28 Ağustos 2015 Cuma


"TARİHİ BELGE"



BU YAZIM 14 MART 2003 TARİHİNDE VAKİT GAZETESİNE VERMİŞ OLDUĞUM 
GAZETE İLANININ METNİDİR.
RECEP TAYYİP ERDOĞAN'IN HENÜZ BAŞBAKAN OLDUĞU TARİHTİR.

AMERİKAN ORDUSU İSKENDERUN'DAN NUSAYBİN'E 65.000 ASKERİYLE ÇIKARMA YAPMAK ÜZEREDİR. MECLİSTE TÜRK ORDUSUNUN IRAK'A GİRİP GİRMEMESİ HUSUNDA 2. TEZKERE OYLAMASI YAPILMAK ÜZEREDİR.

BU İLANIN ETKİSİ İLE ELHAMDÜLİLLAH TEZKERE REDDEDİLİR.
BÜTÜN ANADOLU "PAMUK ELLER CEBE" DİYE BİR KAMPANYA TEŞEBBÜSÜNDE BULUNUR. MİSAL, SAFFET ULUSOY HERKES SERVETİNİN %20 SİNİ DEVLETE BAĞIŞLASIN DER. ABDULKADİR KONUKOĞLU 1/3 SERVETLERİMİZ DEVLETİN OLSUN DER.
REİS İLKKEZ BAŞBAKAN KİMLİĞİYLE MECLİS KÜRSÜSÜNDE GÖZYAŞI DÖKER. ÇÜNKÜ BİR MEMURUMUZ ZARF İÇİNDE MAAŞINI GÖNDERMİŞTİR,
 "GAVURA MUHTAÇ OLMAYALIM" DİYE. 

İMF DEN ALINACAK 1 MİLYAR DOLAR İÇİN GIRTLAĞIMIZA BASILMAK ÜZEREDİR. 
İŞTE BİZİM BU TEŞEBBÜSÜMÜZLE ANADOLU MANEN AYAKLANIR. HASAN KARAKAYA 100 MİLYAR DOLARLIK BİR ETKİ YARATMIŞTIR DER İLANIMIZ İÇİN.

AMERİKANIN MİLYAR DOLARLIK İŞGAL PLANINI MAHALLENİN DELİSİ OLARAK VERDİĞİMİZ BU GAZETE İLANI İLE BOŞA ÇIKARTTIK ELHAMDÜLİLLAH!

AMERİKA O TARİHTEN BERİ GICIK KAPMIŞTIR REİS'E! 
GEZİNİN ARKASINDAKİ ENTRİKA BU İLANIN UZANTISINDANDIR. 

KORKMA REİS!
BİZ DELİLER ARKANDAYIZ!

BENCE, GAZETE İLANIMIZIN METNİNİN İÇERİĞİ HALA GÜNCELLİĞİNİ KORUMAKTADIR.

BİR KAHRAMAN ARANIYORDU VE ARTIK O İŞ BAŞINDA!

“Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilin de, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir. Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!”

            Dünyada ki tüm çocuklar dahi biliyor ki Amerika körfeze “Barış” adına savaşmaya gelmiyor. Onun tek bir amacı var: Petrol! (Ve Arz-ı Mev-ud!)
            Ülkemizin bu yıl için ödenmesi gereken borcu 73.5 milyar dolar. “Borç alan, emir alır” ilkesinin hayat bulacağı bir seneyi yaşıyoruz.
            Bu şıkışmışlık ise yöneticilerimizi klasik ekonomi arayışlarına itiyor. Zam, Vergi, Dış Borç. Maliye Bakanı Unakıtan: “Halk fedakarlık yapacak, başka yolu yok” derken, TÜSİAD Başkanı Özilhan: “Devlat iflas etti, nasıl para versin” diyor. Sayın Sabancı ise “AKP’ye 100 gün yetmez, sabredelim” diyor, sanki çok şey değişecekmiş gibi.
            Yurt dışında THY ile uçanlar bilir. 2-3 saatlik yolculuklarda uçaklarda gösterilen video görüntülerinde bir taraftan başka ülkelerin tanıtımı ve reklamları yapılmakta; uçaklarda verilen yemeklerde başka ülkelerin ürünleri yolculara sunulmakta, kendi duty free (?)’lerimiz de başka ülke markalı ürünler satılmaktadır. Diğer taraftan “markalaşmaktan” dem vurmaktayız. Türk milli takımları uluslararası müsabakalarda yabancı markalı ürünlerin sponsorluğunda çıkmaktadır. Başta Cumhurbaşkanımız olmak üzere, tüm yöneticilerimiz bir Türk ürününün sponsorluğunu yüklenmediği sürece bu söylemlerimiz havada kalacaktır. Japon halkının sevgisini kazan bir İlhan Mansız’dan sponsor olarak istifade edemiyorsak nasıl markalar oluşturabiliriz ki? Uluslar arası medyaya milyonlar dökerek markalar elde edemeyiz. Dünya kamuoyuna mal olmuş isimlerimizi Türk markaları için kullanmalıyız (Nihat, Emre, Okan). Ya da sayın Abdullah Gül medyaya verdiği bir hafta sonu sohbetinde kafasına “Colins” yazan bir şapka takmadıktan sonra hangi fırsatları daha nasıl ortaya koyabiliriz? Konsept bir düşünce üretmezsek Londra da yaşadığımız “Turquality” kepazeliğini daha çok tadarız. Neden Ramstore’ler de  Türk Malı satılmaz?
            Bir taraftan ekonomiyi ancak “ihracat” ile canlandırabileceğimiz gerçeğini vurgularken, diğer taraftan ihracatın temel koşulu “rekabet şartlarını” ağırlaştırıcı tedbirlere yönelmek havanda su dövmekten ibarettir. Zikzaklar çizen döviz tablosu ihracatçıyı belirsizliklere itmektedir.
            Dünya markalarının üretimlerini yapıyor, ancak hak ettiğimiz kazanç onların kazancı ile kıyaslandığın da deve de kulak kalmaktadır. Benetton’un kazağını 10 dolara üretiyor, diğer taraftan aynı kazağı 200 dolara tüketiyoruz. Bu ise yıllardır söylenen “marka” kavramının altını dolduramadığımızdandır. Üretim de fasoncu olarak belki marka olduk. Ama nihai tüketiciye bu konumumuz etki etmemektedir. Üründe de “marka” üretmemiz gereklidir. Ancak bu ise, öncelikli olarak ülke imajımızla örtüşmelidir.
….
            Eskimo kutup ayılarını nasıl avlar bilir misiniz? Ağzı iyice bilenmiş baltanın ağzına birazcık kan sürülür ve bir buza yerleştirilir. Kan kokusuna gelen ayı, kanı yalamak için baltaya dilini sürter. Keskin balta yalama sırasında ayının dilini yaralar. Hayvanın kanı akmaya başlamıştır. Biraz canı acımıştır ama açlık duygusu ve kan ona bu acıyı hissettirmez. Bir taraftan baltayı yalamaya devam ederken, yaralanmış dilinden de kan akmaya devam etmektedir. Ayı kendi kanını emmektedir. Bir süre sonra kan kaybından dolayı ayı bayılır, olduğu yere yığılır kalır. Bir köşede ayının yığılıp kalmasını bekleyen Eskimo (ABD – Batı, her neyse) elindeki bıçağı ile gelir ve ayının icabına bakar!
….
Hayır sayın Unakıtan! Halkın tek başına fedakarlık yapacak takati kalmadı!
Lütfen önden siz buyurun! Önce siz! Deyin ki; (halk sizden bunu duymak istiyor.
“Sevgili halkım!
Ülkenin için de bulunduğu durum malumunuz. Bu kara tabloyu değiştirmenin tek bir yolu var: O da Devlet – Millet el ele vermek zorundadır. Talep eden ve bekleyen – uman makamımda biri olarak ben Maliye Bakanı Unakıtan olarak bir kampanya başlatıyorum. Sizlere verdiğim sözler yerine gelene kadar maaşımın (tamamını – yarısını – bir kısmını) hazineye bağışlıyorum. Ayrıca imkanlarım ölçütünce de şu kadar miktarı da öndelik yapmak adına yine hazineye bağışlıyorum. Artık bu milletin söyleyen, söylenen politikaya politikacılara tahammülü yoktur. Bunun bilinci ile de biz AKP olarak top yekün bu kampanyaya iştirak ediyoruz. Başta sayın liderimiz Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere, tüm bakanlarımız, milletvekillerimiz olarak meclisten bu kampanyanın başlangıcını yapıyoruz. İnanıyoruz ki bizim bu örneklememiz, toplumda bir empati ağı oluşturarak diğer siyasilerin de bu kampanyaya iştirakini sağlayacaktır. İl – İlçe teşkilatlarımız olarak bu hassasiyeti göstereceğiz. Türkiye’nin ciddi bir suni teneffüse ihtiyacı olduğu şuuru, bizim bu hareketimizle toplumun tüm katmanlarında ses bulacaktır.”
Bir ülkenin Maliye Bakanı kamuoyuna bu yönde bir yaklaşımda bulunur da o ülkenin en önemli sivil toplum kuruluşunun başında olan kişisi olarak sayın Özilhan’da herhalde şu içerikte bir mesajla toplumun karşısına çıkacaktır:
“Devlet iflas etti! Nasıl para versin? Bunun şuurunda olarak biz TÜSİAD üyeleri Devletimizi sahiplenme desteğindeyiz. Devlet mevcut kanunlarla, ancak tahsil edilmesi gereken verginin %40’ını toplayabilmektedir. Yeni vergiler ise yeni yükler getireceğinden bu açmazın boyutunu büyütmekten başka bir işlem gerçekleştirmez. Biz TÜSİAD üyeleri, bunun bilincinde olarak kanuni olarak değil, vicdani olarak ülkemizin yanında olacağımızın taahhüdün de bulunuyoruz. Her birimiz iyi niyet olarak şu kadar miktarı hazineye bağışlıyoruz. Ayrıca 2003 karımızın da %’lik kısmını açık açık hazineye bağışlayacağımızın taahhüdün de bulunuyoruz. Ayrıca ben Özilhan olarak bu kampanyaya Efes Pilsen’li basketbol takımı oyuncularımın transfer rakamlarının %’li kısmını da hazineye irad kaydedilmesi yönünde bir kampanya başlatıyorum. Milyon dolarlarla ifade edilen transfer rakamlar örnekliğinde diğer spor klüplerimizin de bu kampanyaya iştirak edeceklerine inanıyorum. Haydi Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray! Maç hasılatlarınızın bir kısmını hazineye aktarın.”
TÜSİAD başkanı böylesi bir açıklama da bulunur da diğer sivil toplum dernekleri geri plan da kalır mı? MÜSİAD, TOBB, TİM, Ticaret – Sanayi Odaları, irili ufaklı dernekler! İTKİB seçimleri için kapışan Artok – Orakçıoğlu aynı hassasiyeti bu kampanya için tüm taraftarlarıyla gösteremez mi?
AKP’ye 100 gün süre verelim” diyen sayın Sabancı da desin ki:
“Yahu bu iş süre ile falan olmaz. Biz akıllandık. Daha önce ne süreler isteyip de bizleri bu perişanlığa mahkum eden nice siyasetçileri yaşadık. Bunlara biraz da para verelim. Ben Sabancı olarak, hazineye gönüllü olarak şu kadar bağışta bulunuyorum.
Ayrıca tüm kamuoyu biliyor ki ben hem Adanalı, hem Kayseriliyim. Adana – Kayseri arasında modern bir demiryolu yapacağım ve işleteceğim. Sayın Tayyip Erdoğan 15.000 km. duble karayolu yapacağım diyor. Oysa ülkenin geleceği sağlıklı bir “taşımacılık” projesinden geçer. Karayolunun yani otomotiv sektörünün bu ülkeye nelere mal olduğunu aileden birini kurban vererek en iyi anlamış insanlardan biri benim.”
Sabancı böylesi bir pozisyonla ortaya çıkar da bizim diğer yiğit sanayicilerimiz ondan geri kalırlar mı? Koç’u, Tara’sı, Karamehmet’leri, Eczacıbaşı’sı, Ciner’i, Uzan’ı v.s’si hep beraber “pamuk eller cebe” kampanyasına iştirak ederlerse…
Bir Mustafa Süzer Samsun – Trabzon hattına denizyolu taşımacılığı için feribot hattı açarsa…
Türkiye’nin tüm sahilleri aktarmalı feribot hatlarıyla donanırsa!... Aktarmalı demiryolu hatlarını da diğer iş adamlarımız üstlenirse…
Ülkenin ekonomik kurtuluş reçetesi 5+1 T’nin pratiğe aktarılmasın da vücut bulacaktır. Tekstil, turizm, tarım, taşımacılık, teknoloji ve Türkiye sevgisi.
Daha hükümet kurulmadan AKP için hazırlanan tekstil merkezli; ama Türk ekonomisinin düze çıkmasında anahtar fikirler içeren raporlarımız hükümetin ekonomik öncelikleri arasında da yerini aldı. Dış ticaretten sorumlu Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen ve Enerji Bakanı Hilmi Güler’in basına deklare ettiği “5 T”, kamuoyunda uzun süre tartışılmış, içerikle ilgili olumlu değerlendirmeler yapılmıştır.
Kürşat Tüzmen gazetelerimizden birine verdiği mülakatta şöyle diyordu: “Ekonomik terörden Türkiye’nin kurtulması için 5 T formülü uygulanmalıdır. 5T’nin içerisinde ticaret, tarım, hayvancılık, turizm, taşımacılık ve teknoloji yer alıyor.”
Sayın Hilmi Güler de 5T’yi tanımlarken ne yazık ki Sayın Kürşat Tüzmen gibi tekstili göz ardı ediyor, aslında diğer 4T’nin aralarındaki ilişki olan ticareti tekstilin yerine koyma yanlışlığına düşüyordu. Türkiye’nin 220 milyar dolardan fazla borcunun bulunduğu ve sadece bu yıl 70 milyar dolardan fazla geri ödemenin zorunlu olduğu bu günler de meseleye bütüncül bazda bakmanın bir gereklilik olduğunu herkes kabul ediyor. Ancak bugüne kadar 150 milyar dolarlık yatırım yaptığımız tekstil sektörü sadece KOBİ yapılanması gösterdiği ve hükümeti ciddi anlamda etkileyemediği için görmezden geliniyor.
Diğer taraftan bakıldığı zaman tekstilin tek başına bir sektör olmadığı ve diğer 17 ayrı sektörü de tetiklediği görülüyor. Olayı bu açıdan değerlendirdiğimizde küçük işletmelerin hakim olduğu tekstil sektörünün krize girmesi diğer sektörlerin, dolayısıyla ekonominin de krize girmesine yol açacaktır.
Bugün ihracatımızın % 40’ının tekstil tarafından gerçekleştirildiğini belirtmemiz gerekiyor. Ülkeye sıcak para girişini sağlayan tekstil, geçmişte bavul ticareti aracılığıyla ekonomimizi birçok krizden kurtarmıştı. Yine son yıllar da yaşadığımız arka arkaya gelen krizlerden de en az yarayla çıkmamızı sağlayan da tekstil sektörüdür.
Hazırladığımız raporlar da ve dergimizin değişik sayılarında yayımladığımız yazılarla arz ettiğimiz 5 T formülümüzün içeriğini bir kez daha sıkıntıları aşamadığımız bugünler de ilginize sunuyoruz.
Tekstil: Beylikdüzü’nden Tuzla’ya kadar yalnızca İstanbul’da konuçlanmış sektörün hali ortada Osmanbey, Laleli, Merter, Bayrampaşa, Zeytinburnu… Bir tekstilkent olarak İstanbul. Anadolu’nun Antep’i, Denizli’si, Bursa’sı… Tarlada ki pamuktan ipliğe, kumaştan konfeksiyona, satış mağazalarına kadar uzanan geniş bir yelpaze ihracat boyutuyla, istihdam boyutuyla, tetiklediği diğer yan sanayi boyutuyla bir derya olan tekstil sektörü ve her şeye rağmen görmezden gelinen tekstil sektörü.
Turizm: Bütünüyle açık hava müzesi gibi bir Türkiye kültürlerin beşiği, doğal güzelliklerin vitrini, destanımsı ülke Türkiye… Tek başına muhteşem bir mamul olan ancak markalaştıramadığımız, satışını yapamadığımız güzel ülkemiz… (Satıştan maksadımız ülkenin değerlerini ya da geleceğini satmak değildir. Konu turizmle bağlantılıdır. Bu zamana kadar ki tablo maalesef peşkeş şeklinde anlaşılmıştır.) memnun ayrılan bir turist bin turist demektir, turizm bacasız sanayi demektir; gibi turizm üzerine söylenen sözler hala geçerliliğini korumaktadır.
Tarım: Tarım, hayvancılık ve ormancılık bir bütün olarak ele alınmalıdır. Ayrıca bu şıkkımız ekolojik kavramlar da içerdiğinden su, enerji ve çevre üçlemesinde de temel fonksiyon içermektedir. Tarımı domates, biber, patlıcan olarak değil endüstriyel formatta görmemiz gerekir. Hayvancılık hakeza. Ormancılık konusunda ise yürekler acısı bir vaziyetteyiz.
Taşımacılık: karayolu taşımacılığı ülkemiz geleceğinin emperyalizme peşkeş çekilmesinin en acı göstergesidir. Taşıt, petrol, yedek parça bizim batıya göbekten bağlanmamızı mecburi kılmıştır. Demiryolu ve denizyolu taşımacılığı üzerine çözümler üretmemiz gerekiyor. Trafik kazaları gibi kaçınılmaz tablolar karayolu taşımacılığının acı bir ikramıdır.
Teknoloji: Montaj sanayi mantığında bir teknoloji değil… Tamamen Türk düşüncesinin ve üretiminin ürünü olan alet ve edevata ne zaman yöneleceğiz? Modernizm bizi kıskacına teknoloji sayesinde almadı mı? Batının teknolojik çöplüğü olmaktan ne zaman kurtulacağız? Bir entegrasyon gerekmiyor mu? (Bu arada güzel Türkçemizin de aczi yetini maalesef idrak etmekteyiz. Dilin gelişimi medeniyetin göstergesidir. Ürettiğiniz şeyin ifadelendirilmesi dilinize yansıyacaktır. Ne üretiyoruz ki, onu ne ile ifade edelim. Mecburen entegrasyon demeye devam).
Belediyelerimiz…
Kentlerde ki sokak isimlerini, park bahçe isimlerini sponsor mantığı ile özelleştirip bir bedel karşılığı satarlar ise örnek İstanbul’da ki Vatan Caddesi. Bu caddenin ismini en yüksek bedel ödeyene satalım. İster kişi olarak, ister firma olarak, ister marka olarak bu ismi dileyene verelim. Maksat kasaya para girsin. Ha Vatan caddesi ha Rahmi Koç Caddesi, Beko caddesi gibi, illa ki özelleştirme adına Boğaz Köprüsünü satmak mı gerek? İsim hakkını satalım. En yüksek bedeli ödeyen Boğaz Köprüsü’nün adına sahip olsun! Hem o insan onore olsun, hem de kasamız para görsün!
Her ilde…
En çok bağışta bulunanın anıtını şehrin en işlek yerine dikelim.
Hani derler ya “…adamın anıtını dikerler.” İşte o sözü gerçekleştirelim.
Sanatçılar biraz da bu ülke için şarkılar söyleyin. Elde edilen gelirler biraz da bu ülkenin kasasına girsin. Basın yayın organları reklam gelirlerinin bir kısmını bu ülkeye “bağış” olarak ayırsın.
Yani şimdi kavuşma ve kaynaşma zamanı!
Bir taraftan meclisten geçmeyen tezkere, diğer taraftan İskenderun’dan Diyarbakır’a elini kolunu sallayarak geçen ABD askeri! Mardin de ABD askerinin kiraladığı 10.000 dönümlük vatan torağı!
Her kesimde dile getirilen, kurulacak olan kürt devleti gerçeği!
Ey MGK! Sizler de bu kampanyaya teşvik adına bir tavsiye kararı alamaz mısınız?

NİÇİN DEVLET – MİLLET EL ELE VERMELİDİR?
Yüz yılın başında Osmanlı ayakta durabilme mücadelesini sürdürürken ister istemez kendisine destek verebilecek, yardım alabileceği başka güçlerin de varlığına ihtiyaç duymaktaydı. Ağırlıklı olarak Fransa, İngiltere ve Almanya bu güçler dengesini oluşturuyordu. Ancak Fransız ve İngiliz anlayışı bu yardımın diğer ucunda yer alarak yardım edeceği ülkenin de geleceğini sömürgeci bir anlayışla böl-parçala-yut mantığında görmekteydi. Buna karşılık Almanya yardımcı olacağı ülkenin kaynaklarından istifade edebilme şıkkını yeterli bulmaktaydı. Bundan dolayı Osmanlının başındaki 2. Abdülhamit, tercihini Alman politikasından yana kullanarak Bismarck yönetimiyle yakınlaşma gereği duydu.
Almanya Türkiye topraklarının kömür madenlerinde, pamuk tarlalarında bir değer buluyor; buna karşılık da Osmanlının istemiş olduğu özellikle İstanbul - Bağdat Demiryoluna talip oluyordu. Hemen peşinden 2. Abdülhamit bu projeye Hicaz Demiryolunu da ekledi. Ancak sermayesi 4 milyon altına mal olan bu proje bütçenin de yaklaşık %18’ine denkti. Bu ise kapitülasyonlarla boğuşan Osmanlı maliyesi için ağır bir yüktü. Başlangıçta 40 bin altınlık bir bağışla Abdülhamit bu işin öncülüğünü bir kampanyaya dönüştürdü. Bu seferberlik Hindistan da ses buldu. Geniş bir inanç iştirakiyle proje tüm ümmete mal oldu. Süresinden çok önce proje gerçekleştirildi. 1929 yılında meşhur Amerika krizinde yerli malı kullanılması ve israfın önüne geçilmesi noktasında “Sakatat Politikası” uygulamıştır ki krizin atlatılmasında en önemli unsur olmuştur. Bunu günümüz için bir örnek kabul edersek, özellikle Kore’nin gerçekleştirdiği 1997’de ki ekonomik hamlenin adı da yine bu bakış açısından kaynaklanmıştır. Dünya birbiri ardına krizlere yakalanırken kimi ülkeler kolaycılığı yabancı finans kuruluşlarına teslim olmakta bulmuş, ya da perişanlığı yaşama mecburiyetine mahkum olmuştur.
Kore ise halkının her bireyinin iştirak ettiği kişi başına 5 gr altın kampanyasıyla çok kısa sürede dünyayı dahi etkileyen Asya Krizi’nden çok kısa sürede kurtulmayı bilmiştir. Şuan da yaşadığımız günler bizi devlet-millet kaynaşması noktasında böylesi bir arayışa itmektedir. Devlet-millet barışıklığını da bir ölçüde yeniden tesis edecek, sözü edilip durulan güven ortamının pratikliğini sağlayacak bir çözüm önerisi ortaya koyacaktır.
Toplumun tüm katmalarının iştirak edeceği böylesi bir kampanya hem ekonomik açıdan krizin en azından etkisini giderecek hem de olumlu bir ortam sağlayacaktır. Başta devlet adamları olmak üzere toplumun etkisinde kaldığı sanatçıların, sporcuların, iş adamlarının katılımıyla bu kampanya tüm halka mal olacak, toplanan bağışlar hazineye bir rahatlık sağlayacaktır. Aksi takdirde kaynak bulmak adına ya yeni borç kapıları aranacak (bu da yeni tavizler demektir) ya da zam gibi birtakım mecburiyetlerle halkın canı yeniden yakılacaktır.
Küçük bir taahhüt, yeni seçilen meclisin ve hükümetin iktidarıyla, muhalefetiyle sembolik dahi olsa kampanya sürecince maaşlarının hazineye irat kaydedilmesi hem halkın gözünde meclisin itibarını yeniden kazanması noktasında iyimser bir ortam oluşturacak hem de ilgiliyi çevreye yeni seçilen meclisin iyi niyetini ortaya koyacaktır.
Kampanyanın çerçevesinin medya aracılığıyla büyütülmesi hepimizin Türkiye gemisinin yolcuları olduğumuzu hatırlatması açısından da başka bir gerçeklik ifade edecektir. İsmiyle müsemma olmak üzere “adalet” kavramı sıradan insanın gözünde de yeniden oluşacaktır. Bu ise “Kalkınma”yı getirecektir.
Geleneksel Türk politikası şu güne değin hep vaatten ibaretti. Halbuki böylesi bir kampanya yalnızca vaat eden politikacı tipinden öteye, elini taşın altına koyan, halkının çektiği sıkıntıya da ortaklık eden bir yapıya bürünecektir.
Fukuyama’nın dediği gibi insanın en önemli özelliği, onun onore edilmesidir. Ya da günümüzde eskilerden günümüze uzanan deyişin en ikballi politikacının ifadelendirdiği gibi bireyi yaşat ki devlet yaşasın, mantığının pratik bulması gerekmektedir. Artık halk kendisine tavsiye edene değil, kendisi gibi yaşayana itibar ediyor.
Not: Bu yazı hazırlandığında Recep Tayyip Erdoğan AKP genel başkanı idi. Şimdi ise Başbakan olma hazırlığında. Millet kendisine örnek olacak başbakanın emir ve görüşlerine hazırdır.


FEHMİ DEMİRBAĞ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder