9 Nisan 2014 Çarşamba



İSTANBUL'DA ÖNCE GÖNÜLLER FETHEDİLDİ!
Bundan 537 yıl önce, yine böyle bir 29 Mayıs’ta ve bir salı günü, uzun ve azimli ve sabırlı ve inançlı bir kuşatmanın sonunda bembeyaz atı üzerinde, ak yüzlü, şahin bakışlı, yiğit komutan!..
Bazı tarihçiler onu dünyanın en büyük siyasi şahsiyeti olarak ileri sürmüşler. İskenderlerden, Roma imparatorlarından, Dârâlardan üstün tutmuşlar. Osmanlı hükümdarları içinde şeksiz şüphesiz en büyük asker, en büyük devlet ve siyaset adamı, en büyük alim ve hatta mucid.. Yaptığı ve başardığı ve ortaya koyduğu akıl almaz işlerle, Osmanlılar’ın asırlarca sürecek olan refah ve saadetini hazırlamış bir müstesna şahsiyet..
Yirmiye yakın devleti ve bu arada iki imparatorluğu tarihten, coğrafyadan silen şahsiyet.. 30 yıldan fazla süren saltanatında zevke, sefaya dalmamış, seferden sefere koşmuş bir mücahid…
Trabzon seferinde, yolları gerçekten sarp ve aşılmaz bir dağa gelmiş. Atla da gitmek mümkün değil; atından inip, eteklerini beline sokup, dağa yaya olarak tırmanmış. Öyle yorulmuş ki, alnından akan terler burunları ucundan ve sakallarından nisan yağmuru gibi yere dökülmüş.
Fâtih’in bu halini gören, kafiledeki Sâre Hatun demiş ki:
“–A sultanım, Trabzon nedir ki, savaş meydanlarının şehsuvarı attan insin, yaya yürüsün ve yorulsun?”
Fâtih Sultan ona şöyle derin derin bakıp demiş ki;
“–Bizim buralara gelişten maksadımız kale fethetmek ve servet kazanmak değildir. Buraları müslümanlara açmak, vatan yapmaktır. Allah’ın rızasını ve cihadın sevabını kazanmaktır. İslam’ın kılıcı bizim elimize emanet edilmiş. Eğer bu zahmeti çekmezsek, bize Gazi demek yalan olur; bundan dolayı çektiğimiz sıkıntılardan, daha çoğunu da çeksek yine azdır.”
Kaleler fethetmiş, surlar yıkmış, amma şehirler yapmış, iktisada büyük önem vermiş. Osmanlı hazinesini görülmemiş seviyelere yükseltmiş. Büyük bayındırlık hamleleri gerçekleştirmiş. Hayatında 308 cami inşa etmiş. Peygamber SAS Hazretleri’nin hadis-i şerifi mâlûmunuzdur:
“–Kim Allah Rızası için bir mescid bina ederse, Allah da ona cennette bir köşk ihsân eder.”   diye müjdelemişti, Peygamber SAS Efendimiz.
Bir mescid için böyle olursa, 308 cami inşa etmiş bir sultanın ahiretteki mükâfatı ne olur?
Ege’yi ve Karadeniz’i bir Türk iç denizi haline sokmuş; boğazların, İstanbul ve Çanakkale boğazları’nın rejimini kurmuş, kalelerle iki tarafını tahkim etmiş. Şimdi, o boğazlardan can düşmanımız, tarihî düşmanımız, düşman gemilerinin geçmesine bile dur diyecek gücümüz yok. Çanakkale’deki kalesinin kitabesini, inkılabın ve örfi idarenin günlerinde, oraya bakan bir yüzbaşı, eski yazıdır diye demir tarakla tarattırmış, kazıtmış, yok etmiş.
Çok geri seviyede iken aldığı Türk donanmasını, denizciliği ile meşhur Venediği de geçerek o devrin bir numaralı deniz kuvveti haline getirmiş. İtalya yarımadası çizmesinin ökçesini, Otranto kalesini Osmanlı toprağına katmış.
Devlet teşkilatında büyük hamleler yapmış. İstanbul Üniversitesini kurmuş! Devrinin bir çok ilmini hızla öğrenmiş, bir çoğunda gerçek alim payesini ihraz etmiş, hatta dehâ eseri göstermiş, buluşlar yapmış; uçan füzeler, şâhî toplar, havadan, tepelerden gülle aşıran havan topları icad etmiş. Gemilerini, tarihin görmediği bir şekilde dağ ve tepe dalgalarından aşırmış.
Arapça ve Farsça’dan başka Türkçe’nin oldukça değişik bir lehçesi oluşuna rağmen Çağatay lehçesini; teb’asının dilleri olması hasebiyle, Yunanca’yı, Latince’yi, Sırpça’yı, İtalyanca’yı, İbranice’yi öğrenmiş. Şiir ve sanata çok önem vermiş. Hocalarına sonsuz hürmet göstermiş, daima ellerini öpmüş. Molla Gürâni kendisinden 12 yaş büyük, Akşemseddin kendisinden 42 yaş daha büyük.  Bu muhteşem şahsiyet, bu eşsiz, emsalsiz insan, bir başka milletin büyüğü olsaydı; cihanı, hatırası için velveleye verirlerdi.  
Fâtih’i benim övmem gereksiz; öven övmüş, asırlar önceden Peygamber SAS Efendimiz’in övmesi mazhariyetine erişmiş bir kimse.  
Bizim için, Fâtih’in nasıl yetiştiği büyük önem taşıyor. Çünkü Fâtih bir meyvadır. Meyvayı bir ağaç hasıl eder. Ağacı da çevresi, toprağı, iklimi besler. Fâtihi de devri ve muhiti ve etrafındaki mübarek insanlar yetiştirdi ve geliştirdi. Bu dehayı yetiştiren kültür muhiti, eğitim ve ahlak sistemi, bizim için son derece önemli. Fâtihler yetiştiren bir vasat, Fâtihler yetiştiren bir çevre..
Neden Fâtih çeşitli kültürleri tanıdığı halde, Rumu, İtalyanı, Boşnağı, Rusu, Trabzonluyu, Gürcüyü, daha başka nice insanları tanıdığı halde, hatta gayr-i müslim hocaları ve sanatkar dostları olduğu halde, diyar diyar gezdiği halde, niye dejenere olmadı, niye bozulmadı?.. Niye bu devrin okulundan mezun olan talebesi, Avrupa’ya ihtisasa gittiği zaman dejenere olup geliyor da,  bu Fâtih Sultan Mehmed niye dejenere olmadı?..
Niye zaferden ve saltanattan başı dönmedi? Niye zenginlik ve ihtişamdan şımarmadı? Niye bazı halef ve selefleri gibi zevke safaya dalmadı?  
Çünkü çok sağlam hocalarda, çok takvâ ehli alim ve fazılların elinde yetişti. Hoca, bir insanın asıl mayasını veren… Herhalde bir de, ana ve babasının ve ecdadının en temiz kazanç yollarından biri olan gazâ yoluyla elde ettikleri helâl rızıkla beslenmiş olmasından…
Tekniğinden, teknolojisinden, ilminden, irfanından, uyanıklığından, zekâsından, dehâsından sebepler bulunabilir, muvaffakiyeti için amma, o sebeplerin hepsi daha fazlasıyla Huneyn’de, kâfirlerin önünde yenilen sahabe ordusunda yok muydu?..
Bir takvâ kusuru, bir benlik duygusu, bir gönlü Allah’tan gayrı bir başka şeye bağlamak, bir fethin ve nusretin ancak Allah’tan geldiğine olan inançtaki küçük şüphe, başında Peygamber bulunan bir sahabe ordusunun müşriklerin karşısında yenilmesine sebeb oluyor.
Zaferin bir tek sebebi var: Ahlâk-ı İslâmiyye, sabır, takvâ ve daha nice mezâyâ-yı İslâmiyye…
Bu vasıfları Fâtih Sultan Mehmed cennet-mekân, Molla Gürânî hocasından alarak eğitime başladı. Onun zamanına kadar, zekâsının ifratından dolayı, hocalara râm olmamış, diz çökmemiş, söz dinlememiş; naz etmiş, niyaz etmiş, kaytarmış, okumamış; hocalar da “Padişah şehzadesidir, sultan çocuğudur.” Diye yüklenememişler üzerine…
Sultar II. Murad Han, üzgün; “Şehzadem 5 yaşına geldi, hâlâ okuyamadı, Kur’an-ı Kerim’i sökemedi; bu ne haldir?” diye telaşta. Evlâdını has müslüman yetiştirememenin endişesi yüreğine düşmüş, dertleşiyor.
II. Murat, Molla Gürânî isimli mübarek zatı çağırıyor, diyor ki:
“–Şehzâdem Kur’an’ı sökemedi; size tevdi eylesek lütfeder misiniz?”
Diyor ki:
“–Hay hay! Kur’an’ı öğretmek en şerefli şey;
 ‘Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğretendir.’ Ama, ben talebemin sultan çocuğu olduğuna bakmam; hakederse cezayı veririm.”
“–Ellerin dert görmesin; nur ol, istediğini yap!” diye izin almış.
Kısa zamanda Kur’an-ı Kerim’i de söküyor; öteki ilimleri de söküyor ve ilimde o eşsiz mertebelere doğru yürüyor.
Sultanlığında, (yalnız şehzadeliğinde 5 yaşında bir çocukken değil, sultanlığında da) Molla Gürânî ona karşı çıkmıştır. Molla Gürânî’nin yanına geldiği zaman, Fâtih; Sultanken de onun elini öpmüş. Bir keresinde, Honaz kalesinin yetiştirdiği büyük fazıl Taceddin Muhammed İbni İbrahim Efendi’nin oğlu, Fâtih devrinin en büyük dört meşhur müderrisinden biri Hatipzade Muhiddin Efendi’yi azlediyor:
“–Azlettim seni müderrislikten, çık git, ne yaparsan yap!” gibi muamele..
Molla Gürânî Padişahın karşısına dikiliyor, diyor ki:
“–Ya o azli geri alırsın, ya da biz bütün ulema senin ülkeni terk ederiz; alimin kadrini bilen bir başka hükümdarın diyarına gideriz.”
Fâtih, azlini geri alıyor.. Yani devir, sultanların hüküm sürdüğü devir değil, alimlerin hüküm sürdüğü devir…
Fâtih Sultan Mehmed Han, Fâtih Camii’ni yaptırdıktan sonra, 8 tane medrese yapıyor, çevresine; dört tane Karadeniz tarafında, dört tane Marmara tarafında, 8 medrese yapıyor; herbirine en büyük alimleri tayin ediyor ve;
“–Buraya ancak müstehak olanları, istidatlı olanları, imtihanı kazananları yerleştirin; bu medrese odalarını lâlettayin insanlara vermeyin, yüksek talebelere verin!” diyor, bir nizamname koyuyor ortaya.
Bir zaman sonra da medresenin yönetiminden talepte bulunuyor:
“–Ben de merak ediyorum, burada okunan ilimleri, dinlemek istiyorum; acep bana da bir oda verir misiniz?” diye müracaat ediyor.
Onlar da diyorlar ki:
“–Senin koyduğun kaidelere göre imtihan olman lâzım; kabiliyetli değilsen, sana odayı veremeyiz.”
Şahsiyetlerin büyüklerine bakın!.. Yani sadece Fâtih büyük değil, devrin alimleri de büyük, adamları da büyük, hepsi büyük… Hızır Çelebi, İstanbul’un ilk belediye reisi, ilk kadısı. Karşı taraftaki Kadıköy kendisinin mukàtaası olduğu için ismi oradan almış; ama Kadıköylüler’in hiçbiri bilmez, Hızır Çelebi kimdir, bu Kadıköy’e niçin o isim verilmiştir?
Hızır Çelebi’nin huzuruna Fâtih Sultan Mehmed Han sanık olarak çıkıyor. Mimarla başı derde girmiş; mimarı kubbeyi Ayasofya’dan küçük yaptı diye, cezalandırdığı için; mimar sultanı dava ediyor; devrin hükümdarını, devir açmış, devir kapatmış, orduların başbuğu, astığı astık-kestiği kestik sanılan insanı dava ediyor.
Hızır Çelebi’nin yanına geliyorlar. Geçiyor sedire oturuyor; sedir var, arkasında minder var; yaslanacak, oturacak padişah; öyle alışmış. Hızır Çelebi diyor ki:
“–Sultanım, burası adalet divanıdır. Sanık mevkiindesin, in şuraya otur!” diyor.
Diz çöktürüyor, karşısına oturtuyor. Rum, mimar Rum; sanık:   Fâtih Sultan Mehmed Han, İstanbul Fâtihi!.. Dava görülüyor. Fâtih Sultan Mehmed haksız, mahkum oluyor. Fâtih Sultan Mehmed Han’ı, Hızır Çelebi mahkum ediyor. Var mı böyle hakimler şimdi?..
Sanık (Fâtih) dava bittikten sonra kalkıyor, diyor ki:
“–Çelebi Efendi! Allah senden razı olsun. Eğer ben sultanım diye bana meyletseydin, adaletten inhiraf eyleseydin, seni kılıcımla te’dip edecektim.” diyor.
Mahkum edilen Sultan, mahkumiyet kararı veren hakimi tebrik ediyor. Hızır Çelebi minderini kaldırıyor, altından eğri bir hançer çıkartıyor, padişaha gösteriyor.
Padişah soruyor:
“–Bu hançer ne ola, Çelebi Efendi?..”
Diyor ki:
“–Sen de ben sultanım diye hükm-ü şeriat’a rıza göstermeseydin, seni bu hançerle hançerliyecektim.”
Hakime bak, adaleti gör! Allah şefaatlerine erdirsin…
 “–Aman sultanım, bu İstanbul’la pek oynamayalım! Avrupa’nın bütün düveli karşımıza düşman gelir, her taraftan saldırırlar, başımızı belâdan belâya atarız. Vaz geçelim bu fetihten; şöyle bir kuvvetlice vergiye bağlarsak muhasarayı kaldıralım!” dedikleri zaman, Akşemseddin Hz.leri ısrar ediyor:
“–Hayır! Daha şiddetli olarak muhasaraya devam edilsin!”
Venedik’ten ikmal geliyor. Gemileri Türk donanması karşılayacak ama, onların gemileri dev gibi, bunların gemileri kayık gibi, mavna gibi kalıyor yanında, silah eşitliği yok, sataşması, savaşması mümkün değil; yani bir tırla, külüstür bir araba gibi aralarında fark var herhalde, Allahu a’lem. Gemiler geri kaçıyorlar. Fâtih Sultan Mehmed hırsından kendini kaybediyor, denize atını sürüyor! Hemen kaptan-ı deryâsını azlediyor. Başarı kazanamamış, başarısızlığı sabit olana, göreve devam yok! Emanetler ehillerine veriliyor, nâehilden hemen alınıyor. Prensibin güzelliğine bakın!..
Fâtih Sultan Mehmed fetih gecikince, günler uzayınca her çareye baş vuruyor;
“–Ordunun içinde haram yemiş olanlar, harama bulaşmış olanlar varsa, para vereceğim, lütfen çıksınlar, ayrılsınlar, gitsinler! Darılmayacağım, takibat yapmayacağım.” diye yalvarıyor.
Yâni fethin gecikmesi bir şomluktan, bir uğursuzluktan, bir haramlıktan olmuştur diye, ordusunun içinde öyle kimseler varsa, ayrılmasını istiyor. Daha fazla insan olsun, kuvvet gelsin diye düşünmüyor.
Neden?..
  “Zafer, zayıf, güçsüz sandığınız, Allah indinde kavî olan Allah erleri sayesindedir, Allah’ın lütfuyladır.” Haramdan hayır hasıl olmaz, zalimden hayır hasıl olmaz, haramzâdeden hayır hasıl olmaz diye, onları ayıklamaya çalışıyor.
Bu böyle devam etmiş asırlar boyu. Kànunî Süleyman, Süleymaniye Camii’ni yaptırdığı zaman:
“–Hiç namazını terketmemiş bir insan varsa, açılışını o yapsın caminin!” demiş, öyle devam etmiş.
Onlar bizim gibi yaşamadılar… Bu muzafferiyetin sebebi o takvâ, o güzel ahlâk, o helâllik.
Muhterem kardeşlerim! İstanbul’u Fâtih Sultan Mehmed fethetmiştir amma, bir erenler ordusuyla fethetmiştir. Bir eşsiz, emsâlsiz İslâm ahlakıyla fethetmiştir. Bir safi, pak, temiz tasavvuf ile fethetmiştir. Biz bu fetihten ibret almalıyız. Fâtih’i bu ahlâka sahip kılan eğitimden uzak kalamayız; gafil, cahil kalamayız. Ondan ibret almalıyız.
İstanbul’un fethini ve fatihlerini iyi tanımak, bizim neslimiz için hayati önemi haizdir. Milletimizin ve gençliğimizin istikbali buna bağlıdır.  
Ey yaşlı, olgun, imkânlara sahip müslüman kardeşlerim! Gençlerimizi yeni fatihler olarak yetiştirmek için tüm gayretimizi sarfetmeli, her türlü maddi ve mânevî fedâkârlığı yapmalıyız. Bunun için Amerika’dan yardım gelecek değil.
Ey Fâtih’in akranları olan genç kardeşlerim! Fâtih İstanbul’u fethetti. Peygamber SAS Hazretleri Roma’nın da fetholunacağını müjdeliyor. O da belki size nasib olur; Allah fethinizi mübarek eylesin!..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder