Herotürk, mankurtlaşmaya karşı
Mankurt; Cengiz Aytmatov'un 1980 yılında yazdığı Gün Uzar Yüzyıl Olur adlı eserinde Kırgız destanlarından yararlanarak güncelleştirdiği bir kişiliktir. Mankurt bazı işlemler sonucu öz benliğini yitirerek kendisini kimliksizleştiren düşmanının kuklası haline gelmiş bir zavallı insan tipidir. Mankut, "kut"unu (kutsalını) yitirmiş, bedbaht kişi anlamındadır. "Mankafa" olarakta argoda olsa aslında dilimizde yerini çoktan bulmuş bir kavramdır.
"Önce tutsağın başını kazır, saçları tek tek kökünden çıkarılır. Yeni kesilmiş deve derisinin en kalın yeri olan boynundaki deri, tutsağın kanlar içindeki kazınmış başına sımsıkı sarılır. Zamanla kuruyan deri kafayı öyle bir sıkarmış ki insan acıdan kafayı yer, düşünemez. Bu dayanılmaz acıya bir yandan da kazınan saçların dışarı değilde içeriye doğru büyüyerek batması eklenince esir çılgına döner. Esir başını acıdan yerlere vurmasın diye bir kütüğe bağlanır, çığlıkları duyulmasın diye elleri ayakları bağlı olarak ıssız bir yerde dört beş gün aç susuz bırakılır. Beşinci günün sonunda tutsakların çoğu ölür.
Kalanlar ise belleklerini yitirir. Tutsak zamanla kendine gelir yiyip içerek gücünü toparlar. Ama o artık bir insan değil, ölünceye kadar geçmişini hatırlamayan mankurt olur. Bir mankurt kim olduğunu, hangi soydan geldiğini, anasını, babasını, çocukluğunu bilmez. İnsan olduğunun bile farkında değildir.
Bilinci, benliği olmadığı için, efendisine büyük avantaj sağlarmış.
Ağzı var, dili yok, itaatli bir hayvandan farksız, kaçmayı dahi düşünmeyen, hiçbir tehlike arz etmeyen bir köle. Onun için önemli olan tek şey efendisinin emirlerini yerine getirmek olurmuş."
Aytmatov'un "Gün Uzar Yüzyıl Olur" adlı eseri pek çok Batı diline ve Türk lehçelerine çevrilip yaygınlaşırken "mankurt" kavramı da kabul görerek literatüre girmiş ve "mankurt" ve "mankurtlaştırma" temaları yaygınlaşmıştır. Fransa'da V. Lackhine tarafından "yılın kitabı"
olarak gösterilen Aytmatov'un "Gün Uzar Yüzyıl Olur" eserinden yapılan iktibasla " Mankurtizm " "sosyal kimlik değiştirme ve öz köküne yabancılaşma" temalarını karşılayan bir terim olarak sosyal psikoloji literatüründe yerini almıştır.
Bizde "Avarlar", Avrupa'da ise "Juan-Juan" olarak bilinen ve Kırgızistan Türkleri'nin baş düşmanı olan acımasız bir topluluk vardır. Bu topluluktaki insanlar, çevrelerindeki büyük küçük topluluklara, fırsat buldukları zaman saldırırlar, onların yerleşim yerlerini yakıp yıkarlar, insanları öldürdükten sonra çevrede ne varsa yağmalarlar ve bazı kişileri de tutsak ederlermiş. Tutsak ettikleri kişileri kendi bölgelerine götürüp incelerlermiş. Güçlü ve dayanıklı olanları , "mankurtlaştırmak" için ayırırlarmış. Geri kalan güçsüzleri ise başka yerlere satmaya çalışırlarmış. Satılanlar bir bakıma şanslı sayılırlarmış; çünkü onlar belki bir gün götürüldükleri yerlerden kaçıp yurtlarına dönebileceklerdir. Fakat geride kalanlar, mankurtlaştırılarak sonsuza dek köle olarak yaşayacaklardır.
Mankurtlaştırılacak kişiler belirlendikten sonra bu kişinin önce diri diri kafa derisini yüzer, daha sonra da tek kıl kalmayacak biçimde bütün saçlarını yolarlarmış. Kişinin kafasını tamamen temizledikten sonra bir deve kesilir ve bu devenin boyun tarafından alınacak bir deriyi, sıcak sıcak genç tutsağın kafasına geçirirlermiş. Zaten kafa derisi yüzülürken kafası kan içinde kalan tutsağın başına geçirilen deve derisi, hemen tutarmış kafatasını. Tıpkı bugün yüzücülerin saçları ıslanmasın diye taktıkları kauçuk başlıklara benzermiş bu.
Kafatası deve derisiyle tamamen kaplandıktan sonra, hem daha çabuk kurusun hem de tutsağın çığlıkları duyulmasın diye tutsak bir çöle götürülürmüş. Kafasını yere sürüp deriyi çıkartmaması için de, tutsağın boyun kısmına kütüğe benzer bir şey geçirir, ellerini ayaklarını bağlar ve onu yere eğilemeyecek biçimde bir ağaçla sabitlerlermiş.
Normalde tutsağın yakınları onu kurtarmak için bazen yola koyulurmuş; fakat kaçırılan yakının "mankurt" olacağını / olduğunu duyunca artık onu aramazlarmış. Çünkü mankurtlaştırılan birinin artık anne babasına bile bir hayrının olmayacağını biliyorlarmış. Fakat yine de tutsakların kaçırılma olasılığına karşı, onların yanına bir iki tane gözcü dikilirmiş. Neyse, tutsak günlerce kızgın güneşin altında beklediği için, deri kafasında kurumaya başlar, kurudukça büzülür, büzüldükçe de kafatasını aynen mengene ile sıkar gibi gerermiş. Bunun yanı sıra kökünden kazınan saçlar yeniden çıkmaya başlayınca, kafada kuruyan deriye çarpıp geri döner ve böylece kıllar üste doğru çıkamayınca alta doğru iner, beyne saplanmaya başlarmış. Hem kafatasının gerilmesi hem de kılların beyne batması tutsağa anlatılması çok güç bir acı yaşatırmış. Eğer tutsak çok güçlü ve dayanıklı değilse acıya dayanamayarak ölürmüş. Hatta mankurtlaştırılmak için çöle bırakılan beş tutsaktan en az biri ölmezse, bunları kaçıranlar kendilerini şanslı görüyorlarmış.
Tutsak, eğer yaşamayı başarabilirse hem çektiği acılar hem de kılların beyne batması nedeniyle bilincini (hafızasını / şuurunu) kaybedermiş.
Juan-juan'lar onu çölden alıp getirir, boynundaki kalıbı çıkarır ve ona yemek verirlermiş. Annesini, babasını, boyunu, doğduğu yeri, adını... unutan tutsak, artık kendisini karnını doyurmaya çalışan bir varlık olarak görmeye başlarmış. Tutsağın sahibi olarak gördüğü kişi, ona sıkça yemek verip onu kendine bağlarmış. Artık bir "mankurt" olan bu kişi, sahibinin sözünden çıkamayacak sadık bir "köpek"ten veya emirleri eksiksiz yerine getirecek bir "robot"tan farksızdır. Sahibi ne kadar zorlu, sıkıntı verici işler yapması için ona emir verse de, o onları yapmaktan çekinmezmiş.
O dönemde mankurtlar, normal kölelerden daha değerliymiş. Bir mankurt, güçlü ve dayanıklı on tutsakla eş değermiş. Hatta bir olay sonucunda bir mankurt öldürülürse bunun için ödenecek bedel, hür bir kişinin ölümü için ödenecek bedelden üç kat fazla olurmuş. Çünkü "Sarı-Özek"in kavurucu çöllerindeki sıcaklara, o çölde deve gütmek için günlerce sıcağa dayanabilmeye ancak bir mankurt dayanabilirmiş. Açlıktan ölmemesi için yiyeceğini ve suyunu; donmaması için de üzerine yırtık pırtık birkaç parça giysi verince, başta kavurucu çöllerde deve gütmek olmak üzere bütün işleri çekinmeden yaparlarmış. İşte bunun için o dönemde bu vahşice eziyetler, sıkça görülürmüş.
Mankurtlaştırma ile ilgili "Nayman Ana" adında bir kadının çocuğunu mankurt olmaktan kurtarması için yaptığı mücadelenin anlatıldığı bir söylence (efsane) de vardır. Bu söylenceye göre; Nayman Ana'nın oğlu Juan-Juan'lar tarafından kaçırılmıştır. Nayman Ana, yetişkin oğlunu mankurt olmaktan kurtarabilmek için -diğer birçok annenin aksine- çocuğunun peşine düşmüştür. Araya taraya oğlunu Juan-Juan'ların develerini gütmekle görevlendirdikleri bir yerde bulmuş ve gizlice oğlunun yanına kadar sokularak onun karşısına çıkmıştır. Fakat oğlunu bulduğunda, o çoktan "mankurt" olmuştur. Annesi oğluna her ne kadar kendi adını, babasının adını falan söylemişse de, artık her şey için geçtir. Çünkü oğlu, artık eskiye dair her şeyi unutmuş bir mankurttur.
Annesi bunu bildiği hâlde bıkmadan, usanmadan oğluna her fırsatta "Senin atan (baban) Dönenbay'dır. Sen Dönenbay'ın oğlusun." demiştir.
Bir gün oğlunun efendisi sayılan Juan-Juanlar, bu durumdan kuşkulanmış ve köleye karşısına çıkacak her kim olursa olsun, onu oklayıp öldürmesini emretmişlerdir. Annesi yine oğlunun yanına gelip "Senin atan Dönenbay..." demek isteyince, köle hiç duraksamadan okunu çekip annesinin göğsüne saplamıştır. Söylenenlere göre zavallı Nayman Ana'nın ruhu, bir kuş olup havalanmış ve oğlunun başının üstünde dönmeye başlamıştır. Havada dönerken bile oğluna "Senin atan Dönenbay, senin atan Dönenbay, senin atan..." diye seslenip durmuştur. Hatta bu olaydan ötürü, o kuşun adına "dönenbay kuşu" demişlerdir.
Sovyetler döneminde "komünist" düşüncenin dogmalar hâlinde Türkler'in beynine sokma çalışmalarını vurgulamak istemiştir Aytmatov adı geçen eserinde. Gerçekten bugün de bolca örneğine rastladığımız "mankurtlar", ulus bilincinden uzaklaştırılmış birer "köle" durumuna sokulmuş durumdadırlar. Bilmedikleri bir amaç uğrunda, sırf "karınlarını doyurmak" için mankurtlaştırılmış binlerce insan, tanımadıkları varlıkların "köleliğini" yapıyorlar. İşte mankurtluğun en acı tarafı da burada ki, bu bilinçsiz insanlar ne durumda olduklarını bile bilmiyorlar.
Kuşkusuz Aytmatov Ata, romanında yer verdiği bu söylence ile, sadece geçmiş dönemdeki olaylara değil; günümüzdeki olaylara da ışık tutmak istemiştir. Bugün Juan-Juanlar (Avarlar) gibi başka toplumlardan iş görür insanları kaçırıp mankurtlaştıran devletler yok mu dersiniz?