11 Aralık 2020 Cuma

 TÜRKİYE'de SOSYALİST VE KOMİNİST HAREKETİN KEMALİZME EVRİLMESİ

Uzun uzun ele alınması gereken konuya yalnızca bir giriş kavlinden kabul edin bu satırları. Bilemiyorum vakit bulabilirsem irdelemek istediğim konuların başında geliyor bu konu.
Aslında bugünlerin meselelerinin uzantısını İstanbul'un işgal günleri olan "mütareke yıllarında" aramak lazım.
Bir de Sebatay Sevi konusunu derinlemesine irdelemeli ki onun özellikle Avrupa tarihi üzerindeki etkisini de görmeli. Genç rejime olan etkilerini de tetkik etmeliyiz.
Mütareke İstanbul’unun nüfus toplamı 1.200.000 dolaylarındaydı. Bunun yarısı Müslümanlar, 400.000’e yakını Rumlar, 120.000’e yakını Ermeniler, 45.000’i Yahudilerdi; ayrıca yabancılar ve Levantenler vardı. (İstanbul’da yerleşik Rumlar zorunlu nüfus mübadelesinden istisna edildikleri hâlde, 1927’de yapılan Cumhuriyet’in ilk sayımında 120.000 kişi anadillerini Rumca olarak beyan etmiştir; Rum-Ortodoks Kilisesi’ne bağlı olanlar herhâlde 200.000 kadardı.) Balkan savaşlarından sonra İstanbul’a büyük bir göç dalgası gelmişti. Mütareke sırasında hâlâ o dalgadan kalan Müslüman sığınmacılar vardı. 1917 Bolşevik Devrimi’nden itibaren bir takım Rus soyluları ve varlıklıları İstanbul’a sığınmaya başlamışlardı. Çarlık yanlısı ordular, Kızılordu karşısında yenilgiye uğrayınca, İstanbul’a büyük sayılarda sığınmacı akını oldu. (Özellikle 1920 güzünde Kırım’dan sürülen Vrangel ordusu). Bunlara “kızıl karşıtı” anlamında “Beyaz Rus” denildi. (Yoksa, bu terimin aynı adla anılan eski SSCB’nin bir öğesi olan -başkenti Minsk- Belaruslukla ilgisi yoktur.) Beyaz Ruslar geçici olarak İstanbul’dan başka Gelibolu ve Kuzey Ege adalarına da yerleştirildiler. İstanbul’daki Beyaz Rusların çoğunluğu 1923’te Fransız vizesi alarak ülkeden ayrıldılar, ama şehrin yaşamını çok etkilemişlerdi: pastane kültürü, kokain, “haraşo” denilen fahişeler ve onlarla yayılan zührevi hastalıklar hep onların mirası oldu. Beyaz Ruslarla İstanbul’da Osmanlı yetkililerinden çok, Çarlığın savaştaki bağlaşıkları olan işgal kuvvetleri ilgilenmişti. Beyaz Ruslar giderken Spasibo (Teşekkür) başlıklı Fransızca bir kitap yayımladılar.
I. Dünya Savaşı’nın son günlerinde Mezopotamya cephesindeki Yıldırım Orduları komutanlığını Liman von Sanders’ten devralan Mustafa Kemal Paşa Nablus bozgunu sonrası askerlerini geride bırakarak İstanbul’a gelmiş ve Şişli’de bir ev kiralamıştı. Bir süre, iyi anlaşabileceği arkadaşlarıyla birlikte Ahmed İzzet Paşa Kabinesi’nde harbiye nazırı olmak için çevreyi yokladı. Daha sonra, evine çağırdığı Rauf (Orbay) Bey, Kâzım Karabekir ve Ali Fuat (Cebesoy) paşalar gibi dostlarıyla ülkeyi bağımsızlığa kavuşturma yollarını tartışmaya başladı. Bir yandan da, Fethi (Okyar) Bey’le birlikte, eleştirel yorumlar yapan Minber gazetesini çıkarmaya koyuldu. Ordu büyük ölçüde dağılmıştı; batıda efe/zeybek çeteleri kendiliğinden Yunanlılara karşı direniş başlattılar. Mustafa Kemal bir kurmay subay olarak bir an önce nizami ordulardan yardım almak istiyordu. Yardım için başvurabileceği tek ülke Sovyet Rusya’ydı. Çarlık dağılınca Kafkasya’da Bolşevik karşıtı rejimler ortaya çıkmıştı: Ermenistan’daki Taşnak, Gürcistan’daki Menşevik, Azerbaycan’daki Müsavat hükûmetlerini İngiltere destekliyordu. Böylelikle, Rusya ile Türkiye arasında bir duvar oluşmuştu. Mustafa Kemal Paşa, bu “Kafkas Seddi” yıkılırsa, Sovyet yardımı sağlanabileceğini doğru olarak görmüştü.
Yani İngiliz ve Rus güdümünün tohumları atılıyordu. İngiliz güdümü yeni kurulacak devletin aklını Rus güdümü ise gönlünü yönetiyordu.
Kapitalizmin ve Kominizmin ortak arenasıydı artık Devlet-i Ali'nin bakayası Anadolu toprakları.
Detaylandıralım.
II. Meşrutiyet Dönemi’nde 1910-1912 yıllarında Osmanlı Sosyalist Fırkası’nı kuran ve haftalık İştirak dergisini yayımlayan Hüseyin Hilmi ve onu Paris’ten destekleyen Dr. Refik Nevzat 1913’te İttihat ve Terakki’nin tek parti diktatörlüğünü kurmasıyla biri yurt içinde öteki yurt dışında sürgün olmuşlardır. Mütareke Dönemi’nde İştirakçi Hilmi 1919 Şubat’ında Türkiye Sosyalist Fırkası (TSF) adıyla eski örgütünü diriltmiş ve İdrak gazetesini çıkarmaya başlamıştır. Bu dönemde işçileri örgütleyerek onlara başarılı grevler yaptıran Hilmi’ye rakipler çıkmıştır: Sosyal Demokrat Fırka, Mesai Fırkası, Türkiye İşçi Sosyalist Fırkası, Müstakil Sosyalist Fırka ve benzeri örgütler. 1920 Mayıs’ında herhangi bir etkinlik gösteremeyen TSF 1921 ve 1922 İşçi bayramlarında önemli roller oynamıştır.
I. Dünya Savaşı yıllarında öğrenci, işçi ve stajyer olarak Almanya’da bulunan birçok Türkiyeli, Mütareke’de oradaki sosyal olaylardan etkilenerek Berlin’de Türkiye İşçi ve Çiftçi Fırkası’nı kurmuş ve 1919 Mayıs başında Kurtuluş dergisini yayımlamıştır. Bir iki hafta sonra çoğu İstanbul’a dönen bu gençler, orada Fransa eğitimli birtakım başka aydınlarla birleşerek Eylül sonlarında yine Kurtuluş adını verdikleri aylık bir dergi çıkarmaya başlamış ve Berlin’deki partinin adına bir de “Sosyalist” ekleyerek Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası’nı (TİÇSF) kurmuşlardır. 1920 Şubat’ına kadar beş sayısı çıkan İstanbul Kurtuluş’u Mütareke’nin ikinci alt dönemine girilmesiyle kapatılmıştır. Bu çevre 1921’in ikinci yarısından itibaren yine aylık Aydınlık dergisini çıkarmaya koyulmuştur. (Bu dergi bazı kesintilerle Takrir-i Sükûn dönemine kadar 31 sayı yayımlanacaktır.)
TSF’nin örgütlediği 1921 yılının 1 Mayıs’ı şehri işgal altında tutan yabancı güçlere karşı bir protesto niteliği de taşıyarak tramvay, şehir hatları vapurları, banliyö trenleri, Feshane, Baruthane, Zeytinburnu fabrikalarında çalışan işçilerin katılımıyla kutlanmıştır. 1 Mayıs 1922 çeşitli sol partilerin, (TİÇSF tarafından kurulan) Türkiye İşçi Derneği’nin, (Rum ağırlıklı) Beynelmilel İşçiler İttihadı’nın, esnaf cemiyetleri temsilcilerinin vb. oluşturduğu bir kurul yönetiminde Kâğıthane’ye bir yürüyüşle başlamış ve orada çeşitli nutuklar söylenmiştir. 1 Mayıs 1923 öteki sol örgütlerin yanı sıra Umum Amele Birliği tarafından (daha çok Gazi’yi ululama havası içinde) kutlanmıştır. [Şakir Rasim’in önderliğindeki bu işçi sendikaları federasyonu girişimi, gelişen solcu hareketi (henüz “Cumhuriyet” nitelemesini adına katmamış olan) Halk Partisi’nin yörüngesinde toplamayı amaçlıyordu; fakat Halk Partisi’nin içindeki muhalif bir kanada umut bağladığı için kısa sürede engellenecekti.] TİÇSF çevresinin yayınladığı 1 Mayıs 1923 bildirisi büyük bir komünist tutuklamasına yol açmıştır. (Buradaki sanıklar, Hiyanet-i Vataniye Kanunu’nun İstanbul’da usulüne uygun biçimde yürürlüğe konulmamış olduğunu savunmuşlardı. Ancak, daha sonra Lozan Antlaşması’nın öngördüğü af yasası kapsamına sokularak cezadan kurtulmuşlardır.)
Mütareke İstanbul’undaki sol ve işçi hareketi, Komintern güdümlü aydınlar ile sendikal hakları savunan emekçiler tarafından yürütülmüştü. Ama hareketin geneline, işgal koşullarına karşı (antiemperyalist denilebilecek) bir ulusalcı renk egemendi. Ayrıca o dönem İstanbul’unda hem işsizlik hem de işçi eksikliği vardı. Yani işçi ücretleri çok düşüktü. Trakya’daki ocaklarından linyit çıkarılarak Silahtarağa Elektrik Santrali’ne getirilmesi gerekliydi. Bu duruma bir çare olması için, İngilizler Çin’den köle iş gücü gibi başlarındaki adamların emrinden çıkmayan işçiler getirmişlerdi. (Basında, “Bari Çinli Müslümanlardan olsunlar da daha kolay uyum sağlasınlar” diye yorumlar çıkmıştı.)
Bugünün CHP'sinin de haleti ruhiyesi bu minval üzeredir. Aklı ve kıblesi batı, akaidi ise bir dinsizlik abidesi olan kominizmdir.
Son süreçte ise eyyami!
Yazıya devam edeceğiz fırsat bulursak.
İyi okumalar!
FEHMİ DEMİRBAĞ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder