugünler. Ülkemizdeki olaylar, değişimler, gelişmeler...
Aslında ölüp gitse de ve üzerinden yarım asrı geçen bir süre olsa da Atatürk'ün ülke üzerinde hakimiyeti devam etmekte.
Kimliğini bulamamış İslamcılar ise sürekli bir rövanş derdinde Kemalizmle de, Atatürk'ün ruhaniyetiyle de...
...
Diyorum ki adamı yattığı yerde hele bir rahat bırakalım.
Devir öyle bir devir ki artık yeni şeyler söylemek lazım.
Siyaset üretilecekse hala bir kişinin lehinde ya da aleyhinde durum gösterisiyle bu işin olmadığını ve olmayacağını görmemiz gerekiyor artık.
Atatürk tarihimizin bir parçasıdır.
Doğruları da olmuştur, yanlışları da.
Onu kendi sözleriyle anmakta fayda var diye düşünüyorum.

"Ben diktatör değilim. Benim kuvvetim olduğunu söylüyorlar, evet, bu doğrudur. Benim arzu edip de yapamayacağım bir şey yoktur. Çünkü ben zorâki ve insafsızca hareket etmesini bilmem. Bence diktatörlük, diğerlerini râm edendir. Ben kalpleri kırarak değil, kazanarak hükmetmek isterim.

Ben istese idim derhâl askerî bir diktatörlük kurardım ve memleketi öyle idâreye kalkışırdım. Fakat ben istedim ki, milletim için modern bir devlet kurayım.

Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kafidir.

Benim adım 'çok içer' diye çıkmıştır. Filhakîka ben, öteden beri içerim. Fakat istediğim zaman bunu keserim; karıştırmam. İçki, sâdece benim keyfim içindir. İçki yüzünden vazîfemi bir an geri bıraktığımı hatırlamıyorum. Daha gençken, manevralara çıkılmadan önce, muhabbete dalarak sabaha yakın zamanlara kadar içsek bile ben, bazen uyumadan saatinde vazîfem başına gider ve görülecek işi bir dakika geri bırakmazdım. İçki ve vazife, iki ayrı şeydir. Birbirine dokunacak yerde vazifeyi elbette keyfe tercih etmeli, içkiyi behemehâl kesmeli.

Benim naçiz vücudum, bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti, ilelebet payidar kalacaktır.

Çocukken fakirdim. İki kuruş elime geçince bunun bir kuruşunu kitaba verirdim. Eğer böyle olmasaydı, bu yaptıklarımın hiç birini yapamazdım.

Çocukluğumdan beri bir tabiatım vardır, oturduğum evde ne ana, ne kız kardeş, ne ahbapla bulunmaktan hoşlanmam. Ben, yalnız ve bağımsız olmayı, çocukluktan kurtulduğum günlerden başlayarak daima tercih etmiş ve sürekli olarak öyle yaşamışımdır. Tuhaf bir halim daha var: Ne ana -babam çok erken ölmüş-, ne kardeş, ne de en yakın akrabamın, kendi tutum ve düşüncelerine göre, bana şu veya bu tavsiye ve nasihatta bulunmasına tahammülüm yoktu.

İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa Kemal… İkinci Mustafa Kemal, onu “ben” kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil, biz'dir! O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasını temsil ediyorum. Benim teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur!

Orduya ilk katıldığım günlerde, bir Arap binbaşısının 'Kavm-i Necip evladına sen nasıl kötü muamele yaparsın' diye tokatladığı bir Anadolu çocuğunun iki damla gözyaşında Türklük şuuruna erdim. Onda gördüm ve kuvvetle duydum. Ondan sonra Türklük benim derin kaynağım, en derin övünç membaım oldu. Benim hayatta yegane fahrim, servetim, Türklükten başka bir şey değildir."
...

Atatürk kulluk vazifesini bitireli çok oldu. Şimdi hesab zamanında.
Şimdi sıra biz de, biz yaşayanlarda.
Rabbimiz için, kendimiz için, ailemiz için, ülkemiz için, insanlık için ne yapıyoruz-yapacağız ona bakalım.
Atatürkçü ve Kemalist olmayan biri olarak ben böyle düşünüyorum.
Artık ülkemiz için ne yapabiliriz, ona odaklanalım.
Başka Türkiye yok.
Bir avuç toprağımız var elde, onu da kaybetmeyelim. Yeni maceralara tahammülümüz yok.
Yeni macera arıyorsak da hayal kurabilen nesiller yetiştirelim!

FEHMİ DEMİRBAĞ


26 Ekim 2018 Cuma

DEİSTLERE KIZMAYIN, KENDİNİZE KIZIN!

Hemen hemen her konuda...fikirlerimizi ve çözüm önerilerimizi ortaya koymaya çalışır, bildiğimiz kadarıyla konulara ışık tutmaya çalışırız.
Kısa süre içinde en çok beğeni alan ve fikir beyan edilen bu paylaşımım oldu.
Demek ki önceleri boş konuşuyormuşum.
Kıldan tüyden mevzular daha dikkat çekiyormuş meğer.
Döğme yaptırsam diye bir sorum olsa ne cevap alırdım, bak şimdi bunu da merak ettim.
Neyse...Ne mutlu saçlarım var diyene!
Yaşasın lepiska saçlar!
Kahrolsun kellik!
Peruklar kardeştir!
Saçlı erkeklerde perma yaptırmalı! Perma bizim hakkımız söke söke alırız!
Kepek vatan hainidir.
Artık yavşakları başımızda istemiyoruz. ( Yanlış anlama olmasın açıklama yapayım. Yavşak bit yavrusu demektir. Başta saçın ekili olduğu alandır. Yavşaklar ve ebeveynleri başta yuva kurabilirler. En çok çocukların kafasında yer edinirler, ilkokul dönemlerinde görülebilir olaylardır Bit salgınları.)
Ya devlet başa ya kuzgun leşe! (Baş deyince de bu aklıma geldi. Huylu huyundan vazgeçer mi? Hemen siyasi mesaj vermeye çalışıyorum. Akıllanmam ki ben!)
Amerikan traşı modası hiç geçmez mi yaw!?
Tepemde yoğun oranda saç dökülmesi var, ama ben görmüyorum Allah'tan.
Saçımı süpürge etmeye çalışsam, elektriklisini yapabilir miyim? Bazen saçlarım elektrikleniyor da...
Saçımı boyatmak geliyor bazen içimden. Zekeriya Beyaz'ın saç boyasının markasını bilen var mı? Efdal ve caiz olan saç rengi hangisidir?
Kıldan ince kılıçtan keskin diye ifade edilen Sırat Köprüsü' nden geçmek için köprü geçiş ücreti ödenecek mi? (Tevbe tevbe)
Saçım uzunsa ben de tesettüre girmeli miyim? Ya da kadınlar artık neden tesettüre gereğince önem vermez oldular?
Eskiden "Berber" denilen yerlerin adı neden "coiffure" oldu? Saç kesenlere "hair designer" deniliyor. Odtü mezunu mu bu arkadaşlar?
Saçmalama denilirken neden "saç" vurgulanıyor? "Kısa kes" demek için mi?
Av tüfeklerinin mermisinin adı niye saçma peki?
Wısshhhh!
Ulan memlekette ne çok kafa yorulması gereken konu varmış, meğerse.
Fehmi abiniz)))

24 Ekim 2018 Çarşamba

NASIL PARA KAZANILIR?

NASIL PARA KAZANILIR?

ÖNÜNDE-SONUNDA PES EDECEK ZULÜM!


EN KÖTÜSÜ DE GİDECEK BİR YERİNİN OLMAMASIDIR İNSANIN.
ADRESSİZ KALMASIDIR.
ONUN İÇİN BİR BİR ALIYORLAR KAVRAMLARIMIZI ELİMİZDEN.
İFADESİZLİĞİMİZ ONDAN!
*
EN KÖTÜSÜ GÜVENECEK KİMSESİ KALMAMASIDIR İNSANIN.
YALNIZ KALMASIDIR.
ONUN İÇİN BİR BİR DÜŞMAN BIRAKIYORLAR BİRBİRİMİZE.
TAKATSİZLİĞİMİZDE, ÜRKEKLİĞİMİZDE, KORKAKLIĞIMIZ DA ONDAN!
*
EN KÖTÜSÜ DE ÇARESİZ KALAKALMASIDIR ONCA İMKAN İÇİNDE İNSANIN.
MECALSİZ KALMASIDIR.
ONUN İÇİN BİR BİR UMUTLARIMIZI VE HAYALLERİMİZİ ALIYORLAR ELİMİZDEN.
SUSKUNLUĞUMUZ ONDAN!
*
KÖTÜSÜ KÖTÜLERİN HAKİMİYETİ!
KÖTÜSÜ İYİLERİN SUSKUNLUĞU!
KÖTÜSÜ İYİNİN KÖTÜSÜ!
AH BE HAYAT!
DOST BİLDİKLERİMİZ ÖMÜR TÖRPÜSÜ!

FEHMİ DEMİRBAĞ
ÖZEN GÖSTEREN ANNELERİN NESLİ!
YEDİKLERİMIZLE ZEHİRLENDİK.

Parasını veriyorduk…
Ama “yardım” diyorlardı…
Süt tozundan bahsediyorum.
İlkokullarda dağıtılan un ve süt tozu gibi gıda torbalarının üzerinde görülen toka yapan eller figürüyle, çocuklara Amerika'yı ne kadar sevdiğimizi anlatan şarkılar söyletiliyordu...
Oyunu bir kişi bozdu Osman Nuri Koçtürk…
İlk isyanı, kendi ülkesinin sütü yerine, ABD'nin gönderdiği üretim artığı süt tozlarının dağıtımına karşı çıkması oldu...
Ülkesinin özkaynaklarının baltalanacağını, kendi ülke insanının bu şekilde başka bir ülkenin eline bakacağını ve karnını bu şekilde doyurmaya mecbur tutulacağını öngördü...
Üretim artığı, kendi pazarlarında tüketilemeyecek kadar kalitesiz olan etler, süt tozları ve tereyağlar, Türkiye'de tüketilmiş ve Amerika kendi ülkesinde para etmeyen maddelerini bizim sırtımızdan paraya çevirmişti...
İthal edilen ürünler kalite kontrolleri bile doğru düzgün yapılmadan halka satıldı...
Gerçekleri her yerde söyleyip yazan Osman Nuri Koçtürk, süt tozu, içerisinde kanser yapabilen aflatoksin mantarını ortaya çıkardı ve yıllar sonra yasaklanmasını sağladı...
Soya fasulyesi olarak anılan soya, baklagiller familyasından bir toprak ürünü. M.Ö. 2838'de Çin İmparatoru Shen Nung, soya fasulyesinden 300 kadar ilaç ve şifa verici madde üretti. Asırlarca Doğu'nun beslenmesinde önemli rolü olan soya fasulyesi 19. yüzyılda Amerikalı araştırmacıların dikkatini çekti ve ABD'de üretilmeye başlandı...
Ve sonra Amerika ekonomisinin en önemli dayanağı haline geldi ve soya endüstrisi kuruldu...
1960 başında ABD soya fasulyesi üretiminde dünya birincisi oldu ve soya ürünleri fazlalığına pazar açma çabası içine girdi. Ne yaptığını artık tahmin ediyorsunuz; Türkiye'nin soya ekimine karşı çıktı ve Türkiye'ye soya yağı ihraç etti!
Tabii ki ithal soya yağı ayrıca margarin olarak evlere girdi...
Osman Nuri Koçtürk'ün ikinci isyanı, ABD'nin dayattığı soyaya oldu. Çünkü…
ABD, süt tozunda olduğu gibi yine “yardım” adı altında Türkiye'ye çok ucuza soya yağı satınca yerli tereyağı-zeytinyağı pazarı zarara uğradı.
Tüketilen sert yağın miktarı, sıvı yağa göre yükseldikçe kalp ve damar hastalıklarına neden oluyordu. Hidrojenlenmiş yağların kullanılmasıyla ortaya çıkan bu sağlık sorunları sonucunda ABD'de, tüketimde büyük azalmalar olmuştu. Amerikalılar, İtalya, Fransa gibi likid yağ kullanmaya başladı...
Osman Nuri Koçtürk, soya yağına karşı özellikle radyo yayınlarıyla halkı uyandırdı. Bu arada sürekli halka tarhana yemeyi öğütlediği için adı, “Tarhana Osman”a çıktı ..
Fakat… Margarinlere karşı zeytinyağını savunmasının ardından önce radyo yayınlarına son verildi. Ve Konya'ya yaptığı bir gezi sırasında saldırıya uğradı; öldürülmek istendi; saldırıdan şans eseri kurtuldu...
Soya yağı konusunda yaptığı araştırmalar sonucunda gösterdiği haklı tepkiler üzerine 1962'de Amerikan Soya Birliği davetlisi olarak katıldığı bir ABD gezisinde Osman Nuri Koçtürk'ün fikirleri değiştirilmeye çalışıldı. Kendisine yapılan baskılara kayıtsız kalınca da, ölüm tehditlerine kadar varan tepkilerle karşılaştı.
Hiç geri adım atmadı Ölümüne zeytinyağını savunmaya devam etti…
Norman E. Borlaug “Yeşil Devrim”in babasıydı…
Nobel Ödülü sahibiydi.
Rockefeller Vakfı ile birlikte Buğday Geliştirme Programı'yla Meksikalılara tarım öğretti!
Osman Nuri Koçtürk'ün üçüncü isyanı, Meksika‘nın Sonora bölgesinde yetişen, hibrit tohumlu “Sonora buğdayı”nın Türkiye'ye getirilmesine oldu. İlk getirenler Tarsuslu Eliyeşil Ailesi oldu. Devlet Planlama'da çalışan Turgut-Korkut Özal kardeşler Tarsus'a giderek ekimi yerinde gördüler...
Türkiye tarım ülkesiydi ama henüz “modern teknolojilerle” pek tanışmamıştı; mekanizasyon, kimyasal gübreler, hibrit tohumlar vs. bilinmiyordu...
Kağıt üzerinde her şey iyi gözüküyordu; ABD, “Yeşil Devrim” projesi ile çeşitli hastalıklara karşı direnç kazandırılan dayanıklı tohumları gübreler ve ilaçlarla birlikte gelişmekte olan ülkelerin buğday ihtiyacını giderecekti! Buğday çeşitleri Pitic 62, Penjamo 62, Sonora 64, Lerma-rojo 64, Siete Cerros, Super X dünyaya dağıtıldı...
Osman Nuri Koçtürk, bunun büyük bir yalan olduğunu; bu buğdayların toprak ve insan sağlığını tehlikeye soktuğunu söyledi...
Türkiye'nin bu tür maceralara girmesiyle tarımının yok edileceğini yazdı...
Türkiye'nin beslenme sorunlarını ilk ele alan Koçtürk elbette sadece Türkiye değil, dünya gıda tarihinde de araştırmalar yaptı.
Koçtürk yaşamı boyunca; işçi sağlığı açısından yanlış ve eksik beslenmenin sonuçlarını inceleyip, koruyucu hekimliğin önemini anlattı.
SSK'nın ilaç fabrikası kurmasını, asgari ücretin belirlenmesinde işçi ailelerinin beslenme ihtiyaçlarını karşılabileceği kadar olması
gerektiğini savundu...
1966'da Tabii Senatör Haydar Tunçkanat tarafından açıklanan ve basında “Türkiye'de Nötralize Listesi” olarak adlandıran CIA raporunda, Türkiye'de pasifize edilmesi gereken isimler arasında gösterildi ve istenmeyen adam ilan edildi...
12 Eylül darbesinden sonra kötü günler yaşadı; bir süre gözaltında tutuldu. İşkence gördü. Serbest bırakılmasının ardından içe dönük bir hayatı yaşamayı tercih etti...
4 Nisan 1994…
Yurtsever Türk aydını Osman Nuri Koçtürk Ankara'da vefat etti...