"Küresel sehirler, küresel markalar artık dünyada devletler gibi siyasi aktör haline geliyor. Kültür de siyaset ve ekonomi gibi stratejik unsur oluyor." Küresel markalar; İŞGALCİ KOLLUK KUVVETLERİ! ŞİMDİ MİLLİ MÜDAFA ZAMANI! KIZLI-ERKEKLİ KAYBEDECEĞİZ YOKSA GELECEĞİMİZİ! YANİ; NE KARA KUVVETLERİ, NE HAVA KUVVETLERİ, NE DENİZ... İLLA Kİ; KÜLTÜR KUVVETLERİ!
30 Ekim 2022 Pazar
MÜSLÜMAN TÜRK MİLLETİNE ÇAĞRIMDIR!
Esirgeyen ve bağışlayan Rabbimin adıyla;
EY İMAN ETMİŞ OLANLAR, EY MÜSLÜMANLAR, İÇİNİZDEN OLMAYANLARDAN, SİZE YABANCI KİMSELERDEN KENDINIZE DOST KABUL ETMEYİNİZ!
ÇÜNKÜ ONLAR, SİZLERE KARŞI ZARAR ZİYAN VERMEKTEN, ARANIZA FİTNELER, FESADLAR SOKMAKTAN HİÇ BİR VAKİT GERİ DURMAZLAR. ELLERİNDEN GELEN FENALIKLARIN HİÇ BİRİNİ SİZDEN ESİRGEMEZLER.
SİZİN SIKINTILARA, MUSİBETLERE, FELÂKETLERE UĞRAMANIZI İSTERLER.
GÖRMÜYOR MUSUNUZ, HAKKINIZDA BESLEDİKLERI DÜŞMANLIK AĞIZLARINDAN TAŞIP DÖKÜLÜYOR.
BUNUNLA BERABER YÜREKLERİNDE, SİNELERINDE GİZLEMEKTE OLDUKLARI KİNLER, GAREZLER, HUSÛMETLER, O BİR TÜRLÜ ZABTEDEMEYIP DE AĞIZLARINDAN KAÇIRMAKTA OLDUKLARI DÜŞMANLIKTAN ÇOK BÜYÜKTÜR, ÇOK ŞİDDETLİDİR.
EĞER SİZLER AKI KARADAN, İYİYİ KÖTÜDEN SEÇER, HAYRINI, ŞERRİNİ DÜŞÜNÜR AKLI BAŞINDA ADAMLARSANIZ BU HIKMETLERİN, BU İBRETLERİN GEREĞİNCE HAREKET EDEREK HEM DÜNYADA, HEM AHİRETTE SELÂMET BULURSUNUZ.
***
EY MÜSLÜMANLAR, SİZİN İÇİN YUKARIDA MEALİNİ VERMEYE ÇALIŞTIĞIM ALLAH'IN BUYRUKLARINA UYMAKTAN BAŞKA SELÂMET YOLUMUZ YOKTUR.
Memleketin sevk ve idaresinde takib edilecek hareket yolu da, siyaset kuralı da... tabiatıyla bireysel ilişkilerimizde de hassasiyetlerimiz bu çerçevede olmalıdır.
İnsanların mümin, müşrik, münafık, kafir ve fasıklar olarak değerlendirilmesi esastır. Hem birey hem toplum aynı özellikleri içerir, bu kalıpların hacmiyle...
Hasılı;
‘-Ey mü'minler, size ellerinden gelen fenalığı yapmakdan çekinmeyen, bu hususta hiçbir fırsatı kaçırmayan, dininize yabancı kimseleri kendinize sırdaş, dost, arkadaş kabul etmeyiniz. Bunların sureti hakdan görünerek size güleryüz göstermelerine, hayrınızı ister gibi tavırlar takınmalarına asla kapılmayınız. Onların gece gündüz isteyip durdukları sizin felaketinizden, yıkılmanızdan, esaretinizden başka bir şey değildir. Baksanıza, size karşı kalplerinde besledikleri, düşmanlık o kadar dehşetli ki bir türlü zabtedemiyorlar da ağızlarından kaçırıyorlar. Hâlbuki yüreklerinde kök salmış olan düşmanlığı, ağızlarından taşan sözlerle bile kıyaslamak mümkün değildir;nefretleri ondan çok fazladır, çok şiddetlidir. İşte bütün bu gerçekleri, uyarmak adına sizlere açıktan, açığa tebliğ ediyoruz, bildiriyoruz. Eğer aklı başında insanlarsanız, eğer dünyada ve ahirette zelil olmak, hüsranda kalmak istemezseniz ancak Allah'ın uyarıları gereğince hareket ederek kurtulursunuz.’
Bu âyeti celile Âli İmran Sûresindedir.
Tevbe Suresi’nde de; ‘Ey Müslümanlar, Cenâb-ı Hak içinizden hak yolunda gayrette bulunanları, Allah ile onun resulunden, bir de mü'minlerden kendisine dost edinmeyenleri görmedikçe sizler öyle başı boş bırakılacak mısınız, zannediyorsunuz?’ Bu iki âyeti celileden başka diğer âyeti kerime daha vardır ki hep aynı ruhtadır.
KARDEŞLERİM;
Bizim bu değerlendirmelerimiz; ‘acaba diğer milletlere karşı biraz şiddetli davranılmıyor mu? Yabancılar hakkında daha, merhametli olmak icab etmez mi idi?’ gibi düşüncelere sebebiyet verebilir.
Öyle ya, gözümüzü açtık ‘Avrupa medeniyeti, Avrupa irfanı, Avrupa adaleti, Avrupa efkâr-ı umumiyesi’ nakaratından başka bir şey işitmedik. Kiminin adaleti, kiminin hamiyeti, kiminin dehası, kiminin ilerlemesi kulaklarımızı doldurdu. Lisan bilenlerimiz doğrudan doğruya bu heriflerin eserlerini, bilmeyenlerimiz tercümelerini okuduk. Çizgi filmleri, sinemaları, hayatımızı kuşatan markaları, edebiyatları,hele edebiyatlarının ahlâkî, insanî, sosyal konuları pek hoşumuza, gitti. Yazarların ahlakî kıymetlerini ve insaniyelerini, eserleriyle ölçmeye kalkıştık. İşte bu kıyaslamadan itibaren aldanmaya, hatadan hataya düşmeye, başladık. Bu adamların sözleriyle özleri arasında asla münasebet, benzerlik olamıyacağını bir türlü düşünemedik. İşte okuyup yazanlarımızın çoğuna sonradan gelip yapışan bu hata batılılaşma ve çağdaşlaşma adı altında tüm toplumumuza nüfuz etti.
Özellikle Müslümanların yaşadıkları coğrafyalara baktığımızda...Yani Asyanın ve Afrikanın ‘Avrupalı / Batılı’ dediğimiz "gelişmiş ülkelerin" diğer milletleri esaret altına, tahakküm altına aldıkları biçare insanlara karşı reva gördükleri zulmü, gadri, hakareti görmezden gelme ancak insani özelliklerden sıyrılma ile mümkündür.
"BAĞNAZLIKTAN HİÇ HABERİ OLMAYAN TEK MİLLETİZ”
Avrupalıların ilimleri, irfanları, medeniyetteki, sanayideki ilerlemeleri inkâr olunur şey değildir. Ancak insaniyetlerini, insanlara karşı olan muamelelerini kendilerinin maddiyattaki bu ilerlemeleriyle ölçmek katiyyen doğru değildir. İddiam odur ki; heriflerin ilimlerini, fenlerini almalı fakat kendilerine asla inanmamalı, asla kapılmamalıdır.
Bunların bütün insanlara bilhassa Müslümanlara karşı öyle kinleri, öyle husûmetleri vardır ki, hiçbir suretle sakinleştirmek imkânı yoktur. Seküler ya da laiklik görüntüsüyle güya dinsiz geçinirler. Hürriyeti vicdan diye kâinatı aldatıp dururlar. Hele biz Müslümanları, biz şarklıları taassubla itham ederler dururlar! Heyhat, dünyada bir müteassıb / yoz-yobaz millet varsa Avrupalılardır, Amerikalılardır. Taassubdan hiç haberi olmayan bir millet isterseniz o da bizleriz.
KARDEŞLERİM!
Bilirim ki bu sözlerim sizin senelerden beri avutulmuş, uyutulmuş fikirlerinize biraz aykırı gelecektir.
Onun için bir iki misal getirmek icab ediyor: Bilirsiniz ki bizim 1.dünya savaşına girmemizden en çok istifade eden bir millet varsa o da Almanlardı. Şunu hatırlatayım ki ‘dünya savaşına girmek mi lâzımdı, girmemek mi iyi idi, girmeden durabilir mi idik, biraz daha geç mi girmemiz uygun idi? …’ gibi meselelerin hiçbirini konu edecek değilim. Onu değerlendirmek artık vicdanlı tarihçilerin işidir. Ortada bir olay var ki biz Almanlarla birlikte olarak harbe girdik. Yüzbinlerce şehit verdik. Yüzbinlerce aile ocağı söndü. Milyonlarca servet kaynadı gitti. Şimdi; Almanlar için ne lâzım geliyordu? Ne yapacaklardı? Şüphesiz bütün dünyanın, bütün dünyadaki milletlerin kendilerine harp ilân ettikleri bir zamanda böyle tek ortakları, destekçileri olan bizleri sinelerine basacaklar, bütün gazeteleriyle, bütün kitaplarıyla, bütün yazar-çizer tayfalarıyla, sanatçılarıyla bizi alkış, teşekkür tufanları içinde boğacaklardı. Heyhat!
***
Bundan sonrasını dünya savaşının ilk senesinde Almanya'ya giden Akif merhum anlatıyor;
" Bir görev ile Berlin’e gitmiştim. O aralık Almanya hükümeti bize dedi ki:
‘-Bizim millet meclisimizde bilhassa katolik vekiller kıyamet koparıyorlar: Almanlar gibi ilerlemiş, fen bilgisi olan bir millet nasıl oluyor da Müslümanlar gibi Türkler gibi vahşilerle ittifak ediyorlar? Bu, bizim için alçaklık değil midir?...’ diyorlar. ‘Aman, makaleler yazınız, eserler yazınız, biz onları Almancaya tercüme ettirelim. Ta ki Müslümanlığın da bir din, Müslümanların da insan olduğu bunların nazarında anlaşılmış olsun.’
Almanya hükümeti haklı idi. Çünkü Alman milleti nazarında Müslümanlık vahşetten, Müslümanlarsa vahşilerden başka bir şey değildi. Onların gazetecileri, romancıları; hele ‘müsteşrik/doğubilimci’ denilip de doğu lisanlarına, doğu fen ilimlerine, doğu ahlâk ve adetlerini biliyor geçinen adamları mensup oldukları milletin fikirlerini asırlardan beri bizim aleyhimize o kadar müthiş bir surette zehirlemişlerdi ki arada bir anlaşma, bir barışma olmasına imkân yoktu. Biz o sırada kendimizi onlara tanıtmak için tabiî elden geldiği kadar çalıştık. Lâkin tamamıyla başarılı olduğumuzu asla iddia edemem. Heriflerin taassubu yaman! Kökleşmiş bir takım kanaatler hakkı görmelerine mani oluyor.
Harp esnasında bilirsiniz ki Almanya imparatoru İstanbul’a gelmişti. Biz safderun Müslümanlar halifenin ortağı sıfatıyla o misafire karşı nasıl hürmette, nasıl ikramda bulunacağımızı şaşırdık. Bu şaşkınlıkta o kadar ileri gittik ki hilâfetin merkezi, yani İstanbul’un minarelerini kandil gecesi imiş gibi kandillerle donattık. ‘Alman dostluk yurdu binası kurulacak.’ denildi. Bol keseden bir kaç camimizi heriflere peşkeş çektik..
Ha! Gelelim bizim bu gibi fedakârlıklarımıza karşı gördüğümüz karşılığa! Düşmanlar Kudüs’ü bizim elimizden gasbettikleri zaman bu felâket dünya savaşı üzerine büyük bir etki yapmıştı. Yani Filistin cephesinin bozulması muharebe terazisini düşmanlarımızın tarafına epeyce eğdirmişti. Dolayısıyla güya dostumuz olan Almanlarla yine Almandan başka bir şey olmayan Avusturyalıların bu işten bizim kadar üzülmüş olmaları gerekirdi.
KARDEŞLERİM!
İşe bakın ki; ‘Kudüs, ister İngilizlerin eline geçmiş olsun, ister bu memleketin düşman eline geçmesi, bu cephenin bozulması yüzünden savaş bizim hesabımıza kaybolsun, tek Müslümanların elinde, Türklerin elinde kalmasın da düşmanımız da olsa, dindaşımız olan İngilizlerin eline geçsin,’ diyerek Viyanalılar şenlik yaptılar. Evlerini donattılar. Bu maskaralığı men edip yakılan elektrik fenerlerini söndürünceye kadar Avusturya hükümetinin göbeği çatladı. Artık taassubun hangi tarafta, hürriyetin, müsamahakârlığın hangi, tarafta olduğunu bu misallerle de anlayamazsanız kıyamete kadar anlayacağınız yoktur.
Fehmi Demirbağ
(Mehmet Akif Ersoy'un Nasrullah kürsüsünden isimli vaazından uyarlanmıştır.)
ÇANAKKALE'DE VURULDUK / TİYATRO OYUNU
ÇANAKKALE’DE VURULDUK
FEHMİ DEMİRBAĞ
1. BÖLÜM:
OYUNCULAR:
KAYZER 2. WİLHEİM
OPPENHEİM
SEBOTTENDORF
YAVER HANS
GAZETECİ ADOLF
…
Almanya’nın İstanbul konsolosluğunda önemli ve gizli toplantı yapılmaktadır.
Çalışma masasında evrakların arasına adeta boğulmuş Kayser bir yandan da ayakta kendisini dinleyen gazeteci Adolf’e konuşmaktadır.
KAYZER: Cihad eylem planımızı uygulamaya geçebiliriz artık. İngilizlerin, Fransızların, Rusların kontrolündeki İslam topraklarında ayaklanma çıkarmalıyız. Bunun için Halife bayrağının altındaki Türklerin aktif bir işbirliğine ihtiyacımız var.
Masanın üzerindeki bir raporu eline alır. Odada dolaşmaya başlar. Ara sırada gazeteciye bakınır.
KAYZER: Bu söylediklerimi ve göreceklerini ben söyleyene kadar sakın gazeteye basma. Yalnızca tarihe kayıt olarak düş Adolf.
ADOLF: Ben güvenilir bir gazeteciyim. Biliyorum her gazeteciye güvenilmez ama bana güvenebilirsiniz sayın Kayzer.
KAYZER: Bu rapora göre propaganda faaliyetinin en önemli odağı, Mısır ve Hindistan olmalıdır. Daha sonra Osmanlı’nın, Kafkasya’da Rusya’ya karşı başarılı bir savaş yürütmesi ikinci adımdır.
ADOLF: Biraz yavaş söyler misiniz sayın Kayzer?
KAYZER: Üçüncü sırada ise Tunus, Cezayir ve Fas’taki Fransız sömürge alanlarının ayaklandırılması gelmektedir. Bir gerilla hareketi başlatmalıyız.
Sonra tekrar masanın başına geçti. Elindeki raporu masaya bıraktıktan sonra bir başka raporu eline alır. Raporu hızlıca gözden geçirirken konuşmaya devam eder. Gözleri uzaklardadır.
KAYZER: Bakü petrol hatlarına sabotaj eylemleri yapılmasından, Süveyş Kanalı’nın ablukaya alınmasına, siyasetçilere suikast planlarından istihbaratla ilgili eylemlere ve broşürlerle propaganda taktiklerine kadar pek çok çalışmayı aynı anda başlatmalıyız.
ADOLF: Bütün bunlar Almanya’ya pahalıya mal olmaz mı efendim?
KAYZER: Bunun için tam 300 milyon mark bütçe ayırdık. Nasıl olsa bu parayı Müslümanlardan fitil fitil geri alacağız. Yeter ki Tanrı Euro ya Almanım desin!
Kayzer bir an durdu. Bakışlarını kapıya doğrulttu. Bağırdı.
KAYZER: Hansss!
Bir yandan da raporlara bakarak konuşmasını sürdürdü.
KAYZER: Şu meseleyi iyice anlayalım sevgili Adolf.
ADOLF: Anlamaya çalışıyorum efendim. Şansölye Bismarck’tan beri bütün dünya sizi anlamaya çalışıyor.
KAYZER: Nasıl İngiltere Mısır’da, Fransa Tunus’da, İtalya Trablus’da, Avusturya Bosna’da ve Rusya Sırbistan ve dolaylı olarak Balkanlarda hak sahibi durumdaysa Almanya’nın da yeni yaşam alanı olarak Osmanlı üzerinde nüfuz kurması gerekiyor.
ADOLF: Osmanlı’da buna müsait yani. İçeride ne çok bizlerle, İngilizlerle, Fransızlarla hatta Ruslarla işbirliği yapan, yapmaya hazır insanı varmış; hayret!
KAYZER: Bin yıldır bunun şartlarını olgunlaştırmaya çalıştık. Nihayet emeklerimizin karşılığını alıyoruz, alacağız.
ADOLF: İngiliz sömürge bakanı Glagstone’nin dediği gibi; Kafir Türkleri ya diyalog, hoşgörüyle ya da Hristiyanlara benzeterek alt edebiliriz diyorsunuz yani.
KAYZER: Hatta bu bir varoluş savaşımızdır. Osmanlı’nın her yerden kuşatıldığı şu süreçte bir doğal müttefik olarak bize de ihtiyacı var.
Odanın kapısı açıldı. İçeri Yaveri Hans girdi. Asker selamını çaktı.
HANS: Emredin Kayzerim.
KAYZER: Gelmediler mi daha?
HANS: Geldiler efendim. İçeri kabul için emrinizi beklemekteler.
KAYZER: Bekletme…Hemen al içeri.
Odaya Oppenheim önde Sebottendorf arkada girerler. Asker selamı vermeden başlarını öne eğerek Kayzer’i selamlarlar. Gazeteci Adolf’le de gözleriyle selamlaşırlar. Kayzer masa başında olduğu halde gözlerini elindeki evraklardan kaldırır. Seri bir hareketle elindekileri masaya bırakır. Oppenheim’e gülerek yanına gelir. İki eliyle omuzlarından kavrar onu. Bir yandan da kahkaha atmaktadır.
KAYZER: “Hacı Wilhelm Muhammed!” “Hacı Wilhelm Muhammed!” “Hacı Wilhelm Muhammed!”
İşte bunu çok sevdim sevgili Ebu Cihad! Demek yaptığınız yayınlarla beni Müslümanlara Hacı Wilhelm Yusuf Muhammed diye tanıtıyorsunuz? Kılık değiştirerek Hacc’a gittiğimden bahsediyorsunuz.
ADOLF: Biz gazeteciler bile bir yalanı bu kadar inandırıcı söyleyemeyiz.
KAYZER: Propaganda esnasında yalan söyleyin, inananlar olacaktır. Şayet başarısız olduysanız devam edin. Başka inananlar olacaktır.
OPPENHEİM: Propagandada kullanılan yalanlar ne kadar büyük olursa insanların onlara inanması kolaylaşır, yalanın etkisi artar.
ADOLF: Ya Müslümanlar? Bildiğim kadarıyla bir Müslüman asla yalan söyleyemez.
KAYZER: Ama cahil Müslümanlar yalanlara çabuk inanırlar. Hem bu Müslümanlar tarihin bahsettiği o Müslümanlar değiller. Onun için bu haldeler.
ADOLF: Demek sizin Müslüman olduğunuza inanıyorlar?
OPPENHEİM: Sadece sizin mi? Hatta Alman halkının topluca İslam dinini seçtiğine inanıyorlar.
KAYZER: (Gülerek) Ne yani şimdi namaz kılıp, oruç tutmaya mı başlayacağım?
ADOLF: Gerek yok sayın Kayzer. Benim kalbim temiz der geçersiniz, günümüz Müslümanları gibi.
KAYZER: 19. Yüzyıl Müslümanlar için zor geçeceğe benziyor.
ADOLF: Sızlanmaya başladığınıza göre cidden Müslüman mı oluyorsunuz yoksa, efendim.
(Gülüşürler)
OPPENHEİM: Efendim. Müminleri kafirlerin boyunduruğundan kurtarmak için Allah tarafından görevlendirildiğinizi de söylüyoruz Müslümanlara.
KAYZER: Çok güzel…İnanıyorlar değil mi safdirikler. Kuşkulanmıyorlar değil mi?
OPPENHEİM: Burada, İstanbul’da Doğu haber ajansını kurmamız iyi oldu sayın Kayzer. El Cihad adını verdiğimiz gazete bu konuda üzerimizdeki kuşkuları gidermekte. Ayrıca bu doğrultuda yaptığımız tüm propaganda materyalleri bizi hedefimize daha da yaklaştırmaktadır.
ADOLF: Bir tavsiyem olsun. Bu Türkler okumayı pek sevmezler. Okuma oranları da pek düşüktür. Gazetenin dışında diğer mecralarıda kullanınız.
OPPENHEİM: Ne yani instegram hesabı da açalım mı? Tik tok? Diğer bütün sosyal medya hesapları. Twitter, Facebook…Trol de besleyelim mi? Şöyle bir hastag’e ne dersiniz? #hastaosmanlı
ADOLF: Bu casusların espri anlayışına da hastayım…007 bond, James bond…Tafa, Mus..tafa gibi bir şey…
OPPENHEİM: Pek muhterem bir kısım medya…Elbette resim, karikatür, film, kitap, şiir ve diğer resmi propaganda malzemeleriyle propaganda çalışmalarımızda ayrıca radyo, telgraf, fotoğraflar ve kartpostallar da kullanıyoruz.
ADOLF: Ayrıca uluslarası basına da kaynak sunacak şekilde propaganda metinleri de hazırlamalısınız. Gazeteler halkın mazlumlardan nefret etmesini, zalimleri ise çok sevmesini sağlar.
KAYZER: Danke schöne… Wunderbar! Unutmayın! Propagandanın özünü, Osmanlı İmparatorluğu’nun İslam birliğini sağlayıp başı çekmesi ve Almanya ile birleşerek İngiltere ve Fransa’yı saf dışı etmesi oluşturmalı.
OPPENHEİM: Hiç kaygınız olmasın sayın Kayzer. Ben organizyonun başı Oppenheim olarak sizi temin ederim ki büyük Almanya yolunda var gücümüzle mücadele etmekten bir an bile geri durmayacağız. Hile Kayzer! Hile Führer! (Eliyle Hitler selamı verir.)
YAVER: Efendim. Davetiniz üzere sayın Sebottendorf’ta burada.
Daha önce odaya giren Sebottendorf’un varlığından habersiz gibi davranan Kayzer yaverinin uyarısıyla bu kez ona yönelir. İki eliyle omuzlarını kavrar onun da.
SEBOTTENDORF: Onur duydum efendim.
KAYZER: Çalışmalarını takip ediyorum Baron Rudolf von Sebbottendorf. Kahire’ye seni gönderdiğimizden beri haftalık bütün raporlarını okuyorum. Demek sen de Bektaşi oldun ha İstanbul’da?
Kahkaha atar.
KAYZER: Yaver sen hariç odadaki herkes Müslüman, bir sen kafirsin. Ben Hacı Muhammed Yusuf. Oppenheim, Ebu Cihad. Şefik Hüsnü’de Rudolf! Sana da bir Müslüman adı verelim mi, ne dersin? Gazeteci Adolf ne dersin, sen de kelime-i şehadet getirecek misin?
SEBOTTENDORF: Efendim talimatınız üzerine Mısır Hidiv’i Abbas Hilmi Paşa’nın yakın adamlarından Hüseyin Fahri Paşa ile yakınlık kurdum. İstanbul Beykoz’da Bektaşi oldum. Hem Arapça’yı hem de Osmanlı Türkçe’sini öğrendim.
ADOLF: İşte tarihin en gizemli kişisi. Demek o meşhur, gizemli Baron sizsiniz?
SEBOTTENDORF: (Adolfe cevap vermez. Konuşmasını ciddiyetle sürdürür.)
Efendim bir yandan da Gül Haç ve Thule örgütlerini kurmak için Sabetaylarla temaslarımı sürdürmekteyim. Sultan Abdulhamid’e bağlı Yıldız Teşkilatını sonlandırarak yeni kurulan Teşkilat-ı Mahsusa’yı kontrolümüze almak için uğraş veriyoruz.
ADOLF: İşte tarihin en gizemli kişisi. Demek o meşhur, gizemli Baron sizsiniz öyle mi?
SEBOTTENDORF: Başta Enver Paşa olmak üzere tüm İttihat Terakki örgütünde etkimiz yerinde…Kızılay’ın başkanlığını yürütüyorum. Türk vatandaşlığını aldım ayrıca. Yalnız…
KAYZER: Yalnız ne?…
OPPENHEİM: Efendim…İngilizlerle ciddi sorunlar yaşıyoruz. Benim gibi asıl mesleği arkeolog olan Lawrence gibi İngiliz ajanlar çalışmalarımızı sekteye uğratmak istiyorlar. Osmanlı’nın her taşının altında casuslar cirit atıyor.
KAYZER: Uçan şeyh lakaplı şu İngiliz mi? Gertrude Bell’in yetiştirmesi…Meraklanmayın Abdulhamid bize güveniyor. O İngilizlere, Fransızlara, Ruslara fırsat vermez.
ADOLF: Abdulhamid kimseye güvenmez efendim. O Allah’tan başkasına güvenmez.
KAYZER: Olasılıklara karşı bizim de bir planımız var. Yahudi Emmanuel Karaso, Ermeni Aram Efendi, Arnavut Esad Toptani ve Gürcü Arif Hikmet Paşa ne güne duruyor? Lakin aynı adamlarla İngilizler de temasta.
OPPENHEİM: Biz İngiliz, Fransız ve Ruslara karşı faaliyetler yürütmekteyken Lawrence’ de, Arapları Alman ve Osmanlılara karşı ayaklandırmaya çalışıyor.
KAYZER: Kudüs’e boşuna mı koskoca Protestan kilisesini diktik? Son haçlı seferinin kumandanlığı biz Almanlar’a ait? Korkmayın, başaramazlar. Hem Türkler İngilizleri düşman bellediler. Bizim farkımızda bile değiller.
OPPENHEİM: Ben İstanbul’da Arap Yarımadası’nda Alman propagandasının başarılı olması adına Şerif Hüseyin ve oğlu ile görüşmeler yaparken, Lawrence de aynı kişilerle farklı amaçlarla buluştu. Ben Enver Paşa ile görüşüp kendisini o bölgede hazırladığı savaş stratejisine ikna ederken Lawrence da İngiltere’nin çıkarları için Şerif Hüseyin’i Osmanlı’ya karşı ayaklanmaya ikna etti.
KAYZER: Ortalık karışacağa benzer. Bölge barut fıçısı. Çıkarlarımız için Osmanlı’yı yanımızda tutmalıyız. Bakın ben İstanbul’da Abdulhamid’e yakın olmak için bir çeşme yaptırıp hediye etmedim mi? Kudüs gezimizde Selahattin Eyyubi’ye methiler düzmedim mi? 300 milyon Müslüman’ın hamisi olduğumuzu her şartta söylemiyor muyuz? Büyük Almanya yolunda durmak yok.
YAVER: Efendim, sözünüzü kesmek istemem ama. İkramlara geçebilir miyiz?
KAYZER: Kusura bakmayın. Oturun bile diyemedim. Buyurun oturun. Hepimize Türk kahvesi söyleyeyim mi? Yanına da Türk lokumu… Yemek olarak da saray mutfağına ne dersiniz? Hans servise geçebiliriz.
Yaver dışarı çıkar.
Herkes bir koltuğa oturur.
OPPENHEİM: İngiliz, Fransız sömürgelerindeki Müslümanları ordusuna kattı malumunuz. Biz de onlardan esir aldıklarımızı ayrı kamplara alıyoruz. Cihad fikri ile tekrardan onları İngiliz’lerin, Fransızların üzerine salmak istiyoruz.
KAYZER: Bu güzel. Öncelikle Berlin’de Hilal ismini vereceğimiz bir kamp açın. Onu örnekleyin diğer kamplar içinde. Napolyon’nun Mısır’ı işgal ettiğinde yaptığı gibi kampa bir de cami inşa edin. Asla Müslümanları huylandırmayın. Uyanırlarsa biz Almanlar’ında, İngilizler’inde, Fransızlar’ında, Ruslarında işi zor…
OPPENHEİM: Bir küçük örnek vereyim müsadenizle. Hintli Müslüman askerler savaştıkları askerlerin Halifenin askerleri olduğunu anlayınca tetik basan parmaklarını taşlarla ezdiler. Müslümanların arasındaki kardeşlik ruhu uyanırsa bu kez hepimizin başlarını taşlarla ezerler.
SEBOTTENDORF: Almanlar olarak siyasi birliğimizi çok yakın zamanda ancak gerçekleştik. Ancak diğer bütün ülkeler dünyanın zayıf olan coğrafyasını kısa zamanda sömürgeleştirdiler. Hızlı bir sanayileşme hamlesine girişen Alman İmparatorluğu hammadde ve sömürge ihtiyacı nedeniyle Osmanlı topraklarına yönelmesinden doğal ne olabilir?
ADOLF:Aynı nedenlerle Osmanlı topraklarında faaliyetleri olan İngiltere, Fransa ve Rusya ile karşı karşıya gelmemizde normal yani. Doğru hamleleri doğru zamanda yapan bu çatışmanın galibi olacaktır.
OPPENHEİM: Bir Hristiyan Devletler Topluluğu olan Avrupa ülkelerinin mazisi zaten çatışmalardan ibaret değil mi? Biz alışığız birbirlerimizi otuzyıl, yüzyıl savaşlarıyla kırmaya. Bu durumda Osmanlı’ya acıyacak halimiz yok ya…
SEBOTTENDORF:Hem Osmanlı-Almanya yakınlaşmasını organize eder hem de İngiliz, Rus ve Fransız sömürgelerindeki Müslümanların ayaklandırılması için gayretlerimizi artırmalıyız.
ADOLF: Bunu somutlandırmak adına ne öneriyorsun?
SEBOTTENDORF:Parayı elinde tutan Yahudilerin kontrolünü siz bana bırakın. Londra Yahudi Cemiyeti üzerinden Avrupa mason teşkilatlarını Pancermen politikalarımızla biz yönlendiriyoruz. Tıpkı Osmanlı’da başlattığımız Panislamist ve Pantürkist hareketler gibi.
KAYZER: Danke schöne… Wunderbar! Sıra geldi son hamleye. İngilizler parasını ödedikleri halde sipariş verdikleri gemilerini alamayan Osmanlı’yı iyice kızdırdılar. Onların yanlarında olduğumuzu göstermek için Akdeniz’e biz de Goeben ve Breslau isimli gemilerimizi gönderelim. Oradan da gemilerimiz Karadeniz’e açılsınlar.
OPPENHEİM: Osmanlı ordusunun başına da Limon Von Sanders’i getirelim derim. Hani şu Siyonist paşayı…
SEBOTTENDORF: Efendim acele etmeyin. Benden haber bekleyin. Başımızın belası Avusturya-Macaristan tahtının veliahdı Arşidük Franz Ferdinand'ın hele bir icabına bakalım. Sonrası kolay…
KAYZER: Sonrası Rusya! Rusya’nın uçsuz bucaksız toprakları da iştahımızı kabartmakta.
ADOLF: Ama bir Engel var.Rus Çarı II’nci Nikola…
Rusya’ya egemen olmak dünyadaki parayı kontrol etmek kadar önemlidir.
Zira Rusya’yı kontrol etmek bütün dünyayı kontrol etmenin ilk ve en önemli adımıdır.
SEBETTENDORF: Rothschild Ailesi, Lord Alfred Milner üzerinden maddi destek vererek Bolşevik ihtilalinin planlayıcıları arasına katıldı. Alman Yahudisi Marks ve Ukrayna Yahudisi Lenin Rusları batıya teslim edecektir.
SEBOTTENDORF: Bir de efendim; Şehzade Yusuf İzzettin meselesi var. Almanlarla ilişkiyi bitirelim der her ortamda. Şu Abdülaziz’in oğlu.
OPPENHEİM: Meraklanmayın onun da sonu babası gibi olacaktır. Keseriz onun da bileklerini, intihar etti der geçeriz.
KAYZER: Takılmayın beyler böyle şeylere. Bekle bizi tarih! Bundan böyle yalnızca Almanya’yı yazacaksın!
Geri kalmışlığı ve kaybolmuşluğumuz gerilerde kaldı. Goethe Faust’unda şeytanla anlaşmadı mı? Schiller, insanın vahşi doğasını dizelere dökmedi mi bizim için? Fichte yazmadı mı amentümüzü? Wagner yazdı notalarla anlattı ezik geçmişimizi ve ondan kurtuluşun “destansı” reçetesini.
Hep birlikte ayağa kalkarlar.
Birlikte bağırırlar.
KORO: Es lebe Deutschland! Tolles Deutschland! Hile Kayzer! Hile Führer!
ADOLF: (Şiddele bağırır.) Hile Hitler!
HEP BERABER: O kim yahu?
ADOLF: Şimdilik korkmayın yahu. Ben Adolf. Gazeteci…(Pis pis sırıtır)
BİRİNCİ PERDENİN SONU
İKİNCİ PERDE
OYUNCULAR:
ŞEHZADE YUSUF İZZETTİN
ENVER PAŞA
DOKTOR TARIK
1.GAZİ
2.GAZİ
3.GAZİ
Çanakkale cephesinde bir sargı çadırındayız. Uzaklardan top tüfek sesleri gelmektedir. Çadırda tedavi olan 3 gazi ve başlarında bir doktor bulunmaktadır.
1.GAZİ: Gurbanın olayım tabip bey. Ben iyiyim, bir şeyim yok. Sal beni taburuma gideyim.
(Diğer gazilerden iniltiler gelir.)
DOKTOR TARIK: Hastane gemisi Reşit Paşa sahile yanaşmak üzere. Seni ve buradaki arkadaşlarını İstanbul’daki Haydarpaşa Hastanesi’ne yolluyorum. Burada yaralarınıza sadece pansuman yapabildik.
1.GAZİ: Ne yani taburcu etmiycen mi beni?
DOKTOR TARIK: Hastanede şifa bulun çabucak. Taburunuza geri dönersiniz inşallah.
1.GAZİ: Taburcu olup dönecem bende kısa zamanda cepheye.
DOKTOR TARIK: Şifanı bul, önce köyüne dön. Avradın var mı senin? Bak burada evli olanları kısa süreliğine evlerine gönderiyorlar. Nüfus çok kırıldı Çanakkale’de. Artık çocuklar savaşıyor cephede. Sonra gelirsin cepheye.
1.GAZİ:Yediğim kurşun yaraları değil, şarapnel parçaları değil tabip bey, içimi ençok bu çocukların hali parçalar. Okul çocukları bunlar. Daha el kadarlar.
2.GAZİ: Tabip bey…İstanbul’da, Anadolu’da okullar boşalmış öyle mi?
DOKTOR TARIK: Sadece kurşunlar, uçaklardan dökülen bombalar öldürmez ki Mehmedi. İspanyol gribi taaa Siirt’e, Nusaybin’e kadar ulaşmış. Kırıp geçirir milleti.
3.GAZİ: Bir de yokluk ve yoksulluk. Memleket dört koldan kuşatıldı. Düşman, hastalık, açlık ve yokluk.
2.GAZİ: Gardaş sen ona bir de hainleri ekle… Bir de cehaleti…En beterleri de bunlar.
(İçeri bağırarak iki kişi girer; öndeYusuf İzzettin, arkada Enver Paşa.)
ŞEHZADE YUSUF İZZETTİN: Bu ne densizlik? Yorgunluk ve hastalık sebebiyle harbe tahammülü kalmayıp geri çekilen bazı askerlere sen nasıl olur da ateş emri verirsin? Hem de Alman mitralyözlerine! Asker senin mermilerine mi düşmanın mermilerine mi karşı koysun?
ENVER PAŞA: Ama sayın Şehzadem!..
ŞEHZADE YUSUF İZZETTİN: Koca devleti yiyip bitireceksiniz. Bıktım sizin ahmaklıklarınızdan. Nedir bu memleketin senin gibi ittihatçılardan çektiği?
ENVER PAŞA: Ama sayın Şehzadem!..
ŞEHZADE YUSUF İZZETTİN: İngiliz’i, Rus’u, Alman’ı emperyal amaçları için birbirlerine düşmüşken devletimizi neden araya soktunuz? Bu savaşın kaybedeni yalnızca biz olacağız, görmüyor musunuz?
ENVER PAŞA: Ama sayın Şehzadem!..
ŞEHZADE YUSUF İZZETTİN: Masonlara, dönmelere, devşirmelere aldandınız babam Abdülaziz’i katlettiniz.
ENVER PAŞA: Ama sayın Şehzadem!..
ŞEHZADE YUSUF İZZETTİN: Yetmedi amcazadem Abdülhamid’i tard eylediniz saltanattan. Korkarım bana da bir hainlik düşünürsünüz. Öyle ya vatana, vatan evlatlarına acımayanın devlet erbabına ne merhameti ola ki?
ENVER PAŞA: Ama sayın Şehzadem!..
ŞEHZADE YUSUF İZZETTİN: Görmez misin yalnızca Çanakkale’de 254 bin vatan evladı toprağın altını yurt edindi. Bir o kadarda İstanbul’da hastanelerde şehid olanlar. Selatin camilerimiz doldu taştı yaralılarla. İngiliz uçaklarının bombaları altında Reşit Paşa gemimiz yaralı taşır durur İstanbul’a.
ENVER PAŞA: Ama sayın Şehzadem!..
ŞEHZADE YUSUF İZZETTİN: Ama sayın şehzadem! Başka laf bilmez misin sen? Söyle bu nasıl bir gaflettir, bu nasıl bir dalalettir, bu nasıl bir ihanettir.
ENVER PAŞA: Devlet güçsüz düşmüştür. Lakin Avrupalılar’ın birbirlerine düşmeleri bizim için bir fırsat vermiştir. Yeniden eski şaşaalı günlerimize dönebiliriz şehzadem. Türk ve İslam dünyasını bir araya getirebiliriz.
ŞEHZADE YUSUF İZZETTİN: Ah bu ittihatçıların romantik düşleri. Eğitim, kültür, sanat çalışmaları ile…İman, tebliğ ve irşad çalışmaları olmadan yalnızca askeri olarak birlik olmaz Enver. Yılların enkazı üzerimizde. Lakin savaş sonumuzu getirir. Önce madden ve manen toparlanmalıyız.
ENVER PAŞA: Bütün gayretimiz bunun içindir Şehzadem.
ŞEHZADE YUSUF İZZETTİN: Gördük gayretinizi paşa. Sarıkamış faciasını unuttum mu sanırsın? 120 bin vatan evladını soğukta yaktınız, kavurdunuz; donarak şehid oldular. Tarih bu ihanetinizi unutmayacak.
ENVER PAŞA: Ama sayın Şehzadem!..
ŞEHZADE YUSUF İZZETTİN: Yıkıl karşımdan! O yakın arkadaşların Cemal ve Talat paşaları da uyar! Yeter artık, milleti keyfinize yem eyledikleriniz.
ENVER PAŞA: Ama sayın Şehzadem!..
(Şehzade öfkelenir, eldivenleriyle Enver’e vurur.)
ŞEHZADE YUSUF İZZETTİN: Yıkıl dedim Enver! Defol huzurdan!
(Ortalık sessizliğe bürünür bir an için. Şehzade yatan gazilerin yanına gelir.)
ŞEHZADE YUSUF İZZETTİN: Geçmiş olsun Gazim. Şanslıymışsınız…Kurtulmuşsunuz…Sabredin yaralarınızda iyileşir elbet.
1.GAZİ: Bizim şanslılarımız…Şehid oldular şehzadem.
2.GAZİ:Vatan sağolsun efendim.
3.GAZİ: Devletimiz varolsun!
ŞEHZADE YUSUF İZZETTİN: (Doktora yönelir.) Durumlar nasıldır tabip bey. Moraller nasıldır.
DOKTOR TARIK: Allahım’ıza şükür şehzadem. Lakin sargı yerinde morfin sıkıntısı çekmekteyiz.
ŞEHZADE YUSUF İZZETTİN: Söyleyin tüm eksiklerinizi elimizden geldiğince tedarik edelim en kısa sürede.
DOKTOR TARIK: Morfin mühim efendim. Yaralı askerlere ağrı kesici yapmak durumundayız.
1.GAZİ: Anlatsana başından geçeni şehzademize, tabibim.
DOKTOR TARIK: Mühim bir şey değil efendim.
1.GAZİ: Nasıl mühim değil? Söyle tabip bey. Söyle de tüm dünya bilsin burada neler yaşandığını.
ŞEHZADE YUSUF İZZETTİN: Buyurun tabip efendi. Merak eyledim ben de durumunuzu.
DOKTOR TARIK: Siperlerin gerisinde yaralı askerlerin en çok ihtiyaç duyduğu şey “morfin“dir.
Tabipler olarak yaralı askerlere ağrı kesici bulmakta zorlanıyoruz. Bu yüzden de bir nöbet tutuyoruz.
Kısa süre önce hastaların ameliyatı için hazırlanan çadırın önüne bir masa kurmuştuk.
Sedye ile gelen her yaralı, burada masaya koyuluyordu. Tabiplerin elinde enjektör, enjektörün içinde ağrı kesici.
2.GAZİ:Bin kez anlatsan hep dinlerim seni Tabip bey. Çok etkileyici yaşadığın.
3.GAZİ:Susta dinleyelim.
DOKTOR TARIK: Tabipler olarak ilk muayeneyi yapıyorduk ve yaşama olasılığı olan, ameliyat edilmesi halinde yaşayacağına inandığımızı askerlere ağrı kesiciyi yapıyorduk.
Oysa gelen her yaralının ağrı kesiciye ihtiyacı vardı. Fakat herkese yetecek kadar ağrı kesicimiz yoktu.
Duygusal karar vermemek için yaralıların yüzüne bakmamakta, iyileşme şansı yüksek olan yaralılara ağrı kesici yapmaktaydık.
1.GAZİ:Ah ah! Buna nasıl yürek dayanır?
DOKTOR TARIK: Benim de o gün önüme bir asker getirildi. Yaralının ağır yaralarına baktım. Askerin iyileşemeyeceğini öngördüm. Ona ağrı kesiciyi yapmadım. O sırada askerden iniltili bir ses duydum.
“Baba!”
1.GAZİ:Allahhhh!
DOKTOR TARIK: Çadırdaki herkesin gözü üzerimdeydi. Kafamı çevirip inileyen yaralıya baktım ki…Yaralar içinde kıvranan asker oğlumdu.
ŞEHZADE YUSUF İZZETTİN: Üzüldüm. Umarım şifa bulmuştur, iyileşmiştir.
DOKTOR TARIK: Oğluma ağrı kesiciyi yapamadım efendim. Biliyordum ki durumu iyi değildi ve eceli yakındı.
1.GAZİ:Allahhhh!
DOKTOR TARIK: Kısa süre sonra cansız bedenine sarıldım. Dudaklarımdan yalnızca şu sözler döküldü; “Affet oğlum, o senin hakkın değildi.”
3.GAZİ:İnna lillahi ve inne ileyhi raciun.
ŞEHZADE YUSUF İZZETTİN: Allahuekber! Siz nasıl asil bir milletsiniz! Sizlerin hadimi olmak bizler için şereftir.
2.GAZİ:Muhakkak ki biz Allah’dan geldik ve O’na dönücüleriz!
(Biranlık sessizlik olur)
1.GAZİ: Şehzadem söyleyin de Lapsekili’nin de hikayesini anlatsın tabip bey.
DOKTOR TARIK: Arkadaşlar Şehzademizi meşgul etmeyelim.
ŞEHZADE YUSUF İZZETTİN: Estağfirullah…Ben sizleri meşgul etmeyeyim.
3.GAZİ:Tabibin anlattıkları biz de ağrı kesici etkisi yapıyor şehzadem. İlaç ne ki?
ŞEHZADE YUSUF İZZETTİN:Anlatmak isterseniz dinlemek isteriz Tarık efendi.
DOKTOR TARIK: Kocadere köyünde büyük bir sargı yeri kurulmuştu. Kimi Urfalı, kimi Bosnalı, kimi Adıyamanlı, kimi Gürünlü, kimi Halepli çok sayıda yaralı getiriliyordu... Bunlardan biri Lapseki'nin Beybaş Köyündendi ve yarası oldukça ağırdı.
3.GAZİ:Ben de Tokat’lıyım şehzadem.
ŞEHZADE YUSUF İZZETTİN: Bilmez miyim, bütün ümmet coğrafyası burada. Hacc’a gitmek için yola çıkmış Özbek Müslümanları duymuşlar ki Serpuşlular dayanmış mahremimize…Onlar da istikameti Çanakkale bilmişler, varıp gelmişler cepheye.
DOKTOR TARIK: Yaralı zor nefes alıp vermekteydi. Alçalıp yükselen göğsünü biraz daha tutabilmek için elbisemin yakasına yapıştı. Nefes alıp vermesi oldukça zorlaşmıştı. Ama tane tane kelimeler döküldü dudaklarından. "Ölme ihtimalim çok fazla. Ben bir pusula yazdım arkadaşıma ulaştırın..."
3.GAZİ:Vah garibim vahh! Bu milleti inletenler inim inim inlesinler ahirette!
1.GAZİ:Amin gardaşım amin. Allah yarına bırakır yanlarına bırakmaz.
DOKTOR TARIK: Yaralı asker tekrar derin nefes alıp, defalarca yutkundu: "Ben... Ben köylüm Lapseki'li İbrahim Onbaşıdan 1 Mecidiye borç aldıydım... Kendisini göremedim. Belki ölürüm. Ölürsem söyleyin hakkını helal etsin."
2.GAZİ:Allahhhh! Yürek mi dayanır buna! Sana her şey helal olsun gardaşım!
DOKTOR TARIK: "Sen merak etme evladım" dedim. Kanıyla kırmızıya boyanmış alnını elimle bir baba şefkatiyle okşadım. “Söyleyin hakkını helal etsin" diyordu sürekli. Az sonra kollarımda şehit oldu.
ŞEHZADE YUSUF İZZETTİN: “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü zannetme! Aksine onlar diridirler ve Rableri yanında rızıklanmaktadırlar. O şehitler, Allah’ın kendilerine bağışladığı nimetlerle sonsuz bir mutluluk duyarlar. Arkalarından gelecek olup, henüz kendilerine katılmamış olan mücâhid kardeşleri adına da: «Onlara hiçbir korku yok, onlar asla üzülmeyecekler» müjdesiyle sevinirler.”
DOKTOR TARIK: Aradan fazla zaman geçmedi ki…. Oraya sürekli yaralılar getiriliyordu. Bu yaralılardan çoğu daha sargı yerine ulaştırılmadan şehit düşüyordu. Şehitlerin üzerinden çıkan eşyalar, künyeler de bir masaya yığılıyordu. Masaya yanaştım. O künyelerden birini elime aldım…
2.GAZİ:E hadi söyle…Künyede ne yazıyordu?
DOKTOR TARIK: Gözyaşlarımı silmeye daha fırsat bulamamıştım. Pusulayı açtım, hıçkırarak okumaya başladım. Olduğu yere de yıkıldım kaldım. Ellerini yüzüne kapattım.Oğlumun cenazesine bu kadar gözyaşı dökmemiştim.
ŞEHZADE YUSUF İZZETTİN: Ne yazıyordu pusulada.
DOKTOR TARIK: "Ben Beybaş Köyünden arkadaşım Halil'e 1 Mecidiye borç Verdiydim. Kendisi beni göremedi. Biraz sonra taarruza kalkacağız. Belki ben dönemem. Arkadaşıma söyleyin ben hakkımı helal ettim."
3.GAZİ: Allahuekber!
ŞEHZADE YUSUF İZZETTİN: Bu aziz millet hayatını helali gözetip haramdan kaçınarak yaşarsa değil bir Çanakkale bin Çanakkale olsa vız kalır!
Allah bu milleti dininden, imanından, Kuranından, Vatanından mahrum komasın.
Hep beraber: Aminnn!
ÜÇÜNCÜ PERDE
OYUNCULAR:
MEHMET AKİF:
EŞREF EDİP:
DOKTOR TARIK:
1.GAZİ:
MEHMET TEVFİK:
AHMET TALİP:
(Sebilirreşad dergisinin yazıhanesindeyiz.)
MEHMET AKİF: Devleti imar ve ihya edeceğiz iddiasıyla romantik hülyalar peşinde koşan Jöntürkler’in devleti ve milleti nasıl perişan ettiği malum. Liyakatsiz ve ehil olmayan kadrolar memleketi İngiliz’e, Fransız’a teslim etti. Lakin bizim de mesuliyetimiz var bu durumdan. Biz de takıldık bir süre bunların peşine.
DOKTOR TARIK: Efendim siz içinde yaşadığı dönemin sorunlarını bütün teferruatı ile gören ve gördüklerini şiirlerine yansıtan ender şairlerimizden birisiniz. Sizin yoksulluktan çocuk işçiliğine, boşanmadan alkol bağımlılığına kadar dönemimizin pek çok toplumsal sorunlarını yansıttığınızı biliyoruz.
MEHMET AKİF: Estağfirullah. Biz kulluğumuzun derdindeyiz tabip efendi. Doğrudur, imtihanın zor olduğu zamanlardayız.
DOKTOR TARIK: İşte siz zor zamanlar deyip pes etmiyorsunuz. Bütün bu hengameyi mazeret uydurup, ben tek başıma nasıl değiştiririm deyip milletinize arkanızı dönmüyorsunuz.
MEHMET AKİF: Dedim ya ben önce kendi kulluğumun derdindeyim. Bir kul olarak en büyük sorumluluğumuz da iyiliği emredip, kötülükle mücadele etmek.
DOKTOR TARIK: Şiirleriniz, yazdıklarınız, emekleriniz gelecek nesile dahi ilham verecektir. Allah ecrinizi mubarek eylesin.
HEP BERABER: Aminnn!
EŞREF EDİP: Sebeb-i ziyaretiniz nedir beyler?
1.GAZİ:(Heyecanlı)Çocuğumu bulmak istiyorum. Bana yardımcı olun beyim.
DOKTOR TARIK: Dur sakin ol, gazi. Hepsini anlatacağız.
MEHMET AKİF: Önce misafirlerimizi tanıyalım, tanışalım hele. Benden başlayalım tanışmaya. Ben “Fasulye aşı yemeye razı olduktan sonra kimseden korkmayan, balkan harbinden işgale kadar memleketi için, dini için mücadele etmeye çalışan bir kelime ve fikir işçisiyim.”
DOKTOR TARIK: Estağfirullah sizi tanımayan mı var üstadım? Siz bizim manevi önderimizsiniz.
1.GAZİ:Ben de tanıyorum efendim sizi. Özellikle Çanakkale şiirinizden. Ben oradaydım da.Orada yaşadıklarımızı, şimdi sizin mısralarınızda tekrar tekrar yaşıyoruz. Çanakkale’yi nasıl unuturuz?
“Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer,
O ne müthiş tipidir, savrulur enkazı beşer.
Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak.
Kafa göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el ayak
Vurulup, tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilal uğruna ya rab ne güneşler batıyor.”
DOKTOR TARIK: Allah bir daha bu millete Çanakkale gibi cephelerle imtihan etmesin.
(Hep beraber amin derler.)
EŞREF EDİP: Ben de Eşref Edip. Sebilürreşad dergisinin emanetçisiyim. Neşriyat vasıtasıyla dinimizin ve memleketimizin müdafasını ele almaya çalışıyoruz.
DOKTOR TARIK, 1.GAZİ, YETİM MEHMET TEVFİK, AHMET TALİP: Memnun olduk efendim.
MEHMET AKİF: Baylar! Özür dilerim benim çıkmam lazım. Galata gümrüğünde Said-i Nursi ve Babanzade ile görüşmem var. Biraz erken çıkayım müsadenizle. Rastlarsam gümrükte hamallık yapan Kuşçu başı Esref Bey’in emir eri Zenci Musa ile de hasbihal etmek isterim.
EŞREF EDİP:Ben ilgilenirim kardeşlerimle. Sen burayı merak etme üstad.
MEHMET AKİF: Tabip Tarık söylediğimi yaptım. Size mecmuanın sayfalarını açtım. Eşref bey ne gerekiyorsa yapacaktır.
DOKTOR TARIK: Şükranlarımı sunarım. Teşekkür ederim üstadım.
MEHMET AKİF: Allaha ısmarladık. Mevlamıza emanet olun dostlar. Kalın sağlıcakla.
HEP BERABER: Siz de Allah’a emanet olun.
EŞREF EDİP: Tanışmamıza devam edelim. Buyurun lütfen siz de kalmıştık.
DOKTOR TARIK: Efendim ben Tarık Nusret. Cephede görev almış bir tabibim efendim.
1.GAZİ:Evladınızı nasıl kaybettiğinizden de bahsedin tabip bey.
DOKTOR TARIK: Bir benim değil ki, savaş süresince milyonlarca evladımız şehid oldu. Hepimizin canı feda olsun vatana.
EŞREF EDİP: Dinlemek isterim. Anlatmak isterseniz…
DOKTOR TARIK: Belki daha sonra. Benimkinden daha mühim, kardeşlerimin meselelerini gündeme alalım müsaadenizle. Söyle Gazi sen söyle talebini…
1.GAZİ:Halepliyim efendim. Kimim kimsem kalmadı efendim. Bir oğlum vardı. İstanbul’da Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’de talebe idi. Arkadaşlarının çoğu cephede şehid oldu. Ne şehidlerin ne gazilerin arasında adını bulamadım. Daruleytam’a bakındım izini bulamadım. Almanya’ya çalışmak için gönderilen çocuklar arasında var mıdır diye izini sürmekteyim.
EŞREF EDİP: Adı nedir evladımızın? Kendisiyle ilgili evraklar var mıdır?
1.GAZİ:Mazhar efendim. Benim de adım Osman, Kerkük Türklerindenim. Savaştan önce Halep’te yaşıyorduk. Çil yavrusu gibi dağıttı bizi gavur. Ne olur evladımı bulun efendim?
EŞREF EDİP: İnşallah diyelim. Elimizden ne gelirse yapacağımızdan emin olun.
1.GAZİ:Allah sizden razı olsun beyim…
EŞREF EDİP:Cümlemizden…cümlemizden. (Odada oturan delikanlılardan birine döner.) Söyle bakalım evladım, seni de tanıyalım.
AHMET TALİP: Ahmet Talip adım. Üç yaşında annemi kaybetmiştim. Kısa süre sonra babam yeniden evlendi. Analığım gün göstermedi bana. Sonra savaş çıktı. Babamın Kadıköy’de bir lostra dükkanı vardı. Ben de o küçük halimle sellacılık (buzculuk) yapıyordum. Cihan harbi patladı. Babam silah altına alındı, ertesi senede Gelibolu’da şehid düştü. Evlad’ı şühedadan olarak beni Kadıköy yetimhanesine verdiler. Orada çıraklık eğitimi aldım. Sonra da Almanya’ya gönderildim. Oradan da arkadaşım Mehmet Tevfik ile yurda kaçtım.
EŞREF EDİP:Hazin bir hikaye seninkisi de evladım. Benden ne istiyorsunuz?
AHMET TALİP:Binlerce Türk çocuğu Almanya’da adeta köleler gibi çalıştırılıyorlar. Onlara sahip çıkın efendim. En azından onları unutturmayın.
EŞREF EDİP: Enver Paşa’nın ön ayak olmasıyla Darüleytam Müdüriyeti ve Maarif Nezareti’nin pek de yeterli sayılamayacak hazırlıkları neticesinde Almanya’ya apar topar yollanmış evlatlarımızın varlığının farkındayız. Lakin olumsuzluklar yakamızı bırakmıyor. Nereye yetişeceğimizi şaşırdık.
DOKTOR TARIK: Cihan Savaşı sırasında şehit düşen vatan evlatlarının yetim çocukları Darü’leytamlar’da…Devletin Dar’üleytamlara iaşe vermekte zorlanması, yetim çocukların Almanya’ya gönderilmesi ve çıraklık programına tabi tutulması planını ortaya çıkardı.
EŞREF EDİP:Biliyoruz… Plan düşünüldüğü gibi yürümedi ve vatan evlatlarının hazin hikayeleri ortaya çıktı. Çıraklık için gönderildiğini düşünen Osmanlı yetimlerinin büyük kısmı madenlerde ağır şartlarda çalıştırılmaya başlatıldı. İnce bir giysiyle karın tokluğuna çalışan Osmanlı yetimleri kısa zamanda hastalanıp ölmeye başladılar. Çünkü beslenemiyorlardı da.
DOKTOR TARIK: İhmal edilmiş olsalar da Müslüman evladı bunlar. Domuz etinin ucuzluğu nedeniyle Almanlar sıklıkla domuz çorbası içerken bahtsız Osmanlı yetimleri bu çorbalara el sürmüyordu. Kimi öldü, kimi kaçtı, kimi yakalanıp tekrar madenlerine teslim edildi.
AHMET TALİP:İşte biz bir şekilde yurda dönmeyi başaran şanslılardanız. Öleceksek yurdumuzda ölelim dedik.
DOKTOR TARIK: Bir de Ermeni tehciri sonrası el konulan yetim Müslüman Türk çocuklarının Ermeni kimliğiyle batıya kaçırıldığını duyurmalıyız. Bizim evlatlarımızla işgücü ihtiyacını karşılamaya gitti Almanlar.
EŞREF EDİP: Onların da işine geldi, bizimkilerin de…Biz de yetimlerimizi külfet olarak görmeye başlamıştık.
DOKTOR TARIK: Meğer yapılan antlaşmaya göre, bu yetim çocuklar Almanya'da 3 sene boyunca karın tokluğuna çalışacaklar, 4. seneden sonra bir miktar maaş alacaklar, bu alacakları maaşın da yarısını ittihatçılara göndereceklerdi. İttihatçılar bu insanlık dışı, bu aşağılık anlaşmayı gizlediler bir de…
AHMET TALİP: Şu üzerimizde gördüğünüz kıyafetleri giydirdiler bize. O günleri unutmayalım diye burada da üzerimizden çıkarmıyoruz bunları. Mavi kep, mavi pelerin! Müslüman Türk çocuklarının kölelik üniforması.
DOKTOR TARIK: Almanlar bu planla Osmanlı nüfusu üzerinde etkili olma arzusu taşıyorlardı. Onlar Alman dilini ve kültürünü tanıyan ve bunlara gıpta eden bir kuşak oluşturma imkânı, kolay başarılabilecek bir hedef olarak ele almışlardı.
AHMET TALİP:Kaçanlar, kaybolanlar hatta ölen çocuklar oraya gitmezden önce yetimhanelerdeki kalabalıktan, izdihamdan, açlıktan kurtulacaklarını, büyük Alman ülkesinde daha iyi koşullarda yaşayacaklarını varsayıyorlardı.
DOKTOR TARIK: Ayrıca Oradaki işçi çocuklarla bizimkilerin uyumsuzluğu barizdi. Ardı arkası kesilmeyen kavga dövüş neticesinde, çocukların ne çalışma ne de dinlenme saatlerinde bir araya gelmeleri mümkün değildi.
AHMET TALİP:İşte ençok döğüş kavga çıkartanlardan biri de arkadaşım Mehmet Tevfik’ti. Konuşsana Tevfik.
EŞREF EDİP: Hay Allah konulara daldık, seni tanımayı atladık. Söyle bakalım sen kimsin?
MEHMET TEVFİK:Almanların deyişiyle ben yabaniyim efendim. Elebaşı diyorlardı bana.
EŞREF EDİP: Bırak Almanların ne dediklerini de sen tanıt kendini.
MEHMET TEVFİK: Tuvaletleri, teharet muslukları bile yoktu. Neyinden memnun olaydım ki Almanların. Bizi bir de hor görüyorlardı. Ben anasız, babasız biriyim efendim. Kendimi bildim bileli hep yetimdim. Bir de vatansız kalamam dedim kaçtım oralardan.
EŞREF EDİP:Hakikat bu işte. Gençlerimizi zamanında ihmal ettik, geleceğimizi de imha ettik.
DOKTOR TARIK: Bu çocukları size emanet etmek istiyorum.
EŞREF EDİP: İstanbul’un sokakları yetimlerle dolu. Hele İngilizlerin işgalinden sonra durum daha da kötüleşti. Gençleri kötü yola düşürmek için fuhşu, alkolü,uyuşturucuyu yaygınlaştırıyorlar.
DOKTOR TARIK: Bu çocukları size emanet etmek istiyorum. Ne dersiniz efendim? Anadolu’da direniş başladı. Biz de Osman gaziyle birlikte Anadolu’ya geçip milli mücadeleye katılacağız.
1.GAZİ:Yetimimden bir haber alırsanız, izini bulursanız bana haber verin beyim.
DOKTOR TARIK: Bir de Şehzade Yusuf İzzettin’in katilleri bulundu mu? Haberiniz var mı?
EŞREF EDİP: Nerde? Babasının katilleri bulundu mu ki oğlunun katilleri bulunsun? Onun da bileklerini keserek intihar süsü verip katlettiler.
DOKTOR TARIK: Bir de İstanbul’un işgaliyle Enver Paşa Almanya’ya gitti diyorlar.
EŞREF EDİP: Evet oradan da Kafkasya’ya geçecekmiş. Büyük Cihad planlıyormuş…
DOKTOR TARIK: Ah Enver’in planları…Ahhh! Ahh…
EŞREF EDİP: Siz kalkabilirsiniz. Bakalım ben çocuklar için bir şeyler ayarlayabilir miyim?
(Vedalaşırlar. Eşref Edip çocuklarla baş başa kalır.)
EŞREF EDİP: Okuma yazmanız var mı çocuklar? Ne dersiniz sizi gazeteci olarak yetiştirelim mi? Müslümanların doğru bilgiye ihtiyaçları var. Ne dersiniz?
DÖRDÜNCÜ PERDE
ASIMIN NESLİ
Karaköy Gümrüğündeyiz. Sahnenin sol tarafında, yüklerin indirilip, bindirildiği yerin az ötesinde, genelde hamalların mola verdikleri bir çay ocağında sivil iki vatandaş kendi aralarında hararetli bir şekilde konuşmaktadırlar. Bu 2 isimden biri Babanzade Ahmet Naim, diğeri de Said-i Nursi’dir.
Sahnenin sağ köşesinde hamallar çuval ve sandıkları istiflemektedirler. Hamallardan biri Zenci Musa’dır. Az ötede ortamı teftiş eden işgal kuvvetleri komutanı General Hurrington ve yaveri bulunmaktadır.
(OYUNCULAR: Babanzade, Said-i Nursi, Mehmet Akif, Zenci Musa, General Hurrington; Yüzbaşı Bennet, 2 hamal, 2 esnaf…10 kişi)
SAİD: (Köstekli saatine bakar) Üstad nerede kaldı? Başına bir iş gelmiş olmasın?
BABANZADE: Telaşlanma! Akif’in herhangi bir randevusuna geciktiği görülmüş şey değildir. Hem o gecikmedi, biz erken geldik.
SAİD: Hay Allah! Benim köstekli yine durmuş sanırım. Zor zamanlarda yaşıyoruz. At izi it izine karışmış. İnsan sevdikleri için endişelenmekte haklı. Hele küffarın çizmesi Evlad-ı Fatihan topraklarını çiğnerken sakin olmak da mümkün değil. Öyle ya Akif verdiği sözleri tutmasıyla meşhurdur.
BABANZADE: Mehmet Akif, sözünü yerine getirmemeyi “namusa mugayir’ sayar. Akif, Meşrutiyetin ilk senelerinde, bir cuma günü Midhat Cemal’le sözleşir. Akif, O’nun Çapa’daki evine gidecektir. O gün adam boyu kar yağar. Arabalar, tramvay, tren ve vapur, hava şartlarından işlemez. Sütçü ve ekmekçiler, kar ve tipiden dışarı çıkıp, dağıtım yapamaz. Vakit öğle olmuştur ve ekmekçiler hâlâ, ortada gözükmemektedir. Derken kapı çalar: Midhat Cemal, karşısında Akif i görür. Büyük şairin bıyığının yarısı donmuştur. Midhat Cemal, Akif in kar ve tipiye rağmen, Beşiktaş’tan Çapa’ya nasıl geldiğini merak eder. O, bu mesafeyi yürüyerek kat etmiştir. Akif ise, arkadaşının hayretine şaşırır. Akif: “Gelmemem için kar, tipi kâfi değil, vefat etmem lâzımdı. Çünkü geleceğim diye söz vermiştim.” cevabı üzerine;
Midhat Cemal, daha da şaşırır ve: “İnsanların birbirlerine verdikleri sözün, bu kadar korkunç bir şey olması beni ürküttü.” der ve ardından Akif’e esprili bir cevap verir:
“Akif. Sen eğer verilen sözün manasını bu türlü anlıyorsan, bana izin ver de ben bu türlü anlamayayım. Benim verdiğim sözün, şiddetli bir lodosa bile tahammülü yoktur.” Hatta bu söz vermedeki hassasiyetini gören Mithat Cemal, sonraki tarihlerde ona söz vermekten çekinir.
SAİD: İnanmış adamdır Akif.
BABANZADE: Çok yakın dostlarından Fatih Gökmen de Akif’in söz verme hassasiyeti konusunda şunları anlatır: “Akif, verdiği söze bağlı olmayanlara insan gözüyle bakmazdı. Aramızda geçen bir olayı anlatayım: Ben Vaniköy’de oturuyordum. Kendisi de Beylerbeyi’nde. Bir gün öğlen yemeğini bende yemeyi, sonra da oturup sohbet etmeyi kararlaştırdık. O gün, öyle yağmurlu, boralı bir hava oldu ki her taraf sele boğuldu. Havanın bu haliyle karadan gelemeyeceğini tabii gördüm. Yakın komşulardan birine gittim. Yağmur, bütün şiddetiyle devam ediyordu. Eve döndüğümde ne işiteyim, bu arada. Mehmet Akif Bey sırılsıklam bir vaziyette gelmiş. Beni bulamayınca, evdekilerin bütün ısrarlarına rağmen içeri girmemiş. “Selam söyleyin” demiş ve o yağmurlu havada dönmüş gitmiş! Ertesi gün, kendisinden özür dilemek istedim. “Bir söz ya ölüm veya ona yakın bir felaketle, yerine getirilmezse mazur görülebilir.” dedi ve benimle altı ay dargın kaldı.” demiştir.
SAİD: Ne diyordu Allah’ın Resulu; “Müslüman, elinden ve dilinden Müslümanların zarar görmediği kimsedir.” İşte o Müslüman ki, yalan söylemez, emanete ihanet etmez ve verdiği sözde durur. İşte bu özelliğe sahip Müslümanlar için de Allah, Al-i İmran suresinde diyor ki, “Sizin içinizden (insanları) hayra çağıran, iyiliği emreden, kötülükten alıkoyan bir topluluk olsun. Bunlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”
BABANZADE: Eyvallah Said. Ektiğini biçer insan. Biz bugün bu fırtınaları yaşıyorsak zamanında ektiğimiz rüzgarlar nedeniyledir. Öyle ki, ilahi ilke tecelli etti; Efendimizin işaret ettiği gibi “Ne zaman ki iyiliği emredip, kötülükten sakındırmaktan vaz geçerseniz Allah başlarınıza kötülerinizi musallat eder de iyilerin dahi duası kabul olmaz!.”
SAİD: Peygamberimiz “Sizden biri İslam’a aykırı bir iş görürse onu eliyle değiştirsin, buna gücü yetmiyorsa diliyle değiştirsin buna da gücü yetmiyorsa kalben buğz etsin ki bu da imanın en düşük derecesidir” buyuruyor. İşte ahvalimiz en zayıf imanın olduğu zamanı işaret ediyor. Öyle olmasa ne işi vardı yurdumuzda İngiliz’in, Fransız’ın, İtalyan’ın, Yunan’ın…hülasa yedi düvel’in?
( İki arkadaşın konuşmaları devam ederken sahnenin sağ tarafı hareketlenir.)
Az ötede ağır yükleri indirip, kaldıran Zenci Musa kendi kendine bir yandan da söylenmektedir. Ara ara öksürmektedir.
ZENCİ MUSA: Trablusgarp’ta İtalyan kafirlerine karşı verdiğimiz mücadele esnasında tanımıştım kumandanımı; Kuşçubaşı Eşref’i. Şunca zamandır ayrı düştüm kendisinden, özlemi yakar içimi. Taa o zamanlar Şeyh Senusi’nin direnişine katılmıştım. O günden beri yakar içimi devletimin ahvali. Kafkasya’da, Balkanlar’da, MağrıptanMaşrıka kadar ümmetin her bir coğrafyasında, Süveyşten Çanakkale’ye kadar dökülmedik kanımız mı kaldı! Olsun, vatana can feda da görürüm ya şu İngiliz’in, Fransız’ın, İtalyan’ın çizmesini dedem Fatih’in emaneti İstanbul’da ciğerim yanar…Af ki af…Of ki of!...
Musa’nın yanına selam vererek Mehmet Akif yaklaşır.
AKİF: Ne oflarsın koca adam.
MUSA: Ve aleykumselam…verahmetullahi ve berakatühü!
Bir hamlede Akif’in eline sarılır elindeki çuvalı bir kenara atarak. Hasretle kucaklaşırlar.
MUSA: Vay koca şair! Üstadım! Ne işin vardır senin buralarda?
Akif az ötede oturan 2 kişiyi işaret eder. Onlara da eliyle selam eder.
AKİF: İki kadim dostla hasbihalim olacaktı. Onun için uğradım buraya. Gelmişken sana da bir selam vereyim dedim.
MUSA: Hoş gelmişsin, sefalar getirmişsin. Bak gücenirim dostlarınla muhabbetten sonra tiz ayrılmayasın buradan. Yemek yiyelim, eski günlerden konuşalım. Özledim be koca şair seni…(Duralar) Hem kumandanım Eşref’de sürgün olduktan beri yalnız kaldım koca memlekette… Dünya dar gelir bana!
AKİF: Necid çölünde, isyancı Arap şeyhlerini yola getirmek için kurulan nasihat heyetinde ki bir yolculuğumda tanımıştım seni Musa. Seninle o çöllerde güreşmedik mi, ok mu atmadık, kılıç mı kuşanmadık? Daha o zamanlar senin ahlak ve terbiyene hayranlık duyarak, seni pek severek, yaptığın kahramanlıklardan takdir ederek şu dizeleri kaleme almıştım.
“Eşref Bey’in emir eri, Zenci Musa
Omuz vermiş, göğe çıkmış: Nebi İsa”
Lakin…(Duralar) Duyduğum şeyler canımı sıktı.
MUSA: (Tereddüt ve şaşkınlıkla…Biraz da sıkılarak, mahcup bir şekilde) Hayırdır, beyim? Bir cürmümüz mü, bir yanlışımız mı olmuştur.
AKİF: Olmaz mı? Oldu ki şikayetlenmekteyim.
MUSA: Bilerek hata işlemekten Rabbime sığınırım. Bilmeden işlediğim kusurlardan da yine Rabbimin merhametine sığınırım beyim. Bilmeden işlediğim kusurumu söyle ki bileyim beyim; Rabbimden af dileyeyim.
AKİF: Fedakarlık ve feragatinin haddi hududu yoktur Musam. Sen ki bu millete, bu ümmete her türlü cömertliği verdin. Müsaade et de bu millette sana vefasını göstersin.
MUSA: Estağfirullah beyim. Ne haddime! Lakin hala kusurumu bilemedim.
AKİF: Sen ki red etmedin mi Bayazıt Camiinde perişan olarak gecelersin de... Sen ki Yemenden beri bildiğin Ali Sait Paşanın geçimin için önerdiği Karaköy Gümrüğünde önerdiği kahyalık teklifini red edersin; “Kahyalığı yaşlı, eli ayağı tutmaz bir emektara verin. Çok şükür benim gücüm kuvvetim var, bana hamallık işi verin, ben onu yapayım” diyerek…
MUSA: Efendim…Şey…
AKİF: Daha bitmedi. Bilirim ki hastasın, verem olmuşsun. Yine duydum ki bütün ısrarlara rağmen sırf devlete yük olmamak için bir hastaneye yatmayı da kabul etmezsin. Diyeymişsin ki, o yatağa mecbur olan başka bir Müslümana verin, yatsın, şifa bulsun.
MUSA: Merak buyurmayın…Tiz zamanda Üsküdar’daki Şeyh Ataullah Efendi’nin Özbekler Tekkesi’ne geçeceğim. Hem vatan sağolsun da, vatan bu küffarın işgalinden kurtulsun da bizim hayatımızın ne önemi ola ki!
AKİF: Sen yine de kendine dikkat et. Şu hasta ve garip halinle bile Anadolu’ya silah sevkiyatı için gizli gizli çalışırsın. Rabbim senden razı olsun Musam! Allah kumandanına da tez zamanda özgürlüğünü versin, sizi birbirinize kavuştursun.
MUSA: Ne güzel dua buyurdun koca şair. Biz de senden ilhamımızı alırız. Seninde ne fedakarlıklar yaptığını iyi biliriz. Hem ki biz Çanakkale’de İngiliz’le vuruşurken senin o muhteşem şiirinle teselli olurduk.
AKİF: Söylettirene hamdolsun. Allah bir daha bu millete Çanakkale gibi savaş vermesin.
MUSA: Vaktin varsa…Müsaade edersen…Sana okumak isterim o güzel şiirini…
AKİF: Estağfirullah…Ezberledin mi yoksa? Mahcup ettin şimdi beni!
MUSA: (Şiiri okumaya başlar)
Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi,
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızcatehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle “Bu: Bir Avrupalı!”
Dedirir- yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünyâ, Yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer.
Yedi iklîmicihânın duruyor karşına da,
Ostralya’ylaberâber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâ’ûna da züldür bu rezîlistîlâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asîl,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıylesefîl,
Kustu Mehmedçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârıhayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakîkat, yüzsüz.
Sonra mel’undakitahrîbemüvekkelesbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.
Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam ;
Atılan her Iağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkâz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara, vâdîlere, sağnaksağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller
Veriyor yangını, durmuş da açık sînelere,
Sürü hâlinde gezerken sayısız tayyâre .
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermîler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdîde güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat îman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te’sîs-i İlâhî o metîn istihkâm.
Sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkîf edemez sun’-i beşer ;
Bu göğüslerse Hudâ’nın ebedî serhaddi;
“O benim sun’-i bedî’im, onu çiğnetme” dedi.
Âsım’ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Yaralanmış temiz alnından, uzanmış yatıyor;
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber,
Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.
AKİF: Hay yüreğine sağlık. Ne güzel okudun. Duygulandırdın beni. Neyse nasip olursa görüşelim inşallah. Dostlarım beni bekler. Randevu saatimde yaklaştı. Bekletmeyeyim onları.
MUSA: Nasip olursa koca şair…Nasip olursa görüşmeyi dilerim…
AKİF: Kal sağlıcakla…Allah’ıma emanet olasın.
MUSA: Ümmet-i Muhammed emanet olsun Rabbimize!
Mehmet Akif Said ile Babanzade’nin bulunduğu tarafa doğru yönelir.
AKİF:Selamunaleykum
SAİD-BABANZADE:Aleykumselam…
BABANZADE: Kimdi o yiğit adam. Kaptırdınız kendinizi muhabbete…Dedim, Akif ilk kez randevusuna gecikecek.
(Gülüşürler)
AKİF: Aslen Sudanlı… 1880 yılında Girit’te, bir Türk mahallesinde dünyaya gelmiş. Kahire’de yaşayıp Osmanlı’ya sadakatle bağlı olan dedesi, küçük yaşlarda Musa’yı da yanına almış ve onu dinine bağlı bir mümin, devletine bağlı bir nefer olarak yetiştirmiş.
SAİD-BABANZADE: Allah razı olsun.
AKİF: Olsun İnşaAllah olsun. 1911 yılında İtalyanların Libya’yı işgali sırasında gönüllü Osmanlı askeri olarak Libya’ya gidip Şeyh Senusi’nin direnişe katıldı.
SAİD-BABANZADE: Hay maşaAllah.
AKİF: Cephede Teşkilat-ı Mahsusa üyesi Kuşçubaşı Eşref Bey’le tanışır. Uzunca boylu, iri cüsseli ve cesur olan Zenci Musa, Eşref Bey’in dikkatini çeker tabii. Sonraki yıllarda “Kuşçubaşı Eşref’in emir eri olma şerefine nail olduğum andan itibaren Çerkez Komutanımı babam bildim.” Der.
ÇAYCI SALİH: 1912 yılında Balkan Harbi çıkınca maiyetine girdiği komutanıyla birlikte cepheye gider. Batı Trakya Cumhuriyeti’nin kurulduğu, Edirne’nin geri alındığı cephede komutanının âdeta gölgesi olur. Canhıraş çarpışır, devleti için mücadele eder.
BALIKÇI: Balkan Savaşları henüz bitmişti lakin 1914 yılında tüm dünya milletlerini etkileyecek olan I. Dünya Harbi patlak veriyordu. Devletimiz istemese de 4 yıl sürecek uzun bir savaşın içerisinde buldu kendini.
SATICI: Yorgun, bitkin ve büyük kayıpları olsa da Osmanlı, Çanakkale, Kafkasya, Filistin, Kanal ve Hicaz cephelerinde işgal devletlerine karşı var gücüyle savaştı. Çanakkale’de korkusuzca savaşanlar arasında Zenci Musa da vardı. Çanakkale Savaşı bitti, zafer kazanıldı ancak vatan için görev devam ediyor.
HAMAL 1: I. Dünya Savaşı yıllarında Osmanlı Genel Kurmay Başkanı Enver Paşa bir gece yarısı Teşkilat-ı Mahsusa’nın son lideri Kuşçubaşı Eşref’i evinde ziyaret etti. Mezkûr cepheler ile verilen görevlerde vazifesini büyük bir başarıyla ifa eden ve bir Osmanlı ajanı olarak hemen her şeyden haberdar olması münasebetiyle kendisine, kuşların dilini biliyor ki her durumdan haber alıyor düşünceleriyle “Kuşların Şeyhi” lakabı takılan Kuşçubaşı Eşref Bey’e, “İngilizler Kuzey Arabistan’ı ele geçirdiler. Oradan da yavaş yavaş yukarıya doğru ilerleyip Filistin topraklarına sızıyorlar. Biz bunları yukarıdan püskürtmeye çalışıyoruz. Fakat İngilizleri güneyden de vurmadıkça savaşı kontrol altına alamayız. Güneyde bulunan kolordumuzda yeteri kadar askerimiz mevcut değil lakin bizim gibi düşünen, bizim gibi hisseden, bizim gibi vatan sevdalısı olan Yemenliler var. Oralarda olan askerlerimize ve Yemenlilere yardım etmemiz gerekiyor ki bir an evvel toparlanıp; hem isyan eden Şerif Hüseyin birliklerini dağıtsın hem de İngilizleri geri püskürtmeyi başarsın. Onların derlenip toparlanması için gereken parayı gönderecek olan da yine biziz. 300 bin altın hazır. Para buradan, İstanbul’dan gidecek.” dedi Enver Paşa.
HAMAL 2: Eşref Bey bir an şaşırır. Enver Paşa’nın gözlerinin içine bakarak, “Nasıl gidebilir ki bu altınlar Yemen’e? Yemen’le İstanbul arasındaki Orta Doğu işgal altında. Medine’de Fahrettin Paşa canhıraş direniyor, nasıl gidebilir, kim götürebilir bu parayı Yemen’e?
ÇAYCI:” Enver Paşa’nın cevabı hazırdır: “Bu parayı sen götürebilirsin Kuşçubaşı Eşref.”
AKİF: Kuşçubaşı Eşref, Arap yarımadasını iyi bilmesi, aşiretleri tanıması, Arapçasının mükemmel derecede olması hatta kabile kabile şiveleri ihtiva etmesinden dolayı evvela emir eri Zenci Musa’yı ve Teşkilat-ı Mahsusa’dan güvendiği 70 kadar adamını toplar.
SATICI: Altınlar her birine dağıtılır ve kendisi de bir Arap edasıyla kılık değiştirir. İki ayrı kola ayrılarak Medine’de buluşmak üzere yola koyulurlar ve sözleştikleri gibi bir sorun yaşamadan Medine’ye ulaşmayı başarırlar.
HAMAL 1 : Fahrettin Paşa, Eşref’e, “Medine’den bir adım dahi dışarı çıkamazsın çünkü İngiliz istihbaratı 300 bin altınla sizin Yemen’e gittiğinizi öğrendi. Sizi ben ordumla Hayber’e kadar götürürüm. Hayber’de ordumla uğurlarım ancak sizi orada bıraktığım anda, daha birkaç kilometre dahi ilerlemeden kuşatırlar.”
ESNAF 1: Eşref Bey, “Neye mal olursa olsun bunu yapacağım.” der ve Fahrettin Paşa’nın ordusuyla Hayber’e giderler. Hayber’den dışarı çıkalı daha 10 kilometre olmadan Cembele mevkiinde 25 bin kişilik İngiliz-bedevi birlikleri Eşref Bey ve adamlarının etrafını kuşatırlar.
HAMAL 2 : Burada bir gün bir gece son neferine kadar çarpışırlar fakat en sonunda başına aldığı bir darbe ile yaralanan Eşref Bey esir düşer. Kendisi küçük düşürülmek için yayan ve perişan bir vaziyette yürütülerek Edward Lawrence’in içinde bulunduğu bir çadıra götürülür. Eşref İngilizler’e başlarına 100 yıllık bela saracaklarının tehdidinde bulunur. (İRA)
AKİF: Ancak Eşref’in adamlarından iki kişi altınları develere yüklemiş hâlde kaçmayı başarır. Çünkü Kuşçubaşı Eşref kendisini yem etmiş, emir eri Musa’yı görevlendirerek çöle göndermiş ve her ne olursa olsun Yemen’e ulaşmasını emretmişti.
BALIKÇI: Altınların kaçırıldığını anlayan İngiliz kuvvetleri Zenci Musa ve arkadaşlarının peşine düşmüş ancak ne Musa’yı ne de arkadaşlarını yakalamayı başarabilmişlerdi. Aradan birkaç gün geçtikten sonra Zenci Musa altınlarla birlikte Sana’ya ulaşmayı başarır.
ESNAF 2: Altınların teslimi sırasında görevini yapmanın mutluluğu fakat komutanının esareti sebebiyle yaşadığı üzüntüyle Ali Sait Paşa’ya buruk bir ses tonuyla, “Çok şükür başardık fakat Eşref Bey’imizin düşman eline düşmesine engel olamadık.” der.
ÇAYCI: Zenci Musa altınları teslim ettikten sonra yine gönüllü olarak Yemen’deki direnişe katılır. Büyük kahramanlıklar gösterir fakat İngilizlere esir düşer. I. Dünya Savaşı’nın bitiminde serbest bırakılır. 1919’a kadar Yemen’de kalır fakat Millî Mücadelenin başladığını duyar duymaz İstanbul’a gelir. Ancak ne bir kuruş parası ne de kalacak bir yeri vardır.
SAİD:Üstad bu Musa senin şiirlerinde yer verdiğin Asım’ın Nesli olmaya…
BABANZADE:Müstefid olduk canım arkadaşım Akif, anlattıklarından. Lakin artık bizim görüşmemizi icap ettiren önemli konumuza geçelim. Musa’nın ki gibi ne hikayelerimiz, Musa gibi ne kahramanlarımız var bizim. Birbirlerimize üzülecek anımız yok. Düşman artık fiili işgalden kültürel işgale de meyletti. Bir beka sorunuyla da karşı karşıyayız. Acilen karşı durmamız gereken hususlar var, onları konuşalım diye bir araya geldik.
SAHNENİN SAĞ TARAFINDAYIZ
GENERAL: Yüzbaşı Bennet… Söylediğimi yaptınız değil mi? Müslümanların kanaat önderlerinin çocuklarına musallat olacaksınız. Onları değişik alışkanlıklara bulaştıracaksınız. Rol modellerini gözden düşüreceksiniz.
YÜZBAŞI: Evet efendim. Sömürge bakanımız Glagstone’nin dediği gibi “Hristiyanlar gibi yaşayan Müslümanlar elde etmek” için elimizden geleni yapıyoruz. Ayrıca… İstanbul’a giriş ve çıkış yapacak olanlara vize işlemi de başlattık efendim. Bizden izin almadan kimse İstanbul dışına çıkış yapamaz.
GENERAL: Unutma Bennet…Türkiye Türklere bırakılamayacak kadar mühim bir ülke.
Onları silahla savaşarak alt edemeyeceğimizi gördük Çanakkale’de, Kut’ülAmare’de… Müttefikleri Almanlar cephede kaybettiler diye yenik sayıldılar Türkler. Hoş, biz Kudüs’ü aldığımızda bizimle birlikte sevindi müttefikleri. Onun için İstanbul’da bulunduğumuz süre içinde…Onların gelecek nesillerini, ahlâka aykırı telkinlerle bozup yozlaştırmalıyız. Aile hayatını yıkmalı. Onlara baskı kurmalı, azınlıkları Ermenileri, Rumları kışkırtıp üste çıkarmalıyız. Sanatı zayıflatarak, edebiyatı müstehcen ve şehevî hale sokmalıyız. Toplumun değer verdiği kutsalları, hürmeti yıkmalı, hürmetle anılan kimseler hakkında rezilâne olaylar uydurmalıyız. Hudutsuz bir lüks, baş döndürücü modalar icat etmeli, çılgınca israfı desteklemeli, herkesi borçlandırmalıyız. Kalabalıkların vakitlerini eğlencelerle, oyunlarla oyalamalı, herkes düşünmekten alıkonulmalıdır. Aşırı-marjinal görüşlerle, halkın fikirleri zehirlenmeli, gürültü ve kargaşalıklar çıkarılmalıdır. Genel hoşnutsuzluklar meydana getirilmeli, sosyal sınıflar arasına kin ve güvensizlik sokmalıyız. Saçma fikirler ortaya atarak, halkı uygulanması imkânsız yollara sevk etmeli, onları boş hayallerle oyalamalıyız.Hayat pahalılığını sürekli azdırmalı ve lüks tüketim yaygınlaştırılmalıyız. Türklerin kaderi artık elem, ızdırab ve yoksulluk ve cehalet olmalı…
(Duralar. Az ötedeki Musa’yı fark etmiştir.
GENERAL: Bu iriyarı zencide kim ola ki?
YÜZBAŞI: Efendim, Hani şu kuvvetlerimizi atlatıp altınları Yemen’e ulaştırmayı başaran Sudanlı Zenci Musa var ya, işte O
(Birlikte Musa’nın yanına giderler.)
GENERAL: Selam sana iri adam. Marifetlerini duydum. Senin gibi Afrika kökenli çok askerim var orduda. Eğer bizimle çalışmak istersen altına boğarım seni. Bu perişan halinden kurtarayım seni. İstediğin rütbeyi seve seve vereyim sana.
(Musa heybetli şekilde General’e doğru ilerler. Dibine yaklaşınca adeta kükrer.)
MUSA: “Komutan, her teklif, herkese yapılmaz. Senin bu teklifin beni ancak rencide eder. Benim bir devletim var: Devlet-i Osmanî. Bir bayrağım var, o da ay yıldızlı bayrak. Benim bir tek komutanım var o da Kuşçubaşı Eşref. Ama şunu bil ki bu iş daha bitmedi. Sizinle mücadelemiz devam edecek.”
AKİF: Said İngilizler senin için bir yakalama emri çıkartmışlar. Artık ortalıklarda pek gözükmesen iyi edersin. Anglikan Kilisesine verdiğin cevap pek hoşlarına gitmemiş anlaşılan.
BABANZADE: Bir de yazmış olduğun işgalcilerin aleyhine olan yazıların iyice tedirgin etmiş onları. Anadolu’nun direnişinden bahsedermişsin. Bir de işgalcilerle işbirliği yapmaya çalışanları kaleminle yerden yere sokarmışsın!
SAİD: Görmez misiniz beyler? Özellikle müttefik askerleriyle azınlıkların davranışlarına bir bakınız; meskenlere el koyuyorlar, Türklere hakaret ediyorlar, değerli eşyalarını gasp ediyorlardı. Ayrıca halkın, bayrak, ezan gibi kutsal değerlerine de saldırıyorlar. Posta paketleriyle yurtdışına ‘sikke’ ve külçeler halinde altın da kaçırıyorlar. Bir de kültürel işgal var ki… İşgali yalnızca tüfekle yapmıyorlar…
AKİF: Müslüman gençleri alkole, uyuşturucuya alıştırmak için yapmadıkları fedakarlık yok. Kısa zamanda 22 tane sinema salonuaçtılar İstanbul’da; edepsiz filmler çekiyorlar Veznecilerde revü kızlarının olduğu eğlence merkezleri açtılar. Ramazan eğlenceleri adı altında bile, direklerarası gösteri merkezlerinde yaşanan kepazelikler cabası.
BABANZADE: Bir yanda bu işgalden kurtulmak adına milli mücadele vermemiz gerekirken diğer yandan da ahlaki yozlaşmayla da mücadele etmeliyiz. Mazhar Osman gibi dostlarla da konuştuk Yeşilay adında (Hilal-i Ahdar) bir örgütlenme için harekete geçmeliyiz.
ÇAYCI: Efendiler… Sizler bir şeyler yapmazsanız İngilizleşmiş kendi çocuklarımızla karşı karşıya kalırız.
SAİD: Öyle ya, inandığımız şekilde yaşamaz isek bir süre sonra yaşadığımız şekilde inanmaya başlarız..
ESNAF 2: Bir de yetim çocuklarımıza musallat oldular. Onları özellikle Almanya’ya kaçırıyorlar. Nihayetinde bu evlatlarımızı bir haçlı olarak yetiştirecekler.
SAİD: Arkadaşlar, bu işgalcilerle mücadele etmek için neşriyata önem vermeliyiz. Hak yolunda kalem oynatıp hakikati milletimizle paylaşmalıyız. Çanakkale savaşından teyyareler yalnızca bomba atmadılar. Propaganda içerikli kartpostallar da saldılar gökyüzünden yeryüzüne. Edebiyatçılar savaşı dahi dediler bu savaşa. Yazarlarıyla da savaşta saf tuttular.
AKİF: Hak batıl mücadelesi bu. Kıyamete kadar bitmeyecek. Onlar davalarından milim şaşmazlar. Vatanı savunmak için saftutanlara isyancı deniliyorsa varın işin vehametini siz yorumlayın.
SAİD:Evlatlarımıza sahip çıkalım arkadaşlar evlatlarımıza sahip çıkalım! Elbette şu meşakkatli günlerde dahi ümitvar olunuz. Şu istikbal inkilabı içinde en gür sada İslam’ın sadası olacaktır.
AKİF: Bana müsaade. Yeşilay’ın kurulmasının kararını aldığımıza göre benim yola revan olmam gerek. Anadolu’ya geçeceğim.
( Musa elindeki bir fıçıyı atarak… )
MUSA: İşte şu viski fıçılarının içindekileri Müslüman gençlerin kursaklarından geçirmek istiyorlar. İstiyorlar ki Müslüman Türk gencinin aklı başından gitsin de kendilerine gönüllü köle olsunlar.
(General Yüzbaşı Musa’yı tartaklayacakken araya Akif ve diğerleri girer Musa nınÖksürüğü artar. Yere doğru yığılır. Akif’in kollarındadır.)
AKİF: (Bağırır.) Bir araba bir araba bulun çabuk. Musa’mı hastaneye kaldıralım.
MUSA: Yok beyim yok. Beni Özbekler Tekkesine götürün. Sevgiliyle buluşmam ordadır. (Kendinden geçer. Akif’in haykırışı yankılanır.)
AKİF:Musaaaaaaa!
1. PERDE SONU
2.PERDE
(Sala sesi duyulur sahne boştur... Sala sesi düştüğünde Bir öğrenci sahneye girer)
1.ÖĞRENCİ: Bu sala da ne için acaba
3.ÖĞRENCİ: ( Gözleri yaşlı…)Dün gece Beyoğlu’nda Said Halim Paşa’nın misafiri olarak kaldığı Mısır Apartmanında Hakk’a emanetini teslim etti.
1.ÖĞRENCİ: Kim… Kim vefat etti?
3.ÖĞRENCİ: Dünyada çekmediği eziyet kalmayan? Ailesi bile perişan olan. Yıllarca yurdundan uzak kalan.Safat eserini bizlere bırakan, Asrın idrâkine söyletmeliyiz İslâm’ı” gelecek nesiller içinde bir klavuz olmalıdır diyen Mehmet Akif
1.ÖĞRENCİ: Duydunuz mu ahali?! İstiklal marşımızın şairi Mehmet Akif vefat etmiş.
3.ÖĞRENCİ:Cenazesi Beyazıt camiinden kaldırılacak.
2.ÖĞRENCİ: Duyduk! Lakin hiçbir erkan katılmayacakmış cenazeye!
1.ÖĞRENCİ: Olsun biz millet olarak kaldırırız cenazemizi. Asım’ın Nesli burada. Hemen bir bayrak getirin, cenaze geldiğinde naaşına saralım üstadımızın.
2. ÖĞRENCİ: Müsterih olunuz! Onun adı her sabah ve her akşam, Türk İstiklâl Marşı genç göğüslerdengür bir ses dalgası halinde ufuklardan ufuklara yayıldıkça, milletin sevgisinden örülmüş bir ebediyet halesi içinde yaşayacaktır.
3. ÖĞRENCİ: O Akif ki istiklal harbinde bu milletin manevi lideri idi. Vefasızlık gösteremeyiz. O ki Allah bu millete bir daha istiklal marşı yazdırmasın diye milletinin derdiyle dertlenen biri değil miydi?
1. ÖĞRENCİ: Akif bu milletin yüz akıdır.
2. ÖĞRENCİ: Yazmış olduğu İstiklal marşı için takdir edilen ücrete tenezzül etmemiş her kuruşunu hayır derneklerine bağışlamıştır.
3.ÖĞRENCİ: Üzerinde giyecek paltosu bile olmamasına rağmen hem de…O ki Teşkilat- ı Mahsusa O’nu Berlin’e görevli gönderdiğinde arkadaşlarına olan ikramını cebinden ödemişti. Asla milletin imkanlarına el uzatmamıştı.
1.ÖĞRENCİ: Akif’i unutturmamalıyız gelecek nesillere. Ondan ilham alacak çok şeyimiz var.
2. ÖĞRENCİ:Âkif, geçim sıkıntısı içindeyken bile sözüne sadık kalarak vefat eden arkadaşının çocuklarını evine almış ve kendi evlatlarıyla birlikte okutup yetiştirmiştir.
5.ÖĞRENCİ: Dindar Akif bize güzel bir örnektir. Ezanın yasaklanıp da Türkçe ibadet saçmalığına düşüldüğünde Kuran Tercümesi isteyenlerin niyetlerine hizmet etmemek için yazmış olduğu çalışmanın basımını bile men etmişti.
3. ÖĞRENCİ: Akif ne diyordu; “Avrupalıların ilimleri, irfanları, medeniyetteki, sanayideki ilerlemeleri inkar olunur şey değildir. Ancak insaniyetlerini, insanlara karşı olan muamelelerini kendilerinin maddiyattaki bu ilerlemeleriyle ölçmek katiyyen doğru değildir. İddiam odur ki; heriflerin ilimlerini, fenlerini almalı fakat kendilerine asla inanmamalı, asla kapılmamalıdır.”
1.ÖĞRENCİ: bize millet olma şuurunu veren Akif’i elbette ahret yolculuğunda yalnız bırakamayız!
( Gerilerden gelen bir oyuncu öğrencilerin yanına gelirken, bütün öğrenciler susup ona bakmaya başlar… Oyuncu ağır adımlarla gelip öğrencilerin yanında yerini alır ve onlara bakarak söze girer; Korkma... Şiirin ilk kıtasını okuduktan sonra sahnedeki oyuncular sıra sıra diğer kıtaları okumaya başlar. Şiir okunmaya başladığında herkes hazır ol vaziyetindedir. Sahnede olmayan oyunculara da kalan kısım pay edilir ve sırası gelen sahneye şiirini okuyarak girer. Hepsi sahnenin farklı yerlerinde durur ve 10 kıta bittiğinde İstiklal marşı müziği girer. Seyirciyle beraber istiklal marşı okunur. Final)
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal…
Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklal!
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
‘Medeniyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana va'dettigi günler hakk'ın…
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
Bastığın yerleri ‘toprak!' diyerek geçme, tanı:
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şuheda fışkıracak toprağı sıksan, şuheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeli,
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.
O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım,
Her cerihamdan, ilahi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek arsa değer belki başım.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklal!
BİTTİ
29 Ekim 2022 Cumartesi
MAVİ KEP, MAVİ PELERİN
Jön Türkler'in Almanya'ya gönderdiği yetim işçilerden haberimiz yoktur sanırım?
Osmanlı Devleti'ni imar ve ihya edecekleri iddiasıyla 31 Mart ihtilaliyle iş başına gelen Jöntürklerin yedikleri herzelerin hala bir çoğundan haberimiz yok. Misal, müterake yıllarında yani devletin son zamanlarında Almanya'ya karın tokluğuna gönderdiği yetimleri duymuş muydunuz? Ya da Ermeni tehciri sonrası el konulan yetim Müslüman Türk çocuklarının Ermeni kimliğiyle batıya kaçırıldığından...
Devlet başıbozuklarca ele geçirildikten sonra ard arda gelen savaşlar sebebiyle zor duruma düşmüş, yetim çocuklarına bakamayacak hale gelmişti. "Darüleytam" yani "yetimler yurdu" çok sayıda yetim çocuğa ev sahipliği yapmaktaydı. 1917 yılına gelindiğinde artan yetim sayısına bakacak kaynak bulmakta sorunlar yaşanılmaya başlanıldı.
Adeta koskoca devlete babaları savaşta şehit düşmüş çocuklar fazla gelmeye başlamıştı ittihatçıların yönetimine.. Müttefik Almanya ile görüşüldü. Almanya, İttihatçılardan'dan yetimleri istedi... Almanya'ya savaş ekonomisi için iş gücü lazımdı. Dolayısıyla iki devlet arasında bir protokol imzalandı.
İlk etapta yaşları 14-16 arasında değişen 314 yetim çocuk, çalıştırılmak üzere Sirkeci Garı'ndan Almanya'ya şaşaalı bir törenle gönderildi. Çocukların başlarında mavi bir serpuş omuzlarında yine mavi bir pelerinle...
Almanya maceramızın ilki, 2. Viyana kuşatması sonrasında da yine dindaşlarımız kalakalmışlardı Almanya topraklarında; yitip giderek tarihin tozlu sayfaları arasında.
Yetim çocuklar konusu mühim. Nedense kimse düşmedi bu yetim çocukların peşine. Düşmedikleri gibi 1960 larda işçi olarak ekmek parası uğruna gidenlerin peşine. Yeter ki onlar döviz göndersinlerdi ülkeye...
Gönderilen bu yetim çocuklara Almanya bakacak, onların ihtiyaçlarını karşılayacak, hatta meslek öğretecekti. Güya meslek öğrenecek olan bu çocuklar Berlin'de de törenle karşılandılar. Çocukların 200'ü madenlere gönderildi. 80 tanesi tarlalarda çalıştırıldı. İçlerinden sadece 30'u meslek öğrenebilecekleri işlere yerleştirildiler.
Madende çalışan çocukların şartları son derece zordu. Haftanın 7 günü karın tokluğuna çalışıyorlar, domuz eti ve domuz suyu ile yapılmış çorba yemeyi reddettikleri için de yavan ekmekle beslenmek zorunda kalıyorlardı. Yetersiz beslenmenin yanında, yetersiz barınma, yetersiz giyinme gibi problemler de vardı. Bunlardan dolayı madenlerde çalışan pek çok çocuk hastalanıp hayatını kaybetti.
Doğruydu; madenlerde Alman çocuklar da çalışmaktaydı. Alman çocukların 1 gün dinlenme tatilleri ve de maaşları vardı. Bunu öğrenen bizim yetimler madenlerden kaçmaya başladılar.
Polisse kaçan çocukları yakalıyor, yeniden madene getiriyordu.
Almanya bu durum karşısında ne yaptı biliyor musunuz? Bu çocukları müterake yıllarını yaşayan İstanbul'da ki ittihatçı Türk hükümetine şikayet etti.
Meğer yapılan antlaşmaya göre, bu yetim çocuklar Almanya'da 3 sene boyunca karın tokluğuna çalışacaklar, 4. seneden sonra bir miktar maaş alacaklar, bu alacakları maaşın da yarısını İstanbul hükümetine göndereceklerdi. İttihatçılar bu insanlık dışı, bu aşağılık anlaşmayı gizlemişti...
Almanya, bu 314 çocuktan hayatta kalanları "firar ediyorlar, antlaşmayı bozuyorlar" gerekçesi ile geri gönderdi. İttihatçıların foyası meydana çıkmıştı. Oysa ki çocuklar yaşadıkları eziyete sabretseler, köleliğe baş kaldırmayıp, firar etmeselerdi, İttihatçılar bu yöntemle daha nice yetim çocuğu daha Almanya'ya gönderecek ve bu yetimlerin külfetinden (!) kurtulacaktı. Hatta ikinci grup olarak göndereceği çocuklar hazırlanmıştı bile...
Peki bütün bunlardan sonra ne olmuştur dersiniz?
İşgal altındaki İstanbul hükümeti utanıp hayatta kalan yetim çocuklara kucak açmıştır değil mi? Hayır! Hemen Almanya ile yeniden temasa geçilir. İlk gönderilen çocuklardan hayatta kalanlar geri alınır. Çünkü ilk giden çocukların hem yaşları büyüktür, hem de çoğu şehirli çocuklardır. İttihatçılar ikinci parti göndereceği çocukları daha düşük yaş grubundan ve de Anadolu'nun yetim köylü çocuklarından seçer.
Böylece yaşı küçük ve mazlum, suskun, sessiz Anadolu çocukları Almanya'daki şartlardan şikayetçi olamaz, firar edip işi bozmaz diye düşünürler. Almanya'ya bu şekilde binlerce yetim Türk çocuğu daha gönderilir. Babaları vatan için şehit düşmüş çocuklar, ittihatçılara külfettir ve yönetim bu çocukların pek çoğundan kurtulmuştur...
200 bini aşkın yetim çocuğun hangi birinin hikayesinin ardına düşebiliriz ki?
FEHMİ DEMİRBAĞ
28 Ekim 2022 Cuma
TÜRKİYE YÜZYILI BAŞLIYOR MU?
Sordu mu?
-Efendiler, yarın Cumhuriyeti ilan ediyoruz!
Ne dersiniz? Bir çalışma grubu oluşturup, seminerler, konferanslar düzenleyip, anketler yapıp elde ettiğimiz bulgulara göre karar alalım, diye?
Yooo...
Dedi ki; "Kabul edenler, etmeyenler? Kabul edilmiştir!"
Bitti!
Hangi inkılabını sordu millete? Yeri geldi sehpalar kuruldu, şehirler bombalandı aldığı kararlar uygulansın diye.
Bizse bıdıbıdıyla alternatif olmaya çalışıyoruz müesses nizama.
Konuşuyoruz kürsüler boyu.
Yazıyoruz galon galon mürekkeplerle.
Orman bırakmadık yazmak için kağıt üretmeye...
Ben de çok rapor hazırladım, çok makale, çok kitap yazdım.
Ertuğrul Yalçınbayır'da mecliste okudu yazdığım raporu, Nurettin Nebati'de...
Eeee?
Yaklaşık 2 yıldır yazasım yok. Yazmaya ara mı verdim; hayır. Yazıyorum, paylaşmıyorum.
Bu arada, düzenle örtüşmeye mi çalıştım? Kalbimde yukarıda işaret ettiğim ilgili kişiye karşı en ufak muhabbetim hiç olmadı, olamaz da...İmanla şirk bir arada bulunmaz da ondan!
Çünkü kitle, tuhaf!
Abi kısa yaz diyor bana taban.
Uzun raporlar raflarında tavanın.
Yazıyla alakası yok umumun.
Okuyan da yok nasılsa.
Eleştirme!
Herkes bir Kemalist ki sormayın!
Ama karşı mahalle mahkeme salonu basıyor, bizimkilerde bir şirinlik muskası? Bizimkiler bizim değil lakin.
İttihatçılardan beri sistem böyle; kabul edenler-etmeyenler!
Mührü kim ele alıyorsa tavır aynı, değişmiyor.
Lozan...İmzala!
İstanbul Sözleşmesi...İmzala!
Paris iklim...İmzala!
Aşı olacaksınız, köpek gibi hemi de!
Baş üstüne, emredersiniz! Rap rap!
Kimliklerimiz; en delikanlılarımızın ki bile; gender!
Üniversiteler konuşuyor, ekranlar konuşuyor, siyasiler konuşuyor, sokak konuşuyor...Sürekli bir istemezük!
İş yapan var mı?
Efendiler, yarın şeriatı ilan ediyoruz!
Sümme haşa, kopmaz mı kıyamet!
Siz devrimlerin tezlerle olduğunu mu sanıyorsunuz?
Efendim ne derler? Küstürmeyelim, diyalog-hoşgörü filan?
Elalem ne der? Batı ne der?
Hükümetin kerhen en beğendiğim bakanı, Milli Savunma Bakanı Akar diyesiymiş; “Türkiye ve İsrail arasında hem tarihi hem kültürel bakımdan ciddi bağlarımız, ortak değerlerimiz var!”
Ne zaman diyor; hem de Türkiye yüzyılının başladığının ilan edildiği günlerde.
Bu beyanını beğenmedim bakanın. İsrail ile hiç bir ortak değerim yok benim. İyi de fincancı katırlarını ürkütmeden, nasıl itiraz edebilirim?
Hoş hep itiraz ettim bu tür adamlara; Gül'e, Davutoğlu'na, Babacan'a misal.
Dediler fitne çıkarıyorsun; şimdilerde adı geçen kişilere dümdüz sinkaf eyleyenler.
Türkiye yüzyılı başlıyor; Zerujda kızlarımız sıkmabaşlı fenomen...
Türkiye yüzyılı başlıyor; aileler darmadağın!
Türkiye yüzyılı başlıyor; bu milli eğitimle mi? Bu kültür politikalarıyla mı? Bu meclisle mi?
Sloganla mı?
İttihad ve terakki gibi mi?
Hem birlik hem gelişme!
...
Dahasını yazacağım da...
Yazı uzun olmasın; siz okumuyorsunuz?
...
Kısasını sona sakladım; Bir topluluk kendini değiştirmeden, Allah onları değiştirmez! (Ra'd-11)
FEHMİ DEMİRBAĞ
20 Ekim 2022 Perşembe
19 Ekim 2022 Çarşamba
YIL 2222 KLON 666 // Tiyatro oyunu
YIL 2222
KLON 666
FEHMİ DEMİRBAĞ
1. ANLATICI –TARİH DEDE
(Türk Köylüsü kıyafetli)
Ey Oğul!
Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana... Güceniklik bize;
gönül almak sana.. Suçlamak bize; katlanmak sana.. Acizlik bize, yanılgı
bize; hoş görmek sana.. Geçimsizlikler, çatışmalar,
uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana.. Kötü göz, şom ağız,
haksız yorum bize; bağışlama sana... Bundan sonra bölmek bize;
bütünlemek sana.. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek
sana..
İmdi sen bileğine sağlam, yüreğine kırk batman bir civanmert olmak
istersen çivili gömleği geçireceksin sırtına. Ihh ettin mi olmaz!
Vah dedin mi geçmiş ola!
Yol yokuş; iti var çakalı var. Daha bismillah ilk adımda telef ederler
adamı.
Hep tetikte, hep hazırda olmak icap eder. Uyku yok bu yolda!
Gözünü kapayıp da kana kana bir tas su içmeyi de unut!
Elin saldırmanda, gözün dörtbir yanda. Bastı mı gaflet, ilişeceksin
bir iskemleye; gözün biri açık biri kapalı.
Tokadı bastın mı zulme yetmiş okka çekecek. Öyle aşk edeceksin ki,
yiyen kahpe felek vurdu zannedek.
Narayı bastın mı Çukurbostandan, Langadan işitilecek.
Aman dileyene aman edeceksin. Kadına, tıfıla, yetime elleşmeyeceksin.
Hatun kısmısıyla işin olmayacak.
Bir kere seveceksin, birini seveceksin, bir sen bileceksin bir Allah.
İdmansız kalmayacaksın.
Hergelecenin nice oyunu var ezberinde olacak. Paça kazıktan tut,
Arnavut kündesine dek hepsini bi hakkın bilip, bi temiz yapacaksın.
Osmanlı tokadı dendi mi seni misal verecekler. Bayrampaşa usülü,
Perada çaktın mı, Kuzguncuktan aksi sada edecek!
İngilizin, Fransızın boks dediği isporda en iyi olacaksın. Vurdun mu
aparkütü kürre-i semada kaç yıldız var bir nefeste saydıracaksın.
Büyüklenmeyeceksin, gururlanmayacaksın, benim! demeyeceksin.
Efendi olacaksın, mecliste yol yordam bileceksin. Anane tanıyacaksın.
Örf güdeceksin. Eli öpülmeye layık birini buldun mu öpecek, bileği
bükülmek icap edeni görünce çolak bırakacaksın.
Hem öyle hem böyle olacaksın. Hem nalına hem mıhına diyecekler.
İki elle sarılırken bilmediğin kişiye, üçüncü elin saldırmanda olacak.
İktiza etmedikce çekmeyeceksin, çekince, hasmını bitirmeden kuşağına
komuyacaksın!
Nam salacaksın. Namının icabını bi tamam edeceksin.
Yetimdir, garibtir, fukaradır, gurabadır gördün mü, zillet elbisesini
bitamam giyeceksin. Küçülmekse küçülecek, vermekse her şeyinle her
şeyini vereceksin.
Dua bileceksin. Hatır sayacaksın. Olana kadar, ustan tamam diyene
kadar, beline allı kuşağı dolayana kadar, çivili gömleği çıkartmayacak, ateşten,
oddan, közden yandım anam diye!
Yalnızlık korkanadır. Toprağın ekim zamanını bilen çiftçi, başkasına
danışmaz. Yalnız başına kalsa da! Yeter ki, toprağın tavda olduğunu bilebilsin.
Sevgi davanın esası olmalıdır. Sevmek ise, sessizliktedir. Bağırarak
sevilmez. Görünerek de sevilmez!.. Geçmişini bilmeyen, geleceğini de
bilemez.
Türk evladı! Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın.
Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın.
2.ANLATICI Mr. NOSAM
(Fötr şapkalı. Smokinli…)
(Sahne gerisinde bir afiş asılıdır. Afişte “geleneksel kötülük kongresine
hoş geldiniz” yazılıdır. Salonda hemen ön sıralarda oyuncular
bulunur. Nosam konuşmasının sonunda bunlarla diyaloga geçer.)
-Pek kıymetli şirket çalışanları, sempatizanları!...
Uluslar arası geleneksel kötülük kongresine hoş geldiniz.
Herzaman olduğu gibi bu seneki kongremizde de ilk olarak geçen
yüzyılın muhasebesini yapacağız.Kar ve zarar hesaplamasının ardından
önümüzdeki yıllarla ilgili olarak ta hedeflerimizi tekrardan gözden geçireceğiz.
Eksiklerimizi giderip belki yeni stratejiler belirleyeceğiz.
Şimdi sen çok kazanan hep kazanan biri olmak istersen, dediklerimi,
şirketin kurallarını harfiyen uygulayacaksın. Ama bu kadarını yapamam,
bu beni aşar dersen baştan bilelim, senin yerini alacak çok kişi var, çık aramızdan.
Öncelikli olarak dinleme hocaları, kır kalemleri, kağıtlarını yırt kitapların.
Nasihate kulak tıka; daha ilk adımda yumuşatırlar adamın kalbini.
Hep merhametsiz, hep acımasız olacaksın. Uyku yok bu yolda! Elin nette,
gözün karda ve ekranda olacak, hep daha çok karda, hep kazanmakta.
Yeter bu kadarı, olmayacak hayatında! Dedikodu, gıybet, iftira, gaflet, dalalet,
ihanet azığındır unutma. Katık kılacaksın bencilliğine kibri.
Hiç yetmeyecek sana hiçbirşey. Daha çoğunu, daha fazlasını, en fazlasını,
en büyüğünü isteyeceksin! Kudurtacaksın ananı-babanı!
Ocak söndürecek ilikleri kemikleri kurutacaksın. Voleyi vurdun mu
uzaklaşacaksın! Döneceksin köşeleri! Düşeni görürsen bir tekme de sen
basacaksın! Garibe acıma yok. Dolandırdığına üzülme yok.
Ne bulursan satacaksın! Sattığını bir daha satacaksın. Sattıkca daha
çok satacak, elde avuçta kimin nesi varsa alacaksın. Alacak ve satacaksın!
Gerekirse gençliğini! Kutsalın olmayacak! Ayıp nedir, günah nedir bilmeyeceksin.
Bugün bana yarın sana derler, es geç!
Her metodu bileceksin. Kimine duygusal görünecek, kiminin hırsına
yükleneceksin. Hep kazandırmayı, hemen kazandırmayı, lüks olan
her şeyi vaad edeceksin. Hep vaad edeceksin. Havucu gösterip gösterip
çekeceksin. Daha iyisini, en iyisini, en yükseğini, en pahalısını önereceksin.
Dua isteyene dua, villa isteyene villa, daha güzel bir gelecek isteyene
en güzel geleceği satacaksın.
En büyük karı umuttan, vaadden kazanacaksın.
Bizim yolumuzda kimse satmaktan daha önemli değildir. Şirketimizin
tek ve biricik prensibi kardır.
İnsanları ikiye ayıracaksın, alanlar ve satanlar. Sen hep satan olacaksın.
Logomuz olan, şirket bayrağımız asılı olan her yer bizim vatanımızdır.
Savaşta silah satıp, barışta sattığın silahları yok pahasına geri alıp, se92
mirmek isteyen açgözlü başka ülke liderlerine allayıp pullayıp yeniden
satacaksın. her şeyi satacaksın. Umudu, ağaçların yeşilini, suyu, hatta havayı
bile.
Bu kadar da olur mu diyene aldırmayacaksın. Onun aklının almayacağı
kadarını yapacaksın.
Bu şirketin bayrağını her yere dikmek için, herkesin her şeyini elinden
almaya bakacaksın.En çokta çocukları aldatacaksın. Müzikle, filmle,
futbolla, teknolojiyle. Youtuberler yeni düzenin rahipleri olacaklar.
Gördüğün, algıladığın, dokunduğun, düşlediğin her şey satılabilir.
Gözyaşlarını satacaksın. Açgözlülüğü satacaksın. Her ulusun vatandaşı,
her dinin keşişi olacaksın.İnsanlığı satacaksın!
Söyleyin bakalım, var mısın yolumuzda yürümeye?
(Salondaki oyunculardan biri ayağa kalkar.)
OYUNCU 1: Dünya çocuklarının obez olması için gerekli çalışmaları
itinayla sürdürüyorum efendim. Hamburgerler ve gazlı içeceklerle
kimyalarını bozdum onların. Helal yeme alışkanlıklarını da köreltiyorum.
Tıp sektörüne de gereken desteği veriyor, türlü hastalıklar türetiyorum.
İlaç sanayimizde bu sene çok kar yaptı.
NOSAM: Aferin, brawo…Durmak yok, iknaya,algıya, olguya devam!
OYUNCU2: Silah sanayinde dünyanın her tarafında çıkardığımız
savaşlarla karımıza kar katmaya devam ediyoruz. Dünya nüfusunu
azaltmak yakın vadedeki hedeflerimiz arasında. Biyolojik silahlar şırıngaların ucunda.
Yalnız bu Türkler çıkardığımız
onca entrikaya rağmen hala “dirliğimiz birlikten geçer” diyerek
oyunumuza gelmiyorlar.
NOSAM: Onların kadınlarını ve kitaplarını bozun demedim mi
ben size? Tarihlerini unutturun, küfrettirin atalarına. Daha çok özgürlük
deyin, medeniyet deyin. Sahte hocalar salın ekranlara. Yeni oyuncaklar
bulun. Eğitim diyerek cahil bırakın. Ezberci kılın. Kompleksli yapın. Tv
lere mahkum edin. Dizilerle saldırın, programlarla… Yılmak yok, provakasyona
devam!
OYUNCU 3: Aileleri yıkarak sokak çocuklarının sayısını artırıyorum.
Gayrı meşru ilişkileri teşvik ediyorum. Tütünü, alkolü,
uyuşturucuyu normalleştiriyorum. Terör artık çocuklarla sokaklarda.
NOSAM: Aferin! Kaosa devam!
OYUNCU 4: Efendim, yalnız son zamanlarda başımıza bir Teknofest kuşağı
çıktı. Bağımsız Türkiye, yeniden büyük Türkiye deyip duruyor bu
bacaksız.
NOSAM: Bana Teknofest demeyin. O bacaksıza ne yapacağımı iyi
biliyorum. Onu bana bırakın. Er ya da geç icabına bakacağım ben onun!
Neyse biz işimize bakalım.
Bu yılın kongresinin siz değerli iştirakçilerimize birde sürprizi olacak.
Bu sürprizle bu sene karımıza kar katacağız.
…ve karşınızda binbir emekle, binbir zahmetle ürettiğimiz modern
teknolojinin son mucizesi….
…ve karşınızda…Etnik klon! Klon 666!
(Sahneye 15 yaşlarında robotumsu tavırları olan bir çocuk gelir.
Sahnenin ortasında durur. Seyirciyi selamlar.)
Gerekli programlama çalışmaları başarıyla test edilmiştir. Uzaktan
kumandası ile bir komutla bu klonu istediğimiz şekilde yönlendirebiliriz.
Bu klonun bir özelliği asla bir sahibi olmayacaktır. Sokakların klonudur
bu, sokaklar için üretilmiştir. Bu klonun tekbir sahibi vardır, o da şirket!
Bakın şu düğmesine bastığınızda kolbastı yapar…
Şu düğme ile Molotof kokteyli atar. Kan davası güder, berdel yapar…
(Kürtçe bağımsızlık diye bağırır klon.)
Kırmızı ışıkta araba sildirir, bir uzvunu kopararak dilendirebilirsiniz
de.
Uyuşturucu sattırır, kiralık katil bile yapabilirsiniz. Bu hizmetlerin
karşılığında yapacağınız işe bağlı olarak elde ettiğiniz karın % 40 ını talep
etmektedir şirket. Hor kullanımlardan şirketimiz mesul olmayıp zarardan
siz sorumlusunuz. Evet kongre sonunda siparişleriniz için görevli
arkadaşlara form doldurmayı unutmayınız. Ürünlerimiz stoklarla sınırlı
olup acele etmenizde fayda mülahaza etmekteyim. Önümüzdeki uluslar
arası kötülük kongresinde görüşmek üzere kötü kalın, Şeytanaısmarladık
diyorum.
Ayrıca Sertifikalı, fiyakalı yeni modellerimiz teşhir salonumuzdadır.
DIŞ SES:
EY MODERN İNSAN!
Amerika güdümlü topraklarda, iblisin laboratuarında, el değmeden
en modern tesislerde son model tekniklerle üretilmiştir.
Kullanım süresi cehennemin dibine kadardır. Amblajı betondan,
naylondan ve sentetik mamüllerdendir. Bozuk ambalajlı ürünleri geri
dönüşüm ünitelerimize iletiniz. İnsaf, vicdan, ahlak, şeref, haysiyet, onur
gibi duygulardan arındırılmıştır.Çağdaş ortamlarda muhafaza ediniz.
Manevi ortamlardan uzak tutunuz. Günlük bakımlarını ihmal etmeyiniz;
tv. gazete, film, facebok,twetter gibi yöntemlerle şarz ediniz. Şarkılarla,
markılarla, kitlesel eğlence merkezlerinde oyalayınız. Hertürlü duygusal
ve mantıki manyetik alan ürünlerimize zarar verebilir. Kullanmadan önce
prıopektüsünü okuyunuz.
Memnun olmadığınız ürünlerimizi Allah’a havale ediniz. Demokratik
platformlarda yıllık bakımını yapınız. Ürünümüzün ortalama
kullanım süresi 70 yıldır. Bir erkek ile bir dişiyi rayiç alışkanlık ortamında
bir araya getirdiğinizde ürün çoğalması sağlanacaktır. Medeniyet beşiğinde
sallayınız bebek ürünleri...Yetişkin ürünlerimize ait özellikleri okul
denilen servis sağlayıcılarımızda küçük ürünlerimize programlatınız.
Samimiyetsiz, içten pazarlıklı, her türlü günaha meyilli, güvensiz,
saygısız, sevgisiz, menfaatçi, bencil olan ürünlerimiz şehir ortamları için
mükemmeldir. Gayri safi milli hasılada, kişi başı tüketimi maximum
düzeyde gözeten “vatandaş kimlikli” tescilli marka, oyunu kullanan,
vergisini veren, iteatkar olan ürünlerimizi tercih ettiğiniz için teşekkür
ederiz. Sağcı ve solcu olarak iki ayrı çeşidimiz mevcuttur. Fikirsiz ve kişiliksiz
yeni modellerimiz kitlesel üretime tabiidir.
Londra, paris, roma, moskova, newyork, tel aviv, vatikan gibi modellerimiz
bulunmaktadır. Üçüncü dünya ülkelerindeki modellerimiz
batı ülkelerindeki asılları gibi özelliklere sahip original emitasyonlardır.
Dünyadaki en sağlam örnekler T.C.KMLST serisidir. Koleksiyonerlerin gözbebeği
muhafazakar ve kemalist modeller özel üretimdir.Milli hislerinden
arındırılmış, şovenizm ve dogmatizm eksenlidir. İnsani değer adı altında
fabrikamızın ayarları esas alınmıştır. Polemik ve hurafe inançlarla besleyiniz.
Dedikodu, gıybet, iftira gibi gıdalarını ihmal etmeyiniz. Fitne
çıkarmaya bayılır, kaos ortamlarında bulundurunuz.
Genç modellerini anarşi çıkarmada kullanabilirsiniz. Gezi parkında
test edebilirsiniz. Paralel programlamaya müsaittirler. Sloganlar başlama
komutlarıdır. Lider modellerimiz özeldir. Ancak fabrikamızın bilgisi
dahilinde belirli alanlarda kullanılabilir. Modellerimizin kullanım hatalarından
dolayı müessesemiz sorumlu değildir.
ANLATICI 1:
Dil bedenden bağımsız,
beyne yerleştirilmiş böcek sorular,
beyinleri kemirmekte...
taştan kalpler berbat ritmlerle atmakta!
işkembe, doymaz hisler içinde...
salgının her türlüsü yani,
sahibini kuşatmakta boğmakta!
...
Sen modern insan,
yepyeni bir yaratık!
acımasız!
vahşi!
ve hatta aşağılık!
...
lütfen beni çağdaşlardan uzak tutunuz.
NOSAM: Özel not, dip not:
Yeni formatlama için rte bilişim servisinde dönüşüm programı uygulaması
yapılmaktadır. Çocuklarınızı uzak tutunuz.
(Işık söner.)
KORO:
(Oyunculardan bir grupla rap şarkı okunacaktır.
RAP RAP, MC DONALDS OUT İN DONALD TRAMP!
Anlamsız ve cüretkar şu insan
kocaman bir yalnız…
Aden’den beri havasız…
umudu yıldız falı
imdadına koşar reçeteli antidepresan
tut sende elinden koşubandı,
Bodrumlarda saadet aile boyu
yetiş ya botoks
hepi topu iki sutun dört satır vefat ilanı
e nereye
e bilmem
öyle işte
atalarından miras sanki
silikon vadisi
you are wellcome böl-parçala-yönet!
komşuda pişen bize düşmediğinden beri
bu işte bir yalnızlık var
modern dogmalar
yalancı dolmalardan daha lezzetli
ucuz bir sos
kepaze bir tabakta
temcit pilavına katık
her on yılda önümüze
konup kalkmakta konup kalkmakta
sallasana salla dökülecek
ceplerimizden karanlık adresler
en temiz en steril ihanetler
gülümsemekte model model protezler,
kulaklarını kapa
günah bulaşmamış çocuk çığlıklarına
kahkahalar kafiye
yama yama
kalbine kalbine
Aboneyim abone!..
İlmek ilmek!
naylonlaşmış çiçekler,
yürekler…
betondan cumartesi geceleri,
parfümlenmiş cenazeler,
ılık ılık davetler
var mısın yok musun?
İhalede gözlerin
hıdırellez bakıyor ardından
hayır, hızır burdan hiç geçmedi
hiç de geçmeyecek
e nereye
belediyeye…ye ye ye,
öyle işte ecdada sitem
enter e bas; saldır-öldür-yoket!
elektrik çarpan bir şey,
nükleerli belki,
birazda Karadeniz sahili…
şok eden üçüncü sayfa haberleri
netameli her sabah
kapıda kapıcının bıraktığı
ekmeğin gramajı
ve kapı çelik kapı
korku dağları sarmış şehirde
güvenlikli siteler
güvenliksiz ilişkiler
gerillaysa dağda
papuçları o gün bugün pek kan lı
seyret beni vebcamden
korkuyorum üç boyutlu gerçekten
Facebooktasın
sülbün sallantıda
idrakte problem
kapat gözlerini
yavaş yavaş gayya
sallan yuvarlan
eskiden dünyaydı bir yuvarlak olan
figürsüz fütürsuz köşesiz herşer!
kalleş bir rotanın dümen suyunda
meydanlarda arap rüzgarı
Twitle beni
ha babam de babam
karamba karambita
Kurtlar vadisinde
dansın ya da kıvırmanın türlüsü
biz enseyi kararttıkça
aksansız bir dilsizlik
beynelmilel lisanı zalimin
rezidanslarda, şimdilerde
seyrelt bıyıklarını
büyüt gardrobunu
mukaddesatçı ol
sus işte
sustukça
Jeep in ne marka
hepimizin adı okunuyor
sırat cetvelinde sırayla
olacak o kadar!
bu çarşı kime karşı
eski açık uyuma
şike ama kime
e nereye
e bilmem
öyle işte baltacıdan devraldık,
yanmazdır kefenlerimiz.
Can you speak illaki messenger
numaralar çoğaldı
0 bilmem kaç
ip üstünde yürüyen cambaz demode
fritöz ve mikrodalga fırın
aşımız pizza
kalbimizi kavuruyor
maximum ayarda
alışveriş sepetinde
matik matik torbaların yanında
hazır çorba
hamburger ve cola
kanatlı pedler
çocuk mamalarıyla aynı rafta
yani baba katiliyle baban bir safta
her şeyimiz taklit ve de çakma
hişt baksana bana
survivor adalarında da o var
yaşasın şirket
Öyle bir geçer zaman ki,
otobüs durağı deniz kenarı
ormanlık alan iffetin yatak odası
zenci marka saatler
sevdalar çakma
el çabukluğu
marifetin tınısı
kini nefreti hırsı
sattılar satılacak ne varsa
her yol roma her yer piyasa
ayağımızda top aklımız pop
burnumuzda halka sıçratıkça
sıçradı sıçrayacağı kadar necaset
e nereye
e bilmem
öyle işte
yok böyle dans
help help; memleket festival
unutma
derin bir nefes al
gelecek yok,
geçmiş acı hatıra…
aldanma!..
Kobay ve klon aynı kundakta!
(BAŞKA ANLATICILAR)
1 ANLATICI
Tarih bazımızı yazdı bazımızı yazmadı.
Talih bazımıza güldü bazımıza gülmedi.
2 ANLATICI
Hayat bazımıza acı patlıcan suyu? Benim ki can!
Memat meselesi oldu soluk almak! Anne acıktım ve üşüdüm!
3 ANLATICI (gelerek)
Memati bazımızı vurdu bazımızı vuracak,
Alem dar geldi bu korku niye?
1 ANLATICI
Ne o zaman ortak yanımız? Ya da nedir bizi bir araya getiren; düğünde,
cenazede, camide, mektepte, otobüste, şarkılarda filan..Öyleyse
birbirimizi öldürmek niye?
2 ANLATICI
Asansörde niye kuşkuyla bakıyoruz birbirimize? Kadın erkek fark
etmez, niçin potansiyel sapık ya da katiliz birbirimizin gözünde? Bu güvensizlik
niye? Ne oldu bize?
3 ANLATICI
One minute! One minute!.. Dağdaki in artık ovaya! Yoksa biz geliriz
oraya!
1 ANLATICI
Durum biraz karışık anlayacağınız.. Boğazımıza kadar pisliğe batmış
olsak da, görmezden geliriz, hala kuyruk dik! Umut var ısrarla yarınlara!
3 ANLATICI
Güzel hikayedir…
2 ANLATICI
Hangi hikaye?
3 ANLATICI
Kuyruğu dik tutma meselesi..
1 ANLATICI
E anlat bari de bilelim.
3 ANLATICI
Hikaye malum aslında. Açlık sınırındayken ormanlar kralı aslan, düşer
bir farenin peşine.. En azından ağzımız tatlansın diyerek.. Fare önde,
aslan arkada.. Fare can, aslan arasıcak derdinde..
Can havliyle bir köşeyi dönünce bizim bahtsız bedevi fare, derenin
kenarında boylu boyunca uzanmış güneşlenen bir malakla kafa kafaya
gelir..
2 ANLATICI
Hikaye şenleniyor gibi.. Aslan, fare, ordövr arasıcak derken bir de
malak.
3 ANLATICI
Bundan sonrası hazin.. Yardım dilenir malaktan bizim fare..
1 ANLATICI
Malaktan?
3 ANLATICI
Can boğaza geldi mi, ha malak ha mabadı dört kanat özel kalem müdürü..
fark eder mi?
2 ANLATICI
Özel kalemlerin mabadları dört kanat mı?
3 ANLATICI
Kalemine bağlı.. Kimi standart iki kanatla başlar öyle koyar noktayı.
Kimi palazlanır, dörde çıkar kanatların sayısı..
2 ANLATICI
Başka belirtileri var mı kanatları dörtleyenlerin?
3 ANLATICI
Olmaz mı? Bıyıklar incelir, sakallar iyice bir seyrelir, göbek çıkar kaçak
balkon misali, ibadette ve ihalede sınır tanınmaz.. Bir yanda Allah
korkusu, bir yanda manita bir içim su..
1 ANLATICI
Dallandırmayın hikayeyi.. Daha işin başındayız.. Sen fareye, malağa
dön!
3 ANLATICI
Hay hay.. Dedik ya, aslandan kaçan fare can havliyle yanlar malağa..
Kurtar beni baba diye inleyerekten..
2 ANLATICI
Ben bu sözü hatırlıyorum! Ama benim hatırladığımda beni değil bizi
diyorduk.
3 ANLATICI
Senin için fesat.. Kurtardı mı bari baba sizi?
2 ANLATICI
Kaç kere denedikse de babaları, niyeyse olmadı.. Hep sonunda biz
babayı …… uğurladık!
1 ANLATICI
Açıyorum artık perdeyi.. Oyuncular sabırsızlanıyor..
3 ANLATICI
Tamam bitiriyorum hikayeyi.. Fareye acıyan malak, lök diye yapar
ortalık yere şeyini. Sonra da atla der içine, fareye. Buna mı der fare. Soru
sorma da atla der, malak. Aslan köşeyi dönünce malağa güvenir. Atlar
fare malağın lökünün içine. Tamamen gömülür, kaybolur. Nasıl olursa
kuyruğu dışarıda unutur. Aslan sorar malağa, buradan bir fare geçti mi
diye.. Görmedim der malak, güneşleniyorum gördüğün gibi işte. Geçip
gidecekken ormanlar kralı, gözü malak pisliğinin dışında dimdik duran
kuyruğa ilişir. Dişleriyle kıstırır kuyruğu çekip çıkarır fareyi. Sonra doğru
dereye.. Birkaç kez batırır fareyi dereye, lökten temizler. Sonra tek hamlede
atar ağzına, iş biter..
1 ANLATICI
İyi güzel de kıssadan hisse nerde?
3 ANLATICI
Kıssadan hisse üç tane… Bir; seni boğazına kadar pisliğe batıran
herkes düşmanın değildir.
İki; seni pislikten çekip çıkarıp temizleyen herkes de dostun değildir..
2 ANLATICI
Harika doğrusu.. Da, üçüncüyü çok merak ettim..
3 ANLATICI
Zaten esas hisse orda..
2 ANLATICI
Yani?
3 ANLATICI
Yanisi şu, eğer burnuna kadar löke pisliğe batmışsan kuyruğu dik
tutmanın alemi yoktur!...
1 ANLATICI
Vay be!.. Güzelmiş hakikaten.. E, bize düşen pay ne?
3 ANLATICI
Ben ortaya anlattım. Neresini beğendiyseniz orasını alın!..
2 ANLATICI
Haydaaa!.
3 ANLATICI
Şimdi sıra geldi malakları, aslanları ve burnuna kadar pisliğe batıp
kuyruğu dik tuttuklarını sananları göstermeye taklit sahnesinde….
Ha bir de dip not meraklısına.. Hikaye mesneviden.. Taklitler bizden!..
1 ANLATICI
Global dünyanın kapağını kaldıralım bakalım.. Yalnız dikkat edin bu
oyunda her şey satılıktır. Marka değeriniz varsa fiatınız parlaktır. Ben satılacak
insan mıyım demeyin.. İnanın bu çivisi çıkmış dünyada her şeyin
bir fiatı vardır!
2 ANLATICI
Onüç yaşında bir çocuğun Hero laşma serüvenidir anlatacaklarımız.
Annesi Kürt babası çerkes Türk oğlu Türk’ün hikayesidir. Herotürk’ün!
1 ANLATICI
Al gözüm seyreyle!
2 ANLATICI
Al gözüm seyreyle!
(Karanlık)
OZAN
(Kendi kadınlarına kıyan toplumlar,
kendi kadınlarını baştacı yapan,
toplumların yetiştirdiği,
çocukların kölesi olurlar! )
Tazesi kalmadı kartlaştı herşey
Bir delikli kuruşa gitti dünya
Yazıldı ve çizildi parlak kağıtlara
Geleceği satanlar boy boy ekranlarda
3D tiridine bandım
güzel günler göreceğim HD kalitesinde
Ya tek başına öleceğim
Ya da kervana katılacağım bende
Tüneldeki şaşkın
Karşıdaki ışık treninse yandın
Elektronik öyküler
Anlatılan sensen cidden yandın!
PERDE
KLON 666
Adam: -“Hanım şimdi çıktım işten. Markete uğrayacağım. Bir şey ister misin?
Trafik ana baba günü. Biraz gecikebilirim. Oğlan okuldan henüz
gelmedi değil mi? Hazırlıklar tamam mı? Tamam canım, öpüyorum. Görüşürüz
hoşçakal.”
Adam bir markete girer. Tabelada “ Şirket Market” yazmaktadır. Hemen
altında da bir slogan gibi, “vakit nakittir” yazmaktadır. Markette
değişik bölümler yazmaktadır.
Şirket bank, şirket elektronik, şirket gıda, şirket temizlik ürünleri.
Önce şirket bank’a uğrar. Selamlaşır.
Adam: - İyi günler. Hesabıma 1 ay yatırmak istiyorum. Afedersiniz bir de
hesabıma bakabilir misiniz? Ne kadar hesabım birikmiş?
Bankacı: Hoş geldiniz. Kimlik bilgileriniz için kafanızı uzatır
mısınız efendim.
(Hemen yandaki bir manken kafasını adamın kafasına dayar mankenin
gözlerindeki ışıklar yanar.)
- Efendim, bir bakalım kontrol edelim. Evet kimliğiniz doğrulandı.
Şimdi yatırmak istediğiniz 1 ayınızı alayım.
- Adam kafasını uzatır. Bankacı adamın kafasına kafasını dayar.
İşlem tamam. Efendim ömrünüzden aldığım bu bir ayla hesabınızda ki
Nosam dolar hesabınız tam 73.500 olmuştur. Ayrıca eşinizin hesabı üzerinden
çektiğiniz krediye mahsuben daha önceden ödenmemiş 2 taksit
ömür hesabınız kalmıştır. Eşinizle aynı anda bankamıza gelmeniz gerekmektedir.
Bir ay daha gecikecek olursa bütün hesabınızın bloke olacağını
üzüntüyle bildiririm.
Adam: Rica etsem toplam ömür hesabıma da bakar mısınız?
Bankacı: Manken kafayı tekrar adamın kafasına dayar. Mankende
ışık yanar söner. Beyefendi, şu an için tam 73 yaşında gözüküyorsunuz.
Harcama hareketliliğiniz normal. Ömür transfer hesabınız 100’e gelmeden
kredilite notunuz şirket bank tarafından risk taşımaktadır. Şu an için
yatırdığınız 1 aylık ömür miktarı bugünkü kurla ancak 100 Nosam dolarına
tekamül etmektedir.
Adam, teşekkür eder. Bankadan ayrılacakken bir arkadaşıyla
karşılaşır.
Adam 2: Vay dostum ne haber?
Adam: Sağolasın iyiyim. Sen nasılsın? İş güç, çoluk, çocuk, klon mlon
nasıllar?
Adam 2: Hayırdır ne işin var bankada? Seni gidi kirli çıkı seni. Vakit mi
çektin nakit mi?
Adam: Yok be! Nerede bizde o para. Memur adamda para mı olur? Mutad
işler canım.
Adam 2: Ne dersin şu son olaylara. Şirket açıklama yapmış.
Adam: Yoo? Nedir vaziyet?
- Şirketin açıklamasına göre yine insan grupları 3 türlü devam edecekmiş.
Ancak C grubu insan ömürlerine % 10 zam yapılmış.
Adam: Desene 40 yılı 44 yıla çıkardılar.
- Ya sorun B grupları 60 yaş sınırında kalacakmış. A grubunda
yine limit yok. B grubu gayretkeşleri A olabilmek için yine KPSS sınavlarına
devam edecekler. Bu arada senin yaş ne oldu.
Adam: 73
Adam 2: Vay sen sınırı aşmışsın. 73 ha. Ben 58’deyim. Kaldı 2 senem. Sınavları
aşamazdım e artık helvamı yemeye beklerim. (hahahhaha)
- Ya ayıp olmasın. Üzerimde nakit yok. Bende bankadan çekecektim.
Varsa bir 3 saat ömür hesabından aktarsana bana. Hesabımda
bozukluk kalmamış. Şimdi bankaya gün, hafta, ay hesabımı da bozdurmayayım.
Adam: Aceleci davranarak. Estağfirullah, lafı mı olur? Kafasını diğer
adamın kafasına dayar.
Adam2: Eyvallah dostum. Aslında şirket parayı kaldırmakla iyi etti. E vakit
nakitse bizde ödemelerimizi vakitle öderiz değil mi? İnce iş. Arkadaş
bu şirketin kafası iyi çalışıyor.
Adam: Kusura bakma işim acele gitmeliyim. Daha alış veriş yapacağım.
Görüşmek üzere hoşça kal.
- Adam market içindeki elektroniğe girer. Elindeki listeyi tezgahtara
uzatır. Şurada yazılı olanları paket yapar mısınız lütfen?
Tezgahtar, paketi uzatır.
Adam: Teşekkürler, borcum ne kadar?
Tezgahtar: 6 saat 45 saniye efendim.
Adam, kafasını uzatır. Tezgahtar kafasını uzatır. Tokuştururlar.
- Tezgahtar: Başka bir arzunuz var mı efendim.
Adam: Teşekkürler.
Tezgahtar: Yine bekleriz, iyi günler dileriz.
Adam yandaki şirket gıdaya uğrar.
- Tezgahtar 2: Güler yüzle karşılar adamı. Efendim hoş geldiniz.
Nasılsınız? Yeni kapsüllerimiz geldi efendim denemek ister misiniz?
- Adam bir liste uzatır.
- Tezgahtar listeyi hazırlar. Bir file içinde adama uzatır.
Adam: Hesabımız ne kadar oldu? Geçen aydan da borcum olacaktı.
Malum bugün maaşımı aldım. Onu da kapatalım.
- Tezgahtar: Efendim, bir bakayım. Eskisiyle birlikte toplam 3
gün 19 saat 55 saniye. Fiş, fatura ister misiniz?
Adam: Yok gerek yok. Buyurun hesabı alın, der kafasını uzatır.
Tezgahtarda kafasını uzatır. Tokuşurlar.
- Tezgahtar: Beyefendi hay Allah kartınız boş gözüküyor.
- Adam: Nasıl olur? Tam 73 yıl ömrüm var. Durun bir bakayım.
Yine arıza yaptı herhalde der. Kendi kafasına bir iki tokat atar. Şimdi tekrar
deneyelim lütfen. Aynı hareketi yinelerler.
Tezgahtar: Evet efendim. Hesap tamam. Model eskimiş demek
ki? Bir servise gösterseniz iyi olur.
Adam: Haklısınız, servise gitmeliyim. Yalnız randevu saatleri o
kadar dolu ki… Bize sıra gelinceye kadar ömrüm biter diye korkuyorum.
Tezgahtar: Çok şakacısınız. Yengeye selamlar. Klonu benim için
öpün efendim, iyi günler.
- Adam yandaki tezgaha, şirket temizlik ürünlerine girer.
Adam: İyi günler. Günah çıkartıcı alacaktım. Yeni ürün gelecek demiştiniz.
Geldi mi?
Tezgahtar 3: Evet efendim. Hem de promosyonlu geldi. Yanında
da pişmanlık tozuyla birlikte.
Adam: Güzel, iki tane sarar mısınız lütfen? Biri eşim için olacak.
Ha bir de servise ya da doktora görünmedim ama kafa kartım tıkanıklık
yapıyor ara sıra. Onu açacak bir şey önerir misiniz?
Tezgahtar: Efendim eğilin bir bakayım der, adamın kafasını karıştırır.
Efendim, kepek yapmış. Ondandır. Bakın şu yeni gelen şampuanı
tavsiye ederim.
Adam: Teşekkür ederim. Toplam borcum ne kadar tuttu?
- Tezgahtar: Toplayayım efendim. Evet, toplam 4,5 saat. Adam
tezgahtarla kafasını tokuştururlar.
- Adam paketleri alır, tezgahtar 3’le vedalaşır.
Adam: Evet alışveriş faslı da bittiğine göre eve gidebilirim artık.
Ömrümden ömür verdiğim bugünü de kapattık artık.
SAHNE
Bir ev dekoru. Anne-baba evdeler. Evde telaşeli bir ortam söz konusudur.
Baba: En sevdiği yemeği yaptın mı canım?
Anne: Evet canım!
Baba: Pastanın mumları hazır mı?
Anne: Evet canım!
Baba: Birazdan okuldan gelir, hediye paketleri yerinde mi?
Anne: Evet canım!
Baba: Tv’yi açsanda, bugün uluslararası kötülük kongresinin açılışı
vardı, canlı yayınlanacaktı izlesek diyorum.
Anne: Hayatım bir saat önce bitti tören. Sen işten geldiğinde çoktan
bitmişti. Belgesel başladı Tv’de bende kapattım.
Baba Tv’yi açar.
Tv’den Ses: Yıllar süren nükleer ve kimyasal savaşlar neticesinde
nesli tükenen hayvanların arasında dikkati çeken kedi ve köpek diye isimlendirilen
hayvanlarda bulunmaktadır. Şirketin gündeme aldığı “klon”
mucizesi insalardaki kedi-köpek sevgisinin boşluğunu da doldurmuştur.
Klonlar sayesinde hem evlat hem de ev hayvanına olan sevgi boşluğu
şirketin sağladığı imkanlarla giderilmiştir. Sayın izleyiciler evinde klon
barındıranlar lütfen yıllık klon vergilerini ödeme merkezlerine yapmayı
unutmayınız. Programımız burada sona ermektedir. Yayınımıza şimdi
‘Öyle bir geçer zaman’ isimli dizinin 15448. bölümüyle devam ediyoruz.
Bakalım Ali kaptan Cemileyle tekrar bir araya gelecek mi? Küçük Osman
bedelliden istifade edebilecek mi? Soner ve Aylin kavuşacak, Carolin
aslında ölmemiş Ekber’le hesaplaşabilecek mi? Bütün bu soruların cevaplarını
merak ediyorsanız bizden ayrılmayın!
Baba: Hay Allah! Belgeselde bitti. Neyse diziyi internetten izlerim
nasılsa. Tv’yi kapatayım bari.
O sırada kapı çalar. Anne açmak için kapıya yönelir. İçeri klon 666 girer.
Robotumsu tavırları vardır. Üzerini çıkartır. Çantasını bırakır.
Klon 666: Selam anne! Selam baba!
Anne: Hoş geldin oğlum. Yok mu anneye bir öpücük?
Çocuk anneyi yanağından soğuk bir ifadeyle öper.
Klon 666: Mucuk!
Baba: Bana yok mu? (Çocuk babaya soğukça sarılır.)
Gel bakalım, gel otur şöyle yanıma. Yemek hazırlanana kadar baba
oğul konuşalım biraz.
Eee söyle bakalım dersler nasıl gidiyor?
(Anne sofrayı hazırlamaktadır. Tabaklar servis edilir. Tencere yerine
kavanozlar konulur sofraya.)
Klon 666: Derslerim çok iyi baba. Yarın matematikten sınavım var.
Programlanmalıyım.
Baba oğlunun başına elini atar.
Baba: Eğil bakayım, harddisk’in ne konumda bir bakayım.
Ensesine bakar.
Hay Allah! Belleğin dolmak üzere. Bazı şeyleri çöpe boşaltmak lazım.
Eşine seslenir.
Hanım, 666’daki geçen yıla ait bir kısım hatıraları sileyim mi? Oğlanın
kafası iyice dolmuş. Hem onları ayrıca yedeklemiştik zaten.
Anne: Dikkat et komple resetleme de çocuğu? Biliyorsun servisler
bu ara çok yoğun. Çocuğun da sınav haftası. İdare ederse haftaya bırak.
Ben hallederim bir ara. Aslında yıllık format zamanı da gelmişti.
Baba: Bu ara bütün eşyalarda nükleer serpintiden dolayı bir sıkıntı
var. Aracımın da hibrit ayarları bozuldu. Gelirken servise bıraktım. Eve
de metrobüsle döndüm. Yıl sonuna kadar da Beylikdüzünden Silivriye
kadar yeni hat yapılacakmış. Trafik ana-baba günü anlayacağın. Başkan yine tatilde. İstanbul’la kim ilgilenecek belli değil.
Anne: Eveeeet yemekler hazır. Buyurun sofraya. Kusura bakmayın,
zeytinyağlı dolma kapsülü kalmamış. Sipariş vermiştim, ancak önümüzdeki
ay gelir dediler.
Evet nasıl beğendinizmi menüyü?
Şu kuzu dolması kapsülü, yeşil olan ıspanaklı yumurta. Bir de içli
pilav kapsülümüz var. Tabiî ki yemeğin sonunda da klonumuza bir sürprizimiz
olacak değil mi babası?
Klon 666: Nedir? Nedir? Sürprizi öğrenmek istiyorum. Söyle anne,
hemen söyle! Ok. Tamam!
Baba: Aaaa! Olmaz oğlum! Annen sürpriz dedi. Israr etme.
Klon 666: Peki baba! Anladım ok. tamam.
Baba: Aferin oğluma.
Anne: Amanda üzmezmiş annesini babasını biricik oğulları.
Geçen Tv’de bir belgeselde izledim. Eskinin insanları; Domates,
biber, patlıcan gibi bir kısım sebzeler varmış, o zamanlar yeryüzünde, onlardan
yemekler yaparlarmış.
Baba: Çok geriymiş canım insanlık o zaman? Böğk nasıl yerlermiş
o garip şeyleri. Bulmacalarda çıkıyor bazen eskinin yemek isimleri. Kuru
fasülye, pırasa… en komiği de kapuska! Çok gülüyorum eskinin o yemeklerine.
Hımm nefis şu kapsüllere, şu tabletlere baksana! Nefis! Hay
Allah şu kuzu kapsülünden bir tane daha mı alsam ne? Şişkinlik yapar diye de
korkuyorum yaa…
Anne: Bey, geçenlerde müzede gördüm, bu bizim kapsüllerin geçmiş
zamanlardaki geçiş aşamasındaki hallerini. Hamburger mi ne
diyorlarmış. Başarılı bir uygulama değilmiş o zamanlar. Tüketildikleri
toplumlarda fast food denilen o gıdalar insanların metabolizmalarını bozuyor,
hastalanmalarına sebep oluyormuş.Obez miş hastalıklarının adı.
Baba: Öyle deme hanım bir duyan olur. Şirketin önemli gelir kaynaklarından
birini oluşturuyordu fast food zincirleri. Teknolojimiz bu
günlere geldiyse o gıdalar sayesindedir. İnsanlar yavaş yavaş yok olarak
savaşlarında etkisiyle zaten kıt olan yeryüzü kaynakları biz yeni nesle ancak
kalabildi. Şirket doğrusunu bilir. Yapay et sayesinde ne para kazandı şirket.
Klon 666: İnsan hakları ne demek anne?
Anne baba bu soru üzerine susakalırlar.
Anne: Buda nereden çıktı şimdi Klon666?
Klon666: Bugün sınıftaki insan çocuklar kendi aralarında konuşuyorlardı.
Onlardan duydum.
Anne: Ah güzel oğlum. Bırak sen şimdi bu işleri. Hem ben sana kaç
kere dedim, insanlarla diyaloğa geçme diye. Hem insanlardan hem de sokak
klonlarından uzak durmalısın!
Baba: Yok yok! Bu iş o Türk denen veledin başının altından
çıkmıştır. Bütün okul şikayetçi ondan. Şirkette alabildiğince rahatsız bu
durumdan, ondan ve babasından. Naparsın ki babası üst düzey bir devlet
yetkilisi. Klona tabi olmayan bürokratlardan. A sınıfı bile değiller. Bizim
gibi B sınıfı olanların halinden de anlamazlar ki? Şu toplumun bu ayrılıkçılardan
nedir çektiği ya rab?
Anne: Aman bey! Girme hemen siyasete. Bugün önemli bir gün unutma.
Yemeğiniz bittiyse sofradan kalkın. Baba oğul biraz sohbet edin,
bende oğlumun sürprizini hazırlıyayım!
Baba söylenmeye devam eder.
Baba: Türkler arasında sınıf ayrımı yoktur deyip duruyorlar. Bir kısım
Türkler kabullenmedi şirket yasalarını. Sanki biz Türk değilmişiz
gibi.
Baba oğul bir kenara geçer sohbete koyulurlar.
Anne sofrayı kaldırmakla meşguldür.
Klon 666: Baba aşk ne demek? Biz klonlar neden aşık olamıyoruz?
Baba: Kem küm, efendim, şimdi, ben, hay Allah nasıl anlatayım sana
bunu.
Klon 666: Sevmek ne demek?
- His ne demek?
- Acı ne demek?
- Mutluluk ne demek?
- Biz klonların insanlardan farkı ne? Neden insan olamıyoruz?
-Klonlar neden rüya görmezler? Neden hayallerimiz yoktur bizim?
Baba: (Hiddetlenir) Klon6666666! Sen derslerinle ilgilenir misin lütfen?
Elektriğini mi enerjini mi esirgiyoruz senden? Yıllık bakımını yapmıyor
muyuz? En ufak arızanda servise götürmüyor muyuz? Bu sorularınla yeterince
insanlaştın sen klon666! Nedir bu isyanın?
Klon 666: Afedersin baba! Seni kızdırmak istemedim. Ama
Türk dedi ki?
Baba: Türk –Türk! Yeter! Bu ismi duymak istemiyorum.
(duralar) Sen gel bakayım buraya. Çocuğun ensesine tekrar eğilir. Bakar,
inceler. Sakın Türk denen o velet sana bir virüs yüklemiş olmasın?
Baba anneye seslenir.
Baba: Hanım, 666’ı formatlarken bir anti virüs programı da yükletsene
lüzumsuz soruları engellemesi için. Çocuğun bütün düzeneği
bozulmuş.
Anne, bir büyük kavanoza konulmuş yanan mumlarla içeri girer.
Anne-Baba: Happy birtday klon666
Anne elindekileri masaya bırakır. Kollarını açarak çocuğa sarılır.
Anne: 17. doğum günün kutlu olsun canım oğlum.
Klon 666: (donuk) Teşekkürler anne!
Baba, tebrik eder çocuğu.
Baba: Mutlu seneler oğlum!Duralar. Hüzünlenir, iç çeker.
‘Mutlu sene, sene, sen…’ oğlum.
Anne: Yok mu anneye gülücük? Sarılırlar
Yok mu anneye öpücük?
Klon 666: Muckkk!
Anne içeri koşar, hediye paketleriyle gelir. Paketin birini açar oğluna
uzatır.
Anne: Amanda annesi ne almış oğluna. Bak harici bir hard disk.
Hem de okunmuşundan. Mahallenin imamına da okuttum ki Allah nazardan,
kazadan, beladan korusun oğlumu. (Muska gibi takar oğlunun boynuna)
Klon 666: Teşekkürler anne ok tamam.
Baba: Ben de oğluma yeni bir güç kaynağı aldım. Artık geceleri
bir saat geç yatabileceksin. Daha çok Tv seyredip, bilgisayarla
oynayabileceksin. Şu küçük chip sayesinde de hafızana dünya klasiklerini
yükleyebilirsin.
Klon 666: Teşekkürler baba ok tamam. Bende siz değerli ailem için
dans etmek istiyorum müsaadenizle… Ok! Tamam!
Elektro dans gösterisi yapar. Anne- baba alkışlarla tebrik ederler çocuklarını.
Anne: Yavrum benim, nasılda yakışıyor dans etmek. Babası oğlumuzu
seneye klonlar arası yetenek sizsiniz yarışmasına katsak mı?
Sözünü bitirmeden hüzünlenir. Anne kavanozdan kapsülleri çıkarır.
Çatala takılı olarak hem babaya hem çocuğa yapmacık bir sevinçle uzatır.
Anne: Nasıl, doğum günü pastanı beğendin mi?
Baba: Hanım çok güzel olmuş, nereden aldın?
Anne: Yok bu kez almadım! Kendi ellerimle yaptım. Masterşhefte görnüştüm tarifini.
Baba: Ellerine sağlık benim hamaratlı karım. Molekülleri, proteinleri,
karbon hidratları dağıtmışsındır sen şimdi. Mutfağın halini
düşünemiyorum bile.
Anne: Aşk olsun bey! İşten eve gelip bir de pasta yapıyoruz yaranamıyoruz.
Baba: Şaka, şaka …Bi tanem!
Klon 666: Ellerine sağlık anne ok tamam.
Anne: Afiyet olsun güzel klonum benim.
Klon 666: Anne biraz bilgisayarda oyun oynayabilir miyim? League of Legends,, Call Of Duty, Counter Strike
GTA, Max Payne, Prince Of Persia, Crysis, FarCry oynayabilir miyim?
Anne: Pedagoglar zararlı demiyor muydu bu oyunlara?
Klon 666: Zararlı olsalar, hiç şirket bu oyunları üretir mi anne?
Anne: Şirket ürettiyse sorun yok. Ama önce dersini bitirmelisin oğlum. Sonra oynarsın. Unutma en
fazla bir saat. Sonra da doğru yatağa.
Klon 666: Tamam anne ok anlaşıldı.
Çocuk uzaklaşırken,
Anne ders çalışmama yardımcı olur musun? Ok.
Anne: Tamam canım, nerede cd’lerin senin?
Yandaki dolaptan cd’leri karıştırır. Neydi yarınki matematik sınavının
konusu?
Klon 60: Pisagor bağlantısı anne ok.
Anne cd’leri karıştırmaya devam eder.
Anne: Üçgenler, prizmalar, denklemler, asal sayılar, doğal sayılar…
nerde bu cd? Hah buldum.
Çocuğu yanına çağırır.
Anne: Gel oğlum buldum. Aç bakalım cd writer’ını. Flashbellekten mi baksak yoksa?
Çocuk göbeğini açar, anne cd’yi yerleştirir. Bir süre duralarlar.
Çocuk Pisagor bağlantısını anlatmaya başlar.
Klon 666: Bir dik üçgende hipotenüsün uzunluğunun karesi, dik
kenarların uzunluklarının kareleri toplamına eşittir. Bu bağıntıya (Pythagoras)
Pisagor Bağıntısı denir.
Hipotenüs 90 derecenin karşısındaki kenardır. Dik kenarlar ise 90
derecenin oluştuğu kenarlardır.
Anne: Tamam canım şimdi bilgisayarının başına geçebilirsin.
Çocuk masaya oturur, bilgisayarla oynamaya başlar.
Anne, eşinin yanına gelir. Adam gazete okumaktadır.
Anne: Hay Allah bugün çok yoruldum. Çok mutluyum ve de çok
üzgünüm. Söylesene canım ne kadar kaldı geriye. Bu son doğum günüydü
değil mi? Ne de çabuk geçiyor zaman? İlk günü hatırlıyorum da…
Oğlumu ambalajında görevlilerin ilk teslim ettikleri günü…İlk ıngaa sını
ancak programları yüklendiğinde duyabilmiştik…Soğuk bir İstanbul akşamında…
Lisanssız hiçte bir program yükletmedik sonra yavrumuza…
Kadın konuştukça adam başını sallamaktadır. Adam yüksek sesle
gazeteyi okumaya başlar.
Baba: Şirket yetkilileri yaptıkları açıklamada klonlar için yıllık vergilerin
yılbaşından itibaren %10 artırıldığını söylediler. Ayrıca klon sahibi
olmakta güçleşiyor. Artık klon sahibi olmak için toplam 170.000 Nosam
Doları ödenecek. İlgili bankalar ödemede her türlü kolaylığı gösterecekler.
Çiftler en fazla üç kez klon sahibi olabilecekler. Klonlar için kasko ve
sigorta bedelleri de artırıldı. Hasarsızlık indirimlerinde de kısıtlamaya gidiliyor.
Başkalarının klonları komşuları tarafından bakkala ekmek almaya
dahi gönderilmeyecekler.
Adam öfkelenir. Gazeteyi yere fırlatır.
Baba: Bunlarda işin cılkını çıkarmışlar. Zam, zam, zam! Başka şey
bilmez oldular. Şu makinelere dünyanın parasını ödüyoruz, onca risklerini
üstleniyoruz… Bir parçada his programı ekleseler ya! Çuvallarca para
ödediğimiz halde kullanım süreleri boyunca şöyle doya doya evladımız
olarak sevemiyorum bile. Bağrıma basamıyorum. Nasılsın oğlum diyorum
“iyiyim baba ok tamam” diyor. Sen nasılsın dediğini duymadım bir
kez.
Kadın sesini alçaltarak;
Anne: Yavaş konuş bey, klon666+ duyacak.
Adam hiddetlenir.
Baba: Ne olur duyarsa? Üzülür mü? Ağlar mı? Benim kadar kahrolur
mu yoksa? Uykularımı kaçar? Ürtiker mi olur? Egzama mı? Kahrından
ülser mi olur? Kanser mi? Sen hiç hayatında depresyona girmiş klon gördün
mü? Bütün dertleri ne? Ekran korucum kirlendi anne? Harddiskim
sıkıştı? Kapsama alanı dışına bile çıkamıyorlar hayatları boyu. Aman sende,
siz kadınlar olmasanız ne gereği var bu klonlara onu da anlamadım
ya? İllaki annelik hissiymiş?
Kadın hüzünlenir.
Anne: Ama bey denkleştiremedik bir türlü on milyon Nosam dolarını
bir araya. Bunun içinde A grubu elit insan olamadık. B grubuyuz
ne yapalım. Ben istemiyor muyum sanki kendi çocuğumuzun olmasını!
Biliyorsun B grubu insanlara doğurmak yasak. Hepimiz kısırlaştırıldık.
Tabi bulursak on milyon Nosam dolarını o zaman durum başka. Bizde
kendi çocuğumuzun sahibi olabiliriz. Hem şükredelim halimize bizde
C grubu insanlardan olabilirdik. Onlara evlenmek bile yasak, görmüyor
musun? Aşık olanlara, evlenmek isteyenlere büyük cezalar veriliyor. Halimize
şükredelim bey!..
O sırada çocuk seslenir anne ve babasına;
Klon666: Anne hastalandım ben. İşlemcim yoğunluktan aşırı ısındı.
Soğumam lazım. Yatabilir miyim, uyku moduna geçebilirmiyim? Ok tamam.
Anne telaşla çocuğun yanına koşturur.
Anne: Bilgisayarla oynamayacak mısın? Daha zamanın var oğlum.
Klon666: Hastayım anne, belkide voltajım düştü. Biraz dinlensem iyi
olur. Hem sabah erken kalkacağım. Sınavım var.
Anne sıkıntıyla çocuğu yatağa yatırır. (Yatak dikeydir.)
Anne: Hay Allah, çocuk sınav stresinden ne hale geldi. O kadar söyledim
öğretmenlerine, yüklenmeyin şu çocuklara diye. Neymiş efendim
insan çocuklara örnek olsunlar diye ağırlaştırılmış programları. Onlar insan
her türlü yükün altından kalkabilirler. Bunlar öyle mi? Zavallı yavrum
benim.
Çocuk yatağına uzanır. Kafasını önüne düşürür sabit kalır.
Kadın çocuğun fişini çeker. Kocasının yanına gelir.
Anne: Bey acaba diyorum servise haber versek mi? Bu saatte de nöbetçi
servis nereden bulacağız ki, hay Allah?
Baba: Biraz soğusun, belki geçer. Biraz daha anti virüs yükle olmazsa…
Anne: Aman bey sen klon666’a duygusuz diyorsun ya sende ondan
farksızsın yani. Hatırlasana; tam 17 yıl önce bugün siparişimiz teslim edilmişti
bize. Çocuğumuz klon666’ımız. Adını bile sen koydun unuttun
mu? İlk geldiğinde sende en az benim kadar mutlu değil miydin? Beraber
büyütmedik mi onu? İnternetten bile fake programlar indirmeyip
yasal kalsın, farklı olsun bizim klonumuz demedik mi?
Bak şu dolaba yaşadığımız her anın görüntüsü şu cd’lerde değil mi?
İlk baba deyişini hatırlamıyor musun?
Baba: Hatırlamaz mıyım? Programı yüklerken Marlon Brando’nun
baba filminin müziğiyle birlikte yüklemiştin de “baba” değil godfather
demişti.
Anne: Onu da kendin gibi BJK’li yapmadın mı? Beraber maçlara gittiğiniz
o günleri unutmuş olamazsın!
Baba: Atılan gollerde bile gol tamam, ok demesi çok içtendi. Kamufle
olmuş, çarşıya karışmış bir fenerli gibiydi.
Anne: Beraber gittiğiniz bayram namazları, Cuma namazları.
Baba:Tabi canım Mr. Nosam ruh veremediği için bu varlıklara camide
dua bile edemiyordu. Cennet de cehennem de bunlar için değil
hanım. Kahroluyorum; klonumuzun görev süresi bittiğinde cenaze namazını
bile kılamayacağız. Çocuk dediğin günah işler. Tevbe eder. Dilim
varmıyor ama hayatımıza sokulan laboratuar kobayları gibiler. Tek söylediği
Ettehiyyatüyü bile ancak kayıttan mahreçiyle okuyordu.
Kadın ciddileşir.
Anne: Bana baksana sen. Sen bu olamazsın. Biliyorum üzüntünden söylüyorsun
bunları biliyorum ki onu sen de en az benim kadar seviyorsun.
Adam hüzünlenir. Başını öne düşürür.
O sırada çocuk garip hareketler yapmaya başlar.
Klon666: Ok tamam okey anlaşıldı! Vakit geldi! gibi sesler çıkarır.
Kadın telaşlanır. Çocuğa doğru gider.
Anne: Sayıklıyor yavrucak.
Adam telaşla karısına seslenir.
Baba: Klon666’ın kullanma kılavuzu neredeydi? Sende telefon aç, en
yakın servisi ara.
Kadın raftan kalınca bir kitap çıkarır, adama uzatır. Kendiside telefon
görüşmesi yapmaya başlar.
Ses: Aradığınız hatta yönelik bütün müşteri temsilcilerimiz doludur.
Beklemek istiyorsanız bir’e, beklemek istemiyorsanız iki’ye, biraz
düşüneyim diyorsanız üç’e, şikayetleriniz için dört’e, siparişleriniz için
beş’e, laf olsun diye aradım diyorsanız altı’ya, yediye de basmak istiyorum
diyorsanız sekiz’e basınız. Konuşmalarınız kayıt altına alınacaktır.
Kayıtları single yapıp remixleyip adresime gönderin diyorsanız dokuz’a,
istemiyorsanız herhangi bir tuşa basınız. Basacak tuş kalmadı diyorsanız
patlamayın birazdan ilgili müşteri temsilcine yönlendirileceksiniz.
Anne: Alo iyi günler. Müşteri numaram TR 0000 4416 6133 3789…
Evet Bekliyorum.
-Evet hanımefendi. Biz adres değişikliği yaptık.
Unutmuşuz bildirmeyi.
Kent dönüşüm projesi çerçevesinde evimizi belediyeye teslim ettik.
Yeni taşındık.
Evet hanımefendi, deprem büyük felaket. Allah göstermesin.Yöneticiler
kadar biz de suçluyuz bu konuda efendim. Başımıza gelince
belalar…Akıllanmıyoruz efendim…
Sizde mi taşındınız.
Bakın acelem var. Söz daha sonra sizi yine ararım. Sohbet ederiz.Eşimde
Tokatlı…Yok içinden değil…
Evet klonumuz rahatsızlandı. Daha öncede rahatsızlık geçirmişti…
Ama bu kez biraz sıkıntılı gibi.
Yağına suyuna baktık.
Kullanım süresinin bitmesine daha bir yıl var.
Evet kasko primlerini hep zamanında yatırdık.
Borcumuz yok.
Tamam bekliyoruz, iyi akşamlar.
Adam kullanma kılavuzunu okumaktadır.
Baba: Klon nedir? Ne değildir? Hastalanır mı? Ne yapmalı? Görev
süreleri? Servis durumu? Yedek parça? Servis ücreti? Şirket kuralları…
Şirket tavsiyeleri… Ben bulamayacağım, sen bakar mısın?
Kitabı karısına uzatır.
Kadın şefkatle kocasının ellerini tutar.
Anne: Canım biliyorum sen de en az benim kadar üzgünsün aslında.
Bastırma duygularını… Ah siz erkekler yok musunuz, hep örtersiniz
hislerinizi, bastırırsınız.
Adam geveler…
Baba: O bizim oğlumuz hanım! Ağlamaya başlar.
Anne: Ağla canım ağla… Erkek dediğin ağlayanıdır.
Sonra kitabı açar kadın okumaya başlar.
…Klon… “Bundan yıllar önce azalan kıt yeryüzü kaynakları, artan
savaşlar ve azalan dünya nüfusu gereği şirketimiz yönetim kurulu başkanı
Mr. Nosam’ın talimatıyla klon çalışmalarına başlanıldı. Donör kobay
olarak da X-Man adı verilen kimliği kamuoyundan itinayla gizli tutulan
birinin DNA’ları kopyalandı. Çok pahalı olan bu sistemle bütün klonlar
bu coğrafyada bu kişiden türediği için kendisine Biyolojik Adem’de denilmektedir.
B grubu evli çiftler ancak klon sahibi olabilirler. Klonların ömürleri
onsekiz yıl ile kısıtlı tutulmaktadır. Görev süresi biten klonlar üç saat
içinde merkezimize bildirilmek durumundadır. Ruh transferi gerçekleştirilemediği
için yiyip içme, gezip tozma, eğlenme gibi özellikleri olan
klonların davranış şekilleri aileleri tarafından kendi inanç ve yaşam tarzlarınca
şirketimizce belirlenmiş programlarla desteklenebilirler.
Gerçek evlat hissine yakın klonlar için orijinal ürünleri tercih ediniz.
Gerekli zamanlarda servis hizmetlerini aksatmayınız. Kopya programlardan
sakınınız. Garantinin bozulmaması için kullanma kılavuzuna göre
hareket ediniz.
Kadın duralar.
- Acaba diyorum klon rahatsızlandı ya, sakın biri gizlice fake programları
yüklemiş olmasın.
Adam karısını teskin eder.
Baba: Yok canım nereden çıkardın? Kim gizlice müdahale edebilir
ki klonumuza.Herkes gibi bizimki de. Facesinde, messangerinde, twitinde…
Herkes gibi aynı filmleri izliyor aynı müzikleri dinliyor…Rock,
metal, pop, rap hep aynı…Elini sürmez program dışı olaylara. Kim görmüş iki
satır kitap okuduğunu…Bi mektup yazıp, günlük tuttuğunu?...
Anne: Başka neden olabilir ki? Neden hastalanır bir klon?
Baba: Ben Türk diyorum. Okuldaki çocuk. O bir virüs bulaştırmış
olmalı. Millete yemin ettiriyormuş şu şekilde.
Allah’ın verdiği ömür nimetinin her bir anını ailem için,ülkem için
ve insanlık için en verimli şekilde değerlendirmeye;
insanlara,hayvanlara,bitkilere, klonlara ve bütün tabiata karşı saygılı
olacağıma,
insanları dil,din,ırk gibi bir ayrımla ele almayacağıma,
engelli insanlara karşı özürlü gibi yaklaşmayıp kendimi onların yerine
koyacağıma,
annemi, babamı, akrabalarımı ve dostlarımı üzmeyeceğime,
gerçek kahramanlığın doğru, dürüst, çalışkan,fedakar,hoşgörülü olmakta
olduğuna kani olarak;
her zaman ve her yerde bir TÜRK olacağıma ANT İÇERİM.
Anne: Sanmıyorum bey. Alma insan evladının günahını.
Baba: Aslında o, bu, şu değil… hastalıkta değil. Klon 666’ın aramızdan
ayrılmasına az kaldı. İçim kan ağlıyor. Önceki klon 34’üde pek
sevmiştim ama bu… nasıl desem. Daha insan… daha evlat… üzüntüm
bundandır.
Anne: Eee Çin malı da değil ki klonumuz. Direk şirket malı. Kurallarına da
uygun kullandık. Gözümüzden esirgedik. Aklım almıyor. Hiç
böyle ciddi rahatsızlığı olmamıştı.
Baba: Bu ara şehir şebekesinde problem vardı ondandır mı acaba?
Ya da artan nükleer serpintiler? Servis gelsin olmazsa bir de regülatör taktıralım.
Çocuk ara ara abuk sabuk hareketler yapmaktadır.
Anne baba beraberce çocuğun yanına geçerler.
Kapı çalar, iki görevli sedyeyle içeri girerler.
Görevli 1:İyi akşamlar bizi servis gönderdi, şirketten. Arızalı bir
klon varmış.
Baba: Arızalı değil hasta, hasta.
Anne: Şirket oldular adam olamadılar. Klon mlon o bizim evladımız.
Makineden bahseder gibi arıza demeyin lütfen.
Görevli 1: Afedersiniz, açılın efendim işimize bakalım.
Klon666 ı bir makineye bağlarlar.
- Göstergeler tamam
Rem, Ekran özellikleri, Ön Bellek, Modem, Scanner,Bellek…
Görevli 1: Yok yok her şey tamam. İyi de nesi var? Niye çalışmıyor
bu?
Görevli 2: Bay Z imalat yılı ne klonun?
Görevli 1: Bir saniye bakıyorum. Eee sanırım seksen imalatı
Adam kenara umutsuzca bırakır kendini.
Görevli 2: Beyefendi sizin haberiniz yok mu? Bu modeller hep
toplatıldı. 12 Eylül 1980 sonrası imal edilen bütün klonlarda fabrika
hatası tespit edildi. İade etmeniz gerekiyordu.Tabi bir veli olarak sizde
haklısınız. Kafanız da karışmıştır. Talep de yoğun olunca şirket hepsine
yetişemedi. Bir dönem Milli görüş adı altında da tamir atölyeleri yetkisiz
olarak kuruldu. Şirket kapatabildiğini kapattı onların. Şimdilerde onarım
işlemini Kasımpaşa havası vererek yapıyor birileri. Şirket
bu durumdan da rahatsız ama…
Baba: Eeee ben bir tanıdık vardı ona götürdüm.
Görevli 2: Yetkili servis miydi bari?
Baba: Valla bilmiyorum. Ergenekon sokakta yeri vardı. Şimdi taşınmış,
Silivri’ye yerleşmiş diyorlar. Yetkili miydi değil miydi bilmiyorum.
Hem bu kadar ciddi soruna sebebiyet vereceğini de bilmiyordum. Bir de Okyanus ötesinden biri vardı, o bozmuş olmasın?
Görevli 2: Anlaşıldı. Siz ürünü garanti kapsamı dışında da kullanmışsınız.
Bunu da not almak zorundayım. Şirkete bildirmeliyim, sanırım
bir daha klon sahibi olamayacaksınız.
Haydi Z kapat makineyi. Yapabileceğimiz bir şey yok. Baksana anahtar
vurulmuş buna yetkisiz olarak.
Alet edavatlarını toparlarlar, çıkarken.
Görevli 2: Beyefendi eğer klonunuz stop ederse unutmayın üç saat
içinde şirketi arayınız. Makine geri dönüşüme gönderilecektir. Organlarını,
böbreklerini, korneasını, karaciğerini bekleyen onlarca hasta var
unutmayın. İyi akşamlar.
Bir sessizlik olur.
Klon gözlerini açar. Kafasını sağa sola çevirir.
Klon666: Anne baba! Ok!
Anne baba klona yaklaşır sarılırlar
- Anne baba
- Vakit tamam! Ok, anlaşıldı, tamam!
Kafa yana düşer anne çığlığı basar
Anne: YAVRUUUUUM!.
***
OZAN:
Anam anam oy!
Ciğeri dağlandı oğulun
Söküldü ilmek ilmek
Başını okşadığın nerede şimdi
Kirpiklerin ıslak kaldı anam
Yanağımda dudağın izleri
Merhamet senmişsin bilemedim
El parçalar beni şimdi
Ruhum niye yok
Kim boşalttı içimi
Kim sever kim okşar ki
Anam hasretin alır beni
Uykumda severdi ya babam
Vara yoğa kızardı
Yokum ya ben şimdi
Vuslatı kime şimdi!
***
PERDE:
Laboratuar dekoru içerisinde iki ayrı kişi denek masasındadırlar.
Biri Osmanlı kostümündeki biyolojik adem, diğeri pijamalı piknik modellemesinde
türk tipidir. Ortada dr. olarak bilim adamı Çağdaş vardır.
İki denek arasında koşuşturmaca içerisindedir. Yanına bir görevli gelir
doktorun.
Görevli:Efendim deneklerin hafıza aramasında biyolojik ademin
dip hücrelerinden bir hatıra çıktı.Bir göz atmak ister misiniz?
Dr. hışımla notu alır, okumaya başlar.
Dr. Çağdaş: Ben ki Tanrı’nın izniyle tahta oturmuş Türk Bilge Kağan.
Sözümü sonuna kadar dinle…
Önce kardeşlerim, çocuklarım! Sonra bütün soyum.
Milletim: Bu sözümü iyice işit, iyice dinle…
Üstte mavi gök, altta kara yer yaratıldığında ikisi arasına insanoğlu
yaratılmış.
İnsanoğlu üstünde atalarım Bumin Kağan, istemi Kağan Hükümdar
olmuş. Türk milletinin ilini tutmuş töresini düzenlemişler…
Ordu yürütüp dört bir yandaki başlıya baş eğdirmiş dizliye diz çöktürmüş…
Çin milleti ile komşu olmuşlar. Altını, gümüşü, ipekliyi sıkıntısızca
veren Çinlinin sözü tatlı ipeklisi yumuşak imiş…Bunlarla uzak kavimleri
kendisine yaklaştırır, sonra kötülük edermiş…
Bilge kişiyi, yiğit kişiyi sevmez, yürütmezmiş…Türk milleti varlığa,
tokluğa ve rahata alışıksın. Böyle olduğu için boş tatlı sözlere kanıp Kağanının,
Beyinin sözünü beklemeden her yere gittin, aldandın, aldatıldın,
böyle olunca oralarda hep mahvoldun…
itaatsizliğin yüzünden seni kalkındırmış Kağanına ve eline kendin
kötülük getirdin, kendin yanıldın… İyice düşün:
Silahlılar gelip seni nasıl dağıttılar mızraklılar gelip seni nasıl sürdüler?
Mukaddes Ötüken ormanının milleti dağıldın…
Doğuya giden gitti, batıya giden gitti. Gittiğin yerde kanın su gibi
aktı, kemiğin dağ gibi yattı.
Bey olacak erkek evladın köle, hanım olacak kız evladın cariye oldu.
Kocamışlara , bilgelere itaatsizligin yüzünden…Tahta oturduğumda;
şuraya buraya dağılmış olan milletim ölüp biterek yaya ve çıplak
olarak geri geldi. Milletimin adı yok olmasın; Töre yok olmasın diye,
gündüz oturmadım gece uyumadım.Gözden yaş gelse önleyerek, gönülden
çığlık gelse geri çevirerek düşündüm. İyice düşündüm.
Milletimi kalkındırayım, besleyeyim diye kuzeye, güneye ve doğuya
on iki büyük sefer yaptım, savaştım.
Ondan sonra Tanrı bağışlasın; talihim ve kısmetim varolduğu için
Ötüken‘i il tuttum. Açları doyurdum, çıplakları giydirdim. Yoksul milleti
zengin kıldım. Az milleti çoğalttım. Artık kötülük yok.
Ve Türk Kağanı Mukaddes Ötüken Ormanında oturdukça ülkede
sıkıntı olmayacak, töre yaşayacak..
Üstte Gök Basmasa Allta Yer Delinmese Senin ilini ve Töreni Kim
Bozabilir?
Bu da neki? Zırva bişi işte canım, neyse biz işimize bakalım. Eskilerin
masalları bunlar.
O sırada uzaklardan ezan sesi gelir. Baygın olan ihtiyar bir an kendine
gelir etrafına bakınır.Tekbir alır, namaz pozisyonu alır.
B.Adem: Allahüekber!
Dr. görevliye seslenir.
Dr. Çağdaş: Kapat şu camı! Burası da çok sıcak ama…Bu sesi duymak
rahatsız ediyor beni!
Pencere kapatılır. Ses kesilir. İhtiyar tekrar kendinden geçer. Dr. un
dikkatini çeker bu durum
Dur bakiiim
Görevliye seslenir.
Dr. Çağdaş: Aç camı.
İhtiyar tekrar dirilir.
Bu sahne birkaç kez tekrarlanır.
Elindeki Deftere not alır dr.
Dr. Çağdaş: “Yaptığımız bütün bilimsel müdahalelere ragmen görülmüştür
ki biyolojik ademin algıları hala teolojik mesajların kapsama
alanı dahilindedir.”
Dr. görevliye seslenir.
Dr. Çağdaş: Modern Türkle ilgili yapmış olduğunuz bilimsel testlerin
sonuçlarını alabilir miyim asistan bey?
Notları okumaya başlar dr.
Günümüzde yaşayan Türkler garip zevklere sahiptirler. Sevgilerini
ifade için gözlerinden öperim derler. Henüz bir öpene rastlanmamıştır.
Ayrıca yine gözün yağını yemek, çapağını yemek, yemek menüsünde
kendilerini Çinlilerden bile iğrenç yapmaktadır. Birbirlerine çok düşkündürler.
İşinde iyi olan birisini överken, Şerefsizin oğlu ne is yapmış be
kardeşim, helal olsun gibi sözlerle hakaretle iltifat etmeyi severler.
TV de film seyrederken filmin oyuncularıyla muhatap olup dur oraya
gitme öldürecekler seni diye olaya taraf olur, yolda işlenen kadın
cinayetini ise şahit yazarlar diye görmezden gelirler.
Türkler Düğünlerinde bol bol silahlı atış talimi yaparak düğün ve
eğlence şehitleri kavramını dini literatüre bile sokmuşlardır. Düğünlerde
“Dom Dom Kursunu” ile göbek atılmaktadır.”Bir avcı vurdu beni, bin
avcı beni yedi” gibi sözler eşliginde kendinden geçerek halay çekerler.Çocuklarına
nüfus cüzdanı çıkartırken, erkek çocuklarının yaşını askere geç
gitsin diye büyük yazdırır, kız çocuklarının yaşını ise erkenden evlendiririz
mantığıyla yine büyük yazdıran tabii ki bir Türk ailesidir. Kışın kızgın
sobanın üzerine tüküren sonra da tükürüğünün misket gibi yuvarlanmasını
keyifle izlemek milli sporlarındandır. Sevdi mi ölümüne severler,
Maça bile ölmeye giderler. Yaşamalarının tek bir sebebi vardır. İlk fırsatta
ölmek. Türk insanı, bir ömrü iki arada bir derede tamamlar.
Ya sevmeyi bilmez, ya da sevmekte geç kalır !
Ya aşkı tanımaz, ya tanıyınca kölesi olur.
Ya tuttuğu takım kazanmaz, ya kazanan takımı tutmaz!
Ya iş bulamaz, ya bulduğu iş para kazandırmaz.
Ya okul kazanamaz, ya kazandığı okul idealine uymaz!
Ya evde kalır, ya koca dayağına dayanamaz.
Türk insanı en çok kendi elleri ile seçtiği siyasetçilerden nefret eder.
Oysa o siyasiler o makamlara hep kendi oylarıyla gelmişlerdir; hatta
zorla gitmişler, ama hiç zorla gelmemişlerdir.Askeri darbeleri suratlarına
alkışlar, arkalarından da söverler.
Vergiyi mecbur kalmadan ödemez, ancak gazetelerde gördükleri
vergi kaçakçılarına ana avrat söverler.
Karısına kızına ters bakanı, alim Allah, delik deşik eder; elalemin karısına,
kızına kendisi ters bakmayı ise hovardalık olarak görür. Eskiden
savaşta bile yaşlıya, çocuğa, hastaya ve kadına el kaldırmazken şimdilerde
önüne kim çıkarsa dövüp hatta öldürmekten çekinmez haldedirler.
Karpuzu portakal gibi soyarak keserler. Portakal aromalı meyveli
gazozlara ise sarı kola derler. Türkler gözkapaklarını ters çevirerek çocuğuna
komiklik yaptığını zannederek korkutabilirler.
Hepsi okur ve de yazardır. Gözlüğünün camını silmek için önce
ağzının içine sokup hohlar daha sonra da gömleğinin kenarıyla iyice
ovuşturarak silerler. Aynı şekilde pencere camlarına da hohlayarak parmaklarıyla
çeşitli sanat eserleri çizerek yeteneklerini gösterirler. Edebi
makalelerini ise tuvalet duvar ve kapılarına aktarırlar. Ayrıca tuvalet kapıları
bilinmeyen numaralar servisi gibidir. Okurlar her şeyin canına. Bütün
eğitim öğretim hayatları boyunca pergel, gönye ve pergel taşıyıp ta onları
hiç kullanmadan mezun olmayı başarırlar. Türk örgencileri, ilkögretimin
dördüncü sınıfına kadar öğretmene “öğretmenim” diye seslenirken beşinci
sınıfta bir anda “hocam”diye seslenmeye baslarlar.
Türkler sinavlarda “4 yanlıs bir dogruyu götürür” seklinde bir uygulama
ile öğrencileri cezalandırilirlarda “4 doğru bil, bir doğru da bizden”
şeklinde bir kampanya baslatılip zekaya ve riske girme cesaretine asla ödül
vermezler.
Konuşma yeteneği olan hayvanlara ilk olarak küfür etmesini öğretirler.
Yabancı dil öğrenirken ilk önce o dilin küfürlerini öğrenir, Ya da bir
yabancıya Türkçe öğretirken ilkönce Türkçe küfür öğretirler. Ancak bir
Türk gazete bulmacasını hep başkalarına sora sora çözebilme becerisini
gösterir , kendisi çözdü diye de sevindirik olabilir. Sakal traşı olduktan
sonra kanayan yerlerine gazeteden kopardığı küçük parçaları yapıştırır.
Gazete pek okumasalar da kağıdını Cam silme bezi, külah,
mendil,sofra bezi gibi şekillerle en iyi biçimde kullanırlar.En çok okudukları
şey olan takvimleri alıp duvarlarına asar, günü gelince de
yapraklarını koparmayıp tuğla gibi bir sene boyu bekletirler. Kağıdı pek
bi severler. Kağıt paraların üzerine not alır ve parayı harcadıkları için aldıkları
notu hemencik kaybederler. Ya da paranın elden ele dolaşacağını
bildiğinden üzerine komik yazılar yazarlar. Paranın ön yüzüne tehlike anında
arkayı çeviriniz diye not düşerler. Parayı eline geçiren çevirince de
şimdi değil salak tehlike anında demiştik diye vurgulamada bulunurlar.
Bir Türk esnafı , müşterisinden aldığı parayı önce iki ucundan tutup iki
defa gerginleştirir daha sonra da güneşe doğru tutup bakarak sahte olup
olmadığını anlar. Cebinden çıkardığı paraların içinde en eskisini özenle
arayıp bulduktan sonra para üstü verir. Türk esnaf dükkanıni kapatıp giderken
kapıya “10 dakika sonra dönücem” yazar, ne zaman gittiğininin
nasil anlaşılacağının cevabı ancak Nobel ödülü gerektirir.
Arabalarının egzozunu çamaşır ipiyle bağlarlar. Kutsal olan arabaları
arıza yapıp yolda kaldıklarında sorunu öğrenmek için ön kaputu açtıklarında
hemen diplerinde gökten zembille inmiş gibi başka Türkler ortaya
çıkar. Karbüratördendir abi, yok be buji uçları yanmıştır, aküye bakın aküye…
gibi klasik tavsiyelerde bulunurlar. Trafikte iken aracın sinyal
lâmbaları dururken kolunu çıkararak dönüyorum hareketi yapar. Trafik
ışıkları kırmızıdan yeşile döndüğünde önündeki aracın hareket mekanızması
sanki kendi aracının klaksonunuymuş gibi basarda basar. Trafikte
ambulansın pesine takılarak sıkışıklıktan kurtulup , uyanıklık yapmayı
marifet zannederler. Geçirdiği bir trafik kazasından sonra kanlar içinde
çıkıp, ilk yaptıkları şey çarpılmış arabasına üzülmektir. Otoyolda, otomobilin
gaz pedalına tuğla koyup, yorulmadan kullanma fikri motor icad
olmuşta hala otomobil üretemeyen Türk’e aittir.
Arabalarını satacak olduklarında ençok tercih ettikleri ilan şekli
“doktordan temiz araba” ve sigara içilmemiş ibareleridir. İnsan kuşkulanmadan
edemiyor, Hipokrat yemininde “araba mı temiz kullanacağım”
şeklinde bir madde mi var diye? Doktorluk o kadar saygıdeğer bir meslektir
ki bu mesleği tüm tabiatla paylaşır. Sırtını ayıya ya da ağır bir
arkadaşına çiğneterek şifa bulmaya çalışan birini görürseniz üzülmeyin,
bilin ki o acısını dindiren bir Türk’tür. Dişlerini gazoz açacağı , fındık ve
ceviz kıracağı olarak kullanmak her sağlıklı Türk’ün uygulamalarındandır.
Çorabının kirlenip kirlenmediğini burnuna sürerek kısa süreli koklayarak
anlayan kişi temizliğine düşkün bir Türk tür. Hele ki sigara… Halıya
düşen sigara külünü parmağının ucunu tükürükleyip mıknatıs ucu gibi
hiç dağıtmadan alma başarısını sadece bir Türk gösterebilir. Rüzgarlı havalarda
küller uçmasın diye küllüğe su koyar. Sigarasını söndürmek yerine
filtresinden masaya dik koyan birini görürseniz bilin ki o bir Türk tembelidir.
Görevliye seslenir dr çağdaş.
Dr. Çağdaş: Burası yine sıcak oldu. Şu camı açta rüzgar gelsin.
Cam açılır. Dışarıdan İsmailyk nın “ Allah belanı versin!” parçası gelir.
Dr. Çağdaş: Bu gürültüde ne? Kapat şu camı!
Müzikle birlikte pikniktürk hareketlenir, olduğu yerde oynamaya
başlar. Bu durum da Dr. dikkatini çeker. Cam birkaç kez aç-kapa yapılır.
Elindeki Deftere not alır dr.
Dr. Çağdaş: “Yaptığımız bütün bilimsel çalışmalar neticesinde
görülmüştür ki yeni kobayımız pikniktürk’ün algıları yeni nesil klon üretmeye
müsait olup şirket menfeatleri doğrultusunda zengin pozitif
bulgulara haizdir.”
Dışarıdan bir ses duyulur.
Görevli: Dikkaattt! Şirket yönetim kurulu başkanımız pek sayın,
muhterem Mr. Nosam Şirket klonlama laboratuarını denetleyeceklerdir.
Mr. Nosam: Selam doktor. Nasıl çalışmalar bitti mi? Malumunuz
son zamanlarda Türkiye’de meydana gelen klon arızaları sebebiyle şirketimiz
ciddi zararlar etmiştir. Buna dur diyebilecekmiyiz? Aynı zamanda
Şirketimizin Türkiye masasının altına gazete kağıdı sıkıştırılmamış tek
görevlisi olan sen prf. Dr. Çağdaş Haddini bilmez umarım sevindirici haberler
verirsin bana.
Dr. Çağdaş: Efendim arızanın sebebinide bulduk. Yeni donörümüzüde.
Arıza eski kobaydan kaynaklanıyor. Dip dna sını incelediğimizde
gördük ki biyolojik adem hala eskinin özlemi içindedir. Ve tıpta bir yenilik
gerçekleştirdik bizde. Klondan kobay ürettik ilk kez; Pikniktürk. Bozuk
bir klonu alladık, pulladık ve onu kobaya dönüştürdük. Şimdi bu kobay
üzerinden tamda şirket menfeatlerine uygun milyonlarca klon üretebileceğiz.
Ancakkk…
Mr. Nosam: Ancak ne Dr.
Dr. Çağdaş: Tavsiyem odur ki atakobay Biyolojik adem’i kamuoyunda
küçük düşürmelisiniz efendim. Halk bilmeli ki ademin genetik
bozukluğu klon arızalanmalarına sebebiyet vermiştir.
Mr. Nosam: O işin kolay kısmı dr. O işi bana bırak.
Tel. açar.
Mr. Nosam: Alo kızım bana manipilasyon masası şefini bağlayın.
Alo, hah. Bana bak sayın mr. Cnbc fox. Sözlerimi iyi dinle.Ve not al. Sırasıyla
bunların uygulamasını da takip et. Şu klon beceriksizliğini telafi
edecek planlamamı iyi dinle!
Acilen yolsuzluk olayları tertipleyiniz ki topluma güvensizliği yerleştiresiniz.
Merkezi yönetime olan güven duygusu zedeleyiniz. Kanaat
önderlerini hafife alınız. Bilimsel ve toplumsal adı altında konferanslar
yapınız.Yerel vakıf ve “think tank” dernekleri kurunuz. Siyasi partilere
eğitim programlarıyla, particilik dersleriyle yaklaşarak kadrolarını
yönlendiriniz. Gençliği “düşünce özgürlüğü” ve “siyasi katılımcılık” propagandasıyla
örgütleyiniz. Etnik ayrılıkları güçlendirmek üzere kültür
anımsatma programlarını başlatınız. Yerel toplantılardan uluslararası toplantılara
adam taşıyınız. Gizli ve yarı gizli istihbarat çalışmalarını azaltıp
buna karşılık medya muhabir ağıyla açık ve yaygın istihbarat toplayınız.
Bunları da olanaklıysa Amerikan televizyonlarının yerli şubelerinden yayına
geçiriniz. Eksik-yanlış bilgilendirmeyle kitleleri yönlendirip, yerel
medya ile eğitim-konferans-gezi düzenleyerek bunalımı toplumun her
kesimine mal ediniz. Sokak çatışmalarını körükleyiniz. Orduyu da milli kimliğinden koparınız.
Yazdın mı söylediklerimi. Kamuoyu oluşturuculara yani aydınlara,
yazarlara, bilim adamlarına- yönelik içerde ve dışarıda masrafları karşılayarak,
konferanslar, toplantılar düzenlemeyle başlayın dediklerimi
yapmaya.
Propaganda aygıtlarını yani radyo, gazete, dergi, televizyon, sinema,
video yayınlarını da devreye sokunuz. İnsan hakları ihlallerinin yaratılmasıyla
sürecin hızlandırılmasını gerçekleştiriniz.
Hadi bakayım göreyim sizi. Durmak yok kaosa devam!
SAHNE
Sahneye iki kişi flamayla çıkar. Flamada “ reklamlar” yazmaktadır.
Reklamcı: Yiyiniz, içiniz, israf ediniz. Har vurup harman savurunuz.
Tüketiniz, tükeniniz. Azınız, azdırınız. Komşunuzu aç, kendinizi tok tutunuz.
Önce sen varsın. Sen yoksan senden sonrası tufan. Unutmayın
şirket’e danışmadan hayatınıza yön vermeyin. Bir dünya markası şirketimize
dahil olmak için daha ne bekliyorsunuz. Müşteri temsilcilerimiz
telefonun diğer ucunda sorularınızı cevaplamak için bekliyorlar.
“Ateş seni çağırıyor, connectin people”
Sunucu sahneden çıkar. Arka planda bir tv açık oturum pozisyonu
vardır.
Ses: Şirketin sunduğu “ gerçeğin peşinde” isimli tartışma programınıza
devam ediyoruz.
Sunucu: İyi akşamlar, idiyot tv de yayınlanan “gerçeğin peşinde” isimli
programımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Pek muhterem
“bakar görmez, görse fark etmez, farketse banane diyen” kıymetli izleyenlerimiz.
Bu akşamki programımızda “klonların hayatımızdaki yeri ve
önemi” isimli konuyu saygı değer konuklarımla tartışmaya devam ediyoruz.
Tv sini yeni açan izleyicilerimiz için konuklarımızı yeniden tanıtmak
istiyorum.
- Hemen sağımda din büyüğümüz, ilahiyatçı, medyatik hoca,
“her yol mübah ve duruma göre fetva risaleleri” gibi kitapların yazarı pek
muhterem sayın Yaşar Beyaz sosyetik mehdi beyefendi bizlerle konunun
dini boyutunu derinlemesine irdeleyecek. (mehdi başını salar, kibirli bir
pozdadır.)
-Hemen onun yanı başında konunun Türkiye’deki en önemli uzmanlarından
psikolog sosyolog, araştırmacı gazeteci, yazar bozar sayın
Manik Depresifyan….
-X- Man sıfatlı bütün klonların ata kobayı sayın biyolojik Adem
ilk kez “şirket”in özel izniyle huzurlarınızda sorularınıza cevap verecek.
-Solumda ise ülkemizin dünya çapında şöhrete bulaşmış klonlama
üstadı ünlü bilim adamımız doktor, cerrah, felsefeci, siyasetçi prof.
Dr. Sayın Çağdaş Haddinibilmez
-Hemen ilim adamımızın yanında, klonları klon60’ın vadesi gelmeden
arızalanıp kullanma süresinin bitmesiyle kamuoyunda büyük
tartışmalara neden olan sade vatandaşlar sıradan anne babayı konuk ediyoruz
olayla ilgili bizleri aydınlatmaları için.
-Ve ben Orhan Ortalıkkarıştıran programın ilerleyen bölümlerinde
sürpriz telefon konuklarınında katılacağı bu olağanüstü programı
siz izleyicilerimize sunmakla kendimle iftihar ederim. Heyt be var mı benim
gibisi?…
Programımızın ilerleyen bölümlerinde şirket yönetim kurulu başkanı
sayın Mr. Nosam da aramızda olacak.
Sayın mehdi yıllardır tartışır dururuz bu klon meselesini. Lütfen
bizi aydınlatır mısınız yüce dinimiz açısından klonların durumlarını. Toparlayacak
olursak kamuoyu en çok klonlarla ilgili şu konuları merak
etmektedir.
Klonlar insan mı? Ruhları olmadıklarına göre, insan olmadıkları
söyleniyor. İnsan olmadıkları için hayvan olarak mı görmek gerekir.
Hayvan gibi iseler klondan kurban olurmu? Klonun cenaze namazı olur mu?
Klondan cariye olur mu? Klonun din seçimi söz konusu mudur?
Klon namaz kılacaksa namazları cem etmeli midir? Klonlarda mehdiye
tabi olacaklar mı? Klonlar ölünce cennete mi, cehenneme mi giderler?
Klon cenneti ile eşek cenneti arasındaki fark nedir? Klonları misyonerle129
rin şerrinden nasıl korumalıyız? Buna benzeyen soruları twitter’dan da
izleyicilerimiz sorular ekleyebileceklerdir. Nedir efendim klonların dinimizdeki
yeri ve önemi?
Yaşar Beyaz sosyetik mehdi: Efendi! Ben bu konuları detaylarıyla
yeni kitabım “Klonsuz kolonlara içtihatler” isimli kitapta ayrıntılarıyla
anlattım. Ben anlattım. Benden başkası da anlatamaz zaten. Söyleyin
sunucu bey şu memlekette var mıdır benim gibi anlatan? Ben anlatırım.
Benim işim anlatmak. Anlatmak deyince ben gelirim. Bakın geçen bir
otel odasında turnedeydim. Belgeselini izledim. Klonlarla ilgili bir belgeseldi.
Caizdir, mekruhtur, haramdır, efendim ve de külliyen yalandır,
külliyen kolondur. Bilmem anlatabildim mi? Ben anlattım anlamadıysanız
sizin aptallığınızdandır. Ben efendi. Ben, ben, ben!
Araya Prof. Çağdaş Haddinibilmez girer.
Çağdaş Haddinibilmez: Ne münasabet. Yobazlıktır, gericiliktir. Biliyorsunuz
ben ülkemizdeki klonlama çalışmalarını başlatan kişiyim.
Yürüten kişiyim. Sürdüren kişiyim. En az 9 aşı şarttır efendim. Maske mesafe efendim.
Ödüllerim var benim. Hocama katılıyorum
ve de iştirak edemiyorum. Ben yaptım klonu. Bir sorunuz neden
diye. Evet sorunuz neden, neden diye.
Sunucu: Neden?
Çağdaş Haddinibilmez: Çünkü Cumhuriyet’in ilelebet payidar
kalması için. Yazık değil mi, bu ülkenin güzelim gençlerine? Onlar ölmesin
diye klon yaptım. Klon yaptım çünkü anneler babalar ağlamasın
diye. Hastalar ölmesin diye. Ancak gerici ve yobaz iktidar klon yaşını onsekiz
de durdurdu. Halbuki profesyonel askerlik için yaşları yirmiikiye
çıkarılmalı. Her klona şehitlik yakışır. Terörü ancak Mehmetçik klonlar
durdurabilir. Bakın terörist başının klonlarına sürekli ürüyorlar. Ya biz ne
yapıyoruz? Ayrıca klonlar rejimin kurucu iradesinin partisine müntesip
olmalılar. Ancak bu şekilde oy oranımız artacak, müreffeh hayat seviyesine
yükseleceğiz. Konuyla ilgili cübbemi giydim ve Ankara’ya gittim. Yüce
öndere gerekli şikayette bulundum. Şirkette gerekli desteği verir ise klon
cumhuriyetine az kaldı. Yaşasın diyorum efendim, yaşasın ve kahrolsun.
(Her konuşmacının konuşmaları arasına birer paragraf arayla Sahimi
Bozan girer. “ Ben gencim, ben de biliyorum, itiraz ediyorum, kabul
etmiyorum.” gibi laflarla girmeye çalışır.)
Sunucu: Programımıza az birazdan kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Sakın bizden ayrılmayın. Söz mü ayrılmayacaksınız değil mi? Ölümü
öpün bak ayrılırsanız. Hemen geliyoruz.
Şimdi tanıtıcı reklam!
Sahneye iki kişi girer. Tanıtıcı reklam yazısı ile.
Reklamcı: Söyleyin bakalım! Var mısınız, yok musunuz? Kurtlar
vadisinde kim kiminle dans ederken, yok böyle dans diyenler, söyleyin
kim 500 milyar kazanmak ister? Ali Rıza Bey’mi? O ki yaprak yaprak
döküldü de kimse aşk-ı memnu olamadı. Olacak o kadar diyorsanız, iffetinize
sahip çıkın. Hayat devam ettiğinde bilin ki öyle bir geçer zaman ki.
Memleket doğu batı ikilemine sürükleniyor ne gam? Kuzey güney daha
mühim. Hanımın çiftliğinde Ali baba’nın klonları varmış. Fazla söze ne
hacet; Cem Yılmaz, Yılmaz Erdoğan!
Ses: “Şirketin sunduğu gerçeğin peşinde” isimli tartışma programına
kaldığımız yerden devam ediyoruz. İyi seyirler.
Sunucu: Evet nerede kalmıştık, sayın izleyiciler? Söz sırası siz de sayın
manik depresifyan.
Manik Depresifyan: Efendim saygılar sunuyorum size, katılımcılar
ve tv ekranları başında bizi izleyen izleyicilerimize ve diasporaya. Malım
efendim, konuyu enine boyuna irdelediğimizde görürüz ki psiko sosyal
açıdan 1915 olayları bu konuda çok büyük önem arz eder. Hepimiz bu
konuda Hırantız. Bakın konuyla ilgili Birleşmiş Milletlerde, uluslararası
Lahey adalet divanında ve güney Kıbrıs Rum parlementosunda mavi
marmaraya yapılan saldırıyla ilgili gerekli mütealalar sayın Obama ve Biden ve Trump ve İngiliz
yönetimi tarafından da hık-mık cart-curt yani diyorum. 1915 de ve
diğer tehcir zamanlarında klonlara yönelik hazırlıklar yapılmıştır. Irkçılıktır
ve faşizanlıktır. Ne demek efendim klonun klondan başka dostu
yoktur. Evrensel değerler bu konuda hepimizin; barış, adalet, sevgi, hak,
hukuk, demokrasi dememizi gerektirmektedir. Geçenlerde stockholm’de
katıldığım bir panelde de aynısını söyledim. Tarihçiler el ele vererek
klonların çalınan hayatları için ortak ve uzman çalışmalar bıtbıtlayacaklardır.
Bende bu konuda sayın hocama (beyazı işaret eder) ve sayın bilim
adamımıza (işaret eder) zerremiskal hak vermeden katılarak onları onaylamadan
onlar gibi düşünmediğimin altını çiziyor barış diyorum, sevgi
diyorum, saygılar sunuyorum.
Sunucu: Şimdi bir telefon bağlantısı yapacağız. Cacık üniversitesi
hıyar bölümü kürsü başkanı sayın Hermok Tananlar beyefendinin söyleyecekleri
varmış. Kendisini dinliyoruz buyurun efendim.
Hermok Tananlar: İyi akşamlar sayın program moderatörü. Pek kıymetli
konuklar. Öncelikli olarak programı baştan sona heyecanla takip
etmekteyim. İnanın bu yaşımda bile olsa zaman zaman ateş basmakta
beni. Nereden bulursunuz bu güzelliği. Konuya tüm detaylarıyla vakıf
olmamama rağmen yine de birkaç hususa değinmeden edemeyeceğim.
Efendim protez ve silikon uygulamaları fevkalade başarılı olmuş. Saç
renk tonu kestane olsa sanırım daha göz alıcı olacakmış. Pastel tonları ara
ara canlı tonların arasına serpiştirilmesi de pekte yakışmış doğrusu. Ben
yinede ten için bir uzman olarak salatalık sütünün kullanılmasında ısrar
ediyorum. Ülkemizi best model yarışmasında temsil edecek bu güzide
kızımıza başarılar diliyorum.
Sunucu: Sayın Hermok. Sayın Hermok Tananlar ne diyorsunuz?
Var mı efendim klonla ilgili söyleyeceğiniz.
Hermok: Orası kıldan tüyden tv değil mi? Hay Allah! Kusura bakmayın
sayın sunucu. Ben güzellik yarışması tartışmasına katılmak
istemiştim. Bir yanlışlık oldu. Ama fark etmez. Ben profesörüm. Bu konuda
da bir şeyler söyleyebilirim, hazır bağlanmışken. Klon modasından
bahsetmek istiyorum müsadenizle. Klonları normal insanlardan ayırmak
için kostüm yarışması düzenledik, üniversite şirket işbirliği ile. Sponsorlarımızda
bize desteklerini sunmaktalar her daim. Sayın Erkan beyle
seneye uluslar arası klon güzellik yarışması düzenlemek istiyoruz. Bana
bu fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim. Daha detaylı bilgi istiyorsanız
evim kanalınıza çok yakın hemen gelebilirim isterseniz.
Sunucu: Biz teşekkür ederiz programımıza katkılarınızdan dolayı
görüşmek üzere iyi akşamlar. Sayın seyirciler şimdi aldığımız bir habere
göre şirket yönetim kurulu başkanı sayın Mr. Nosam programımıza katılmayacakmış.
Kendisi bir genç Türk’ün Cumhuriyet savcılığına ve uluslararası İnsan Hakları mahkemesine
bilgi ve belge aktarımından sonra insanlığı suistimal suçlarından tutuklanmış. Davası
Ergenekon ve Balyoz ve Fetö ve PKK davalarıyla ilişkilendirildiğinden dava süresince aramızda
yer alamayacak. Her ne kadar Mr. Nosam tutuklansa da şirket ise
yaptığı yazılı açıklamada tüm faaliyetlerine daha çok azim ve aşk ile devam
edeceklerini belirttiler.
Evet programa kaldığı terden devam ediyoruz. Son iki konuğa da
söz hakkı verdikten sonra programımız sona erecektir.
Peki siz ne diyorsunuz bu konuda sayın ana-baba?
Anne: Evladım klon666 her ne kadar klon olsa da bizim çocuğumuzdu.
Doğru onu ben doğurmadım. Ancak ben büyüttüm. Sütümle ve
sevgimle… ben örttüm geceler boyu üstünü, altını ben temizledim. Ben yağladım. Belki
bir özürlü gibiydi. Ne yani özürlüler insan değil mi? Deniliyor ki klonların
ruhu yok. Doğrudur. Peki hangimizin ruhu var ki? Hangimiz duyarlıyız
birbirimize? Hangimiz yetim başı okşuyor ki? İyilik nasılda lüzumsuzluk
oldu? Ben evladımı yitirdim acım büyük. Anne olan anlar beni, her ne
kadar ruhu olmasa da çocuklarımızın; onları klonlayan onları programlayan
biz değil miyiz? Onlar öğrettiklerimizden ibaret değil mi?
Sunucu: Sayın yönetmenim, hanımefendinin sesini alır mısınız
stüdyodan. Acısından saçmalamaya başladı. Şirket aleyhine konuşmanıza
müsaade edemem hanımefendi.
Peki sayın X-Man… Ya da sayın biyolojik adem. Ülkemizdeki klonlama
işinin temelinde siz varsınız. Bu coğrafyadaki klonlama da sizin
DNA larınızdan istifade edildi. Bozukluk hususunda ençok siz hedef gösteriliyorsunuz.
Ne diyorsunuz bu konuda?
X-Man ayağa kalkar. Seyirciye yaklaşır. Konuşmak isterken sunucu
dahil ana-baba hariç herkes konuşmasına müdahale eder.
Susar diğerleri de susar. Konuşur, diğerleri de. Birkaç kez tekrarlanır.
Sunucu: Gördüğünüz gibi sayın seyirciler söyleyecek sözleri
olmayanlar kafalarımızı karıştırmak istemektedirler. Ne dedikleri de
anlaşılmamaktadır. Söz hakkı verdiğimiz halde halada bizden şikayetçidirler.
Yorumu siz kıymetli izleyicilerimizin vicdanına bırakıyor, sakın
bizden ayrılmayın diyorum. Programımız burada sona ermiştir. Ancak
yayınımız eğlence programımız ‘bizden seslerle’ devam edecektir. Bizi izlemeye
devam edin.
Yayınımız, kıymetli sanatçımız TARKAN konseriyle devam ediyor.
RAP:
Çocuk yetiştirmek, dünyanın en zor sanatıdır!
Ne kara kuvvetleri,
Ne hava kuvvetleri,
Ne deniz...
İlla ki;
Kültür kuvvetleri!
...
Ezcümle;
Markalar; batının işgalci kolluk kuvvetleridir!
Kulağında mp3player, Rihanna’nın “Where have you been”ini dinliyor
ve bir yandan da Christmas için süslenen sokaklara bakıyordu. Birkaç
adam daha şimdiden Aziz Nicholas’ı temsil eden kıyafetler içine girmişti.
Yine hemen her vitrin kırmızı külahlar, kırmızı mumlar, kızak çeken geyikler,
hediye çorapları; mumlar, minik çanlar, yeşil çamlar ve Noel Baba
maskotlarıyla yeniden düzenlenmişti...
Acıkm...ıştı. Canı Mc Donalds’da bir Big mac çekti ama içerisi çok
kalabalıktı. Sokağın karşısına geçti. Önce Burger King’de whopper,
sonra üzerine double fruit waffle yedi. Karnı iyice doymuştu ve şimdi
Starbucks’da espresso içiyordu...
Eve geldi. Orijinal kâğıt olarak hole tabandan tavana kadar Eiffel
Tower döşenmişti. Köşede bir Özgürlük Anıtı heykeli vardı ve havaya
Enrique Iglesias’dan soft bir slow yayılıyordu... Ugg botlarını çıkardı,
Tommy montunu portmantoya astı. East Pack’in çantasını pufa bıraktı.
Sonra da üzerindeki Polo kazak ile Quicksilver’larından rahat birini değiştirdi.
Duvarlarda Justin Bieber, Madonna ve David Beckham’ın seçilmiş
posterleri vardı. Bir de Aleyna Tilki’nin. En eski oyuncakları Barbie ve erkek
arkadaşı Ken ise, işte hâlâ odasında durmaktaydılar.
Salona geçti. Çocukluğundan beri Tom and Jerry, Heidi, Pinokyo,
Casper, Spider Man, İron Man ve Walt Disney’in Micky Mouse’dan
başlayarak bütün serilerini ezberlemişti... Şimdilerdeyse favorisi South
Park’tı... İzlediği dizilerin başında; How I Met Your Mother, Big Bang
Theory, Revolution... Ve Ellen DeGeneres Show geliyordu...
Twilight, New Moon, Eclipse’yi okumuştu. Serinin dördüncüsü
Breaking Down ise sehpanın üzerindeydi ve arasında bir yerlerde ayıraç
duruyordu.
Koltuğa oturup arkasına yaslandı...
“Ben Müslüman Türk’üm. Türkiye’de yaşıyorum. Hani bizim kahramanlarımız?
Nerede bizim markalarımız” diye düşünmek aklına bile
gelmedi!
“Siz konutlanın cennetten köşk bekleyen insanlar! hem ki onlar yazarlarsa
duvarlarına türken raus elbet bizde yazacaktık kotlarımıza livays,
kursaklarımıza mc donald’s...gibisi yok!
Ateş sizi çağırıyor! Kime gam kardeşim?! Ben aldığım ihaleye bakarım
gardaş! Ey yeşil sarıklı hocalar, niye sustunuz? Renkliler, beyazlar,
renksizler; nerdesiniz? Hem neyimize yetmiyor ki çamlıcaya yapılıcak
cami? Kutlu olsun, marmaray!Hem ki; walt disney’in mickey mause u
kemirmekte hayatımızı!
Dün üç kıta’nın efendisi şimdilerde yüzüklerin efendisi!
BİTTİ
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)