TARİH SIR SAKLAMAYI BECEREMEZ
24 yaşındaki, Güney Afrika Cumhuriyeti Cape Town Üniversitesi öğrencisi Nkosinathi Nkomo
üniversite harcını ödemekte zorlanıyordu ve ufak tefek bazı işler yaparak geçimini sağlıyordu.
Bu arada, oldukça uygun koşullarda, kirli suyu arıtma yolu/metodu buldu ve bunu bir su arıtma şirketine bildirdi.
Çok kısa bir süre sonra, Nkosinathi yüksek bir binanın üst katından yere düşerek öldü.
Polis "olayda kasıt olduğuna dair herhangi bir kanıt bulunmadığı"mı bildirerek olayı kapattı.
Bir kaç ay sonra, o şirket piyasaya Nkosinathi'nin metodunun hemen aynısı olan yeni bir su arıtma cihazı sürdü ve büyük ciro, kar elde etti.
Afrikalıların, Hintlilerin, Arapların, Türklerin, Kızılderililerin, Aborjinlerin, müslümanların özgüvenini yerine getirecek her girişim behemahal engellenmelidir ve engellenir.
Yoksa, batılıların üstünlüğü imajı zarar görür. Doğrudan veya dolaylı olarak sömürdükleri/yönettikleri bu ülkelerdeki halk "yahu biz de normal insanız, batılıların aşağı kalır yanımız yok" diye düşünür. Onca emek boşa gider.
"Adamlar Ay'a gidiyor; biz nelerle uğraşıyoruz" teranesi güme gider.
"Bizden adam olmaz, kırmızı ışıkta durmuyor; yerlere çöp atıyor, sümüğümüzü kolumuza sürüyoruz" demekten vazgeçeriz.
100 yıldır, sadece kötü yönlerimiz, eksikliklerimiz, hem de abartılarak, gündeme getirilir ve tekrarlanır.
Batılıların kötü yönleri sansürlenir, küçültülür ve unutturulur.
Batıda çocuklara cinsel tecavüz bizdekiden 50 kat fazladır; ama bizde 500 kat fazla gündeme getirildiğinden biz dünyanın en ahlaksız toplumu olduğumuza inandırılız.
Hırsızlıkta birinci İsrail, ikinci İrlanda, 3. Belçika'dır. Ama, bunu kimse bilemez. Kimse söylemez ki zaten.
Bizde eğitim yerlerdedir. Halbuki ABD'de yerin de altındadır. İlkokul öğretmenlerinin yarısı öğretmen değil, berber, çiftçi, garson, peyzajcıdır. Yokluktan, öğretmen olarak çalıştırılmaktadır. İlkokul 4.sınıf öğrencilerinin %47'si okuyamıyor ve yazamıyor ABD'de.
Sadece ilk ve ortaokulların bina tamiratı için 600 milyar dolar gerekli. Ama, 60 milyar dolar dahi tahsis edemiyor devlet.
Gültekin Türkmenoğlu kardeşimizin kalemine sağlık.
Hep söylüyorum; batının ne mal olduğunu da kendi milli benliğimizi de tanımak bilmek zorundayız.
Bu bilgi kirliliği ruhların zehirlenmelerine neden oluyor.
Vesselam...
...
Konuyu açalım mı, biraz?
Sabırla okumaya devam edin lütfen!
...
Bütün Dünya Yahudi merkezli İngiliz Püriten Mezhebi'nin etkisi ve kontrolü altındadır.
Püritenler, kendilerini Eski Ahit'e öylesine kaptırmışlardı ki, Amerika'ya New England (Yeni İngiltere) yerine New Israel (Yeni Israil) adını vereceklerdi.
Puritenizm Amerika'nın kuruluşunda böylesine önemli rol oynayıp, "Amerikan ruhunu şekillendirirken", bu ülkeye "yahudici / yahudi sempatizani" (judaizer) misyonunu da yükledi elbet. Püritenlik, daha sonra gelişen tüm Amerikan protestanlığını da etkisi altına almıştır.
Püritenler, Yeni Dünya'ya Muharref Tevrat'in içerdiği vahset boyutunu da getirmişlerdir. DeğiştirilmişTevrat, yahudilerin, Filistin'i sözde haksız olarak gasp etmis Kenan halkına karşı girişecekleri savaşta uygulamaları gereken bazı vahşet emirleri içerir. Bu vahşet emirleri, geçmis yıllarda Israil ordusu tarafindan Filistinliler'e karşı uygulanmıştır. Kendilerine rehber olarak Tevrat'ı kabul etmiş olan Püritenler de, Amerika topraklarından uyguladıkları vahşetler için Tevrat emirlerini referans kabul etmişlerdir. Noam Chomsky, (Yıl 501: İşgal Sürüyor) adlı kitabında Amerikan yerlilerinin Kristof Kolomb'la başlayan baskı ve "etnik temizlik" dolu tarihine el atıyor. Püritenlerin, Amerikayı "Vaadedilmis Toprak" olarak gördüklerini, üzerindeki Kızılderilileri de "Kenan Halkı" saydıklarını bildirdikten sonra, Püriten vahşetini söyle anlatıyor:
"New England'daki ilk büyük soykırım hareketlerinden biri, 1637'de Pequot Kızılderilileri'nin yok edilmesiydi. Sömürgeci Püritenlerin, uyguladıklari bu vahşeti göklere çıkaran resmi açkklamaları ise şöyleydi: 'Yeryüzü cennetinde Tanrı'nin istemediıi bu Pequot yerlileri temizlendi. Öyle ki, sükürler olsun, artık Pequot ismi taşıyan kimse kalmadı.'
Bugün, 'Tanrı'nin izni altında' yurduna bağlılık yemini eden her Amerikan çocuğu, aslında, bu katliamı uygulayan Püritenlerin taşıdığı retoriği ve Eski Ahit'ten (Tevrat) kaynaklanan düşünceyi ödünç almaktadır. Püritenlerin Eski Ahit'ten aldıkları düşünce ise şudur: 'Bilinçli bir biçimde, Tanrı'nın seçilmis halkına ait olan Vaadedilmis Topraklar'daki Kenan halkın yok etmek'.
Buraya kadar bir giriş yapmış olalım. Olayı nereye bağlayacağımı birazdan anlayacaksınız.
Tüm Evrenin dört element ve bu elementlerin birleşimiyle yaratıldığı söylenir. Bu dört element dört temel enerjiyi sembolize eder ve evrenden Dünya’mıza kadar her şey bu dört elementin farklı şekilleriyle meydana gelmiştir. Bu dört temel enerji; ateş, hava, su ve toprak olarak geçmektedir.
Ateş elementi hem bir yön'ü hem de bir baş meleği temsil eder; Güney yönü ve Mikail'i.
Hava elementi Doğu yönünü ve İsrafil meleği...
Su elementi Batı'yı...Meleklerden Cebrail'i.
Toprak elementi ise Kuzey'i işaret ederken meleklerden de Uriel'i. Yani Azrail'i.
Bu dört elementi kontrol eden ve tamamlayan beşinci bir element olarakta ruh veya eter-esir geçmektedir. Evrensel düzende bunu incelersek evrendeki “ki” enerjisi ruh, yıldızlar ateş, gezegenler toprak ve kara delik ve diğer cisimler havayı sembolize eder. Bu sadece evren için geçerli değildir.
Ağaç örneğini vermek gerekirse, ağaçlar topraktan aldıkları mineralleri, yine topraktan aldıkları su ile bütünleştirir ve güneş ışığı ve karbondioksit ile besin sağlarlar. Mineraller toprak, kullandıkları su su elementi, güneş ışığı ateş ve karbondioksit havadır. Lakin bir ağacın “yaşıyor” olması o ağaçta bulunan beşinci elemen olan “ruh” sayesindedir. Aynı şekilde insan vücudu içinde dört element şu şekilde sembolize edilir; Kan ateştir, beden topraktır, duygular sudur, nefesimiz havadır ve beşinci öz ise ruhumuzdur, dört elementin enerji devinimine olanak veren asıl kaynak.
Buradan gelelim tekrardan Yahudi inancının hayata olan yansımasına.
Dört Kutsal Şehir, Yahudi geleneğinde Kudüs, El Halil, Tiberya ve Safed'in dördüne birden verilen genel isimdir. 16. yüzyıl'dan beri Filistin'in kutsallığı, başta gömü olmak üzere, bu dört şehre yayılmıştır.
MÖ 10. yüzyılda, Davud tarafından Kudüs, Kutsal Tapınağın yeri olarak belirlendiği zaman ruhani merkez olan bu şehir Yahudiliğin en kutsal şehri oldu. Kutsal Tapınak'ta kurban için sürekli ateş yandığından bu şehir ateş elementiyle bağdaştırılır.
El Halil, ilk Yahudiler olarak kabul edilen İbrahim, Sare, İshak, Rebeka, Yakup ve Lea'nın mezarlıkları burada bulunduğu için ikinci en kutsal şehirdir. Ayrıca bu topraklar, Yahudi halkı için satın alınan iki topraktan biridir (El Halil, İbrahim tarafından Hititlerden, Kudüs de Davud tarafından Yebusilerden satın alınmıştı). Tarihsel olarak Hebron, Davud'un ilk başkentidir. Yahudi atalarının bu şehirde gömülü olması sebebiyle El Halil toprak elementiyle bağdaştırılır.
Safed, özellikle 1492'de İspanya'dan kovulan Yahudilerin akınına uğramasıyla Kabala'nın merkezi haline geldi. Yahudiliğin ruhani ve mistik branşından dolayı hava elementiyle bağdaştırılır.
Tiberya, hem Kudüs Talmudu'nun derlendiği yer olduğundan hem de Masoretlere ev sahipliği yaptığından önem taşır. Fakat, bu şehrin kutsal sayılmasının ana sebeplerinden biri, hahamların 18. ve 19. yüzyılda Tiberya'yı eğitim merkezi haline getirmesidir. Yahudi geleneğine göre kurtuluş Tiberya'dan başlayacak ve Sanhedrin burada tekrar kurulacaktır. Mesih'in Tiberya Gölü'nden yükseleceğine inanıldığı için bu şehir su elementiyle bağdaştırılır.
Yani Yahudi inancını herşeye sirayet ettirmiştir. Şehirlere de.
Misal Fas'ın Mavi Şehir olarak bilinen meşhur yerine bir göz gezdirelim.
İncil'de Yahudiler'e hitaben "Söyleyin İsrailoğullarına, giysilerinin kenarlarına içinden mavi iplik geçen püsküller taksınlar!" ibaresi gereği Yahudiler kendilerine Tanrıyı ve Cenneti hatırlatan mavi püskülleri kıyafetlerine takmaya başlamışlardır. 1930 lu yıllarda İspanya'dan göçüp Fas'ın Şafşavan (Chefchauen) şehrine yerleşen Yahudiler aynı zamanda oturdukları evleri de Mavi'ye boyamaya başlamışlardır. Şimdilerde Yahudi nüfus kalmamasına rağmen şehir bu davranışı geleneğe dönüştürmüş, şehir turistler ve fotoğrafçılar için bir cazibe merkezi olmuştur.
KUDÜS' LE BİRLİKTE TÜM KUTSALLARIMIZ İŞGAL ALTINDA!
6 Aralık 1917...
Kaybederiz Filistin'i.
İşgal Kuvvetleri konutanlarından General Alanby tekmeler Selahaddin'in sandukasını. "Kalk koca Selahaddin! Biz yine geldik! der. Savaşmadan Filistin'i terkeden komutanımız ise Pera Palas'ta aynı general ile ve ortadoğuyu cetvelleyip yeni haritalara bölen Gertrude Bell ile kurulacak yeni devletin özelliklerinin talimatlarını alır. Weizman yüzyılın başlarında ve ortasında kurulan iki ayrı yahudi devletinden bahseder sonraları.
Venilezesosun oğlu'da Osman Gazi'nin sandukasını yakar-yıkar; "intikamımızı almaya geldik" nidalarıyla.
Ki biz ciddiye almasak ta 7 haziran seçimleri sonrası İtalyan basını manşetler atar, son bin yılın Eyyubisini durdurduk diye, reisten için.
Biz de nacizane yırtınır dururuz bir kaç yıldır: 2017 yi işaret ederek... Filistin'in işgalinin 100. yılını işaret etmişimdir. Ya Yavuz Sultan Selim'in Kudüsün fethi olayını...Ya Selahattin'i...ya da deyip biz bir senaryo yazdık. Bir de roman...Düşmanının silahıyla silahlan düsturuyla...Lobi yapalım...kamuoyu oluşturalım...bilgilendirelim diye...Lakin hiçbir abdestli kapitaliste konunun önemini arzedemedik. Komisyon gündemli hiçbir yetkiliye konunun önemini anlatamadık.
Şimdi salın gözyaşlarını, atın sloganları. Kudüs 100 yıldır işgal altında.
Sanki ilkkez işgal ediliyorcasına tuhafcıktan şaşıralım.
Yahudi imalatlı alet edavatlarımızla lanetleyelim yahudiyi.
Rahatlayalım, gazımızı çıkaralım.
6 Aralık 2017...
Trump Kudüsü İsrailin başkenti ilan etti. Ki çoktan Amerikan kongresi bu kararı çıkartmıştı. Aynı kongresi Ermeni soykırımını da tanımıştı.
Kahrolsun Amerika desek te...
Es geçiyoruz...
Tanrıyı kıyamete zorlamaya çalışan siyonistleri ve evangelik hritiyanları. Püriten İngilizlerden kimin haberi var ki? Kraliçenin islamcıları ne dersiniz bu hususa?
Kudüs işgal altında da sanki Kabe değil!
Sanki İstanbul değil...
Kuran işgal altında...Akıllar gönüller...Kimin umurunda?...Biz dünyevileştikçe...leşleşmeye devam edeceğiz, kim farkında!?
Mescid-i aksa...kanımız da aksa, illa mescid-i aksa!
...
süleyman da asa,
güvelenmiş,
şüphe salan,
üçharfliler,
mescid inşaasında,
gayba kefil sanılanlar,
eceliyle peygamberin,
hükümsüz kaldılar!
aldananlar,
binlerce yıl,
yine de,
yalana inandılar!
...
yetimlerin efendisi,
rabbiyle,
randevuda!
isra ve miraç,
münafığa harç!
ve kutsal kılındı,
beyt-ül makdis!
kimine arz-ı mevud!
ah! Davud!
duvarı mabedin,
ağlama duvarı,
kan ağlatanların!
...
burak duvarıda,
o duvarın gölgesinde kaldı,
filistin!
ve bitmez kin,
filizlendi,
kan verdi, ateş,
ve ateşleri söndü ocakların!
...
bana,
mekke demen,
kudüs ve istanbul,
bir de el-hamra!
kiminde çizmeler,
kiminde kültürel işgaller!
varlığımın dört elementi,
boynumda,
iblisin kementi!
...
soluğum kesilir,
kendimden geçerim!
...
hasretindir,
yaşama nedenim!
ilk kıblem!
...
mescid-i aksa,
miraç sebebim,
sen mapusken,
yaşamayı neyleyim!
...
Aksa...kanım damarlarımdan,
nil olur,
fırat olur,
sevdalara akarım!
sen benim...imanım!
Gelelim Amerikanyaya...
AMERİKANYA
Yıl 1786 idi.
İlk defa, ABD bandıralı bir gemi Osmanlı limanlarından birine yanaştı.
Adı “Grand Türk” idi…
İçine taşıdığı yolcular ise, Anadolu’ya ekilmek üzere gönderilen ilk nifak tohumları olan misyonerlerdi.
İlk önce İzmir ve çevresine yuvalandılar.
Türk devletinin geniş hoşgörüsünden (aslında gafletinden) yararlandılar!
Anadolu’da birçok misyoner okulu açtılar. Okullarına öğrenci olarak da daha çok Bulgarları, Ermenileri, Rumları, İngilizleri, Yahudileri ve Kürtleri aldılar!
Yeni kiliseler kurdular etrafında cemaatler oluşturdular, Matbaalar kurdular ve maalesef bu milletin aleyhinde binlerce kitap, dergi vb. basmak suretiyle kararlı bir şekilde faaliyetlerine devam ettiler!
1863 yılına gelindiğinde bu matbaalarda Ermenice, Rumca, Bulgarca, İbranice, Kürtçe ve Türkçe olmak üzere basılan kitap sayısı 160.000’i aşmaktaydı. 1900 yılına gelindiğinde ise sadece Anadolu’da (İstanbul dâhil) 400’ü aşkın okulda 17.500 civarında öğrenci okutmaktaydılar.
Daha doğrusu, nifak tohumlarını bu öğrencileri zehirlemek suretiyle ekmekteydiler!
Bir karşılaştırma yapabilmek açısından aynı dönemdeki Türk okullarının sayılarını da vermek gerekmektedir. 1913-1914 yıllarında sadece Anadolu değil, bütün İmparatorluk dâhilindeki Sultaniye ve İdadilerin sayısı 63 ve buralarda okutulan öğrenci sayısı ise sadece 6.800 civarında idi.
Osmanlı devleti, 1869’dan itibaren her türlü yabancı okulu yakından izlemeye başlayınca, gözdağı vermek için Osmanlı karasularına ABD savaş gemilerinin gönderilmesini dahi gündeme getirdiler!
Çünkü dönemin ABD Başkanı Theodore Roosevelt’e göre dünyada herkesten önce ezilmesi gereken bir Türk gücü vardı.
Zaten misyonerlere verilmiş olan talimatta da öz olarak başka bir şey denilmiyordu. Misyonerleri Anadolu’ya gönderen güç, onlara verdiği talimatta: “Bir fetih savaşına girmiş askerler olduğunuzu unutmayın. Ve her ne kadar mücadele manevi alanda, kafanın kafayla, kalbin kalple mücadelesi ise de ve sizin silahınız Tanrı’nın inayeti ile güçlendirilmiş manevi bir silahsa da Napolyon’un askeri girişimleri kadar araştırma, bilgi ve düşünmeye ihtiyaç gösterir. Bu mukaddes ve vaat edilmiş topraklar silahsız bir Haçlı Seferi’yle geri alınacaktır” denilmekte idi.
Yani, “Grand Türk”’ün yolcuları aslında; “Büyük Türk”ü “Küçük Türk” yapabilmek için gelmişlerdi…
Fehmi Demirbağ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder