24 Temmuz 2015 Cuma

TERÖRDEN ŞİKAYET ETME TÜRKİYEM!

ÇÜNKÜ SEN GENÇLİĞİNİ KENDİ EVLADIN OLARAK YETİŞTİRMEDİN!

O'NU KAFİRİN EĞİTİM SİSTEMİNE TESLİM ETTİN...

ŞİMDİ DÖVÜNMEYİ BIRAKTA, AYAĞA KALKMAYA BAK!

İŞTE REÇETEN!
Gençlik, kâinattaki her şeyin kıvamında ve tadında olduğu bahar mevsimi gibi bizim de güç ve kuvvetimizin, yerinde olduğu bir dönemdir. Türkçemizde “delikanlı” tabiri ile ifadelendirilen bu dönem; aynı zamanda hayatımızda “gözü kara” olarak riskli kararlar aldığımız çağımızdır. Hayatımızdaki bu dönemin önemini yaşlılarımızın iç geçirerek “ah! Gençlik” diye hayıflanmaları bize daha iyi anlatmaktadır. O halde bizim de hayatımızın yarınlarında ah çekmemek için günümüzün “ilmi ve teknolojik gelişmelerini geçmişimizin zengin kültür mirası üzerine bina ederek” hayatımızın enerji dolu bu evresini verimli kullanmamız gerekmektedir.

Öyleyse, arzulanan ve özlemi çekilen gençlik; geçmişinin sağlam temellerine sırtını dayayarak, geleceğe adım atarken; Yaratanına layık kul ve onun yarattığı kullarına ve diğer varlıklara faydalı olmayı amaçlayan kimsedir. Peygamber (sas) Efendimiz gençlik enerjisini yaratılış gayesi uğrunda kullanan gençleri adil bir devlet başkanıyla aynı kefede değerlendirerek şöyle buyurmuştur:

 “Gençliğini Allâh’a ibâdetle geçiren delikanlı, hiçbir gölgenin olmadığı bir günde arşın gölgesinde gölgelenecektir” 

Değerli Gençler,
Gençlik; hayatımızın geleceğini etkileyen bir dönem olduğu için gelecek ideali olan herkesin hedef tahtasında sizler varsınız. Çünkü gençlik olmadan geleceğin inşası mümkün değildir. İşte bunun farkında olan kimseler yarınımız olan gençlerimizi kendi emelleri doğrultusunda kullanmayı hedeflemektedirler. Özelikle son dönemlerde toplumu bölmeye ve kana bulamaya çalışan terörün, uyuşturucu, fuhuş, helal olmayan yollardan zengin olma arzusu ve şöhret gibi araçları kullanan zararlı oluşumların, satanizm ve ateizm gibi batıl inanç ve ahireti unutturup hayatı sadece dünyadan ibaret gören zararlı düşünce akımlarının zehirli tuzakları gençliğimiz içindir.
Bunlar; büyük-küçük tanımayan, anne-baba, komşu hakkı, kul hakkı bilmeyen, içinde yaşadığı gezegeni hoyratça kullanan ve kendisinin dışındaki canlıların- bitki ve hayvanlar dâhil- yaşam haklarına saygı göstermeyen, zerre kadar hayrın ve şerrin hesabının sorgulanacağı günü düşünmeyen bir gençlik arzulamaktadırlar.
Öyleyse bu tuzaklara düşmemek için, yarınımızın ve asıl gideceğimiz ebedi hayatımızın aydınlık ve güzel olması için yarına yönelik idealimizin ve modelimizin güzel olması gerekir. Geçmişimiz, sayamayacağımız kadar örnek alacağımız kahraman gençlerle doludur.
Kur’an, inançlarını dönemin zalim sultanına haykırıp hayatın her türlü şatafatını reddeden “Ashabı Kehfi”,  asil, güzel, makam ve mansıp sahibi züleyhanın zina isteğini hapse atılmayı göze alarak reddeden iffet ve haya numunesi Hz. Yusuf (as) ı, Hocasına hizmet ve itaatte Musa (as) ın genci olarak Yuşa (as)ı, içinde yaşadığı toplumun yanlış ve batıl inancını değiştirmek ve onlara tevhid yani Allahın birliği mesajını vermek için ateşe atılmayı göze alan İbrahim(as)ı, Allah emrettiği için kurban olmayı kabullenen ve babasının isteğini şartsız kabul eden teslimiyetin ser levhası İsmail(as)ı, örnek genç şahsiyetler olarak önümüze koymaktadır.
Peygamber (s.a.s) efendimizin de Suffe ashabı başta olmak üzere yetiştirdiği ; Mekkede lüx yaşamını elinin tersiyle reddederek peygamberimizin rahlei tedrisatını tercih edip Yirmili yaşlarda Medine’yi Kuranla fetheden Uhud şehidi Musab b. Umeyr, Kuran ve tefsirde çığır açıp ekol oluşturan Abdullah b. Abbas ve Abdullah b.Mesud, Fıkhi meselelerde peygamberimizin kendisiyle övündüğü Muaz b. Cemel, İlim, idare ve askeri alanlardaki başarılarıyla Hayber’in Fatihi Hz. Ali, edep ve hayada meleklerin bile kendisinden haya ettiği Hz. Osman, ilim için gece gündüz peygamberimize hizmet eden, açlıklara direnen Ebu Hureyre, ilayı kelimetullah için gusletme fırsatı bulamadan zifafı terk eden Gasilul Melaike diye adlandırılan Hz. Hanzala (R. Anhüm) gibi saymakla bitiremeyeceğimiz gençler dünya durdukça bizim gençliğimiz için numune olmaya devam edeceklerdir.

Gençlerimizin dönüp geriye baktıkları zaman idol olarak kabul edecekleri genç kahramanlarla dolu bir tarihimiz var. Bunlar dururken ne olduğu belli olmayan ve bize dayatılan sahte kahramanları örnek almamak aklımızı kullanmamızın gereğidir.
Gençlik, bu dönemin enerjisini en verimli bir şekilde dünya ve ahirete faydalı bir şekilde kullanmaktır. Haramlardan uzak Allahı razı etmenin peşinde koşmaktır. Yoksa bize yıllarca empoze edilmeye çalışıldığı gibi her türlü günahların meşru görülerek işlendiği bir dönem değildir.Bunu için sevgili peygamberimiz(as):“ yaşlıların olgunluğunu ve yaşam tarzını tercih eden gençleri en hayırlı genç olarak” haber vermektedir
Bize düşen, gençliğimizi yarınlarımızı göğüsleyecek, varoluş gayemize göre yaşayan, Kur’an’ın rehberliğinde ve Peygamberimizin (s.a.s) önderliğinde, Allah’ın rızasına uygun hayat tarzını benimseyen; Çağın beklentilerine cevap verecek donanıma sahip, dürüst, kişilikli, vakur, alçak gönüllü ve karakter sahibi kişiler olarak yetiştirmektir. 
           
 Muhterem Kardeşlerim
Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) ibadet ehli gençler hakkında şöyle buyurmuştur:
“Allah Teâlâ, ibadet eden genci meleklerine göstererek şöyle buyurur: Ey benim için şehvetini, isteklerini bırakan, gençliğini benim için harcayan genç, sen benim yanımda bir melek gibisin.”  
Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Eğer huşu sahibi gençler, ibadet eden ihtiyarlar, sütteki bebekler ve otlayan hayvanlar olmasaydı, mutlaka üzerinize büyük bir azap yağardı." 
Gençlik, Allah'a şükrü gerektiren ve Allah tarafından insana bahşedilen çok önemli bir ni­mettir. Bu nimetin nasıl ve ne uğurda harcandığı konusunda herkesin sorguya çekileceğini bildiril­miştir.
Âdemoğlu şu beş şeyden sorguya çekilmedikçe Rabbinin huzurundan ayrılamaz:
1- Ömrünü nerede geçirdiğinden.
2- Gençliğini nerede tükettiğinden.
3- Malını nerden kazandığından.
4- Nereye harcadığından.
5- İlmiyle nasıl amel ettiğinden 

Gençlik dönemi insanın kemale ilerleyiş yo­lunda adımlar attığı, hayat tecrübelerini basamak basamak elde ettiği bir dönemdir. İnsanın beşer olarak hata ve kusurda bulunması bir yana bunlar gençlik döneminde biraz daha fazla görülür, insan, ergenlik çağından sonra nefsine ve şeytana uyarak günah işleyebilir. Günah işleyebilen bir varlık olması nedeniyle yüce Allah günahtan kurtuluş yolu olarak tövbe kapısını insanlara açmıştır. Her insanın tövbeye ihtiyacı vardır. Önemli olan hiç günah işlememek değil günahta ısrar etmemektir.
Peygamberimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem)'in
"Günah­kârların en hayırlısı tövbe edenlerdir’’  hadisi buna işaret etmektedir.
Müslüman’ın günahlarına tövbe etmesi dinî bir görevdir. Bu görev ömür boyunca devam eder. Töv­be etmeyen insan kendisine zulmetmiş olur.
 "Kim tövbe etmezse işte onlar zalimlerin ta kendileridir’’  anlamındaki âyet bunun delilidir.
Resûl-i Ekrem (sallallâhü aleyhi ve sellem) bir gencin günahlarının farkına varmasının ve bu sebeple tövbe etmesinin Allah Teâlâ katında çok daha değerli olacağını, "Allah tövbe eden genci sever"   ha­disleriyle beyan etmiştir.

Yine Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) pek çok hadisinde faziletli gençleri methetmiş, onların ahirette ayrıcalıklı kimseler olacağını beyan etmiştir.
İşte genç yaşta yapılan ibadete Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) ayrı bir önem vermiş ve genç yaşta ibadet alışkanlığının kazanılmasını tembihlemiştir. Unutulmamalıdır ki gençler bir milletin is­tikbali olduğu kadar onların bu istikbali görebilme­leri için de büyüklere önemli görevler düşmekte. Toplum bir binayı oluşturan taşlar gibidir. Birinin zayıf olması diğerinin kuvvetinin de zayıflamasına sebeptir. O nedenle gençlerin Allah’tan korkan, vatanına, milletine ve başta kendisine ve ailesine saygılı, sorumluluk bilincinin farkında olabilmeleri için, büyüklerin de rehberliğine ihtiyaçları vardır.

