31 Ekim 2013 Perşembe

MÜSLÜMAN UYANIK OLMAK ZORUNDADIR!


GAVUR İMAM!







1965 yılında son toplanan Vatikan konsülü 3 ayrı karar alır. Milenyum dedikleri çağda Asyanın hristiyanlaşması için...
Müslüman ülkeler;
hoşgörü,
diyalog
ve gizli hristiyanlık ile İslam dininden uzaklaştırılacaklardır. Nedir Gizli Hristiyanlık?

HRİSTİYANLAR GİBİ YAŞAYAN MÜSLÜMANLAR ELDE ETMEK!




Müslüman Türk milleti bundan birkaç asır evvel, dünyanın en kudretli imparatorluğuna sahipti. 
Devletin askeri sahadaki kuvvet ve şevketine muvazi olarak sanayi, ticaret, eğitim, san'at ve sosyal teşkilat bakımından da üstün bir medeniyet seviyesine erişilmişti. İslami prensiplerle idare edilen, geniş ülkede adalet, eğitim ve mülkiyet haklarından, din ve ırk farkı olmaksızın bütün vatandaşlar istifade ediyordu. Engizisyon mezaliminden canlarını kurtarabilen yahudilerin, o devirde sığınabilecekleri bugünün mağdurlarınınolduğu gibi tek ülke Türkiye idi. Adil kanunlar, geniş bir vicdan hürriyeti, refah ve bolluk vardı.

Edebiyat, mimari, hüsnühat, süsleme san'atları, el sanayii en parlak devirlerini yaşıyordu. Silahların en sağlamı, kumaşların en güzeli, gemilerin en sür'atlisi, binaların en kullanışlısı, orduların en disiplinlisi,mahkemelerin en güveniliri, devlet adamlarınım en dirayetlisi Türk ülkesinde idi. Osmanlı İmparatorluğu, Roma Devleti ve Abbasi Hilafeti gibi tarihte üç-beşi geçmiyen muazzam devletlerden biri idi hatta bunların hepsinden de üstündü. Nitekim çağımızın büyük tarih felsefecisi Arnold Toynbee, Tarih Hakkında Bir İnceleme isimli eserinde, bu imparatorluk için, Eflatunun ideal cumhuriyetine, tatbikat sahasında en fazla yaklaşan devlet vasfını uygun görmektedir.

Herkesin bildiği gibi, maddi ve manevi zaferleriyle tarihin şeref sayfalarını işgal eden koca Türk imparatorluğu, bir zaman geldi ki, durakladı, geriledi ve parçalandı. Bu batışın sebeplerini burada teker teker zikredecek değiliz. Ancak bunu meydana getiren iç ve dış sebelerden birine dikkati İçten ve dıştan, devletimizin bünyesini kemiren, onu çökertmeğe çalışan unsurların başta gelenlerinden biri, hıristiyan misyonerleri idi.
Müslüman Türkleri hıristiyanlaştırmak, dolayısıyla Türk milletini yok etmek, eritmek gayesini güden misyonerler, din hürriyeti sahasındaki aşırı müsamahamızdan faydalanarak yurdumuzun çeşitli mıntakalarına sızmağa muvaffak olmuşlardı.

Başlangıçta hıristıyan vatandaşlarımızla meşgul olmuşlar, onlara ırkçılık şuuru aşılamışlar ve isyanlar çıkartarak, Türk devletinin ülke ve halk olarak parçalamp, dağılmasına gayret etmişlerdir. Bir taraftan idaremiz altındaki hıristiyan azınlıklarını kışkırtırken, öte taraftan okullarında okuttukları Türk çocuklarını afyonlamış, onların dine, vatana ve millete zararlı birer unsur olarak yetişmelerine çalışmışlardır. Devletimizin ve milletimizin geleceği üzerinde bu derece meş'um roller oynıyan bir akım hakkında, vatanına ve milletine bağlı her Türk münevverinin kafi miktarda bilgi sahibi olması elbette bir vatanperverlik icabıdır. Onlar şimdiye kadar cehalet, gaflet ve vurdum duymazlığımızı istismar etmek suretiyledir ki, bünyemizde bu korkunç tahribatı yapabilmişlerdir.


MİSYONERLİK HAREKETLERİNİN KAYNAĞI
Bugünkü misyonerlerin gaye ve emellerinin iyice anlıyabilmek için, bu akımın tarihçesini ve ortaya çıkış sebeplerini bilmek lazım geldiğinden, burada mümkün olduğu kadar kısa bir şekilde bu mevzua temas edeceğiz.
Roma Katolik Kilisesi Avrupa'ya tamamen hakim olduktan sonra dünyanın her tarafında yaşayan halkları hıristiyan yapmak üzere harekete geçti. Bu emeline evvela kılıç vasıtasiyle erişmeyi denedi.
Bunun, neticesiade Haçlı Seferleri tertib olundu. Muazzam ordular dalgalar halinde Müslüman ülkelerine saldırdılar. Asırlarca süren kanlı savaşlar oldu. Fakat müslümanların karşı hücumu karşısında tutunamadılar. Gayelerine erişemedikten başka müslümanların ilerlemesine de mani olamadılar.
Endülüs müslümanların elinde kalmakta devam ettiği gibi, Türkler 17 inci asrın ortalarında
Avrupa'nın göbeğine kadar ilerlediler. Kılıç kuvvetiyle hıristiyanlığı yaymak fikri iflas etmişti.
Artık 13. asırdan itibaren savaşlar vasıtasıyla başka milletleri hıristiyanlaştırmaktan ümid
kesilmişti.Buna rağmen bazı inadçı papa ve hükümdarlar bu yolda yeni tecrübelere girişmekten de vazgeçmediler.
O kadar kan döküldüğü halde hıristiyanların mukaddes makamları yine müslümanların elinde kalmıştı. Zaten evvela din gayreti ile başlayan Haçlı Seferleri, dana sonra zenginlik ve şöhret sahibi olmak hırslarına alet olmuştu. Böylelikle Haçlılar, Müslümanları hıristiyan edecek yerde onları, yaptıkları barbarca hareketlerle, hıristiyanlıktan iyice soğutmuşlar ve nefret ettirmişlerdi. Bunun üzerine bu işi artık sulh yolu ile ve tatlılıkla yapmak lehinde bir cereyan başladı, işte, bugünkü Hıristiyan misyonerliğinin menşei buradan başlar.

13. asırda Avrupa'da iki büyük hırıstiyan tarikatı vardı: Dominiken ve Fransisken tarikatleri, Dominiken tarikatinin kurucusu «Aziz Dominik» evvelce Tunus'a giderek müslümanları hıristiyanlığa da'vet yolunda oldukça gayret sarfetmişti.
Fakat tarikatini kurduktan sonra ilk işi, Avrupa'daki “sapık” hıristiyanlar arasında bir temizlik yapmak oldu. Böylece kendisi ve halefleri meşhur Engizisyon mahkemelerini kurdular ve bir asır müddetle Avrupada yaptıkları mezalimin dehşetinden herkesi tir tir titrettiler.
«Aziz Fransuva» ya gelince, onun tabiatı daha yumuşak olduğundan sapık hıristiyanları yola getirmek için Engizisyon mahkemeleri kuracağı yerde müritlerini Fransa, Almanya ve Macaristan'a yolladı. Fakat bu acemi misyonerler gittikleri memleketin dilini bile bilmedikleri için oraların hıristiyan halkı tarafmdan evvela soyuldular ve sonra da «bunlar sapıktır» denilerek zindana tıkıldılar.
Bilahare Tunus'a ve Fas'a gönderilen misyonerler de Arapça bilmediklerinden ve müslümanların aldırış  etmezliklerinden dolayı hiçbir şey yapamıyarak memleketlerine elleri boş olarak döndüler.
Bu ilk teşebbüslerin toptan muvaffakıyetsizliğe uğraması karşısında müslumanları hıristiyan yapmaktan ümit kesilmeye yüz tutmuştu ki, yeni bir isim duyulmaya başlandı: Mayorkalı Ramon de Lulle, 1235 te ispanya'da doğdu. Babası bir asilzade idi. Yetiştiği muhitte İslam tesir ve nüfuzu hala kuvvetini hissettiriyordu. Gençliğinde dünya zevklerine düşkün bir asilzade idi.
Gördüğü bir hayal üzerine papaz olmaya ve müsiümanları hıristiyan yapmak için faaliyete girişmeğe karar verdi.
O sırada Mayorka Adasına yerleşmiş bulunuyordu. Evvela bir müslüman esir satın alarak ondan 9 yılda Arapça öğrendi. Bütün emeli Arapça öğreten bir papaz mektebi açarak misyoner yetiştirmekti.
Bunun için Avrupa krallarına, papalara ve Viyana Konsiline müracaat etti. Fakat her defasında derdini  anlatamadı. Bütün ömrü eserler yazmak ve Avrupa’nın başlıca merkezlerinde dolaşmakla geçti.
İrili ufaklı iki bin kadar risale telif etti ki. 100 cilt tutmaktadır. Eserlerinin en belli başlıları Tanrının 100 adı (Kur’an’a —sözde— nazire olarak yazmıştır) ile Ars Major’dur (Büyük Sanat). 1291'de Tunus'a gitti, orada hıristiyanlık propagandası yapmak için uğraştı. Fakat 1292'de hudut harici edildi. 1305'te Buji şehrine gitti yakalandı ve hapsedildi. Hapisten çıkmasına yardım eden bir müslüman alimi ile altı ay  münakaşa etti. Fakat her ikisi de birbirlerini ikna edemediler. Buji sultanı onu tekrar hudut harici etti.
****
1311'de bütün ömrünce tahakkuku için çalıştığı Şark dilleri kürsülerinin papanın emri ilee kurulduğunu gördü. 1315'te Tunus'a ikinci defa gitti. Sokaklarda İslamiyet aleyhinde mev'izeler vermiye başladı kendisinin bu haline tahammül edemiyen halk tarafından katledildi.
Modern misyoner teşkilatının ve şarkiyat ilminin babası işte bu zattır.
Reform hareketi neticesinde Katolik kilisesinin sultası parçalanıp ortaya çeşitli mezhepler çıktıktan sonra misyonerlik hareketleri de çeşit itibariyle çoğaldı. Her mezhep kendine mahsus bir misyoner teşkilatı kurdu. Yurdumuzda faaliyet gösteren başlıca teşkilatlar Katolik, Anglikan ve Protestan kiliseleridir.


MİSYONERLERİN METODLARINA UMUMİ BİR BAKIŞ 

Tarih göstermiştir ki, misyonerler gayelerine erişmek için her türlü vasıtayı mubah gören bir zihniyete sahip olmuşlardır. Bu yüzden, Afrika ve Asya milletlerim uzun yıllar boyunca sömüren müstemlekecilerin ve emperyalistlerin en büyük yardımcıları hıristiyan papazları olmuştur.
Yerli halki  kendi dinlerine sokabilmek için, kanlı ve vahşi müstevli ordularından medet ummuşlar ve bu uğurda en gayrı insani usullere başvurmaktan çekinmemişlerdir.
Filhakika onlar, girdikleri memlekette sadece neşr-i din işiyle meşgul olmazlar. Bilirler ki, mahalli kültürleri yıkmadikça hiçbir yerli hıristiyanlığı kabul etmez. Onun için evvela oradaki milleti meydana getiren maddi ve manevi kıymetler manzumesini soysuzlaştırmakla işe başlarlar. Tahrip ettikleri  milliyetin enkazı üzerine kendi inançlarının binasını yükselteceklerini sanırlar.
Yurdumuzdaki yabancı  okullarda tahsil gören gençlerin çoğunun dini ve milli terbiyeden mahrum, batı taklitçisi birer  kozmopolit olarak yetişmesi, iddiamızın canlı bir delilidir.
«The Moslem World» mecmuasmm  müdürlerin-den müteveffa rahip Samuel M. Zwemer, misyonerlerin İslam ülkelerindeki menfi  tesirlerini şu cümleleriyle itiraf etmektedir:

«İslam memleketlerindeki misyoner teşkilatı faaliyetinin iki cephesi vardır: Yapıcı ve yıkıcı, veya  başka bir tabirle eritici ve yeniden şekil verici. Mesela, Türkiye'deki muazzam değişikliklerin muharriki Batı Medeniyetinden ziyade misyonerlerde aranmalıdır. Mısır'da ve bütün İslam aleminde de  durum aynen böyledir. Bu memleketlerde hıristıyan olan müslümanların sayısını öğrenmek için «Vaftiz istatistiklerine» bakmamalıdır. Zira biz şuna eminiz ki, günümüzde yüzlerce müslüman kalplerinden İslam imanını çıkarmışlar ve hıristiyanlığa gizlice inanmaya başlamışlardır. Onların müslümanlığı sözdedir.»



MİSYONERLER VE OSMANLI İMPARATORLUĞU 

Osmanlı imparatoriuğunun yıkılış devrinde, misyonerler faaliyetlerini başlıca iki safhaya ayırabiliriz.
a) İmparatorluğun çeşitli bolgelerinde yaşayan ermeni, bulgar v.s. gibi hıristiyan unsurların
çocuklarını, açtıkları mekteplerde okutmuşlar ve onlara kendi milliyetçiliklerini aşılayarak, Osmanlı idaresine karşı isyanlar hazırlamalarına sebep olmuşlardı. Bir taraftan memeleket içindeki çeşitli unsurların arasına ayrılık ve nifak tohumları ekerken; öte yandan Avrupa ve Amerika kamuoyunu, Türkiye'nin aleyhine kışkırtıyor; kendi tahrikleriyle kopan isyanların bastırılmasını, ”Türkler hıristiyan  ahaliyi kesiyor” şeklinde propaganda ederek, Batı alemini aleyhimize harekete getirmeğe çalışıyorlardı. Bundan bir asır öncesine kadar. Türk nüfusunun ekseriyette bulunduğu Tuna vilayetimizde, sakin bir hayat süren Bulgarlann isyan etmelerine ve Avrupa devletlerinin yardımıyla özerklik ve bilahare bağımsızlıklarını kazanmalarına en fazla hizmet eden müessese, İstanbul'da protestan misyonerleri tarafından işletilen Robert Kollej isimli okuldu.

1937'de İstanbul'da basılan  ve o zamanın idaresince, matbaadan toplatılarak imha edilen H.Y. imzalı ve “Bulgaristanı Kimler  Kurdu?” başlıklı broşürde bu mevzuda dehşet verici ifşaat bulunmaktadır.
Tuna Türklüğünün mahvına,  Müslüman Rumeli'nin elimizden çıkmasına ve oradaki milyonlarca dindaşımızın barbarca  katledilmesine, hep misyonerlerin ektikleri zehirli nifak tohumları sebep olmuştur.
Osmanh imparatorluğuna bağlı Arap ülkelerinde yaşayan hıristiyan Arap azınlıklara da, Beyruttaki Katolik- Fransız ve Protestan-Amerikan üniversitelerindeki misyonerler, Arap milliyetçiliği aşılıyarak,  Arap teb'amız arasında da ayrılma ve parçalanma eğilimlerini körüklemişlerdi.

b) Misyonerler ilk hamlede Müslüman Türkleri doğrudan doğruya hıristiyan edemiyeceklerini bildiklerinden, onların genç neslini dinsiz olarak yetiştirmek, bilahare hasıl olan maneviyat buhranına  çare olarak hıristiyanlığı takdim etmek istiyorlardı. Bu maksatla ülkemizin her yerinde açtıkları yüzlerce okulda tahsil gören Türk çocuklarını birer köksüz olarak yetiştirmeğe itina etmişlerdir.



26 Ağustos 1911 tarihli, AIIgemeine Missions-Zeit-schrift isimli misyoner mecmuasında şöyle bir haber okunmakta  idi; “Dünya Hıristiyan Talebeleri Birliği Konferansı İstanbul'da açıldı. Toplantıya 33 milleti ve 37 mezhebi temsilen  248 talebe mümessili iştirak etmiştir. Toplantı 1871'de kurulan ve içinde Türklerin de bulunduğu 450 talebeye  HIRİSTİYANİ ESASLARA dayalı bir eğitim veren ROBERT COLLEGE'de yapılmıştır.»


Son  yarım asır içinde Türkiyede İslamiyeti ve millliyeti yıkmağa çalışan zihniyet bu okulların yetiştirdiklerinin veya hempalarının zihniyetinden başkası değildir, Misyonerlerin bu siyasetlerini şu tabirle ifade edebiliriz: “Ağaç, sapı kendi dallarından yapılan bir baltayla kesilir.” Onların nazarında ideal Türk münevveri Tevfik Fikret'in oğlu Halük'tur. Malum olduğu üzere babasının hür ve ilerici fikirleriyle yetişen ve tahsilini bir misyoner mektebinde yapan Haluk, dinini ve tabiiyetini değiştirerek  protestan bir Amerikan vatandaşı olmuş, milletini ve vatanını inkar etmiştir.

İLİM VE MANTIK KARŞISINDA MİSYONERLER
Misyonerler dinlerini yaymak için ilmi ve nazari yollardan faydalanmazlar. Zira ilim ve akıl
vasıtasıyla hıristiyanlığm müslümanlığa üstün olduğunu ispat etmeye imkan ve ihtimal olmadığını bilirler. Bu yüzdendir ki, dolambaçlı ve sinsi yollara başvururlar. 19. asırda Hindistan'da cereyan eden birhadise, konumuz itibariyle, üzerinde ehemmiyetle durulmağı gerektiren bir ehemmiyettedir.

Hadiseyi kısaca hikaye ediyoruz: İngilizler, Hindistanı işgal ettikten sonra protestan misyonerleri bu ülkeye akın etmişler, yerli halkın dilinde kitaplar yazıp dağıtmak meydanlarda nutuklar çekmek suretiyle halkı hıristiyanlığa faaliyette geçmişler. Bu arada ulemanın ileri gelenlerinden Halilurrahman Rahmetullah Dehlevi Hazretleri de Hindistan'daki misyonerlerin en bilgilisi ve rütbece en büyüğü olan Papaz Pfander'i
herkesin huzurunda yapılacak bir münazaraya davet etmişti.
Papazın kabulü üzerine bu münakaşa miladi 1853 yılında Ekberabad şehrinde yapıldı. Toplantıda yüksek ingiliz memurları, ileri gelen Müslümanlar ve kalabalık bir halk kütlesi hazır bulundu.
Rahmetullah Efendinin ve Pfanderin yanlarında yardımcıları vardı. Munakakaşanın programını müslümanlarla hıristiyanlar arasmda anlaşmazlık mevzuu olan şu beş ana mesele teşkil ediyordu:
1) Tahrif (Hıristiyanların kutsal kitaplarının muharref olup olmadığı meselesi).
2) Nesh (Hıristiyanların kutsal kitapların hükümden kaldırılıp kaldırılmamış olması meselesi}
3) Teslis (Hıristiyan inancına göre Allah'ın hem bir, hem üç; Hazret-i İsa'nın (A.S.) hem Allah,
hem insan, hem de Allah'ın oğlu oluşu meselesi).
4) Kur'an-ı Kerim'in Allah tarafından gönderilmiş hak kitap oluşu meselesi.
5) Hazret-i Muhammed Sallallahü aleyhi ve sellemin risaletinin hak oluşu meselesi.

Münakaşanın ilk iki maddesinde Rahmetullah Efendi galip geldiğinden, misyonerler kaçmak
rmecburiyetinde kaldılar. Bu hadise İslamiyetin hıristiyanlığa karşı ilim ve akıl yoluyla kazandığı parlak bir zafer olarak tarihe yazıldı. Rahmetullah Efendi daha sonra bu mevzuu genişleterek «İzharü'l-Hak» ismiyle iki ciltlik, arapça büyük bir eser telif etti. Bu eser. Türkçeye, Fransızcaya, ingilizceye ve başka dillere tercüme edilmiştir. İngilizce tercümesi neşrolunduğu vakit meşhur Times gazetesinin Edebiyat ilavesinde, bu kitap garpta yayılacak olduğu takdirde hıristiyanhğın tutar tarafı kalamayacağmı ifade eden bir yazı çıkmıştır.
Bugün, misyonerler İslam-Türk yurdunda ellerini kollarını sallıyarak dolaşabiliyor ve bir kısım vatan gençliğini batıl telkinleriyle ifsad edebiliyorlarsa, bu, müslüman ulemasının sindirilmiş olmasından veya bu konuda çalışmadıkları ileri gelmektedir. Halbuki hıristiyanlığı reddetmek için yeni eser telif etmeğe ihtiyaç bile yoktur. Zira asırlar boyunca birçok İslam alimi hıristiyalığa reddiye olarak yüzlerce eser telif etmişler. Onları tercüme etmek veya bugünkü dile yeniden neşretmek maksadın husulüne kafidir. Bu noktada merhum Mehmd Akif'in şu beytini tekrarlamamak mümkün müdür?
«Misyonerler gece gündüz çalışırken acaba, Oturup, vahy-i ilahiyi mi bekler ulema?» 


KÜLTÜR EMPERYALİZMİ VE MİSYONERLER 

Asrımızdaki eski sömürgecilik usulleri tarihe karışmakta, yerine daha sinsi ve gizli bir 

sömürgecilik ikame edilmektedir.




Garp alemi Asya ve Afrika devletlerini eskisi gibi silah, ve ordu kuvvetiyle sömürememektedir. Ancak, kültür, iktisat, ticaret sahalarında bu milleti soymağa ve kendi hizmetinde kullanmağa devam etmektedir.
Bu yeni sömürgecilikte misyonerlerin açtıkları okullar mühim rol oynamaktadırlar. Bu okullarda zehirlenmiş olarak yetişen ve bulundukları memleketlerde idareci mevkilerine geçen kimseler, sinsi emellerine emellerine alet olmaktadırlar. Öyle ki. Misyoner mekteplerinde yetişip. sonra da mühim mevkilere gelen bu devlet adamları. kendi öz milletlerine — sömürgecilerden daha fazla zulüm yapmaktadırlar. Onlar kendi vatanlarını bir “auto-colonie” olarak idare etmekte, içinden çıktıkları milleti ezip soymaktadırlar. Misyoner okulları, hıristiyan olmayan devletlerin milli bağımsızlıklarını ihlal eden zararlı müesseselerdir.

Değerli fikir adamlarımızdan Nurettin Topçu’nun misyoner mektepleri hakkında, aşağıda iktibas ettiğimiz satırları, meselenin bizdeki veçhesini bütün çıplaklığıyla gözler önüne sereN KIYMETLİ BİR TESPİTTİR. 

«Altı yüz yıldan beri dıştan yaptığı akınlarla muvaffak olamıyan, son asırlarda ise ana yurdun 

sadece peyk ülkelerini kopararak ayıran düşman, zaferini temin için azar azar içimize sızdı. Ruhlarımıza mayasını kanştırmak istedi."


Ve geçen asırda, Fatih'in İstanbul'u aldığı surlardan bu milletin kültürünü fethedeceğini söyliyen Amerikalı Hamlin'in ( Robert College'i kuran papaz ) bu sözünün sembolleştirdiği davayı, ya'ni kaleyi içinden alma davasını güttü.

Zehirli iğnesini varlığımızın her tarafına geçirerek, okullara, aileye, zevke, kazanca, sanata, ahlaka ve dine kadar bünyemizin her tarafına zehirini akıttığı halde kendini göstermeyen düşman, altı yüz yıllık aynı düşmandır. 
Dışımızda iken onu görüyor, ona karşı cihad açıyorduk. Şimdi benliğimize girdi. Kültür halinde, san'at halinde, ahlak ve aile hayatı halinde, servet ve mülkiyet halinde, hatta din halinde bize nüfuz etti.

Asıl benliğimiz olduğuna bizi, içimizdeki safdilleri ve masum bir gençliği inandırmak istiyor, muvaffak olduğu yerde kanlı ellerini gösteriyor.
31 Mart hadisesini yapıyor. İsyanları körüklüyor. Neron gibi Romayı yaktırdıktan sonra «Romalılar!
Uyanın, ayaklanın! Hıristiyanlar şehrinizi yakıyor!» diye tellallar bağırtıyor.
Şehirilerini kuşatan ordunun ezan sesleriyle dehşet duyan düşman, bu ezanların vatanında,
ruhlarına çan seslerini sindirmek için sinesine aldığı nesilleri, kendi kültür yuvalarında zehirliyor.
Bunun karşısında bin yıllık bir millet, neşriyatiyle, vicdaniyle, irfaniyle, üniversitesiyle bin yıllık bir millet lakayd duruyor. Nerede bu kültürün İbni Kemalleri?

Yabancı okullar meselesi derin bir yaradır.Şimdilerde yerli görünümlü yabancı okullar... Davanın siyasi zaruretleri bizi alakadar etmez. O hususa temas etmiyoruz. Ancak prensip itibariyle, her milletin kendi vatanında kendi mektepleri vardır. Yabancı okullarda okumak isteyenler, yabancı vatanlara giderler. Okul millet kültürünün, millet ruhunun bayrağıdır. Vatan topraklarında yalnız o bayrak dalgalanır. Yabancı okulların yayacağı kültürler, bu memlekete medeniyet ve irfan getirmez, belki o milletin kültürünü yara bere içinde, perişan bırakır; milli şahsiyetin millet kültürü ile vücut bulmasını imkansız kılar, ileri bir milletin kültüründen faydalanmak için, kültürün tarlası olan vatana gitmek lazımdır. Memleket içinde yabancımektep, millet kültürünün ağacını köklerinden tahrip eden, ona zararlı bir nebattır.
 Kendi vatanında milli kültürünün değerlerini yaşatan yabancı mektep, vatanının dışında misafiri olduğu milletin kültürüne karşı koyan zararlı bir kuvvettir. Öz vatanında kendini istiyen çocuklarına sevgi ile sunulur.
Yabancı bir vatanda, o vatanın çocuklarının kalbiyle, onlar ister farkında olsunlar, ister olmasınlar, çarpışır ve kalblerini aşındırır.. Her milletin vatanperverliği samimi olarak, kendi vatanında yaşanır.
Başka milletlerin milli değerlerini tanıyarak faydalanmak isteyenler, onu kültürün ancak kendi vatanında bulurlar.»

Misyonerlik faaliyetleri hakkında söylenecek sözümüz çoktur. Bu mevzuda fikir adamlarımıza  düşen vazife ve sorumluluk son derece büyük ve ağırdır.

Milli bünyemizi tahrip eden zararlı cereyanlar meyanında bu hareketi de inceleyip, halkı uyandırmak, yabancıların açtıkları mekteplere boykot ilan etmek, hıristiyanhğa karşı reddiyeler hazırlamak bu cümledendir.

Papaz Okulunun Müslümanlar için “Gavur İmam” harekatı

ABD, İslam toplumlarına nasıl sahte din görevlisi yetiştiriyor?
Halide Edip Adıvar’ın “Gavur İmam” adlı bir romanı vardır. Kanundan kaçan, canavar ruhlu bir cani, devletten saklanabilmek için bir imamı öldürüp de onun yerine geçer ve “gavur İmam” olur. İmam kılığı ve maskesi ile sinsi sinsi insanların canına kıymağa devam eder. ABD’nin, Müslüman toplumlarda görev yapmak üzere yetiştirdiği sahte imamların bu “gavur İmam”dan tek farkı, Müslümanların canlarına değil, dinlerine kıymak, İslam anlayışlarını bozmak için yetiştirilmektedir.
Hartford Seminary Papaz ve Misyoner Okulu’nda, hem  Hıristiyanlık eğitimi veriliyor ve papaz yetiştiriliyor, hem de “Müslümanlık” eğitimi veriliyor ve imam yetiştiriliyor.
Bu nasıl olur?
Asırlardan beri İslam’ı ve Müslümanları yok etmeye çalışan Haçlı dünyası kendilerine papaz ve misyoner yetiştiren bir okulda neden “Müslümanlık” eğitimi veriyor ve neden imam yetiştiriyor olabilir?
Bu okul ABD’deki 230 misyoner okulunun en eskisidir, 1833'te kurulmuştur.
Hartford Seminary Papaz Okulu’nda, 1970’lerde eğitimde bir yöntem değişikliğine gidilmiş, Hıristiyanlığa açıkça davet eden klasik misyonerlik anlayışı yerine, Müslümanlarla diya­loga dayalı, dolaylı ve sinsi bir misyonerlik yöntemini esas alan bir eğitim başlatılmış. Bunun için okulda “Müslümanlık” eğitiminin de verilmesi kararı alınmış.
BURADA PAPAZ YETİŞTİRİLİRKEN NASIL İMAM YETİŞTİRİLMESİ PLANLANMIŞ?
Hartford Seminary Papaz  Okulu’nda “Müslümanlık” eğitimi verilmeye başlandıktan sonra imamların yetiştirilmesi de planlanmış. İmam eğitiminde, iki ayrı bölümden oluşan ders programı takip ediliyor. İlk bölüm akademik ders programı oluyor. İkinci bölümde ise uygulama yapılıyor. 
Burada şu soru akla geliyor: Sözkonusu Papaz okulunda yetiştirilen imamlar, nasıl ve hangi formatta imamlar olabilir?
Bu sorunun cevabını herhalde imamları yetiştirecek okulun formatında ve amaçlarında aramamız gerekir. 
BAYAN HEM PAPAZ OKULU HOCASI HEM İSLAM ŞURASI BAŞKANI BU NASIL OLUYOR? 
Hartford Seminary Papaz Okulu’nun formatını ve amacını,  okulda yaklaşık bir asırdan beri çıkarılan The Muslim World Dergisi’nden öğrenebiliriz.
Bu derginin 2006’daki editörü hem ABD ve hem de İsrail çifte vatandaşı olan Ibrahim Abu-Rabi’dir, yardımcısı da Hart­ford Seminary’nin öğretim üyesi olan bayan Ingrıd Matson’dur. Başı kapalı görev yapan bu bayanın, Papaz Oku­lunda ve okulun sözkonusu dergisinde bu görevle­rini sürdürürken, 2006 yılında, Amerika’daki Müslümanların en büyük kuruluşu olan Islamic Society of North America’nın (ISNA’nın) başına getirilmesi dikkat çekicidir.
 PAPAZ OKULUNUN TEMEL AMACI İSLAM’I DURDURMAK
1911 yılında yayınlanmağa başlayan The Mus­lim World (İslam Dünyası) Dergisi, Müslüman­larla ilgili bir misyoner dergisidir. Bu derginin amacı Dünyada hızla yayılan İslam’ı durdurmak, Müslümanları Hıristiyanlaştırmak ve İslam’ın Batı’ya yayılmasını önlemek için yapılan araştırmaları desteklemek ve yayınlamaktır. Dergide, bu amaç  “Editör'ün Notu” adlı bölümde şöyle ifade edilmiştir: "Dünya genelinde Müslümanları maddi ve manevi olarak Hıristiyanlığa yönlendirmek, Hıristiyanlığın önündeki İslam engelini kaldırmak ve Müslümanları Hıristiyanlaştırmaktır. Pratik olarak Müslümanların İslam’a sevgi ve muhabbetlerini azaltıp dinlerinden uzaklaştırarak manen yaralayıp Müslümanları, İsa'yı kurtarıcı olarak arzu edecek kıvama getirmektir." 
Dergide, ayrıca Peygamber Efendimiz’i (SAS) Müslümanların gözünde yıpratmak ve küçük düşürmek için çalışılması gerektiği de bir başka amaç olarak dile getirilmiştir:  "Muhammedi'lere Misyonerlikle Tesir Etmek"adlı bir makalede şöyle denmiştir: "İslam uzlaşma dinidir. Bu dinin kurucusuna karşı menfi hisleri uyandırarak, yani onun din duygusunu kendi politik hırsı için kullandığını ve doğruluğu savunmasının nedeni ise; ahlaksız, cinsel arzu ve isteklerine ulaşmak için yaptığını nazara verip bu şekilde Muhammed’in sevgisini Müslümanların kalbinden çıkararak başarılı olunabilecektir." 
The Muslim World’da çıkan bu yazılar, derginin ve bu yayını çıkaran Papaz okulu Hartford Seminary’nin amacının ve formatının da aynı olduğunu açıkça gösteriyor.  Peki  burada eğitilen imamların, bu amacın ve formatın dışında yetişmesi düşünülebilir mi?  
ABD TEMSİLCİLER MECLİSİNDE DUA EDEN İNCİL’Cİ İMAM BURADAN YETİŞMİŞ
Nitekim ABD Temsilciler Meclisi Dışilişkiler Komitesi’nin, 3 Mart 2010 tarihinde, Howard L. Berman’ın başkanlığında yapılan toplantının açılışında dua eden, 2005-2008 yılları arasında Hatford Seminary Papazlık Okulunda İslamcı vaizlik programının yardımcı direktörü olarak çalışan Türk İmam Abdullah Antepli bu konuda bir örnektir.
Abdullah Antepli sözkonusu açılışta, İslam’ın emrettiği şekilde Müslümanca dua yerine, dua metinlerini İncil’den seçmiş okumuştur. Abdullah Antepli, 1996-2003 yılları arasında Burma ve Malezya gibi Asya’da organize edilen İslam’ı değiştirme projelerinde görev almıştır. 2003-2005 yalları arasında da Wesleyan Ünversitesi’nde Müslüman vaiz olarak çalışmış ve “Dinlerarası Diyalog” projelerinde görevlendirilmiştir.
IRAK’TA BEYİN YIKAYAN SAHTE İMAMLAR BURADAN MI ÇIKMIŞ?
Nitekim ABD’nin Müslümanlara yönelik stratejilerinde “sahte imamların” görevlendirildiği programlar vardır. Hatırlanacağı üzere, ABD ordusu’nun Irak’ta zulüm ve işkencelerle durduramadığı, Müslümanların cihat direnişini kırmak için, Pentagon tarafından, hapishanelerde,  tutsakların beyinlerini Kur’an-ı Kerim’den ayetler ileri sürerek beyin yıkayan özel yetiştirilmiş imamlar ve din adamları görevlendirilmişti. Ülkedeki tüm hapishanelerde uygulanan bu programın başında bulunan Amerikalı Tuğgeneral Douglas Stone, La Times’a yaptığı açıklamada “En büyük silahımız Kur’an... Direnişçilerin radikal fikirlerini Kur’an’la değiştirmeye çalışıyoruz” demişti. 
Bu durumda, Pentagon’un kullandığı o beyin yıkayan imamlar, acaba sözünü ettiğimiz Papaz Okulu’nda özel olarak yetiştirilmiş imamlar değil midir, sorusu akla geliyor.
Ama ABD sömürgeciliğinin, Müslümanları dini kimlikleriyle kontrol altına alabilmek için imam yetiştiren ve eğiten programları sadece Papaz Okulu’ndakinden ibaret değil. Amerika’nın bu konuda başka programları da var. Örneğin, İslam dünyasında öncelikli ülkelerden seçilen imamlar ve diğer din sorumluları, Amerika’nın istediği formatta görev yapabilmeleri için ABD’ye çağırılıp kurslara tabi tutuluyor ve maaşa bağlanıyor. 
Ayrıca İslam ilahiyatçısı akademisyenlerden seçilenler, “Birleşik Kilise Hareketi” olarak bilinen ve tanınan Moon toplantılarına çağırılmıştır ve oralarda kendilerine seminerler ve kurslar verilmiştir.
İSLAM ANLAYIŞINI BOZMAĞA ÇALIŞAN “GAVUR İMAMLAR”
Amerikan sömürgeciliğinin, Müslüman toplumlarda ve topluluklarda görev yapmak üzere yetiştirdiği sahte imamların bu “gavur İmam”dan tek farkları vardır: Bu imamlar, bugün Müslümanların canlarına değil, dinlerine kıymak, İslam anlayışlarını bozmak üzere yetiştirilmektedir. Herhalde Müslümana düşen basiretli ve uyanık olmak ve dinine kıydırmamaktır. İslam düşmanlarının bizden gözükerek oynadıkları oyunlarını bozmaktır.
 Türkiye’nin kimliğinin ve bekasının korunması için ülke güvenlik stratejilerinin değiştirilmesi gerektiğinin tartışıldığı bir dönemin başladığını unutmadan UYUŞMA-UYAN TÜRKİYE diyoruz!

KAHVENİZ NASIL OLSUN?

NEDENMİŞ;

BİR FİNCAN KAHVENİN 40 YILLIK HATIRININ OLMASININ NEDENİ? 



 Bir grup kariyer yolunda ilerleyen yeni mezun, eski üniversitelerindeki profesörlerini ziyaret için bir araya gelirler. Sohbet, sonunda işin ve hayatın stresinden şikâyetleşmeye döner. Misafirlerine kahve ikram etmek isteyen profesör mutfağa gider ve yanında büyük bir termos içinde kahve ve porselen, plastik, cam, kristal olmak üzere değişik tarzda ve ucuz görünenden, pahalı ve hatta çok özel olanlarına kadar değişik kahve bardakları ile gelir. Herkes bir bardak secince, profesör şöyle söyler : ‘Fark ettiyseniz, tüm pahalı görünen bardaklar alındı ve geriye ucuz görünümlü, sade bardaklar kaldı. Kendiniz için en iyi olanı istemeniz normal olsa da, bu sizin stresinizin ve problemlerinizin kaynağı aslında. 
Emin olun ki, bardağın kendisi kahvenin kalitesine hiç bir şey katmaz.
Çoğu zaman, sadece daha pahalıdır ve hatta bazı durumlarda da içtiğimizi saklar. ! Hepinizin aslında istediği kahveydi, bardak değil, ama bilinçli olarak en iyi bardaklara yöneldiniz ve sonra birbirinizin bardağına bakmaya başladınız. Hayat kahveye benzer, is, para ve toplumdaki konumunuz da bardaklar. Onlar hayati tutmak için sadece araçlardır ve seçtiğimiz bardak yasadığımız hayatin kalitesini belirlemediği gibi değiştirmez de. Bazen sadece bardağa odaklanarak kahvenin tadını çıkarmayı unuturuz.
 Kahvenizin tadına varın!
En mutlu insanlar her şeyin en iyisine sahip değildirler. Sadece her şeyin en iyi şekilde tadını çıkartırlar.


CEMAAT-AKPARTİ DİDİŞMESİNİN GÖRMEDİĞİMİZ YÖNLERİ;
Akgündüz, Gülen'in çevresinde onu devre dışı bırakmak isteyenler olduğunu hatta onun Türkiye'ye gelmesini engellemeye çalıştıklarını iddia etti. Rotterdam İslam Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ahmet Akgündüz dershane krizini yorumlarken hükümetle asker arasında kamuoyunun bilmediği olayları da anlattı. Akgündüz "Fethullah Gülen, 2004 MGK'sında Başbakan Erdoğan'ın nasıl tavır aldığını bilse, sabaha kadar ona dua ederdi" diyor Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, Rotterdam İslam Üniversitesi Rektörlüğü'nün yanı sıra Osmanlı Araştırmaları Vakfı Başkanlığı görevini de yürütüyor. Milli Eğitim Bakanlığı'nın dershanelerin özel okullara dönüşmesini amaçlayan projesinden sonra hükümet ile cemaat arasındaki gerilim, cemaatin 2004 yılı MGK'sıyla ilgili çıkardığı haberler sonucu, farklı boyutlara ulaştı. Sabah gazetesine konuşan Prof. Dr. Akgündüz hükümet ile cemaat arasındaki olayları analiz ederken, 2004'teki MGK toplantısı hakkındaki bilinmeyenleri de ilk kez dile getirdi. Prof. Dr. Akgündüz ayrıca Başbakan Erdoğan'ın yurtiçinde ve yurtdışında devlet başkanlarıyla yaptığı görüşmelerde cemaati savunduğunu da anlattı. ZİHNİYET ESARETİ VARDI - İslam dünyası 150 yıldır bir türlü ayağa kalkamadı. Özellikle son yıllarda yeniden hareketlenme belirtisi var mı? - 1990'lı yıllara gelince İslam âleminde bir ferahlama, genişleme başladı. 1960'a kadar 50 küsur devlet esaret altındaydı. Bunun da çok büyük etkisi var. Sadece Türkiye bir şeyler yapabilirdi ama o da zihniyet esaretindeydi. Bana göre 1000 yıl İslam'ın bayraktarlığını yapan Türk milleti, yine liderliği ele aldı. Buna neo-Osmanlı diyen Avrupalılar, Arap âlemi ile aramızı açmaya çalışıyor. Bir defa Türk milleti, diğer milletlerden farklı olarak hiçbir zaman hegemonya altına girmemiş. Parçalanmış fakat hiçbir devletin sömürgesi olmamış. Hakikaten İslamiyet en doğru şekilde Türkiye'de yaşanıyor. - Son 11 yıldır iktidarda olan AK Parti hükümetinin seçimleri sürekli kazanmasının sırrı nedir? - Mesele şahıslarla değil, ekiple alakalı. Eskiden memleketi idare edenler yüzde 80'i yiyorlardı yüzde 20'sini de millete harcamaya çalışıyorlardı ama yol masrafına bile yetmiyordu. Ben Diyarbakır'ın Çüngüş kazası, Malkaya Köyü'ndenim. Bizim köylerin dağlarına eski hükümetler tarafından o zamanın parasıyla 5 trilyon tahsisat çıktı. İhaleyi eski bir siyasi kazandı. 5 milyona yakın fidan getirdi, büyük dağdaki dereye döktü, üzerini de taşla kapladı. Gidip istihkakını aldı. Bu hükümet iki yıl önce yine benim köyümün ormanlaşması için 5 milyonluk tahsisat çıkardı. Kaymakam takip etti 'Ağaçlar yeşermeden istihkakı ödemem' dedi. Menderes, Özal ve Erdoğan... Bu üç lider milletle aralarındaki kan uyuşmazlığını kaldırdı. Halk 'Bunlar bendendir' dedi. - Halkın sevdiği liderler olarak Menderes, Özal ve Erdoğan'ı saydınız ama Demirel'den söz etmediniz. Oysa Nur Hareketi her zaman Demirel'i desteklemişti. - Nur Cemaati'nin Demirel'e destek vermesinin nedeni, komünizmin karşısında yer almasıdır. 1990'da komünizm yıkılınca şartlar değişti. Demirel cumhurbaşkanıyken Taksim Camii'nin mütevelli heyetinin temsilcisiyken İstanbul'daki evine ziyarete gittim ve ona 'Bugün sizi Hürriyet gazetesinin başyazarı Oktay Ekşi köşesinde çok övdü. Siz Oktay Ekşi'nin övdüğü Demirel misiniz, yoksa bir zamanlar Nur Cemaati'nin 'Nurlu Demirel' dediği Demirel misiniz?' diye sordum. Bana 'Ben Oktay Ekşi'nin övdüğü Demirel'im' dedi. Demirel, Oktay Ekşi'nin söylediği gibi 28 Şubat'ın desteklediği Demirel'di. - Son yıllardaki ekonomik ve siyasi gelişmeler, Arap dünyasıyla Türkiye'yi ne kadar yakınlaştırdı? - Bugün Mısır veya Suriye'de serbest bir seçim olsa Tayyip Erdoğan veya Abdullah Gül, cumhurbaşkanı adayı olsalar yüzde 70'le seçilirler. Bu çok önemli bir hadisedir. Onun için ben İslam âleminin geleceğinden de üzüntülü değilim. Bu bir doğum sancısıdır. - Türkiye'nin hızlı yükselişi sizce kimleri rahatsız ediyor? - Biz hızlı atılımlar yapıyoruz. Almanya üçüncü havalimanından rahatsız. Çünkü Frankfurt Havaalanı işlevini kaybedecek. Bediüzzaman diyor ki 'Biz fakiriz, hafifiz. Avrupalılar bizi trenle geçti, biz balonla uçup onları geçeceğiz.' Bence Türkiye şu anda bunu yaşıyor. BU BİR DOĞUM SANCISIDIR - Gezi eylemlerinin de tam bu sırada başlaması tesadüf mü? -Sarıyer'de 100 binin üzerinde ağaç bir tek üniversite inşa etmek için yakılırken, sesi çıkmayan belli çevreler 10-15 ağaç için sesini yükseltiyorsa, bu işin arkasında bir iş vardır. Bir makale kaleme aldım ve kıyametler koptu. Ama aynı görüşümde ısrar ediyorum. Gezi olaylarını Koç grubu finanse etti. Çünkü Koç Üniversitesi, Gezi olaylarının bütün altyapısı için günlerce hazırlık yaptırdı. Maskeler orada hazırlandı. Hatta alıştırma yaptılar. Nasıl gazlar sıkılacak? Nasıl gidilecek? Nasıl kaçılacak? Divan Otel'e nasıl ulaşılacak? Bunu bilmeyen yok. Arkasından kendilerine göre bütün zinde güçleri harekete geçirdiler. 4 Nisan'da CHP yönetim kurulunda olan bir kişi, Gaziantep'e yatırım yapacak birine 'Sakın yatırım yapma. 1 Haziran'dan sonra Türkiye'de sokak savaşları başlayacak' diyor. Sadece ve sadece Türkiye'yi batırmak için. Bakın Olimpiyat'ı elimizden aldılar. Yatırım yapılmasın diye bazı çevrelere 'Türkiye teröre boğuldu, yatırım yapmayın' diye mail göndermişler. - Sizce yurtdışından kimler destek oldu? - Türkiye ilk kez maddi ve manevi yükselişe geçti. Gezi olayları, ikinci 31 Mart Vakası'dır. Sultan Abdülhamit'e o 31 Mart olaylarından sonra veya önce karşı çıkan aynı yedi grup. Gezi protestolarının organizatörleri aynı çevreler. Kim karşı çıkmış? Almanya ve İngiltere, Bağdat ve Hicaz demiryolundan dolayı karşı çıkmış. Bugün de Almanya, Frankfurt Havaalanı'ndan dolayı karşı çıkıyor. Çünkü orası sıfıra düşüyor. İstanbul merkez havalimanı oluyor. Alman vakıflarının para verdiğini devletin bütün kurumları biliyor. Diğer yedi grubun altısı da aynı. KRALDAN ÇOK KRALCILAR VAR - Hizmet hareketini İsrail ya da Amerikan neo-con'lar etkiliyor olabilir mi? - Bazen kraldan fazla kralcılar olabilir. Ben onlardan bu manadaki ittifakları asla beklemiyorum. Ama cemaat çok büyüdü. Bazen Gülen'i devre dışı bırakarak farklı hareketler yapanlar olduğunu biliyorum. Hizmet hareketinin lehine olması için kraldan fazla kralcı davranarak hata yapanlar var. - Fethullah Gülen'in Türkiye'ye gelmesini engelliyorlar mı? - Çok garip karşılıyorum orada kalmasını. Çevresindeki belli ekip ona müsaade etmiyor. Çünkü Gülen burada olsa, ona ulaşmak kolay olacak. Ve doğrular anlatılacak. - Neler mesela? - Mesela 2004'teki Milli Güvenlik Kurulu toplantısı. Gülen onun mahiyetini bilse, sabaha kadar Tayyip Erdoğan'a dua eder. Ben biliyorum. Ama açıklamayacağım şimdi. Bizzat şahitlerinden dinledim. İstihbarat bilgisi değil, dedikodu değil. O tarihteki MGK toplantısı, Türkiye'nin dönüm noktasıdır. Tayyip Bey'in gösterdiği o şecaati unutarak onu aleyhine kullanmak isteyenlere sadece gülüyorum. Bu meselede keşke aklı başına gelse de Abdüllatif Şener konuşsa. Çünkü olayı, onun anlattıklarıyla biliyorum. Türkiye'nin kurtuluş sahnesidir o MGK toplantısı. Yani tarihle kıyaslarsanız ister Malazgirt zaferi, ister Türkiye'nin demokrasi meydan muharebesi deyin. Ama bakıyorum, Tayyip Erdoğan kendisinden çok emin olduğu ve orada neler yaptığını bildiği için hiç konuşmuyor, gülüp geçiyor. ERDOĞAN, PUTİN'E CEMAATİ ANLATTI - Dershane konusunun bu kadar tepki almasını nasıl açıklıyorsunuz? - Dershane meselesini gündeme getirerek gerginlik çıkaran Zaman gazetesi ve hatta Fethullah Gülen. Mücadele yolunu seçti, hata yapıldı. Yıllardır senin davanı koruyan, her ithama göğüs geren Genel Kurmay Başkanı Başbuğ ile tartışan, cemaatle ilgili iddiaları cevaplandıran bir başbakan ile mi mücadele edeceksiniz? Birbiriyle mücadele edenler müspet hareket edemez. Hizmet, mücadele yolunu seçerek hata ve kara propaganda yapıyor. Ben Kazakistan olayını kamuoyuna açıkladım. - Kazakistan'da neler olmuştu? - Başbakan risk almıştır. Dünyanın ikinci gücünün başıyla Gülen'in okullarını ve hizmetini savunmuş ve tartışmıştır. - Rusya lideri Putin ile mi? - Evet. Hangi devlet adamı bir saat 15 dakika bunu yapar? Başbakan, Putin'e '80 yıldır Bedüizzaman'a, talebelerine ve Fethullah Gülen'e Türkiye'de de ithamlar yapıldı. Bölücü, yıkıcı dendi. Bizi aldattılar, sizi de aldatmasınlar. Size bu haberleri getirenler Ergenekoncular' diye anlattı. Hükümet, cemaate destek konusunda hep samimiydi. İSTANBUL GİDERSE ÇOK YAZIK OLUR! - Önümüzde üç önemli seçim var. Yeni bir sokak hareketi bekliyor musunuz? - Bu meselede endişelerim çok. Birinci endişem büyükşehir belediyelerinde. 'Dindarım' diyen birileri, basit tartışmalar sebebiyle Türkiye'nin istikbalini karanlığa atarlarsa Cenab-ı Hak ne onları ne de hükümeti afeder. Dershane tartışmasına basit tartışma diyorum. Onların bir kısmına göre hayati bir tartışma. - Böyle bir risk var mı? - Dikkatli olunması gerekiyor. Hele hele Mustafa Sarıgül açısından çok endişeliyim. Çünkü eskiden Gülen'in cemaati onu destekledi. Olayın temeli şu, maalesef şerde ittifak çok kolay. Tayyip Bey, Diyarbakır'da konuşma yapınca, Kemal Kılıçdaroğlu 'PKK'lılara taviz' diye bağırıyor ve BDP ile ittifakı konuşabiliyor. Bu çok tehlikeli bir yaklaşım. Bana göre burada Saadet Partisi ve MHP cephesine çok büyük görev düşüyor. Keşke İzmir'de AK Parti'yi MHP, Mersin'de de MHP'yi AK Parti desteklese. Doğrusu endişeliyim. Bir İstanbul kaybedilirse, Diyarbakır'a benzemez. Çok yazık olur. - Hizmet hareketine mesaj mı gönderiyorsunuz? - Mesaj değil, sitem gönderiyorum. Tekrar ediyorum dershane tartışmasını çok basit bir tartışma olarak görüyorum. Ve eğer bu ihtilaf sebebiyle bir kısım ehli iman gider de yanlış yerlere el verir, İstanbul yadellere düşerse, bunun sorumluluğu herkesindir. - Cemaatin medyası, Gezi olaylarını destekler nitelikte miydi? - Hizmet tarafı, Gezi olaylarını neredeyse tasvip etti. Bu çok acı bir gerçek. Emre Uslu dehşet bir yazı yazdı 'Bu gerginliğin üç sebebi var' diyor 'Birisi İsrail, cemaatin İsrail'e bakışıyla hükümetin farklı. İkincisi Avrupa Birliği' diyor. Avrupa Birliği'nin altına mı yatalım yani? 'Gezi olayı, hürriyetleri kısıtlamaktır' diyor. Yani düşünün, Koç'un fonksiyonunu anlattım. Ama Zaman gazetesinde Koç'u destekleyen manşet atıldı.


28 Ekim 2013 Pazartesi

TEK KUSURUMUZ EVİN DANASI MI OLMAK?

CUMHURBAŞKANIMA ARZEDERİM

CİZVİT PAPAZLARI KADAR OLAMAMAK (+oynatma ...

En son kılıcı Cüneyt Arkın kuşandı

İstanbul çoktan Konstantiniapol olmuştur!

BEN BURAYA YILDIZSIZ GECELERDEN GELDİM...

TÜRKİYEMİN İLK SANAL MİLLİ ÇİZGİROMAN KAHRAMANI HEROTÜRK (+oynatma listesi)

YENİDEN BÜYÜK TÜRKİYE akil adamlara ve kamuoyuna önemle duyurulur- bölüm ...

YENİDEN BÜYÜK TÜRKİYE/ akil adamlara ve kamuoyuna önemle duyurulur-bölüm...

AKPARTİLİ YÖNETİCİLERİMİZE SESLENİYORUM (+oynatma listesi)



yalnız bıraktık reis'i!

Kocaman bir ordu, en kalabalığından,
keyif verir düşmana; korkağından olursa,
belki yalnız bir adam, yanındaysa Allah'ı!
bileğidir ve yüreği; kocaman bir ordu!



NE DERSHANESİ, NE MİLLİ EĞİTİMİ?




İŞİN ASLI NEDİR PEKİ?


Geçiniz kardeşim! 

Asimilasyon, yozlaşma tavan yapmış...hala gaydırı-guyduru meselelerle gün tüketiyoruz!

Ahlaksızlık! çürüme! ve hatta Allahsızlık! vicdansızlık!


Milli eğitimmiş? Neresi milli bunun diye soran yok! Birileri de geçim derdinde? Ne cemaati; sektör, sektör! Kapatırsan dershaneleri; kim burs, kurban, zekat, himmet toplayacak!

Allahım! SANA SIĞINIYORUM!



ve USTA
Tam teşhisi koymakta; ilmine, irfanına ve ferasetine çok güvenilen muhatabı mubarek ötesi Fethullah Gülen hocamız dahi zorlandığına göre (belki biliyordur da dillendirmek istemiyordur!) bizim zorlanmamız çok normal. Hocaefendinin “Meselenin makuliyet üzere bina edildiğini görseydik, aklî ve mantıkî argümanlar sıralamanın faydalı olabileceğini düşünürdük.” dedikten sonra,Duaya sarıldık zira, inanıyoruz ki hazımsızlık ateşini söndürecek ve basiret lütfedecek sadece Allah’tır.” teslimiyeti içine girmesinden onu anlıyoruz...
Her kes kendince bir çok alternatif cevap üretebilir belki ama, hangisi tam isabetli olur bilemem...
Olabildiğince mutedil ve soğukkanlı kalarak farklı fikir cimnastikleri yapıyorum ve başka bir pencereden de bakmayı deniyorum. Sizlerin gördükleriniz ve tepitlerinizle pek uyumlu olmayabilir belki ama, gördüklerimin ne kadarı hakikat, ondan da tam emin değilim tabi...
Kim emin ki zaten deyip, pencereme döneyim:
Benim ilk aklıma gelen, henüz bileğini bükemediği görünmez bir “güç odağının” iktidarı tam anlamıyla Usta'ya teslim etmek istememesi ve onunla yaptığı pazarlığın gereğini, Usta'nın yapmak zorunda kalıyor olması...
İsminin başında “MİLLİ” sıfatı olan ne varsa, aslında “o odağın vazgeçilmez kaleleri” ama özellikle “MİLLİ” demişler ki içeride toplumun "gönlü rahat olsun"!
MİLLİ” İstihbarat Teşkilatı kurulduğundan beri milli değil (Teşkilat-ı Mahsusa dahil) ve özellikle 1948'den beri CIA ve MOSSAD'ın Türkiye şubeleri gibi olageldi hep.... Usta buraya, yani MİT'e bir müdahale yapayım dedi ve kıyamet de ondan koptu zaten.! Öyle ki, bu kıyametin nerede ve hangi pazarlıkla duracağı da henüz belli değil.! “Görünmez odağın en bariz iç kalesi” olduğunu kabul ediyorsak, bu pazarlığın cemâatle olduğunu iddia etmek de, komik ve abesle iştigâl olur!
MİLLİ” Savunma Bakanlığı da hiç milli olamadı.... Göstermelik ve mutlaka mason bir bakanla bu alan da, “O odağın” tamamen kontrolünde tutulurken, diğer yandan her türlü askeri satış için hep “pazar” konumunda da tutulduk..!
O odak”, şimdi dünyayı uzaydan kontrolü altında tuttuğu için ve istediği zaman uydudan müdahaleyle savunmamızı felç edebileceği için, uçak dahil tüm konvansiyonel silahları üretmemize göz yumdu... “MİLLİ” bildiğimiz bu bakanlıktaki Bakanların profiline dikkat edilirse, mutlaka ismini ve atamasını “o odak” belirlemiştir ve çoğu zaman da emekli asker veya masondur! Sivil olmak zorundaysa da, mutlaka “odakla bağlantılı” bir ailenin bireylerinden biridir.! Şimdi "kendi uçağımızı-helikopterimizi-tankımızı-tüfeğimizi kendimiz yapıyoruz" demek kulağa ne hoş geliyor ve ne çok “gurur verici” değil mi?!! Oysa, “adamım” uzayı ele geçirmiş, istediği an istediği müdahaleyi yapma şansı var ve sana da çelik çomak oynaman için alan açmış.!!
Gelelim üçüncü “MİLLİ” olanımıza: MİLLİ Eğitim..!
Ülkelerin en büyük gücü ve sermayesi (gelecekte uzayı da güvence altında tutacak) gençliği ve genç nüfusudur. Bu gücün eğitimi de, şuuru da, donanımı da, sağlığı da, Eğitim ve Kültür Politikaları ile belli olur ve bu politikalarla kontrol altında tutulabilir ancak...
Bu kadar önemli; geleceği de garanti altında tutacak bu kadar kıymetli bir gücü, senin inisiyatifine ve kontrolüne bırakmaları asla mümkün olmadı ve olmayacaktır.!! Böyle olunca da; bir bakıma "MİLLİ"ler içinde dahi en stratejik ve en büyük kale “Eğitim Kalesi”dir. Bu kaleyi fethedip tam sahibi olduğun gün, tam bağımsız ülkesindir zaten. Gerisi çelik çomak oyunu ve teferruat bir bakıma...
1950'ye kadar hüküm sürmüş antidemokratik “Tek Parti” dönemi, bahse konu odağın yapılanmada köklü temeller attığı yıllardır ve ayrı ele alınmalıdır. Çok partili “demokrasili yıllarımız”daki ara dönemleri de geçiyorum. Çünkü o dönemler “o odağın” sisteme iyice çöreklenmesine fırsat vermesi açısından da tam bir fecaâttır.!
Ben uzun ömürlü “demokratik tek partili” değişim ve kalkınma dönemlerini ele alıyor ve “Değişmeyen Kader”e göz atıyorum...
Tek başına ve çoğunlukla iktidar dönemi olan, Adnan Menderes'li 10 yılda; “MİLLİ” İistihbarat'da, “MİLLİ” Savunma'da ve “MİLLİ” Eğitim'de hiç yoksundur..! Hatta sana bağlı MİT, “diğer partnerleriyle” beraber sana darbe hazırlamaktadır da, haberin yoktur....
10 Yıllık Turgut Özal'lı yıllarda da bu kader değişmemiştir. .. “MİLLİ” İstihbarat'a müdahale etme isteğinin bedelini çok ağır ödemiş ama, yine de istediği sonucu elde edememiştir rahmetli Özal. “MİLLİ” Savunma'da teslimiyet devam etmiş; “MİLLİ” Eğitim'de Hasan Celal Güzel dışındaki 3 “MİLLİ” Eğitim Bakanı da, Mason ve misyon sahibi olarak “savsaklama görevlerini” bihakkın yerine getirmiştir. 10 yılda 4 MEB değişmiş, ama makus talih yine değişmemiştir...
En çok güvendiğimiz ve göğsümüzü kabartan Ak Partili Oniki yılda mason olmasa da (Erkan Mumcu hariç!) gelip geçen Beş “MİLLİ” Eğitim Bakanı'ndan, her biri birbirinden kıymetli, ehil ve donanımlıdır şüphesiz... Ama, “kendilerine verilen program”ı uygulamak zorunda kaldıklarından çabuk tükenmiş ve kolay refüze edilmişlerdir. Şu anda Ak Parti ve Başbakan'ın en büyük kozu Nabi Avcı beydir... Hem, Nabi bey gibi dev projelerin perde arkası akıl hocası deşifre edilecek ve hem de MEB değirmeninde öğütülerek çifte kavrulmuş kazanç, “o odağın” olmaya devam edecektir. Zira, “En Muhkem Kale” olarak “MİLLİ” Eğitim'i “teslim etmeyi” asla düşünmemektedir..!
Siyaset ve demokrasi tarihimizde; on iki yılda bir çok alanda üç dönem tek bakanla güzel icraatlar yapmış bir Recep Tayyip Erdoğan'ımız olacaktır ama; oniki yılda beş kıymetli bakanını değiştirse de, en büyük kaleyi fethedememiş ve tam bağımsızlığı yine ilan edememiş bir Usta'mız olarak, O da hatırlanacaktır!
Durumu bu noktadan ele alırsak, Usta'mız ile ilgili diğer argümanları istediğimiz kadar sıralayalım, önemi olsa da anlamı olmayacaktır.... Yorgun, yoruldu artık, danışmanlarının çok etkisinde ve eskisi gibi toplumun nabzını doğrudan tutamıyor, kendisine dev aynası tutulup pohpohlanıyor, güç sarhoşu ve dediğim dedikçi oldu, diktatör, nobran, falân filân...
Hepsi bir anlam ifade etse de, işin esası şu olmalı ki; perde arkası bilek güreşinde mağlup, çaresiz ve “O'ndan İstenen”i uygulamak zorunda olan birisi sanki... Milli Eğitim Sistemi'mizin kendi ürettiği çaresizliğine kim çare üretmeye kalkarsa, Usta'mız “aldığı talimatın gereği olarak” onun da üzerine gidiyor ki, hem kendi iktidarı devam etsin ve hem de “yenemediği odağın 150 yıldır devam eden iktidarı” garantide olsun.!!
Teşbihte hata olmasın ama, ben Usta'nın şu anki durumunu , fıkradaki çömez vaizin durumuna benzetiyorum:
Medresede hocasından vaizlik ve hitabet dersi de alan öğrenciye hocası; “Bugün kürsüye sen çık ve cemaâte ilk vaaz-u nasihatini dene bakayım.” der. Henüz kendine tam güveni olmayan öğrencisi ; “Hocam, emriniz başım üzredir ama, henüz kendimi yeterli bulmuyorum, şaşırıp yanlış bir şey yapmaktan da çok korkuyorum” deyince, hocası ona da çözümü bulur: “Bak evladım, ben cemaatin içinde sana yakın ve görüş alanında olacağım. Şu ipin bir ucunu ayağına bağla, diğer ucunu uzatır, cemâatin görmeyeceği şekilde yanımda tutarım. Yanlışını görünce ben ipi hafifçe çeker ve seni uyarmış olurum; sende kendini düzeltirsin.” der... Öğrenci kürsüde vaazına başlamış, ip sistemi çaktırmadan kurulmuş ve hocası da cemaât içinde yerini almıştır. Vaaz tam istendiği gibi gidiyorken, cemâatten uyanık biri ipi keşfetmiş ve merakla arada bir çeker olmuştur. Öğrenci kürsüde adeta şapşala döner ve ne yaptığını bilmez hale gelir. Zira her düzelttiğinde yeni uyarı gelmektedir. Şaşkınlık içinde ve adeta yalvarırcasına hocasıyla göz göze gelir ve neler olduğunu anlamak ister... Artık olay deşifre olmuştur ve hocası cemaâtin de duyacağı şekilde; “Ne yapayım evladım, ipin ucu puştun eline geçti” demek durumunda kalır.
Tekraren teşbihte hata olmasın diyeyim de; dershaneler konusunda yaptığının/yapmak istediğinin ve izahı için ürettiği gerekçelerin, hiçbir makuliyetinin olmadığını Usta da biliyor ama, ne yapsın garip?!

İPİN UCU PUŞTUN ELİNDE” çünkü..!

fehmi demirbağ

MUHTEŞEM YÜZYIL RUHU İLE YENİDEN BÜYÜK TÜRKİYE (+oynatma listesi)

HEROTÜRK ÇOCUK HASTANELERİ İÇİN YARDIM ÇAĞRISI! (+oynatma listesi)

HEROTÜRK ŞİDDETE KARŞI







Kadına Şiddete HAYIR!
Kadına şiddeti erkeğe men eden, aslında şiddeti kime karşı işlenmiş olursa olsun lanetleyen bir dinin mensupları olarak… bugün karısını döven- eziyet eden- öldüren ve hala “elhamdülillah müslümanım” diyen nasıl bir toplum olmuş ve yazık ki nereden nereye gelmişiz… Sevgili peygamberimizin bu konudaki tavrına bakıp belki daha net anlama imkanı bulabiliriz…
***
Hz. Muhammed (s.a.v.) kadın haklarına saygı gösterilmesini istemiş, Veda Hutbesi’nde konu ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Kadınların haklarına riayet etmenizi ve bu hususta Allah’a karşı gelmekten sakınmanızı tavsiye ederim." (Müs-lim, Hac, 147)
Hz. Âişe’nin naklettiği hâdisede: Bir kızcağız geldi: "Ya Resûlallah", dedi "Babam beni istemediğim hâlde amcamın oğluyla evlendirdi." Hz. Muhammed derhal kızın babasını çağırdı: "Kızını, istemediği halde bir başkasıyla evlendirmeye zorlayamazsın." dedi. Adam: "Nasıl emrederseniz ya Resûlallah!" diyerek yaptığından vazgeçti.
Kendi öz evladı Fatıma'yı Hz. Ali ile evlendirirken de; "Ya Ali, kızımı sana cariye olarak veriyorum ama unutma ki bundan böyle sen de onun kölesisin" buyurmuştur.
Yine Hz. Muhammed (s.a.v.) aile hayatında kadının da sorumluluğunun olduğunu ve söz hakkının bulunduğunu bildirmiş ve bu hususu şöyle dile getirmiştir: “Kadın; eşinin, evinin ve çocuklarının yöneticisidir. Hepiniz yöneticisiniz ve hepiniz yönettiklerinizden sorumlusunuz" (Müslim, İmâre, 20)
Ashabına bir tavsiyesinde; “Kadınlarınızı nasıl köle ya da hayvan döver gibi dövüyor, sonra da akşam olunca utanmadan beraberce yatıyorsunuz?” şeklinde bir ifade ile seslenirken;
Erkeklerin eşlerine karşı katı, kaba, zorba ve merhametsiz olmamalarını, onlara sözlü ve fiilî şiddet uygulamamalarını, kötü sözlerle tahkir edilmemesini (Ahmed, V, 5) istemiş ve;
“Kadınlara yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin, onlara vurmayın ve onları kötülemeyin." buyurmuştur.(Ebû Dâvûd, Nikâh, 42)
Hz Muhammed (s.a.v.) asla kadın dövmemiş, dövenleri kınamış, kadınlar hakkında Allah’tan korkulmasını, onlara haksızlık yapılmamasını ve onlara iyi davranılmasını istemiş, bu bağlamda; “Sizin hayırlınız kadınlarına/ eşlerine en hayırlı olanlarınızdır." (Tirmizî, Rada, 11)...
Yada;
“Müminlerin iman bakımından en mükemmel olanları, ahlâkı en güzel olanları ve eşine en yumuşak davrananlarıdır." (Nesâî, es-Sünenü’lKübra, Uşratü’n-Nisaî, 66)...
Yada;
“Sizin hayırlınız, eşi ve aile fertlerine hayırlı olanınızdır. Ben sizin, eşi ve aile fertlerine en hayırlı olanınızım." (İbn Hıbbân,Nikâh, IX, 484) buyurmuştur.
Yine peygamberimiz kadınların görüşlerine önem vermiş, onlarla istişare etmiştir. Mesela ilk vahiy aldığı zaman, içinde bulunduğu sıkıntılı durumu hanımı Hz. Hatice ile istişare etmiştir.
Peygamberimizin, dinî ve dünyevî en ciddi konularda eşleriyle istişare etmesi, kadınlara ve onların görüşlerine verdiği önemi ifade eder.
Zaten evinde zamanının bir kısmını ibadete, bir kısmını ailesine, bir kısmını da kendisine olmak üzere üçe ayırırdı. Kadınların ibadetlerine önem verir, beş vakit namaza, cumaya ve bayram namazlarına katılmalarını (Buhârî, VI, 160)teşvik eder, kadınların camiye gelmelerine engel olunmamasını isterdi.
Sonuç olarak; Peygamberimiz, “Kadınlarla iyi geçinin."(Nisa, 19)ayet-i kerimesinin gereğini hakkıyla yerine getirmiş, ashabını da bu yönde eğitmiş, Müslümanlara da gerekli tavsiyelerde bulunmuştur.
Bu itibarla insanlık âleminin olmazsa olmazı konumunda olan kadına gereken değeri ve önemi vermiş, kadını onurlu bir kul, salih bir insan, kendisi ile cennetin kazanıldığı bir anne (Süyûtî, Câmi’u’s-Sağîr, I, 42, No: 3657),güven ve huzura erildiği bir eş (Rum, 21),adaletile davranılması gereken bir evlât (Müslim, Hibât,13)olarak görmüştür.
Kız çocuklarının diri diri gömüldüğü ve kadının bir meta gibi kolayca alınıp satıldığı- el değiştirdiği bir çağda, kadınların itilmesine,aşağılanmasına, haklarının gasbedilmesine,sözlü ve fiili şiddet uygulanmasına şiddetle karşı çıkmıştır.
Öyleki; Kadınlara iyi davrananları insanların en hayırlısı olarak zikretmiştir.
Aslında bu gün her konuda olduğu gibi kadın hakları konusunda da çağımız insanının, Hz. Peygamber’in çağları kucaklayan anlayış ve görüşüne, örnek ve üstün ahlâkına ne kadar da çok ihtiyacı var!

NASIL GEZİCİ OLUNUR?

25 Ekim 2013 Cuma

ANNE SECCADEM NERDE?

ÇARE TÜRK-İSLAM BİRLİKTELİĞİNDE...

İnsanlık tarihi; husumet ve bu husumete bağlı sonu gelmez çatışmaların, kanlı savaşların yaşandığı acı dolu sayfalardan ibarettir. Bu savaş bir nevi; iyi ile kötünün, doğru ile yanlışın, hak ile batılın arasında cereyan edegelmiştir. Zalim ve mazlum kavramlarını ortaya çıkarmıştır savaşlar ki; galip ile mağlubun dışında!
Biz Türklerin İslam dairesine girdikten sonra batılının bizlere uyguladığı Haçlı Seferlerini unutmamız mümkün değildir. Her ne kadar günümüzde diyalog ve hoşgörü kavramları yerli yersiz, uluorta kullanılmaya başlandıysa da tarih bizlere karşı uygulanan zalimce sahifelerden ibarettir. Enson yitirdiğimiz devlet-i OsmanIının akıbeti ise ortadadır. Cumhuriyet tarihimiz ise batılının entrikaları ile kapkaranlıktır.
2. Dünya Savaşından sonra kapitalist ve kominist dünya arasında danışıklı oynanan soğuk savaş oyunları bittiğinde, dünya hükümranı olarak birbaşına kalakalan kapitalist zihniyet, kendisine bu kez hasım olarak eskimeyen düşmanını yepyeni bir şekilde dünya kamuoyuna ve pazarına sunarak azılı düşman ilan etmiştir.
11 Eylül kurmacası ile bu oyunun startı verilmiştir.
Arkasından, yıllarca Kominist Rusların işgaline karşı destansı mücadele gösteren Afganistan fiilen bu kez batılı şer odaklarının ağabeyi tarafından haksızca talan edilmiştir.
Irak üzerinden fiili ve kültürel olarak Arap coğrafyası…Arap Baharı adı altında romantik bir tezgahtır aslında!
Suriye halkı kanlı iç savaş trajedisini hala yaşamaktadır.
Türkiyem üzerinden oynanan oyunun oyuncusu Kominist bir terör örgütü olan PKK ya ise Kürdistan hayali üzerinden bir başka böl-parçala-yut senaryosu uygulanmaktadır.
Arakan’da hunharca yakılan Müslümanların sızısı Batılının fast-food köfte kokularından AVM koridorlarında ılımlı İslama konuçlanan bizlere ise ulaşamamaktadır.
Sokak yaşamlarımızda; dinimizde ve geleneğimizde olmayan kavramlar boy göstermektedir; Ensest ilişki, homoluk, lezbiyenlik, zina, alkol, faiz…Dedikodu, gıybet, iftira, yalan söylemek günah kabilinden değil sanki… Sokaklar dolusu ahlaksızlık terörü ile de günbegün vurulmaktayız.
“Oku” ile başlayan bir dinin müdavimlerinin hayatında kitap okumak insan ihtiyaç sıralamasında 235. sırada!
Batılının şer güçlerinin markalarınca hem ahlaken, hem iktisaden kuşatılmışız; birbirimizle dalaşmaktan fırsat bulupta bütün bu gerçekleri görmezden gelerek!
Batılı şer güçler yeni düşmanını belirledi: İSLAM! Yani Bizler!
Biz İslam mensubu kavimlerinde düşmanları ortada! Yani Bizler! Onlar dışardan, biz içerden birbirimizi kemirmekteyiz, tarihten ibret almadan!
Müslümanlar laboratuarlara, kütüphanelere girmeli artık!
 “Müminler Kardeştir” düsturuyla asırlardır coğrafyaları şekillendirmedik mi? Nedir bu kavmiyetçilik hastalığı?
Batı yalnızca bize düşman değil ki? İnsani olan bütün değerlerin düşmanıdır. Batılının günümüzdeki değerleri yeryüzünü talan etmedi mi? İki koca cihan harbine ne demeli? Teknoloji ile kendi ihtirasını biçimlendiren batılının bu batıl tavrı kendi insanlarını bile mutsuz kılmakta. New Yorktaki evsizlerin hali neden içini sızlatmaz şer güçlerin? “Yeni Dünya Düzeni” eskimeyen şeytani bir aldatmaca değil midir? Ya bu zalimin çizmesi altında onursuzca yalnızca sızlanarak yok olmayı bekleyeceğiz ya da yeniden İslam Medeniyetini ihya edeceğiz. İnanın İslamın şefkat eline Bolivyanın, Şilinin, Fransızında çocuklarının ihtiyacı var! Bir cinnet çılgınlığındaki batıyı durdurmanın tek çaresi Medeniyetimizin dirilişini gerçekleştirmektir. Bunun yolu ise artık çocuklarımıza kendi kültürel kodlarımızı yüklemlemekten geçer. İlim, kültür, sanat, edebiyat ve ahlak değerleri üreterek...
Kürt kardeşlerim!
"Kürt sorunu" dediğiniz, Türkiye'nin olduğu kadar "Kürtler" adına konuşan birilerinin de sorunudur. "Kürtler" ne zaman kendilerini aşacaklar da 21. yüzyılda yaşadıklarının farkına varacaklar? Ne zaman ahlaken savunmaları mümkün olmayan önderlere ya da örgütlere bel bağlamaktan vazgeçecekler? Türk hükümetlerinin "resmi tarihi"nden yakınırken, PKK ve uzantılarının söylemlerine teslim olmaktan geri duracaklar? Ne zaman bizzat kendi aydınları tarafından ihmal edilmiş budunlarının acısını "Yeni Dünya Düzeni"nde var olabilmek için petrolsüz, doğalgazsız çabalayan kan kardeşleri Türklerden çıkarmaktan vazgeçecekler? Bütün bunlar bir süreç meselesidir, gayret meselesidir. Bunu çözüm süreci olarak mı göreceğiz, çözülme süreci mi?
Kürt sorunu deyip duruyoruz. Türkiye'de nitelikli "eğitim sorunu" bahsedilen terör meselesinden çok daha tehlikeli bir sorundur. Biz ilkokul seviyesindeki soruların içinden çıkamayan üniversite mezunlarımızla geleceği nasıl kurgulayacağız, bunu sorgulayalım! Bu çocuklarımız, batının kültür değerleriyle yetiştirdiğimiz çocuklarımız Güneydoğu da dahil olmak üzere, hangi sorunla baş edecekler? Hangi milli ve evrensel reflekslere sahip olabilecekler ki?

Türkiye'nin bir de 2023 hedefleri var. Mefkure mühim elbet...Ayakların yere sağlam basması da... Evet... 2 trilyon dolarlık milli gelir öngörülüyor. Bunlar bizzat Sayın Başbakan tarafından dillendirilen fevkalade sevindirici hedefler. Velâkin, ulaşılabilir olmaları için işgücünün istihdam edilebilir nitelikte olması şart. Oysa, eğitim sistemimizin nitelik ve nicelik olarak ne denli yetersiz olduğunu sağır sultan duydu. Melbourne Enstitüsü'nün 2012 raporu Türk yükseköğretim sistemini 50 ülkelik listesinde 46. sıraya koydu. İran bile bizden daha iyi durumda. 
Gençlerimiz hedeflediğimiz ligde rekabet edebilecek donanıma haiz değil. Astronomisiz kozmoloji, matematiksiz teknoloji, biyolojisiz çevrecilik, fiziksiz, kimyasız eskatologya, notasız müzik, tarihsiz siyaset... 21. yüzyılın "Türkiş" ütopyası. Barbyler, Bentenler, Spidermanler ve Mickey Mauslarla yetişen nesil! Ve bu uğurda dışarıya pompaladığımız yetim hakkı dövizlerimiz… Aklımızı başımıza toplamazsak terör filan değil, entel görünümlü cehaletimiz dağıtacak bizi! Dağılan bilyelerden son yuvarlakta siz olacaksınız kardeşlerim.
Biz ortak yönlerimizi payda yapalım. Bu coğrafya dış dünya tarafından Müslüman Türk olarak bilinmektedir. Yurt dışına çıktığınızda bu ülkenin ateistide olsanız vasfınız Müslümandır. Çingenede olsanız, kürtte olsanız, çerkezde olsanız siz Türk vatandaşısınız. Bu coğrafyanın markası MüslümanTürk’tür.
Bölünmek değil birleşmek kaderimiz olmalıdır. “Hepiniz Allah’ın ipine sımsıkı sarılmadıkça, parçalanırsınız!” diyen rabbimize kulak verelim. Birliğimiz dirliğimizdir prensibini unutmayalım!
Evet, yeni kurulan devletimizin cumhuriyet hükümetleri çok büyük hatalar yaptılar. Jandarmanın dipçiği yalnızca sizin ensenize inmedi. Hepimiz zulümlerden nasiplendik. Bizim sonu gelmeyecek kavgamız kimin işine gelebilir ki, bir baksanıza! Bizler evlatlarımızı yitirirken kimlerin kurşunlarını sıkmaktayız birbirimize? Ve asla sizin sesiniz olamaz batılının taşeronu olan bir terör örgütü! Mezarlarımıza bir bakalım, yanyana yatmıyor mu ecdadımız? Aynı türkülerle büyümedik mi? Aynı sokaklarda kirletmiyor mu çocuklarımız kıyafetlerini? Aynı okul sıralarında çürütmüyorlar mı dirseklerini!
Açılım diyorlar!
Açılalım; birbirimiz olduğumuzu söyleyelim birbirimize!
Hangi Akil adam söyleyecekse söylesin artık; “Müminler kardeştir!”
Musalladan sonra nereyi yurt edineceğiz dostlar!
Rabbimiz bizi ayrı ayrı yurtlara yerleştirmeyecek; Türkler şuraya, kürtler buraya!
Ya cennetliğiz, ya cehennem!
Ya iyiyiz ya da kötü aslında!
Bir kavga vereceksek eğer, cehalete, yoksulluğa ve zulme karşı verelim; hep beraber!
Uranyum, toryum, bor, demir, çinko, altın, manganez, poliüretan, bakır, kurşun, gümüş, molibden gibi kıymetli maden cevher yatakları BÜYÜK DESTAN KAHRAMANI Battal Gazimizin memleketi Malatyamızın KULUNCAK ilçe sınırlarındaki mevcudiyeti ile, rezerv olarak ÜLKEMİZİN geleceğine umut vaad etmektedir.
Hele ki toryum…Dünya rezervinin %78’i Kuluncak’ta…%8’ide Manisa Edes’de. Zararsız radyasyona haiz nükleer enerji kaynağı yani. Bir çuvalı ile bir şehrin tüm enerji ihtiyacını karşılayabilirsiniz.
İşte bu bölgede konuçlandı Amerika’nın füzesavarları. Ya da Kuluncağın önemini örtbas eden dikkatsavarlar!
Ki Kuluncak New Age Akil Adamlarımızın gaflet, delalet ya da ihanet içerisinde olarak biçimlendirecekleri Kürdistan sınırları içerisinde. Yani şimdilik gayriresmi başkenti Amed olan, Kürdistan’ın! İnanmayan Googleearht’ın map ine bakıversin!
Bölgenin efsanesi ise yaşadığı çağda, çağının en büyük küresel gücüne kök söktürmekte mahir idi; Bizans’a… Battal Gazi! Eskişehir’de kıyameti bekleyen büyük mümtaz şahsiyet!
Osmanlının yedi düvelle boğuşup, can çekiştiği günlerde Anadolu’nun bağrına Bağdat demiryolu döşenmiştir, Alamanlar tarafından. Biz tezek yakaduralım en büyük enerji kaynağı olarak, o günlerde; Osmanlımızın topraklarından olan Arapların yaşadığı bölgeye “neft” seferleri düzenlenmektedir “gavurlarca!”: Petrol! Şimdilerde kazık yiyerek İthal ettiğimiz doğalgaz enerji ihtiyacımızı daha ne kadar karşılar?
Arap yöneticiler İngiliz’le işbirliği yaparken Anadolu’nun Bir milyon evladı Peygamber kucağı Medine’ye Serpuşlu çizmesi değmesin diye şehid olmuştur, kızgın çöllerde!: “Burası Muştur, yolu yokuştur” Türküsünde gidip te gelmeyenler acep kimlerdir? Aynen “hey onbeşli,onbeşli” isimli Tokat türküsündeki onbeş yaş ortalamasındaki gibi…Mersin, Sivas, Balıkesir, İstanbul liselerinin mezuniyet veremediği o günlerdeki gibi! Şimdinin lise mezuniyet törenlerindeki reşit dahi olmayan çocuklarımıza boca edilen içkili fuhuş partileri ise başka bir mevzuu!
Ne diyordu Filistinli Bakan; “Osmanlıya ihanetimizin bedelini ödüyoruz!” O Filistin’deki çocuklar ise zalim İsrail yönetimini şeytan taşlar misali taşlarken, nasır tutmuş minicik elleri dedelerinden miras aldıkları baldıran şarabının etkisi ile bölgelerinden çıkan petrolden elde edilen naylondan çiçeklere dahi o kadar uzaktılar ki… Naylondan sevgilere ise bir o kadar aşina!
Kimse soramadı PKK ya! Onların ihanet içindeki eli kanlı komünist, ahlaksız ve Allahsız yöneticilerine; Ya hu görmüyor musunuz Kürt halkının içine çekildiği berdel, kan davası, cehalet ve hatta ensest tuzağı?
Yozlaşma bütün Ümmet-i Muhammed’in sorunu değil mi? 25 milyon nüfusumuz 12 yaş altındaki çocuklarımızdan ibaretken çocuklarımıza yönelik bir informal eğitim sistemimiz var mı? 
Düşman aynı değil mi? Bütün Evlad-ı Fatihan toprakları işgal altında değil mi, şirkin kültür değerleri ile!
Ana dilde eğitim mi? Geçiniz Kürtçeyi… Ortalıkta Türkçe mi kaldı? Dilimize de, dinimize de PEPE değil miyiz?
Müslüman Mücahit Afganlı kardeşim dünya eroin üretiminin %94’ünü bir başına üstlenirken öğrenci anlamındaki “Taliban” kimin öğrencisi?
100 dolarlık eroin Afgan dağlarından yola çıkınca, Pakistanda 7000$...
Şeriatçi İranda, 12.000$,
Çağdaş, laik Türkiyem’de ise 22.000$! Ya da kısaca 40.000 vatan evladı! Ya da kısaca PKK! Ardından da gelsin silah sektörü, ilaç sektörü!
Peki ya toplamda 150 milyar $ olan 76 milyon nüfusumuzun ihracat rakamına ne demeli? Kar marjı ise % 4! Yani 6 milyar dolar ile geçinmekte, 76 milyonluk nüfus! Mevcut borcumuzdan bahsetmeyelim, IMF ye borcumuzu kapattığımız şu günlerde.
Apple’nin 500 milyar $, Microsoft’un 250, Google’nin 150, Face’nin 100 ve Twitter’in 12 milyar$ olan büyüklüklerinden bahsetmenin ne gereği var şimdi?
“Kültür Ekonomisi” desem siz el hafifliği ile bereketten mi bahsedeceksiniz?
Peki, sizce; Arz-ı mevud uzantısından haberdar mıdır genişletilmiş Ortadoğu projesinin sevdalıları?
Gelin bu kez hep beraber arayalım, Battal Gazi’yi! O Bizans’a kafa tutan yiğit adamı!
Ya da;
China malı seccadelerimizde kıldığımız namazlarımızda Allah’tan yardım isteyelim, “Bir kavim kendini değiştirmedikçe Allah onları değiştirmez” ilahi buyruğuna rağmen! Ki; “Onlar kıldıkları namazlardan gafildirler!”