25 Temmuz 2016 Pazartesi

CEMAAT CANAVARINI 

MİLLİ EĞİTİMİN YETERSİZLİĞİ DOĞURDU!

TİCARET BESLEDİ...SİYASET BÜYÜTTÜ! FETÖDE AĞALARININ EMRİNE AMADE ETTİ!


Doğduğu andan itibaren TV reklamları ve çizgi filmlerle büyüyen, ilgisiz ve hep mazeretler üreten anne babalar, okulda kalabalık sınıflar, halinden dert yanan ve memnun olmayan, idealistliğini yitirmiş, tek derdi maaş olan, öğretmenlikten başka her işi yapan (servis, kantin, kırtasiye, arıcılık, seracılık, özel ders,vb...) çocuklar yetişmiş yetişmemiş, kazanmış kazanamamış umrunda olmayan, sıkıştığında, işine gelmediğinde mazeretler üreten, anında raporu patlatan, mesaisine riayet etmeyen, ama bir kuruşunu da es geçmeyen, tatilini 3-5 ay öncesinden en detaylı bir şekilde planlayan, ama eğitim öğretim dönemi geldiğinde hazırlık seminerlerine 1-2 saatliğine takılan, ramazan, kurban ve resmi tatilleri anında birbirine ekleyen, aldığı maaşı beğenmeyen, kendinden başkasını düşünmeyen, hep yukarılara bakıpta, kendinden aşağıdakilerin durumlarını görmeyen (tekstil işçileri, inşaat işçileri, dershane öğretmenleri, bir çok alanda çalıştırılan vasıfsız elemanlar ne kadar ücret alıyor, sigortaları yatıyor mu, iş garantileri var mı? ) bir öğretmen, bir memur kadrosu olduğu müddetçe çocuklarımız üzerinden suistimal mekanizmaları hep devrede olacaktır, kahrolası bu düzen böylede devam eder gider. (ki tam tersi durumda olanlar da tabi ki var ama maalesef baya bir azınlık durumunda ve onlar da zamanla eriyip kaybolup gitmekte. Bu durum neticesinde bu ülke daha bu kaotik şekilde daha ne kadar devam eder, bilinmez diyemeceğim; çünkü görünen köy kılavuz istemez.
Gençlerimizi illa ki üniversite mezunu yapacaksak; bunu yeteneklerine, ilgi alanlarına ve ihtiyaca göre yönlendirmelerle yapalım…ve hemen üniversiteden mezun etmeyelim. Maalesef bazı üniversiteler ve bölümleri hariç %95 öğrencimiz çok özür diliyorum, adeta yatarak ve iyi yetiştirilmeden mezun oluyorlar. Üniversite kantinlerinin ahvalini podyumlara benzetmek ise içler acısı olacak. Ahlaki dejenerasyona kim kulak verir onu da bilemem. Sonra da ben üniversiteyi bitirdim hadi bana devlet iş versin oluyor.
Çocuklarımız maalesef evlerde ilgisizlikten, okullarımızın yetersizliğinden küçük yaşlardan itibaren televizyon, internet, cep telefonu, bilgisayar oyunları, diziler sayesinde kendi içlerine kapanmış, apayrı bir dünya kurmuş durumdalar. Marka tutkuları had safhada, büyüklerini dinlememektedirler. Bir çok çocuğumuzun eğitimle-öğretimle alakaları kalmamış durumda. (Maalesef tüm okullarda -ilkokul, ortaokul, lise, üniversite- kopya olayları artık çığırından çıkmış durumda. Böyle olunca kim çalışır derslere...Bu şekilde yetişen bir nesil de haliyle ders bazında her hangi bir temeli olmayan, saygı, sevgi, edep barındırmayan, büyüğünü-küçüğünü bilmeyen, sadece ve sadece kendini düşünen, vb…bir nesil oluveriyor.)
Maalesef okullarımız işlevini yerine getirememekte. Bir çok nedeni var. Binalar yeterli değil ki yeterli binalar olsa da kimin umurunda. Görevli personelin amacı maaş almak, işsiz kalmamak, idealist insan bulmak ne mümkün. Bilirsiniz ki hangi iş olursa olsun idealist olunmadıktan sonra, fedakarane çalışılmadıktan sonra, herkes sahip olduğu işe kendi işi gibi sahip çıkmadıkça, sarılmadıkça olmaz ki. Kendimizi kandırmayalım lütfen. Devlet dairelerinde afedersiniz ama en alt seviyedeki memura bile güç yetmiyor, söz geçirilemiyor ki. Siz düşünün bakalım bu şekilde nasıl olacak bu işler. Tabi ki içlerinde istisnai durumlar olabilir. Çok iyi niyetli çalışan, idareci, yöneticilerin olduğu kurumlar var. Ama yeterli mi? Tabi ki hayır.
Öyle bir sistem olmalı ki kişilere bırakılmamalı. Trafik Polisleri şimdi vatandaştan bir şeyler alabiliyor mu? hayır. Neden? Artık radar var, kayıtlar var, teknoloji kullanılıyor, yeni yetişen polisler öncekilere göre daha kaliteli ve daha idealist vb...
Bir defa performansa dayalı bir yapı kurmalıyız çalışanlar için. Tabi en önemlisi artık Devlet Memurluğu diye bir şeyin olmaması lazım.
Çalışan, gayret eden, iyi niyetli olanla, çalışmayan, bankamatik memurluğu yapan, yan gelip yatan ayırt edilmeli. Ülkemizin geleceği için bu böyle olmalı. Lütfen bir araştırılsın bakalım devlet çalışanlarından kaçı ya eşi üzerinden ya da bir yakını üzerinden veya direkt kendisi ek iş yapıyor. (Özel ders, Kantin, kırtasiye, servisçilik, arıcılık, seracılık, tarım, hayvancılık, ticaret, oto alım-satım vb. emekli olduktan sonra yapılan veya yapılacak işlere alt yapı oluşturuluyor. Dolayısıyla mesaisini, zihnini bu şeklide parçalayan bir personelden ne kadar istifade edebilirsiniz ki. Ne yapıyor bu insanlar raporları patlatıyorlar, yıllık izinlerini parçalı kullanıyorlar…)
Niçin ek iş yapıyor acaba? Parası yetmediği için mi, yoksa niçin?
Evet neyse eğitim olayına tekrar dönelim.
Yetenekli çocuklar varsa sporda, sanatta, fen-teknoloji alanında ve sosyal bilimler alanında vb. tüm imkanları sunarsınız, yatılı kalma imkanı veya gelip gitme imkanı gibi her imkanı sunarsınız. Hatta ailesinin taşınması gerekirse, taşınma işlemleri, işe yerleştirilmesi vb…tüm işlerinde yardımcı olunabilmeli… Bu tür öğrenciler ailelerine, kampus yönetimine bırakılmamalıdır. YANİ ENDERUN SİSTEMİNE İHTİYAÇ VAR! ÖZEL ÖĞRENCİLERE ÖZEL MUAMELE...
Bu kampüste kimler görev alacak?
Tabi ki artık her ilimizde üniversitelerimiz var. Üniversitelerimizle, Üniversite personeliyle birlikte bu işleri görecektir. Ben hiç Sınıf Öğretmeni Prof. görmedim, ben hiç üniversiteler haricindeki eğitim kurumlarında doçent görmedim. Niçin yok?
Akademik kariyeri olanlar sadece üniversitelerde mi görev alırlar? İşte bu yapı kırılırsa hem üniversitelerimiz artık aşağılarda neler oluyor bilebilirler, hem de diğer eğitim kurumlarımızın çalışanları da daha kaliteli hale gelirler. Doçent Anaokulu, sınıf öğretmeni, ortaokul öğretmeni, Prof. müzik, beden eğitimi öğretmenlerimiz olur.
Bu kampüsleri, profesörlerimiz, doçentlerimiz yönetirler. O alanla ilgili uzmanlarımız buyursunlar sahneye insinler, artık oturdukları yerden tez yazmasınlar, sahaya insinler uygulasınlar, akademisyen yetiştirsinler, öğrenci yetiştirsinler kendileri pratikte uygulama imkanı bulsunlar, hodri meydan. İlkokul matematik öğretimini nasıl yapacaklarını göstersinler buralarda. Buyursunlar nasıl yapılırmış örnek olsunlar.
Biz de eğitim üniversitede bitiyor. Ama yanlış. Eğitim olayı hiç bir zaman bitmemeli. Çalışan arkadaşlarımızın tamamı kendilerini daima yenilemeli, geliştirmeli ve bunun sistemi kurulmalı.
Performans sisteminin bir parçasını teşkil etmeli.
Devam edecek olursak kampus sistemine;
Anaokuluna başka bir profesör ve akademik ekip, ilkokulun başına bir prof. ve akademik ekip, ortaokula, Fen Lisesine, Sağlık Meslek Lisesine, Güzel Sanatlar, Spor Liseleri, Sosyal Bilimler Liseleri vb...aynı şekilde uzman kadrolar altlarına da öğretmenlerimiz, onların yardımcılıklarına da asistanlar, üniversitede o bölümü okuyan öğrenciler verilmeli...Bakın nasıl oluyor...Çocuklarımız yeteneklerine göre nasıl yetişiyorlar...Yabancı dil öğrenemeyen, Matematik ve Fen Teknolojiyi beceremeyen, sevmeyen, bir alanda sanat icra edemeyen, bir kaç branşta spor yapamayan çocuğumuz kalıyor mu...(Bu şekilde olmazsa Milli Takımı kurmak için Avrupa'daki gurbetçi çocuklarımızdan almaya devam edersiniz)
Tabi bu eğitimi alacak çocuklarımıza Kur Sistemine dayalı bir eğitim uygulanmalı. Yeteneklerine göre ve artı sabit bazı branşlar seçilmeli. İlk 4 kur mesela her öğrenciye verilmeli, daha sonra yetenek ve kabiliyetlerine göre başarılı olduğu branşlarda yaşına bakılmadan kur sistemine göre 5. kurdan itibaren devam ettirilmelidir.
Kurulacak mükemmel bir takip sistemiyle çocukların gelişimi doğduktan itibaren takip edilmeli, yönlendirilmeli ve yeteneklerine göre, adam kayırmadan, objektif bir şekilde bu vatanın evlatları hak ettikleri donanımlı eğitimleri alabilmelidirler.
Bakın bakalım o zaman bizim çocuklarımız tv, bilgisayar, facebook, diziler, aşk meşk peşinde mi koşuyor, yoksa donanımlı bir birey olarak dünyaya açılıp Dünya'nın tozunu dumanına mı katıyor?
Bilirsiniz insanları boş bırakırsanız boş işlerle uğraşırlar. Biz çocuklarımıza bir şey sunmuyoruz ki, sunmamışız ki.
Okula gidiyor mu evet doğru gidiyor, Ama sonuç ortada. Dil bilmiyor, kendini ifade edemiyor, kitap okumayı sevmiyor, matematiği sevmiyor ve haliyle yapamıyor, her hangi bir branşta veya branşlarda spor yapamıyor, bir sanat dalıyla amatör seviyede kendini gösteremiyor. Enteresan değil mi sizce? Bu kadar yetenekli çocuklarımız var ve biz dünyayı ağzı açık izliyoruz. Halbuki spor, sanat, bilim vb.. diğer alanlarda yetiştireceğimiz değerleri dünyaya sunsak, dünya bizi ağzı açık izlese olmaz mı? Bence hiçte zor değil.
Peki o zaman biz çocuklarımızı bu okullara niçin gönderiyoruz?
Anne- Baba aman çocuk evden uzak olsun diye okula gönderiyorsa, öğretmene, idarecilere soruyorsun bin bir türlü mazeret sunuyorsa, Sonra nasıl olacak? Bu çocuklarımız donanımlı olarak yetişmezlerse kabak kimin başına patlayacak? Aynı gemide değil miyiz? Gün gelecek bunların hesabı tek tek sorulacak. Hesabı da hep beraber öderiz artık. Çünkü zamanımızda artık geçmişle çok rahat bir şekilde hesaplaşılabiliyor.
O yüzden geç kalınmadan acilen yukarıda anlattığım çerçevede tüm sistemler tepeden tırnağa yenilenmeli ve eğitim sistemi ve onun bileşenleri asrın gerektirdiği ölçeklerde yapılandırılmalıdır. Buna zihinsel değişimlerde dahil. Ve tüm alanlarda bu sisteme göre şekillendirilmeli.
DERSHANE KEPAZELİĞİNDEN SONRAKİ BOYUT KPSS
KPSS dedik; insanlar atanmayı bekliyorlar. Üniversiteyi adeta yatarak, hatta uzaktan kolayca bitiren gençlerimiz ve aileleri, haklı olarak iş diyorlar. Neden üniversiteyi bitirdiler ya. Alışmışız rahat bir iş bulup, maaşımızı zamanında alalım, hafta sonum olsun, sigortam garanti yatsın, hem de en üst limitten. Nerde var böyle bir imkan, tabi ki devlette. Niçin insanlar devlet kapısına yöneliyorlar. Özel sektörde güç kalmadı ki veya öyle bir istismar var ki, adeta insanlarımız köle gibi çalışmak durumunda bırakılıyor. Fazla iş saati, eksik sigorta, hatta yatırılmıyor, yapılmıyor, alınamayan maaşlar vb... daha bir çok nedenden dolayı, yani bunun sistemini bir türlü kuramadığımız için, ki bu olay devlet eliyle olacak gibi değil, bununla ilgili özerk bir kurum, kuruluş olmalı, firmaların, çalışanların herkesin hakkını teslim edecek bir yapı kurulmalı.
Ki ülkemizde bir işyeri açacaksın, bin bir dereden su getirilyor. Olmadık engellemelerle karşılaşıyorsunuz, prosüdürden geçilmiyor. Tabi zorluğu herkes aynı oranda yaşamıyor. Aslında öyle bir sistem olmalı ki, ne iş yapılacaksa, o şehir merkezi önceden çok iyi bir şekilde planlanmalı, (ki yurt dışında bu böyle) ve insanlara siz buraya bu kurumu açmak istiyorsunuz ama şuraya açarsanız şöyle daha iyi olur, şöyle avantajınız olur, şu kadar müşteriniz olur, şu kadar geliriniz olura kadar yardımcı olunmalı. Bunu bırakın, örneğin çiğköfte dükkanı açıyorsunuz. Sabah geliyorsunuz bir de bakmışsınız etrafınızda 5 tane çiğköfte dükkanı. Bu hep böyle oluyor maalesef. Serbest piyasa deniyor.!!! Yazık değil mi bu kadar yatırım yapan bu insanlara veya diğerlerine, hepsi birden 3 ay sonra kapatıp gidiyor. Boşa giden paralar, emekler, umutlar. Yazık bu ülkenin insanına.
Evet bir çok gencimiz haliyle devlet kapısına yönelmekte haklı değil mi? Sözleşmelileri, mütaahhit elemanlarını kadroya alınca haliyle herkes bir yolunu bulup katılmak istiyor bu kervana. Bir de gençlerimiz KPSS ile atanacağım diye beklesin dursunlar, aradan ihaleyle, mütaahhit kanalıyla, hizmet alımıyla bir çok insan kamu kurum ve kuruluşlarına (belediyelere, il ilçe müdürlüklerine vb daha bilmediğimiz hangi kurumlara...) alınmakta. Denebilir ki bunlarda kanuni, tabi ki ama o zaman KPSS niye yapılıyor??? İnsanlar atanacağım diye beklesin dursunlar. Kul hakkı diyoruz, ama ne yapalı kanunsuz bir şey yok ki kul hakkı olsun deniliyor. Onu ahirette göreceğiz.
Herkes okumak için çalışıyor. Herkesin çocuğu Doktor, Subay, Polis, Mühendis, Hakim, Savcı, Avukat vb... olacak ya. Ne yapsın diğer alanlardan garanti iş, sosyal statü, garanti para yani kısacası gelecek garantisi yok ki. Ne yapsın insanlar? Haliyle okutacak tabi ki. KPSS sınavına girecek evinde atamayı bakleyecek. ne yapsın? Alışmış hazıra, yemeğini annesi yedirir, ödevini, performansını, projesini annesi yapar, notlarını öğretmeniyle görüşüp babası yükseltir, işe bir yakınını bulur sokar, vb... Niye kılını kıpırdatsın, niye üretsin, niye düşünsün ki. Daha önemli işleri var gençlerimizin Facebookta video paylaşak, twiterde twit atacak, mesaj yazacak,. Zaten yeterince insanımızda bol, hangisine hangi imkanı sağlayacaksın ki. Ne yapalım imkanlarımız bu kadar, keşke daha fazlasını yapabilsek gibi klişe cümlelerde bol.
Niye bir mesleğe yönelsin ki, orda da torpil, adam kayırma sonuna kadar mevcut. Bizim memleketimizde hem okuyup hem de yeteneklerini geliştiremezsin ki. Dediğim gibi mezun olduğun bitirdiğin üniversitenin ne anlamı var ki. İşletme-iktisat, Ziraat Fak.mezunu öğretmen oluyor, eğitim fakültesi mezunu polis oluyor bu memlekette. Hiç bir okulu bitirememiş vatandaşımızda şoför oluyor bir otobüse, tıra, müteahhit oluyor binalar yapıyor, parasıyla değil mi kardeşim diyor. Direksiyonu tutmasını bilmeyen ehliyet alıyor, trafiğe çıkıyor, hiç bir eğitimi olmayan fırında usta oluyor, lokantada yemek yapıyor. Diğer taraftan çocuklarımız meslek liselerinde istedikleri kadar aşçılık okusun, bilmem ne okursa okusun. Ne önemi var ki. Sağlık meslek lisesinde okuyan hemşire çocuğumuz fakültesini kazanamasın, Kız Meslek lisesinde Çocuk Gelişiminde okuyan bir çocuğumuz anaokul öğretmeni olacağım diye hayaller kurup dursun. Herhangi bir anadolu lisesinde okuyan çocuğumuz elini kolunu sallaya sallaya üniversite de hemşireliği, anaokulu öğretmenliğini kazansın, ne ala. Niye açıyorsunuz madem bu liseleri? Niçin bu çocukların hayalleriyle oynuyorsunuz, niçin ümitlerini yok ediyorsunuz diye sorsalar verilecek cevap elbette vardır. Eğitim seviyeleri iyi değilse o zaman niçin kapat mıyorsunuz? Ya da başka çözümler üretilmeli. Çocuklar boş hayallere kapılıp meslek liselerine yönlenmemeliler?
Herbir kurum ve mekanizma gözden geçirilmeli...
A. Okul öncesi Öğretim Kurumu; Personelin yetiştirilmesi de dahil olmak üzere, çocuk daha doğmadan ele alacak. Anneyi eğitecek, çocuğun annesinin karnındaki gelişimin takip edecek. Doğduktan sonra hemen ele alacak, 6 yaşına kadar ki tüm eğitim, öğretim vb... etkinlikler bu kurum tarafından verilecek.
B-İlkokul Öğretim Kurumu; İlkokul 4 yıllık dönemi takip edecek bir kurum. Sınıf Öğretmenlerinin yetiştirilmesi de dahil olmak üzere, diğer yardımcı personelinde kaliteli yetişmesi sağlanmalıdır.
C-Ortaöğretim Kurumu; Lise dönemini kapsayan bu dönemde meslek liseleri ayrı, genel liseler ayrı, fen Liseleri ayrı,
D-Yüksek Öğretim Kurumu; Üniversiteleri kapsayan bu yapıda gelen insanların dört dörtlük yetiştirilmesi sağlanmalı, hak edenler mezun edilmelidir. Ancak bu kurumların halka tepeden bakan, kendini ayrı bir yerde gören yapısı kırılmalıdır. Adeta kendilerine şatolar yapılmakta, halktan, insanlardan kopuk bir şekilde projeler gerçekleşmekte. Sadece şehir protokolünün haberi olmakta. adeta kendin çal kendin oyna olayları cereyan etmektedir. Yapılan etkinliklerde belki salonlar dolmaktadır ama salona gelenlerin kim olduğuna hiç bakılmamaktadır. Yani halkın dikkatini çeken, halkın kangren olmuş problemlerine çözümler olacak iş işlemleri bu kurumlardan beklemekteyiz. Bu kurumlarda çalışmakta olan personele de performans sistemi uygulanmalıdır.
Sözün özü siz öğretmeninize, personelinize hesap soramıyorsanız, bu arkadaşlarımıza ne yaptırabileceksiniz ki. Hal böyle olunca dershane denen bir kurum ortaya çıkmış ve büyük bir açığı kapatma iddiasında bulunmuş. İşte FETÖ denilen yılanda bu inde yıllarca semirmiş te semirmiş.Dershaneler arasında da işini layıkıyla yapmaya çalışanlarda anlamamışlar büyük tuzağı. MEB deki arkadaşlarımız da bu durumu ne oluyor ya biz yetiştiriyoruz dershaneler kaymağını yiyor demişler ve onlarda sahaya inmişler.
Bu arkadaşlarımızda hafta sonları okul kursları, evlerinde veya kiraladıkları bir dairede özel ders vermeye başladılar. Ve o kadar ileri gidildi ki adeta tehditle (not tehdidi) bu kurslara, derslere öğrenciler devam etmek zorunda bırakıldılar ve maalesef hala bu şekilde devam etmekte. Adeta dershane gibi çalışılmakta olan bir sürü öğrencisi olan bu arkadaşlarımız bir kuruş vergi vermemekte, istihdam sağlamamaktadırlar.
Dolayısıyla haksız bir rekabet söz konusu. Her alanda olduğu gibi. Maalesef piyasada sektörel haksızlıkları anında önleyecek, haksız rekabete müsaade etmeyecek, kaliteli hizmet verilmesini sağlayacak, kurumları kollayacak, yatırımlarını kollayacak, hizmet alanların haklarını kollayacak bir yapı yok veya tek bir elden yürütülemiyor. Bunu takip eden tek bir kurum olmalı, tek elden takibi yapılmalı.
Dershaneler kapandıktan sonra milli eğitim aval aval bakınırken oluşan boşluğuda belediyeler doldurmaya başladı. Bunuda yorumlamaya kalkışırsak sanırım sayfalar yetmeyecek bu konuya.
Olsun! Meydanlardayız!
Ha bir de;
Üniversitelere fetö nasıl yerleşti diyecek olursanız...
Uzun yıllardır üniversitelerde yapılanıyorlardı ama 1 Temmuz 1996 tarihli lisansüstü eğitim öğretim yönetmeliği ile yabancı dili baraj yaptılar. Anadolu’da yetişen kendi imkanları ile yabancı dil öğrenme şansı olmayan binlerce öğrencinin bir anda önünü kesmiş bulundular kendi kolejlerinde ileri düzey yabancı dil eğitimi alan fetöcüler rahatlıkla yüksek lisans ve doktora programlarını doldurmaya başladılar arkasından da akademik kadroları ve belki de bütün yabancı dil sınavlarında kendi taraftarlarına ayrıcalıklar sağlayarak bunu yıllarca sürdürdüler.
Yabancı dil puanı birçok başarı kriterinden biri olabilirken baraj olarak kullanıldı.
Yani belli düzeyde bir dil puanına sahip olmayan kimselerin diğer tüm akademik başarıları yok sayıldı.
Bu şekilde aynı anda birçok kişinin önü kesildi.
Akademik yükselmelerde de durum böyle
Örneğin %25 dil puanı %25 akademik yayınlar % 25 alan sınavı % 25 akademik mezuniyet puanları gibi başarı kriterleri yerine yabancı bir dil puanını ön koşul yapmışlarsa bu durumun değerlendirilmesi incelenmesi gerekir diye düşünüyorum.
FEHMİ DEMİRBAĞ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder