16 Temmuz 2015 Perşembe

KÖR CEHALETTEN ENFORMATİK CEHALETE...



EĞER DOĞRU BİR OKUMA YAPABİLSEYDİK, 

RABBİMİZİN AYETLERİNİ 6666 RAKAMI İLE SINIRLAMAYACAKTIK! 

DÜŞÜNEBİLSEYDİK VE AKLEDEBİLSEYDİK!


OKUR-YAZAR KARDEŞLERİMİN DİKKATİNE ARZEDERİM!


Okur-yazar mısınız?

Ne şanslısınız! Ben hiç okumadım ki! Okula gitmedim değil, ama hiç okumadım ki...Okula gittim gitmesine de hiç te yazmadım. İstatistikler benim okur-yazar olduğumu söyler...ve dahi üniversite mezunu olduğumu da...okuma ve yazma bilen ama okumaz- yazmazlardanım, ben...

Okur iseniz, salt...Ölülerle konuşabiliyorsunuz demektir. Ne güzel, sizden önce yaşamış insanlarla konuşabilmek. Peki yazabiliyor musunuz? O halde siz doğmamış insanlarla da iletişime geçebiliyorsunuz demektir. Siz büyücü olmalısınız o halde. Öyle ya ne buyurmuştu Allah'ın resulu; "sözde sihir vardır!"
Hem okur hem yazarsanız aynı zamanda yaşadığınız çağın insanlarıyla da iletişimdesiniz demektir. Yani var olmuş, var olan ve var olacak bütün insanlarla konuşabilmek nasıl da gizemli birşey. Esrarlı...
Daha da şaşaalısı işin, okuyabiliyorsanız eğer...siz...hani nasıl desem; siz tanrıyla da konuşabiliyorsunuzdur yani!

Muhteşem!
Ve siz okur-yazar olarak edindiğiniz bilgilerle...o bilgilerin size verdiği değişik dillerle de diğer varlıklarla da diyaloğa geçebiliyorsunuz demektir ki, cidden dostum...siz bir büyücüsünüz! Nebatatla, hayvanatla ve eşya ile iletişime geçebilmek! Onlarla dillenmek, onları dillendirmek.

...

Rabbim insanlarla iletişime peygamberleri vasıtasıyla geçer. İnsanların kendisinden yüz çevirdikleri zamanlarda olur bu temas. İnsan toplulukları  azgınlıkta ve zulümde ileri gittikleri zaman onlara "yaradılış gayelerini" hatırlamaları için peygamberler girerler devreye; Rablerinden "sözü-kelimeyi-cümleyi" alarak diğer insanlara "hatırlatıcı-uyarıcı" olarak iletebilmek için. 
Bu insan-tanrı diyalog geleneğinin bir hikmet safhası vardır ki nazarı dikkattir dostlar. Allah egemenliği bozulmuştur artık. O anın gereği olan bir beşeri ideolojisi insanın heva ve hevesininin tekamül aşamalarından biri olarak ve zamanın ruhuna uygun şekilde bir galebe marifetiyle insanlara zulümde zirve olmuştur yani. 
Yani egemen bir fikir, baskın bir güç herhangi bir gerekçeyle insanları sömürmeye başlamıştır. Egemen gücün çökertilmesi gerekmektedir yani ilahi bir tasavvurla.
Gelin biz buna dinler tarihi diyelim...Ya da insanlık tarihi; birini diğerinden ayırmaksızın.

