30 Nisan 2015 Perşembe

DAĞITTIĞI BİR DİLİM BAYAT EKMEKLE "ÇANAKKALE'Yİ" ANLATTI


Ünlü yazar Fehmi Demirbağ, lise öğrencilerine bir dilim ekmek dağıtarak, ilginç bir Çanakkale konulu söyleşisi gerçekleştirdi. 
Küçükçekmece Belediyesi kültür-sanat etkinlikleri kapsamında gerçekleşen söyleşiye katılan ünlü yazar Fehmi Demirbağ gençlerle buluştu. TOKİ Güneşpark Evleri İmam Hatip Lisesi’nde gerçekleşen ‘Bir Sevda Çanakkale’ başlıklı söyleşide konuşan Demirbağ, hoş sohbeti ve ilginç uygulamalarıyla öğrencilere unutamayacakları bir gün yaşattı.
“ÇANAKKALE’DE ELLERİNDE SON BİR DİLİM EKMEK…”
Programda öğrencilere bir dilim ekmek dağıtan Fehmi Demirbağ, “70 bin 15 yaşında çocuk orada şehit olacak, gözlerinizi kapatın ve hayal edin. Elinizde son bir dilim ekmek var ve siz siperdesiniz, açsınız. Şimdi çok küçük bir lokma alın ekmeğinizden. Etraf sinekle dolu ve ceset kokusu var” diyerek Çanakkale Zaferi’nin nasıl kazanıldığını anlattı.
“BEYAZ TAVŞANLARINIZDAN KURTULUN”
“Kendinizi önemseyin, dünyayı değiştirecek olan sizlersiniz. Negatif düşünceyi silin. Çare arayın, soru sorun. En büyük korkunuz içmeyen ve dövmeyen bir koca olacak yoksa” diyerek öğrencilere nasihatlerde bulunan Demirbağ, batının hayatımızda tabulaştırdığı beyaz tavşanlardan kurtulmamız gerektiğini söyledi.
“MUTLAKA GÜNLÜK YAZIN, YAZMADAN OLMAZ”
Yazarak, öğrencilerin kendilerini geliştirmesini de ifade eden Demirbağ, “Yazmazsanız olmaz. Yazmak beyni çalıştırmaktır. Okursanız geçmişle bağlantı kurarsınız, yazarsanız ise gelecekle. Bu nedenle günlük tutun, her gün günlük olayları yazın” dedi. Öğrencilere programda, ‘İyilik’, ‘Fikir ve Düşünce’, ‘Hikaye’ Kulübü de kurduran Fehmi Demirbağ, kulüp başkanlarına ‘Çanakkale’de Vurulduk’ adlı kitabını hediye etti. Demirbağ program sonunda ise kitaplarını imzaladı. 

26 Nisan 2015 Pazar



GÜNÜNÜZ NASIL GEÇTİ?

Pazar ya bugün...Her pazar olduğu gibi bugün de ikindi namazında şeyhimin yanında olmak için ola ki trafiğe yakalanırım, gecikirim korkusuyla yine erkenden yola çıktım. İstikametim;  beni sırat-ı müstakim'de tutmak için çaba sarfeden şeyhimin yanında olmak. Bugün elzem bir şekilde acele de ediyorum ki mutlaka yanında olmam lazım. Son zamanlarda gelişen olaylardan sonra kendisini yalnız bırakmam mümkün değil. Hele bu önemli günde...
Beykoz ilçe sınırları içerisinde yer alan Tokatköy'de küçük bir camiide imamlık vazifesini icra etmekte şeyhim. Osmanlı döneminden kalma küçük ahşap bir camiide.
Camiisi gibi kendiside fiziken küçük bir adam şeyhim. Lakabı da Cüce Hoca! Ciddende kendisi cüce. Ama öyle bir gönlü var ki, öyle bir ilmi; heybetli mi heybetli! İsmiyle tersten müsemma!
İstanbul'da din ile diyanet ile iştigal olupta adını duymayan yoktur, kendisinin. Hüdevendigar Camiinin imamı olan bu kısa adamının Anadoludan da pek bir seveni vardır. Hatta yurt dışından pekçok ta müridi.
Yaşayan bir evliya gösterin denilse işaret edeceğim tek isim odur.
Tokatköy ise benim için ayrı bir mana taşımakta. Hani ser'in Tokat ilinden olması bu mana adına önemli bir sebep olmakla birlikte, adını, Fatih Sultan Mehmed'in, Tokat kalesinin alınmasını öğrendiğinde "Buranın adı Tokatköy olsun!" demesine borçludur, burası. Öyleki İstanbul'un fethinde kullanılan kızak ağaçların Tokatköy'den getirildiği rivayet edilir. Bir Fatih Sultan Mehmet hayranı olan benim için burası ayrıca manidardır, bana.
Tokatköy'ün çoğu bölümü ormanlarla kaplıdır. Ender bulunan mavi göknar çamı burada bulunur. Osmanlı imparatorlarının zamanında padişah ve çevresinin avlanma sahası idi eskiden mesire yeriydi. Hz. Yuşa'nın türbesi buradadır Yuşâ Tepesi denilen yerde eskiden bu tepenin adı "Dev Dağı" olarak belinirdi. Mahallenin girişinden sonuna kadar dev çınar ağaçları sağlı sollu yol boyunca uzanır. Fatih Sultan Mehmet Tokat ilinin fethiyle buraya Tokat kalesine benzer bir kale ve içinde çiçek bahçesi yaptırmıştır. Bu bahçe imparatorun çiçek bahçesi olarak tarihe geçmiştir.
İşte Hüdavendigar Caminin bahçesindeki çiçeklerde hala eski ihtişamlı günlerin şaşaasını ısrarla bünyesinde barındırmaya devam etmektedir. Bu ahşap camiin avlusu, hele ki şadırvanı ayrıca devek deriz...yani kocaman bir üzüm asması ile kuşatılmıştır. Hani şimdi mevsim bahar ya goncalanmış üzüm dalları yepyeni dirilişleri idrak etsin diye cemaat ayet ayet insanlarla diyaloğa geçmek ister gibidir. Asma, nerdeyse dile geldi gelecek!
Şeyhime ne kerametler yakıştırılır ki sormayın. Evde kalmış kızlara kocadan, evin iş bulamaz oğluna kısmet açmaya gelenlere...Kaynana gelin dırdırını kesmeye kadar. Bunlarla ilgili yakıştırmalara bir şey demeyeceğim. Ama gelin görün ki, bizzat şahidim yani... uyuşturucu ve kötü alışkanlıkların terki hususunda...hani derler ya; nefesi keskindir şeyhimin.
Kapısına gelipte uyuşturucuyu bırakmayan kalmamıştır.
Alkolü...
Kumarı...
Ve dahi pek çok büyük günahı!
...
Şeyhimi bilen bilir de...bilmeyenler için hakkında kısaca da bilgi vermek isterim.
Kendisi aslen zengin bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gözlerini açmış. Ama hazin bir doğum hikayesiyle.
Babası avcılığa meraklı bir adammış. Annesinin kendisine hamile olduğu son günlerde, adam tutturmuş illa ki ava gideceğim diye. Almış yanına da hanımını. Hava kar-kış-kıyamet...
Aslen Kastamonu'da ikamet etmektelermiş. Ilgaz dağlarında bir de dağ evleri varmış. Bir kaç gün kalmışlar dağevinde. Dağın havasından mıdır,, yol yorgunluğu mu?...Her neyse şeyhimin anneciği daha doğuma iki ay varken dağ başında sancılanıvermiş. Babası apar-topar şehrin, şehirdeki hastanenin yoluna koyulmuş. Ama gelin görün ki, kaderin planı devrede imiş. Ağların örgüsünden ise, erken doğum neticesi şeyhimin minik beyni bir süre oksijensiz kalmış. Anomali bir netice olarakta bu durum şeyhimin ömrünün fiziken yarı özürlü bir bedende sürdüreceği bir sürecin temelini atıvermiş. İlerleyen zamanda vücudu gelişememiş...Ve biz insanların "cüce" diye isimlendirdiği bir akıbeti yaşamak durumunda kalmış.
Daha sonra ailenin bir kız çocukları dünyaya gelmiş.
Şeyhim diyorum, sakın gözünüzün önüne yaşlı başlı bir adam fotografı getirmeyin. Şeyhim henüz çok genç. Allah kendisine ziyadesiyle hayrlı bir ömür versin; 33 yaşında. 
Şeyhimi tanıyanlar muhakkak çoktur amma, onun kız kardeşini tanımayan yoktur. Kız kardeşi hanımefendi bir tv oyuncusudur. Türkiye'nin en meşhur aktristlerindendir. Oynadığı her dizi mutlaka fenomen olmaktadır. Adeta onun dizisi tv de yayınlanmaya başladığında hayat bir şekilde durmakta, sokaklar bile boşalmaktadır.
Şeyhim henüz okul çağına gelmezden önce aile umudunu yitirir şeyhimin rahatsızlığından dolayı bulabileceği şifaya dair.
 Şeyhim henüz ilkokulun üçüncü sınıfına gelmiştir ki mahalle baskısı nedeniyle ailesi bunalmıştır. Zengin olan baba ve hatta anne çocuklarının bu hallerini kendilerine yakıştıramazlar, çocuklarına gereken ihtimamı da göstermezler. 
Anne babanın bütün ilgisi kız çocuklarına odaklanmıştır. 
Şeyhim ise gerek mahalleden gerekse okuldaki arkadaşlarının...ki bazen çocuklar çok acımasız olabiliyorlar; "cüce" diye lakap takıp aşağılayıcı şakalrından bıkmış usanmıştır.
Ancak kendi iç aleminde bir savunma mekanızması oluşturmuş, bütün olup biteni sağduyusu ile savuşturmaya çalışmıştır.
"Biz özürlüler...engelliler; Allah'ın bütün insanlığa hediyesiyiz. Bizim durumlarımızı ibret alıp, çok ça şükretsinler diye!"
Aynı zamanda dünyevi bir yaşam algısı olan ailesinin kendisinden kaçıp bir nevi uzaklaşmaları kendisini Rabbine yakınlaştırmaktadır.
O çocuk aklıyla; "bütün bunların sebebi sevgisizlik. İnsanlar Rablerini sevmiyorlar. Rablerini sevmedikleri içinde birbirlerini sevmiyorlar."
Referansı ise bir takvim yaprağında okuduğu Hadis;
"Canım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız!"
...
Hasılı, aile biraz da babanın işleri dolayısıyla Kastamonu'yu geride bırakıp geriye kalan ömürleri için yeni yaşam alanı olarak İstanbul'u seçerler.
Hayata tutunmak için artık şeyhim sürekli olarak Rabbine sığınmayı seçer. Ancak bu yönelim içeriğinde ne skolastizm ne de dogmatizm barındırır.
Aradan zaman geçer. Anne baba seküler yaşamlarına kızlarının bir şekilde dahil olacağı magazin yüzlü bir hayatın müdavimleri olarak devam ederler.
Şeyhim ise başarılı bir öğrencilik hayatının ardından bitirmiş olduğu makina mühendisliğinin arkasından bir de ilahiyat eğitimi almaya başlar. Bu süreç ailesiyle zaten zayıf olan bağlarınında kopmasına neden olur.
Onun oldum olası dine olan eğilimini fiziki yoksunluğuna yormuşlar, fazla da üstüne gitmemişlerdir.
Ancak bir de "imam" olacağım demesi aileyi çileden çıkarmaya yetmiştir!
...
Kısa tutmaya çalışıyorum, şeyhimin hikayesini anlatırken. Daha detaylı bilgi edinmek isterseniz, şeyhimi yakından tanımak isterseniz hepinizi Beykoz/Tokatköy'e beklerim. Hüdavendigar camiine...
Unutmayın; her pazar, ikindi namazına...
...
Yaklaşık yedi yıl önce...
Şeyhim...ki henüz bizim dahi tanışıklığımız başlamamıştır.
Şeyhim göreve başlayalı henüz iki sene olmuştur, Hüdavendigar camiinde.
...
İkinci filminin çekim setinde şeyhimin kızkardeşi...aslında hiç bahsetmediği ağabeyinden...biraz da sanırım almış olduğu alkolün etkisiyle...bahseder; ilerici-gerici konulu bir mevzuun ardından.
Kendisini rakip gören bir meslektaşı bu durumu bir şekilde basına yansıtır.
"Ünlü sanatçı (A.A.) nın kardeşi Cüce İmam..."
Bu durum o zamanlar Türkiye'nin en çok konuşulan konularından birisi olmuştur. Şeyhimin görev yaptığı camiye gelip haber çıkartmaya....ve hatta durumdan vazife çıkarmaya çalışan paparizzilere...siyasi habercilere kadar, akbaba gibi saldırmışlardır şeyhimin hayatına.
İşin en enteresan kısmına gelince...
Hani olayı basına yansıtan...şeyhimin kızkardeşinin rekabet halinde olduğu o dönemin yıldızlarından hanım oyuncunun erkek kardeşi bir akşam kafayı çeker. Sonraları hap aldığından, uyuşturucu kullandığından bahsedilmiştir.Olayın iç yüzü öyle yansımıştır basına da, yalanlanmıştır bir şekilde...
Pür dikkat kesilin. Anlatacaklarımın ilginç kısmına geliyoruz.
...
Bu arada size kendimden bahsetmiş miydim? Ben BayX! Serbest gazeteci. Kasımpaşalı ismindeki romanımdan tanıyanlarınız vardır beni. Bir de Çanakkale'de Vurulduk isimli çok satan romanımdan.
...
(T.Ö) isimli sanatçı bayanın kardeşi, M. arkadaşı H, yı da yanına alarak Hüdavendigar Camine gelir, bir pazar günü ikindi namazı vakti. Niyetleri Cüce İmam'la kafayı bulmaktır.
Şeyhimle kafayı bulmazdan önce camiinin avlusunda yanlarında getirdikleri melanetle iyice kafayı bulurlar.
Bu arada namaz bitmiş, cemaat dağılmıştır. Şeyhim ise tam camiyi kapatıp lojmanına doğru yönelmişken az öteden gelen iniltilere kulak kesilir. Sesin geldiği yere yönelir. Bakar ki gençten iki kişi pür-ü perişandır.
Hemen hastaneyi, polisi durumdan haberdar eder. Neticede maalesef uyuşturucu komasından H. hayatını kaybeder. M. ise hayatını kurtarmakla birlikte aylar süren yorucu bir tedavi sürecine başlar.
İyi aile çocukları oldukları için M ve H nin akıbetleri gerekli ihtimam neticesi basından saklanır. 
...
Hani gazeteciyiz ya...Olayların gelişiminden bir şekilde benim haberim olur. M ile bir ortamda bundan söz ederiz. M aslında hayatını kurtaran Cüce İmam'a teşekkür etmek istemektedir. "Hadi gidelim" dememle benimde hayatımı dönüştürecek hikayemizin başlangıç evresi başlar.
...
Bu arada şeyhimin ailesi...yani anne babası bir trafik kazasında mevta olurlar. Kendisine yüklüce bir miras düşer. Abi kardeş ise herşeye rağmen iki ayrı dünyanın insanları olarak hayatlarına ayrı olarak devam ederler.
...
Şeyhim ailesinden kalan para ile küçük bir vakıf kurar, anne ve babasının adlarına. Tek bir amacı vardır bu vakfın. 
İnsanlara Allah'ı anlatmak ve sevdirmek. Bunun için Kuran'ın anlaşılması için çalışmalıyız, der. İlahiyat fakülteleri, Diyanet ve üniversitelerin diğer bölümlerinden çeşitli hocaları biraraya getirerek...cüz cüz...sure sure...Yepyeni bir anlayışla Kur'an Tefsiri hazırlanmasına sebep olur. İşte bugün ben bu Kur'an tefsirinin basılan ilk cildini almak için Beykoz yolundayım.
...
M ile birlikte tanışırız, şeyhimle...
Aramızda kuvvetli bir dostluk oluşur.
Hoş sohbet, muhabbet!...
Der; toplum olarak sancılı bir süreçteyiz. Evlatlarımızı Müslüman Türk olarak yetiştirmekten başka çaremiz yok. Hatta laf aramızda ben dahi yazmış olduğum 26 kitabı şeyhimin ilhamıyla yazdım...
O gün bugündür bu uğurdadır yaptığım bütün çalışmalar...
...
M ile şeyhimin ilişkisi...M nin düzelen hayatı dikkatini çeker M nin ailesinin...Ve dahi, ablasının...
...
Şeyhim ile abla...bir dönemin yıldızlarından olan hanımefendinin yani...yakın zamanlarındaki izdivaçlarından bahsetmek ise istemiyorum. Aralarındaki aşk romantik filmlere taş çıkartacak cinsten.
...
Şimdilik bu kadar yeter. İleride nasip olursa hikayeyi daha da detaylandıracağım.

Kısaca bugünümden bahsetmeye çalıştım, sizlere.
...
Sahi; sizin gününüz nasıl geçti?
...
SIKICI! diyenler, iyisi mi siz haftaya bana takılın!

FEHMİ DEMİRBAĞ

25 Nisan 2015 Cumartesi

ÇANAKKALE'DE VURULDUK/ FEHMİ DEMİRBAĞ /ÜLKE TV



"Çanakkale'de Vurulduk" çıktı

Fehmi Demirbağ'ın kaleme aldığı "Çanakkale'de Vurulduk" isimli çalışma raflarda yerini aldı.

ulaşmak için;  

http://www.dr.com.tr/kitap/canakkalede-vurulduk!/fehmi-demirbag/arastirma-tarih/tarih/osmanli-tarihi/urunno=0000000637928  

HeroTürk, Kasımpaşalı ( Ben Bu Oyunu Bozarım), Dünya 5'ten Büyüktür, 2071 yolunda Lideri anlamak, 2071 yolunda İyi İnsan Olmanın Kodları, 2071 yolunda Çocuk ve Gençlik Açılımı gibi kitaplarıyla tanınan Fehmi Demirbağ  Çanakkale zaferinin 100. yılı münasebetiyle yazmış olduğu "Çanakkale'de Vurulduk" isimli yeni romanı tam 5 yıllık bir çalışmanın ürünü.  896 sayfalık hacmiylede dikkat çeken kitabın yazarı Demirbağ kitapla ilgili düzenlenen söyleşilerde tiyatro oyunculuğunu da konuşturuyor.  Yaklaşık 2 saatlik gösterisiyle de bir nevi Romanının niyetini ortaya koyuyor. 
"Anlatılası değil, yaşanılası" diye özetliyor, yaptığı çalışmayı...
Kitaptan;
"Türk, Dünya ve İslam tarihinin kesişim noktasıdır, Çanakkale. Bir yandan zaferi işaret ederken diğer yandan ümmetin okumuş çocuklarının moderniteye hazin bir şekilde kurban edildiği yerdir, Çanakkale.  Biz de bu kitabımızda, o günlerden bugünlere devam edegelen işgalci batı kültürüne karşı aynı  ruhla bir direniş gösterelim istedik. Onun içindir ki, bu kitap, yalnızca Türkiye’de 20 milyon adet basılsın niyetiyle yazılmıştır. Ölmeden önce okunması gereken eser  olma iddiasındadır. Bize bu duyguyu “Çanakkale Destanı”nı yazan “Yiğit Çocuklar” vermiştir. Bitmek bilmez Haçlı Seferleri’ni bağrında eritecek sensin! Bu rezil istilayı durduracak sensin! Müslümanları birleştirip, İslam Ordusu’nu kuracak ve işgalcileri tepeleyip Kudüs’ü ve Mescid-i Aksa’yı kurtaracak...Kabe’ye özgürlüğünü verecek...
Evlad-ı Fatihan topraklarında şeytanın hakimiyetini nihayetlendirecek...
Selahaddin’ler artık kendilerini göstersinler diye Çanakkale’ yi yazdık! 
Çanakkale bir sevdadır artık. 
Eyvallah, belki biz ÇANAKKALE‘DE VURULDUK!” . 
Açıldı gözlerimiz, biz “ÇANAKKALE’ YE VURULDUK!”
BU KİTAP NEDEN YAZILDI?
Cemil Meriç, “Kartaca’nın tarihini Roma’dan dinledik” diye yazmıştı. Roma karşısında mağlup olan ve bütün izleri silinen bu Afrikalı devlet, muhtemelen tarihini anlatacak bir Kartacalı çıkıncaya kadar sessizliğini koruyacaktır. Avrupa’nın Kartaca’sı olan Osmanlı tarihini de Avrupa merkezli bir bakışla okuyup okutmuyor muyuz? Biz de Osmanlı’nın tarihini Avrupa’dan dinleyenler safında değil miyiz? Hammer değil midir,  Osmanlı tarihi ile ilgili önemli referans kaynaklarımızdan birisi? Osmanlı tarihini ‘Viyana’ya gittik, Viyana’dan döndük’ şablonuna sıkıştırarak anlatma hastalığımızdan belli değil mi bu? Niye Tebriz’e, Aden’e, dünyanın bir ucundaki Hindistan’ın Goa limanına kadar gittik demiyoruz da, Viyana’ya gitmeyi bu kadar önemsiyoruz? Üstelik Viyana’nın İstanbul’dan mesafesinin sadece 956 kilometre olduğunu bile bile söylüyoruz bunları (oysa Osmanlıların fethettikleri Bağdat’ın İstanbul’a olan mesafesi 1,334, Kirmanşah’ınki ise 1,579 kilometredir). Daha Yemen’i dahil etmiyorum listeye, çünkü ölçüm aletlerimizi maazallah patlatabilir.
Konuştuğumuz ve inandığımız bütün değerleri anlayabilmemiz için öncelikli olarak bu ülkenin az da olsa okur-yazarının özellikle Şarkiyatçılığı algılaması gerektiği kanaatindeyim.
Kısaca şarkiyatçılık; kabataslak bir tanımlamayla batının doğuyu araştırmasıdır. Ya da daha derli toplu bir ifadeyle Oryantalizm; Müslüman doğu medeniyetinin (din, edebiyat, dil ve kültürü içine alacak şekilde) bütün unsurlarını inceleyerek İslam dünyası hakkında batılıların sistematik bir bilgiye sahip olmalarını sağlayan, İslam ve Batı medeniyeti arasındaki mücadelede Batı uygarlığı lehine veriler elde etmeye çalışan bir akımdır.  
Oryantalizmin kökeni ve ne zaman başladığı tam bilinmemektedir, fakat bu bilimle ilk uğraşanlarin Batı kiliselerine bağlı ruhbanlardan olduğu bilinen bir gerçektir. Bu insanlar ilk olarak Endülüs’e gelerek burada okumuşlar ve daha sonra, Kuran’ı ve birçok Arapça kitabı kendi dillerine çevirmişlerdir. Avrupa bu dönemden sonra Doğudan bilimsel kitapları toplamaya başlamıştır. Bu kitapları ya cahil sahiplerinden ucuz fiyatlara aldılar yahut kütüphanelerden çeşitli oyunlarla kendi ülkelerine taşıdılar. 19. asrın başında bu kitapların sayısı 250.000 rakamına ulaşmıştı.
Oryantalizm çalışmalarının amaçlarından birisi de dinsel sebeptir. Oryantalistler çoğunlukla İslamiyet’i kötülemiş ve tenkit etmişlerdir. Bu dinin iyi taraflarını ya görmezden gelmişlerdir ya da kitaplarında daha da basit şeylermiş gibi göstererek insanların İslamiyet’e karşı düşüncelerini şekillendirmişlerdir. Bunun yanında batılı Hristiyan din adamları İslam fetihlerinin, haçlı seferlerinin ve daha sonra Osmanlı fetihlerinin Avrupalılarda bıraktığı İslam korkusunu çok iyi biliyorlardı ve bu doğrultuda çok çalıştılar. Ve birçok İslam hükmünü çarpıtarak kafa karıştırdılar. Irkçılığı hele ki bu ümmetin belası haline getirdiler. Günümüz de çokça duyduğumuz İslam hukukunun temelinin Roma Hukuku olduğu iddiasını yaygınlaştırılmaya çalışmaktadırlar. Oryantalistlerin bazen de Kur’an’ın bir takım üslup özelliklerinden hareket ederek onun tahrife uğradığını ileri sürmektedir.  
Herhalde Osmanlıyı karıştıran isimlerden Louis Massignon’un şu sözleri biz Müslümanların halini anlatmak için her şeyi gayet iyi açıklayacaktir.
“Onlarin her şeyini tahrip ettik. Felsefeleri, dinleri mahvoldu. Artık hiçbir şeye inanmıyorlar. Derin bir boşluğa düştüler. Anarşi veya intihar için olgun bir hale geldiler.”
Diğer bir sebep; Avrupalıların haçlı seferlerinden sonra geldikleri gibi gitmelerine rağmen hala içlerindeki Doğuyu tekrar ele geçirme ümididir. Hayallerini gerçekleştirmek için öncelikle hedef ülkeleri çok iyi araştırıp mevcut kaynaklarini bulup zayıflatmak ve o ülkenin toplumunu bölmektir. Günümüzde birçok asılsız iddialarla insanların kafasını karıştırmaya devam etmektedirler. Mesela; Osmanlının doğuda hükmettiği toprakları sömürdüğü iddiasıdır. Bugün Irak ta tekrardan canlandırılmaya çalışılan Asurî taraftarlığını, Lübnan ve Filistin’de Fenikeciliği ve Mısır da firavunculuğu, Türklerde Şaman hayranlığını ve Kürtlerde de ezik psikolojisi altında tarihten ve İslamdan intikam almak gibi oluşturulan duygular tamamen bu oyunun bir parçasıdır. Çünkü Osmanlı her zaman Doğu için Avrupa’ya karşı koruyucu bir kalkandı. Önce parçaladılar ve ayırdılar sonrada ısrarla doğunun herbir zerresini ele geçirmeye çalışmaktadırlar.
Oryantalizmin diğer bir önemli sebebi de son yüzyılda güya bağımsızlıştırılan ülkeleri kontrol altına almaktır. Oyunun kuralları basittir aslında. Bunu yaparken ilk olarak bu ülkeye oranın dilini ve kültürünü bilen bir elçi gönderilir. Bu elçi ilk başta o ülkenin ileri gelen gazetecileri ve bilim adamlarıyla ilişki kurar ve o ülkenin tüm zayıf yönlerini öğrenir. Ve sonra kendi yetiştirdikleri o ülkenin kendi insanlarını kendi çıkarları doğrultusunda kullanırlar. Ve yeri geldiğinde günümüzde çokça rastladığımız sözde arabuluculuk, nasihat ve yardım adları altında bu ülkelere müdahale edilir. En fazla  kullandikları araç medyadır. Ülkemizle çok ortak yönleri olduğuna inanmak istemediğim Mısır basını neredeyse misyonerlerin elindedir. Şu bir sonuçtur ki misyonerlerin uğradığı hiç bir yer yoktur ki sömürgecilik orda ortaya çıkmasın.
Günümüzde oryantalistler gayet sistemli bir şekilde çalışmaktadır. 1873 tarihinden beri belirli aralıklarla kongreler düzenlemektedirler. Birçok kitap çıkarmaktadırlar. Bunlardan birisi kimi aydın insanların dilinden düşürmediği İslam Ansiklopedisidir. Bu kitabın yazarları hayret uyandıracak şekilde çoğunlukla ileri gelen İslam düşmanları ve oryantalistlerden oluşmaktadır.
"Çanakkale'de Vurulduk" çıktı

9 Nisan 2015 Perşembe

 YAZAR FEHMİ DEMİRBAĞ TOKAT'TA VE TURHAL'DA ÖĞRENCİLERLE BULUŞTU

 Valiliğimizin “15’li Yüreklerle Tokat’ta 100. Yıl” projesi kapsamında Yazar-Öğrenci buluşması gerçekleşti.
Valiliğimiz tarafından sürdürülen “15’li Yüreklerle Tokat’ta 100. Yıl” projesi kapsamında “Çanakkale’de Vurulduk” kitabının yazarı Fehmi Demirbağ, Atatürk Kültür Merkezi Konferans Salonu’nda 400 lise öğrencisiyle buluştu.
İl Milli Eğitim Müdürü Levent Yazıcı programda yaptığı konuşmada Çanakkale Zaferinin 100. Yılı münasebetiyle çeşitli etkinlikler gerçekleştirdiklerini söyledi.
Tokat Valiliği’nin “15’li Yüreklerle Tokat’ta 100. Yıl” projesi kapsamında 15 yaşındaki öğrencilerin “Son Mektup” filmini ücretsiz izlediklerini ifade eden Yazıcı, Çanakkale Zaferini farklı bir duyguyla anlatan Yazar Fehmi Demirbağ’ı da bu proje dahilinde öğrencilerle buluşturduklarını ifade etti.
Valiliğimiz tarafından sürdürülen “15’li Yüreklerle Tokat’ta 100. Yıl” projesi kapsamında uygulanan çeşitli etkinliklerle milli bilinci sürekli gündemde tutmak amaçlanıyor.
Bu bağlamda “Çanakkalede Vurulduk” kitabının yazarı Fehmi Demirbağ, Tokatlı lise öğrencileriyle buluştu. Ayrıca yazarın kitabı okul kütüphanelerine de verildi.
Proje kapsamında daha önce il genelinde 15 yaşındaki öğrencilere “Son Mektup” adlı film izlettirilmişti.
3 Nisan 2015 M.ÖZDEMİR 










Yazar Fehmi DEMİRBAĞ tarafından İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü koordinesinde 26/04/2015 pazartesi günü saat 14.00’da Prof. Dr. Necmettin Erbakan Kültür Merkezinde İlçemiz ortaöğretim öğrencilerimize “Çanakkale Vurulduk” konulu konferans verilmiştir.

Konferans çok verimli ve faydalı olup kendilerine teşekkür ediyoruz.

Çanakkale Vurulduk KonferansıÇanakkale Vurulduk KonferansıÇanakkale Vurulduk KonferansıÇanakkale Vurulduk Konferansı