Muhterem Müminler
Ebû Abdullah-ı Mukrî anlatıyor:
Yanımızda gece teheccüd kılan bir genç delikanlı vardı.
Teheccüdünü bitirince benim anlamadığım bir şeyler söylerdi. Karanlık bir gecede kalktım ve beni görmeyeceği bir yerde onu dinledim.
Göz yaşları içinde hüzünlü bir sesle şöyle demekteydi:
‘’Nefsime cennette olduğum, meyvelerinden yediğim, hurilerin yanımda olduğu ve oranın güzel elbiselerinden giydiğim şeklinde bir temsil getirdim. Yine nefsime cehennemde olduğum, ondaki zakkumdan yediğim, kaynar suyundan içtiğim ve vücuduma vurulan prangalarla depreştiğim şeklinde bir temsil daha getirdim.’’
Sonra nefsime döndüm: ‘Ey nefsim, şimdi bunlardan hangisini arzuluyorsun?’
Bana, ‘Dünyaya döndürülüp amel etmeyi (ve böylece cenneti kazanmayı)’ dedi. Ona,
‘Şimdi emniyettesin. Çalış işte’ dedim.”
Delikanlı daha sonra şu şiiri okudu:
Nefsinin her bir istediğini yapıp ederken,
Her hâlükârda dâim gülerek eğlenirken,
Fiillerini bildiğin halde hiç tövbe etmezken,
Nasıl hoşlanırsın hakîm diye seslenilmekten? 

Resûl-i Ekrem (sallallâhü aleyhi ve sellem) fertlerin gençlik zamanında kazanacakları ve ifa edecek­leri kulluk ve ibadet için, "Gençlik yıllarında Allah’a kulluk yapanın, ihtiyarlık zamanlarında kulluk yapmaya başlayana üstünlüğü, peygamberlerin insanlara olan üstünlüğü gibidir. (o derece fazi­letlidir.)'’   buyurarak gençlik döneminde Allah'a kulluk yapmanın, ibadete sarılmanın, insanlara ve Allah’a karşı görev ve vazifeleri bilmenin ne derece önemli ve O'nun katında ne derece fazi­letli olduğunu göstermiştir.
Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerim'de mağara arkadaşlarının (Ashâb-ı Kehf) kıssasını anlatır­ken onların iman dolu gençler olduğu beyan et­miş ve ardından, bu hasletleri sebebiyle onların imanını artırdığını beyan buyurmuştur:
"Hakika­ten onlar, Rab'lerine inanmış gençlerdi. Biz de onların hidayetini artırdık"  

Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) ibadet ehli gençlerle ilgili diğer hadislerinde şöyle buyurmaktadır:
“Gençlerinizin en hayırlısı, (sefahatten uzak durmakta ve temkinli davranmakta) ihtiyarlara benzeyendir. Yaşlılarınızın en fenası ise (nefsinin arzularına uymakta hevâperest) gençler gibi yaşayandır.’’ 
‘’Adalet güzeldir ancak liderlerde olursa daha da güzel olur. Cömertlik güzeldir ancak zengin­lerde olursa daha da güzel olur. Vera' (takva) güzeldir ancak âlimlerde olursa daha da güzel olur. Sabır güzeldir ancak fakirlerde olursa daha da güzel olur. Tövbe güzeldir ancak gençlerde olursa daha da güzel olur. Haya güzeldir ancak kadınlarda olursa daha da güzel olur." 

Hasan-ı Basrî (rh.a) bir gün yanındakilere sordu:
“Ey ihtiyarlar! Başak olgunlaştığında ne beklenir?”
İhtiyarlar, “Hasadı” cevabını verdiler.
 Bu sefer, “Ey gençler! Bazen, olgunlaşmadan da ekine afet geldiği olur” dedi.
Değerli Kardeşlerim
Kur’an’da Rabbimizin bize örnek gösterdiği Muhammed aleyhisselam bize Allah’ın razı olacağı genç tarifinde bulunuyor…
Bir anlamda bugünün gençlerine hedef çiziyor…Nasıl bir gençlik isteniyor şimdide biraz bu konuya bakalım

İdeal genç;
Yüce Allah’a ibadet eder.
      Peygamberimiz (s.a.v)  buyuruyor:
"Yedi sınıf insan vardır ki, Allah Teâlâ onları hiçbir gölgenin bulunmadığı (Kıyamet) gününde Arş'ın gölgesinde gölgelendirir. Adaletli yönetici, Allah'a ibadetle büyüyen genç, kalbi camilere bağlı kimse, Allah için birbirini seven, bu uğurda bir araya gelip bu sevgi ile ayrılan iki kimse, mevki sahibi olan güzel bir kadın tarafından birlikte olmaya çağırıldığı halde, "Ben Allah'tan korkarım" cevabı ile karşılık veren kimse, sağ elinin verdiği sadakayı sol eli duymayacak şekilde gizli sadaka veren kimse, tenha yerde Allah'ı anarak gözleri yaşla dolup taşan kimse." 

  Bu sözleriyle Peygamberimiz (s.a.v), gençlerin Müslüman’ca davranmasını, Yüce Allah ile iletişimlerinin güçlü olmasını istiyordu. Kıyamet gününde Mü’minleri barındıracak ilâhî gölgenin, Allah Teâlâ’nın arşının gölgesi olduğunu hatırlatıyordu. Rabbine kulluk ederek temiz bir hayat içinde serpilip büyüyen gencin, kıyamet günü arşın gölgesinde gölgelenecek yedi guruptan biri olduğunu müjdeliyor ve gençlere bir hedef çiziyordu.
“Allah gençliğini kendisine itaat dairesinde geçiren genci sever.”(Abdullah b. Mübarek)
“Allah, ibadete düşkün gençle meleklere karşı övünerek şöyle buyurur: ‘Kuluma bakın. Benim rızam için nefsanî isteklerini terk etmiştir.” buyuruyordu.

Geceleri İbadet Eder.
      Peygamberimiz (s.a.v)  buyuruyor:
      “Farz namazlardan sonra en faziletli namaz, gece namazıdır.” 

İffet ve Hayâ Sahibidir
      Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) buyuruyor:
      "Allah, gayri meşru şehvet peşinde olmayan genci çok beğenir." 
      Buna göre Yüce Allah'ın beğenisini kazanmanın yolu iffet ve hayâlı olmaktı. Bakışlara dikkat etmekti.
   Peygamberimiz (s.a.v); "Bakış şeytanın zehirli oklarından bir oktur..."  buyuruyor.
"Allah, karşı cinse meyletmemiş gençten memnun olur."  

Eğlencelere ve fani zevklere dalmaz
      Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) buyuruyor:
      “Rabbim kendisinde eğlencelere ve fani zevklere karşı meyil bulunmayan, gençliğini hakka itaat yoluna bağlayan ve gayrimeşru şehvet peşinde olmayan bir genci pek beğenmekte ve ondan çok hoşnut olmaktadır.” 
      En hayırlı genç, eğlencelere ve fani zevklere dalmayan delikanlıdır.

Onurlu ve Olgundur
      Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) buyuruyor:
      “Rabbin, olgun davranan gençten hoşlanır.” 
      En hayırlı genç, nefsin isteklerine karşı koyan, onurlu ve olgun delikanlıdır. “Allah çocukça davranışları olmayan, hayra yönelip heva ve hevesi terk eden, vakar sahibi olgun genci sever.” 

Tövbe Eder
      Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) buyuruyor:
“Allah tövbe eden genci sever.” 
      En hayırlı genç günah işlediği zaman hemen tövbe eden delikanlıdır.
      "Allah katında en sevimli olanlar hatalarından dolayı Allah'tan af dileyen ve tövbe eden gençlerdir."  

Hiç kötülük yapmaz
      Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) buyuruyor:
      “Allah, kötülüğe ilgi göstermeyen genci diğer gençlere üstün tutar.” 

Yaşlılara Saygı gösterir
      En hayırlı genç, başta anne babalar olmak üzere yaşlılara saygı gösteren delikanlıdır. “Yüce Allah, yaşından dolayı bir ihtiyara saygı gösteren gence yaşlılığında hizmet edecek kimseler lutfeder.” 

İhtiyarlara Benzemeye Çalışır
       “Gençlerinizin en iyisi, yaşlılarınıza benzemeye çalışanıdır; yaşlılarınızın en kötüsü ise, gençlerinize benzemeye çalışanıdır.” 
En hayırlı genç, ihtiyarlar gibi ölümü düşünüp ahreti için çalışır. Gençliğin verdiği heva ve heveslerden uzak durur.
Rabbim bizi bu özellikleri taşıyanlardan kılsın inşallah… âmîn… 
Unutmayalım ki gençliğimiz geleceğimizdir. Geleceğin idealini taşıyan gençleri olmayan bir topluluk yok olmaya mahkûmdur. Gençlerimizin enerjilerini beyhude, dünya ve ahretimize faydası olmayan her türlü tuzak ve zararlı eylemden uzak tutalım. Onları tehlikelere karşı uyaralım! Geçmişte olduğu gibi bugünümüzde ve yarınlarımızda da asrın Fatihlerine, Yavuzlarına ve Mimar Sinanlarına ihtiyacımız vardır.
Geleceğimize güzel bir miras bırakmak istiyorsak Efendimizin şu mesajına masadak olalım:

 “Hiçbir baba, çocuğuna güzel ahlak ve edepten daha güzel bir miras bırakmış olamaz” 

23 Temmuz 2015 Perşembe

 Karanlığa küfredeceğine mum yakmanın zamanı gelmedi mi?
Yok mu etrafında dostum arkadaşım dediğin 8-10 kişi? Hak yolunda, iyilik yolunda bir araya gelsenize!

memlekete sahip çıkmak 
salt slogan atmakla olmaz!
ANADOLU KÖKENLİ 
YENİ BİR CEMAAT KURULDU!


"HORASAN ERENLERİ"

"O kadar da karamsar olma" dedi, üniversiteden arkadaşım Beytullah. İstanbul kozmopolit yapısıyla hem Rahmani hem de şeytani oluşumlara her daim gebedir de Anadolu şükür ki hala Müslüman Türklüğün kadim genetiğini muhafaza etmekte."
"Eee," dedim.
"Sen bakma, milletimizi çeşitli desiselerle karşı karşıya getirmeye çalışan tarihteki moğol benzeri bizans güdümlü iblis çıfıtlarının ayakoyunlarına. Anadolu'da güzel şeyler oluyor!"

Meraklandım arkadaşımın kapalı kutu bu muştusuyla. "Hayr'dır" dedim. Dedi "hayrdır, hayr."
Derin bir iç çekiş sonrası "olaylar biraz daha şekillensin, detayları sonra açıklarım" dedi. "Ama seni merakta koymayayım, kısaca da bahsedeyim" dedi Anadolu'daki bu cemaat yapılanmasından.
Üzüm salkımına benzetiyorlarmış kendilerini. Hücre sistem bir araya gelmekteymişler. Cemaatin bir başı yokmuş, belirgin bir isim etrafında teşekkül etmemişler yani. Kısaca kendilerini "HORASAN ERENLERİ" olarak tanımlıyorlarmış.

Hanımlar HAVVANIN kızları ismi altında bir aradalarmış. Her il ve ilçede ayrı dernek çatısı altında bir araya gelip iyilik organizasyonları oluşturuyorlarmış. Gündemlerinde sürekli "nasıl iyilik üretebiliriz ve bu iyilik değerlerini toplumun alt katmanlarına nasıl yayabiliriz?" çabası içerisinde imişler. Tokat Havvanın kızları derneği, Trabzon Havvanın Kızları derneği gibi. Herbiri bağımsız çalışmakta imiş. Önemli olan o yörenin kanaat önderi pozisyonundaki insanın kendi aralarındaki örgütlenmeyi gerçekleştirmeleri imiş. Başkanlık ise ancak üç dönem üzerine şekilleniyormuş. Aralarındaki kararları ise meşveretle/istişare ile alıyorlarmış.

Bir de biz uzuv muyuz ki siyasi oluşumlar bizleri kullanacakları zaman sadece KADIN KOLLARI diye tanımlıyorlar? Hamallık işlerinde biz kadınlar kullanılırken kadınlar toplumun kaderinin belirlenmesi mevzilerinde hiç yoklar.
Çileyi çek kadın, dayağı ye kadın, günah keçisi ol kadın? Sonra da bizden başarılı birey-başarılı toplum üretmemizi bekliyorlar. Ne ayıp, kadınların hayz hallerini bile konuşmak erkek hocaların ukdesinde. İlahiyat fakültelerindeki kadınlar bir araya gelmişler; kadın ilmihali ve bir Kuran tefsiri yazma hususunda teyakkuza geçmişler bile. Diyeleri oymuş ki; Müslümanlar medeniyet ihdası hususunda kadın ve gençleri ayrı ayrı örgütlemeleri gerekiyormuş. Tesettür ve namaz yapılanmalarında en dikkat ettikleri hususmuş. Hatta büyük selatin bir camide yalnızca kadın cemaatin katılacağı büyük bir Cuma namazı hazırlığında imişler. Dindeki erkek egemen zorbalığa dikkat çekmek istiyorlarmış. Hz. Meryem'in,Hz Hatice'nin, Hz. Fatıma' nın gölgesi Müslüman hanımların üstüne düşmeli ki ümmeti kasıp kavuran bu cehennemi azap nihayetlensin. Aile mefumu tekraradan toplum nezdinde önem arzeder hale gelsin; niyet ve gayretlerini bu çerçevede şekillendirmiş HORASAN ERENLERİ'nin bu hanım teşkilatı.

"Yani" dedim. "Bu iş bu kadar kolay mı? Üç-beş kadının bir araya gelmesiyle hallolacak mı ümmetin asırlardır kemiklenmiş kaotik yapısının kırılması" diye sordum.
"Acele etme! Dinle! Yalnızca bu kadrcık değil ki Horasan Erenlerinin yapılanma şeması" dedi.
"En güzeli bu yapıda lider yok! Yani lider sultası asla olmayacak. Bu dinamik bir fikri yapılanma" dedi. "Lider olmayınca kimseyi ululama ve putlaştırma tehlikesi de yok. Ayrıca şer kuvvetlerin ve kudretlerin hedefine ve maksadına yönelim de yok. Tamamen Kur'an hedefli bir hareket. Tek bir liderin hayat prensipleri doğrultusunda örgütlenen bir topluluk. Hz. Resulullah'ın!"

Bir hadisini hatırlattı arkadaşım, efendimizin: "Şunu yeminle söylüyorum ki; siz ya iyiliği emreder, kötülükten sakındırmaya çalışırsınız; aksi halde Allah size içinizdeki en kötülerinizi musallat eder. Sonra hayırlılarınız dua eder, fakat duaları kabul olunmaz" (Ebu Dâvûd, Melâhim, 17; Tirmizî, Fiten, 9; Ahmed b. Hanbel, V, 388, 390, 391)."

Ayrıca dört ayrı yapı daha oluşmuş Horasan Erenleri algısı ile.

1- EBABİL İYİLİK KARARGAHI

Halkın yıkılan maneviyatını yükseltmek için "iyilik" üretme merkezli bir çatı yapı daha çok "faili meçhul iyilikler" e yönelmişler. Kendi aralarında topladıkları küçük paraları bir araya getirip mahhalle bakkallarına-esnafına borcunu ödemekte sıkıntı çeken insanlarımıza yardımcı olmak gibi iyiliklerin peşine düşmüşler. Kurumsal iyilik hareketinden öte küçük meblağların büyük işler başarabileceğini bir empati hareketiyle topluma gösterip, özellikle çocuk ve gençlerin kodlanmasını görev edinmişler kendilerine. En büyük projeleri ise; malumu aliniz...İslam da köle azad etmek büyük sevaplardandır. Türlü tuzaklarla genelevine düşürülen kadınlarımız bu toplumun kanayan yaralarındandır. İşte bundan yola çıkarak zengin işadamlarını ikna ederek, kahpece tuzak yapının kodamanlarına, yani "içeriye " denilen işletmeye borçlandırılan bu genelev kadınlarına özgürlüklerini vermekmiş. Her il ve ilçede aynı Havvanın Kızları gibi örgütlenmeye başlamışlar. Kısa zamanda yalnızca iyilik üreten bir gençlik hareketi işin doğrusu, umutlandırdı beni. EBABİLLERden olmanın ilk şartı namazlarına riayet etmekmiş. Herhangi bir cemaate mensup olmak EBABİLLER den olmaya da mani değilmiş.

2- ENDÜLÜS DÜŞÜNCE VE FİKİR KARARGAHI


Yeni ve modern fikirleri Kur'an ve vahiy potasında mülahaza etmek, çağdaş argüman ve tekniklerle Kur'an ın bu toplumda dokusal olarak nüfuzunu tesis etmek için çalışmalar yürütmek ana gayelerimizdendir diye ifadelendiriyorlar bu grubun mensupları kendilerini.

Geçen kutlu doğum haftasında çektikleri kısa filmlerle dünya liderlerini internet üzerinden İslam'a davet etmişler, misal. "Sayın Obama, sayın Putin; biz peygamberimizi çok seviyoruz! Sen de sevsene!" içerikli kısa mesajlar vermişler.

En azından Güney Kore sineması gibi, bollywood gibi bir şahlanış için yapılanmalarını sürdürmekte imişler.

Frekans, Manyetik alan ve moleküler araştırmalar çerçeveli, laboratuar merkezli çalışmalar yürüten akıllı çocuklarmış hasılı.

İlim, kültür, sanat, edebiyat ve ahlaki doktrin ve uygulamaların peşine düşmüşler.

Yine her il ve ilçede dernekler olarak yapılanmalarını sürdürmekte imişler. Endülüs bir düşse artık biz bu düşün peşinde gideriz diye de ütopik ve romantik bir algıları varmış, bütün pozitivist reflekslerine karşın. Maturidi bir ekollermiş kısacası.

3-KUDÜS KÜLTÜR VE EDEBİYAT KARARGAHI

"Söz de sihir var" demiş ya, Allah'ın Resulu. Hah işte bu grupta edebiyat üzerinden tebliğ...yani irşad çalışmaları yapma arzusunda imişler. Medya ve iletişim mevzularını İslamın Cihad ruhu ile nasıl entegre ederiz tarzı arayışlara girişmişler. Çizgiroman atölyeleri, Çizgifilm, müzik, çocuk edebiyatı gibi konular çalışma yelpazeleri arasında imiş. Yüzlerce bu doğrultuda proje üretmişler. Devlet erkanından muhatap bir kurum bulabilseler bu porojelerini hayatiyete geçirebileceklermiş.

"Okuma" kampanyalarının ötesinde "yazma" içerikli çalışmalar yapıyorlarmış. Yine diğer yapılarda olduğu gibi bütün şehirlerdeki teşkilanma çalışmalarını bitirmek üzereymişler.

Uluslararası Muhammed İkbal ve Mehmet Akif Ersoy edebiyat eserleri yarışmalarının orginazörlüğünü yapmaya başlamışlar bile.

Umud vaad eden yazarların peşlerine düşmüşler bile. Hatta benimle de temasa geçeceklermiş.

4- MEDENİYET VE STRATEJİ KARARGAHI

Yukarıda adı geçen tüm yapıların organizasyon çalışmalarını bu karargah üstlenmiş. Onların tanıtım ihtiyaçlarından tutunda bütün projelerinin hayatiyete geçirilmesi hususunda iştakiplerini yapan bir gönüllüler ordusu yani. Bu yapı genelde esnaf abilerden oluşmakta imiş. Diğer üç yapı genelde gençlerden teşekkül ederken bu yapı bürokrat ve esnaflardan oluşmaktaymış. Gençler düşünebilse, ihtiyarlarda yapabilsenin ikinci şıklarıymış yani.

Arkadaşımın kısaca bilgilendirdiği bu yapı cidden heyecanlandırdı beni Şimdi hemen en yakınımda, meşrebime uygun bir yapıyla temasa geçmeyi düşünüyorum.

"Ya etrafım da böyle bir yapı yoksa" dedim arkadaşıma. Güldü.

"O halde, böyle bir yapıyı kursana" dedi.

Ben de güldüm.

"Öyle ya "dedim. "Hep hazıra alışmışız."


"Böyle bir yapıyı hep beraber mutlaka kurmalıyız" dedim!

***

ebabil demişlerdi kendilerine,
ebrehenin fillerine,
ve bilumum zalimlere,
harp açan üç-beş adam!
yasadışıydılar,
dünyaya göre...
yaşları yirmilerinde,
inançları zirvede!
yeminleri vardı;
bu düzen değişecek!
mazlumlar, gülecek!
eylem içindeydiler, her daim!
her vakit, beş vakit!
adlarını duyan titrerdi,
illa ki, her zalim...
ömer gibi adil,
osman gibi merhametli,
bekir gibi sadık,
ali gibi de yiğit!
önderleri tek; hz. resul!
istanbul'da zuhur eden,
bir yeni örgüt!
bu şiir okunup bittiğinde,
kurulan!
kalem silah!
kültür ordu!
kitap parola!
üniforma, selam!
onlar,
ebabildiler,
ebrehenin fillerine gönderilen!
onlar, bildiler;
"hiç bilenlerle, bilmeyenler,
bir olur mu?"

Fehmi Demirbağ 

İYİLER DE ÖRGÜTLENMELİ!


Osmanlı’nın Kuruluşunda Bir Öncü Kurum;
Horasan Erenleri

Horasan Erenleri; Gazalî-Ahmed Yesevi-Şeyh Edebalî üçlüsünün dikey tamlaşması sonucu ortaya çıkan bir tecdid hareketinin uzantısı idi. Gazali, özellikle felsefe ve Mu'tezile kelâmından kaynaklanan tevhid dışı düşüncenin Müslüman bireyde meydana getirdiği manevî ve imanî yıkımı çok yüksek bir mantık ve kelâm gücüyle önlemiş, Müslümanların iman ve ihlasını tamir ve ıslah etmiş, yani geniş ölçüde "iman kurtarma" misyonu nu ifa etmişti. Ahmet Yesevi ise Gazalî'nin bıraktığı yerden hareketle tasavvuf yoluyla geleceğin yeni dünyası ve medeniyetini inşa edecek Öncü Azınlık'ı yetiştirmişti. Osmanlı insanının psikolo- jik yapısını kavrayabilmek için Ahmed Yesevi ve yetiştirdiği kadrosu üzerinde kısaca durmak gerekir.


Ahmed Yesevi ve Müridanı

Ahmed Yesevi, bu gün Çin'in Doğu Türkistan bölgesinde Aksu sancağına bağlı ve Aksu'nun 176 km Kuzeydoğusunda bulunana Sayram sancağın- da doğdu. Sayram, Tarım Irmağı'na bağlı Şahyar nehrine dökülen Karasu'nun üzerinde küçük bir kasabadır. Ahmed Yesevi'nin hangi tarihte doğdu- ğu kesin olarak bilinmemekle beraber bunun 12. yüzyılın ortalarına rastladığını tahmin edebiliriz.1 Yesevi'nin babası Şeyh İbrahim, Sayram'ın en ünlü şeyhlerindendi; halifelerinden Musa, şeyhin kızı Ayşe Hatun'u almış ve bundan Gevher-Şehnaz adlı bir kızla ondan yaşça daha küçük olan Ahmed dünyaya gelmişti.
Ahmed Yesevi'nin daha küçük yaşta iken Yesi'ye geldiği ve oraya yerleştiği tahmin edilmektedir. Gerek Yesevi lakabını alması, gerekse Arslan Baba'nm onunla Yesi'de buluşması hakkındaki genel rivayet bu tahmini güçlendiriyor. Bugünkü adıyla Türkistan olan Yesi, Oğuz Han'ın hükümet merkezi olması dolayısıyla önemli bir kültür ve siyaset kenti idi. Özellikle Ahmed Yesevi'nin bu kente izafetle Yesevi lakabını alması Türk alemindeki tarihi önemini bir kat daha arttırmıştır. Yesi'ye gelen şeyhimiz ünlü Türk şeyhi Arslan Baba'nın teveccüh ve iltifatına mazhar olmuştur. Daha sonra Buhara'ya geçerek tahsilini bu bilim ve sanat kentinde devam ettirmiştir.

12. asırda Buhara şehri Karahanlılar'ın siyasi hakimiyeti altında bulunuyordu. Bununla beraber, Samaniler devrindeki siyasi önemini kaybetmiş olan şehir, İslâm biliminin Maveraünnehir de en büyük merkezi durumundaydı. Medreseler İslâm âleminin ve özellikle Türkistan'ın her tarafından gelen talebelerle dolu idi. Şehirde Al-i Burhan adı altında anlatılan ve bütün fertlerine "Sadr-ı Cihan" lakabı verilen hanefi mezhebine bağlı alim ve çok zengin bir aile hüküm sürüyordu. Hanefi mezhebi alimlerinden olan bu ailenin maiyetlerinde 600.000 öğrenci tahsil görüyordu.

Ahmed Yesevi, bu kentte faaliyette bulunan devrin en büyük alim ve mutasavvıflarından Şeyh Yusuf Hemedani'ye intisap ederek bilgisini ve şahsiyetini geliştirdi. (Köprülü, 1993, s.65) Hoca Yusuf Hemedani, fıkıh ve hadis ilimlerinde son derece yüksek ihtisas sahibi biri idi. Özellikle Hanefi Mezhebi'nin kurucusu İmam-ı Azam'a son derece saygılı ve bağlıydı. Önceleri sadece ilimle uğraşırken zamanla tasavvufa da girmiş ve ünlü şeyh Ebu Ali Farmedi'den el almıştı.

1121-1122 yıllarında Bağdat'a gelerek ünlü Nizamiye Medreselerinde her taraftan koşup gelen çok seçkin topluluklarla uzun müzakereler ve tartışmalar yapmıştı.2


Horasan Erenleri'nin Batıya Hicreti

Özellikle orta şiddetin üzerinde bir dışsal tasallutu ifade eden Moğol işgal ve yıkımıyla Horasan Erenleri akın akın Anadolu'ya ve oradan da bir uç beyliği olan Osmanlı topraklarına hicret etmişlerdir. Bunları hem bir savaşçı, hem de bir derviş olarak (Alp-Eren) organize edip "sınır boyu cihadına süren kahraman ise şeyh Edebali ve müridanı olmuştur.

Horasan Erenleri'nin Batı'ya hicreti 1242'de Erzurum'u alan Moğollar'm Sivas ve Kayseri'yi yağma etmelerinden sonra hızlanmıştır. Bilindiği gibi Moğol işgalinden sonra Selçuklu devleti Moğolların tabiiyyetine girdi. İşgalcilerin uygula- dığı yıkıcı politikalar sonucu Türk-İslâm diyarla- rında büyük göçler yaşandı. Moğollar savaşa, kadınları, çoluk çocukları ve küçük büyükbaş hayvan sürüleriyle gittiğinden Anadolu'nun önemli bir bölümü Moğol sürüleriyle doldu. Bu vaziyet karşısında Doğu ve Orta bölgelerden Batıya doğru akın ve göç de başladı.

Bu asırda Anadolu ve Osmanlıların yaşadıkları uç beylikleri ile diğer Türk ve Müslüman dünyası sıkı bir münasebet halinde idi. O dönemde uç beylikleri İ'la-i Kelimetullah'ın gerçekleştirilmesi- ne en uygun zemin olmasından dolayı İslam dünyasının her tarafından her sınıf ve meslekten Müslümanın akın yeri oldu. Genellikle belli bir tarikatın veya şeyhin organizesi, sevk ve idaresi altında bu bölgelere yoğun bir göç dalgası başladı. Gelenler sıradan ve kalitesiz kitleler değil, tersine son derece kalifiye kadrolardı. Bunlar içinde çok sayıda kentli, tüccar, esnaf ve zanaat sahibi, şeyh ve ulema vardı: Semerkant, Buhara, İran, Mısır ve Kırım medreselerinden çıkan hocalar, Orta ve Şarki Andolu'dan gelmiş Selçuklu ve İlhanlı bürokrasi- sine mensup bürokratlar, muhtelif tarikatların mümessilleri olan şeyhler ve 'İslâm şövalye ve misyonerleri diyebileceğimiz dervişler"4 Osmanlı topraklarına doluşmuştu.


Horasan Erenleri'nin Genel Özellikleri

Horasan Erenlerinin belirleyebildiğimiz temel özelliklerinden bazıları, kahraman olmaları, devlet kapısında gözlerinin olmaması, şefkatli ve merhametli olmaları, cihan devleti mefkuresine sahip olmaları, üretici ve çalışkan olmaları gibi özelliklerdir.

Kahramanlık

İslâm dünyasının çeşitli bölgelerinden İ'la-i Kelimetullah için Osmanlı topraklarına akın eden kesimlerden en önemli teşkilat şüphesiz Aşık Paşa Zade tarihinde Gaziyan-ı Rum, diğer tarihlerde Alpler veya Alp-Erenler adı altında zikredilen bir teşkilattı. Bunlar tarihte az rastlanan bir niteliğe sahipti. Hem kahraman, hem de "eren"diler. "Eren"likleri boş ve hamasi değil, tersine bilgiyle donatılmıştı. Gerçekten Osman Gazi'nin arkadaş- larından bir çoğunun unvanının "alp" olması dikkate şayandır. Bunlardan şehirlere yerleşmiş ve İslâm dünyasına mensup bazı dini tarikatların tesiri altında kalmış olanların unvanı ise daha sonra "Gazi"ye çevrilmişti.

Yine aynı kitapta ismi geçen Ahıyan-ı Rum (Anadolu Ahileri) ile "Horasan Erenleri" de denilen Abdalan-ı Rum teşkilatı Osmanlı padişahları ile bütün harplere iştirak etmiş "delişmen tabiatlı, garip etvarlı dervişler" de Cihan Devleti'nin temelinde harcı olan önemli bir teşkilattı.5
F. Köprülü'ye göre Gazi Osman'ın kayın pederi Şeyh Edebali ile silah arkadaşlarından bir çoğu hatta Orhan'ın kardeşi Alaedddin bu teşkilata mensuptu. Aşağıda ayrıca üzerinde durulacağı gibi Osman Gazi, Şeyh Edebali'nin zaviyesine sık sık uğrar, orada misafir olarak kalırdı.

Taşköprüzade'nin verdiği bilgiye bakılırsa o günkü ulemanın hemen hepsi padişahlarla birlikte savaşlara iştirak etmekte, İ'la-i Kelimetullah sürecinde yerlerini almaktaydılar. Tursun Fakıh, Muhlis Baba, Taceddin Kürderî, Çandaralu Kara Halil, Geyikli Baba, Musa Abdal, Abdal Murad gibi alimler bunlardan bazıları idi. Aşağıda ayrıntılı olarak inceleneceği gibi bu hem kahraman, hem bilgin, hem de ermiş insanlar, yeni kurulan devletin şekillenmesinde aktif görev alıyor, kurulan devletin bilgi, aksiyon ve ahlâk üzerine kurulmasına çalışıyorlardı. Bu mistik tarikat ve teşkilat toplumdan izole bir hareket değildi, tersine toplumun bizzat içinde yer alarak toplum fertlerini i'la-i kelimetullah istikametinde dizayn etmektey- diler. Tüm kesimleriyle toplum bu teşkilatın etrafında organize olmuştu.

Barkan'ın ifadesiyle Horasan Erenleri halk kütlesini belli sosyal-siyasal nizamlar için harekete geçirebilen aktif bir organizasyon idi. Bu organizasyon,özlenen fütuhatı başarmak için Osmanlı ordularına yalnız teşkilatlı ve imanlı savaşçı temin etmekle kalmamış, aynı zamanda devlet ve toplumun yararına olan dinî ve sosyal fikirlerin propagandasını da yaparak halk kütleri arasında çok faal bir kaynaştırıcı fonksiyon da icra etmiştir. Bu yolla Osmanlılar bir taraftan kolayca büyük fütuhatı gerçekleştirmişler, öbür taraftan da çok farklı iklimlerden kopup gelen kesimler arasında toplumsal kaynaşmayı sağlamışlardır.6 Horasan Erenleri fedakar, yardımsever ve şefkatli davranışlarıyla ordulardan daha evvel çevrelerin- deki "kafir ve tekfurların" kalplerini fethetmiş- lerdir.

İmar ve İnşa Şevki

Horasan Erenleri sadece kendi nefsi kurtuluş- ları ve nazarî spekülasyonlarla ilgilenen insanlar değil, aynı zamanda alın teri ve el emeğiyle ülke topraklarını "şenlendirmek" için çırpman üretici kişilerdi. Anadolu ve Balkanlarda boş ve tenha yerlerde zaviyeler kurarak, oralarda tarlalar açıp, bağ ve bahçeler yetiştirerek, değirmenler kurarak, ağıllar yapıp hayvan sürüleri yetiştirerek boş toprakların şenlenmesine ve su kenarlarının yeşermesine çalışmışlardır. Göç akınını sevk ve idare etmiş müteşebbis kafile reisleri olan Alp Erenler, fetihlerin öncüsü olmuşlar, gelip yerleştikleri yerlerde cömertlikleri, engin hoşgörüleri ve iyi kalplilikleri ile çevrelerinde bulunan gayrimüslimlerin kalplerini fethetmişler, onlar için birer bilge kurtarıcı olmuşlardır.

İ'la-i Kelimetullah'ın ekonomik ve sosyal kalkınma yolu ile olabileceğinin idrakine vararak bir taraftan yerleştikleri toprak parçasını imar ederken, diğer taraftan da cihadın sadece kılıçla değil, aynı zamanda hoşgörü, ikram ve ihsanla da olabileceğine inanarak gelen geçen yolcu ve misafirlerin karşılıksız ihtiyaçlarını karşılamış- lardır. Aynı zamanda önemli stratejik yerlerde yaptıkları zaviyelerle hem bölgeyi imar ederek fiziki üretimi gerçekleştirmişler, hem de fütuhatı kolaylaştırmışlardır.

Gerçekten Horasan Erenleri "hiç ölmeyecekmiş gibi" dünyaya sarılma ilkesini en iyi gerçekleştiren teşkilat olmuştur. Bu teşkilatın her üyesi dünyayı imar ve inşa konusunda alabildiğine atak bir niteliğe sahiptir. Neşrî tarihinde Şeyh Edebalî'den söz ederken onun dünya ile ilşkisinin düzeyini de anlatır: " Meğer Osmanm halkı arasında bir aziz şeyh vardı. Adına Edebali dirlerdi ve dünyası bî nihaye (sonsuz) idi."9 Görülüyor ki bu şeyh " dünyası" ve davarı sayılamayacak kadar çok olan bir kişidir. Gerçekten bütün kayıtlar onun ekonomik gücünün ve siyasi nüfuzunun büyük olduğunu gösteriyor. Şeyh Edebali'nin Abdurrah- man b. Avfa izafeten "Avf Mesleği" dediğimiz bir mesleğin önemli bir mümessili olduğu anlaşılıyor.

Anadolu ve Balkanlar'da bazı en ücra köşelerin bile bağ-bahçelerle imar ve inşa edilmiş, dere ve su kenarlarının ceviz, çınar, kestane kavak gibi ağaçlarla boydan boya donatılmış olması Horasan Erenleri'nin ne kadar çalışkan, ne kadar üretme şevk ve heyecanıyla dolu insanlar olduklarını gösterir.


Devlet Kapısında Gözü Olmamak

Horasan Erenleri, önemli bir siyasi nüfuza sahip oldukları halde devlet kapısına muhtaç olup, oralarda ikbal ve istikbal arama yoluna gitmemiş- lerdir. Kadılık gibi bazı önemli ve staratejik görevlerin dışında görev almamış, genellikle kendi işlerini kurmuş, geçimlerini kendi faaliyetleriyle temin etmişlerdir. Mümkün olduğunca devlet yönetiminin günlük ve rutin işlerine bulaşmak istememişlerdir. Bu bakımdan padişah da olsa kimsenin karşısında boynu bükük olmamışlar, gurur ve vakarlarını her zaman korumuşlardır.


Cihan Devleti İdealine Sahip Olmak
Horasan Erenleri, aynı zamanda dünya siyasetini yakından izleyen, gelişmeleri bilen, gelecekle ilgili vizyonu olan insanlardı. Öyle anlaşılıyor ki, hepsinin yüreğinin derinliklerinde Cihan Devleti mefkuresi yatıyordu. Bunun en açık ve berrak örneğini yine bir Horasan Ereni olan Şeyh Edeba-li'de görüyoruz. Şeyh Edebalî'nin büyük bir cihan devleti "özlem"i taşıdığı, tüm plan ve stratejisini bu istikamette dizayn ettiği anlaşılmaktadır. Edebali bu konudaki kararlılığını, her fırsatta yönetime enjekte ediyor, onların istikbale ait ufuklarını açmaya çalışıyordu.

Tarih kitaplarına geçmiş ünlü rü'ya olayı bu vizyonun çarpıcı bir yansıması sayılmalıdır. Osman Bey bir gün rüyasında (rüyayı gören kişi konusunda çeşitli rivayetler vardır) Şeyh Edeba- lî'nin kuşağından çıkan bir ay'm kendi koynuna girdiğini ve oradan gölgesi tüm cihanı kaplayan bir ağaç halinde yükseldiğini görmüş. Bunu o zaman Konya'da yaşayan ünlü Şeyh Edebali'ye anlattı- ğında ise Edebali bu rüyayı 'Osman Bey'in, kızı Bala Hatun'la evleneceği ve ondan doğan çocukla- rın neslinin dünyanın önemli bir bölümünü egemenliği altına alacağı şeklinde yorumlar.

Olaydan ve rüyanın yorumdan da anlaşılacağı gibi Edebali'nin görüş ve düşüncesi son derece muteber, vizyon ve ufku alabildiğine geniş ve açıktır. Çağın olaylarını net bir şekilde okuyabil- mekte, hadisatm akış istikametini sezinleyebil- mekte ve yöneticileri o istikamette yönlendirmek- tedir. Öte yandan Osman Bey de vizyon sahibi bir devlet adamı özelliği taşımaktadır. Yüreğinin derinliklerinde ışığı dünyanın her tarafını kuşatan bir Cihan Devleti özlemi yatmaktadır. Buradan da anlaşılıyor ki, Osmanlı aşireti sadece dağdan dağa, yayladan yaylaya sürü peşinde at koşturan "çoban"lar değil, tersine uluslararası gelişmeleri yakından izleyebilen bilgi, tecrübe ve vizyona sahip bilge kişilerdi.


Şefkatli ve Yardımsever Olmak

Öte yandan Horasan Erenleri İ'la-i Kelimetul- lah'ın içe doğru inşa dediğimiz niteliklerine de sahiptirler. Şefkat, muhabbet, sadakat, ihlas, rıza ve yardımseverlik., gibi yüce vasıflar onların temel vasıflarıydı. Mesela Edebali'nin misafirhanesi hiç bir zaman boş kalmamaktaydı. Sıradan insanlar- dan en büyük devlet ricaline kadar herkesin uğrak yeriydi: "...Amma derviş siretin tutardı. Hatta derviş diyü lakap iderlerdi. Bir zaviye yapup ayende ve reven-deye(gelene geçene) hidmet iderdi. Kah kah Osman onun zaviyesin misafir olurdu.."

"...kendüleri arasında bir aziz şeyh vardı, hayli kerameti zahir olmuştu. Ve cemi halkın mu'temedi idi. ve illa dervişlik batınında idi. Dünyası nimeti ve davarı çoktu. Ve sahib-i çerağ ve âlemdi, daim misafirhanesi hali olmazdı. Ve Osman Gazi kim bu dervişe konuk olurdu.."
Issız yerlerde herkesin uğrağı olan bir yere bir zaviye kurarak gelene geçene şefkatle ikramda bulunmak, güler yüz ve tatlı dille onların zaruri ihtiyaçlarını karşılamak her halde gönülleri fethetmenin en kestirme yolu olmalıdır. Zaten Horasan Erenleri, askeri kanadı oluşturan Gazi ve Alp'ler bu bölgelere henüz gelmeden gösterdikleri şefkat, yaptıkları ihsan ve ikramlarla civardaki Rum'ların gönüllerini fethetmişlerdi. Çünkü kurdukları zaviyeler ve zaviyelerin çevresinde yetiştirdiği bağ, bahçeler, yaptıkları ağıllarda besledikleri hayvanlardan elde ettikleri ürünleri dinine, ırkına bakmaksızm gelen geçene karşılıksız ikram ediyorlardı. Hatta değirmenler yaparak onu fakirlerin kullanımına vakfediyorlardı. Pis bir kafir, insan yüzü görmemiş dağ başında yaşayan bir vahşi de olsa tüm insanlarla ilgilenip, onlara yardım edip şefkat göstermeleri çevredeki insanların Osmanlıya karşı sempati beslemelerine, dayatma ve zorlama olmadan Müslüman olmalarına neden oluyordu. Nitekim Horsan Erenleri'nin bu öncü çalışmaları ve fetihleriyle bir çok bölge insanı, savaş yapmadan kendi azalarıyla şehirlerinin anahtarını Osmanlı ordularına teslim etmişlerdi. Horasan Erenleri'nin bu dinamik, hoşgörülü, yardımsever, üretici nitelikleri Cihan devleti'nin sınırlarının süratle gelişmesine ve kısa zamanda büyük bir hukuk, şefkat ve adalet devletinin kurulmasına ortam hazırlamıştır denilebilir.


Söğüt Tepelerinden Viyana Önlerine

Horasan Erenleri'nin de katkısıyla Osmanlı sınırları çok kısa bir zaman dilimi içinde akıl almaz şekilde genişledi. Ertuğrul Gazi, Bizans hudut bölgesini teşkil eden bu bölgeye geldikten sonra Selçuklu Devletine bağlılığı devam eden bir uç beyliği idi. Ertuğrul Gazi'den sonra yerine Osman Bey beyliğin başına geçti.
Osman Bey, hemen fetihlere başladı ve 1288 yılında Karacahisar'ı, 1298 yılında Yarhisar ve Bilecik'i, 1308'de Iznik-Izmit yolu üzerinde stratejik bir konumu olan Karahisar'ı, 1321'de Mudanya limanını fethetti. Ayrıca Osman Bey Bursa'yı kuşatma altına aldı, fakat Bur-sa'yı fethedemeden vefat etti.

Osman Bey'in yerine geçen Orhan Bey, 1326 yılında Bursa'yı, 1331'de İznik'i, 1333'de Gemlik'i feth etti. 1337 yılında Kocaeli Yarımadası'nın tamamı Osmanlıların eline geçmiş oldu. Ayrıca 1345 yılında Karasi Beyliği'ni, 1354 yılında Ankara'yı, 1354 yılında Gelibolu'yu fethetti. Bu tarihten itibaren Rumeli'ye geçildi. 1359 yılında Çorlu Kalesi ele geçirilerek 1361 yılında da Edirne şehri fethedildi. Edirne'nin fethi gerek Anadolu- 'nun gerekse Balkanların tarihini derinden etkiledi. Babasından devraldığı beyliği iki misli büyüten Orhan Bey 1362 yılında vefat etti ve yerine I. Murat geçti.

I.Murad da fetih hareketlerine devam ederek 1363 yılında Filibe'yi, 1364 yılında da Sırp Sındığı savaşını kazanarak Meriç Nehrinin kontrolünü ele geçirdi. 1371 yılında Çirmen Savaşı'nda Makedon- Makedonya Sırp Prensi'ni bozguna uğratarak ya'yı Osmanlı topraklarına kattı. Bu arada Kavala, Drama, Serez ve Selanik gibi şehirler birer birer fethedildi. Bu arada Osmanlı ordusu Orta Bulgaristan'a kadar girerek Sofya'yı aldı. 1385-89 yılları arasında Vardar Ovası'ndan Balkan Dağları'nm kuzeyine doğru tüm bölgeler feth edildi. Samakova ve Manastır kaleleri ele geçirildi, daha sonra Sırbistan'a girerek 1386 yılında Niş şehri feth edildi. 1389 yılında ise Sultan Murad Kral Lazar kumandasındaki müttefik orduları Kosova Ovası'nda mağlup edildi ve böylece Tuna nehrinin güneyindeki Balkan toprakları üzerinde Türklere direnebilecek bir güç kalmamış oldu. Bu savaşla Kuzey Sırbistan yolu Türklere açılmış oldu. Güneydoğu Avrupa'da jşe sadece Macaristan kalmıştı.

I. Murad'm savaş meydanında bir Sırp fedaisi tarafından şehid edilmesinden sonra yerine oğlu Yıldırım Bayezid geçti. Askeri hareketlerdeki sürati yüzünden "Yıldırım" unvanı alan Bayezid, Kosova Savaşı'nda Rumeli askerine ve sağ cenaha kumanda etmiş ve savaşın kazanılmasında önemli bir rol oynamıştı. Yıldırım Bayezid Balkanlardaki hakimiyeti sağlamlaştırdıktan sonra Batı Anadolu- 'da Türk birliğini kurma amacıyla stratejisini içe yöneltti. Batı Anadolu'daki Türk Beylikleri üzerine yürüyerek 1389-1390 yıllarında Saruhan, Aydın, Menteşe ve Germiyan Beyliği'ni egemenliği altına aldı. Aynı şekilde Hamidoğulları Beyliği'nin bir çok toprağını da ele geçiren Bayezid, Antalya'yı da Osmanlı toprağına kattı.

II. Murad, 1430 yılında Selanik'i, 1440 yılında Belgrad kavsini kuşattı, fakat teslim alamadı, 1444 yılında Varna savaşı'nı kazanarak müttefik kuvvetlerine önemli bir darbe indirdi. 1448 yılında II. Kosova Savaşı'nı kazanarak ciddi bir güç olduğunu dünyaya ispatladı. II. Murad 2 şubat 1451 yılında vefaat ederek yerine büyük oğlu II. Mehmed geçti.

Fatih, 23 Mart 1452 günü yanına Akşemseddin, Akbıyık ve Molla Gürani gibi büyük alimleri de alarak ordusunun başında Edirne'den hareket etti ve 5 Nisan'da Topkapı önlerine gelerek otağını kurdu. 28 Mayıs 1453 günü ise İstanbul ebediyen Müslümanların eline geçmiş oldu. Fatih 1458 yılında Mora'yı, 1463 yılında Bosna'daki kaleleri feth etti. 1478 yılında İşkodra'yı alarak Arnavutluk meselesini halletti. Ayrıca 1461 yılında Trabzon, 1475 Yılında Kefe Limanı, 1479 yılında da Karadeniz sahillerini fethetme amacıyla harekete geçti ve Kafkaslarda Taman, Çerkezistan sahilleri- ne bir donanma göndererek Anapa, Kupa ve Taman yarımadasında Matrega'yı zapteddi. Fatih Mısır seferine çıktığı sırada Maltepe'de hastalana- rak 1481 yılında vefaat etti. Yerine II. Bayezid geçti.

Bayezid, 1499'da İnebahtı (Lepanto)yı, 1500 yılında Modon'u 1502 'de Koron'u feth ederek Osmanlı topraklarını önemli ölçüde genişletti. Onun yerine geçen Yavuz Sultan Selim ise, Çaldıran Savaşı'yla Şia tehdidini bertaraf etmişti. Bu savaşı izleyen dönemde Kemah, Diyarbakır bölgeleri Osmanlı hakimiyetine girdi. Merci Dabık ve Ridaniye Savaşları ile de Mısır toprakları Osmanlı hakimiyeti altına alınarak İslâm birliği geniş ölçüde sağlandı. 1520'de tahta geçen Kanuni döneminde ise 1521'de Belgrad, 1522'de Rodos fethedildi. 1526 yılında Mohaç Meydan Muharebe- si ile Budin, Segedin ve Baç şehirleri ele geçirildi. Bu aşamada Osmanlı orduları Viyana önlerine dayanmış bulunmakta idiler. 1529 yılında Viyana- 'yı muhasara ettilerse de düşüremediler ve 16 Ekim'de kış yaklaştığı için geri çekilmek zorunda kaldılar.
Kanuni 1566 yılında öldüğünde Osmanlı toprakları üç kıtaya yayılmış, azametli bir cihan devleti olmuştu.

22 Temmuz 2015 Çarşamba

YARIM KALAN HİKAYELER SERİSİ:
STEPHEN'E DALGA KONUSU OLDUK. İYİ Mİ?

gavur bize makatıyla gülerken,
aklımda deli sorular;
BASUR ORUÇ BOZAR MI?

Ah...çok uykusuzum. 

Sabaha kadar yazıştık durduk bilgisayarda. 
"Stephen" dedim. "Saçmalama! Sen tanrı kavramını yadsıyosun ama...Gel, buna varoluşun amil sebebi diyelim. Malum enerji, kuvvet, sarmal akışkanlık ve atomun mütemadilik çizgisi seni bir şekilde zaten varlığın ve yokluğun sahibine karşı 'şehadet' etmene sürükleyecektir. Kaçınılmaz son teslimiyet kapısıdır. Bu ise tasavvur'u... Tasavvurda büyük tasarımla birlikte cüzleriyle hemhal olarak tezahürü ortaya çıkaracaktır. Bizim Yunus bunu "ete kemiğe büründüm, yunus diye göründüm" diye ifadelendirir." dedim.

Bu minval üzerine sabaha kadar sürdü sohbetimiz. Yatsı namazı sonrası telefona gelen çağrı ile haberim oldu, Stephen'in benimle konuşma isteğinden.

"Oğlum" dedi. Rus işadamını ikna ettim ve tam 100 milyon dolar araştırmalarım için sponsor olmasını temin ettim. Artık misliyle araştırmamı genişletebileceğim. Karanlık deryada yani evrende başka mikroda olsa canlı organizmalar var mı çalışmalarımı sürdürebileceğim."
Gıpta ettim, adamda ki gayrete. Hatta kıskandım da...
"Bak lan şu elalaemin İngilizine! O sakat haliyle bilimsel arayışlarına ara vermeksizin devam ediyor. Stephen 73 yaşında ve tekerlekli sandalyeye mahkum bir adam. Beyni hariç vücudunun %80'i sakat bir adamdan bahsediyorum ha! Özel bir bilgisayar programıyla dış dünyayala irtibat kurabiliyor. Dakikada ancak 10 kelime ile konuşabiliyor. Ama bilgisayarına yüklenmiş 2600 kelimeye hükmedebiliyor. Bir an aklıma 200 kelimeyle aydın ve akademisyen olan bizim münevverlerimiz geliyor. Aynen Akif'in dediği gibi,'adamların dinleri var işimiz gibi, işleri var dinimiz gibi' diyorum. "
sırıtarak smile işaretiyle yazıyorum Stephen'e:
"Aferin lan pis gavur. Demek Rus ayısını kandırdın. Ama beni kandıramazsın lan" diyorum. "Uzayda canlı mikroorganizmaymış? Bilmiyorum sanma niyetinizi...Uzay teknolojisi adına kimbilir neyin peşine düştünüz? Hadi söyle, itiraf et" diye takılıyorum şakayla karışık.

Bakın bu kullandığımız internet var ya. İşte bu teknoloji Nasa asronotlarının kendi aralarında yazışmasında kullandıkları bir yöntemdi. Sonra 1994 yılına gelinildiğinde sivil halka...dolayısıyla insanlığın topyekün kullanımına açıldı. Yani aslında Nasa uzayda SANAL DÜNYA'yı keşfetmişti. Sanal dünya sayesinde de insan organizmasına benzer tuhaf yaratıklarla karşılaştı insanlık alemi. İnsana benzeyen sanal insanlar. Ruhsuz, yalnız ve alabildiğince tüketici uzaylılar. 

Stephen Havking ten bahsediyorum arkadaşlar. Görelilik kuramından zaman yolculuğuna, süper kütle çekiminden süpersimetriye, kuantum teorisinden M-Kuramı’na ve bütünsel beyin algılanımına kadar evrenin bilinen en kışkırtıcı sırlarına kapı aralayan adam'dan.

50 yaşına gelipte emeklilik hayalleriyle bir hayatı kördüğüm eden birinden değil. 73 yaşından tekerlekli bir sandalyede evren genişliğinde bir hayat süren bir bilimadamından bahsediyorum a dostlar.

Uykusuzluğum sabaha kadar uyuyamayışım değil. 
Bu adam uykularımı kaçırıyor. Adamlığımdan utanıyorum. Bir müslüman olarak birşeyler üretemiyor oluşumdan. 
Sürekli mazeretler üreterek hayatı cehenneme çevirişimden. Mutsuzluk adına hertürlü kapıyı kendime yol edişimden.
Aynı zamanda çocuk kitapları yazan bu adama olan gıptam da hasetlik düzeyinde.
"Noldu" dedi. 
"Sen bulabildin mi projelerini hayata geçirebileceğin herhangi bir sponsor?"
İşte Stephen'in bu sorusu beni gıcık etmeye yetmişti. Aşağılanmış hissettiriyordu bu soru beni ve ülkemi?"
"Nerde?" dedim.
"Değil sponsor beni anlayacak Allahın kulu bir makam yok kardeşim" dedim, kestirip attım Stephen'in sorusunun cevabını.
"Ülkemin gündemi henüz bilimsel çalışmalara endeksli değil. Hamaset ve kısırdöngülerin popilizmi daha evla geliyor insanımıza" diyemedim.
Diyemedim, "siz İngilizlerin ta 1839 da attığınız kazığı çıkartma şuuru henüz oluşmadı bu toplumda!"

"Lan vicdansız, aldığın 100 milyon doların birini gönderde bir çizgifilm yapalım. Sen ol benim sponsorum." dedim bende.
Yazılı şekilde güldü;
"Hah hah ha"
"Herotürk'ü Heroİngiliz yap...Düşünürüz."

***
Yarın dedi "Metrogoldenmayer stüdyolarına uğrayacağım." 
Amerikaya yapacağı yolculuktan bahsetti uzunca süre. Hollywood ziyaretinden. Uzay araştırmaları için bir plato hazırlıklarından.
"Aynen Apollo macerası gibi" dedi.
Hani Ay'a yolculuk ta yaptıkları gibi bir mizansen oluşturacaklarından.
Dedim" oğlum boşboğazı cehenneme atmışlar, odun yaş demiş."
"Eeee?"
"E'si...Yiyeceğiniz hertürlü haltı bana söyleme. Bende insanlarımla paylaşırım, ipliğinizi pazara dökerim."
Bir kez daha harflerle güldü.
"Hah hah ha!"
Ardında ekledi.
"Siz okumayan bir toplumsunuz. Ne yapacaksın, bu söylediklerimi kimle, nasıl paylaşacaksın. Herzaman ki gibi blogspotunda paylaşırsın üç-beş kişiyle. Kim okur, kaç kişi seni?..Ciddiye alan komplo teorisi der geçer. Kimi hikaye der geçer. Yani sizin deyiminizle atı alan, Üsküdar'ı geçer.
Lafımı iki de bir kesip durma da programımı anlatayım. hem fikir istiyorum senden. Dostuna yardım etmekten kaçınmazsın herhalde?
Nerde kalmıştım? Hah! Hollywood'da bir gezegen ortamı oluşturacağız. Bu Mars'ta olabilir, Uranüs'te Venüs'te!
Bir süre sonra uzayda canlı izine raslandı haberlerini ajanslar vasıtasıyla tüm dünyaya haber yapacağız. Ancak ben bu kez "uzayda canlı" kavramını bizim meşhur hikayelerimizle süslemek istiyorum. Diyelim ki Mars gezegenini konu yaptık. 
Diyeceğiz ki milyonlarca yıl önce kadim Mars uygarlığında insana benzer canlılar yaşıyormuş. Sonra nükleer bir platozmik bigbang hadisesi vukubulur gezegende. Şimdi biz o kalıntılara ulaşmış olacağız: Uzay zombilerine. meğer onlarda yüzyıllarca kendi aralarında kurtadamlar ve drakula nesli arasında amansız savaşlar yaşamışlar. İşte yeniden bir dirim olayı meydana gelecektir. Bu dirimin sebebi ise dünya'dan Mars'a gönderdiğimiz bir astronotun kazara içtiği kolayı gezegenin yüzeyine düşürmesi olacak. Sonra tersine manipülatif reaksiyon yüzbinlerce zombinin mars kaya parçalarından uyanmalarına sebep olur. Bunlardan bir erkek ve dişi hücre plazması astronotlardan birinin elbiselerine yapışarak bir toz halinde dünyaya gelmesine sebep olur. 
Asronot evine gelir. Elbiselerini çıkarı ve eşine verir. Çamaşırlar makinadaki detarjanla temasa geçtiğinde bu mikroorganizmalar dünyaya uyumlu hale gelirler. Kısa sürede çoğalarak ve ruh boşaltımıyla insan vücutlarına yerleşirler. Dünyanın uzaylılarca işgal planı başlamış olur böylece."

İşin aslı Stephen'nin bundan sonrası konuşmalarını kaçırmıştım. O sırada gecenin bilmem kaçında açık olan tv deb son dakika haberleri yayınlanmaya başlamıştı:
" Türkiye'nin doğusunda terör...
Suriye,...
Irak...
Arakan,..
Türkistan...Filan!"

Araya reklamlar...
Reklamlar sonrası banttan filanca hocadan fetvalar!

"Basur orucu bozar mı?"



GERÇEKTEN AY'A GİDİLDİ Mİ?

akıl sağlığını yitiren,
ruh ve beden,
milyonlarca,
çağdaş kurban,
kentlerin sokaklarında,
umutsuzca direnen,
ademin çocukları...
afetiniz,
bencilliğiniz,
bitmez istekleriniz...
böylece belirlenmiş,
kıyametiniz...
bakın,
neler ürettiniz kendi ellerinizle,
nelere secde ettiniz?
...
susuzluk,
yetersiz tarım alanları,
biyolojik,
kimyasal,
ve nükleer silahlar,
bireysel ve toplumsal cinnet,
nedensiz arzulanan cennet!
ve çevre kirliliği,
bozuk düzenler,
bozulan ekolojik düzen!
...
yeni yalanlar,
duymak istediğinizde,
sarılın yalanlara,
dokunun hem sizi,
hem makinaları,
kumanda eden kumandalara,
abone olun,
gazetelere,
göz gezdirin,
krallarınızın köpeklerinin,
yazdıklarına!
...
unutmamamk için,
cehenneminizi,
hergün tekrar edin,
ezberlediklerinizi...
kitap kitap,
satır satır!
siz muasır medeniyetin,
çocukları,
yeni yalanlar üretin!
...
tornadan çıkan,
şık ve zarif,
hanımlar ve beyler,
kula kulluk yolunda,
delalete erdiniz,
...
rakamlar ayet,
malayani sözler sure,
siz,
yeni bir din edindiniz!
...
küçümsediniz,
rabbinizi,
bilemediniz haddinizi!
...
ve en çokta,
kafanızı karıştıran,
frekans bozucular.
politikacılar,
aydın din adamları,
üfürükten hocalar,
kitap taşıyan eşekler,
yani ehl-i üniversiteler!
...
sizin en büyük suçunuz,
siz soru sormayı unuttunuz,
ve anlık ihtiraslarınıza,
menfeatiniz uğruna,
zalimlere göz yumdunuz!
...
sesleniyorum,
digital karanlık çağından!
insanlığın,
utanç çağı!
durma,soru sor,
aydınlansın dünyan!
...
ilk kopya soru, benden!
gerçekten,
aya gidildi mi?
ve,
bir daha neden gidilmedi?



Fehmi Demirbağ

21 Temmuz 2015 Salı


ARTIK SİVİLLER ÖLMESİN


Yaklaşık bir saatim var. Kapıda görevliler alalacele beni beklemekteler. Bende bir süredir üzerinde çalıştığım konuya aravermek durumunda kaldım. 
Biliyorsunuz dün meydana gelen alçak terörist saldırıyı. İşte o saldırıyı yapan teröristin parçalanmış beynini özel bir kap içerisinde bana getirdiler. 
Laboratuarımın tıp ile ilgili çalışmaları yürüttüğüm kısmına aldım gelen uzvu incelemek için. 
Bir atomu birmilyondan fazla büyüten elektronik mikroskobumun altına koydum beyinden aldığım hafıza lobunu. 
"Hadi abi, acele et" uyarıları altında çalışmamı bitirmeye çalışıyorum. Öncesinde dediler,
"abi intihar bombacısı kız 17 yaşlarında imiş. Zaten ölümcülde bir hastalığı varmış. Bir de otlamışlar abi çocuğu. Sonra da salmışlar kalabalığın içine. Şimdi de vücudundan bir parçayı sana getirdik işte."

Oradaki belleği özel formülümle bilgisayarıma yükledim. Frekans ayarlarını yaparak son üçgününün kayıtlarına ulaştım. Bunun için özellikle iyosfer tabakasında frakans taraması yaparak hafıza teyidinide gerçekleştirdim.

Kız çocuğunu önce bir kalabalık içerisinde görüntüledim.
Özetle; kandilde pkk lı teröristlerin arasında bir heyetin huzurunda idi çocuk. Türkiyeden gelen bir kısım milletvekilleri, yabancı adamlar bir de sakallı...sakallı bir adam. aslı Belçikalı. Işid görevlisi sanırım. İşte konuşmalar filan. Sonra intiharın gerçekleşeceği alana gelişi...
Enteresandır. İnsan öldükten son üç dakikaya kadar daha görüntü kaydedebiliyor hafıza lobuna.

Patlamadan sonra yalnızca sesler kalmış kızın hafızasında. Bir ses cesedin bir süre sonra yanında konuşuyor. 
"Ruhun şad olsun ey devrim şehidimiz."

Sonra etrafına bağırıyor aynı ses.
"Protesto için hazırladığımız afişler, demeçler, dövizler hazır mı? Ajanslarda hazırsa ilk beyanatımızı verelim: Katil TC acımasızlığını yine gösterdi."

*** 
Evet!..
Nerde kalmıştık?
Hah!

***

"Karlı kayın ormanında yürüyorum geceleyin,
 Memleket mi, yıldızlar mı, gençliğim mi daha uzak? Kayınların arasında..." demiş ya şair. İşte o kayın ağacını kullanarak son araştırmamı neticelendirmek üzereyim.
Aylardır Fındıkzade'deki laboratuarıma adeta kendimi hapsettim. Nihayet te emeklerimin karşılığını almak üzereyim. Hani bu doly isimli koyun haberlerini hatırlarsınız. Oradan esinlenerek bende kendi çalışmalarımı başlattım. Şükür ki bugünlerde netice de elde etmek üzereyim.
Yetişkin bir vücut hücresinden alınan hücre nükleusunu Somatik Hücre Nüklear Transfer tekniği kullanarak geniş bir plakaya kodlayarak dünyada ilkkez geniş yüzeyli kağıt plakayı elde etmek üzereyim. Yani artık kağıt elde etmek için ağaçlar ve ormanlar yok edilmeyecek. 
Sistem şu prensip üzerine çalışıyor. 

Kayın ağacını bilirsiniz. Bilirsiniz ayrıca Türk solunun hep bilimden dem vurupta hep ilericilik adı altındaki gericiliğini. Hani imandan ve ahlaktan mahrum bırakılan Müslüman Türk gencinin romantik sözlerle ve şarkılarla önce yüksek derecede septik, sonra inkarcı, sonra atatürkçü, sonra sosyalist, kominist...nihayetinde ateist...ve hatta gaddar bir teröristte dönüştürülen evrim çizgisindeki seyri sefer garabetli yolculuğuna eşlik eden meşhur şarkıdaki kayın ağacını. 
Kayın ağacı Mobilyakontrplakarabaparkeayakkabı kalıbı, ambalaj sandığı, oyuncaksandal ve fırın kürekleri, alet sapları, iş ve marangoz tezgahları, maden direği, yakacak odun gibi alanlarda kullanılır. 

En ekonomik, en endüstriyel, en pratik ağaç olarak bildiğimiz kayın ağacının moleküler yapısını önce hügz buzonu teoremiyle stilize ettim, şifreledim. Edinburgh’teki Roslin Enstitüsü’nde ki arkadaşlardan da yardım almayı ihmal etmedim tabiki. Mavi Japon kayını ve doğu kayını'nı önce eşleştirme yöntemiylede türevledim. Ayrıntıları yakında İstanbul'da düzenlenecek olan "Bilimsel Buluşlarda Yeni Yüzler/Yeni Arayışlar" isimli uluslar arası kongrede bilim dünyasına takdim edeceğim. 

 Gayet iyi biliyoruz ki Câbir b. Hayyân bütün ilim tarihinde ilk defa laboratuvar kuran ilim adamıdır. Gözlem ve deney metodunu ilme getiren insandır. Hatta kendi laboratuvarında ilk suni hücreyi yapmış insandır. Tabii buraya gelince şaşırıyoruz. Ama Câbir b. Hayyân, hicrî 2. Asırda kimya ilmini bu noktaya getiren insandır. Bugün Almanya'da Câbir b. Hayyân'ın eserleri üzerine dok­tora çalışmaları yapılıyor. Ama bizim kitaplarımızda, bizim okullarımızda, bugün Newton Prensibi öğretilir, Hayyân'ın adını bile söylemezler. Maalesef biz kendi büyüklerimizin, kendi âlimlerimizin farkında değiliz. Öyle ki  ilk defa atomun parçala­nabileceğini söyleyen Câbir bin Hayyândır.

Yakın zamana kadar tamamen sentetik bir genom üreterek sentetik hücre oluşturmak moleküler biyolog ve genetikçi J. Craig Venter ve ekibininde üzerinde çalıştığı bir proje idi. Şükür ki ilk kez bu olayı somutlandıran çalışmaya imza atmak bana nasip oldu. Bana yani Müslüman bir Türk bilim adamına. 
Şimdilerde ise bitkilerde, hayvanlarda ya da mikroorganizmalarda genetik değişiklikler yapılması gerek biyoteknoloji endüstrisinin gerekse temel genetik ve moleküler biyoloji araştırmalarının sıradan işlemlerinden biri haline geldi. Mevcut canlıların genomlarında değişiklikler yapmak yerine tamamen yeni tasarlanmış genomlara sahip canlılar oluşturmayı amaçlayan sentetik biyoloji yaklaşımları ise henüz pek çok temel teknik engelle sınırlanmış durumda. Yine de moleküler biyoloji ve genetik teknolojileri geliştikçe bu alanda da önemli adımlar atılmaya başlandı.

Kayın ağacı dna moleküllerini kullanarak moleküler çoğaltım işlemiyle plaka halinde kağıt elde edebildim. Şimdi gramaj ve türleriyle ilgili çalışmalara yoğunlaştım. Kuşe, 1. hamur, bristol gibi kağıt çeşitlerini yakalamaya çalışıyorum. Maliyetleri ise alabildiğine aşağıya çekebildim. Üretim içinde gebze taraflarında arazi bakmaya başladım bir yandan. 

İşin asıl orjinal olan kısmına gelince...

Örümceği bilirsiniz.

"Allah'tan başka dost edinenlerin durumu, kendine yuva yapan örümceğin durumu gibidir. Halbuki, evlerin en çürüğü şüphesiz örümcek yuvasıdır. Keşke bilselerdi." demişti ya Rabbim Ankebut (örümcek) suresinde. Rabbim kitabında bir şeye işaret ediyorsa mutlaka bir şeye dikkatimizi çekmek ister diye düşündüğümden uzunca zaman Örümceğe kafayı takmıştım. 
Son yıllarda büyük ivme kazanan nanobilim sayesinde malzeme bilimi de büyük adımlar atmaya başladı ve akıllı malzemeler de yavaş yavaş eski türdeşlerinin yerini almaya başladı. İşte bu akıllı malzemelerin çok önemli bir kolunu doğadan esinlenilen, biyomimetik dalının da konularından birisi olan yapay malzemeler oluşturuyor. Sineğin kendini her daim temiz tutabilen kanadından köpekbalığının düşük sürtünme katsayısına sahip derisine, kertenkelenin düz duvara tırmanmasını sağlayan ayak dokularından yaprakların yüksek randımanlı bir güneş pili olarak iş gören klorofillerine kadar doğa bize sayısız ilham kaynağı sunuyor ve biz bunların daha yeni yeni farkına varıyoruz. 
Örümcek ağları da doğada bulunan akıllı malzemelerden sadece birisi, ama bize sunduğu olanaklar ise eğer sırlarını çözmeyi başarabilirsek sayısız orandadır.
Hepimiz zaman zaman örümcek ağlarıyla istemedigimiz halde muhattap oluyoruz. Örümcekler zorlanmadan ördükleri o tasarım harikası ağlarıyla biz bulundukları tozlu köşeleri temizleyene kadar hayatlarını sessiz bir şekilde devam ettiriyorlar. Fakat örümcek ağlarının biz onlardan kurtulmaya çalıştıkça nasıl hala o köşelere yapıştıklarını ve çekiştirildikçe de uzamaya devam edip nasıl da bir türlü kopmadıklarını hiç merak ettiniz mi? İşte bu kısa yazıda size örümcek ağlarının yapısını ve bunca zamandır gözümüzün önünde durmasına rağmen malzeme bilimi tarafından yeni yeni keşfedilen özelliklerini anlatmaya çalışacağım.

Örümcek ağları çok yüksek oranda proteinden oluşurlar. Protein dışında az miktarda şeker, ve yağ (lipid) gibi organik yapıtaşları ve çevresel faktörlere bağlı olarak belli miktarda su da içerirler. Ama örümcek ağlarına mühendisleri kendilerine hayran bıraktıran o kendilerine özgün mekanik özelliklerinin kaynağı ağ tellerinin içinde düzenli bir şekilde dizilmiş proteinleridir.

Peki örümcek ağları nasıl oluyor da yeri geldiğinde hem uzunluklularının 5 katına kadar esneyebilirken hem de bu kadar çok yükü kopmadan taşıyabiliyorlar? Başka bilim adamları deneysel yöntemlerle örümcek ağlarının ana yapıtaşlarından biri olan sert protein yapılarının kimyasal ve fiziksel özelliklerini elde etmeyi başarmışlardı.
İşte ben bu moleküler dizini keçi sütüne endeksledim. Bunu da plakalaştırdığım kayın aracının ekstresine yüzeysel olarak püskürtme yöntemiyle serpiştirdiğimde...Açın kulaklarınızı; ilkkez sizinle paylaşıyorum. Kurşun geçirmez levhalar elde etmeyi başardım. Bir kağıt elastikiyetinde...çelikten sert maddeler. 

Sanırım terörle mücadelede masumlar için bir güvenlik malzemesi olabilir. Kılık kıyafet üretebiliriz belki. Ya da kuşkulu alanları muhafaza altına alabiliriz? 

Belki kahpece öldürülmez insanlar!

Fehmi Demirbağ