30 Ekim 2022 Pazar

MÜSLÜMAN TÜRK MİLLETİNE ÇAĞRIMDIR!

Esirgeyen ve bağışlayan Rabbimin adıyla; EY İMAN ETMİŞ OLANLAR, EY MÜSLÜMANLAR, İÇİNİZDEN OLMAYANLARDAN, SİZE YABANCI KİMSELERDEN KENDINIZE DOST KABUL ETMEYİNİZ! ÇÜNKÜ ONLAR, SİZLERE KARŞI ZARAR ZİYAN VERMEKTEN, ARANIZA FİTNELER, FESADLAR SOKMAKTAN HİÇ BİR VAKİT GERİ DURMAZLAR. ELLERİNDEN GELEN FENALIKLARIN HİÇ BİRİNİ SİZDEN ESİRGEMEZLER. SİZİN SIKINTILARA, MUSİBETLERE, FELÂKETLERE UĞRAMANIZI İSTERLER. GÖRMÜYOR MUSUNUZ, HAKKINIZDA BESLEDİKLERI DÜŞMANLIK AĞIZLARINDAN TAŞIP DÖKÜLÜYOR. BUNUNLA BERABER YÜREKLERİNDE, SİNELERINDE GİZLEMEKTE OLDUKLARI KİNLER, GAREZLER, HUSÛMETLER, O BİR TÜRLÜ ZABTEDEMEYIP DE AĞIZLARINDAN KAÇIRMAKTA OLDUKLARI DÜŞMANLIKTAN ÇOK BÜYÜKTÜR, ÇOK ŞİDDETLİDİR. EĞER SİZLER AKI KARADAN, İYİYİ KÖTÜDEN SEÇER, HAYRINI, ŞERRİNİ DÜŞÜNÜR AKLI BAŞINDA ADAMLARSANIZ BU HIKMETLERİN, BU İBRETLERİN GEREĞİNCE HAREKET EDEREK HEM DÜNYADA, HEM AHİRETTE SELÂMET BULURSUNUZ. *** EY MÜSLÜMANLAR, SİZİN İÇİN YUKARIDA MEALİNİ VERMEYE ÇALIŞTIĞIM ALLAH'IN BUYRUKLARINA UYMAKTAN BAŞKA SELÂMET YOLUMUZ YOKTUR. Memleketin sevk ve idaresinde takib edilecek hareket yolu da, siyaset kuralı da... tabiatıyla bireysel ilişkilerimizde de hassasiyetlerimiz bu çerçevede olmalıdır. İnsanların mümin, müşrik, münafık, kafir ve fasıklar olarak değerlendirilmesi esastır. Hem birey hem toplum aynı özellikleri içerir, bu kalıpların hacmiyle... Hasılı; ‘-Ey mü'minler, size ellerinden gelen fenalığı yapmakdan çekinmeyen, bu hususta hiçbir fırsatı kaçırmayan, dininize yabancı kimseleri kendinize sırdaş, dost, arkadaş kabul etmeyiniz. Bunların sureti hakdan görünerek size güleryüz göstermelerine, hayrınızı ister gibi tavırlar takınmalarına asla kapılmayınız. Onların gece gündüz isteyip durdukları sizin felaketinizden, yıkılmanızdan, esaretinizden başka bir şey değildir. Baksanıza, size karşı kalplerinde besledikleri, düşmanlık o kadar dehşetli ki bir türlü zabtedemiyorlar da ağızlarından kaçırıyorlar. Hâlbuki yüreklerinde kök salmış olan düşmanlığı, ağızlarından taşan sözlerle bile kıyaslamak mümkün değildir;nefretleri ondan çok fazladır, çok şiddetlidir. İşte bütün bu gerçekleri, uyarmak adına sizlere açıktan, açığa tebliğ ediyoruz, bildiriyoruz. Eğer aklı başında insanlarsanız, eğer dünyada ve ahirette zelil olmak, hüsranda kalmak istemezseniz ancak Allah'ın uyarıları gereğince hareket ederek kurtulursunuz.’ Bu âyeti celile Âli İmran Sûresindedir. Tevbe Suresi’nde de; ‘Ey Müslümanlar, Cenâb-ı Hak içinizden hak yolunda gayrette bulunanları, Allah ile onun resulunden, bir de mü'minlerden kendisine dost edinmeyenleri görmedikçe sizler öyle başı boş bırakılacak mısınız, zannediyorsunuz?’ Bu iki âyeti celileden başka diğer âyeti kerime daha vardır ki hep aynı ruhtadır. KARDEŞLERİM; Bizim bu değerlendirmelerimiz; ‘acaba diğer milletlere karşı biraz şiddetli davranılmıyor mu? Yabancılar hakkında daha, merhametli olmak icab etmez mi idi?’ gibi düşüncelere sebebiyet verebilir. Öyle ya, gözümüzü açtık ‘Avrupa medeniyeti, Avrupa irfanı, Avrupa adaleti, Avrupa efkâr-ı umumiyesi’ nakaratından başka bir şey işitmedik. Kiminin adaleti, kiminin hamiyeti, kiminin dehası, kiminin ilerlemesi kulaklarımızı doldurdu. Lisan bilenlerimiz doğrudan doğruya bu heriflerin eserlerini, bilmeyenlerimiz tercümelerini okuduk. Çizgi filmleri, sinemaları, hayatımızı kuşatan markaları, edebiyatları,hele edebiyatlarının ahlâkî, insanî, sosyal konuları pek hoşumuza, gitti. Yazarların ahlakî kıymetlerini ve insaniyelerini, eserleriyle ölçmeye kalkıştık. İşte bu kıyaslamadan itibaren aldanmaya, hatadan hataya düşmeye, başladık. Bu adamların sözleriyle özleri arasında asla münasebet, benzerlik olamıyacağını bir türlü düşünemedik. İşte okuyup yazanlarımızın çoğuna sonradan gelip yapışan bu hata batılılaşma ve çağdaşlaşma adı altında tüm toplumumuza nüfuz etti. Özellikle Müslümanların yaşadıkları coğrafyalara baktığımızda...Yani Asyanın ve Afrikanın ‘Avrupalı / Batılı’ dediğimiz "gelişmiş ülkelerin" diğer milletleri esaret altına, tahakküm altına aldıkları biçare insanlara karşı reva gördükleri zulmü, gadri, hakareti görmezden gelme ancak insani özelliklerden sıyrılma ile mümkündür. "BAĞNAZLIKTAN HİÇ HABERİ OLMAYAN TEK MİLLETİZ” Avrupalıların ilimleri, irfanları, medeniyetteki, sanayideki ilerlemeleri inkâr olunur şey değildir. Ancak insaniyetlerini, insanlara karşı olan muamelelerini kendilerinin maddiyattaki bu ilerlemeleriyle ölçmek katiyyen doğru değildir. İddiam odur ki; heriflerin ilimlerini, fenlerini almalı fakat kendilerine asla inanmamalı, asla kapılmamalıdır. Bunların bütün insanlara bilhassa Müslümanlara karşı öyle kinleri, öyle husûmetleri vardır ki, hiçbir suretle sakinleştirmek imkânı yoktur. Seküler ya da laiklik görüntüsüyle güya dinsiz geçinirler. Hürriyeti vicdan diye kâinatı aldatıp dururlar. Hele biz Müslümanları, biz şarklıları taassubla itham ederler dururlar! Heyhat, dünyada bir müteassıb / yoz-yobaz millet varsa Avrupalılardır, Amerikalılardır. Taassubdan hiç haberi olmayan bir millet isterseniz o da bizleriz. KARDEŞLERİM! Bilirim ki bu sözlerim sizin senelerden beri avutulmuş, uyutulmuş fikirlerinize biraz aykırı gelecektir. Onun için bir iki misal getirmek icab ediyor: Bilirsiniz ki bizim 1.dünya savaşına girmemizden en çok istifade eden bir millet varsa o da Almanlardı. Şunu hatırlatayım ki ‘dünya savaşına girmek mi lâzımdı, girmemek mi iyi idi, girmeden durabilir mi idik, biraz daha geç mi girmemiz uygun idi? …’ gibi meselelerin hiçbirini konu edecek değilim. Onu değerlendirmek artık vicdanlı tarihçilerin işidir. Ortada bir olay var ki biz Almanlarla birlikte olarak harbe girdik. Yüzbinlerce şehit verdik. Yüzbinlerce aile ocağı söndü. Milyonlarca servet kaynadı gitti. Şimdi; Almanlar için ne lâzım geliyordu? Ne yapacaklardı? Şüphesiz bütün dünyanın, bütün dünyadaki milletlerin kendilerine harp ilân ettikleri bir zamanda böyle tek ortakları, destekçileri olan bizleri sinelerine basacaklar, bütün gazeteleriyle, bütün kitaplarıyla, bütün yazar-çizer tayfalarıyla, sanatçılarıyla bizi alkış, teşekkür tufanları içinde boğacaklardı. Heyhat! *** Bundan sonrasını dünya savaşının ilk senesinde Almanya'ya giden Akif merhum anlatıyor; " Bir görev ile Berlin’e gitmiştim. O aralık Almanya hükümeti bize dedi ki: ‘-Bizim millet meclisimizde bilhassa katolik vekiller kıyamet koparıyorlar: Almanlar gibi ilerlemiş, fen bilgisi olan bir millet nasıl oluyor da Müslümanlar gibi Türkler gibi vahşilerle ittifak ediyorlar? Bu, bizim için alçaklık değil midir?...’ diyorlar. ‘Aman, makaleler yazınız, eserler yazınız, biz onları Almancaya tercüme ettirelim. Ta ki Müslümanlığın da bir din, Müslümanların da insan olduğu bunların nazarında anlaşılmış olsun.’ Almanya hükümeti haklı idi. Çünkü Alman milleti nazarında Müslümanlık vahşetten, Müslümanlarsa vahşilerden başka bir şey değildi. Onların gazetecileri, romancıları; hele ‘müsteşrik/doğubilimci’ denilip de doğu lisanlarına, doğu fen ilimlerine, doğu ahlâk ve adetlerini biliyor geçinen adamları mensup oldukları milletin fikirlerini asırlardan beri bizim aleyhimize o kadar müthiş bir surette zehirlemişlerdi ki arada bir anlaşma, bir barışma olmasına imkân yoktu. Biz o sırada kendimizi onlara tanıtmak için tabiî elden geldiği kadar çalıştık. Lâkin tamamıyla başarılı olduğumuzu asla iddia edemem. Heriflerin taassubu yaman! Kökleşmiş bir takım kanaatler hakkı görmelerine mani oluyor. Harp esnasında bilirsiniz ki Almanya imparatoru İstanbul’a gelmişti. Biz safderun Müslümanlar halifenin ortağı sıfatıyla o misafire karşı nasıl hürmette, nasıl ikramda bulunacağımızı şaşırdık. Bu şaşkınlıkta o kadar ileri gittik ki hilâfetin merkezi, yani İstanbul’un minarelerini kandil gecesi imiş gibi kandillerle donattık. ‘Alman dostluk yurdu binası kurulacak.’ denildi. Bol keseden bir kaç camimizi heriflere peşkeş çektik.. Ha! Gelelim bizim bu gibi fedakârlıklarımıza karşı gördüğümüz karşılığa! Düşmanlar Kudüs’ü bizim elimizden gasbettikleri zaman bu felâket dünya savaşı üzerine büyük bir etki yapmıştı. Yani Filistin cephesinin bozulması muharebe terazisini düşmanlarımızın tarafına epeyce eğdirmişti. Dolayısıyla güya dostumuz olan Almanlarla yine Almandan başka bir şey olmayan Avusturyalıların bu işten bizim kadar üzülmüş olmaları gerekirdi. KARDEŞLERİM! İşe bakın ki; ‘Kudüs, ister İngilizlerin eline geçmiş olsun, ister bu memleketin düşman eline geçmesi, bu cephenin bozulması yüzünden savaş bizim hesabımıza kaybolsun, tek Müslümanların elinde, Türklerin elinde kalmasın da düşmanımız da olsa, dindaşımız olan İngilizlerin eline geçsin,’ diyerek Viyanalılar şenlik yaptılar. Evlerini donattılar. Bu maskaralığı men edip yakılan elektrik fenerlerini söndürünceye kadar Avusturya hükümetinin göbeği çatladı. Artık taassubun hangi tarafta, hürriyetin, müsamahakârlığın hangi, tarafta olduğunu bu misallerle de anlayamazsanız kıyamete kadar anlayacağınız yoktur. Fehmi Demirbağ (Mehmet Akif Ersoy'un Nasrullah kürsüsünden isimli vaazından uyarlanmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder