"Küresel sehirler, küresel markalar artık dünyada devletler gibi siyasi aktör haline geliyor. Kültür de siyaset ve ekonomi gibi stratejik unsur oluyor." Küresel markalar; İŞGALCİ KOLLUK KUVVETLERİ! ŞİMDİ MİLLİ MÜDAFA ZAMANI! KIZLI-ERKEKLİ KAYBEDECEĞİZ YOKSA GELECEĞİMİZİ! YANİ; NE KARA KUVVETLERİ, NE HAVA KUVVETLERİ, NE DENİZ... İLLA Kİ; KÜLTÜR KUVVETLERİ!
17 Aralık 2024 Salı
UZAYDA HAYAT VAR! / HİKAYE
UZAYDA HAYAT VAR!
Bir zamanlar ailemle birlikte, mutlu bir şekilde Dinogen Gezegeni’nde yaşıyorduk. Size kendimden, yaşadıklarımdan ve ama illa ki bugünkü mutsuzluğumdan bahsetmek istiyorum. Merakla ve sabırla anlatacaklarımı dinlemenizi rica ediyorum.
İsmim FD6034. Sizin zaman diliminize göre 30 yaşındayım. Bizim Gezegenin zaman dilimine göre ise 15. Ama önce size bir zamanlar yaşadığım gezegenimiz Dinogen’den bahsetmeliyim.
Essabr Galaksisinde küçük bir gezegendi Dinogen. Kendi güneş sistemimizde irili ufaklı tam 53 gezegen ve o gezegenlerinde uyduları vardı. Dinogen’in sizin Ay’ ınıza benzer 7 uydusu vardı. Dinogen’in yüzölçümü 780 bin km2 ydi. Gezegenimiz düzdü.
Burada biz, siz insanlara benzeyen Nasni isimli varlıklar ve dinozorlar mutlu mesut yaşıyorduk. Gezegenimizin yönetimi Dinozorlardaydı. Onlar havadan beslenmekteydiler. Bizler ise beslenmemizi dinozorların geri verdikleri soluklardan yapıyorduk. Görüntümüz tamamen siz insanlara benziyordu. Dinogen’ e uzaydaki başka galaksi ve gezegenlerden de zaman zaman yabancılar geliyordu. Bütün kainattaki diğer varlıklar bir şekilde birbirleriyle ilişkilerini sürdürüyor ama asla Dünya ile irtibata geçilmiyordu.
Kainat Kolordu Komutanlığı Dünya ismindeki gezegeni yakından takip ediyor ancak içinde yaşayan mahluklardan biri olan İnsan’dan oldukça çekiniyorlardı. Okullarda okuduğumuz kadarıyla İnsan denilen varlığın iyi diye tarif edilen türünden çok az bulunuyordu. Kötü türleri ise tek başına dahi olsa koca kainatı yok edecek kadar saldırgan ve acımasızdı.
Bundan yıllar önceydi. Lüzumsuzluk ölçüsünde meraklı olan bir bilim adamımız ışınlama makinasını kullanarak ve Kainat Koruma Yasasına bile muhalif davranarak dünyadan bir çift insanı laboratuarına getirir. Uzunca süren çalışmalar yapar üzerlerinde. Dişisi kapris hastalığından ölüverir deneyler aşamasında. Erkeği ile de bir dişi Nisna’yı çiftleştirir. Müthiş bir üreme ile kısa sürede bu yeni tür yavaş yavaş gezegene hakim olmaya başladılar. İlk etapta Dinogen halkı olarak bu yeni türe karşı olumsuzluk içerisindeydik. Dinozorlar Kainat Meclisinin önerisiyle referandum yapılmasını istediler. Nihayet Dinogen kimliği verilmiş oldu.
Bu yeni türün beslenme alışkanlığı bir süre sonra değişim gösterdi. Dinozorları avlamaya ve onları yemeye başladılar. Mevcut yönetimi ihtilal yaparak devirdiler, Dinogen’i ele geçirdiler. İçlerinden birisini kral olarak seçtiler. Zalim King artık Dinogen’in yeni yöneticisi olmuştu. Kendisine yardımcı olarakta oğullarını atadı. Junior Kibir, Junior Riya ve Junior Cühela ile yönetilen Dinogen’de artık mutsuzluk ve huzursuzluk dolu günler başlamıştı.
Kendileri çoğaldıkça Dinozorların sayısında önemli oranda azalmalar başladı. Dinozorların soluğundan beslenen biz Nasniler içinde hayati tehlike başgöstermeye başladı.
Dinogen’de işler ters gitmeye başlamıştı. Kainat Meclisi bile çare üretemiyordu. Sorunumuzla koca kainatta başbaşa kalmıştık.
Zalim King ve çocukları kısa sürede koca gezegeni perişan ettiler. Hoş kendileri de aynı akibeti yaşadılar. Nihayetinde Dinozorlar yok olma aşamasına geldiler. Onlarla birlikte Nasnilerde yok olma noktasına geldiler. Dinozorların sonu bir süre sonra insanlar arasında açlık tehlikesini başlarına sardı.
Duruma kayıtsız kalamayan Kainat Meclisi Dinogen’den yalnızca beni ve az sayıda kişiyi koruma altına aldı. Diğer Nasni’leri Merkeze götürdüler. Beni de kısa bir eğitimden sonra bu felakete sebep olan insan denilen yaratığın yaşadığı dünyaya gönderdiler.
Aracım dünyanın atmosferine girince Konya Uzay Üssü (KOZA) denilen bir yerden kendimi tanımlamam ve güvenlikli olarak temas kurmam için araçlarıyla bana refakat ettiler.
Koza enterasan bir yerdi. Enteresan bir hikayeyle karşılaştım. Meğer bizim gezegeni mahfeden insan türü kendi gezegenlerini de yok olma noktasına getirmişler.
İnsan denilen varlığın kötü türleri tamamen gezegenin kontrolünü ele geçirmişler. Tıpkı Dinogen’i yok eden Zalim King gibiymiş davranışları. Zalimin oğulları Kibir, Riya ve Cühela gibi.
Zalim zaten orantısız güç kullanan birisiydi. Diğer varlıklara karşı acımasızdı. Yalnızca kendisini düşünür adaletten nefret ederdi. Güvenilmezdi.
Kibir de yalnızca kendisini beğenen biriydi. Sanki bütün kainatı kendisinin sanırdı. Bencildi. Kimse umurunda değildi.
Riya gösteriş meraklısıydı. İkiyüzlüydü. Samimiyetsizdi.
Cühela ise hadsizdi. Hiçbirşey bilmediği halde herşeyi ben bilirim havasındaydı.
İşin özü şu ki bizim Dinogen’i yok eden yöneticilerin özellikleri burada da kötü insanların ortak özellikleriydi.
Dünya’da bir yokoluşla karşı karşıyaydı. Bütün bunları bana KOZA’nın başkanı Abdullah söyledi. Dünya gezegeninde kala kala toplam 100 bin insan kalmış. Onların en büyüğü 15 yaşındaki işte bu Abdullah’tı.
Kötüler onca uyarıyı ciddiye almamışlar. Gün geçmemişki dünyada zarar vermedikleri bir mahluk kalmamış. Önce ormanları yok etmişler. Madenleri…Okyanusları zehirlemişler. Birer ikişer dünya üzerindeki bitki ve hayvanların soyları azalmış. Dünyanın iklim dengesi bozulmuş. Bununla da kalmamışlar, kaynaklar azalıyor diye insan nüfusunu da azaltmak için müthiş bir gayretin içine girmişler. En acımasız silahlarla birbirlerini yok etmişler. Nükleer, biyolojik, kimyasal silahlar kullanmışlar. Kendi gıdalarını bozmuşlar. Hastalıklar artmış.
İnanılır gibi değildi Abdullah’ın anlattıkları. Son kalan insanlar, daha doğrusu çocuklar Koza’nın etrafında toplanmışlar, çaresizlik içinde adeta sonlarını beklemekteydiler.
Dünyanın bu son durumunu bende Kainat Meclisine rapor ettim. Kısa sürede cevap geldi. Bir heyet göndereceklerini söylediler. Durumu bende Abdullah’la paylaştım.
Dünyayı bu hale getiren büyüklerden bir kez daha dertlendi. Tek dünya devleti, tek dünya dili, tek dünya dini, tek dünya cinsiyeti gibi sapkınlıklarla dünyanın bu duruma getirildiğini yineledi.
Bir süre sonra dünyalıların UFO adını verdikleri uzay gemileri iniş yaptılar KOZA’nın limanına. Abdullah kendi heyetiyle istişaresini yaptı, Kainat Meclisinin tavsiyesi hükmündeki kararı nasıl karşılayacakları hususunda. Kainat meclisinin teklifi çocukların bir süreliğine uzayda sakin bir gezegende 50 yıl geçirmeleri gerektiği üzerineydi. Çünkü gemilerle gelen bilim adamlarının yaptıkları tetkikler neticesinde eğer dünya insansız kendi başına bırakılırsa belki 50 yıl içinde kendisini toparlardı.
Kısa süre içerisinde hazırlıklar yapıldı. Bütün çocuklar gemilere bindirilerek uzayın boşluğunda yol almaya başladılar.
Geriye Abdullah ile ben kalmıştım. Son gemiye binecektik biz de. O çalışma odasına gidip hazırlıklarını son kez gözden geçirdi. Gemiye binerken koltuğunun altına sıkıştırdığı kitap dikkatimi çekti. Bu ne diye sordum. Gülümseyerek cevap verdi.
“İnancımızın kaynağı Kuran’ı Kerim. Biz bu kitaba uygun yaşamadığımız için gezegenimiz bu hale geldi. Onu diğer çocuklara öğreteceğim, önümüzdeki 50 yıl içinde. Dünyaya geri döndüğümüzde bu kitaba göre yaşayacağız. Bir daha bu kıyameti yaşamasın diye, dünya!”
****
Gemiler uzayın boşluğunda süzülerek ilerlerken, Abdullah ile ben (FD6034) son gemiye binmiştik. Diğer çocuklar çoktan yol almışlardı. Bulunduğumuz gemi, ana filonun en arkasında seyrediyordu. Görevimiz, o kırılgan umut kafilesinin gerisinde güvenliği sağlayıp herhangi bir tehlike durumunda erken uyarı yapmak, aynı zamanda öncüleri arkadan gelecek yardıma hazırlamaktı.
Uzayın o ürkütücü sessizliğinde sadece geminin motorlarının tiz uğultusu duyuluyordu. Abdullah’ın koltuğunun altına sıkıştırdığı Kur’an-ı Kerim ve benim kaskatı duruşum belki de bu kozmik yolculuğun tek manevi dayanaklarıydı. Gemide başka kimse yoktu. Ben ve Abdullah, iki farklı dünyadan, iki farklı ırktan ama aynı kaderin yolcularıydık.
Abdullah geminin kontrol paneline iyice yaklaştı. “Her şey yolunda görünüyor,” diye fısıldadı. Ama sesi tedirgindi. Uzayın karanlığı sadece ışıksız bir boşluk değildi; bilinmez tehlikelerin, korsanların, yağmacıların kol gezdiği dev bir sahneydi. Hele ki Kainat Meclisi’nin gücünün zayıf olduğu Essabr Galaksisinin ücra köşelerinde…
Ben bir süre dış gözlem ekranını inceledim. Filoyu oluşturan onlarca gemi, bir kuş sürüsü gibi dağınık ama bir formasyon halinde ilerliyordu. Çocuklar, her gemide küçük gruplar halinde, korku ve umutla geleceğin belirsizliğine uçuyorlardı. Abdullah, Kuran’ı öğretmek ve dünyalarını yeniden inşa etmek niyetiyle yanımdaydı. Bense Dinogen gezegeninin son Nasni’si olarak hayatta kalmıştım, umut ettiğim şey kaybettiğim yurdun acısını dindirecek bir gelecek, belki de yeni bir Dinogen’di.
Tam o an, geminin sensörleri tiz bir alarm sesi çıkardı. Abdullah irkilip panelin başına atıldı.
“Ne oluyor?” diye sordum.
“Sinyal… Garip bir sinyal alıyoruz. Filo dışından bir gemi yaklaşıyor,” dedi Abdullah. Parmakları kontrol ekranında dolaşırken yüzündeki endişe belirginleşiyordu. “Bu… bu geminin tanımlama kodu yok. Korsanlar olabilir!”
Kalbim hızla çarpmaya başladı. Dinogen’de yaşadıklarımı anımsadım. İnsan soyundan gelen kötücül tür, bizim gezegenimizi yok etmişti. Şimdi uzayın derinliklerinde, belki başka acımasız varlıklarla karşı karşıyaydık. Her ne iseler, çocuklardan oluşan filoyu görünce kolay lokma sanabilirlerdi.
“Bir şeyler yapmalıyız,” dedim dişlerimi sıkarak. “Kainat Meclisi’nin bize verdiği temel savunma sistemleri nerede?”
Abdullah omuz silkti. “Gemilerde silah yok… Sadece kalkanlar ve kaçış sistemleri var. Barış misyonu olduğumuz için Meclis silahlı bir müdahaleyi yasaklamıştı.”
O sırada önümüzdeki ekranlara bir hologram görüntü yansıdı. Bir yüz belirdi. Garip, bembeyaz bir deri, çelik grisi gözler, başında üç boynuz çıkıntısı olan tuhaf bir yaratık. Gülümsüyordu ama bu gülümseme dostane değildi. “Ben Gromdal Korsanları’nın lideri Zedhar,” dedi o derin, metalik ses. “Size basit bir teklifim var: Gemilerinizi bana bırakın, tüm değerli yüklerinizi, çocukları… Aksi halde hepinizin yolculuğu burada biter.”
Abdullah panik içinde bana baktı, ben ise adeta kanım donmuştu. Çocukları asla bu canavarlara teslim edemezdik.
“Zedhar,” diye seslendim kararlı bir sesle, “Bu filonun içinde sadece masum çocuklar var. Onlar silahsız, savunmasız. Onlara dokunma!”
Korsan lideri kahkahalar attı. “Masum, savunmasız, lezzetli veya değerli… Hepsi aynı benim için. Uzun zamandır böyle kolay bir av yakalayamamıştık. Önünüzde iki seçeneğiniz var: Ya teslim olursunuz ya da gemilerinizi enerji demetlerimle parçalarım.”
Abdullah, geminin arka bölümüne doğru koştu. Ben de peşine takıldım. Arka kısımda, Kainat Meclisi’nin acil durumlar için emanet ettiği bir cihaz vardı: Sözde bir “Ark kapsülü”. Bu kapsül, o anki konumumuzu bozulmamış koordinatlara aktararak ufak bir zaman ve mekan sıçraması yapabilirdi. Ama kullanımı tehlikeliydi ve sonucunu kimse tam olarak bilemezdi. Genç çocuklar onunla ilgili uyarılardan bahsetmişti.
“Ne yapacağız?” diye sordum Abdullah’a. “Çocukları nasıl koruyacağız? Filo’daki gemilerin çoğu savunmasız. Onları uyarmazsak Korsanlar tek hamlede hepsini ele geçirir.”
Abdullah cebinden bir mikro verici çıkardı. “Bu vericiyi filoya sinyal göndermek için kullanabiliriz. Ama Zedhar sinyalimizi dinleyip pozisyonumuzu saptayabilir.”
Zaman daralıyordu. Korsan gemisi yaklaşmaktaydı. Filonun diğer gemilerinin de bunu fark etmesi an meselesiydi ama onlara liderlik yapabilecek kimse yoktu. Abdullah’ın elindeki Kur’an-ı Kerim’e baktım. İnancın sembolü, barışın kaynağıydı ama şu an silahımız yoktu. Pes mi edecektik?
Korsanların gemisinin parlak, mavi-yeşil bir ışık huzmesi fırlattığını gördük. Bu, enerji demetleriydi. Filonun arkasındaki üç gemiden biri sarsılarak ateş topuna dönüştü. Çocukların çığlıkları kulağımda çınladı. Öfkeyle yumruğumu sıktım.
“Hayır!” diye haykırdım. “Onlara yardım etmeliyiz!”
Abdullah gözlerinde yaşlarla panelin başına geçti. “Hiç vaktimiz yok,” dedi. “Ark kapsülünü kullanacağız. Bu kapsül belki bizi kısa süreli bir zaman diliminde geriye veya ileriye itebilir. Eğer filo saldırıdan 10 saniye öncesine dönebilirse, gemileri uyarmak ve kaçış manevrası yaptırmak için zaman kazanırız.”
Risk yüksekti. Ama başka çaremiz yoktu. Abdullah kapsülü devreye soktu, koordinatları girdi. Ben ise son kez Zedhar’ın suratına bakıp içimden lanet okudum. Ark kapsülü titredi, geminin içinde bir uğultu koptu. Etrafımızda mor ışık halkaları belirdi. Bir an geminin gövdesi saydamlaştı, sonra her şey beyaz bir ışığa boğuldu.
Gözlerimi tekrar açtığımda, aynı noktadaydık ama çevre sessizdi. Az önceki patlama yaşanmamıştı. Filo sapasağlam ilerliyordu. Abdullah nefes nefese kalmıştı. “Sanırım başardık,” dedi. “Saldırı henüz gerçekleşmedi.”
Vakit kaybetmeden filoya acil uyarı sinyali gönderdim. “Dikkat! Korsan saldırısı an meselesi. Acil zig-zag manevrası yapın, konumlarınızı değiştirin, dağılın!”
Çocuk pilotlar panik halinde manevralara başladılar. Farklı yörüngelere dağılan gemiler hedef olmaktan çıktı. Zedhar’ın gemisi bu sefer enerji demetini sıktığında boşluğa isabet etti. Saldırı boşa gitti!
Abdullah’la göz göze geldik. Başarmıştık. Ama Zedhar hızla toparlandı. “Akıllıca… Demek ufak bir hile yaptınız. O zaman ben de kozumu oynarım!” dedi ve bu kez koca korsan gemisinden onlarca küçük saldırı pod’u fırladı. Kıvrak, sivri pençeli böcekler gibi flonun etrafında dönüyorlardı.
“Laneti olsun!” diye bağırdım. “Bu pod’lar çocukların gemi kabuklarını kemirip içeri girebilir!”
Abdullah umutsuzca “Ya tekrar Ark kapsülünü kullanalım ya da kaçalım,” dedi. “Ama kapsülün yeniden çalışıp çalışmayacağı belirsiz. Bir de her sıçrama evrenin kumaşını yıpratıyor, farklı beklenmedik sonuçlar doğurabilir.”
Ben dişlerimi sıkarak konsola yüklendim. “Şu kalkan gücünü maksimuma çıkar,” dedim. “En azından bizim gemimize yaklaşanları bertaraf edebiliriz. Diğer gemiler belki bir süre dayanabilir.”
O sırada beklenmedik bir şey oldu: Uzayın karanlığında bir dizi parlak ışık belirdi. Kainat Meclisi’nin gemileri! Hükümet konseyinin armaları gemilerin gövdelerinde parlıyordu. Yedek kuvvetler beklenmedik bir hızla olay yerine ulaşmıştı. Meclis gemileri halkanın dışına yayılıp koruma kalkanları oluşturdu.
Zedhar ve pod’ları iki ateş arasında kalmıştı. Meclis gemileri barış misyonuna zarar veren her saldırgana izin vermeyecek şekilde programlanmıştı. Sessiz, soğukkanlı bir karşı hamleyle pod’ları birer birer enerji kafeslerine hapsettiler. Korsan gemisi manevra yapamadan nötrleştirici ışınlarla etkisiz hale getirildi.
Abdullah sevinçle zıpladı. Filodaki çocukların çığlıkları bu kez sevinç nidalarına dönüştü. Ben derin bir nefes aldım, ama içimde bir sızı vardı: Bir gemi kaybetmiştik ilk denemede. Ark kapsülünü kullandığımız için o hadise yaşanmamıştı ama kim bilir evrenin başka bir noktasında hangi bedel ödenmişti. Bunun cevabını belki asla öğrenemeyecektik.
Kainat Meclisi gemisinden gelen bir mesaj ekranımıza düştü: “Tebrikler. Cesaret ve fedakarlıkla çocukları kurtardınız. Şimdi durmayın, rota kararlaştırılan sakin gezegene doğru devam edin. Biz korsanları adalet önüne çıkaracağız. Siz ise görevinizi tamamlayın. Dünya için yeni bir şans, Dinogen’in hatırası için yeni bir umut var.”
Abdullah gözyaşlarını sildi. “50 yıl… 50 yıl sonra geri döneceğiz. Bu kez elimizde inancımız, kitabımız, tecrübemiz var. Hatayı tekrarlamayacağız.”
Ben başımı salladım. Aklımda Dinogen’in dinozorları, Nasni’leri, kaybettiğim yurdum geldi. Belki de bu yeni kuşak insanlarla tekrar yeşerecek değerler vardı. Belki ben onlara eski gezegenimdeki dostça yaşamın sırlarını anlatırdım. Belki de birlikte, kaybettiklerimizi geri getiremesek de yeni bir dünya inşa ederdik.
Filonun gemileri yeniden düzen aldı. Korsan tehdidi bertaraf edilmişti. Uzun bir yolculuk onları bekliyordu. Yıldızların arasında, karanlığın ortasında parıldayan yeni bir kader vardı. Belki bu kez gerçekten barışa ulaşabileceklerdi.
“Abdullah,” dedim hafif gülümseyerek. “Onlara ne öğreteceksin ilk iş olarak?”
“Önce sevgiyi,” dedi. “Sonra adaleti, merhameti, paylaşmayı… Sonra bu kitabı anlayarak okumayı. Bilimi, sanatı, doğaya saygıyı. Bir daha hiçbir dünyada Zalim King’ler, Kibirler, Riya’lar, Cühela’lar olmasın diye…”
Ben de gülümsedim. Gemi sessizce ilerlerken bir de baktım ki arkada bıraktığımız Dünya artık minik bir nokta gibiydi. Belki 50 yıl sonra döndüğümüzde o nokta yeşile, maviye, berrak sulara, özgür hayvanlara, insanca yaşayan canlılara kavuşacaktı. Bu macera bitmemişti, yeni başlıyordu.
***
Filo, yeniden sakin bir rotada, yıldızlar arasında akıp gidiyordu. Çocuklar heyecan ve korkudan yorgun düşmüş, gemilerde sessiz bir bekleyiş hâkimdi. Abdullah ve ben (FD6034) son gemideydik; içimizde hem Allah’a sığınan bir teslimiyet hem de yaklaşan bilinmeze dair bir tedirginlik vardı. Korsan saldırısını atlatmıştık, lakin bu zaferin ardından içimizdeki sükûnet uzun sürmedi.
Aradan birkaç hafta geçti. Uzayın derinliklerindeydik ve önümüzde ıssız, bilinmeyen bölgeler uzanıyordu. Kainat Meclisi’nin tavsiye ettiği o “sakin gezegene” daha çok yolumuz vardı. Bu esnada Abdullah, gemideki verilere bakarak bir şeyler fark etti. Sesi titreyerek bana seslendi:
“FD6034, bak şuna,” dedi haritaları göstererek. “Şu sistemdeki yıldızların konumları değişmiş. Normalde böyle olmaması gerekiyordu. Bir çeşit anomali var. Uzay boşluğunda sanki görünmez bir el yıldızları kaydırıyor gibi.”
Bu elbette imkansızdı, ama veri yalan söylemezdi. Olan biteni kavramaya çalışırken filonun ön saflarındaki gemilerden çığlık yüklü sinyaller geldi. Yayınlar karışıyor, cızırtılar yükseliyordu. Anlaşılan başka bir tehdit peyda olmuştu. Abdullah ve ben büyük ekrana odaklandık.
Önümüzde bir karanlık madde bulutu vardı. Bu bulut, sadece maddenin değil manevî anlamda da bir karanlığın sembolüydü sanki. Filodaki çocuk gemileri bu bulutun içinden geçerken yönlerini kaybediyor, bazıları kontrolden çıkıyor, manevra kabiliyeti azalıyordu. İçeride, gemilerin dar koridorlarında korku kol geziyordu. Çocuklardan yükselen dualar radyolara yansıyordu:
“Ya Rab! Bizi koru! Bizi bu karanlıktan sen kurtar!”
Abdullah’ın gözleri doldu. Kur’an’ı çıkardı ve “Rabbim, bizi sapkınlıktan, haksızlıktan, zulümden ve korkudan koru,” diyerek Fatiha Suresi’ni okudu. O an ben de kalbimde bir sükûnet hissettim. Dinogen’de kaybettiğim her şeyin acısını, bu genç çocuğun imanı hafifletiyor gibiydi. Ama bu imanın sınanacağı belliydi.
Bulutun içindeyken gemilerden biri beklenmedik biçimde yörüngeden çıktı ve filonun diğer gemilerine doğru hızla yaklaşmaya başladı. Sanki kontrolü ele geçirilmiş gibiydi. Yüksek hızlı, tehlikeli manevralarla çocukları taşıyan diğer gemileri tehdit ediyordu. Geminin içinden gelen telsiz sesleri ürkütücüydü:
“Bizi bırakın! Siz bize mâni oluyorsunuz. Bu bulutta bize yeni güçler vaat edildi!”
Abdullah şaşırdı. “Ne saçmalık bu? Kim bu sözde vaatleri veriyor?”
Benim aklıma karanlık efsaneler geldi: Uzayın derinliklerinde haktan uzaklaşmış varlıkların olduğu, insanları ve diğer akıllı türleri vesveseye düşüren şeytanî varlıkların kol gezdiğine dair söylentiler duymuştum. Sanki bu karanlık bulut, ruhî bir imtihan alanıydı. İnsanların zayıf kalplerine sızan iblisî güçler, onları ayrılığa, azgınlığa kışkırtıyordu. Hani Kur’an’da geçen vesvesecilerin fısıldadığı karanlık gibi...
Abdullah’ın yüzü ciddileşti. “Bu bir imtihan,” dedi. “Şeytan tıpkı insanoğlunu yeryüzünde saptırdığı gibi, şimdi bu zavallı çocukları da korku ve umutlarını kullanarak saptırmaya çalışıyor. Biz durdurmazsak birbirlerine saldıracaklar. Bu gemi kontrolden çıkarsa felaket olur.”
Telsizden bir ses daha duyduk, çarpık bir kahkaha atıyordu: “Bize katılın ya da yok olun! Bu bulutun içindeki ‘Büyük Bozguncu’, bize güç, kudret verecek. Tek bir din, tek bir krallık, tek bir hüküm! Siz ise zayıfsınız, dualarla mı kurtulacaksınız?”
Abdullah bir an titredi, sonra gözlerindeki kararlılıkla cevap verdi: “Biz güç için değil, Allah rızası için yaşıyoruz. Güç haktır ama adalet içindir. Biz zulmetmek için değil, imar etmek için bu yolculuktayız. Kibirle, riya ile, cühela tavrıyla hareket edenler Dinogen’i yok etti, dünyayı mahvetti. Biz aynı hataya düşmeyeceğiz!”
Bu sözleri söylerken ben de geminin manevra kontrollerini ele aldım. O kontrolü kaybetmiş gemiye doğru yaklaşarak bir kenetleme manevrası yapmaya karar verdim. Onları engellemem, sakinleştirmem gerekiyordu. Risk büyüktü; eğer çarparsam ikimiz de yok olurduk.
Son anda geminin altına sızdım, manyetik kıskaçlarla onu tutmaya çalıştım. Bu esnada Abdullah Kur’an’dan Bakara Suresi’nden Ayet-el Kürsi’yi okumaya başladı. Sesi geminin hoparlörlerinden diğer gemilere de yayılıyordu. Çocuklar sessizce dinlemeye başladılar. Bazıları ağlıyor, bazıları kelime-i şehadet getiriyordu.
Derken sarsıntı oldu. Karanlık bulutta şimşek benzeri enerji boşalmaları görüldü. Sanki görünmez bir savaş vardı ruhlar âleminde. O kontrolden çıkmış gemi, kıskaçlarıma rağmen çırpınıyor, kaçmaya çalışıyordu. İçinden gelen tiz çığlıklar kulak tırmalıyordu:
“Bırakın bizi! Biz güce tapacağız. Bu kitap size ne kazandırdı ki? Dünya’yı bile kurtaramadınız!”
Abdullah’ın sesi daha gür çıktı: “Bizim yolumuz Allah’ın yoludur. Kaybettiklerimizi belki geri getiremeyiz ama adaleti yeniden tesis edebiliriz. Siz aldanıyorsunuz! Nefsinizin esiri oldunuz!”
Ben tüm gücümle gemiyi sabit tutmaya çalışırken, aniden sarsıldık. Gemi, beklenmedik bir enerji dalgasıyla geriye savruldu. O kontrolsüz gemi ellerimden kaçtı ve bulutun derinliklerine ilerledi. Orada kaybolmadan önce son bir çığlık attılar: “Göreceksiniz! Gün gelecek pişman olacaksınız!”
Bulutun içinden anlık bir karaltı belirdi. Sanki devasa, karanlık bir yaratık… Gözlerime inanamadım. Uzakta, bulutun gölgeleri arasında devasa bir siluet sanki koca bir ejderha gibi ağzından ateş kusuyordu. Ama bu gerçek miydi, yoksa bir halüsinasyon mu? Abdullah korkuyla bana baktı. Dualara sarıldık. “La havle ve la kuvvete illa billah…” dedik.
O sırada filonun diğer gemilerinden birkaçı daha rotayı kaybetti, ama hemen sonra Ayet-el Kürsi’nin etkisiyle toparlandılar. O garip siluet bir anlık göründü ve sonra kayboldu. Anladım ki bu yanılsamalar, vesveseler bu karanlık bulutun içinde üretilen manevi tuzaklardı. Ruhumuzun imanı ne kadar kuvvetliyse, o kadar sağlam kalırdık.
Dakikalar süren gerilim sonunda bulutu geride bıraktık. Filodaki çocuklar yeniden hizaya girdi, rotayı buldu. Ama maalesef bir gemiyi kaybetmiştik. Abdullah hüzünle başını eğdi. “Onlara yardım edemedik,” dedi kederle. “Kendilerini karanlığa teslim ettiler.”
Ona omuz attım. “Herkesi kurtaramayız,” dedim. “Biz elimizden geleni yaptık. İnsan, imtihan için yaratılmış. Bize düşen, hidayeti Allah’tan isteyerek doğru yoldan şaşmamak.”
Abdullah gözyaşlarını sildi ve Kur’an’ı özenle yerine koydu. “İnşallah Rabbim bizi sabredenlerden kılar. Bu yolculuk kolay olmayacak. İmanımızı güçlendirmek, adalet ve merhametle hareket etmek zorundayız. O kaybolan gemi belki bir gün hidayete erer ya da kendi sonlarını hazırlar, Allah bilir.”
Filo, hızını biraz artırdı. Onların arasından geçen mesajlarda “Elhamdülillah, kurtulduk,” “Allah yardımcımızdı,” gibi cümleler duyuluyordu. Bu cümleler, gelecek nesillere iman tohumları ekiyordu. Zalim King’lerin, Kibir, Riya ve Cühela benzeri tiplerin yerine, iman ve ihsan sahibi nesiller inşa etmek için buradaydık. Bu süreçte her türlü vesvese, sapma ve tuzakla karşılaşacaktık.
Ben, bir Nasni olarak, şimdi anlıyordum ki Dinogen’de kaybettiklerim bana bir ders olmuş. O dinozorların, o masum düzenin bozulması zulüm yüzünden gerçekleşti. Şimdi bu çocukların neslinde adalet, inanç ve merhamet can bulmalıydı. Kararlılıkla yolumuza devam ettik.
Önümüzde daha çok imtihan olacağı kesindi. Belki farklı galaksilerde acımasız uygarlıklarla yüzleşecektik, belki içimizden bazıları yine nefislerinin kurbanı olacaktı. Ama bu sefer elimizde Kur’an vardı, dilimizde dualar vardı, kalbimizde inanç vardı. Abdullah’ın genç yaşına rağmen gösterdiği cesaret, teslimiyet ve dirayet belki de tüm filoya örnek olacaktı.
Uzayın derinliği içinde yıldızlar birer nur gibi parlıyordu. Biz bu nurun peşinde, fitne ateşinden kaçarak, rahmet yağmurlarını arayarak ilerliyorduk. Belki menzilimize ulaştığımızda yeni bir dünya kuracak ve Allah’ın izniyle adaletle hükmedecek, doğayı koruyacak, kimseye zulmetmeden, hakkı üstün tutan bir medeniyet inşa edecektik.
İşte o gün, şu anki korkularımızı, bu karanlık bulutu, bu acı sınavları hatırladığımızda sabrın ve imanın ne büyük nimet olduğunu daha iyi anlayacaktık.
FEHMİ DEMİRBAĞ
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder