GAVUR İMAM!
1965 yılında son toplanan Vatikan konsülü 3 ayrı karar alır. Milenyum dedikleri çağda Asyanın hristiyanlaşması için...
Müslüman ülkeler;
hoşgörü,
diyalog
ve gizli hristiyanlık ile İslam dininden uzaklaştırılacaklardır. Nedir Gizli Hristiyanlık?
HRİSTİYANLAR GİBİ YAŞAYAN MÜSLÜMANLAR ELDE ETMEK!
Müslüman Türk milleti bundan birkaç asır evvel, dünyanın en kudretli imparatorluğuna sahipti.
Devletin askeri sahadaki kuvvet ve şevketine muvazi olarak sanayi, ticaret, eğitim, san'at ve sosyal teşkilat bakımından da üstün bir medeniyet seviyesine erişilmişti. İslami prensiplerle idare edilen, geniş ülkede adalet, eğitim ve mülkiyet haklarından, din ve ırk farkı olmaksızın bütün vatandaşlar istifade ediyordu. Engizisyon mezaliminden canlarını kurtarabilen yahudilerin, o devirde sığınabilecekleri bugünün mağdurlarınınolduğu gibi tek ülke Türkiye idi. Adil kanunlar, geniş bir vicdan hürriyeti, refah ve bolluk vardı.
Edebiyat, mimari, hüsnühat, süsleme san'atları, el sanayii en parlak devirlerini yaşıyordu. Silahların en sağlamı, kumaşların en güzeli, gemilerin en sür'atlisi, binaların en kullanışlısı, orduların en disiplinlisi,mahkemelerin en güveniliri, devlet adamlarınım en dirayetlisi Türk ülkesinde idi. Osmanlı İmparatorluğu, Roma Devleti ve Abbasi Hilafeti gibi tarihte üç-beşi geçmiyen muazzam devletlerden biri idi hatta bunların hepsinden de üstündü. Nitekim çağımızın büyük tarih felsefecisi Arnold Toynbee, Tarih Hakkında Bir İnceleme isimli eserinde, bu imparatorluk için, Eflatunun ideal cumhuriyetine, tatbikat sahasında en fazla yaklaşan devlet vasfını uygun görmektedir.
Herkesin bildiği gibi, maddi ve manevi zaferleriyle tarihin şeref sayfalarını işgal eden koca Türk imparatorluğu, bir zaman geldi ki, durakladı, geriledi ve parçalandı. Bu batışın sebeplerini burada teker teker zikredecek değiliz. Ancak bunu meydana getiren iç ve dış sebelerden birine dikkati İçten ve dıştan, devletimizin bünyesini kemiren, onu çökertmeğe çalışan unsurların başta gelenlerinden biri, hıristiyan misyonerleri idi.
Müslüman Türkleri hıristiyanlaştırmak, dolayısıyla Türk milletini yok etmek, eritmek gayesini güden misyonerler, din hürriyeti sahasındaki aşırı müsamahamızdan faydalanarak yurdumuzun çeşitli mıntakalarına sızmağa muvaffak olmuşlardı.
Başlangıçta hıristıyan vatandaşlarımızla meşgul olmuşlar, onlara ırkçılık şuuru aşılamışlar ve isyanlar çıkartarak, Türk devletinin ülke ve halk olarak parçalamp, dağılmasına gayret etmişlerdir. Bir taraftan idaremiz altındaki hıristiyan azınlıklarını kışkırtırken, öte taraftan okullarında okuttukları Türk çocuklarını afyonlamış, onların dine, vatana ve millete zararlı birer unsur olarak yetişmelerine çalışmışlardır. Devletimizin ve milletimizin geleceği üzerinde bu derece meş'um roller oynıyan bir akım hakkında, vatanına ve milletine bağlı her Türk münevverinin kafi miktarda bilgi sahibi olması elbette bir vatanperverlik icabıdır. Onlar şimdiye kadar cehalet, gaflet ve vurdum duymazlığımızı istismar etmek suretiyledir ki, bünyemizde bu korkunç tahribatı yapabilmişlerdir.
MİSYONERLİK HAREKETLERİNİN KAYNAĞI
Bugünkü misyonerlerin gaye ve emellerinin iyice anlıyabilmek için, bu akımın tarihçesini ve ortaya çıkış sebeplerini bilmek lazım geldiğinden, burada mümkün olduğu kadar kısa bir şekilde bu mevzua temas edeceğiz.
Roma Katolik Kilisesi Avrupa'ya tamamen hakim olduktan sonra dünyanın her tarafında yaşayan halkları hıristiyan yapmak üzere harekete geçti. Bu emeline evvela kılıç vasıtasiyle erişmeyi denedi.
Bunun, neticesiade Haçlı Seferleri tertib olundu. Muazzam ordular dalgalar halinde Müslüman ülkelerine saldırdılar. Asırlarca süren kanlı savaşlar oldu. Fakat müslümanların karşı hücumu karşısında tutunamadılar. Gayelerine erişemedikten başka müslümanların ilerlemesine de mani olamadılar.
Endülüs müslümanların elinde kalmakta devam ettiği gibi, Türkler 17 inci asrın ortalarında
Avrupa'nın göbeğine kadar ilerlediler. Kılıç kuvvetiyle hıristiyanlığı yaymak fikri iflas etmişti.
Artık 13. asırdan itibaren savaşlar vasıtasıyla başka milletleri hıristiyanlaştırmaktan ümid
kesilmişti.Buna rağmen bazı inadçı papa ve hükümdarlar bu yolda yeni tecrübelere girişmekten de vazgeçmediler.
O kadar kan döküldüğü halde hıristiyanların mukaddes makamları yine müslümanların elinde kalmıştı. Zaten evvela din gayreti ile başlayan Haçlı Seferleri, dana sonra zenginlik ve şöhret sahibi olmak hırslarına alet olmuştu. Böylelikle Haçlılar, Müslümanları hıristiyan edecek yerde onları, yaptıkları barbarca hareketlerle, hıristiyanlıktan iyice soğutmuşlar ve nefret ettirmişlerdi. Bunun üzerine bu işi artık sulh yolu ile ve tatlılıkla yapmak lehinde bir cereyan başladı, işte, bugünkü Hıristiyan misyonerliğinin menşei buradan başlar.
13. asırda Avrupa'da iki büyük hırıstiyan tarikatı vardı: Dominiken ve Fransisken tarikatleri, Dominiken tarikatinin kurucusu «Aziz Dominik» evvelce Tunus'a giderek müslümanları hıristiyanlığa da'vet yolunda oldukça gayret sarfetmişti.
Fakat tarikatini kurduktan sonra ilk işi, Avrupa'daki “sapık” hıristiyanlar arasında bir temizlik yapmak oldu. Böylece kendisi ve halefleri meşhur Engizisyon mahkemelerini kurdular ve bir asır müddetle Avrupada yaptıkları mezalimin dehşetinden herkesi tir tir titrettiler.
«Aziz Fransuva» ya gelince, onun tabiatı daha yumuşak olduğundan sapık hıristiyanları yola getirmek için Engizisyon mahkemeleri kuracağı yerde müritlerini Fransa, Almanya ve Macaristan'a yolladı. Fakat bu acemi misyonerler gittikleri memleketin dilini bile bilmedikleri için oraların hıristiyan halkı tarafmdan evvela soyuldular ve sonra da «bunlar sapıktır» denilerek zindana tıkıldılar.
Bilahare Tunus'a ve Fas'a gönderilen misyonerler de Arapça bilmediklerinden ve müslümanların aldırış etmezliklerinden dolayı hiçbir şey yapamıyarak memleketlerine elleri boş olarak döndüler.
Bu ilk teşebbüslerin toptan muvaffakıyetsizliğe uğraması karşısında müslumanları hıristiyan yapmaktan ümit kesilmeye yüz tutmuştu ki, yeni bir isim duyulmaya başlandı: Mayorkalı Ramon de Lulle, 1235 te ispanya'da doğdu. Babası bir asilzade idi. Yetiştiği muhitte İslam tesir ve nüfuzu hala kuvvetini hissettiriyordu. Gençliğinde dünya zevklerine düşkün bir asilzade idi.
Gördüğü bir hayal üzerine papaz olmaya ve müsiümanları hıristiyan yapmak için faaliyete girişmeğe karar verdi.
O sırada Mayorka Adasına yerleşmiş bulunuyordu. Evvela bir müslüman esir satın alarak ondan 9 yılda Arapça öğrendi. Bütün emeli Arapça öğreten bir papaz mektebi açarak misyoner yetiştirmekti.
Bunun için Avrupa krallarına, papalara ve Viyana Konsiline müracaat etti. Fakat her defasında derdini anlatamadı. Bütün ömrü eserler yazmak ve Avrupa’nın başlıca merkezlerinde dolaşmakla geçti.
İrili ufaklı iki bin kadar risale telif etti ki. 100 cilt tutmaktadır. Eserlerinin en belli başlıları Tanrının 100 adı (Kur’an’a —sözde— nazire olarak yazmıştır) ile Ars Major’dur (Büyük Sanat). 1291'de Tunus'a gitti, orada hıristiyanlık propagandası yapmak için uğraştı. Fakat 1292'de hudut harici edildi. 1305'te Buji şehrine gitti yakalandı ve hapsedildi. Hapisten çıkmasına yardım eden bir müslüman alimi ile altı ay münakaşa etti. Fakat her ikisi de birbirlerini ikna edemediler. Buji sultanı onu tekrar hudut harici etti.
****
1311'de bütün ömrünce tahakkuku için çalıştığı Şark dilleri kürsülerinin papanın emri ilee kurulduğunu gördü. 1315'te Tunus'a ikinci defa gitti. Sokaklarda İslamiyet aleyhinde mev'izeler vermiye başladı kendisinin bu haline tahammül edemiyen halk tarafından katledildi.
Modern misyoner teşkilatının ve şarkiyat ilminin babası işte bu zattır.
Reform hareketi neticesinde Katolik kilisesinin sultası parçalanıp ortaya çeşitli mezhepler çıktıktan sonra misyonerlik hareketleri de çeşit itibariyle çoğaldı. Her mezhep kendine mahsus bir misyoner teşkilatı kurdu. Yurdumuzda faaliyet gösteren başlıca teşkilatlar Katolik, Anglikan ve Protestan kiliseleridir.
MİSYONERLERİN METODLARINA UMUMİ BİR BAKIŞ
Tarih göstermiştir ki, misyonerler gayelerine erişmek için her türlü vasıtayı mubah gören bir zihniyete sahip olmuşlardır. Bu yüzden, Afrika ve Asya milletlerim uzun yıllar boyunca sömüren müstemlekecilerin ve emperyalistlerin en büyük yardımcıları hıristiyan papazları olmuştur.
Yerli halki kendi dinlerine sokabilmek için, kanlı ve vahşi müstevli ordularından medet ummuşlar ve bu uğurda en gayrı insani usullere başvurmaktan çekinmemişlerdir.
Filhakika onlar, girdikleri memlekette sadece neşr-i din işiyle meşgul olmazlar. Bilirler ki, mahalli kültürleri yıkmadikça hiçbir yerli hıristiyanlığı kabul etmez. Onun için evvela oradaki milleti meydana getiren maddi ve manevi kıymetler manzumesini soysuzlaştırmakla işe başlarlar. Tahrip ettikleri milliyetin enkazı üzerine kendi inançlarının binasını yükselteceklerini sanırlar.
Yurdumuzdaki yabancı okullarda tahsil gören gençlerin çoğunun dini ve milli terbiyeden mahrum, batı taklitçisi birer kozmopolit olarak yetişmesi, iddiamızın canlı bir delilidir.
«The Moslem World» mecmuasmm müdürlerin-den müteveffa rahip Samuel M. Zwemer, misyonerlerin İslam ülkelerindeki menfi tesirlerini şu cümleleriyle itiraf etmektedir:
«İslam memleketlerindeki misyoner teşkilatı faaliyetinin iki cephesi vardır: Yapıcı ve yıkıcı, veya başka bir tabirle eritici ve yeniden şekil verici. Mesela, Türkiye'deki muazzam değişikliklerin muharriki Batı Medeniyetinden ziyade misyonerlerde aranmalıdır. Mısır'da ve bütün İslam aleminde de durum aynen böyledir. Bu memleketlerde hıristıyan olan müslümanların sayısını öğrenmek için «Vaftiz istatistiklerine» bakmamalıdır. Zira biz şuna eminiz ki, günümüzde yüzlerce müslüman kalplerinden İslam imanını çıkarmışlar ve hıristiyanlığa gizlice inanmaya başlamışlardır. Onların müslümanlığı sözdedir.»
MİSYONERLER VE OSMANLI İMPARATORLUĞU
Osmanlı imparatoriuğunun yıkılış devrinde, misyonerler faaliyetlerini başlıca iki safhaya ayırabiliriz.
a) İmparatorluğun çeşitli bolgelerinde yaşayan ermeni, bulgar v.s. gibi hıristiyan unsurların
çocuklarını, açtıkları mekteplerde okutmuşlar ve onlara kendi milliyetçiliklerini aşılayarak, Osmanlı idaresine karşı isyanlar hazırlamalarına sebep olmuşlardı. Bir taraftan memeleket içindeki çeşitli unsurların arasına ayrılık ve nifak tohumları ekerken; öte yandan Avrupa ve Amerika kamuoyunu, Türkiye'nin aleyhine kışkırtıyor; kendi tahrikleriyle kopan isyanların bastırılmasını, ”Türkler hıristiyan ahaliyi kesiyor” şeklinde propaganda ederek, Batı alemini aleyhimize harekete getirmeğe çalışıyorlardı. Bundan bir asır öncesine kadar. Türk nüfusunun ekseriyette bulunduğu Tuna vilayetimizde, sakin bir hayat süren Bulgarlann isyan etmelerine ve Avrupa devletlerinin yardımıyla özerklik ve bilahare bağımsızlıklarını kazanmalarına en fazla hizmet eden müessese, İstanbul'da protestan misyonerleri tarafından işletilen Robert Kollej isimli okuldu.
1937'de İstanbul'da basılan ve o zamanın idaresince, matbaadan toplatılarak imha edilen H.Y. imzalı ve “Bulgaristanı Kimler Kurdu?” başlıklı broşürde bu mevzuda dehşet verici ifşaat bulunmaktadır.
Tuna Türklüğünün mahvına, Müslüman Rumeli'nin elimizden çıkmasına ve oradaki milyonlarca dindaşımızın barbarca katledilmesine, hep misyonerlerin ektikleri zehirli nifak tohumları sebep olmuştur.
Osmanh imparatorluğuna bağlı Arap ülkelerinde yaşayan hıristiyan Arap azınlıklara da, Beyruttaki Katolik- Fransız ve Protestan-Amerikan üniversitelerindeki misyonerler, Arap milliyetçiliği aşılıyarak, Arap teb'amız arasında da ayrılma ve parçalanma eğilimlerini körüklemişlerdi.
b) Misyonerler ilk hamlede Müslüman Türkleri doğrudan doğruya hıristiyan edemiyeceklerini bildiklerinden, onların genç neslini dinsiz olarak yetiştirmek, bilahare hasıl olan maneviyat buhranına çare olarak hıristiyanlığı takdim etmek istiyorlardı. Bu maksatla ülkemizin her yerinde açtıkları yüzlerce okulda tahsil gören Türk çocuklarını birer köksüz olarak yetiştirmeğe itina etmişlerdir.
26 Ağustos 1911 tarihli, AIIgemeine Missions-Zeit-schrift isimli misyoner mecmuasında şöyle bir haber okunmakta idi; “Dünya Hıristiyan Talebeleri Birliği Konferansı İstanbul'da açıldı. Toplantıya 33 milleti ve 37 mezhebi temsilen 248 talebe mümessili iştirak etmiştir. Toplantı 1871'de kurulan ve içinde Türklerin de bulunduğu 450 talebeye HIRİSTİYANİ ESASLARA dayalı bir eğitim veren ROBERT COLLEGE'de yapılmıştır.»
Son yarım asır içinde Türkiyede İslamiyeti ve millliyeti yıkmağa çalışan zihniyet bu okulların yetiştirdiklerinin veya hempalarının zihniyetinden başkası değildir, Misyonerlerin bu siyasetlerini şu tabirle ifade edebiliriz: “Ağaç, sapı kendi dallarından yapılan bir baltayla kesilir.” Onların nazarında ideal Türk münevveri Tevfik Fikret'in oğlu Halük'tur. Malum olduğu üzere babasının hür ve ilerici fikirleriyle yetişen ve tahsilini bir misyoner mektebinde yapan Haluk, dinini ve tabiiyetini değiştirerek protestan bir Amerikan vatandaşı olmuş, milletini ve vatanını inkar etmiştir.
İLİM VE MANTIK KARŞISINDA MİSYONERLER
Misyonerler dinlerini yaymak için ilmi ve nazari yollardan faydalanmazlar. Zira ilim ve akıl
vasıtasıyla hıristiyanlığm müslümanlığa üstün olduğunu ispat etmeye imkan ve ihtimal olmadığını bilirler. Bu yüzdendir ki, dolambaçlı ve sinsi yollara başvururlar. 19. asırda Hindistan'da cereyan eden birhadise, konumuz itibariyle, üzerinde ehemmiyetle durulmağı gerektiren bir ehemmiyettedir.
Hadiseyi kısaca hikaye ediyoruz: İngilizler, Hindistanı işgal ettikten sonra protestan misyonerleri bu ülkeye akın etmişler, yerli halkın dilinde kitaplar yazıp dağıtmak meydanlarda nutuklar çekmek suretiyle halkı hıristiyanlığa faaliyette geçmişler. Bu arada ulemanın ileri gelenlerinden Halilurrahman Rahmetullah Dehlevi Hazretleri de Hindistan'daki misyonerlerin en bilgilisi ve rütbece en büyüğü olan Papaz Pfander'i
herkesin huzurunda yapılacak bir münazaraya davet etmişti.
Papazın kabulü üzerine bu münakaşa miladi 1853 yılında Ekberabad şehrinde yapıldı. Toplantıda yüksek ingiliz memurları, ileri gelen Müslümanlar ve kalabalık bir halk kütlesi hazır bulundu.
Rahmetullah Efendinin ve Pfanderin yanlarında yardımcıları vardı. Munakakaşanın programını müslümanlarla hıristiyanlar arasmda anlaşmazlık mevzuu olan şu beş ana mesele teşkil ediyordu:
1) Tahrif (Hıristiyanların kutsal kitaplarının muharref olup olmadığı meselesi).
2) Nesh (Hıristiyanların kutsal kitapların hükümden kaldırılıp kaldırılmamış olması meselesi}
3) Teslis (Hıristiyan inancına göre Allah'ın hem bir, hem üç; Hazret-i İsa'nın (A.S.) hem Allah,
hem insan, hem de Allah'ın oğlu oluşu meselesi).
4) Kur'an-ı Kerim'in Allah tarafından gönderilmiş hak kitap oluşu meselesi.
5) Hazret-i Muhammed Sallallahü aleyhi ve sellemin risaletinin hak oluşu meselesi.
Münakaşanın ilk iki maddesinde Rahmetullah Efendi galip geldiğinden, misyonerler kaçmak
rmecburiyetinde kaldılar. Bu hadise İslamiyetin hıristiyanlığa karşı ilim ve akıl yoluyla kazandığı parlak bir zafer olarak tarihe yazıldı. Rahmetullah Efendi daha sonra bu mevzuu genişleterek «İzharü'l-Hak» ismiyle iki ciltlik, arapça büyük bir eser telif etti. Bu eser. Türkçeye, Fransızcaya, ingilizceye ve başka dillere tercüme edilmiştir. İngilizce tercümesi neşrolunduğu vakit meşhur Times gazetesinin Edebiyat ilavesinde, bu kitap garpta yayılacak olduğu takdirde hıristiyanhğın tutar tarafı kalamayacağmı ifade eden bir yazı çıkmıştır.
Bugün, misyonerler İslam-Türk yurdunda ellerini kollarını sallıyarak dolaşabiliyor ve bir kısım vatan gençliğini batıl telkinleriyle ifsad edebiliyorlarsa, bu, müslüman ulemasının sindirilmiş olmasından veya bu konuda çalışmadıkları ileri gelmektedir. Halbuki hıristiyanlığı reddetmek için yeni eser telif etmeğe ihtiyaç bile yoktur. Zira asırlar boyunca birçok İslam alimi hıristiyalığa reddiye olarak yüzlerce eser telif etmişler. Onları tercüme etmek veya bugünkü dile yeniden neşretmek maksadın husulüne kafidir. Bu noktada merhum Mehmd Akif'in şu beytini tekrarlamamak mümkün müdür?
«Misyonerler gece gündüz çalışırken acaba, Oturup, vahy-i ilahiyi mi bekler ulema?»
KÜLTÜR EMPERYALİZMİ VE MİSYONERLER
Asrımızdaki eski sömürgecilik usulleri tarihe karışmakta, yerine daha sinsi ve gizli bir
sömürgecilik ikame edilmektedir.
Garp alemi Asya ve Afrika devletlerini eskisi gibi silah, ve ordu kuvvetiyle sömürememektedir. Ancak, kültür, iktisat, ticaret sahalarında bu milleti soymağa ve kendi hizmetinde kullanmağa devam etmektedir.
Bu yeni sömürgecilikte misyonerlerin açtıkları okullar mühim rol oynamaktadırlar. Bu okullarda zehirlenmiş olarak yetişen ve bulundukları memleketlerde idareci mevkilerine geçen kimseler, sinsi emellerine emellerine alet olmaktadırlar. Öyle ki. Misyoner mekteplerinde yetişip. sonra da mühim mevkilere gelen bu devlet adamları. kendi öz milletlerine — sömürgecilerden daha fazla zulüm yapmaktadırlar. Onlar kendi vatanlarını bir “auto-colonie” olarak idare etmekte, içinden çıktıkları milleti ezip soymaktadırlar. Misyoner okulları, hıristiyan olmayan devletlerin milli bağımsızlıklarını ihlal eden zararlı müesseselerdir.
Değerli fikir adamlarımızdan Nurettin Topçu’nun misyoner mektepleri hakkında, aşağıda iktibas ettiğimiz satırları, meselenin bizdeki veçhesini bütün çıplaklığıyla gözler önüne sereN KIYMETLİ BİR TESPİTTİR.
«Altı yüz yıldan beri dıştan yaptığı akınlarla muvaffak olamıyan, son asırlarda ise ana yurdun
sadece peyk ülkelerini kopararak ayıran düşman, zaferini temin için azar azar içimize sızdı. Ruhlarımıza mayasını kanştırmak istedi."
Ve geçen asırda, Fatih'in İstanbul'u aldığı surlardan bu milletin kültürünü fethedeceğini söyliyen Amerikalı Hamlin'in ( Robert College'i kuran papaz ) bu sözünün sembolleştirdiği davayı, ya'ni kaleyi içinden alma davasını güttü.
Zehirli iğnesini varlığımızın her tarafına geçirerek, okullara, aileye, zevke, kazanca, sanata, ahlaka ve dine kadar bünyemizin her tarafına zehirini akıttığı halde kendini göstermeyen düşman, altı yüz yıllık aynı düşmandır.
Dışımızda iken onu görüyor, ona karşı cihad açıyorduk. Şimdi benliğimize girdi. Kültür halinde, san'at halinde, ahlak ve aile hayatı halinde, servet ve mülkiyet halinde, hatta din halinde bize nüfuz etti.
Asıl benliğimiz olduğuna bizi, içimizdeki safdilleri ve masum bir gençliği inandırmak istiyor, muvaffak olduğu yerde kanlı ellerini gösteriyor.
31 Mart hadisesini yapıyor. İsyanları körüklüyor. Neron gibi Romayı yaktırdıktan sonra «Romalılar!
Uyanın, ayaklanın! Hıristiyanlar şehrinizi yakıyor!» diye tellallar bağırtıyor.
Şehirilerini kuşatan ordunun ezan sesleriyle dehşet duyan düşman, bu ezanların vatanında,
ruhlarına çan seslerini sindirmek için sinesine aldığı nesilleri, kendi kültür yuvalarında zehirliyor.
Bunun karşısında bin yıllık bir millet, neşriyatiyle, vicdaniyle, irfaniyle, üniversitesiyle bin yıllık bir millet lakayd duruyor. Nerede bu kültürün İbni Kemalleri?
Yabancı okullar meselesi derin bir yaradır.Şimdilerde yerli görünümlü yabancı okullar... Davanın siyasi zaruretleri bizi alakadar etmez. O hususa temas etmiyoruz. Ancak prensip itibariyle, her milletin kendi vatanında kendi mektepleri vardır. Yabancı okullarda okumak isteyenler, yabancı vatanlara giderler. Okul millet kültürünün, millet ruhunun bayrağıdır. Vatan topraklarında yalnız o bayrak dalgalanır. Yabancı okulların yayacağı kültürler, bu memlekete medeniyet ve irfan getirmez, belki o milletin kültürünü yara bere içinde, perişan bırakır; milli şahsiyetin millet kültürü ile vücut bulmasını imkansız kılar, ileri bir milletin kültüründen faydalanmak için, kültürün tarlası olan vatana gitmek lazımdır. Memleket içinde yabancımektep, millet kültürünün ağacını köklerinden tahrip eden, ona zararlı bir nebattır.
Kendi vatanında milli kültürünün değerlerini yaşatan yabancı mektep, vatanının dışında misafiri olduğu milletin kültürüne karşı koyan zararlı bir kuvvettir. Öz vatanında kendini istiyen çocuklarına sevgi ile sunulur.
Yabancı bir vatanda, o vatanın çocuklarının kalbiyle, onlar ister farkında olsunlar, ister olmasınlar, çarpışır ve kalblerini aşındırır.. Her milletin vatanperverliği samimi olarak, kendi vatanında yaşanır.
Başka milletlerin milli değerlerini tanıyarak faydalanmak isteyenler, onu kültürün ancak kendi vatanında bulurlar.»
Misyonerlik faaliyetleri hakkında söylenecek sözümüz çoktur. Bu mevzuda fikir adamlarımıza düşen vazife ve sorumluluk son derece büyük ve ağırdır.
Milli bünyemizi tahrip eden zararlı cereyanlar meyanında bu hareketi de inceleyip, halkı uyandırmak, yabancıların açtıkları mekteplere boykot ilan etmek, hıristiyanhğa karşı reddiyeler hazırlamak bu cümledendir.
Papaz Okulunun Müslümanlar için “Gavur İmam” harekatı
ABD, İslam toplumlarına nasıl sahte din görevlisi yetiştiriyor?
| |
Halide Edip Adıvar’ın “Gavur İmam” adlı bir romanı vardır. Kanundan kaçan, canavar ruhlu bir cani, devletten saklanabilmek için bir imamı öldürüp de onun yerine geçer ve “gavur İmam” olur. İmam kılığı ve maskesi ile sinsi sinsi insanların canına kıymağa devam eder. ABD’nin, Müslüman toplumlarda görev yapmak üzere yetiştirdiği sahte imamların bu “gavur İmam”dan tek farkı, Müslümanların canlarına değil, dinlerine kıymak, İslam anlayışlarını bozmak için yetiştirilmektedir. |
Hartford Seminary Papaz ve Misyoner Okulu’nda, hem Hıristiyanlık eğitimi veriliyor ve papaz yetiştiriliyor, hem de “Müslümanlık” eğitimi veriliyor ve imam yetiştiriliyor.
Bu nasıl olur?
Asırlardan beri İslam’ı ve Müslümanları yok etmeye çalışan Haçlı dünyası kendilerine papaz ve misyoner yetiştiren bir okulda neden “Müslümanlık” eğitimi veriyor ve neden imam yetiştiriyor olabilir?
Bu okul ABD’deki 230 misyoner okulunun en eskisidir, 1833'te kurulmuştur.
Hartford Seminary Papaz Okulu’nda, 1970’lerde eğitimde bir yöntem değişikliğine gidilmiş, Hıristiyanlığa açıkça davet eden klasik misyonerlik anlayışı yerine, Müslümanlarla diyaloga dayalı, dolaylı ve sinsi bir misyonerlik yöntemini esas alan bir eğitim başlatılmış. Bunun için okulda “Müslümanlık” eğitiminin de verilmesi kararı alınmış.
BURADA PAPAZ YETİŞTİRİLİRKEN NASIL İMAM YETİŞTİRİLMESİ PLANLANMIŞ?
Hartford Seminary Papaz Okulu’nda “Müslümanlık” eğitimi verilmeye başlandıktan sonra imamların yetiştirilmesi de planlanmış. İmam eğitiminde, iki ayrı bölümden oluşan ders programı takip ediliyor. İlk bölüm akademik ders programı oluyor. İkinci bölümde ise uygulama yapılıyor.
Burada şu soru akla geliyor: Sözkonusu Papaz okulunda yetiştirilen imamlar, nasıl ve hangi formatta imamlar olabilir?
Bu sorunun cevabını herhalde imamları yetiştirecek okulun formatında ve amaçlarında aramamız gerekir.
BAYAN HEM PAPAZ OKULU HOCASI HEM İSLAM ŞURASI BAŞKANI BU NASIL OLUYOR?
Hartford Seminary Papaz Okulu’nun formatını ve amacını, okulda yaklaşık bir asırdan beri çıkarılan The Muslim World Dergisi’nden öğrenebiliriz.
Bu derginin 2006’daki editörü hem ABD ve hem de İsrail çifte vatandaşı olan Ibrahim Abu-Rabi’dir, yardımcısı da Hartford Seminary’nin öğretim üyesi olan bayan Ingrıd Matson’dur. Başı kapalı görev yapan bu bayanın, Papaz Okulunda ve okulun sözkonusu dergisinde bu görevlerini sürdürürken, 2006 yılında, Amerika’daki Müslümanların en büyük kuruluşu olan Islamic Society of North America’nın (ISNA’nın) başına getirilmesi dikkat çekicidir.
PAPAZ OKULUNUN TEMEL AMACI İSLAM’I DURDURMAK
1911 yılında yayınlanmağa başlayan The Muslim World (İslam Dünyası) Dergisi, Müslümanlarla ilgili bir misyoner dergisidir. Bu derginin amacı Dünyada hızla yayılan İslam’ı durdurmak, Müslümanları Hıristiyanlaştırmak ve İslam’ın Batı’ya yayılmasını önlemek için yapılan araştırmaları desteklemek ve yayınlamaktır. Dergide, bu amaç “Editör'ün Notu” adlı bölümde şöyle ifade edilmiştir: "Dünya genelinde Müslümanları maddi ve manevi olarak Hıristiyanlığa yönlendirmek, Hıristiyanlığın önündeki İslam engelini kaldırmak ve Müslümanları Hıristiyanlaştırmaktır. Pratik olarak Müslümanların İslam’a sevgi ve muhabbetlerini azaltıp dinlerinden uzaklaştırarak manen yaralayıp Müslümanları, İsa'yı kurtarıcı olarak arzu edecek kıvama getirmektir."
Dergide, ayrıca Peygamber Efendimiz’i (SAS) Müslümanların gözünde yıpratmak ve küçük düşürmek için çalışılması gerektiği de bir başka amaç olarak dile getirilmiştir: "Muhammedi'lere Misyonerlikle Tesir Etmek"adlı bir makalede şöyle denmiştir: "İslam uzlaşma dinidir. Bu dinin kurucusuna karşı menfi hisleri uyandırarak, yani onun din duygusunu kendi politik hırsı için kullandığını ve doğruluğu savunmasının nedeni ise; ahlaksız, cinsel arzu ve isteklerine ulaşmak için yaptığını nazara verip bu şekilde Muhammed’in sevgisini Müslümanların kalbinden çıkararak başarılı olunabilecektir."
The Muslim World’da çıkan bu yazılar, derginin ve bu yayını çıkaran Papaz okulu Hartford Seminary’nin amacının ve formatının da aynı olduğunu açıkça gösteriyor. Peki burada eğitilen imamların, bu amacın ve formatın dışında yetişmesi düşünülebilir mi?
ABD TEMSİLCİLER MECLİSİNDE DUA EDEN İNCİL’Cİ İMAM BURADAN YETİŞMİŞ
Nitekim ABD Temsilciler Meclisi Dışilişkiler Komitesi’nin, 3 Mart 2010 tarihinde, Howard L. Berman’ın başkanlığında yapılan toplantının açılışında dua eden, 2005-2008 yılları arasında Hatford Seminary Papazlık Okulunda İslamcı vaizlik programının yardımcı direktörü olarak çalışan Türk İmam Abdullah Antepli bu konuda bir örnektir.
Abdullah Antepli sözkonusu açılışta, İslam’ın emrettiği şekilde Müslümanca dua yerine, dua metinlerini İncil’den seçmiş okumuştur. Abdullah Antepli, 1996-2003 yılları arasında Burma ve Malezya gibi Asya’da organize edilen İslam’ı değiştirme projelerinde görev almıştır. 2003-2005 yalları arasında da Wesleyan Ünversitesi’nde Müslüman vaiz olarak çalışmış ve “Dinlerarası Diyalog” projelerinde görevlendirilmiştir.
IRAK’TA BEYİN YIKAYAN SAHTE İMAMLAR BURADAN MI ÇIKMIŞ?
Nitekim ABD’nin Müslümanlara yönelik stratejilerinde “sahte imamların” görevlendirildiği programlar vardır. Hatırlanacağı üzere, ABD ordusu’nun Irak’ta zulüm ve işkencelerle durduramadığı, Müslümanların cihat direnişini kırmak için, Pentagon tarafından, hapishanelerde, tutsakların beyinlerini Kur’an-ı Kerim’den ayetler ileri sürerek beyin yıkayan özel yetiştirilmiş imamlar ve din adamları görevlendirilmişti. Ülkedeki tüm hapishanelerde uygulanan bu programın başında bulunan Amerikalı Tuğgeneral Douglas Stone, La Times’a yaptığı açıklamada “En büyük silahımız Kur’an... Direnişçilerin radikal fikirlerini Kur’an’la değiştirmeye çalışıyoruz” demişti.
Bu durumda, Pentagon’un kullandığı o beyin yıkayan imamlar, acaba sözünü ettiğimiz Papaz Okulu’nda özel olarak yetiştirilmiş imamlar değil midir, sorusu akla geliyor.
Ama ABD sömürgeciliğinin, Müslümanları dini kimlikleriyle kontrol altına alabilmek için imam yetiştiren ve eğiten programları sadece Papaz Okulu’ndakinden ibaret değil. Amerika’nın bu konuda başka programları da var. Örneğin, İslam dünyasında öncelikli ülkelerden seçilen imamlar ve diğer din sorumluları, Amerika’nın istediği formatta görev yapabilmeleri için ABD’ye çağırılıp kurslara tabi tutuluyor ve maaşa bağlanıyor.
Ayrıca İslam ilahiyatçısı akademisyenlerden seçilenler, “Birleşik Kilise Hareketi” olarak bilinen ve tanınan Moon toplantılarına çağırılmıştır ve oralarda kendilerine seminerler ve kurslar verilmiştir.
İSLAM ANLAYIŞINI BOZMAĞA ÇALIŞAN “GAVUR İMAMLAR”
Amerikan sömürgeciliğinin, Müslüman toplumlarda ve topluluklarda görev yapmak üzere yetiştirdiği sahte imamların bu “gavur İmam”dan tek farkları vardır: Bu imamlar, bugün Müslümanların canlarına değil, dinlerine kıymak, İslam anlayışlarını bozmak üzere yetiştirilmektedir. Herhalde Müslümana düşen basiretli ve uyanık olmak ve dinine kıydırmamaktır. İslam düşmanlarının bizden gözükerek oynadıkları oyunlarını bozmaktır.
Türkiye’nin kimliğinin ve bekasının korunması için ülke güvenlik stratejilerinin değiştirilmesi gerektiğinin tartışıldığı bir dönemin başladığını unutmadan UYUŞMA-UYAN TÜRKİYE diyoruz!