15 Ekim 2015 Perşembe

DİNDAR VE AHLAKLI BİR NESİL İÇİN; 
FEHMİ DEMİRBAĞ SÖYLEŞİLERİ

 
 
 
 
 
 

Okulumuz öğrencileri yazar Fehmi DEMİRBAĞ  ile bir söyleşi gerçekleştirdi. Felsefe Medeniyet ve Düşünce Kulübü tarafından düzenlenen söyleşiye öğrenciler büyük ilgi gösterdi. 07/10/2015 Çarşamba günü saat: 10:00 da başlayan söyleşiye 137 öğrencimiz katıldı.
Söyleşi kendimizi bulma kendimizi keşfetme adına yapılan bir yolculuktu aslında. “Uzun yollar tek adımla başlar” diyen Konfüçyüs’e kulak verdik ve uzun bir yolculuğa çıktık kendimize doğru. İnsanın hayatı bugün kuracağı cümlelere bağlıdır. “Sen kimsin” sorusunu benliğimize yöneltip soruya cevap olarak kurduğumuz cümlelerde kendimizi aradık. “Olmaz” kelimesini kaldırdık zihnimizden “neden olmasın” dedik, “şimdi değil” diye bir mazeret yerini “şimdi değilse ne zaman” sorusuna bıraktı.
Zihnimizdeki olumsuz kodları silip olumluya çevirdiğimizde yapabileceklerimizin yaptıklarımızdan çok az olduğunu gördük. Belki de yolculuğumuzun en önemli duraklarından biri buydu. Kendimizi önemseme kendimize değer verme bizi biz yapacak en önemli koddur. Kendimize ne kadar değer verir ne kadar önemsersek sınırlarımızı o kadar genişletebiliriz. Bireysel sınırımız nedir, biz bu sınırın neresindeyiz ve sınırı aşabilir miyiz?
“Sizin en hayırlınız insanlara en faydalı olanınızdır” diyen insanların en hayırlısı Hz. Muhammet bu sözüyle iyi insan olmanın ölçüsünü insanlığa yararlı olmaya bağlamıştır. İnsan gücü ölçüsünde yararlı işler yapmalı ve insanlığa faydalı olmaya çalışmalıdır. Bu noktada insanın kendine ve faydalı olmaya yüklediği anlam önemlidir. İyilik adına küçük bir hareket dünyanın diğer ucunda büyük yankı bulabilir. Bir kelebeğin kanadından çıkan hafifi rüzgar başka bir yerde fırtınaya dönüşebilir. Yapmamız gereken tek şey iyilik yapmak adına biraz daha cesur olmak. İşte yolculuğumuzun bu aşamasında kelebeğin kanadında hafif bir rüzgar olmaya iyilik yapma cesaretini yakalamaya gayret ettik.
Hiçbir şey tek başına bir şey değildir. Fakat her şey tekle başlar. İnsan da tek başına yapabileceklerinin dışında beraberce çok büyük işler başarabilir. Tarihimiz bunu örnekleriyle doludur. Geçmişlerimiz bugünler için hayatlarını ortaya koymuş birlik ve beraberlik içinde büyük başarılar elde etmiştir. Peki bizler gelecek için ne yapıyoruz? Bugünler için elinden geleni yapan geçmişlerimizi ne kadar tanıyıp anlayabiliyoruz hatıralarına ne kadar saygı duyuyoruz ve gelecek için bireysel ve beraber yapabileceklerimizin ne kadarını şimdiye kadar yaptık? Bütün bu soruların içimizdeki cevabı nedir? Yolculuğumuzun bu aşaması bu yönde içimizde bir kaygı oluşturma amacını taşıyordu.
İnsan kendini bulmak adına hayatı boyunca sayısız duraklara uğrar. İnsan hayatı uzun bir yolculuktan ibarettir, tek adımla başlar ve ömür boyu devam eder.

 1)     GİRİŞ
    Bu rapor, Barbaros Anadolu Lisesi’nde konferans veren Fehmi DEMİRBAĞ’ın konuşmasının ve interaktif sunumunun öğrencilerin gözünden değerlendirme ve sonuçlarını içermektedir.

2)      İNCELEME VE YÖNTEM
Fehmi DEMİRBAĞ’ın konferansını dinleyen 10. ve 11. Sınıf öğrencilerinin değerlendirmeleri baz alınarak incelenmiştir.

3)      GENEL OLARAK ÖĞRENCİ KANILARI
•        Fehmi DEMİRBAĞ’ın konuşmasının akıcı olması, interaktif olması, espirili olması bütün program boyunca öğrencilerin dikkatini sahnede toplamayı başarmıştır.
•        Oluşturduğu hayali gruplar öğrencilerin eğer birlikte hareket ederlerse önlerinde hiçbirşeyin duramayacağını kanıtlar nitelikte olmuştur.
•        İnsanlar arasında din, ırk ayrımı olmadığını ama illa ki bir ayrımcılık yapmak gerekirse Doğu medeniyeti  19. Yüzyıla kadar her daim Batı’nın önünde olmuştur diyerek öğrencilerin aslında ne kadar büyük bir hazineye sahip olduklarını hatırlatmıştır.

3)      İNCELEME VE DEĞERLENDİRME SONUÇLARI

•        Fehmi DEMİRBAĞ’ın konuşmasının akıcı olduğu  ve bu sayede salonla bağını hiç koparmadığı gözlemlenmiştir.
•        Konuşmasını interaktif bir biçimde sürdürerek öğrencilerin dikkatini hep sahnede topladığı gözlemlenmiştir.
•        Öğrencileri sahneye çıkararak onların toplum içinden konuşma yapma ve sahneye çıkma korkularını yenmelerine yardımcı olmaya çalıştığı gözlemlenmiştir.
         Genel bir ideoloji olan ’’ Batı üstündür’’ anlayışını ve öğrencilerin ‘’Batı hayranlığını ‘’ konuşması boyunca yıkmaya çalıştığı gözlemlenmiştir.

•        Bir konuyu bir çok farklı açıdan ve olaydan ele alarak ve örneklendirerek akılda kalıcılığı artırmaya çalıştığı gözlenlenmiştir.


Bağcılar Barbaros Lisesi

6 Ekim 2015 Salı

CİDDİ CİDDİ...






















KÖLELER OKUMASIN LÜTFEN!

Geçen hafta hayvanları koruma ile ilgili çalışmalar yapan derneğin yönetim kurulu başkanından randevu almıştım. Başkan derneğin faaliyetleri hakkında uzun uzun bilgiler verdi.

"Turnalar" dedim. "Artık göğümüzde olmayan turnalar Türkülerimizi de terk ettiler." dedim. O dedi; "kediler ve köpekler!" Dedim "eyvallah!" Diyemedim ama "bir kedi ve köpek maması markasının distribütörü olmasaydınız igilenir miydiniz kedi ve köpeklerle bu kadar?" Aklıma geldi, bir zaman Atatürk heykelleri yapan bir Ermeni vatandaşın Atatürkçü Düşünce Derneğinin uzun süre başkanlık yapması.

Dedim "şehirleşme ile sokaklarımızda artık kedi ve köpeklere neden yer yok!" Meselenin özüne neden inilmez ki? "Martılar çöpçü oldular. Kargaların attığı çığlıkları neden duymayız? Hele o serçeler??? Kumruların kim farkında?

Diyemedim misal, "tarlalarımızda hasad sonrası anızlar yakılmakta. Ne kadar da çok böcekler vesair küçük mahlukat...bakterisine varıncaya kadar zalimce yakılarak yok edilmekte?"

Diyemedim; "Böcek ilaçlaması adı altında kimyasal katliamlar yapılmakta. Hayvanların yaşam alanlarına beton yapıları kondurararak insanlar, işgalci değillermi ki...karıncasız piknik alanları hayal etmekteler üstüne üstlük?"

Kocaman gökdelerle setler çekmedik mi kuşların göçyollarına?

Merhametini yitirmiş insanlık petshoplarda vicdanını arar durur hesaplar boyu. Sahteden endüstriyel hobidir artık sevginin hertürü...

Filan da filan derken, başkanla asıl görüşme sebebine gelivermiştim nihayet.

"Abi 'İslam ve Medeniyet' isimli bir dergi çıkartmayı düşünüyoruz da...Miyaw markalı ürünlerinizin reklamını almak istiyoruz."


***

Eğer ölürsem buralarda...vasiyetimdir beni götürsünler doğduğum topraklara...beni köyümün yağmurlarında yıkasınlar...

Dudağımda eskimeyen, tanıdık bir şarkı...nasıl da geldi de yapıştı aklımın bir köşesine.

Dedi, arkadaşım telefonda; "Ahmet öldü."

Geçen haftanın en içimi acıtan olayı buydu. "Ahmet öldü!" Arkasından "Eğer ölürsem buralarda...vasiyetimdir beni götürsünler doğduğum topraklara...beni köyümün yağmurlarında yıkasınlar...

Ne de severdi bu şarkıyı Ahmet.

Urfalıydı. Benim gibi üniversite okumak için kalkıp gelmişti gurbete. Bilir misiniz, İstanbul'un asıl isminin Gurbet olduğunu? Ben Tokat'a dönememiştim, o Urfa'ya. Bayram seyran ziyaretleri dışında gidememiştik, dönememiştik evlerimize ocaklarımıza.

Misal ben, sabi sübyan ayrıldığım memleketten babamın yaşlanışını kaçırmıştım...Anamın...Yeğenlerimin büyümesine dair aklıma takılı fotoğrafımda olmadı.

Yurt edinmiştik birlikte öğrenci yurt odalarını...bekar evlerini.

Takılırdım; pis Kürt diye...Kokmuş çerkez derdi o da bana.


İş bulmak...Çalışmak...Belki bir emeklilik derken emekliye emekliye gelivermiştik bu günlere. Sıtkımız sıyrılırdı İstanbuldan hep içimiz daraldığında. Bu boktan şehiri bırakıp gitmekten bahsederdik de çoğu.

"Ben" derdi.

"Bu terör belası yüzünden dönemem sılaya. Ege'de bir sahil kasabasında görürdük düşlerimizi."

Dediler "Ahmet ölmüş."

"Biz derdi, kardeşiz. Baksana hayallerimiz bile bir."

Terör derdi ortak düşmanımız.

Ve cehalet!

Ve fakirlik!

Kirli bir oyun derdi.

Yine de demeden edemezdi;

"Eğer ölürsem buralarda...vasiyetimdir beni götürsünler doğduğum topraklara...beni köyümün yağmurlarında yıkasınlar...


*****

Cuma'dan sonraydı.
"Hadi" dedi arkadaşım. "Gidiyoruz."

Arnavut kaldırımlı yokuştan tırmanırken nefes nefeseydim. "Ah ulan zıkkım sigara" dedim bir kez daha.

Elimdeki bond çantayı sıkısıkıya tutuyordum, kaptırmamak için. Kalabalıkta omuz omuza yürüyorduk. Eee tekin olmayan kentin kaldırımları balta girmemiş orman misali. Heran nereden ne belirir belli değil.

Verilen adrese bildirilen saatte ulaştık. Binanın girişindeki karabakışlı adamlara aldırış etmeden üçüncü kata çıktık dar merdivenlerden.

Eski ve geniş masanın üzerindeki senetleri kontrol ettikten sonra aldım cebime koydum.

"Konuştuğumuz gibi" dedi arkadaşım. "Bu da karşılığı olan bedel" dedi bond çantayı uzatırken. Sonra odanın içindeki onca erkeğin arasındaki tek bayana bakışıyla gidiyoruz kavlinden bir işaret yöneltti.

İki kişi olarak geldiğimiz metruk binadan üç kişi olarak çıkıyorduk bir bond dolusu paranın karşılığında.

Arkadaşım sizlerin deyimiyle bir orospu çocuğuydu. Özür dilerim ama bu ifadeyi mecburen kullandım. Arkadaşımın annesi 70 li yıllarda İstanbul'a ekmek için gelen Anadolunun...işte bir yerinden...neresi olduğu önemli mi? Fakir bir ailenin kızıymış. Dramatik bir hikaye. Geniş bir zamanda paylaşırım sizlerle. Kötü yola düşer. Genelevinde çalıştırılır zoraki senetler imzalatılarak. Arkadaşımın kendisi ise annesinin yaptığı tek evliliğin meyvesi.

Liseye kadar okutur annesi arkadaşımı. Annesinin yaşadıklarından habersizdir ama. Derken ölür gider annesi. Hayatta bir başınadır artık arkadaşım.

Aksararay'daki Murat Paşa camiinde tanışmıştık çok zaman öncesi.

Sonra itiraf etmişti. "Cemaati tırtıklamaya gelmiştim aslında camiye."

Cezaevleri, işlenen onca suç filan derken...Kendi hikayesine...annesininkine vakıf olur bir şekilde.

Dedim ya uzun hikaye...

"İslamda kölelik yoktur." Aşağılık kapitalist düzen sex işçisi der tuzağına düşürdüğü masum ve namuslu Anadolu kadınına. 
Ve hatta Köle değil midir insanlık kapitalistlerin fabrikalarında? Ofislerinde, bürolarında!?

Para-pul sahibi olur bir şekilde arkadaşım, Laleli'de.

Sonra da kendini adar bir şekilde genelevine düşürülen kadınları azad etmeye.

"Köle azad etmektir" bir şekilde benim yaptığım.

Arkadaşımın geniş hikayesini uzun uzadıya anlatırım nasipse... Ama ben yalnızca geçen hafta yaşadıklarımı paylaşmak istedim bu yazımda kısaca.


Fehmi Demirbağ


1 Ekim 2015 Perşembe


İYİLİĞE DAVET GEREK, 
KÖTÜLÜKTEN DE MEN ETMEK!


Herkes mazeretlerinin eseridir der. Ya da esiridir mi demişti yoksa ünlü düşünür Tokatliuslu İmhef Ğabrimed.
Günler bir bir tükenipte bu dünyada alacağımız nefeslerin sayısı azaldıkça nedense daha çok paylaşım yapası geliyor insanlarla...Daha çok yalnızlaştıkça amma!
Geride bıraktığımız paslı günlerin ruhumuzu tetanoz yapacağı endişesi bir şekilde gündelik hayatın çirkefliğine karşı nasılda yalnızlaştırıyor şehrin insanını. Belki de ondandır, ondandır yani sessizliğimizi saklamak için çıkardığımız gürültülerin nedeni.
Yalnızlaşan dünyamızdaki en belirgin mazeretimiz ise odaklanmasını bariz klişelere yüklemlemiştir. Ençok ta "kimseye iyilik yapmayacaksın" diye aşağılık bir tekerleme pelesenk olmuştur dikenli dilimize; hep bir iyilik beklerken herkesten.

Hani, hikayedeki gibi;

Bir kurdu avcılar fena halde sıkıştırmıştır.Kurt ormanda oraya buraya kaçmakta, ancak peşindeki avcıları bir türlü ekememektedir. Canını kurtarmak için deli gibi koşarken bir köylüye rastlar.
Köylü elinde yabasıyla tarlasına girmektedir. Kurt adamın önüne çöker ve yalvarmaya başlar:

'Ey insan ne olur yardım et bana, peşimdeki avcılardan kaçacak nefesim kalmadı, eğer sen yardım etmezsen biraz sonra yakalayıp öldürecekler.'

Köylü bir an düşündükten sonra yanındaki boş çuvalı açar, kurda içine girmesini söyler. Çuvalın ağzını bağlar, sırtına vurur ve yürümeye devam eder. Birkaç dakika sonra da avcılara rastlar. Avcılar köylüye bu civarda bir kurt görüp görmediğini sorarlar, köylü 'görmedim' der ve avcılar oradan uzaklaşır. Avcıların iyice uzaklaştığından emin olduktan sonra köylü sırtındaki torbayı indirir, ağzını açar, kurdu dışar salar.

'Çok teşekkür ederim' der kurt, 'Bana büyük bir iyilik yaptın' 'Önemli değil' der köylü ve tarlasına gitmek üzere yürümeye baslar. 'Bir dakika' diye seslenir kurt köylüye: Çok uzun zamandır bu avcılardan kaçıyorum, çok bitkin düştüm, açım,kuvvetimi toplamam için bir şeyler yemem lazım ve burada senden başka yiyecek bir şey yok. Köylü şaşırır: 'Olur mu, ben senin hayatını kurtardım.'
'Yapılan iyiliklerden, verilen hizmetlerden daha çabuk unutulan bir şey yoktur' der kurt. 'Ben de kendi çıkarım için senin iyiliğini unutmak ve seni yemek zorundayım.'

Bir süre tartıştıktan sonra, ormanda karşılarına çıkacak olan ilk üç kişiye bu konuyu sormaya ve ona göre davranmaya karar verirler.

Karşılarına önce yaşlı bir kısrak çıkar. ' Ne vefası ' der kısrak, 'Ben sahibime yıllarca hizmet ettim, arabasını çektim, taylar doğurdum,gezdirdim. Ve yaşlanıp bir işe yaramadığımda beni böylece kapıya kovdu...

Bir sıfır öne geçen kurt sevinirken bir köpeğe rastlarlar. 'Ben hizmetin değerini bilen bir efendi
görmedim' der köpek, ' Yıllardır sadakatle hizmet ederim sahibime koyunlarını korurum,yabancılara saldırırım, ama o beni her gün tekmeler, sopayla vurur...'

Kurt köylüye döner, 'işte gördün' der. Köylü deson bir çabayla 'Ama üç diye konuşmuştuk, birine daha soralım, sonra beni ye' diye cevap verir.

Bu kez karşılarına bir tilki çıkar. Başlarından geçenleri,tartışmalarını anlatırlar. Tilki hep nefret ettiği kurda bir oyun oynayacağı için keyiflenir.
'Her şeyi anladım da' der tilki 'Bu küçücük torbaya sen nasıl sığdın?' Kurt bir şeyler söyler, tilki inanmamış gibi yapar:
'Gözümle görmeden inanmam...'
İşin sonuna geldiğini düşünen kurt torbaya girer girmez, tilki köylüye işaret eder ve köylü torbanın ağzını sıkıca bağlar.
Köylü eline bir taş alır ve 'Beni yemeye kalktın ha nankör yaratık' diyere torbanın içindeki kurdu bir süre pataklar.

Sonra tilkiye döner, 'Sana minnettarım beni bu kurttan kurtardın' der. Tilki de 'Benim için bir zevkti' diye cevap verir. O an köylünün gözü tilkinin parlak kürküne takılır, bu kürkü satarsa alacağı parayı düşünür ve hiç beklemeden elindeki taşı kafasına vurup tilkiyi öldürür. Sonra da torbanın içindeki kurdu ayağıyla dürter:
'Haklıymışsın kurt, yapılan iyilikten daha çabuk unutulan bir şey yokmuş...'
...
Koy bakalım kendini karşındakinin yerine...Sonra ardısıra yazalım iyilik temalı hikayelerimizi. Hayvanlar alemiyle örneklemek istedim, bu konuda anlatmak istediğimi. Hayvani yönlerimizin ağır bastığı bu günlerde.

Yani diyorum ki...

Sahi ben şimdi ne demek istedim ya hu?

Fehmi Demirbağ