Devir kadim Mısır uygarlığı dönemi. Hakim güç, kendini ilahlaştırmış bulunan firavunlardır. Devrin modernitesi ise, sihir ve büyücülüktür. Firavun'un büyücüleri, astronomiden tıbba kadar her alanda söz sahibiydiler. Sahip oldukları bilgiyi, toplumu etkilemek ve böylece Firavun'un baskıcı yönetimine güç kazandırmak için kullanıyorlardı.Günümüze kadar uzanan bir zulüm süreci. Bugünkü "emperyalist siyonizmin" temelleri o günlere uzanır. Bana inanmayan bir akaid ve ilmihal öğretisi olan Kabbala diye bilinen israil manifestosunun manzum tarihine bir dokunsun hele. 
Tanrı uyarı ve otoritesi ise bu zulüm dönemini bitirmek için bir kekeme insan ile devreye girer. Hz. Musa ile! Ve o mübarek insan firavunun gücüne karşı tanrı tarafından silahlandırılır. Hz. Musa'nın tebliği ve insanların Allah'a karşı meyil etmeleri artık Firavun ile Musa arasında bir rekabeti ve mücadeleyi başlatır. Konuya uzundan dalmayacağım. Ayrıntılar için araştırma yapmanızı tavsiye edebilirim. 

Hz. Musa (as)'a karşı mücadele etmeleri için Mısır'ın dört bir yanından toplanan bütün sihirbazlar, Firavun'a geldiler. Firavun kendisinin mutlaka üstün geleceğini zannediyordu. Böyle bir mücadelenin ardından o ve çevresindekiler kendi hükümdarlıklarını koruyacaklardı. Firavun ve çevresi kendi düşük akıllarınca böyle bir düzen planlarken, düzen kurucuların en büyüğünün ve en hayırlısının Allah olduğunu tamamen göz ardı etmişlerdi. Oysa Allah, tarih boyunca inkar edenlerin tüm tuzaklarını bozandır ve sonunda üstün gelenler ancak sadece salih müminlerdir. Büyücüler ise bu mücadeleyi kazanırlarsa Firavun'dan nasıl bir armağana ulaşacaklarını merak ediyorlardı:

"Bütün bilgin büyücüleri sana getirsinler." Sihirbazlar Firavun'a gelip dediler ki: "Eğer biz galip olursak, herhalde bize bir karşılık (armağan) var, değil mi?", "Evet" dedi. "(O zaman) Siz en yakın(larım) kılınanlardan olacaksınız." (Araf Suresi, 112-114)

Firavun, kendince saltanatını pekiştirecekti, büyücüler de Firavun'a yakın olacak ve menfaat elde edeceklerdi. Bir tarafta Mısır'ın tüm bilgin büyücüleri, diğer tarafta ise daha önceden tanıdıkları ve köle bir kavmin mensupları olan Hz. Musa (as) ve Hz. Harun (as) vardı. Kimin önce başlayacağına Hz. Musa (as)'ın karar vermesini kabul ettiler:


"Ey Musa" dediler. Ya sen (asanı) at veya önce biz atalım." Dedi ki: "Hayır, siz atın." Sonra hemen (ne görsün), sihirlerinden dolayı, onların ipleri ve asaları kendisine gerçekten koşuyormuş gibi göründü. (Taha Suresi, 65-66)

Sihirbazlar sihirlerini atınca ipler ve asalar kendilerine koşuyormuş gibi gözüktü. Ayette haber verildiği gibi, herkes göz aldanmasıyla ipleri ve asaları koşar gibi görmüştü.

Dikkat edilirse ayette "koşuyormuş gibi göründü" denmektedir. Yani gerçek bir koşma olayı yoktur, sadece bakan insanlara öyle gözükmüştür. Başka bir ayette de yapılan sihrin yine yalnızca göz aldanması olduğu ve bu şekilde insanların etkilendiğini Allah şöyle haber verir:

(Musa:) "Siz atın" dedi. (Asalarını) atıverince, insanların gözlerini büyüleyiverdiler, onları dehşete düşürdüler ve (ortaya) büyük bir sihir getirmiş oldular. (Araf Suresi, 116)

Firavun'un büyücüleri, sergiledikleri illüzyon numaralarıyla halk üzerinde büyük bir itibar kazanmış durumdaydılar. Bunu ise Firavun'un saltanatını güçlendirmek için kullanıyorlardı. Her türlü büyüyü 'Firavun'un gücü adına" yapıyorlar ve böylece Firavun sistemini ayakta tutuyorlardı. Firavun ise bu büyücülere maddi çıkar sağlıyordu. Kısacası ortada karşılıklı oluşturulmuş bir menfaat ilişkisi vardı.

İşte büyücüler de Hz. Musa (as) ile mücadeleye girerken, Firavun'un Allah'ın takdiri dışında bir gücü olmadığını bildikleri halde, sırf çıkar elde etmek ve onun yanında iyi konuma gelebilmek için asalarını attılar. Bunu yaparken kendi akıllarınca kazanacaklarından çok emindiler ve üstün geleceklerini söylediler. Oysa üstün gelecek olan sadece Allah'ın taraftarlarıdır.

Onlar da, iplerini ve asalarını atıverdiler ve: "Firavun'un üstünlüğü adına, hiç tartışmasız, üstün olanlar gerçekten bizleriz" dediler. (Şuara Suresi, 44)


Ve malum süreç. Musevilerin Mısır' dan kaçışları. Kızıldeniz'in Musa mubareğin parmaklarını işaret ederek ikiye bölünmesi. 

Hadi sıralayalım bakalım, Hz. Musanın yardımcısı olan kendi kardeşinin de bir peygamber olduğu gerçeği altında  sair mucizelerini. 

1-Asâsı ejderha (büyük yılan) olması. 
2-Sağ elini koynuna cebine koyunca parlaması
3-Kavmiyle Kızıldeniz’in kenarına gelince asasını vurup denizde yol açması
4-Tih sahrasında kavminin susuz kalıp, su istemeleri üzerine asasını taşa vurunca Beni Israil’in kabileleri adedince, on iki pınar akması. 
5-Firavun ve Kıpti kavmi İsmailoğlularına zulüm ettiği ve Mûsâ`ya inanmayıp isyan ettiklerinde, Allah, Mûsâ'ya tufan mucizesini vermiştir. Çok şiddetli yağmur yağmıştır. Öyle bir karanlık ve fırtına olmuş ki, kimse evinden dışarı çıkamamış. Ayın ve günesin ışığı görünmez olmuş... Kıptilerin evlerini su basmış. Ayakta durur olmuşlar. Su boğazlarına kadar yükselmiş. İsmailoğlularının evlerine ise bir damla su girmemiş. Firavun ve Kıpti kavmi, bu belanın kaldırılmasını ve iman edeceklerini söylemişler. Musa kaldırmış fakat yine iman etmemişler ve başka belâlara duçar olmuşlar. 
6-Kıbti kavminin ekinlerini, meyvelerini ve giydikleri elbiselerini, evlerinin tavanlarını yiyen çekirge sürülerinin istilasına uğramaları mucizesi. Bu çekirgeler Hz. Musaya iman edenlere hiç dokunmayıp, Firavun ‘un kavmi Kıptilere musallat olumuştur 
7-Kumnel yâni bit ve ekin böceği denen haşeratın Mûsâ`ın mucizesi olarak Kıpti kavmine musallat olması. 
8- Kurbağa mucizesi, Kıbti kavmi her belâya tutuldukça, belâ kaldırıldığında iman edeceklerini söylemelerine rağmen, sözlerinden vazgeçmeleri üzerine üst üstüne belâya tutulmuşlar. Kurbağaların istilasına uğramaları da şiddetli belâlardan biridir. Kurbağalar, yiyeceklerine, içeceklerine düşer, kalırlarmış. Bir söz söylemek isteseler ağızlarını açarken birkaç küçük kurbağa ağızlarından midelerine girerlermiş. Geceleri üzerinde toplanan kurbağaların seslerinden uyuyamazlarmış. Firavun, bu belâ kaldırıldığı takdirde, iman edeceğini söylemesine rağmen, belâ kalkınca yine iman etmemiş. 
9-Kan belası. Mısır’da bulunan bütün sular, Kıptilerin kaplarına doldurulurken kan hâlini alırmış. Böylece susuzluktan çaresiz kalmışlar. Hz. Musaya inanlara ise böyle bir şey olmazmış. 
10-Isrâilogullarindan biri öldürüldüğü vakit kimin öldürdüğü bilinemeyince, Musa’nın duası ile ölü dirilip, kendisini öldüreni söylemesi. 
11-Mûsâ kavmiyle Tih çölüne geldiği zaman, kavminin yiyeceği kalmadığı için, Mûsâ`ya gelerek çoluk-çocuğumuzla açlığa dayanamıyoruz, dediklerinde Mûsâ duâ etmiş. Kudret helvası ve bıldırcın kebabı inmiş havadan. Her ne zaman isteseler önlerinde hazır olurması. 
12-Mûsâ`nin duası ile kuraklıktan kavrulup kuruyan ekinler, otlaklar ve meyveler eski hâlini alması
13-Mûsâ Tih sahrasında bulunan kavmin durumunu merak edince bir kurt gelip onların durumunun nasıl olduğunu Musa`ya söylemiş. 
14-Mûsâ'nin duasıyla sarı dikenler altın olurmuş. 

15-Yolculukta Mûsâ'ya uzun mesafeler kısalır, kısa zamanda çok uzak yollar katedermiş.  

Enterasandır ki yahudioğulları bizzat onlarca mucizeye şahid olmalarına rağmen o günlerden bu günlere ısrarla büyücü kadim mısır uygarlığının etkisinden bir türlü kurtulamamışlar ve akaid kodlamalarını genetik şifrelerine bu şekilde işlemişlerdir.

Kendilerine indirilen Tevrat isimli kitabı da din adamları olan haham (kahin demektir) lar ve kitabı teksir edenler (çoğaltanlar) ferisiler tarafından eklemelerle bozmuşlardır. ilk beş bölüm den ibaret olan kitap 39 bölüme çıkarılmıştır. Bütün bunlar hem de Hz. Musadan 200 yıl sonra oluverir. 

Bu arada kutsal asanın Hollywood anlamına geldiğini söylemiş miydim?

Ve geliriz Hz. İsa dönemine. Devir tababet ilminin zirve olduğu Roma dönemi. Yani Zalimler ve şımarıklar olarak tarihi meşgul etmektedir bu kez Romalı efendiler. Roma arenalarını ve gladyatörleri duymayanımız yoktur dimi? Roma hamamlarını ve gay'lerini. Bir de günümüze olan etkileri olan Roma hukukunu. Yöneticilerin asaletini. Kölelik sisteminin ilk olarak insanlık alemine kavramsal olarak entegrasyonunu.  Parlemantoların parlak ve şaşaalı ilahlık mevkilerini. Zaferleriyle meşhur Roma askerinin en büyük gücü ise yaralı herbir askere anında müdahele eden tabipleri.İşte bu ortamda babasız dünyaya gelen Hz. İsa'dan bahsediyoruz. Ve ona indirilen müjde manasındaki İncil'den. Müjdedir çünkü mesihten bahseder, kurtarıcıdan. Kurtarıcıdan yani, Hz. Muhammed'den. 
Yani mesihde mehdide gelecek olan son peygamber Hz. Muhammed dir. 

Zulüm yönetimi ve anlayışı olan Roma ve onun destekçisi olan yahudi zihniyetine karşı Hz. İsa'yı gönderen rabbim onu da silahlandırmıştır. Hem de şifacılık ilmiyle.

Günümüzde de zulüm iktidarını hem sihir ve büyüsüyle (sinema ve medya)  hem de tıp (uyuşturucu, sağlık, gıda, tarım) sektörüyle sürdürürken tarihin tekerrüründen ibaret değil midir insanlığın sınavı?
İşte Hz. İsa efendimizin baskın güce karşı Allah tarafından donatılan üstünlükleri.

1. Ruhu'l-Kudüs ile Desteklenmesi: 
Bu mucize Bakara suresinde iki ayrı ayette aynı ifadeyle geçmektedir: "Biz onu Ruhu'l-kudüs ile destekledik." (Bakara, 2/87,253)
Müfessirlerin çoğunluğunun en doğru görüş olarak tercih ettikleri, Ruhu'l-Kudüs'ün Cebrail'e işaret ettiğidir. Ancak Cebrail'in, Hz. İsa ile diğer peygamberlerden daha farklı mahiyette bir alakası vardır ki ayette bu alakanın mucizevi bir keyfiyette olduğuna dikkat çekilmiştir. Bu konuda büyük tefsir alimi Ebu Ca'fer Nahhas şöyle bir açıklamada bulunur: "Ruh" isminin Cebrail'e verilip, Cenab-ı Hakk'ın bir ismi olan "el-Kuds" kelimesine bunun izafe edilmesi, Cebrail'in (ve diğer meleklerin) anasız, babasız ve bir doğum olmadan, Allah'ın kendisinde bir ruh yaratmasıyla meydana geldiğine delalet eder. İsa'nın (a.s), Cebrail ile teyit edilmesi ifade edilirken bu ismin tercihi Hz. İsa'nın da tıpkı Cebrail gibi babasız olarak ve Cebrail'in bu hayat şifresini Hz. Meryem'e üflemesiyle rahme düşüp harikulade bir şekilde doğduğunu anlatmak içindir.

2. Beşikteyken Konuşması: 
Bu mucize Kur'an-ı Kerim'de üç yerde geçmektedir:
a) Al-i İmran suresinde: Meleklerin, Hz. Meryem'e müjdelediği çocuğun özellikleri sayılırken zikredilmiştir: "Beşiğinde de, yetişkinliğinde de insanlara hitap edip onlarla konuşacak, salih insanlardan olacaktır."(Al-i İmran, 3/46).
b) Maide suresinde: Allahü Teala, Hz. İsa'ya, annesine ihsan buyurduğu nimetleri hatırlayıp şükretmesini emrediyor ve şöyle buyuruyor: "Düşün ki: sen beşikte iken de, yetişkin iken de insanlarla konuşmuştun." (Maide, 5/110).
c) Meryem suresinde: Hz. Meryem'in ilahi emir ve takdir doğrultusunda indinden Ruh'u (Cebrail) gönderip hayat nefhasım üflemesiyle hamile kalıp Hz. İsa'yı dünyaya getirmesi, sonrasında karşılaşmış olduğu sıkıntılar ve bu sıkıntılara göstermiş olduğu sabır ve tevekkül, canlı bir üslupla anlatılmıştır. Bu ayetler, al-i İmran ve Maide surelerindeki mucizeyle alakalı ayetleri daha tafsilatlı bir şekilde açıklar. Çünkü bu surede Hz. İsa'nın beşikte iken konuşturulduğu ve neler söylediği açıkça bildirilmiştir. (Meryem, 19/16-33,36)
Hz. İsa bu konuşmasında; peygamber olacağını ve kendisine İncil verileceğini, annesinin töhmetten uzak ve bir mucize olarak kendisini, babasız dünyaya getirdiğini, ilah değil bilakis Allah'ın (c.c) kulu ve elçisi olduğunu,yalnız Ona ibadet edeceğini, nerede olursa olsun bereketli olacağını, güzel ahlaklı olup annesine iyi davranacağını, böbürlenmeyeceğini ve her zaman iyiliğin peşinde olacağını, teklif yaşına erdikten sonra namazı ikame edip zekat vereceğini müjdelemişti, (Al-İ imran, 3/46; Maide: 5/110; Meryem, 19/16-33). Müfessirler Hz. İsa'nın bu konuşmadan sonra sustuğunu ve konuşma yaşı gelinceye kadar da bir daha konuşmadığını ifade ederler.
3. Çamurdan Kuş Şekline Benzer Bir Şey Yapıp Onu Diriltmesi: 
Bu mucize Kur'an-ı Kerim'de şöyle geçmektedir: "Onu (İsa'yı) İsrailoğullarına resul olarak gönderecek o da onlara şöyle diyecektir: Size Rabbiniz tarafından bir mucizeyle gönderildim. Ben size çamurdan kus şekline benzer bir şey yapar içine üflerim, o da Allah'ın izniyle hemen kuş oluverir... Eğer inanmaya niyetiniz varsa, elbette bunlarda sizin için alacak dersler vardır." (al-i İmran,3/49).
4. Ölüleri Diriltmesi, 

