22 Temmuz 2015 Çarşamba

YARIM KALAN HİKAYELER SERİSİ:
STEPHEN'E DALGA KONUSU OLDUK. İYİ Mİ?

gavur bize makatıyla gülerken,
aklımda deli sorular;
BASUR ORUÇ BOZAR MI?

Ah...çok uykusuzum. 

Sabaha kadar yazıştık durduk bilgisayarda. 
"Stephen" dedim. "Saçmalama! Sen tanrı kavramını yadsıyosun ama...Gel, buna varoluşun amil sebebi diyelim. Malum enerji, kuvvet, sarmal akışkanlık ve atomun mütemadilik çizgisi seni bir şekilde zaten varlığın ve yokluğun sahibine karşı 'şehadet' etmene sürükleyecektir. Kaçınılmaz son teslimiyet kapısıdır. Bu ise tasavvur'u... Tasavvurda büyük tasarımla birlikte cüzleriyle hemhal olarak tezahürü ortaya çıkaracaktır. Bizim Yunus bunu "ete kemiğe büründüm, yunus diye göründüm" diye ifadelendirir." dedim.

Bu minval üzerine sabaha kadar sürdü sohbetimiz. Yatsı namazı sonrası telefona gelen çağrı ile haberim oldu, Stephen'in benimle konuşma isteğinden.

"Oğlum" dedi. Rus işadamını ikna ettim ve tam 100 milyon dolar araştırmalarım için sponsor olmasını temin ettim. Artık misliyle araştırmamı genişletebileceğim. Karanlık deryada yani evrende başka mikroda olsa canlı organizmalar var mı çalışmalarımı sürdürebileceğim."
Gıpta ettim, adamda ki gayrete. Hatta kıskandım da...
"Bak lan şu elalaemin İngilizine! O sakat haliyle bilimsel arayışlarına ara vermeksizin devam ediyor. Stephen 73 yaşında ve tekerlekli sandalyeye mahkum bir adam. Beyni hariç vücudunun %80'i sakat bir adamdan bahsediyorum ha! Özel bir bilgisayar programıyla dış dünyayala irtibat kurabiliyor. Dakikada ancak 10 kelime ile konuşabiliyor. Ama bilgisayarına yüklenmiş 2600 kelimeye hükmedebiliyor. Bir an aklıma 200 kelimeyle aydın ve akademisyen olan bizim münevverlerimiz geliyor. Aynen Akif'in dediği gibi,'adamların dinleri var işimiz gibi, işleri var dinimiz gibi' diyorum. "
sırıtarak smile işaretiyle yazıyorum Stephen'e:
"Aferin lan pis gavur. Demek Rus ayısını kandırdın. Ama beni kandıramazsın lan" diyorum. "Uzayda canlı mikroorganizmaymış? Bilmiyorum sanma niyetinizi...Uzay teknolojisi adına kimbilir neyin peşine düştünüz? Hadi söyle, itiraf et" diye takılıyorum şakayla karışık.

Bakın bu kullandığımız internet var ya. İşte bu teknoloji Nasa asronotlarının kendi aralarında yazışmasında kullandıkları bir yöntemdi. Sonra 1994 yılına gelinildiğinde sivil halka...dolayısıyla insanlığın topyekün kullanımına açıldı. Yani aslında Nasa uzayda SANAL DÜNYA'yı keşfetmişti. Sanal dünya sayesinde de insan organizmasına benzer tuhaf yaratıklarla karşılaştı insanlık alemi. İnsana benzeyen sanal insanlar. Ruhsuz, yalnız ve alabildiğince tüketici uzaylılar. 

Stephen Havking ten bahsediyorum arkadaşlar. Görelilik kuramından zaman yolculuğuna, süper kütle çekiminden süpersimetriye, kuantum teorisinden M-Kuramı’na ve bütünsel beyin algılanımına kadar evrenin bilinen en kışkırtıcı sırlarına kapı aralayan adam'dan.

50 yaşına gelipte emeklilik hayalleriyle bir hayatı kördüğüm eden birinden değil. 73 yaşından tekerlekli bir sandalyede evren genişliğinde bir hayat süren bir bilimadamından bahsediyorum a dostlar.

Uykusuzluğum sabaha kadar uyuyamayışım değil. 
Bu adam uykularımı kaçırıyor. Adamlığımdan utanıyorum. Bir müslüman olarak birşeyler üretemiyor oluşumdan. 
Sürekli mazeretler üreterek hayatı cehenneme çevirişimden. Mutsuzluk adına hertürlü kapıyı kendime yol edişimden.
Aynı zamanda çocuk kitapları yazan bu adama olan gıptam da hasetlik düzeyinde.
"Noldu" dedi. 
"Sen bulabildin mi projelerini hayata geçirebileceğin herhangi bir sponsor?"
İşte Stephen'in bu sorusu beni gıcık etmeye yetmişti. Aşağılanmış hissettiriyordu bu soru beni ve ülkemi?"
"Nerde?" dedim.
"Değil sponsor beni anlayacak Allahın kulu bir makam yok kardeşim" dedim, kestirip attım Stephen'in sorusunun cevabını.
"Ülkemin gündemi henüz bilimsel çalışmalara endeksli değil. Hamaset ve kısırdöngülerin popilizmi daha evla geliyor insanımıza" diyemedim.
Diyemedim, "siz İngilizlerin ta 1839 da attığınız kazığı çıkartma şuuru henüz oluşmadı bu toplumda!"

"Lan vicdansız, aldığın 100 milyon doların birini gönderde bir çizgifilm yapalım. Sen ol benim sponsorum." dedim bende.
Yazılı şekilde güldü;
"Hah hah ha"
"Herotürk'ü Heroİngiliz yap...Düşünürüz."

***
Yarın dedi "Metrogoldenmayer stüdyolarına uğrayacağım." 
Amerikaya yapacağı yolculuktan bahsetti uzunca süre. Hollywood ziyaretinden. Uzay araştırmaları için bir plato hazırlıklarından.
"Aynen Apollo macerası gibi" dedi.
Hani Ay'a yolculuk ta yaptıkları gibi bir mizansen oluşturacaklarından.
Dedim" oğlum boşboğazı cehenneme atmışlar, odun yaş demiş."
"Eeee?"
"E'si...Yiyeceğiniz hertürlü haltı bana söyleme. Bende insanlarımla paylaşırım, ipliğinizi pazara dökerim."
Bir kez daha harflerle güldü.
"Hah hah ha!"
Ardında ekledi.
"Siz okumayan bir toplumsunuz. Ne yapacaksın, bu söylediklerimi kimle, nasıl paylaşacaksın. Herzaman ki gibi blogspotunda paylaşırsın üç-beş kişiyle. Kim okur, kaç kişi seni?..Ciddiye alan komplo teorisi der geçer. Kimi hikaye der geçer. Yani sizin deyiminizle atı alan, Üsküdar'ı geçer.
Lafımı iki de bir kesip durma da programımı anlatayım. hem fikir istiyorum senden. Dostuna yardım etmekten kaçınmazsın herhalde?
Nerde kalmıştım? Hah! Hollywood'da bir gezegen ortamı oluşturacağız. Bu Mars'ta olabilir, Uranüs'te Venüs'te!
Bir süre sonra uzayda canlı izine raslandı haberlerini ajanslar vasıtasıyla tüm dünyaya haber yapacağız. Ancak ben bu kez "uzayda canlı" kavramını bizim meşhur hikayelerimizle süslemek istiyorum. Diyelim ki Mars gezegenini konu yaptık. 
Diyeceğiz ki milyonlarca yıl önce kadim Mars uygarlığında insana benzer canlılar yaşıyormuş. Sonra nükleer bir platozmik bigbang hadisesi vukubulur gezegende. Şimdi biz o kalıntılara ulaşmış olacağız: Uzay zombilerine. meğer onlarda yüzyıllarca kendi aralarında kurtadamlar ve drakula nesli arasında amansız savaşlar yaşamışlar. İşte yeniden bir dirim olayı meydana gelecektir. Bu dirimin sebebi ise dünya'dan Mars'a gönderdiğimiz bir astronotun kazara içtiği kolayı gezegenin yüzeyine düşürmesi olacak. Sonra tersine manipülatif reaksiyon yüzbinlerce zombinin mars kaya parçalarından uyanmalarına sebep olur. Bunlardan bir erkek ve dişi hücre plazması astronotlardan birinin elbiselerine yapışarak bir toz halinde dünyaya gelmesine sebep olur. 
Asronot evine gelir. Elbiselerini çıkarı ve eşine verir. Çamaşırlar makinadaki detarjanla temasa geçtiğinde bu mikroorganizmalar dünyaya uyumlu hale gelirler. Kısa sürede çoğalarak ve ruh boşaltımıyla insan vücutlarına yerleşirler. Dünyanın uzaylılarca işgal planı başlamış olur böylece."

İşin aslı Stephen'nin bundan sonrası konuşmalarını kaçırmıştım. O sırada gecenin bilmem kaçında açık olan tv deb son dakika haberleri yayınlanmaya başlamıştı:
" Türkiye'nin doğusunda terör...
Suriye,...
Irak...
Arakan,..
Türkistan...Filan!"

Araya reklamlar...
Reklamlar sonrası banttan filanca hocadan fetvalar!

"Basur orucu bozar mı?"



GERÇEKTEN AY'A GİDİLDİ Mİ?

akıl sağlığını yitiren,
ruh ve beden,
milyonlarca,
çağdaş kurban,
kentlerin sokaklarında,
umutsuzca direnen,
ademin çocukları...
afetiniz,
bencilliğiniz,
bitmez istekleriniz...
böylece belirlenmiş,
kıyametiniz...
bakın,
neler ürettiniz kendi ellerinizle,
nelere secde ettiniz?
...
susuzluk,
yetersiz tarım alanları,
biyolojik,
kimyasal,
ve nükleer silahlar,
bireysel ve toplumsal cinnet,
nedensiz arzulanan cennet!
ve çevre kirliliği,
bozuk düzenler,
bozulan ekolojik düzen!
...
yeni yalanlar,
duymak istediğinizde,
sarılın yalanlara,
dokunun hem sizi,
hem makinaları,
kumanda eden kumandalara,
abone olun,
gazetelere,
göz gezdirin,
krallarınızın köpeklerinin,
yazdıklarına!
...
unutmamamk için,
cehenneminizi,
hergün tekrar edin,
ezberlediklerinizi...
kitap kitap,
satır satır!
siz muasır medeniyetin,
çocukları,
yeni yalanlar üretin!
...
tornadan çıkan,
şık ve zarif,
hanımlar ve beyler,
kula kulluk yolunda,
delalete erdiniz,
...
rakamlar ayet,
malayani sözler sure,
siz,
yeni bir din edindiniz!
...
küçümsediniz,
rabbinizi,
bilemediniz haddinizi!
...
ve en çokta,
kafanızı karıştıran,
frekans bozucular.
politikacılar,
aydın din adamları,
üfürükten hocalar,
kitap taşıyan eşekler,
yani ehl-i üniversiteler!
...
sizin en büyük suçunuz,
siz soru sormayı unuttunuz,
ve anlık ihtiraslarınıza,
menfeatiniz uğruna,
zalimlere göz yumdunuz!
...
sesleniyorum,
digital karanlık çağından!
insanlığın,
utanç çağı!
durma,soru sor,
aydınlansın dünyan!
...
ilk kopya soru, benden!
gerçekten,
aya gidildi mi?
ve,
bir daha neden gidilmedi?



Fehmi Demirbağ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder