27 Temmuz 2017 Perşembe


Kasımpaşalı'yı Konuştuk
Televizyon Programcısı,Yazar Fehmi Demirbağ ile Cumhurbaşkanımızı anlattığı romanı Kasımpaşalı/Ben bu oyunu bozarım isimli Romanı ve diğer çalışmaları üzerine sohbet ettik.



    


 Talip AKSOY/Röpörtaj/Fehmi DEMİRBAĞ

Talip AKSOY: Televizyoncu, yazar, kalem erbabı kıymetli Fehmi Demirbağ ile beraberiz,USA'ndık Darbeye Hayır, Battal Gazi, Dünya Beş'ten Büyüktür, Kasımpaşalı ( Ben Bu Oyunu Bozarım), One Minute, Herotürk/ (6 ayrı roman, 4 ayrı çizgiroman), Uyursan Uyanamazsın, İyi insan olmanın Kodları, Dan Brown Müslüman mı oldu?, Dindar ve Ahlaklı Nesil, gibi  yayınlanmış-yayınlanmamış 50 ye yakın eserleriniz mevcuttur.
Yoğun geçen bir Ramazan ve  iftar programlarının akabinde ve Ramazan Bayramı tatilinden sonra, sıcak bir hava 'da Hicrethaber ailemizin Fenomen yazarlarından Sayın Demirağ'in daha önce kaleme aldığı  ve ciddi bir Roman olan KASIMPAŞALI'' Ben bu oyunu bozarım'' üzerinde konuşmak istedik.
Çünkü üstad toplumumuzun sorunları üzerinde ciddi projeleri olan ve özellikle gençler ile hasbihal eden biri, onlar için adeta yırtınan-didinen, projeler ortaya koyan biri.  Bunu yazılarında ve yaptığı programlarda canhıraş bir şekilde de dillendiriyor.
Üstadım Öncelikle size şöyle bir soru sormak istiyoruz Fehmi Demirbağ kimdir. Kendimizi kısaca beni tanıtır mısınız.
Fehmi DEMİRBAĞ: Evet biz "ömür takviminden gün kaybeden" bir bireyim. Hem kulluğumuzu ifa etmenin, hem de "yaşadığımız çağın sorunlarını" hem de "gelecek nesillerin mesuliyetini" omuzlamaya çalışıyoruz.Google amca bile yaptıklarımızla ilgili şerhler düşmüştür elbet diyoruz:))
 Neden Kasımpaşalı? Evet Kasımpaşalı bir duruşun adıdır. Daha doğrusu müesses nizam’a karşı dik duruşun, mazlum'dan yana zalime karşı durmanın adıdır. Haksızlıklara karşı işte bir dik duruşun ya da mazlum'dan yana tavır almanın adresidir. işte Kasımpaşa, Karagümrük gibi yerler külhanbeyi olmanın, racon kesmenin özellikle moderniteye karşı şuursuzca da olsa efelenmenin-dik durmanın adresleridir.  Kasımpaşa'da tabii olgusunda reisin de gençliğinin geçtiği yer olarak...oraya da özdeşleşmiş bir yer olduğu için böyle bir isimlendirdik. Ben bu oyunu bozarım Tatar Ramazan isimli bilinen bir eserin-filmin repliğine  ithafen kullandığımız bir slogan.
 Zaten Tayyip Erdoğan'ın kimliği, milli görüş kökenli olduğu için... milli görüşün anti emperyalist dokusu bu müesses nizam a karşı...ki bu görüşün refleksi, bu düzen değişecek duruşu tavrı düzleminde idi. Hak-batıl kavgasına işaret ediyordu.  Bunu işaret etmek istedik. Bir de şunu anlatmak istedik; tarihe yön veren, yaşarken önem arz eden kimi kişi ve kişiliklerin de gençler için rol model mukayesesinde tanıtılması   gerekiyor. Tayyip Erdoğan hikayesi bir başarının hikayesidir. One minute, Dünya 5'ten Büyüktür vurguları şimdi politize edilsede yakın zaman diliminde dünya gençliği içinde bir Che Quevera etkisi yapacaktır.
Tayyip Erdoğan in bir bizdeki karşılığı var, bir de dışarıda ki karşılığı var, Biz bunu 7 Haziran seçimlerinde gördük. İtalyan basını özellikle seçimlerdeki bu ani oy düşüşleri ile bir sevinç naraları atmışlardi ve bu şöyle ifade edilmişti:
"Son 1000 yılın Selahattin Eyyubisi durduruldu!"
Zaten İslam kelimesi batıyı ve batıl bütün yapıları oldum olası tedirgin etmiştir, bundan sonra da bu böyle devam edecektir. Özellikle 1300 lü yıllardan sonra, yani Haçlı savaşlarının bitiminde dönemin papazlarının söylemleri çok önemlidir.  "Bu kafir Türklerin Hristiyan olma gibi bir olasılığı yoktur. Onlara karşı yeni politikalar geliştirmemiz lazım. Diyalog ile hoşgörü ile davranmamız lazım. Burada önemli olan olay ise Müslümanların nasıl Hristiyanlar gibi bir yaşamalarını temin edebiliriz? Bu arayışları onların nasıl muasırlastıklarını, Osmanlı'nın yıkılış sürecini ve Cumhuriyet tarihi ile beraber gelen süreci itinayla  takip etmemiz gerektiğini tarihsel bir perspektifle ortaya koyar.
Tayyip Erdoğan oyunun sonlarına doğru sahaya çıkan golcü bir oyuncudur. Onu sahaya süren teknik kadroya rağmen kendi beceriyleriyle sahada yer almaktadır. Bizde bu kitapta Tayyip Erdoğan'a rağmen Tayyip Erdoğan'ı anlatmak istedik.

 Çünkü olaylar olup bittikten sonra biraz daha doğal olarak fotoğraf daha bariz açıklanabilir. Turgut Özal dönemini, Mustafa Kemal dönemini, hatta Abdülhamit dönemi, hatta Abdulaziz dönemini bir tarihsel misyonu ile beraber değerlendirmek, kırılma noktalarını tespit etmek gerekir diye düşünüyorum. Günümüzün Türkiyesine gelince, teknolojinin de modernitenin değiştirme ve dönüştürme gayretlerini...biraz da sokağın diline kadar, gündelik yaşamına kadar girdiği bir süreçte kavramların gelişiminin izini iyi takip etmek gerekir.  
Enformatik çağ bizi şöyle bir tehlikeyle karşı karşıya getirdi.Önceliklekalaylı bir cehalet getirdi. Yani bilgi kirliliği... Yani bu kadar kolay ulaşılabilen ve ve bu kadar da zehirlenmeye sebep olan bir kavramdan söz ediyoruz. Toplumlarda liderlerin karizmatik kimlikleri hem kendi toplumunun hem de yaşadıkları çağların belirleyici amil unsurları olmuşlardır. Dolayısıyla bilginin hoyratça üretildiği ve tüketildiği günümüzde liderlerin kimlikleri üzerinde rahatlıkla spakülatif yönlendirmeler rahatlıkla bir anlayış ve algı dizaynına rahatlıkla dönüştürülebilmektedir. Yakın zamandan bakalım. Afrikada kitlesel katliamların canisi
William Churchill bir anda İngiliz devlet adamı sıfatıyla eli kanlı lider kimliğinden sıyrılabilmektedir. Stalinin, Mao'nun ve hatta De Goulle'nin katliamları görmezden gelinebilmektedir. Demokrasi makyajı batılın kan düşkünü bu liderlerinin eylemlerini rahatlıkla kahramanlık pozuna indirgeyebilmiştir. Yakın zamanın ortadoğusu, özellikle de Müslüman coğrafyaların kan revan hali...hatta dezanformasyona tabi tutulup, oradaki özgürlük mücadelesi veren insanların duruşunu terörist olarak tarihi bir kayda dönüştürmektedir. Öyle bir tarih anlayışı inşa olunmuştur ki misal haçlı seferlerinin gaddarlığıyla bile yüzleşememektedir günümüzün hegemonlarının algısına bağlı tarih anlayışı.

Ancak bizim medeniyet algımız batının medeniyet algısından farklıdır. Hatta bizim bütün kavramlarımızın koordinatları batının hiçbir değer algısıyla aynı değildir. Biz liderlere bağlı hayat anlayışında olan bir topluluk değiliz. Dünyadaki varlığımızı imtihan olarak kabul etmişizdir. Liderlerinde imtihanda olduğunu biliriz. Musalla hepimizi eşitler. Bu anlayışımızda sapmalar olunca tarihsel hesaplaşmalar içinde bizlerde kaybetmeye başlarız. Batıl olan düşünce bir müslümana bulaşınca yani o da sırat-ı müstakinden sapınca sapıklık ve sapkınlık onu da zalimleştirir. Adaletten uzaklaştırır. Kibir merkezli bir hastalık liderin şahsı üzerinden toplumu bir salgın hastalıkla karşı karşıya getirir. Bu gibi durumlar cehaletin zirve olduğu dönemlere denk gelir. Kör cehalet ile ben çok biliyorum cehaletidir bu süreç.

Günümüzde de manevi hastalıkların yoğun olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Doğru değerlendirmeler yapıp, doğru teşhislerde bulunmak zorundayız ki hastalıkların adını netleştirelim ve doğru tedavi yöntemlerine başvuralım. Yoksa ölümcül halde olduğumuzun farkına bile varamayız. Özellikle hastalıklı yetişkinlerin yetiştirdiği hastalıklı gençlerle bozularak yok olur gideriz. Senin acı akıbetini sabırla bekleyen akbabaların cesedinin üzerine canlı canlı hücumları artık an meselesidir.

Yani dönemimizi bir kişiye atfederek ve bütün yükümlülüklerimizi bir kişiye vererek biçimlendiremeyiz. Aynı kişiye bağlı olarak takılıp kalmamak lazım. Onun şahsında belki bugünlerin sıkıntılarının sancıları bir nevi belki ertelenebilinir. Ama yarın odaklıdır bugünler.  Yani Tayyip Erdoğan bugün var yarın yok. Her birey gibi, her nefes gibi o da neticede kulluk görevini icra edenlerden bir tanesi.
 Ama Türkiye'nin içinde bulunduğu durum itibariyle maalesef 80 milyon müslüman Tayyip Erdoğan'ın kimliğine takıldık ,kaldık. Onun ölümü (Allah gecinden versin) ve sonrasında nasıl bir Türkiye olacak şimdiden açıklayamıyoruz. Bu cevapsızlık sevenleri açısından da aynı, nefret edenleri açısından da.
Aslında sıkıntı da olan bu süreç işin aslı üç ayrı kimliğe odaklanmış. Türkiye siyaseti bir tarafta Abdullah Öcalan bir tarafta Tayyip Erdoğan bir tarafta Fethullah Gülen... bu üç kişinin ölümü dahi, yani sıkıntı ile beraber bir de kırılma ve yeni gebelik dönemini teşkil ediyor; belirsizlikler!
Yani Tayyip Erdoğan'ın doğru okunması gerekiyor. Yani ne putlaştırmanın bir anlamı var, Mabutlaştırmanın bir anlamı var, ne de görmezden gelme yani Övgü ile Sövgü arasına tıkıştırmanın. En azından aydın kesimin biraz daha mesafeli durması gerekiyor. Toplumun geneli de maalesef ki hertürlü abartıya müsait, ki maalesef okumayan cahil bir kesimimiz var. Malum toplum olarak da ziyadesiyle törpülenmişiz. İşte görüyorsunuz Eğitim, sağlık, adalet, güvenlik gibi kavramların nasıl  adeta paçavraya dönüştüğünü. Zaten uzun yıllardır korkunç travmalar yaşanmı bir toplumuz.
Aslında kıymetini bilirsek Tayyip Erdoğan'ın liderlik yaptığı bu zaman dilimi bu toplumda yaşadığımız bir sükunet zamanıdır. Mevcut liderlerle mukayese edecek olursak yaşanılan  olayları bir nevi ufak badirelerle  atlattığımızı da kabul edelim. Ki bana göre en ufak badiremiz 15 Temmuz'du. Varın ötesini siz düşünün.
Şimdi ise hastalığın ateşli olduğu bir döneme girdik. Bir hırsızlık müessesesi, rantiye müessesesi alabildiğine güçlendi. Akılsızlık, Allahsızlık ve ahlaksızlık hiç bu kadar güçlenmemişti. Türkiye bir ahlaksızlık batağına sürükleniyor. Mak araştırma şirketi dindarlık araştırması hakikatimizi ortaya koydu. Türkiye Müslüman toplumunda rakamlar endişe verici.  %78 Namaz kılmıyor, %75 Kur'an okumuyor.,%45 Kadere inanmıyor, %54 Kur'an okuyamıyor, %55 Ramazanda oruç tutmuyor, %65 Hiç Kur'an kursuna gitmemiş, %65 Peygamberimizin hayatını okumamış, %30 Hiç camiye gitmemiş, %49 Evlenirken dindarlık çok önemli değil diyor, %59 Selamlaşırke, 'Selamun aleykum' demiyor, %46 Halifelik istemiyor, %35 Güsül abdesti almıyor. Bütün bu işler aslında devletin kurumlarının bir iş yapmadığının da göstergesi. Hani diyanet, hani milli eğitim bakanlığı...İslamcılar yalnızca zekat parası toplamakla...ya da yandaşlarını devlet kurum ve kuruluşlarına işe yerleştirmekle meşguller. Bütün bunların yükünü bir kişeye yüklemek haksızlık. Herkes bulunduğu makamım Tayyip Erdoğanı olmak zorunda.
Bakın bir örnekleme yapayım; sandviç ekmeğinin arasına domuz sosunu koyuyorsunuz. Sonra üzerine alengirli soslar ve Besmele çekip yemeye başlıyorsunuz. Olmaz kardeşim! Yani bu örnekten yola çıkacak olursanız yediğiniz haltlara Besmele çekip meşrulaştıramazsınız.
Maalesef bir abdestli Kapitalizm sürecindeyiz. Ilımlı İslam tuzağının neticesindeyiz. Tayyip Erdoğan'ın ister istemez Müslüman kimlikli olması, milli görüş kökenli olması ister istemez her türlü konunun dine dayalı açıklanması ihtiyacı ve onun liderlik takvimi onun bu kırılma döneminde öne çıkmasını sağlıyor. Kadrosunun toplama bir kadro olması ise onun parotenerliğinde şimşekleri üzerine çekmesine sebep veriyor.
Bireysel yaşantılarımızın toplumsal hayatla parelelliği yaşayan tarihin çarpıklığını ortaya koyuyor. İşte biz Kasımpaşalı romanımızda Tayyip bey'in sıradan insan olan yönüyle lider olan kimliği arasındaki sorgulamayı anlatmak istedik. Aslında anlattığımız herbirimizin kendi hikayesiydi aynı zamanda. "Ben bu oyunu bozarım" Kasımpaşalı vurgumuzun açılımıydı.  Aslında herbirimiz bir Kasımpaşalı değil miyiz? Onun için sevmedik mi Kasımpaşalıyı? O bizden biri olduğu için! 

Talip AKSOY:Fehmi bey  Kasımpaşalı kitabından başka hangi eserlerimiz  mevcuttur?