ve anadan doğma amayı ve Abraşı iyileştirmesi: Hz. İsa'nın elinde zuhur eden mucizelerden olan bu iki harikulade olayı gösteren ifadeler, yukarıda zikredilen ayet-i kerimenin içinde şöyle geçmektedir: "... Keza ben anadan doğma amayı ve abraşı iyileştirir, hatta Allah'ın izniyle ölüleri diriltirim..." (al-i İmran:3/49).
"Düşün ki sen: Sen Benim iznimle anadan doğma amanın gözünü açıyor, abraşı da iyileştiriyordun. Düşün ki sen Benim iznimle ölüleri kabirden diri olarak çıkarıyordun." (Maide, 5/110).
Bu mucizelerin nasıl ve ne şekilde gerçekleştiğine dair Kur'an-ı Kerim'de başka bilgi mevcut değildir. Bu mucizeler, tıp ilminin metotlarının çok ileri seviyede olduğu bir devirde zuhur etmiştir. O dönem insanlığının ileri sahada olduğu tıp ilminde tedavisi imkansız olan hastaların iyileştirilmesi ve hatta tıp ilminin ulaşmayı hedeflediği en son nokta olan ölülerin diriltilmesi gibi imkansız gördükleri aşamada Hz. İsa'nın elinde meydana gelen bu mucizeler ile, onun peygamberliğinin doğruluğu ortaya çıkmış oluyor ve getirdiği kitap İncil'in de Allah kelamı olduğu apaçık anlaşılmış oluyordu.
5. İnsanların Yediklerini ve Sakladıklarını Bilmesi: 
Bu mucize de al-i İmran suresi 49. ayet-i kerimesinde bizzat Hz. İsa'nın ifadeleri içinde geçmektedir: "...Evinizde ne yediğinizi ve biriktirip sakladıklarınızı da bilirim."
Hz. İsa, insanlara dün yediklerini yarın için ne sakladıklarını haber vermiş, insanların kendilerinden başka hiçbir kimsenin bilmediğini sandıkları hususlarda, Hz. İsa'dan haber almaları karşısında, her şeyi işiten ve gören yüce bir kudreti anlama ve tanıma konusunda zihinlerinde bir yol açılmıştır. Müfessirler, bu ayeti semadan sofra inme mucizesi ile de irtibatlandırmışlar ve konuyla alakalı Taberi'den şu hadisi naklederler: "İsrailoğulları önlerine indirilen sofradan bir şey biriktirmemeleri konusunda uyarılmışlardı. Bunu yapınca sofra önlerinden kaldırıldı.
6. Semadan Sofra İndirilmesi: 
Bu mucize, adının verildiği Maide (sofra) suresinde zikredilmektedir. Havarilerin Hz. İsa'dan, Allah'ın gökten bir sofra indirmesini talep etmeleri ve Hz. İsa'nın da dua etmesi neticesinde bu sofranın indirileceği bildirilerek ayette şöyle geçmektedir: "Allah buyurdu ki: Ben onu yukarıdan size indiririm. Fakat bundan sonra her kim nankörlük edip kafir olursa, onu dünyada hiç kimseye yapmayacağım şiddette cezalandırırım. "(Maide, 5/112-115)
Havarilerin bu talepleri esnasındaki üslupları, sofranın indirilip-indirilmediği, sofradaki yiyeceklerin ne olduğu bu durumun ne kadar süre devam ettiği vb. konularla alakalı olarak tefsirlerde birçok görüşler serdedilmiş ve tartışılmıştır.
Özetle: Hz. Mesih, doğum öncesi, doğumu, risaleti, göğe yükseltilmesi ve ahir zamanda yere indirilmesi ile günümüze kadar uzanan çizgide hala insanoğlunun zihninde yaşayan bir mucizedir denilebilir.
İsa aleyhisselam, materyalizmin ve esbab-perestliğin (her şeyi sebeplere bağlayan düşüncenin) gözlerine mil çektiği, kulaklarını duyamaz hale getirdiği ve kalbini çalışamaz duruma soktuğu yarı canlı bir topluma, onların maddi bir takım hastalıklarını tedavi etmek suretiyle esas manevi hastalıklarını iyileştirmek üzere gönderilmiş olan bir peygamberdir.


Sıra geldi son kitabın peygamberine. "Her peygamberin bir mucizesi vardır" diyor ashab. "Ey Allah'ın resulu senin mucizen nedir?" O ise buna" Kur'an" diye cevap verir. 

Hz. Muhammed (asm) zamanında ise Arap yarımadasında en revaçta olan dört baskın unsur vardı;
1. Belagat ve fesahat. Yani doğru, düzgün, açık, yerinde ve muhatabına uygun söz söyleme sanatı.
2. Şiir ve hitabet.
3. Kâhinlik ve gaipten haber vermek.
4. Geçmiş zamandan ve kâinatla ilgili hadiselerden haber vermek.
Hz. Muhammed’in (asm) en büyük mucizesi olan Kur'ân-ı Kerim gerek belagat ve hitabetiyle gerek geçmiş ve gelecek hadiselerden ve kâinatla alakalı her şeyden haber vermesiyle kâhinlere, şairlere, hatiplere meydan okumuştur. Hiç biri hiçbir vakit Kur'ân’ın bir tek suresiyle yarışamamış, Kur'ân’a karşı hayret ve hürmetle diz çökmüşlerdir.
Peygamberimiz döneminde baskın güç cehaletti. Kıyamete kadar sürecek olan cehalet. Cehalet ve ona bağlı gelenekçilik. Bir Ümminin...yani okuma yazması olmayan birinin baskın güce karşı verdiği mücadelenin adıdır yani "son çağrı" nın adı.

Sahi siz okuma- yazma biliyor musunuz?
Biliyorsanız; "oku" yunuz lütfen! Yani "İkra!"

İkinci iniş sırasına sahip olduğuna inanılmaktadır ayrıca "Kalem suresi"nin de! Yani yazmaya işaret eder rabbimiz!


kalemle yazmayı öğretene yemin olsun ki;
bir kağıt bir kalem değiştirir dünyayı
sihirli sözcük bende kara keder budalaları
minicik bir ışık boğar tılsımını karanlığın,
yazgı; tanrıya yolculuğun bir diğer adı!
şöyle ya da böyle yöneleceksin erbabına,
krallarve soytarıları alkış tutsun tuğyana
bir küçük dua yıkar onca saltanatı...
...
bak, kainat kazanı kaynar zerre zerre
herbir zerre mutlak bir yörüngede
denge iteate teslim; isyan şirkin diğer adı
nefes nefes nefs zaptedilmekte; şükür kü şükr,
varsa bir öfken, tükürkü; nefsini öldür
...
kim ahengini bozdu, bu nefis ritmin?
nerede bulacaksın, nerde kaybettiğin kimliğin?
azap kapısı sabr sofrası katık katık
istesemde düzeltemem kaşlarım çatık
de hadi bir umut ver beklerken öleyim,
ölüm zaferim, ölürken ölüler dirilteyim!
...
bu kanı bozuk ibret hangi hazin bestenin?
kimin soyu bu, soysuzlar pirinin
...
kalemle yazmayı öğretene yemin olsun ki,
bir kağıt bir kalem ümmiyi alim eyler
kalemdir nakış nakış işleyen, dilindeki sözler
kağıttır, rahmani yürek, emre iteat eyler...
...
sözüm özümden gelir, gönlüm akla teslim
aklım imanın belgesi, iman artık bir imza bir resim

1- Bir zaman Rabbin meleklere: “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. Melekler de: “Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Oysa biz seni överek tesbih ediyor ve seni takdis ediyoruz” demişlerdi. Allah-u Teâlâ da: “Şüphesiz ben, sizin bilmediklerinizi bilirim” buyurmuştu. (2/30)
 Bu ayet-i celile, kulun kendi noksanlarından gafil olmamasını ve kendisindeki her güzelliği Cenab-ı Hak’tan bilmesi gerektiğini ders vermektedir. Zira melekler: “Senin bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bir bilgimiz yoktur” diyerek ilimdeki noksanlıklarını itiraf etmişler ve bildiklerini de Cenab-ı Hakk’ın öğretmesiyle öğrendiklerini ikrar etmişlerdir.O halde bizler de meleklerin bu hali ile ahlaklanıp, kusurlarımızı Allah’ın huzurunda itiraf etmeli ve eğer bir güzelliğimiz varsa onu da Allah’ın ihsanı olarak bilmeliyiz.
2- Ve Âdem’e isimlerin hepsini öğretti, sonra onları meleklere gösterip: “Haydi davanızda sadıksanız şunların isimlerini bana haber verin” dedi. (2/31)
 Bu ayet-i celile, “bilmiyorum” demenin faziletini ders vermektedir. Çünkü melekler, Allah’ın “Şunların isimlerini bana haber verin” buyurmasına karşı, “Bizim bilgimiz yoktur” diyerek cevap vermişlerdir. Bu sırdan dolayı âlimler demişlerdir ki: “Bilmiyorum demek ilmin yarısıdır.”O halde bizler de her soruya cevap yetiştireceğiz diyerek bilir bilmez konuşmamalı ve bilmediğimiz konularda cesaretle “bilmiyorum” diyerek meleklere tabi olmalıyız.
3- Melekler dediler ki: “Seni tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bir bilgimiz yoktur. Şüphesiz ki sen âlim ve hakîmsin.” (2/32)
 Bu ayet-i celile, ilmin faziletine ve ilmin nafile ibadetten evla olduğuna işaret etmektedir. Şöyle ki: Allah-u Teâlâ, Hz. Âdem’in meleklere olan üstünlüğünü ilim sıfatıyla ispat etmiş ve Hz. Âdem’e eşyanın isimlerini öğreterek, bu isimleri bilmeyen meleklere ders verdirmiştir. Eğer Allah’ın katında ilimden daha kıymetli bir sıfat olsaydı, Allah-u Teâlâ bu üstünlüğü o sıfat ile ispat ederdi. Ayrıca melekler Hz. Âdem’den daha çok ibadet etmelerine rağmen Hz. Âdem’e secde etmekle emrolundular. Bu aynı zamanda ibadetin ilme karşı bir secdesidir. Hatta bu bağlamda İ. Nesefi şöyle der: “Lügat ilmiyle bile meşgul olmak nafile ibadetten evladır.”O halde bizler de ibadete verdiğimiz önem gibi ilme de önem vermeli ve ilim talebesi unvanını kazanmak için çok gayret etmeliyiz.
4- Allah-u Teâlâ şöyle dedi: “Ey Âdem! Onları isimleriyle bunlara haber ver.” Bu emir üzerine Âdem onları isimleriyle meleklere haber verince Allah-u Teâlâ şöyle dedi: “Ben size, ben göklerin ve yerin gaybını bilirim, sizin açıkladığınızı da, içinizde gizlediğinizi de bilirim” dememiş miydim?”(2/33)
 Bu ayet-i celile, hilafette ilmin şart olduğuna da delalet etmektedir. Zira Allah-u Teâlâ “Ben bir halife yaratacağım” dedikten sonra, Hz. Âdem’e bütün eşyaların isimlerini öğreterek O’na ilim ihsan etmiştir. Demek hilafet ilimsiz olmaz.

Peki kıyamete kadar başka peygamber, başka kitap gelecek mi?
Haşa...
Yani kıyamete kadar sürecek olan beşeri zalim sapkınlık aynen resulullah dönemindeki gibi cehalet/cahiliye üzere olacaktır. Ve bu düzenin karşısında da her daim Kuran olacaktır. Beşeri düzenlerin silahıda aynen Kuranın indiği dönemdeki gibi Ukaz panayırları olacaktır. 

Yani medya! Ve onun türevleri yazılı ve görsel iletişim araçları!
fehmi demirbağ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder