27 Temmuz 2016 Çarşamba

ÖNCE AKILLARA...
SONRA GÖNÜLLERE...
SONRA DA SOKAKLARA DARBE!

"ÇEKİRDEK FESTİVALİNE WELCOME"


Kim paralel...kim paragöz...kim dikdörtgen...kim zevkten dörtköşe...köşe kapmaca game over...adaletçiler meydanlarda...kalkınmacılar paralele izdüşüm! Çanakkaleden yine dem vururken...ve demlenirken birileri bodrum beachlarda...sana halkım; yine tarih yazmak düştü!
derken;
Altı doldurulmamış sloganlık ve beylik laflara bakacak olursak… Adı geçmez tarihlerde kim hayatta olur, Rabbim bilir doğrusunu.
Darbe stresi altında gelecek kaygılarımız dahi ertelendi ya...Günü nasıl...vartayı nasıl atlatacağız. Bugünlerin müsebbipleri kimler? Meydanlar nelere gebe peki? Kimler tevbe etmekte? Münafıklar yine ortalarda salınmadalar mı yoksa? Opürtinistler, menfaat şebekeleri...Off kahretsin yine ister istemez üstü kapalı konuşmaktayım. Zülfü yare kim dokunacak peki? Ah gelecek! O günlerin gençliği nasıl olacak, bütün mesele bu! Nasıl bir kimlikle taşınacağız geleceğe?
Herhangi bir siyasi partimizin/AYDINIMIZIN/allame-i cihanımızın şu hengamede çocuklar ve gençlere yönelik bir eylem adımı varmı ki?
Çocuklarımızı geleceğe taşırken;
Bir müslüman gibi mi, seküler mi, kapitalist mi yetiştireceğiz?
Ahlaki kaygıları nasıl olacak, hasılı?
De ki kürtlerden dem vuran ilgili siyaset, büyütürken çocuklarını; kahvaltılarda mısır gevreğimi yedirtecek…Yine bentenlerimi izlettirecek…onlarında binecekleri arabaların markaları aynılarımı olacak…Umutsuz ev kadınları isimli diziyi ha türkçe, ha kürtçe ha arapça çeviriyle izlemişsin, farkeden ne?
Siz Türk polisinin biberinin gazından şikayet ediyorsunuz ya... lakin aynı polise-askere tarafınızdan sıkılan kurşun nazardan koruma maksatlı değil ama…Aha da size darbe! Rahat kimlere batmamış ki?
De ki iktidar sizsiniz; yani Kace(Kürdiye Cumhuriyeti) olduğunuzda mesela bir muhalif olarak birileri apokürt ‘e küfredebilecek mi? Sizin azınlığınız mı olacak Kürdistanda yaşayan Türk nüfus? Anadilde Türkçe eğitim hakkı istenebilecek mi? Müminler kardeştir düsturu marksist felsefenizde yer alacak mı? İslami referansınız olacak mı mesela? Kürtçe meallerinizdeki cihad ayetlerini ne yapmayı düşünüyorsunuz? Bütün bunlar olurken sizlerde rezidanslarda oturup toverslerdeki officelerinizde makyevelist yaşamlar mı süreceksiniz?
Behlül dana hazretleri sizin içinde bir menkıbeden mi ibaret olacak?
Dekart, kant, spinoza, jan jack russo sizin de mi saintleriniz arasında yer alacak? Bakın 5 yıllık kirli savaşta ki Suriye’ ye; iktidar ya da muhalif gruplar birbirlerine kurşun sıkarken bi ara merak ediveripte bakıversinler karşıya doğrulttukları silahların markalarına.
Yok arkadaş, ben bu kavgada yokum!
Önceden bağımsız türkiye derdik naçizane…
Şimdilerde bağımsız dünya diyorum…
Dünya mazlumları heryerde hep aynı…Aynı ağababaların hep aynı olduğu gibi.
Mazlumluk hadi bi yere kadar.
Biz, biz bu çağın müslümanları aynı zamanda fena haldede aptalız. Arkamızda yalnızca bizden dua bekleyen, istememizi bekleyen kainatın sahibi varken…
Biz ellerimizi açmışızda merhamet bekleriz bize zulmedenlerden!
Yahu iktidar olan biz değil miydik?
Şimdi iki satır şurada bir-iki laf edeceğim; tahammülsüzlük had safhada. Eleştiriye tahammül yok! Peki zalimin mensubiyeti var mı?
Her dinden, milletten zalim olmaz mı?
Adaletle hükmetmek esas değil mi?
Peygamber ilk hicret için müslümanları Habeşe gönderirken, Habeşin kralı Necaşi için ne diyordu? “Orada adil bir hükümdar bulacaksınız!”
Hadin hep beraber bi iman tazelemesi yapalım; tek ihtiyacımız bu!
“La ilahe illallah, Muhammedur Resulullah!”
“Allahtan başka hükmedici yoktur, elçisi de Muhammeddir!”
...
Ey hocaların efendisi; efendi efendi demişsin ki beni Türkiyeye vermeyin. Sizlere hizmetimi sürdürmek istiyorum.
Allah'ım! Kemik kavgasını cihad görünümüne sokanları...
...
Mecalsizim...Körler ülkesinde ışığın faziletlerinden dem vurmak...abesle mi uğraşıyorum yoksa...
Bu ne tufan? Bu ne tuğyan!
son bi not;
BEN DEMEDİM...AKPARTİ MİLLETVEKİLİ Sn.MEHMET METİNER SÖYLEDİ...
EY KİBRİYA KULAK VER BU TARİHİ ANEKNOTA!
Ey Ak Parti il ilçe başkanları, ey vekillerimiz,ey bakanlarımız...
Vatandaş arar,işim var deriz.
Belediye Başkanı ile görüşmek ister özel kalemde bekletiriz.
Gariban makamımıza gelir,kabul etmeyiz.
Önemli biri gelince kapıda bekleriz.
Seçmenin ufacık işine el atmayız.
Holding sahibi zengin gelince hemen yaparız.
Bütün bunları yaptığımız halde bu halk Reise olan sevgisinden, bağlılığından bize sahip çıktı. Biz düşmüştük elimizden tutup kaldırdı.
Onlar ilk dakikadan itibaren sokağa inmese hiçbirimizin vekilliği, başkanlığı, bakanlığı kalmazdı. Hepimiz öldürülmüş ya da iskenceden geçiyorduk...
Bu milletin hepsinin elini öpsek sırtımızda taşısak azdır.
ARTIK HERSEYİMİZİ HAYATIMIZ DAHİL HERŞEYİMİZİ BU HALKA BORÇLUYUZ...
MEHMET METİNER

fehmi demirbağ

Ciddi Ciddi - 15 temmuz darbe girişiminin bilinmeyenleri !



BEN DEMEDİM...AKPARTİ MİLLETVEKİLİ Sn.MEHMET METİNER SÖYLEDİ...
EY KİBRİYA KULAK VER BU TARİHİ ANEKNOTA!
Ey Ak Parti il ilçe başkanları, ey vekillerimiz,ey bakanlarımız...
Vatandaş arar,işim var deriz.
Belediye Başkanı ile görüşmek ister özel kalemde bekletiriz.
Gariban makamımıza gelir,kabul etmeyiz.
Önemli biri gelince kapıda bekleriz.
Seçmenin ufacık işine el atmayız.
Holding sahibi zengin gelince hemen yaparız.
Bütün bunları yaptığımız halde bu halk Reise olan sevgisinden, bağlılığından bize sahip çıktı. Biz düşmüştük elimizden tutup kaldırdı.
Onlar ilk dakikadan itibaren sokağa inmese hiçbirimizin vekilliği, başkanlığı, bakanlığı kalmazdı. Hepimiz öldürülmüş ya da iskenceden geçiyorduk...
Bu milletin hepsinin elini öpsek sırtımızda taşısak azdır.
ARTIK HERSEYİMİZİ HAYATIMIZ DAHİL HERŞEYİMİZİ BU HALKA BORÇLUYUZ...
MEHMET METİNER
ŞEYTAN BU KİTABI OKUMA DEDİ


Sen bu kitabı okuyup bitirdiğinde üzerindeki yüzyılların laneti kalkacak. Uyuşukluğun, tembelliğin, üşengeçliğin bitecek. O dayak yemiş halinden eser kalmayacak. Keşkelerin azalacak. Bütün fethedilmemiş toprakların adeta tek Fatih'i bir tek sen olacaksın. Geçimsizliğin de bitecek, huysuzluğunda. O anlamsız mide yanmalarında bitecek. Sağa sola manasız sataşmalarında. Vara yoğa küfretmelerinde. Hastalıklı kahkahalarında.  Vesveselerin başta gelmek üzere bütün manevi kirlerinden arınacaksın. Bundan emin olabilirsin. Garanti veriyorum sana. Ben de eminim ki kendimden, bu kadar büyük iddialarda bulunuyorum.
Çünkü bugün önemli bir gün. Geriye kalan ömrümüzün ilk günü. Muhteşem bir gün yani. Kıymetini bilmemiz gereken tek gün! Ki zaten hayat dediğin 3 günlük değil midir? Hani nerede "Dün"? Keşkelerle, pişmanlıklarla, ah-vahlarla o'nu geride bırakmadık mı? Kim bilir hangi kimsesizler mezarlığına gömüverdik onu? Yetim kalmış günler ardından ağıtlar yakmadı mı?  Tek mirası deneyim'i bize bırakırken bir de bir pusula bırakmıştı okumamız için, hala bakıp okumadın mı: "Hayat yediğimiz kazıkların bileşkesidir. Deneyimlerde bu kazıkların fatura koçanı!"
Hele bir bak; "Bugün"ünü nasıl zehirlediğini... "Dün"ün pişmanlıkları ile "Yarın"ın korku, kaygı ve beklentileri arasındaki müebbet hayatını? Bir saniye sonrası bile henüz yaratılmamışken ölümsüzlüğün peşine düşmeni hangi aklıevvel sana salık verdi de güzelce yaşanması gereken tek varlığın olan bugünü nasıl ıskalarsın? Nasıl ertelersin bugünün mutluluklarını ilerde çok mutlu olacam beklentisiyle. Biliyormusun bugünde dünün yarınıydı. Hani bugün mutlu olacaktın. Dün öyle demiyor muydun? Güya yarın mutlu olmanın derdine düşmüşsün yine bugünkü bütün somurtukluğunla.
Bu söylediklerimden sakın "boşver, herşey nasılsa olacağa varıyor" sonucunu çıkartma. Sen hayatı "insanca" yaşamaya kurgula kendini. Hayallerin olsun sonsuzca. Sınırsızca programla kendini hayallerini gerçekleştirmek için. Ahmakça yaşayıpta "kader" deme saçmalamalarına, Rabbini de suçuna ortak etmeye kalkışma. Cehaletini gidermelisin öncelikle insanca yaşamanın erdemine nail olmak için. Bil; yeryüzü sana mescid kılındı kardeşim. Kendini küçük coğrafyalara mahkum edişin neden? Sür atını Roma'ya, süratlıca...Yak gemilerini de öyle yola koyul Tarık Bin Ziyad gibi aşılmaz denizlerin ötesine. Söyle,  gemilerini karadan yürütmeye var mısın?
Bırak gündelik hayatın seni kanser gibi kuşatmış saçma salak sorunlarını.
Hadi gel, önce gülümse şunca satırdan sonrada ben de sana tılsımlı bir hayatın kapılarını aralayayım. Üzerindeki laneti kaldırayım. Büyülerini çözeyim.
Bunun karşılığında benimde senden ufak tefek ricalarım olacak ama. Öncelikli olarak yanında kalem bulundur. Kitabı okurken olaki o anda anlamadığın...ya da benim anlatamadığım şeyler olabilir. Kitabın bir kenarına not al. Hasılı okur- yazar olarak sohbet edelim. Sen okur, ben yazar...Sen hem okur hem yazar... Sen ki ayrıca not et; tarihi bir gündesin ya hani. İlk Vakaünüvis'imiz Naima'yı yad ederek bu tarihi günü not al. Bugün dönüşüm günü. Adeta bugün senin doğum günün.
Bilir misin ki okumak ölülerle konuşmak, onlarla iletişime geçmektir. Ve dahi hatta, Tanrı'yla konuşmaktır. Yazmak ise doğmamış nesillerle bile iletişime geçmektir. Okur-yazar olmak ise adeta bir zaman makinasının yolcusu olmaktır. Dün ile yarının arasında köprü olmaktır okumak ve yazmak!
Hani "ikra" diyordu ya rabbin? "Oku" diyordu. Biz ki okuyamadık bir türlü türlü tarihsel desiseler neticesi. Bak etrafına eline mikrofon alan birisini gördüğünde genelde başlangıç cümlesine dikkat et; "Oku der Rabbimiz..."
Eyvallah okuruz da, ümmet olarak...Canına, malına...okuruz martaval...palavra okuruz...Okumanın türlü türlüsü...lakin okuyamayız Rabbimizi...Misal ilk nüzul sebebli suredir Alak! Yani "yaratılış" ve ikincisi "Kalem" suresidir. Yine İkra suresinin 4. ayeti yine lkalemi işaret eder de bilemeyiz olan biteni cehaletimizden; okumadığımızdan olayları...
"Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle.
1- Yaratan Rabbinin adıyla oku!
2- İnsanı bir kan pıhtısından yarattı! 
3- Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir.
4- O Rab ki kalemle yazmayı öğretti.
5- İnsana bilmediği şeyleri öğretti."
İlk insandan nasıl türediyse insanlık, ilk günahta bütün ahlaksızların atasıdır. Şu anki ahvalimiz dna misali dedelerimizin babalarımıza, babalarımızın bizlere, bizlerinde torunlarımıza devrettiğimiz bir silsilenin devamıdır. İşlediğin günah eğer tevbe etmezsen torununa bulaşır kardeşim.
De ki an geldi, uydun şeytanada içki içtin. Bak bu tavrının adıdır günah. Lakin hadi şimdi o alkollü halinde araba kullanda görelim; bir günahın nasılda ahlaksızlığa dönüştüğünü.
"Banane" diyemez insan. "Sanane" de...Herkes derse bu kelimeleri yepyeni bir hayvani nesil peydah oluyordur, biline.
Bismillah!
Söze yeni başlıyoruz.
Herşeyin başlangıcı, unutma "Rabbinin adı!"
...
"İnsan eşref-i mahlukattır derdi babam. Bu sözün sözler içinde bir yeri vardı. Ta ki bir eylül sabahı,bilek damarlarımı kestiğimde söz sözler içinde yerini buldu" der;  kızıl, kominist, Allahsız, kitapsız bir hayatın müdavimliği ve müminliğini yaşarken intiharın kapısından dönüpte Rabbine teslim olan şair İsmet Özel.
İnsan ve eşref-i mahlukat! Sahi neydi insan? Maddi gözlemle ve verileriyle insan; 7 kalıp sabunu oluşturacak kadar yağmıydı? Sokalım bir laboratuarada insan nedir in sorularına yanıt arayalım. Bir ortaboy inşaat çivisini oluşturacak kadar demir midir insan? Bir tavuk kümesini boyayacak kadarkireç?..Ya da bir kutu kibrit çöpünün üzerindeki kadar fosfor mu?
Nedir insan? Biyolojik varlığından ne kadar haberdarız ki. Misal merhamete dayalı döktüğümüz gözyaşının midemizi koruduğu, ülseri engellediğiyle alakalı kim ne kadar haberdardır misal. Sağlıklı erkek gözyaşı döken erkektir desem, cevabınız erkek adam ağlamaz mı olur?  Sağlıklı beslenmeyle alakalı bildiklerimiz kaç satırlık bilgiden ibaret ki? Daha maddi varlığını çözemediğimiz mahluktan bahsediyoruz. Katı, sıvı ve gaz olarak kimyanın üç halinin bileşkesi iki ayaklı tüysüz maymun mudur yani insan? Onca kütlenin içindeki nohut büyüklüğündeki bir küçük bahsedeyim dilerseniz;
Timüs bezi, tiroid bezinin altında, göğüs boşluğunda ve soluk borusunun önünde bulunur. Bu bez insanın bağışıklık sisteminin merkezidir. Yani bütün bağışıklık sistemi buradan yönetilir. Timüs bezi ne kadar çok titreşirse kişi o kadar sağlıklı ve bağışıklık sistemi sağlam olur. Yani Timüs'ü eşşek sudan gelinceye kadar dövmek lazım. Genç ve sağlıklı olmak ve kalmak için Timüs'ü eşşek sudan gelinceye kadar dövmek lazım. Anadolu’da ağıt yakan kadınların göğüslerine vurduklarına hepiniz şahit olmuşsunuzdur. Bu refleks kaynaklı basit bir el hareketi değildir. Bu beynin otomatik gerçekleştirdiği bir davranıştır. Kişi göğsüne vururken Timüs bezini titreştirir. Bu sayede üzüntü kaynaklı bağışıklıkta meydana gelen direnç azalmasının önüne geçmeye çalışır. Bu bez ne kadar sıklıkla titreştirilirse kişi o kadar genç ve sağlıklı yaşar ayrıca geç yaşlanır. Sizde parmaklarınızla göğsünüzün ortasına yapacağınız küçük vuruşlarla timüs bezini titreştirebilirsiniz. Yada daha basit bir yolu kullanırsınız. "KAHKAHA" atabilirsiniz. Çünkü kahkaha da göğüs kafesini oynattığı için bu bezi harekete geçirir. Hani yıllar geçerde aradan bir arkadaşımıza rastlarız neşeli halleriyle tanıdığımız bu insanı görünce "hiç değişmemişsin, ne gamsızsın..." deriz ya, işte timüs bezinin gücü. Sonuç olarak kahkaha bağışıklık sistemini güçlendirir ve sizi genç tutar. 

Bir de Google'dan bakalım: Mutluluk ve Timus bezi .. "Mutluluk bir seçimdir. Mutsuzluğumuz kadere, şansızlığa ve talihsizliğe inancımız ölçüsündedir." Mutlu duyguların hissedilmesinde hormonların rolü büyük. Bedenimizde o hormonları salgılayan salgı bezlerinden minicik ama çok güçlü bir salgı bezi var: timus. Timus uyarıldığında salgıladığı hormonlar kişide haz ve mutluluk duygusu yaratır.Çünkü timus aktive olduğunda bedenin kimyasının değişimine neden olur. Bu değişiklik sinir sistemini sakinleştirir ve beyin fonksiyonları nı hızlandırır. Bu da kişide rahatlama duygusu yaratır. Avustralyalı Nobel ödüllü kanser araştırmacısı Sir MacFarlane Burnet timus bezinin aktif hale getirilmesiyle insan bedeninin kendisini kanserden koruyabilme yeteneğine sahip olacağını savunuyordu. Çocuklarda iri olan timus ergenlik döneminde bir ceviz kadar irileşiyor. Ama yas ilerledikçe bir bezelye tanesi kadar küçülüyor, yaşlılıkta ise tamamen köreliyor. Ama bazı insanlarda ileri yaslarda bile hala ceviz büyüklüğünü koruması, bilimin henüz çözemediği alanlardan biri. Timusun sağlığımız üzerindeki önemli yararlarından biri de T hücrelerini üretiyor olması. T hücreleri denilen lenfositler bedene zarar verebilecek zararlı hücreleri yok ederler. Bu küçük T hücrelerine yaşamımızı borçluyuz. AIDS gibi bağışıklık sistemini çökerten hastalıkların ölümcül olması T hücrelerinin haberleşme hatlarını öncelikle kesmelerinden kaynaklanıyor. Timus göğüs kafesinin üst kısmının tam arkasında, göğsün tam ortasında yer alıyor. Timusu uyarmanın üç basit yolu var: Timusu uyarmanın birinci yolu gülmek.Yani gerçek, içten, sıcak bir gülüş, bir kahkaha. Her gülündüğünde timus bezi aktive oluyor. Her aktive olduğunda bedenimize kimyasal dalgalar göndererek kendimizi iyi hissetmemizi sağlıyor. 1993 yılında California Üniversitesi' nde Dr.Paul Ekman tarafından yapılan araştırmada gülmenin timusu ve beynin değişik haz bölgeleriyle bağlantısı olan kasları harekete geçirdiği ve insanda haz duygusu yarattığı kanıtlanmış. Timusu uyarmanın ikinci yolu iki parmakla timusun üzerine gelen noktaya vurulması, yani elle uyarmak. Timusu uyarmanın üçüncü yolu ise dilin üst dişlerin arkasında damağa ve ağzın tavanına değdirilmesi. Dr. John Diamond ve ekibi dilin bu pozisyona getirilmesi ile sol ve sağ beyin küresi arasında denge oluşmasını sağladığını tespit etmiş.Bu da insanin daha iyi düşünmesi ve kendini daha iyi hissetmesine yardımcı oluyor.

Evet ama bu çalışmamız külliyatlarca bir ansiklopedi olmayacak. Orta hacimde, kalınlıkta bir kitap olacak nihayetinde. İnsan ile ilgili araştırma ve incelemeye kalkıştığınızda bilin ki mevcut ömrünüz size yetmeyecektir.
İnsanlar üç türlüdür gardaş. Delileri vardır...Dahileri...ve de senin benim gibi olanları. Yani sıradan olanlar kahir ekseridirler alemi insanlığın. Bunlarda kendi aralarında iki türlüdür gardaş. Makadlarını mahattan kaldıranlar ile ilelebet zıbarıp yatıverenler. Yani tembeller...
Deliler ve dahiler ibretlikdir gardaş. Normaller şükretsinler diye yaratılmışlardır yüce yaratıcı tarafından. Sözümüz yoktur onlara. Velakin normaller mühimdir işte. Normallerin anormalleri ise tembel olanlardır. Kıllarını kımıldatmazlardır onlar. Sürekli şikayetçi olanlardır yani.
Bak gardaş, bir hikaye anlatayım da kısadan, kıssadan hisse kapasın gardaş.

"Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş, kendisi de pencereye oturmuştu. Bakalım neler olacak?.
Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray görevlileri birer birer geldiler, sabahtan öğlene kadar. Hepsi kayanın etrafından dolaşıp saraya girdiler. Pek çoğu kralı yüksek sesle eleştirdi. Halkından bu kadar vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyordu. Sonunda bir köylü çıkageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu.
Sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarıldı ve ıkına sıkına itmeye başladı. Sonunda kan ter içinde kaldı ama, kayayı da yolun kenarına çekti. Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski yerinde bir kesenin durduğunu gördü. Açtı. Kese altın doluydu. Bir de kralın notu vardı içinde. "Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir" diyordu kral. Köylü, bugün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı. "Her engel, yaşam koşullarınızı daha iyileştirecek bir fırsattır."
İnsan "eşref-i mahlukattır" kardeşim. Yani hani bugün geriye kalan ömrünün ilk günü ya...Kendini önemsemelisin. Sen en önemli günün, en önemli mahluğusun. Sen yaratılmışların en şereflisisin. Yeryüzünde Allah'ın halifesisisn. Hele ki bir de ilim tahsili yapıyorsan ayrıca efendimizin buyurduğu gibi peygamberlerin varisisin. Çünkü "alimler peygamberlerin mirasçısıdırlar." Hele hele bir de kadınsan...Cennet annelerin ayakları altındadır. Yani üç ayrı payitahtla yeryüzünün efendisisin. Yeter ki kendinin farkına var, yeter ki kendini önemse.
EY YARATILDIKTAN SONRA BAŞIBOŞ BIRAKILACAĞINI ZANNEDEN İNSAN;
Kün deyince rabbim, oluverdi varlık...Varlık ki türlü türlü...Sonsuzluk deryasında yüzen bir nihayetsiz kainat...Her biri bir zerre ki, her biri ayrı kainat!
Her bir zerre de ilahi emre amade...Sonsuz büyük galaksilerden sonsuz küçük zerreye...
Nasıl yaratılmışlarsa, hangi gaye uğruna ve hangi programla...İtiraz edende yok...Aykırı olanda...
Lakin pişmiş topraktan yaratılan...ve eşref-i mahluk olan...Yani şunca yaratılmışın arasında zirvede olan...Yaratıcının irade bahşettiği...Ruh üflediği...Hep isyanda...Hep, hepp!
Çün onu irade sahibi kılmakla imtiyazlandırmış yaratıcı...
Sen demiş "kul'um, kullarım arasında özelsin." Hoş ne yok ki yaratılmışlar arasında rabbine kul olan...
Kul'luk mevzuunda bir tek seçim sahibi insan...
Misal...Toxplazma tarzı bir et bakterisi yaratmış yerkürenin brezilya topraklarında...Hele rezillik derdine düşmeyi bırakta hele bir dinle bakayım ey insan bu bakteri kulun hikayesini...Mikroskopla dahi zor görülen bu kul bu hikayemizin başrol kahramanıdır.
Der ki rab; "ey bakteri kulum." Sen Brezilyada, filanca mıntıkada yaşayasın. Yumruk büyüklüğündeki falanca salyangozun vücudunda. Lakin üreme zamanın gelince çık salyangozun gözüne. Gözlerini salyangozun çevir bir kurtçuğa. Kımıl kımıl mıldasın salyangozun gözleri. "Sen ey salyangoz kulum!" Bakteri kulum yerleşince gözlerine tırman hemen yanındaki ağacın tepesinde kavuş gökyüzüne. Salyangoz halbuki bu emir gelinceye dek agacın dibinde, nemli zeminde sürdürür hayatını. Yemesi belli, içmesi de...
Salyangoz bir süre sonra çıkar ağacın tepesine. Meğer ağacı yurt edinmiş serçeye benzer bir de kuş yaşarmış. Salyangozün gözündeki kurtçuğa dönmüş bakteri kurt kuşla cilveleşir hasılı. Der, vücut diliyle; ey kuş...gel ve benle açlığını gider!
Kuş rızkı önüne gelince çeker besmelesini...Gaga gaga yutar salyangozun gözündeki kurtçukları....oh elhamdülillah! Bugünde karnım doydu, şükür.
Kuşun bağırsakları meğer bakteri kulun zifaf alanıdır. yani bakterilerin balayı merkezi. Yani bakteri üretim merkezi. Cicim aylarından sonra genç bakteriler dalarlar kuşun dışkısına...Bir iki ıkınma derken kuş kul ağaçlardan aşağı bırakır kakasını.
Ağaçların dibinde bir salyangoz o sırada rızkını aramaktadır. O da ne? Tam önünde sıcacık bir kuş kakası. Hem de en sevdiği. Ziyafeti önündedir. Genç bakteriler ise yeni yurtlarına kavuşmuşlardır. Yolculuk bu kez onlar için yeni başlamıştır. Tabi ki karşılarına bir Fetö çıkıpta kendilerini fıtratlarının dışına çıkarmaya kalkışmazlar ise.
Bütün bu hikayenin bütün kahramanlarında irade değil itaat sözkonusudur. 
düşünsene bütün atomların bir anda birbirlerinden ayrıştıklarını...Al sana kıyamet!

Bir tek sen! Bu hikayeyi okuyan...Sen irade sahibi olarak rabbine itaatte bu küçük bakteriye özenmedin mi?

(ŞEYTAN BU KİTABI OKUMA DEDİ KİTABIMIZDAN ALINTIDIR.)
FEHMİ DEMİRBAĞ

25 Temmuz 2016 Pazartesi

CEMAAT CANAVARINI 

MİLLİ EĞİTİMİN YETERSİZLİĞİ DOĞURDU!

TİCARET BESLEDİ...SİYASET BÜYÜTTÜ! FETÖDE AĞALARININ EMRİNE AMADE ETTİ!


Doğduğu andan itibaren TV reklamları ve çizgi filmlerle büyüyen, ilgisiz ve hep mazeretler üreten anne babalar, okulda kalabalık sınıflar, halinden dert yanan ve memnun olmayan, idealistliğini yitirmiş, tek derdi maaş olan, öğretmenlikten başka her işi yapan (servis, kantin, kırtasiye, arıcılık, seracılık, özel ders,vb...) çocuklar yetişmiş yetişmemiş, kazanmış kazanamamış umrunda olmayan, sıkıştığında, işine gelmediğinde mazeretler üreten, anında raporu patlatan, mesaisine riayet etmeyen, ama bir kuruşunu da es geçmeyen, tatilini 3-5 ay öncesinden en detaylı bir şekilde planlayan, ama eğitim öğretim dönemi geldiğinde hazırlık seminerlerine 1-2 saatliğine takılan, ramazan, kurban ve resmi tatilleri anında birbirine ekleyen, aldığı maaşı beğenmeyen, kendinden başkasını düşünmeyen, hep yukarılara bakıpta, kendinden aşağıdakilerin durumlarını görmeyen (tekstil işçileri, inşaat işçileri, dershane öğretmenleri, bir çok alanda çalıştırılan vasıfsız elemanlar ne kadar ücret alıyor, sigortaları yatıyor mu, iş garantileri var mı? ) bir öğretmen, bir memur kadrosu olduğu müddetçe çocuklarımız üzerinden suistimal mekanizmaları hep devrede olacaktır, kahrolası bu düzen böylede devam eder gider. (ki tam tersi durumda olanlar da tabi ki var ama maalesef baya bir azınlık durumunda ve onlar da zamanla eriyip kaybolup gitmekte. Bu durum neticesinde bu ülke daha bu kaotik şekilde daha ne kadar devam eder, bilinmez diyemeceğim; çünkü görünen köy kılavuz istemez.
Gençlerimizi illa ki üniversite mezunu yapacaksak; bunu yeteneklerine, ilgi alanlarına ve ihtiyaca göre yönlendirmelerle yapalım…ve hemen üniversiteden mezun etmeyelim. Maalesef bazı üniversiteler ve bölümleri hariç %95 öğrencimiz çok özür diliyorum, adeta yatarak ve iyi yetiştirilmeden mezun oluyorlar. Üniversite kantinlerinin ahvalini podyumlara benzetmek ise içler acısı olacak. Ahlaki dejenerasyona kim kulak verir onu da bilemem. Sonra da ben üniversiteyi bitirdim hadi bana devlet iş versin oluyor.
Çocuklarımız maalesef evlerde ilgisizlikten, okullarımızın yetersizliğinden küçük yaşlardan itibaren televizyon, internet, cep telefonu, bilgisayar oyunları, diziler sayesinde kendi içlerine kapanmış, apayrı bir dünya kurmuş durumdalar. Marka tutkuları had safhada, büyüklerini dinlememektedirler. Bir çok çocuğumuzun eğitimle-öğretimle alakaları kalmamış durumda. (Maalesef tüm okullarda -ilkokul, ortaokul, lise, üniversite- kopya olayları artık çığırından çıkmış durumda. Böyle olunca kim çalışır derslere...Bu şekilde yetişen bir nesil de haliyle ders bazında her hangi bir temeli olmayan, saygı, sevgi, edep barındırmayan, büyüğünü-küçüğünü bilmeyen, sadece ve sadece kendini düşünen, vb…bir nesil oluveriyor.)
Maalesef okullarımız işlevini yerine getirememekte. Bir çok nedeni var. Binalar yeterli değil ki yeterli binalar olsa da kimin umurunda. Görevli personelin amacı maaş almak, işsiz kalmamak, idealist insan bulmak ne mümkün. Bilirsiniz ki hangi iş olursa olsun idealist olunmadıktan sonra, fedakarane çalışılmadıktan sonra, herkes sahip olduğu işe kendi işi gibi sahip çıkmadıkça, sarılmadıkça olmaz ki. Kendimizi kandırmayalım lütfen. Devlet dairelerinde afedersiniz ama en alt seviyedeki memura bile güç yetmiyor, söz geçirilemiyor ki. Siz düşünün bakalım bu şekilde nasıl olacak bu işler. Tabi ki içlerinde istisnai durumlar olabilir. Çok iyi niyetli çalışan, idareci, yöneticilerin olduğu kurumlar var. Ama yeterli mi? Tabi ki hayır.
Öyle bir sistem olmalı ki kişilere bırakılmamalı. Trafik Polisleri şimdi vatandaştan bir şeyler alabiliyor mu? hayır. Neden? Artık radar var, kayıtlar var, teknoloji kullanılıyor, yeni yetişen polisler öncekilere göre daha kaliteli ve daha idealist vb...
Bir defa performansa dayalı bir yapı kurmalıyız çalışanlar için. Tabi en önemlisi artık Devlet Memurluğu diye bir şeyin olmaması lazım.
Çalışan, gayret eden, iyi niyetli olanla, çalışmayan, bankamatik memurluğu yapan, yan gelip yatan ayırt edilmeli. Ülkemizin geleceği için bu böyle olmalı. Lütfen bir araştırılsın bakalım devlet çalışanlarından kaçı ya eşi üzerinden ya da bir yakını üzerinden veya direkt kendisi ek iş yapıyor. (Özel ders, Kantin, kırtasiye, servisçilik, arıcılık, seracılık, tarım, hayvancılık, ticaret, oto alım-satım vb. emekli olduktan sonra yapılan veya yapılacak işlere alt yapı oluşturuluyor. Dolayısıyla mesaisini, zihnini bu şeklide parçalayan bir personelden ne kadar istifade edebilirsiniz ki. Ne yapıyor bu insanlar raporları patlatıyorlar, yıllık izinlerini parçalı kullanıyorlar…)
Niçin ek iş yapıyor acaba? Parası yetmediği için mi, yoksa niçin?
Evet neyse eğitim olayına tekrar dönelim.
Yetenekli çocuklar varsa sporda, sanatta, fen-teknoloji alanında ve sosyal bilimler alanında vb. tüm imkanları sunarsınız, yatılı kalma imkanı veya gelip gitme imkanı gibi her imkanı sunarsınız. Hatta ailesinin taşınması gerekirse, taşınma işlemleri, işe yerleştirilmesi vb…tüm işlerinde yardımcı olunabilmeli… Bu tür öğrenciler ailelerine, kampus yönetimine bırakılmamalıdır. YANİ ENDERUN SİSTEMİNE İHTİYAÇ VAR! ÖZEL ÖĞRENCİLERE ÖZEL MUAMELE...
Bu kampüste kimler görev alacak?
Tabi ki artık her ilimizde üniversitelerimiz var. Üniversitelerimizle, Üniversite personeliyle birlikte bu işleri görecektir. Ben hiç Sınıf Öğretmeni Prof. görmedim, ben hiç üniversiteler haricindeki eğitim kurumlarında doçent görmedim. Niçin yok?
Akademik kariyeri olanlar sadece üniversitelerde mi görev alırlar? İşte bu yapı kırılırsa hem üniversitelerimiz artık aşağılarda neler oluyor bilebilirler, hem de diğer eğitim kurumlarımızın çalışanları da daha kaliteli hale gelirler. Doçent Anaokulu, sınıf öğretmeni, ortaokul öğretmeni, Prof. müzik, beden eğitimi öğretmenlerimiz olur.
Bu kampüsleri, profesörlerimiz, doçentlerimiz yönetirler. O alanla ilgili uzmanlarımız buyursunlar sahneye insinler, artık oturdukları yerden tez yazmasınlar, sahaya insinler uygulasınlar, akademisyen yetiştirsinler, öğrenci yetiştirsinler kendileri pratikte uygulama imkanı bulsunlar, hodri meydan. İlkokul matematik öğretimini nasıl yapacaklarını göstersinler buralarda. Buyursunlar nasıl yapılırmış örnek olsunlar.
Biz de eğitim üniversitede bitiyor. Ama yanlış. Eğitim olayı hiç bir zaman bitmemeli. Çalışan arkadaşlarımızın tamamı kendilerini daima yenilemeli, geliştirmeli ve bunun sistemi kurulmalı.
Performans sisteminin bir parçasını teşkil etmeli.
Devam edecek olursak kampus sistemine;
Anaokuluna başka bir profesör ve akademik ekip, ilkokulun başına bir prof. ve akademik ekip, ortaokula, Fen Lisesine, Sağlık Meslek Lisesine, Güzel Sanatlar, Spor Liseleri, Sosyal Bilimler Liseleri vb...aynı şekilde uzman kadrolar altlarına da öğretmenlerimiz, onların yardımcılıklarına da asistanlar, üniversitede o bölümü okuyan öğrenciler verilmeli...Bakın nasıl oluyor...Çocuklarımız yeteneklerine göre nasıl yetişiyorlar...Yabancı dil öğrenemeyen, Matematik ve Fen Teknolojiyi beceremeyen, sevmeyen, bir alanda sanat icra edemeyen, bir kaç branşta spor yapamayan çocuğumuz kalıyor mu...(Bu şekilde olmazsa Milli Takımı kurmak için Avrupa'daki gurbetçi çocuklarımızdan almaya devam edersiniz)
Tabi bu eğitimi alacak çocuklarımıza Kur Sistemine dayalı bir eğitim uygulanmalı. Yeteneklerine göre ve artı sabit bazı branşlar seçilmeli. İlk 4 kur mesela her öğrenciye verilmeli, daha sonra yetenek ve kabiliyetlerine göre başarılı olduğu branşlarda yaşına bakılmadan kur sistemine göre 5. kurdan itibaren devam ettirilmelidir.
Kurulacak mükemmel bir takip sistemiyle çocukların gelişimi doğduktan itibaren takip edilmeli, yönlendirilmeli ve yeteneklerine göre, adam kayırmadan, objektif bir şekilde bu vatanın evlatları hak ettikleri donanımlı eğitimleri alabilmelidirler.
Bakın bakalım o zaman bizim çocuklarımız tv, bilgisayar, facebook, diziler, aşk meşk peşinde mi koşuyor, yoksa donanımlı bir birey olarak dünyaya açılıp Dünya'nın tozunu dumanına mı katıyor?
Bilirsiniz insanları boş bırakırsanız boş işlerle uğraşırlar. Biz çocuklarımıza bir şey sunmuyoruz ki, sunmamışız ki.
Okula gidiyor mu evet doğru gidiyor, Ama sonuç ortada. Dil bilmiyor, kendini ifade edemiyor, kitap okumayı sevmiyor, matematiği sevmiyor ve haliyle yapamıyor, her hangi bir branşta veya branşlarda spor yapamıyor, bir sanat dalıyla amatör seviyede kendini gösteremiyor. Enteresan değil mi sizce? Bu kadar yetenekli çocuklarımız var ve biz dünyayı ağzı açık izliyoruz. Halbuki spor, sanat, bilim vb.. diğer alanlarda yetiştireceğimiz değerleri dünyaya sunsak, dünya bizi ağzı açık izlese olmaz mı? Bence hiçte zor değil.
Peki o zaman biz çocuklarımızı bu okullara niçin gönderiyoruz?
Anne- Baba aman çocuk evden uzak olsun diye okula gönderiyorsa, öğretmene, idarecilere soruyorsun bin bir türlü mazeret sunuyorsa, Sonra nasıl olacak? Bu çocuklarımız donanımlı olarak yetişmezlerse kabak kimin başına patlayacak? Aynı gemide değil miyiz? Gün gelecek bunların hesabı tek tek sorulacak. Hesabı da hep beraber öderiz artık. Çünkü zamanımızda artık geçmişle çok rahat bir şekilde hesaplaşılabiliyor.
O yüzden geç kalınmadan acilen yukarıda anlattığım çerçevede tüm sistemler tepeden tırnağa yenilenmeli ve eğitim sistemi ve onun bileşenleri asrın gerektirdiği ölçeklerde yapılandırılmalıdır. Buna zihinsel değişimlerde dahil. Ve tüm alanlarda bu sisteme göre şekillendirilmeli.
DERSHANE KEPAZELİĞİNDEN SONRAKİ BOYUT KPSS
KPSS dedik; insanlar atanmayı bekliyorlar. Üniversiteyi adeta yatarak, hatta uzaktan kolayca bitiren gençlerimiz ve aileleri, haklı olarak iş diyorlar. Neden üniversiteyi bitirdiler ya. Alışmışız rahat bir iş bulup, maaşımızı zamanında alalım, hafta sonum olsun, sigortam garanti yatsın, hem de en üst limitten. Nerde var böyle bir imkan, tabi ki devlette. Niçin insanlar devlet kapısına yöneliyorlar. Özel sektörde güç kalmadı ki veya öyle bir istismar var ki, adeta insanlarımız köle gibi çalışmak durumunda bırakılıyor. Fazla iş saati, eksik sigorta, hatta yatırılmıyor, yapılmıyor, alınamayan maaşlar vb... daha bir çok nedenden dolayı, yani bunun sistemini bir türlü kuramadığımız için, ki bu olay devlet eliyle olacak gibi değil, bununla ilgili özerk bir kurum, kuruluş olmalı, firmaların, çalışanların herkesin hakkını teslim edecek bir yapı kurulmalı.
Ki ülkemizde bir işyeri açacaksın, bin bir dereden su getirilyor. Olmadık engellemelerle karşılaşıyorsunuz, prosüdürden geçilmiyor. Tabi zorluğu herkes aynı oranda yaşamıyor. Aslında öyle bir sistem olmalı ki, ne iş yapılacaksa, o şehir merkezi önceden çok iyi bir şekilde planlanmalı, (ki yurt dışında bu böyle) ve insanlara siz buraya bu kurumu açmak istiyorsunuz ama şuraya açarsanız şöyle daha iyi olur, şöyle avantajınız olur, şu kadar müşteriniz olur, şu kadar geliriniz olura kadar yardımcı olunmalı. Bunu bırakın, örneğin çiğköfte dükkanı açıyorsunuz. Sabah geliyorsunuz bir de bakmışsınız etrafınızda 5 tane çiğköfte dükkanı. Bu hep böyle oluyor maalesef. Serbest piyasa deniyor.!!! Yazık değil mi bu kadar yatırım yapan bu insanlara veya diğerlerine, hepsi birden 3 ay sonra kapatıp gidiyor. Boşa giden paralar, emekler, umutlar. Yazık bu ülkenin insanına.
Evet bir çok gencimiz haliyle devlet kapısına yönelmekte haklı değil mi? Sözleşmelileri, mütaahhit elemanlarını kadroya alınca haliyle herkes bir yolunu bulup katılmak istiyor bu kervana. Bir de gençlerimiz KPSS ile atanacağım diye beklesin dursunlar, aradan ihaleyle, mütaahhit kanalıyla, hizmet alımıyla bir çok insan kamu kurum ve kuruluşlarına (belediyelere, il ilçe müdürlüklerine vb daha bilmediğimiz hangi kurumlara...) alınmakta. Denebilir ki bunlarda kanuni, tabi ki ama o zaman KPSS niye yapılıyor??? İnsanlar atanacağım diye beklesin dursunlar. Kul hakkı diyoruz, ama ne yapalı kanunsuz bir şey yok ki kul hakkı olsun deniliyor. Onu ahirette göreceğiz.
Herkes okumak için çalışıyor. Herkesin çocuğu Doktor, Subay, Polis, Mühendis, Hakim, Savcı, Avukat vb... olacak ya. Ne yapsın diğer alanlardan garanti iş, sosyal statü, garanti para yani kısacası gelecek garantisi yok ki. Ne yapsın insanlar? Haliyle okutacak tabi ki. KPSS sınavına girecek evinde atamayı bakleyecek. ne yapsın? Alışmış hazıra, yemeğini annesi yedirir, ödevini, performansını, projesini annesi yapar, notlarını öğretmeniyle görüşüp babası yükseltir, işe bir yakınını bulur sokar, vb... Niye kılını kıpırdatsın, niye üretsin, niye düşünsün ki. Daha önemli işleri var gençlerimizin Facebookta video paylaşak, twiterde twit atacak, mesaj yazacak,. Zaten yeterince insanımızda bol, hangisine hangi imkanı sağlayacaksın ki. Ne yapalım imkanlarımız bu kadar, keşke daha fazlasını yapabilsek gibi klişe cümlelerde bol.
Niye bir mesleğe yönelsin ki, orda da torpil, adam kayırma sonuna kadar mevcut. Bizim memleketimizde hem okuyup hem de yeteneklerini geliştiremezsin ki. Dediğim gibi mezun olduğun bitirdiğin üniversitenin ne anlamı var ki. İşletme-iktisat, Ziraat Fak.mezunu öğretmen oluyor, eğitim fakültesi mezunu polis oluyor bu memlekette. Hiç bir okulu bitirememiş vatandaşımızda şoför oluyor bir otobüse, tıra, müteahhit oluyor binalar yapıyor, parasıyla değil mi kardeşim diyor. Direksiyonu tutmasını bilmeyen ehliyet alıyor, trafiğe çıkıyor, hiç bir eğitimi olmayan fırında usta oluyor, lokantada yemek yapıyor. Diğer taraftan çocuklarımız meslek liselerinde istedikleri kadar aşçılık okusun, bilmem ne okursa okusun. Ne önemi var ki. Sağlık meslek lisesinde okuyan hemşire çocuğumuz fakültesini kazanamasın, Kız Meslek lisesinde Çocuk Gelişiminde okuyan bir çocuğumuz anaokul öğretmeni olacağım diye hayaller kurup dursun. Herhangi bir anadolu lisesinde okuyan çocuğumuz elini kolunu sallaya sallaya üniversite de hemşireliği, anaokulu öğretmenliğini kazansın, ne ala. Niye açıyorsunuz madem bu liseleri? Niçin bu çocukların hayalleriyle oynuyorsunuz, niçin ümitlerini yok ediyorsunuz diye sorsalar verilecek cevap elbette vardır. Eğitim seviyeleri iyi değilse o zaman niçin kapat mıyorsunuz? Ya da başka çözümler üretilmeli. Çocuklar boş hayallere kapılıp meslek liselerine yönlenmemeliler?
Herbir kurum ve mekanizma gözden geçirilmeli...
A. Okul öncesi Öğretim Kurumu; Personelin yetiştirilmesi de dahil olmak üzere, çocuk daha doğmadan ele alacak. Anneyi eğitecek, çocuğun annesinin karnındaki gelişimin takip edecek. Doğduktan sonra hemen ele alacak, 6 yaşına kadar ki tüm eğitim, öğretim vb... etkinlikler bu kurum tarafından verilecek.
B-İlkokul Öğretim Kurumu; İlkokul 4 yıllık dönemi takip edecek bir kurum. Sınıf Öğretmenlerinin yetiştirilmesi de dahil olmak üzere, diğer yardımcı personelinde kaliteli yetişmesi sağlanmalıdır.
C-Ortaöğretim Kurumu; Lise dönemini kapsayan bu dönemde meslek liseleri ayrı, genel liseler ayrı, fen Liseleri ayrı,
D-Yüksek Öğretim Kurumu; Üniversiteleri kapsayan bu yapıda gelen insanların dört dörtlük yetiştirilmesi sağlanmalı, hak edenler mezun edilmelidir. Ancak bu kurumların halka tepeden bakan, kendini ayrı bir yerde gören yapısı kırılmalıdır. Adeta kendilerine şatolar yapılmakta, halktan, insanlardan kopuk bir şekilde projeler gerçekleşmekte. Sadece şehir protokolünün haberi olmakta. adeta kendin çal kendin oyna olayları cereyan etmektedir. Yapılan etkinliklerde belki salonlar dolmaktadır ama salona gelenlerin kim olduğuna hiç bakılmamaktadır. Yani halkın dikkatini çeken, halkın kangren olmuş problemlerine çözümler olacak iş işlemleri bu kurumlardan beklemekteyiz. Bu kurumlarda çalışmakta olan personele de performans sistemi uygulanmalıdır.
Sözün özü siz öğretmeninize, personelinize hesap soramıyorsanız, bu arkadaşlarımıza ne yaptırabileceksiniz ki. Hal böyle olunca dershane denen bir kurum ortaya çıkmış ve büyük bir açığı kapatma iddiasında bulunmuş. İşte FETÖ denilen yılanda bu inde yıllarca semirmiş te semirmiş.Dershaneler arasında da işini layıkıyla yapmaya çalışanlarda anlamamışlar büyük tuzağı. MEB deki arkadaşlarımız da bu durumu ne oluyor ya biz yetiştiriyoruz dershaneler kaymağını yiyor demişler ve onlarda sahaya inmişler.
Bu arkadaşlarımızda hafta sonları okul kursları, evlerinde veya kiraladıkları bir dairede özel ders vermeye başladılar. Ve o kadar ileri gidildi ki adeta tehditle (not tehdidi) bu kurslara, derslere öğrenciler devam etmek zorunda bırakıldılar ve maalesef hala bu şekilde devam etmekte. Adeta dershane gibi çalışılmakta olan bir sürü öğrencisi olan bu arkadaşlarımız bir kuruş vergi vermemekte, istihdam sağlamamaktadırlar.
Dolayısıyla haksız bir rekabet söz konusu. Her alanda olduğu gibi. Maalesef piyasada sektörel haksızlıkları anında önleyecek, haksız rekabete müsaade etmeyecek, kaliteli hizmet verilmesini sağlayacak, kurumları kollayacak, yatırımlarını kollayacak, hizmet alanların haklarını kollayacak bir yapı yok veya tek bir elden yürütülemiyor. Bunu takip eden tek bir kurum olmalı, tek elden takibi yapılmalı.
Dershaneler kapandıktan sonra milli eğitim aval aval bakınırken oluşan boşluğuda belediyeler doldurmaya başladı. Bunuda yorumlamaya kalkışırsak sanırım sayfalar yetmeyecek bu konuya.
Olsun! Meydanlardayız!
Ha bir de;
Üniversitelere fetö nasıl yerleşti diyecek olursanız...
Uzun yıllardır üniversitelerde yapılanıyorlardı ama 1 Temmuz 1996 tarihli lisansüstü eğitim öğretim yönetmeliği ile yabancı dili baraj yaptılar. Anadolu’da yetişen kendi imkanları ile yabancı dil öğrenme şansı olmayan binlerce öğrencinin bir anda önünü kesmiş bulundular kendi kolejlerinde ileri düzey yabancı dil eğitimi alan fetöcüler rahatlıkla yüksek lisans ve doktora programlarını doldurmaya başladılar arkasından da akademik kadroları ve belki de bütün yabancı dil sınavlarında kendi taraftarlarına ayrıcalıklar sağlayarak bunu yıllarca sürdürdüler.
Yabancı dil puanı birçok başarı kriterinden biri olabilirken baraj olarak kullanıldı.
Yani belli düzeyde bir dil puanına sahip olmayan kimselerin diğer tüm akademik başarıları yok sayıldı.
Bu şekilde aynı anda birçok kişinin önü kesildi.
Akademik yükselmelerde de durum böyle
Örneğin %25 dil puanı %25 akademik yayınlar % 25 alan sınavı % 25 akademik mezuniyet puanları gibi başarı kriterleri yerine yabancı bir dil puanını ön koşul yapmışlarsa bu durumun değerlendirilmesi incelenmesi gerekir diye düşünüyorum.
FEHMİ DEMİRBAĞ