Fehmi DEMİRBAĞ: Yine biz yine Reisimizden, Tayyip Erdoğan'dan esinlenerek "One Minute"yi  yazdık. "Dünya Beşten büyüktür"ü yazdık. "Dindar ve Ahlaklı Nesil" kitaplarını yazdık. 
 "Dünya beşten büyüktür" de biz de dünyaya anlatmak istedik;  Enerjiye, Uyuşturucuya,Silah, Tarım ve Gıda, İlaç sektörlerinden müteşekki dünyanın hegemonik yapısını. Bu sektörler üzerinden dünyanın 5 büyük sektörünün menfeatlerini dünya halklarından korumaya yönelik devlet adı altındaki çeteleri anlatmak istedik. Zalimler ve mazlumların inilti ve çığlıklarından ibarettir tarih. İşin aslı bundan sonrada bu noktada evrilip gidecektir zamanın kıyamete taşıyacağı insanlığın tarihi.  Bunların karşılığını anlatmaya çalıştık.
Mesela bugün Afganistan'ı dünyanın en fazla eroin üreten ülkesi olarak vurgulanır. Mesela Türkiye Cumhuriyeti de 1932 ye kadar dünya eroin ihtiyacının yüzde 65 'a kadar olanını karşılıyordu. Yani gavur önce uyuşturucuyla giriyor işgal edeceği coğrafyaya. Amerikalı, Kızılderilileri yok ederken ateşsuyu olan viskiden faydalanmadı mı? İnsanların beynini uyuşturarak arkasından bir de kültürel uyuşmalar...işte fiziki olarak organik ya da sentetik uyuşturuculara maruz bıraktığınızda hele ki gençliği...Dolayısıyla iradeyi insandan kaldırdığınız zaman, işkembe ile apış arası bir mahlukata dönüştürdüğünüzde toplumun bireylerini...Bu tür insanlardan da bir süre sonra vatan kutsallık,özgürlük gibi şeyler artık yitık değerlerdir. insanın kendi kudsiyetini bitirirsiniz önce. Sonra kutsal adlettiği değerlerini. Artık orası şeytanın at koşturacağı bir arenaya dönüşmüştür. O insanın ve insanların ruhunu aldığınızda aynı zamanda sahip olduğu herşey sizin olmuştur. Bir de başlarına kendilerinden yöneticiler bekçiler diktiğinizde sözünüzden asla çıkmayacak köleler edinnmişsiniz demektir.  
"One minute" da bir duruştur işte o efendilere karşı, Siyonist  bazlı bir yapıya karşı...Yani "bir dakika" diyerek, bir duruştur. Biz çocuk ve gençlerin gelecekleri ile ilgili olarak da batıya: Ey Batı "Sen daha düne kadar  insan eti dahi tüketen bir topluluktun," yamyamlık tarihinizi biliyoruz. (Google emmiye bi sorun batının yamyamlık tarihi diye)    Şimdi çıkmışsın bana medeniyet dersi vermeye çalışıyorsun. Tehareti bile beceremeyen, kıçını yıkamaktan aciz bir topluluksun. Biz bu çalışmamızda çocuklarımızı ve geleceğimizi nasıl yetiştirmamiz gerektiğini mukayeseli batı tarihiyle birlikte açıklıyoruz. Ne hatalar yaptığımızı ve bu hatalardan nasıl dönüleceğini ve yepyeni bakış açılarıyla geleceğe nasıl başarıyla yol alacağımızı...Başlı başına çocuk ve gençliğin yetişmesinde milli kodlarımızın ne olması gerektiğini anlattık.

Burada tekrar edeceğim özellikle;  Tayyipçi'lere seslenmek istiyorum. Hani kendinizi öyle pazarlıyorsunuz ya...Ki ilk fırsatta ortadan toz duman olup kaybolup gidecekleredir sözüm. Yani bu adam bir şey dediği zaman arkasında durmak lazım, yani bu adam Süpermen değil! Batman değil...Bir çizgi roman karakteri değil. Önem arzeden çok mevzuumuz var. Bu mevzularında muhatapları belli aslında.  Yani her yerde ıslak imza gönderemez. Tayyip'in temsil ettiği kimlik İslam ise eğer, bunu söylüyor iseniz ? Lütfen herkes hayatına İslam'a göre çeki düzen versin! Yani Reis  bizim imamımız değil, Tayyip bizim Peygamberimiz değil, Haşa şu noktada sadece mevcut Seküler düzende bir boşluk açmaya surda bir taş ,bir Gedik açmaya çalışan bir adam, bizden olan bir lider.
Büyük mesuliyetlerde  vermemek lazım kendisine. Bizim mesuliyetimizin kaynağı belli zaten, yani İnancımız, değerlerimiz, tarihsel mazimiz, geçmişimiz, yani bunlara işaret etmek gerekiyor. Ben özellikle ifade ediyorum ki, şu Cumhuriyet süreci denilen şey, müslümanlara zulüm süreci, yani fiili zulüm sürecine dönüşmüştür yürlü bahaneler altında. Bugün müslümanlar az buçuk nefes alıyorlarsa, camileri ahıra çevirme günlerinden  Çamlıca'ya Cami yapma aşamalarına gelindiyse...Tesettürlü hanımlara okullarda bulunma hakkı verildiyse bu günlerin hakkını vermek lazım.  O zorlu günlerin enkazının altından Bir Tayyip Erdoğan çıkartan bu millet artık çok sayıda dava şuurunda Tayyipleri yetiştirmek zorundadır.


Talip AKSOY:  Üstat! Bir de 15 Temmuz darbe girişimi oldu bu ülkede. Malum Temmuz ayındayız. Haftaya 15 Temmuz'unda yıldönümü gelmekte ve Türkiye millet olarak bu darbeyi destekleyen,planlıyan, Siyonizme,emperyalizme ve batıya karşı...işte birlik beraberlik içerisinde... sizinde kitabınızda büyük puntolarla yazdığınız ''Ben bu oyunu bozarım ''diyerek dik durmuştur. Namluları ters çevirmiştir işbirlik.i hainlere katşı. Bu uğurda şehit ve gazileri mevcuttur.  İmanın küfre ve zulme üstün geldiği bir süreçyoğun şekilde bütün ayrıntılarıyla irdelenmelidir. Bu konuda sizin düşüncelerinizi almak istiyoruz.

Fehmi DEMİRBAĞ: 15 Temmuz'la da artık "Usandik, Darbeye Hayır" diye bir kitap yazdık naçizane. Şimdi 15 Temmuz  olayının detaylarını henüz bilmiyoruz. Zaman olayın asıl etmenlerinin suretlerini belirsizlikten çıkaracaktır diye umuyoruz. Nasıl Menderes dönemiyle alakalı başka başka sonuçlara vardı isek. Nasıl Menemen olaylarını bugün biraz daha farklı yorumlayabiliyorsak. Hatta 28 Şubat süreciyle ilgili gün geçmiyor ki farklı gerçekleri yeni yeni görmeye çalışıyorsak. Bugünleri kontrollü darbe, tiyatro gibi kelimelerin arkasında göremeyiz. Bizi 15 Temmuz'a getiren sebepleri de failleri de ortada iken...Gerçeklerin olayın sıcaklığında sıcaklığı yitsin diye onca manipülasyonlar varken, kripto kavramı bu kadar etkin iken...Ki halk bu tür kavramları çok ta tınmaz...Vicdan arşivinde değerlendirir olan biteni. Toplum mühendislerinin çırpınışıyla halkın sessiz direnişi belirleyecektir aslında yaşanılagelenleri. Abdulhamit'ten beri yaşanılan batı baltasının koca bir çınarı budama hikayesidir bugüne kadar yaşadıklarımız. Batılılaşmanın kozasıdır her 10 yılda tekrarı olan bilumum kalkışmalar. 1900 dan bu zamana kadar yaşanan her 10 yıl bir fecaatin tarihidir aslında. Amansız bir mücadelenin. Örselenmişliğimizin izlerini barındırır bu 190 yıllar. Ama Maaşallahımız var. İyi dayandık. BÜtün yara berelerimize rağmen kuyruğumuz hep dik.
Yakın zaman kırılmamızda Marmara depremini bir Milat kabul etmek lazım. Bir de Dünyanın 11 Eylülünü. Tabi SSCB nin dağılımıda bugünlerin alacağı şekilde belirginleştiriyordu.
Bizde Zengin yatan adam sabah fakir uyandı depremle. Bugünün dinsel yapıları işte o bireysel ve sosyolojik travma ile faaliyetlerine ivme getirdiler. Çünkü din bir kurtuluştur. Yardımdı, hayrdı hasenattı derken...Bir kısım yapılar dinsizlik yapısından kurtulan kominist dünyanın mağdur ettiği insanlarımıza ulaşma adına...Bir kısmı kendini yalnız hisseden Avrupadaki Müslümanlar üzerine...11 Eylülün tezgahladığı teröre dönüşen coğrafları üzerine...Para ve vicdan merkezli operasyonları dizayn edecek yapılara dönüştü dünün klasik cemaat yapıları.
Bir de kanayan yaramız eğitim meseleside işe malzeme kılınınca...Çocuklarımızın mağduriyetleri ümmetin sonunu hazırlamaya yönelik kahpe planlarında tecelligahı oldu.
Cemaatler holdingleşme ve siyasallaşma yapısallığına yol aldılar. Hele bizdeki askeri yapının laiklik adı altındaki skolastik sertliği olayların gelişiminde baş amil sebepti. Fetö yapısı çıtayı daha da yükseltti. Aleni CIA ofislerine dönüştü.
İçerde de önce mevcut iktidarın paralel ortağı oldular. İktidar nimetinden nemalanan tek güruhtular. Aslında iktidar hiç muktedir değildi. Devlete sızıntılarının alametide sızıntı dergilerinin satır aralarındaydı. Din kavramı parsellenmişti, menfeaat yapılanmalarıyla. Diyanet ise bu hiyanet yapısının ayrı bir kuluçkasına dönüşmüştü. At izi it izine alabildiğince karışmıştı. Din bezirganları uluorta artık milletin bütün mukaddes değerlerini pazara dökmüştü. Zaten cahil olan halkta bu kavramlar üzerinden bu bezirganların müşterileri olmuştu. Mümin kavramı müşteri kavramıyla özdeşikti. Cennetler garantiye alınıyordu bir nevi ödenen sadaka, himmet, zekatlar karşılığında. Yanmaz kefenler argüman olarak işin ironisiydi, ya da işin şirazesinin iyice kaydığının. Şirk mefumu amentümüzü parçalıyordu. Efendimiz kamyon kasalarına kadar bindiriliyordu. İslam adı altında onlarca din peydahlanmıştı. Bir de yakın dönemin emperyalistlerinin ortadoğu üzerine proje çalışmaları...Türkiye üzerinden İslam coğrafyası köşeye sıkıştırılıyordu. İşte bu dönemin kritik kimliği olarak yer alan Tayyip Erdoğan bütün oligarklara karşı bir başına enteresan bir mücadeleninde adamı oluverdi. Halk bütün entrikalara karşı bu adamın yanında yer alıyordu.
Artık kılıçların fiili olarak kınlarından çıkarılma vakti gelmişti. Bununda tarihi 15 Temmuz'du. Ancak planlayıcılar yine Allah'ın planını atlamışlardı. Her zaman Rabbinden yana tavır almayı milli kimlik edinmiş halk...Darbe teşebbüsünü...Daha doğrusu işgal harekatını duyar duymaz şehirlerin meydalarına doluştular. Kimseden talimat almaksızın. Halkın bu coşkusu bir de liderlerinin talimatlarıyla birleşince tarihi bir halk darbesine sebep olmuştur. Darbeciler darbelenmiştir. "Vatan tehlikede" duygusu işte bu direncin özetidir.
Ancak olayların hemen arkasından kavram suistimalcileri yine devreye girerler. Yapılan direnişe "demokrasi nöbeti" şehid olanlara "demokrasi şehidi" gibi kavramlarla işin aslından uzak yakıştırmalarla manipüle edilen bir olgu vurgusu yapıyorlar. Demokrasinin bir şirk kavramı olduğunun idrakinde olmamız lazım.  
Ama bu bir demokrasi duruşu değildir. Halk bir kere içsellik noktasında bir "Comfortizim duygusu" ile de yüzleşmiştir, vatan duygusu kadar. Hani travma dedik ya...Halk bezgin, bedbindir aynı zamanda. Terördü, şuydu buydu derken aslında Ankara'ya da kırgındır. Cebindeki paranın hesabını...geçiminin hesabını...evlatlarının geleceğini an be an düşünmektedir. Bankalara olan borcunu...Borcun ki yükümlülük olduğunu bilir benim insanım. Ki hala bu ülkede ticaret açık hesap üzerinden dönmektedir. Bankalar mevzuuatında yoktur ama nasip, kısmet, el hafifliği,bereket...Huzur ise tek tesellisidir. Onun için sokağa yığılmıştır her görüşe mensup insanlar. Ne vatanlarını ne de huzurlarını riske atacak takatleri yoktur. Bu direnişte aslında Ankara'ya da bir mesaj vermiştir insanımız. Ey Ankara! Aileler tarumar edilmiş; işte boşanmadan tut şiddete varıncaya kadar gündelk yaşantımızın hali... Çoluğumuzu çocuğumuzu ahlaken yetiştiremiyoruz! Aklını başına al...Sen Reise dua et! O olmasaydı kim komutlandırırdı bizi? Artık herkes üzerine düşeni yapsın.

Talip AKSOY:  Fehmi bey doğru söylüyorsunuz; Şehadet kavramı, Vatan ve din anlamında söylenmesi gerekir burada halk demokrasi yahut laiklik... başka bir şey için çıkmadı meydanlara. Tamamen insanların iman ve vatanseverliğinden kaynaklanan bir duygu ile bir ruh ile alanlara meydanlara çıkıldı

Fehmi DEMİRBAĞ: Şehadet kavramı İslami bir kavramdır. Seküler düzen bir tek şehadet kavramını pek sevmiştir, İslam kavramları içerisinde. Zaten Şehitlik kavramı ve mertebesi başka da hiçbir dinde ve inançta olmayan bir kavramdır. Allahsız koministler bile bu kavrama müracat ederler" devrim şehitleri" diye. Lan oğlum, sen ölümden sonrasına inanmazsın ki neyin şehittliğinden dem vuruyorsun?
Ama dikkat edin devlet nezdinde şehitlik resmi görev altındayken ölüyorsun sahip olabiliyorsun. Bir bu olayda ölen insanlarımıza topluca şehit denildi. Yani devletin şehitlik anlayışının katında sivilin ölümü çok ta muteber değildir. Buna bile demokrasi şehidi gibi tuhaf bir isimlendirmede bulunuldu. Sıkıntı bu zaten; AK Parti'nin en büyük handikaplarından birisi muhafazakar demokrasi, diye böyle ne olduğu belli olmayan bir kavramla yol yürüdüler.O yolda bizi buralara getirdi.



Talip AKSOY:  Fehmi Bey, ağzınıza yüreğinize sağlık. Size son olarak şunu sormak istiyoruz. Gençliği ve toplumu tehdit altında tutan madde bağımlılığının olumsuz etkilerini görüyoruz. Ki uyuşturucuyla, bonzai ile ilgili sizinle birçok çalışmalarınız var takip ettiğimiz kadarıyla... Geçen hafta Taksim'de medyaya yansıdı bir bayanın Bonzai sonucu ne hale geldiği... Yani bu ülkenin insanları tuhaf ve acımasız ölümlerle de yüzyüzeler. Trafikten, teröre kadar acaip bahaneler heran ensemizde. Ne dersiniz?

Fehmi DEMİRBAĞ: Geniş açılım mı bir soru oldu bu. Ama "nasıl yaşarsanız, öyle ölürsünüz"ün de karşılığı olan bir soru.  Aslında Türkiye'de bu konuyu-soruyu derinlemesine gündeme taşıyan, konuşan hemen hemen tek kişi benim diyebilirim.
 Bakın Türkiye son 10 yıllık bir kader sürecinde. Bakınız 25 milyon evladımız var, yaşları 12'nin altında olan. Bir melaike yaş gurubu...Cevaplamamız gereken bir soru aslında bütün geleceğimiz de ifadelendirecek tek soru.
10 yıl içerisinde hangi değer ile yetiştireceğiz bu çocuklarımızı? Yani yüklemleme yaparken, bu çocuklara günah kavramını mı vereceğiz? Suç kavramını mı vereceğiz? Ya da ayıp kavramlarını mı vereceğiz? Burası çok mühim!
Türkiye toplumu kelime itibariyle düşüncelerini, hislerini ifade edebilecek yeterlilikte değil. Yani cahiliz! Enformatik cehalet dedik... bir de kör cehaleti ekleyerek olursak buna iki cehalet bizi ölümcül kuşatıyor. Yani bu durum bizi akılsızlığa, akılsızlık bizi Allah'sızlığa, Allah'sızlık ise bizi ahlaksızlığa götürüyor.
Formal eğitimimiz perişan. Zaten üniversite sistemimiz malum; test ile tost arasında geri zekalı, adı milli olup ta kendi lüzumsuz batı kafalı bir eğitim sistemi... bunun da karşılığında 2/3 intihalci hocalar dan müteşekkil üniversite yapısı! Kafeterya gençliği...Hele özel üniversiteler? Ağzımı açsam burda, inanın hafif kalır nitelendirmelerim. Hakaret denilir benim söyleyeceğim gerçeklerin adı...
Ya informaliteye ne demeli? Okuma alışkanlığı olmayan bu ülkeden Türkiye'den bahsediyoruz. Basılan kitaplarında yüzde 90 tercüme.Batı kafasıyla Müslüman yetiştirmeye çalışıyoruz ki, bu kitaplar %65i aşk ağırlıklı. Yani nesiller apış arası işkembe arasına mahkum edilmiş bir vaziyette. Liselilerde yüzde 23 enseste maruz bir gençlik var. 25 milyon öğrencisi olan bir ülkede eğitim arapsaçı. Her 5 öğrenciden bir tanesi yakını tarafından cinsel tacize uğruyor. Bu şu demek; çocuğun içine sen adeta atom bombası atıyorsun. Nereye sığınacak bu atom bombasına maruz genç insan? En yakın güvendiği amca, dayı, teyze, baba dediği kişiler tarafından taciz ediliyor, İçindeki güven duygusunu bitiriyorsun. Bu ne demek? Bu çocuğu otomatikman lgbt üyesi yapıyorsun. Bu çocuklar %40 i deist, liselerde üniversitelerde bu oran yükseliyor. Evet Tanrı var, Allah var, bunu inkar etmiyorlar ama din buysa ben Müslüman değilim noktasına geliniyor. Bir de islam eşittir yurt dışı algısıyla birlikte; terörizm! İslam'ı bir gömlek olarak düşünün. Bir mağazaya gittiniz. Bu gömleği alıp üzerine giyer misin kardeşim? Yani hiç cazip değil müslümanlık. Marka değerini paramparça ettik elbirliğiyle. Zaten yokluk, yobazlık bir bir tarafta...Bir de dindarlık adına koca koca profesörler... Madrabazlar.. İnsanların "ilim" adı altında biribirilerine çemkirmeleri ortadayken...
 Bir insan neden Müslüman olsun? Dolayısıyla ne yapacak genç? Burada kafanın sakinleşmesi için de araya uyuşturucu sektörü devreye giriyor. Bugün Bir Milyonu Aşkın bonzai kullanan gençler söz konusu. Uyuşturucu kullanım yaşı neredeyse 9 Yaşına düşmüş. Gençliğin sigara kullanım oranı% 86larda.  Alkol zaten haşa zemzeme dönüşmüş,
Dolayısıyla korkunç bir travma içerisinde ülkenin bütün meselesi işte. Bizse  köprü yaptık, milyon dolarlık binalar yaptıktan ibaret anlayışlarla...Ekmek adına şehirlere yığılmışiz. Köyün günahı buralarda örgütlü ahlaksızlıklara dönüşmüş durumda. Zina dahi öyle masumlaştı ki haşa... İşte bu işlenen ahlaksızlıkşar alenileşti ve afişe edilmeye başlandı cüratkarca..."Biz Lutun çocuklarıyız" diye feveran eden bir gençlik..."Zulüm 1453'te başladı" diyen... Uzun zamandır, senedir haziranın ilk haftası dünya üzerinde "Onur yürüyüşü" adı altında gayrı ahlaki cinsel temelli sapkınlar olarak geleceğimize yürüyorlar. Diyemiyoruz; "siz sapıklar üreyerek çoğalmıyorsunuz, bizden çaldığınız evlatlarımızla kalabalıklaşıyorsunuz".
Ama bir Belediye Başkanı "Freddie Mercurynün askerleriyiz" diye paylaşımda bulunabiliyor. Aidsten ölen bir sapık çocuklarımıza rol model olarak gösterilebiliyor. Eğitimsen diye bir sendika liselerde "cinsel pozitif ayrımcılık "adı altında, bir özgürlük hareketi olarak destekleniyorsa vay halimize! Dolayısıyla uyuşturucuya bulaşmış bir gence her yol mubah...Doğru okumalar yapmayan, okumayan cahil bir gencin... ahlaki açıdan zaafiyet içerisindeki bir gencin... terör yapılanmalarının elde etmesi çok da güç değil yani... Özellikle marksist-leninist gruplar... Hatta Işid vesaire bildiğimiz dinci gruplar ele alır, tabii ki kendi amaçları doğrultusunda kullanırlar.

Elhamdülillah bütün bu menfi tabloya rağmen bizim de çözüm önerilerimiz var.  Fiili anlamda da yaptıklarımız var zaten.  Bu çerçevede emsal teşkil edebilecek noktada Mihmandar gençlik çalışmamız var.  Liselerde irşad ve tebliğ bazlı çalışmalarımızı yapıyoruz.  Başbakanlık tarafından da ödüllendirildik kurduğumuz Genç Türkiye Platformu isimli gençlik yapımızla.  Biz bu çalışmalarımızın,  bütün Türkiye'ye mal edilmesini istiyoruz.
Çünkü iddiamız o ki; çocuğu ancak edebiyatla, çizgi filmler ve oyuncakla yakalarsınız. işte "Herotürk" ismini verdiğimiz projemiz ortada. Ancak devlet erkanına ve ricaline bu konunun önemini 15 yıldır bir türlü anlatamadık.  

Aslında bu noktada daralmış bir Türkiye ile de karşı karşıyayız. Her türden şeytan ve onun avanelerinin iştah açıcı hevesleriyle gereken ortam sağlanmış vaziyette. Bu çöküş süreci neden karşı bir hamleyle yeniden dirilişin de başlangıcı olmasın?
Gazımızı alan, şişkinliğimizi gideren limanlarımızdı aslında cemaat yada tarikat yapıları. Kontrol sağlanamayınca ticari ve siyasileşince yani...Çocuklarımızı teslim ettiğimiz bu yapılar güvenilirliklerini kaybedince çocuklara adres tarif edemez olduk. Pek az yapı kaldı elimizde. Dolayısıyla boşa çıktık. Çocukları yönlendireceğimiz sağlam adresler azalınca giriverdiler devreye; internet kafeler, avm ler...Hele internet...Cep telefonları!
Hasılı, vaziyetimiz o ki; "Allah sonumuzu hayretsin"... böyle bir dua ile karşı karşıyayız.

Talip AKSOY:  Fehmi Bey, siz "Kasımpaşalı" kitabını...ya da diğer kitapları yazdıktan sonra reisle, kendisiyle görüşebildiniz mi?

Fehmi DEMİRBAĞ: Kitapları bizatihi bir ortamda kendilerine takdim ettik. Biz bekliyorduk ki bizi arasınlar fırçalasınlar. Beklerdik ki, "yahu sana ne?" "Ne yani benden dolayı beslenen bir sürü kültür Bakanlığı'nda... Milli Eğitim'de... partide... bunca adam var da...onlar  dert edinmiyor da... Sana ne benim her sözümü kitaba dönüştürüyorsun?"diye bir fırça çekmesini bekliyordum açıkçası. İşin acı şakası bu. Akredite değilsen...Ki ortada müslümandan sanatçı, aydın olmaz diye bir de algı varken. Dikkat buyurun medyada bile sarhoşlar dava adı verilen şeyin savunucuları değil mi?
Bizim kendi yapılarımızın bile bu kaygıları yok. Çok sayıda Belediyelerimizn kültür müdürlüklerine ve faaliyetlerine bakın. Sanırsın ki CHP belediyesi. Güya iktidarız, kredi yurtlar kurumunda kalan öğrencilerden sizce bize bir teveccüh var mıdır? Bu görgüsüzlük bu yağma anlayışı...betona gömüyor da...mental yorgunluğu deyip yine işin sorgulamasını ıska geçiyoruz. Ahlak ve manevittaki çözülmenin görülmesi lazım. Gençlere yönelik faaliyetlere yönelmezse Akparti kendi sonunu hazırlıyor demektir.

Talip AKSOY:  Hicrethaber ailesine, sevenlerine, takipçileriyle en son ne demek istiyorsunuz?

Fehmi DEMİRBAĞ: Hicrethaber ya şunu söyleyeyim... Vazifeniz çok önemli, çok mühim.Çünkü "bir fasıktan haber geldiği zaman haberin aslı'nın araştırın" ilahi kuralı Müslüman için vazgeçilmez şiarlardan bir tanesidir.
Müslümanların iletişim ile ilgili yapılanmalarını artırarak sürdürmeleri lazım. Hani yandaş basın deniliyor ya.. Hani bir kısım medya diye deniliyor ya.. Oralarda profesyonellerin olduğu gerçeğini bilelim. Oralarda kaşarları görürüz. Arpalarını kimden alıyorlarsa, onlara hizmet edenlerden bahsediyorum.
Bugün sizde yazanlar, yarın başkasına da yazabiliyorlar... yerinde durmadıklarını zaten görüyoruz. Kendi kadrolarımızı...milli kafaları...milli sanatçılarımızı yetiştirmek durumundayız. Sizin gibi amatör ruhlu oluşumların desteklenmesi gereğini düşünüyorum. Rabbime emanet kalınız...