SİZ HİÇ BEBEK ÖLDÜRDÜNÜZ MÜ?
Hani andavallılarını kandırmak için rüyasında efendimizi görüpte güya kendisinden aldığı talimatları bu salak kitleye aktaran kardinal efendinin herzeleri bitmek bilmiyor.
Rüya hadisesi ise malum. Aktaranın ifadesi doğrultusunda kabul edilegelen bir olgudur. Bilimsel olarak, laboratuar sonuçlarıyla ispatlanagelen bir şey de değildir. Bütün insanlık kahir ekseriye rüya gördüğü için varlığı da tartışılmazdır. Ayrıca rüya yorumculuğu şarlatanlığa en yatkın iştigallerden biridir. Biz yinede bu hususta rahmani ve şeytani hem rüyanın hem de yorumunun olduğunu söyleyelim; Kuranda adı geçen Yusuf kıssasını hatırlatarak...
Böylesi bir girişten sonra bende dün gece gördüğüm rüyamı paylaşmak istiyorum.
Bulutlar üstündeyim. Güya ölmüşüm. Şaşkınca neler olup bittiğini anlamaya çalışırken bir anda bir bebek karşıma çıktı. Beyazlar içindeydi. Omuzlarının arkasında duran bir çift kanat dikkatimi çekti.
Hoş geldin amca dedi. Bebekçe konuşuyordu. Biz büyükler hatırlamayız belki ama bebeklerin bir dili vardır. Kendi aralarında bir diğer adı aguşça olan bu dili kullanırlar. Hatırladım birden bu dili. Bende cevap verdim aguşçayla; hoş buldum evladım.
Ben dedi. Aylan bebek. Hatırlar mısın Bodrum sahillerine cansız bedeni vuran suriyeli bebek.
Dedim, "nasıl unuturum seni Aylan." Utanarak cevapladım. "Dedi" amca. "Dünyadaki sınavın bitti. Biz bebekler karşılarız dünyadan gelen yetişkinleri. Önce bizimle burada hesaplaşmalısınız, helalleşmelisiniz. Sonra diğer sorgulamalarınız için ilgili birimlere geçersiniz." "Nasıl" dedi, "sızılı vicdanınla mı geldin buraya, onu yoklamaya geldim?"
Sonra tuttu elimden, çekiştirerek büyük bir cam kapının olduğu bir yere doğru sürüklemeye başladı. Buz gibiydi elleri. Tıpkı çaresiz bedeni sahile vurduğu andaki soğuklukta.
Cam kapıyı geçtiğimizde yine bembeyazlığın hakim olduğu büyük bir salona geçtik. İçerisi çocuk doluydu. İçeri bizim girmemizle birlikte bütün dikkatler bize odaklandı. Yavaş yavaş etrafımıza birikmeye başladılar.
Dedi aylan bebek. "Burada, bu salonda büyüklerin zalimlikleri,bencillikleri yüzünden hayatlarına veda eden çocuklar bulunmakta. Şimdi her bir çocuğa dünyadaki hayatında vurdumduymazlığının, sorumsuzlıuğunun neticesi ölümlerinden dolayı hesabını vereceksin. Bizden sonra ayrıca yeryüzünde imha ettiğiniz, eziyet ettiğiniz diğer bitkilerin ve hayvanların hesabını vermeye yan salona geçeceksin. Seni o duruşma, helalleşme salonuna hamamböceği karakafa götürecek."
Şoktaydım. Ya rabbim bu nasıl birşey bu? Rüyada mıyım, gerçekten öldüm mü?
Aylan bebek konuşmasını sürdürürken çocuklar adeta askeri bir nizam içinde sıralanmaya, kümelenmeye başladılar.
Dedi, Aylan bebek. " Amca biliyoruz senin çocuklar ve gençler için nasıl mücadeleler verdiğini. Ama yaptığın bu mücadeleler bile senin aklanmana yetmez."
Küçük elinin işaret parmağı ile bir grup çocuğun olduğu bölümü işaret etti.
"Buradaki arkadaşlar, gayrimeşru ilişkiler yüzünden anne karnında öldürülen...kürtajla katledilen çocuklar. Ki bir kısmını siz büyükler onların ölü bedenlerini kozmetik sanayiinde kullandınız."
Konuşurken sürekli parmağıyla bir grubu işaret ediyordu. Buradaki çocukların sayısı toplam sayısı milyarlarcaydı.
"Bunlar savaş mağduru çocuklar!"
"Bunlar sarhoş kafa ile kullandığınız arabalarınızla yaptığınız trafik kazaları neticesinde ölen çocuklar."
"Bunlar uyuşturucu mağdurları..."
"Bunlar aşağılık nefsiniz için cinsel azgınlığınız için harcadığınız çocuklar."
"Bunlar suçlarınızı örtmek adına cinayete mahkum bıraktıklarınız..."
"Bunlar kültürel yozlaşmanız neticesinde imansız bırakıp ta intiharla buraya gelenler."
"Bunlar hastalıklı ruhlarınız ve cehaletinizle beslediğiniz için arkadaş kurbanı olanlar..."
"Anne baba çatışması ile arada kalan sonrada başka mecralarda huzuru ararken teröristlere kaptırdıklarınız..."
"Bunlar organ mafyasından arta kalanlar"
"Bunlar gıda teörü ile beslerken zehirleyipte küçük yaşta yakalandıkları amansız hastalıktan ölenler."
"Okul servislerinde unutulup ölenler, sizin ihmallerlerinizle çıkan yangında kavrulanlar, boğulanlar..."
"Harcadıklarınız burda. Bir de ölümüne sebep olduğunuzdan öteye...ölümlerine sessiz kaldığınız için ölenler..."
"Ahmak eğitim sistemlerinizle rablerine isyan eden nesiller yetiştirdiniz ya...İşte o gerizekalı eğitim sisteminizin suça itelediği çocuklar...Hırsızlık yaparken, suç işlerken ölüp gidiverenler..."
"Bütün bu çocukları kandırdınız. Hem de şaşaalı sloganlar eşliğinde. Halbuki ensest mağduru bir gençlik yetiştirdiniz. Lgbti gibi sapık yapılanmalara teslim ettiniz. Deist yaptınız. Uyuşturucu mağduru oldular. Teröre bulaştılar. Ahmakça çıkan savaşlarda kıyıma uğrattınız. Adeta bir çocuk soykırımı yaptınız. Ergen olmadan ölenler zaten cennetlikler. Peki günahlarına sebep olduğunuz gençler?"
Tarumar olmuştum. Ağlasam belki bir nebze rahatlayacaktım. Soluğum kesilmişti, sanki Alyan bebeğin denizde son nefesini verirken ki halindeydim. Bu nasıl bir rüyaydı? Kabus olmalıydı!
Alyan bebeğin son sözleriyle rüyamdan uyandım:
"Fehmi amca, hesaplaşmaya hazır mısın? Helalleşmeye..."
CESARETİ OLAN OKUSUN!
Dün gece, gece namazına kalktım. Aldığım abdestle uykum açılmıştı. Aklıma Lut Kavmi geldi. Kavim lanete uğradığında binlerce insan gece namazına kalkmışlardı. Onlarda lanetten paylarını aldılar. Çünkü kötülüğe arkasını dönmüş bir topluluk olmuşlardı. Hepi topu melaneti işleyen güruh 33 kişiydiler.
Namazın son rekatında, gecenin o saatinde telefonum ısrarla acı acı çaldı. Hayrdır inşaallah derken namazımı selamladım. Duamı yarım yamalak yaparken telefona kimin aradığına bakmaksızın alo dedim.
"Seninle konuşmalıyım, konu bu kadar önemli olmasa bu saatte seni rahatsız etmezdim."
Arayan Amerikanya’nın başkanıydı.
"Kudüs meselesine mecbur kaldım. Bizim Amerikan seçimlerini hatırlarsan bir Pizza Gate skandalı yaşanmıştı. Dünya medyası bu konuyu görmezden geldi. Başımı almaya azmetmiş siyonistlere karşı bir evangelik olarak bu tavizi vermek durumunda kaldım. Ki zaten İngilizler Kudüsü sizden 100 yıl önce almıştı. Sizin kanınız donmuşsa ben ne yapabilirm, Fehmicim" dedi.
"Sıkı takibat altındayım. Mail adresine wetransferden bir video dosyası gönderdim. İzlersen beni daha iyi anlarsın. Bir de Müslümanlara söyle, bana küfrederek Kudüs'ü geri alamazsınız. Zaten bu olayı unutturmak için yakın zamanda uygulayacağımız bir iki sansosyonel olayla medyayı yönlendireceğiz. Balık hafızanız olduğu sürece bu gibi olaylarla sizleri işgal etmeye devam edeceğiz. Bakın misal, Kudüs için eylem yapan gençlerinize. Hepsinin göğsünde Amerikan-İngiliz bayraklı tşörtler. İngilizce yazılı desenler...Siz bence öncelikli olarak Kudüs’ü değil imanınızı kurtarın. Evlatlarınızı...Evlerinizi...Sokaklarınızı...Bir şekilde Kudüs’ü nasılsa geri alacaksınız. Bu tarih boyu hep böyleydi. Ha bu arada benim kripto bir Müslüman olduğumu sakın kimseye söyleme. Prens Charles ve ben...Kimse bilmemeli. Obama yavşağı sizi aldattı, Barack Husseın diyerekten...Sizde biraz uyanık olun kardeşim."
FED den bahsetti uzun uzun. Dünyanın yeni bir Yalta Konferesyonuna yolaldığından. Tek dünyanın devletinin, dininin, dilinin, cinsiyetinin bir olması gerektiğinden. Kurulacak yeni Batı konfederasyonundan. Geveze en az bir saat konuştu. Merak ediyordum, gönderdiği maili. Bir an önce konuşması bitsin diye dua faslına geçtim içimden.
Telefonu bir süre sonra kapattığım gibi geçtim bilgisayarın başına. Başkan’ın gönderdiği maili açtım. Videoyu bilgisayara indirdim ve başladım izlemeye.
Bir toplantı kaydedilmişti. Toplantıdaki konuşmalar Açkurudyu dilindeydi. (Bir de tersinden bakın olaylara…)
Videoyu sabah namazına kadar bir kaç kez izledim. Dünyayı sarsacak bir toplantının kaydıydı.
Kısaca özetleyeyim. Videoyu Türkçeye çevirdikten sonra sizlerle sosyal medyada paylaşacağım.
Toplantıya başkanlık eden Mr. Nosam'dı. Dünya Kötülük Konseyinin başı yani.
Beş komisyonla birlikte 2023 yılının değerlendirme toplantısı yapılıyordu.
Mr. Nosam kudurarak konuşuyordu. Ağzından çıkan şalyalar kameranın objektifine kadar gelmişti.
"Sen Uyuşturucu Komisyonu Başkanı Mr. Afyon....Bu sene çalışmanız çok zayıf. Biz Afganistan'ı boşuna mı işgal ettik? Dünya eroin imalatının %94 ü orada gerçekleştiriliyor. O bölgede bilumum terör örgütlerini boşuna mı peydahlıyoruz? Bakın Türkiye'de gençlerde uyuşturucu kullanma yaşı 9 a kadar düşürüldü. Yetmez! Biberonlara kadar inmeli bu iş. Daha çok “kar” istiyorum. Sentetik çeşitler artırılsın. O kadar bilimadamını boşuna mı besliyoruz kardeşim?"
Bu konuşmalar sadece özet olanlar. Geniş olan kısmını daha sonra ayrıca kaleme alacağım. Ama arkadaş siz de okumuyorsunuz ki? Yazsam ne olacak?
Neyse videonun özetine devam edeyim. Bir diğer komisyon başkanına döndü Mr. Nosam.
Enerji komisyonu başkanı Mr. Cereyan'a.
"Fosil yakıtlar konusunu ciddiye alın beyler. Müslümanların elinden son damla petrolü son kanları çıkıncaya kadar alacaksınız. Toryum, bor kaynaklarını lehimize çevireceksiniz. Elektrikli otomobil konusunda özellikle Türkiye'ye dikkat edin. Eron Musk'u geçenlerde oraya gönderdim. Milli otomobil konusunu manüpüle edin. Balkanlar'ı, Kafkasya'yı ve Ortadoğu'yu lime lime edeceksiniz. Elon Musk'ın yeni firması Neuralink’ e hedef verdim:
- İnsan beynine çok ince teller(elektrotlar) yerleştirecek
- Bu teller beyindeki nöronlarla etkileşime geçecek
- Beyin bluetooth ile bilgiyi cep telefonuna aktaracak
- İleride tersi de mümkün olacak, yani dışarıdan beyne bilgi "eklenebilecek""
Bir başka Komisyon başkanına yöneldi Mr. Nosam.
"Sen Mr. Tabanca. Silah stoklarımız çoğaldı. Stok maliyetlerimiz şirketi batıracak. Son 15 yılda ortadoğu'da 30 milyona yakın insan öldürdünüz, ama yetmez. Teknoloji üretim hızımızı artırdı. Siz de tüketim hızımızı artırın. Biyolojik silahlarla çeşitliliğimizi artırın. Türkler okçuluk gibi meşgalelerle kendilerini oyalarlarken siz manyetik silahlar üretin. Robot askerlerin teknolojik gelişimini hızlandırın."
Mr. Nosam adeta öfkeden kuduruyordu.
"Sizin gevşekliğiniz yüzünden zarar ediyoruz. Herşeyi kar mantığında görmeniz gerektiğini nasıl unutursunuz. Sen Mr. Protein. Sen ki, tarım ve gıda komisyonu başkanı. Gdo lu ürünleri yaygınlaştırın demiyormuyum size? Obezite anne karnındaki veletlere kadar sirayet etmeli. Geniş arazileri büyük firmalarımıza peşkeş çekin. Hayvancılığı bitirin. Herkes haram ve zararlı ürünlerle beslenmeli. Hastalıklar artmalı. Dünya nüfusunu azaltmalıyız. Ve sen Mr. Draje. İlaç komisyonu başkanı. Mr. Protein ile birlikte çalışmalısınız. Ortak projeler üretmelisniz."
Kısaca videonun özeti bu şekildeydi.
Ancak son kısmı daha manidardı.
Mr Nosam son kez Amerikanya’nın başkanını fırçalıyordu:
"Lan Başkan...Daha çok kaos, daha çok kar. Hemen Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak ilan et."
Mr. Nosam talimatlarını yağdırmaya devam ediyordu.
“Unutmayın! Modern insanı biz, Amerikan’ya güdümlü topraklarda, İblis’in laboratuarında, el değmeden en modern tesislerde son model tekniklerle ürettik. Kullanım süresi cehennemin dibine kadardır. Amblajı betondan, naylondan ve sentetik mamüllerdendir. Bozuk ambalajlı ürünleri geri dönüşüm ünitelerimize iletiniz. İnsaf, vicdan, ahlak, şeref, haysiyet, onur gibi duygulardan arındırılmıştır. Çağdaş ortamlarda muhafaza ediniz. Manevi ortamlardan uzak tutunuz. Günlük bakımlarını ihmal etmeyiniz; Tv. gazete, film, facebok, twetter gibi yöntemlerle şarz ediniz. Şarkılarla, markılarla, kitlesel eğlence merkezlerinde oyalayınız. Hertürlü duygusal ve mantıki manyetik alan ürünlerimize zarar verebilir. Kullanmadan önce prospektüsünü okuyunuz.
Memnun olmadığınız ürünlerimizi Allah’a havale ediniz. Demokratik platformlarda yıllık bakımını yapınız. Ürünümüzün ortalama kullanım süresi 70 yıldır. Bir erkek ile bir dişiyi rayiç alışkanlık ortamında bir araya getirdiğinizde ürün çoğalması sağlanacaktır. Ancak çoğaltım işlemine ara veriyoruz. Artık “Nötr Cinsiyeti” esas alıyoruz.
Medeniyet beşiğinde sallayınız bebek ürünleri... Yetişkin ürünlerimize ait özellikleri okul denilen servis sağlayıcılarımızda küçük ürünlerimize programlatınız. Her bir küçük ürün mutlaka yetişkinlere benzemeli.
Samimiyetsiz, içten pazarlıklı, her türlü günaha meyilli, güvensiz, saygısız, sevgisiz, menfaatçi, bencil olan ürünlerimiz şehir ortamları için mükemmeldir. Gayri safi milli hasılada, kişi başı tüketimi maximum düzeyde gözeten “vatandaş kimlikli” tescilli marka, oyunu kullanan, vergisini veren, itaatkar olan ürünlerimizi tercih ettiğiniz için şirketimiz teşekkür belgesini mail adresine gönderecektir. Sağcı ve solcu olarak iki ayrı çeşidimiz mevcuttur. Kendi aralarında dindar, az dindar, yobaz, ateist, deist gibi alt modellerimiz de mevcuttur. Fikirsiz ve kişiliksiz yeni modellerimiz kitlesel üretime tabiidir. Ancak hepsine bizim masallarımızı okutacaksınız çocuk çağlarında. Bizim kahramanlarımızın hikayeleriyle büyümeliler.
Londra, Paris, Roma, Moskova, Newyork, Tel Aviv, Vatikan gibi yerlerde şubelerimiz ve tamir servislerimiz bulunmaktadır. Üçüncü dünya ülkelerindeki modellerimiz tıpkı batı ülkelerindeki asılları gibi özelliklere sahip “Original” emitasyonlardır. Dünyadaki en sağlam örnekler T.C. serisidir. Koleksiyonerlerin gözbebeği “Muhafazakar” ve “Kemalist” modeller özel üretimdir. Milli hislerinden arındırılmış, şovenizm ve dogmatizm eksenlidirler. İnsani değer adı altında fabrikamızın ayarları esas alınmıştır. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği programlarımıza uygundurlar. Kadem’e kadem’e bir titizlikle, Feminist virüs programlarıyla donatılmışlardır. Polemik ve hurafe inançlarla besleyiniz. Dedikodu, gıybet, iftira gibi gıdalarını ihmal etmeyiniz. Fitne çıkarmaya bayılır, gereken ortamları sağlayınız.
Genç modellerini anarşi çıkarmada kullanabilirsiniz. Gezi parkında test edebilirsiniz. Paralel programlamaya müsaittirler. Sloganlar başlama komutlarıdır. Lider modellerimiz özeldir. Ancak fabrikamızın bilgisi dahilinde belirli alanlarda kullanılabilir. Modellerimizin kullanım hatalarından dolayı müessesemiz sorumlu değildir.
Şimdi sen çok kazanan hep kazanan biri olmak istersen, dediklerimi, şirketin kurallarını uygulayacaksın. Ama bu kadarını yapamam, bu beni aşar dersen olmaz!
Yol uzun, safı var, temizi var.
Dinleme hocaları, kır kalemleri, kağıtlarını yırt kitaplarını.
Nasihate kulak tıka; daha ilk adımda yumuşatırlar adamın kalbini. Hep merhametsiz, hep acımasız olacaksın. Uyku yok bu yolda! Elin net’te, gözün kar’da ve ekranda olacak; hep daha çok karda, hep kazanmakta. Yeter bu kadarı, olmayacak hayatında!
Hiç yetmeyecek sana hiçbirşey. Daha çoğunu, daha fazlasını, en fazlasını, en büyüğünü isteyeceksin! Kudurtacaksın ananı-babanı! Yıkacaksın aile efradını!
Ocak söndürecek ilikleri kemikleri kurutacaksın. Voleyi vurdun mu uzaklaşacaksın! Döneceksin köşeleri! Düşeni görürsen bir tekme de sen basacaksın! Garibe acıma yok. Dolandırdığına üzülme yok.
Ne bulursan satacaksın! Sattığını bir daha satacaksın. Sattıkca daha çok satmaya, elde avuçta kimin nesi varsa alacaksın. Alacak ve satacaksın! Gerekirse gençliğini! Kutsalın olmayacak!
Her metodu bileceksin. Kimine duygusal görünecek, kiminin hırsına yükleneceksin. Hep kazandırmayı, hemen kazandırmayı, lüks olan her şeyi vaad edeceksin. Hep vaad edeceksin. Havucu gösterip gösterip çekeceksin. Daha iyisini, en iyisini, en yükseğini, en pahalısını önereceksin.
Bizim yolumuzda kimse satmaktan daha önemli değildir. Şirketimizin tek ve biricik prensibi kar’dır.
İnsanları ikiye ayıracaksın, alanlar ve satanlar. Sen hep satan olacaksın.
Logomuz olan, şirket bayrağımız asılı olan her yer bizim vatanımızdır. Bayrağımız gökkuşağıdır.
Savaşta silah satıp, barışta sattığın silahları yok pahasına geri alıp, semirmek isteyen açgözlü ülke liderlerine allayıp pullayıp yeniden satacaksın. Her şeyi satacaksın. Umudu, ağaçların yeşilini, suyu, hatta havayı bile.
Bu kadar da olur mu diyene aldırmayacaksın. Onun aklının almayacağı kadarı yapacaksın.
Bu şirketin bayrağını her yere dikmek için, herkesin her şeyini elinden almaya bakacaksın.En çokta çocukları aldatacaksın. Müzikle, filmle, futbolla, teknolojiyle.
Gördüğün, algıladığın, dokunduğun, düşlediğin her şey satılabilir. Dua isteyene dua, villa isteyene villa, daha güzel bir gelecek isteyene en güzel geleceği satacaksın.
En büyük kar’ı umuttan, vaadden kazanacaksın.
Gözyaşlarını satacaksın. Açgözlülüğü satacaksın. Her ulusun vatandaşı, her dinin keşişi olacaksın. İnsanlığı satacaksın!
Söyleyin bakalım, var mısınız yolumuzda yürümeye?”
Mr. Nosam’ı tanıyasınız diye bir geçiş hikayesiyle sözlerimizi bitirelim artık. Nasıl, balatalarınız ısındı mı? Anladınız mı beni? Kavrayabildiniz mi peki?
Afrika’dan bir kabilenin hikayesini anlatacağım. Afrika, hani başta Fransız milli takımı olmak üzere Avrupa başta olmak üzere dünyanın bütün yeşil sahalarında top oynayan siyah derili futbolcularla gündeme gelen coğrafya. Tvlerde çekilen hayvan belgesellerinin platosu. Afrika kıtasının bilinmedik yerlerinin kaşifi diye yutturulan Livingston. (ki kendisi bir Cizvit papazıdır.) 1840 yılında adımını atar kara derili, kara kaderli insanların yaşadığı kıtaya. Ah ulan, Kartacalılar o savaşı kaybetmeyeceklerdi, Roma’ya karşı! O esnada Afrika’da bugünün 28 devleti Osmanlı Devletine müntesipti. Bir yandan da Amerikanya’lılar kıtada çoktan köle ticaretine başlamışlardı bile.
Cizvit papazları sömürgeci misyonerlerdir. Hatta meşhur bir sözleri vardır ki kulaklarımıza küpe olsun: “Yedi yaşına kadar çocuklarınızı bize verin, sonrasın da sizin olsun!” Hani “Beyaz adam bize geldiğinde bizim topraklarımız onların İncil’i vardı. Şimdi ise bizim İncil’imiz onlarınsa toprağı var” demelerine sebep olan Afrika’yı sömüren Cizvitler’den söz ediyorum.
Hikayemiz şu. Bir özel tv ye mensup çekim ekibi Afrika’nın, modern diye adlandırılan insanlar tarafından henüz adım atılmamış bir bölgesine adım atarlar. Balta girmemiş ormanlar diye tarif edilir ya hani. Hoş o zıkkım balta dünya yağmur ormanlarına bir girdi ki 1950’den beri ormanlık alan oranı yarıdan fazlasıyla azalmış durumda. Sonra da küresel ısınma filan. Kimse de küresel yavşaklık demiyor ama bu mevzuya.
Tutki kabilesi avcılıkla geçimini sürdüren bir kabiledir. Kabilenin genel geçer kuralları üç başlık altında günah, suç ve ayıp olarak katagorize edilmiştir. Kabile lideri Hayis yaşlılığın getirdiği durumdan dolayı kabilesinde otoritesini kaybetmek üzeredir. Kurallar gereği kim ki kabile reisine itiraz eder ya kabile reisiyle ya da reisin belirlediği isimle bütün kabile halkının gözlerinin önünde dövüşürler. Genç lider adayı Matah gözüne Hayis’i kestirir ve meydan okur. Bu esnada modern dış dünyada da Yalta Konferansı düzenlenmektedir.
Tv ekibimizin başı (Şirket Mr Nosam’a ait) kabile ile girdiği diyalogla ilişkilerini güçlendirmiş, bölgede rahat rahat çekimlerini yapmaktadır. Bu tarihi olaya şahit olmak kendisini heyecanlandırır.
Matah hem kabile reisini hem de onun tayin edeceği kişi ile dövüşü teklif eder. Kaybeden hayatıyla öder bu düelloyu. Demok adı verilen gündür, kapışmanın olacağı günün adı. Kabile için bayram günüdür. Kurbanlar kesilir, eğlence tertiplenir. Hatta ormandan topladıkları bir mantar ile de kafayı bulurlar. Eğer mevcut reis kavgayı kazanırsa bir 5 yıl daha kimse reise meydan okuyamaz. Peki bu 5 yıl nasıl tespit edilir? O esnada doğum yapan keçi büyüyüp 10 ayrı doğum gerçekleştirirse süre sona erer. O keçi kutsaldır. Özenle bakımı yapılır. Kavga olacağı zaman o keçi baş kurbandır. Onun eti yeni seçilen reisindir.
Matah kavganın galibi olur. Hayis ve adamının cesedi bal dolu bir sanduka içinde yerleştirilir. Kabile halkı bir sonraki reis gelinceye kadar eski reisin cesedini saklar.
Matah reisliği hak edince önce bütün yönetimi değiştirir. Başta büyücüyü. Sonra işlerini halleden kurbaylarını, yani kabinesini. Askerlerinin komuta kademesini. Yeni eşler edinir. Eski reisin ailesini kabileden sürer. Sıkıntı çıkartabilecek olanlarını öldürür. Cesetlerini kabile merkezinin meydanına gömdürür. Ki halk ayak bastığı yerde eski yönetimin ölülerini düşündükçe azgınlık yapmasın diye.
Tv ekibinin içinde yer alan gizli misyoner ise tebliğ çalışmalarına başlamıştır. Yeni reisin heyecanını kullanarak onu yönlendirmeye başlar. 60 yıllık bir çalışmadan söz ediyorum. Yakın zamanda Mr. Nosam’la ilgili kripto bilgilere ulaştım.O anlatıyordu bütün bunları gizli videoda. Belgeselin bir kısmını yayınlamış İngiliz BBC de. O kabile hakkında dinlediklerimle bugünün dünyasını mukayese etmeye çalıştım bende nacizane. Bir kabilenin dönüştürülme hikayesini dinledim Mr. Nosam’dan. Geleneklerinden nasıl koparıldıklarını…Nasıl modernleştirildiklerini…
Matah Reis dostluğunu geliştirir beyaz adamla. Yeni şeyler öğrenmenin ve beyaz adamın sihirli eşyalarının etkisiyle kendi kabilesinin kurallarını gevşetir. Aslında bizim hikayemizle de örtüşmektedir Matah’ın ve kabilesinin başına gelenler. Bir başka kitabımızda bu konuyu uzun uzun anlatırım sizlere. Ancak son zamanlarda yaşadıklarımızı burdan esinlenerek yorumlamaya çalışın sizlerde. Ha bu arada Avrupa’da top koşturan Nalay Lobtuf isimli topçunun Matah’ın torunlarından olduğunu hatırlatayım. Hani Fransa’nın Dünya şampiyonasında kazandığı zaferin önemli mimarlarından olan…
Kitap boyunca anlatmaya çalıştığım durum şundan ibarettir.
Kargaşa ve kaos yüzyılın ekmeği…Emperyallerin büyük ticareti…Bayağılaşma ya da sıradanlaşma, modernitenin ya da hegemonların yaydığı kültürün ana özelliğidir. Üçlü bir saç ayağına oturur bu düzen.
Birincisi değerlerin saptırılması, ikincisi arzunun manipülasyonu ve kışkırtılması, üçüncüsü gerçek dünyanın sahtesiyle yer değiştirmesi. Yani ahret duygusunun ihmali ve iptali.
Özellikle İslam dünyasındaki dünyevileşme Müslümanlar için varlıklarını koruma adına büyük tehdit içermektedir. Bunların her birisi başlı başına bir kitabın konusudur.
Gelişen teknoloji bir yandan üretimi körüklerken, diğer yandan üretilmişlerin tüketilmesi için üretim yapan insanlara vakit kazandırmanın derdine düşmüştür. Boş zaman, tatil, önemli gün ve haftalar gibi. (Lütfen bu cümleyi bir kez daha okuyun. Hatta ne anladığınızı ifade eden bir kompozisyon-makale yazın.)
Özellikle şehirleşme teşvik edilmiştir. Modernitenin mabedi şehirlerdir. Şehirlere yığılan insanlar burada modernitenin talepleri doğrultusunda yeni bir ortalama kültürün ortak paydalarından nasiplenmeyi tercih ederler. Köyün günahı, şehirlerin sokağında ahlaksızlık kıyafetine bürünür. Korkular, kaygılar ve beklentiler kurulu düzenin normlarına uygun hale dönüştürülür. Herkes kendi değerlerinden taviz vermeye başlar. Hegemonlar hayat standartının belirleyicisidir. Bilim ise belirleyiciliğini aldatma ve kurgulamacılığına adamıştır. En kutsanan devlet bile hegemonların geniş halk yığınlarına karşı kendilerini koruma özelliği edinir.
Bütün ideolojiler kuzendir, akrabadır, yakın ilişki içindedirler. Hepsi yüceler meclisinin, dünya kabilesinin reislerinin menfeatlerine odaklıdır.
Halk yumuşak, kıvrak ve her manaya yorumlanacak kavramların taahhüdüyle oyalanır. Misal mutluluk gibi. Herşey görecelidir.
Miras hukuku ile dünya arazileri parçalanır. Köy ve tarım yetersizleştirilir. Ta ki kocaman şirketler devreye girer ve karteller ve tekeller oluşturulur.
Kitlelerin geçim biçimi memuriyet ve işçilik üzerinedir. Bunlara servis sağlayan esnaf dediğimiz yemleyiciler vardır.
Bankalar tam umudun tıkandığı yerde kartlarıyla devreye girerler umut tazelerler. Devran hep nesillerin devşirilmesi ve tekerrür üzerine kuruludur. Kahramanlar ve düşmanlar hep vardır, bunların mücadelesine tarih ismi verilir. Hep bir tarafın adamı olmak zorundasındır. Hayallerin ve rolün onların belirlediği senaryolara uygun olmak zorundadır.
Kazara ağzından kaçıracak olursan; “Allah’tan başka ilah tanımıyorum” diye…Beni yaradanın normuyla yaşamak istiyorum dersen…Kan kustururlar, kan!
Yalancısındır artık, bozguncusundur. Adalet, empati, hürriyet, eşitlik gibi kelimeleri sarf edemezsin. Kelimelerde onların istediği evsafta anlam taşımalıdır. Kavramları sorgulayamazsın.
Hazcılık, konfortizm, bencillik dinsizlik arazisinde yaşam bulmuştur. Din afyondur. Irkçılık sürekli körüklenen ateştir. Üstünlük tartışmaları üstünlerin seni yakapaça ettiği hususlardandır. Hele cinsi düşkünlük…Homoseksüelliğin türlüsü…Bilumum cinsel sapkınlık insanlığın yeni rotasıdır. Şehirlerde ki aşırı nüfus artışının önüne başka nasıl geçilebilinir ki?
Eğitim, sağlık, güvenlik…hatta trafik bile kaosa dayalı olmalıdır. Genel bir umutsuzluk, karamsarlık kendisini kurtaran kaptan formülüyle biçimlendirilir. Emeklilik posa çıkartma müessesesidir. Üretimi yavaşlatacak her ne varsa engel konulur. Tüketim ise alabildiğince hızlı olmalıdır. Aradaki paradoks “kar” ile telafi edilir. Kar’ın olduğu yerde ise merhamete yer yoktur.
Bahsettiğimiz her bir husus ayrı ayrı müteala edilebilinir. Ancak okuma, bilme, öğrenme tükendiğinden bizim gibi sızılı adamların veryansınları mahdut manada kişilerle çerçevelenmiştir.
Bütün bunların dışındaki bir teklife ise insanlar kapalıdır; Misal İslam! Devrimci özelliği hegemonların işine gelmez. İslam bir sos’dur. Allah ile aldatanlar için geçim malzemesidir. Eskilerin hikayesidir artık bu devrimci duruş. Özellikle Müslümanlık iddiasındaki kalabalıklar kendi iddialarını unutup mevcut kabilenin görüşlerine kendi görüşlerini benzetmenin telaşesine girmişlerdir.
Bir meydan okuyucuya ihtiyaç var.
Matah bir adama yani.
Matah topluluklara belki!
Yeni masallar anlatacak adamlara!
FEHMİ DEMİRBAĞ — 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder