17 Şubat 2016 Çarşamba

İLGİLİSİNE NOTLAR:

MAARİF DAVAMIZ!


OSMANLI’DA İLKÖĞRETİMİN ÖRGÜTLENMESİ

Dershaneler henüz yoktu.

Kolejler de açılmamıştı. Kimse himmet te toplamıyordu, hizmet te yapıyoruz iddiasında da değildi. Eğitim sistemi ise henüz İngiliz'in batının kalıplarına sokulmamıştı. "Okullar olmasa, eğitim meselesini çözeriz" iddiası da resmi ağızlardan henüz çıkmamıştı. Üniversite müderrisleri kitap yüklü merkep olamadıklarından profesör de değillerdi.

Aileler çocuklarını bir osmanlı nesli olarak yetiştirmenin telaşesinde idi. Yani dünyalık ve ahiret ilimleri eşit düzeyde verilirdi evlatlara. Kız çocuklarına "barbie" bebekler idol olarak sunulmuyor, erkek çocuklar "ankebut" suresini bildiklerinden "spiderman" olma hevesinde hiç değillerdi. Belki Pokemon'un maceralarından haberleri yoktu amma...Dedem Korkut' u da bilirlerdi, Karagöz' ü de-Hacivat'ı da. Milli idi hayatlarında kendilerini kuşatan herşey. Harama kimlik kondurmazları misal millilik takısıyla, piyango gibi. Onlar fethettikleri Konstanniapol' a İslambol demişlerdi. Nasrettin Hoca inanın Noel baba'dan izzetli ve şerefli idi. Komik değildi yani hiçbirşey. Herşey çok ciddiydi o zamanlar.
Şerbet içmeyi seven çocukların azıklarında hamburger yer almazdı. Anneler anne, babalar baba kıvamında idi. Hatta komşular bile dayı, amca, teyze, nine, dede diye betimlenirlerdi. 

Neyse konumuza dönelim. Geçmiş günler işte...Yine de yad edemememezlik edemedim. Okur-yazar dostlarla paylaşayım istedim.

"Yeniden Osmanlı" diye öykündüğümüz topluluk... Yani Osmanlılar, Selçuklulardan ve diğer Türk devletlerinden sıbyan mektepleri geleneğini devraldılar.

Sıbyan mektebi, Osmanlılarda geneksel ilköğretim kurumunun adıydı. Dâru’t‐ta’lim, Dâru’l‐‘ilm, Muallimhâne, Mekteb, Mektephâne, Mahalle Mektebi, Taş Mekteb, Mekteb‐i ibtidaiye ve Sıbyan Mektebi adlarıyla da bilinirdi. Bu mekteplerin hocasına Muallim, yardımcısına Kalfa, öğrencilerine de Talebe, Sûhte, Tilmîz, Puser ve Şâkird adı verilmekteydi.

Sıbyan mektepleri Osmanlı kent ve kasabalarında en yaygın eğitim-öğretim kurumlarıydı ve daha çok bir caminin ya da hayır kurumunun yanında açılırdı. Henüz Siteler açılmamış, isimleri de gavurca konulmamıştı. Mahalle temelinde kurulduğu için mahalle mektebi de denen bu okullara başlama yaşı, ebeveyn ile hocanın kararına göreydi. 4 artı 4 gibi taktikler geliştirilmemişti. 4 yaşında da 10 yaşında da başlanabilir, bed-i besmele cemiyeti ya da amin alayı ile mektebe getirilen çocuğa ilkin besmele öğretilir, sonraki günlerde ise bireysel metotlarla, elifba cüzünden Arap harfleri harekelendirilerek ezberlettirilir; Kuran'ın Amme ve Tebareke cüzlerinin okutulması ile çalışmalar sürerdi. Bu arada kara cümle öğretilen sıbyan mektepleri de vardı. Görülen başlıca dersler elifba, Kuran, ilmihal ve hesaptı. Ahlak eğitimi müslüman örf ve adetlerinin çocuklara yerleştirilmesi ve benimsetilmesi şeklinde verilirdi. Okulu başarıyla bitirmiş sayılmak için, Kuran'ı en az bir kez hatmetmek koşuldu.

İstanbul'daki sıbyan mekteplerinin başlıcaları, büyük külliyelerin birer ünitesi olduğundan olanakları fazla, hocaları da seçkin olurdu. Bu nedenle de herkes, okuma çağına gelen çocuğunu bu tür sıbyan mekteplerine vermeyi arzu ederdi. Karma okullarda kızlar ayrı, erkekler ayrı gruplar halinde ve yerde, evlerinden getirdikleri minderlerde otururlar, önlerinde de rahleler bulunurdu. Hoca ise baş köşede yüksekçe bir sedirde otururdu.

Derken çözülme sürecine girdi devlet-i şahane...Çözülmenin ilk etkileride mekteplerde ve eğitim sisteminde başgösterdi.
1839'da Tanzimat Fermanı'nın ilanından sonra sıbyan mekteplerinin ıslahı gündeme geldi. Öncelikle harap durumda olan Sibyan binaları iptidai denen yeni ilköğretim kurumlarına dönüştürülürken, 1862'den sonra sıbyan mekteplerinin yerini iptidailer almaya başladı. Çok ilkel koşullarda eğitim-öğretim veren sıbyan mekteplerinin iyileştirilmesi işi, ancak İkinci Meşrutiyet'ten (1908) sonra ele alınabildi. 1924'te Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkıncaya değin sıbyan mektepleri daha çok kırsal kesimde varlıklarını sürdürdü.


***

Küçük bir beylik olarak kurulan, hızla gelişen, büyük bir imparatorluk olarak üç kıtada hüküm süren Osmanlılar ile ilgili merak uyandıran birçok konu vardır. Yedi asır ayakta kalan bir imparatorluğun eğitim sistemini nasıl oluşturduğu, bu sistemi nasıl işlettiği ve sıbyan mekteplerinin ilköğretimdeki yeri de merak edilen konulardan biridir. Günümüzde bütün eğitimciler, öğretmen yetiştirme sorunun nasıl çözümlendiğine çok önem vermektedirler. Sıbyan mekteplerinde öğretmen yetiştirme sorununun nasıl çözümlendiği de önem arz etmektedir.  

SIBYAN MEKTEPLERİNİN İLK DÖNEMLERİ Osmanlıların ilköğretim seviyesindeki okullarına genel olarak "sıbyan mektebi" veya "mahalle mektebi" denilmektedir. Sıbyan mekteplerine “mekteb” veya “küttab”, yoksul çocuklar için açılanlara da “küttab-ı sebil” veya “mekteb-i sebil” de deniyordu.  Bu okullar, Selçuklulardan ve öteki İslam ülkelerinden devralınmıştı. Bu okullara “darüttalim” , “mektephane”, “muallimhane” veya “darülilm” de deniyordu . 
Küttab veya mekteb, “yazı öğretilen yer” anlamına gelir, burada önceleri sadece yazı öğretiliyordu. Ancak sonra temel islâmî bilgiler de bu okullarda verilmeye başlanmıştır. Sıbyan mektepleri, okuma-yazma, bazı dinî bilgiler ve basit hesap işlemlerinin verildiği ilkokullardır. Hemen her mahallede bulunduğu için "Mahalle Mektepleri" veya taş bina olarak inşa edildiği için "Taşmektep" de denilen bu okullar örgün eğitimin ilk basamağını oluştururlardı. 
Okuma-yazmanın yanında ahlâkî terbiye verilmesi de amaçlanıyordu. Çocuğu şerden sakındırmak ve hayra sevk etmek, Osmanlı cemiyetinin eğitim felsefesiydi. Sıbyan mekteplerinde bugünkü gibi sınıf, ders saati ve teneffüs ayarlaması yoktu. Sabahtan ikindiye kadar ders verilir, yalnız öğle paydosu yapılabiliyordu. 

Önceleri sıbyan mektepleri için özel olarak yetiştirilmiş öğretmenler olmadığı gibi, “okul” denebilecek binalar yoktu. Mescitleri kirletebilecekleri düşüncesi ile, onlara mescitlerde yer verilmeyince bu okullar özel evlerde, mescit ve cami kenarlarında vs. yer bulmuş, her mahallede ve hemen her köyde açılmışlardı. Bu okullar, bizzat devlet tarafından yaptırılmayıp padişahlar, sadrazamlar, vezirler gibi devletin üst kademesinde yer alan kişiler, ilim sahipleri ve halk arasındaki maddî gücü iyi olanlar tarafından yaptırılırdı. Genellikle okulu yaptıranlar, bu kurumun etkinliklerini yürütebilmesi için her türlü ihtiyacını karşılayabilecek gelir kaynakları tahsis ederlerdi. Okul yaptırıldıktan sonra okulun bakım ve onarım harcamaları ile personel ve öğrenci giderleri için yeterli gelir kaynakları vakfedilirdi. Böylece eğitim-öğretim için devlet hazinesinden para harcanmadan hizmetler sürdürülürdü. Çocukların sıbyan mektebine başlama yaşı, 5-6 civarında idi. Bitirme ise 13-15 yaşları arasında, buluğ çağında olurdu. Başlama, özellikle Osmanlılarda "amin alayı" denilen, çocukların ve öğretmenlerin katıldığı, ilahiler okuyarak o yerleşim yerinde yürüyüş yapılan bir törenle olurdu. Okul genelde tek bir dershane şeklinde olup farklı seviye ve yaşlarda çocukları barındırırdı. Son dönemlerde maalesef ki  dayak olayları da fazlaca olurdu. 

Küttab veya Mekteb öğretmenlerine “muallim” deniliyordu. Muallimler genellikle o mahalle veya camiin imamı da olurlar; imamların eşleri de kız öğrencilere öğretmenlik yapabilirdi. Muallimler genellikle fazla itibar görmezlerdi. Küttab öğretmenleri çeşitli zamanlarda ve Kur’an’ın bitiminde, öğrencilerden ve ana babalarından hediyeler alırlardı. Fatih Sultan Mehmet’in yaptırdığı bir programa göre, Eyüp ve Ayasofya medreselerinde sıbyan mektebi öğretmeni olmak isteyen öğrenciler genel medrese programlarından ayrı bir program izleyecektir. Bu programda Tartışma Kuralları ve Öğretim Yöntemi vb. dersler bulunacak, Fıkıh gibi medreselerin en temel ve zor derslerinden biri yer almayacaktır. Ancak Fatih’in yaptırdığı bu program bir süre sonra kaldırılmış, yüz yıllarca geleneksel biçimde sıbyan mektebi öğretmeni sağlama düzeni sürüp gitmiştir. Geleneksel düzene göre sıbyan mektebi öğretmeni olarak aşağıda belirtilen kişilerden biri olmak yeterliydi : • Cami imam ve müezzinleri, • Biraz okur yazar olan, orta yaşlı ve ağırbaşlı kişiler, • Ölen bir öğretmenin uygun nitelikleri taşıyan oğlu, • Bazı hafız ve okumuş kadınlar. Tüm Müslüman toplumlarda, sıbyan mekteplerinin genellikle tek temel dersi, Kur’an’ın, anlamı açıklanmadan, yalnızca okunuşunun öğretilmesi idi. Osmanlı sıbyan mekteplerinde çocuklara ayrıca temel dini bilgiler ve uygulamalar, ahlak bilgileri, ibadet  ve yetenekli çocuklara anne babalarının isteği üzerine hafızlık öğretilirdi 
Öğrenciden üç yılda Kur’an’ın ezberlemesi istenirdi. Ama bu, çoğu zaman ezber olmaz, Kurân'ın hatmi olurdu. Hatim yapan çocuk Kur’an’ı baştan sona bir kez yüzünden okur ve bazı sayfalarını ezberlerdi. Programın içinde yazı da vardı. Yazı, şiir ve atasözleri üzerinde olurdu. Bu derslere ek olarak hikâyeler, aritmetik ve ibadet şekilleri de öğretiliyordu. On yaşına kadar Kurân'ı hatmeden çocuk, daha sonra kelime bilgisi, hitabet, dilbilgisi, edebiyat, tarih gibi ek konular üzerinde üç yıl daha çalışabilirdi. Perşembe öğleden sonra ve Cuma günleri tatil idi. 
Okul programlarında bulunan yazı öğretimi çok başarısız oluyordu. 1862 yılından itibaren İstanbul’daki 36 sıbyan okulunda yeni bir harf öğretme biçimi denenmeye başlandı. Devlet bu okullara parasız taş tahtalar, taş kalemler ve divitler dağıttı. Daha sonra aynı amaca yönelik numune iptidaileri kuruldu. Selânikli öğretmenlerden bir ekol ortaya çıkıp yeni bir yazı öğretme ve alfabe biçimi ortaya çıkardı. Çok sert tepkiler gören bu akım, ilköğretim ıslahatını bir "Elifba" ıslahatı haline dönüştürdü. "Hakiki”siyle, "Tecrübî"siyle binlerce Kolay Elifba yazıldı . 

Sıbyan mekteplerinde ödüllendirme ile ilgili belgelere ilk zamanlarda rastlanmaz.  Öğrencilerin ödüllendirilmeleri ile ilgili ilk yasal belge, Tanzimat döneminde, muhtemelen Nisan 1847 tarihli olarak sıbyan mektebi öğretmenlerine hitaben yayınlanan, bir Tâlimat’tır. Bu Tâlimat ile “falaka” dinde olmadığı için kaldırılmakta, öğrencilerin cezalandırılma biçimleri yumuşatılmakta, ödüllendirme olarak da öğretmenin çocuğa övücü sözler söylemesi, onu yanı başında oturtması vs., gibi bir uygulama getirilmektedir. 

EĞİTİMDE KURUMLAŞMA
Türk ilköğretim sistemi 19. yüzyılda büyük değişmelere uğradı. 1824’ te II. Mahmut, yayınladığı bir fermanla ilköğretimi “mucburi” yapmış ve “her şeyden evvel dinî zaruretlerin öğretilmesi” sınırlarına sıkıştırmıştır.
 İlköğretimi zorunlu hale getiren padişah fermanı, Yeniçeri Ocağının kaldırılması ile ilgili uğraşılar ile Rus ve Mısır savaşları gibi nedenlerden dolayı, İstanbul’da bile 1839’ a kadar yeterince uygulanamamıştır. Taşra okullarına ise bu zorunluluğu götürecek ve denetleyecek bir makam bulunmamaktadır. 1850’lerden itibaren devlet ilköğretim kademesini denetim altına almak için pek çok girişimlerde bulundu. Reform yanlılarına dertsek verdi. Buna rağmen ilköğretim kademesinin tam denetim altına alınması ancak Cumhuriyet döneminde mümkün olabildi.

Osmanlı’da Sıbyan Mektepleri...1845 yılında eğitim işlerini görüşecek bir “Geçici Eğitim Kurulu” (Meclis-i Maarif-i Muvakkat) oluşturulmuş, bu kurul, eğitim sistemini ilk, orta ve üniversite sisteminde basamaklandırmıştır. Kurul, ayrıca kalıcı bir “Eğitim Kurulu” (Meclis-i Maarif-i Daimi) kurulmasına da karar vermiştir. Bu karar doğrultusunda 1846 yılında kalıcı bir “Genel Eğitim Kurulu” (Meclis-i Maraif-i Umumiye) kurulmuştur. Kurul, ilköğretimin sıbyan derecesinde zorunluluğu, dayağın eğitim kurumlarından kaldırılması, ilkokulu bitirme sınavlarının konulması ve başaranların ortaokula (rüşdiye) alınması gibi önemli kararlar alan, devlet kurumları içinde doğrudan doğruya ve sürekli olarak eğitim işlerini düzenlemekle ilk kurul durumunda olmuştur. Bu doğrultuda görev yapacak olan “Okullar Genel Müdürlüğü” (Mekatib-i Umumiye Nezareti) ise 8 Kasım 1846 tarihinde kurulmuştur.

 1856 yılında yayımlanan Islahat Fermanı, eğitim işlerinin daha derli toplu ve ciddi biçimde yürütülmesini kapsamakta ve “Bakanlar Kurulu” (Meclis-i Vükela) içinde bir de “Eğitim Bakanı” (Maarif Nazırı) bulunması gerektiğini belirtmektedir. Bu karar doğrultusunda 17 Mart 1857 tarihinde “Eğitim Bakanlığı” (Maarif-i Umumiye Nezareti) kurulmuş ve bakanlık düzeyinde ilk eğitim örgütü olmuştur. İlk Milli Eğitim Bakanı Abdurrahman Sami Paşa (1857-1861) ve ilk müsteşar da bilim adamı Hayrullah Efendi’dir. Bakanlık, kuruluşundan dört yıl sonra, 3 Mart 1861 tarihinde Bakanlığın görevleri ile ilgili bir yönerge (talimat) hazırlanmıştır. Bu yönergeye göre; 

Bakanlığın görevleri özet olarak aşağıdaki gibi sıralanmıştır . 
1. Yüksekokul olan Harbiye, Tıbbiye ve Bahriye dışında kalan tüm okullar Eğitim Bakanlığına bağlanmıştır. 
2. Eğitim kurumları, ilkokul (sıbyan mektebi), orta okul (rüşdiye) ve yüksek okullara ayrılmıştır. 
3. İlkokul, Müslüman ve Müslüman olmayanlara göre ayrı ayrı olacak, öteki öğretim kurumları ortak olacak ve Türkçe eğitim yapacaktır. 
4. Bir ileri öğretime sınavla girilecektir. 
5. Öğretmenlik bir meslek olarak kabul edilecektir. 
6. Önceden kurulan Eğitim Kurulu yanında değişik amaçlı, sürekli ve geçici kurullar da kurulabilecektir. Bu doğrultuda, 10 Şubat 1864 yılında, Bakanın emri ile, ilköğretim, orta ve yüksek öğretim genel müdürlükleri (daire) kurulmuştur. 1866 yılında da ders kitaplarını hazırlamak üzere “Yayımlar Dairesi” (Telif ve Tercüme Dairesi) kurulmuştur. Böylece aşama aşama hem genel müdürlükler oluşmaya, hem de yönetimsel ve akademik işler ayrışmaya başlamıştır. 
Türk Eğitim Tarihinde, eğitimi düzenleyen ilk kapsamlı metin Eğitim Bakanı Saffet Paşa ‘nın öncülüğünde hazırlanan 1 Eylül 1869 tarihli Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’ dir (Genel Eğitim Tüzüğü). Bu nizamname ile teftiş ve değerlendirmeye ilişkin esaslar, eğitim hakkı, eğitim yönetimi, okul kademelerinin belirlenmesi, eğitim ödenekleri, öğretmen yetiştirme ve yerleştirme, taşra örgütü ve sınav sistemleri gibi konular yer almaktadır 
Nizamname 169 madde içermekte olup, ilköğretimle ilgili olan maddeleri şunlardır: 

1- Osmanlı Devletinde bulunan okullar, birincisi gözetimi ve yönetimi devlete ait olan “Mekatib-i Umumîye” (Genel Okullar); 
2- Yalnız gözetimi devlete, tesisi ve yönetimi fertlere ve cemaatlere ait olan “Mekatib-i Husûsiye” (Özel Okullar) olmak üzere ikiye ayrılır.
3- Her mahalle ve köyde en az bir mektep, Müslüman-Hıristiyan karışık yerlerde her toplum için bir mektep bulunacaktır. 
4- Sıbyan mekteplerinin inşa, tamir ve öğretmen masrafları ilgili toplum tarafından karşılanacaktır. 
5- Öğretmenler yapılacak nizamnameye göre seçilip atanacaktır. 
6- Sıbyan mekteplerinin süresi 4 yıldır. 4 yıldan sonra, hafızlığa çalışmak isteyen öğrenciler bir süre daha okulda kalabilirler. Hıristiyan sıbyan mekteplerinde kendi dinleri ve Osmanlı Tarihi kendi dilleri ile okutulacaktır. 
9- Kızların 6-10, erkeklerin 7-11 yaşları arasında mektebe devamları zorunludur. 
11-Okula devam etmeyen çocuklar, öğretmen tarafından mahalle muhtarına haber verilerek anne veya babası ya da en yakın akrabası ihtiyar meclisine getirtilerek çocuğun okula gönderilmesi teklif ve ihtar olunur. 
12- Çocuğunu okula göndermeyen anne-babaya ayda üç kez tebliğ yapılır, yine göndermez ise maddi durumuna göre beş kuruştan yüz kuruşa kadar para cezasına çarptırılır, çocuk yine okula gönderilmez ise zorla okula getirilir. 
15- Bir yerde iki sıbyan mektebi varsa, bunlardan biri kızlara, öteki erkeklere ayrılacaktır. Bir mektep olan yerlerde, kızlar için mektepler yapılıncaya kadar onlar erkek çocuklarla aynı mektebe gidecekler, fakat onlarla karışık oturmayacaklardır. 
17-Ayrı kız sıbyan mekteplerinin hoca ve dikiş ustaları kadın olacak, fakat yeterli sayıda ehliyetli muallimler yetiştirilene kadar yaşlı ve iyi ahlaklı adamlardan muallim atanabilir. Genel ve özel okullar ayrımı, her mahalle ve köyde bir okul açılması, öğretmen atamasında düzenleme yapılması, sıbyan mekteplerinin sürelerini belirlemesi, okula devam zorunluluğu getirmesi ve bunu takibe bağlaması, Nizamnamenin olumlu yönleri olarak kabul edilebilir. 
Ancak, bazı maddeleri ise olumsuz yönler içermektedir: Sıbyan mekteplerinin inşa, tamir ve öğretmen masrafları ilgili toplum tarafından karşılanması, ilköğretimin paralı olacağını gösterir. Oysa günümüzde ilköğretimin parasız olması ilkesi benimsenmektedir. Müslüman-Hıristiyan karışık yerlerde her toplum için bir mektep açılması ve Hıristiyan sıbyan mekteplerinde kendi dinleri ve Osmanlı Tarihi kendi dilleri ile okutulması azınlıkların Osmanlı toplumu ile bütünleşmesini engellemiş ve bağımsızlık isteklerinin körüklenmesine olanak sağlamıştır. 

Maarif-i Umumiye Nizamnamesinde sözü edilen ilköğretim zorunluluğu 1876 tarihli Kanun-i Esasî’ (Anayasa) de yer almış ve bu tarihten itibaren de Anayasalara da geçmiştir. Bu Anayasanın üç maddesi eğitimle ilgili olup günümüz dili ile aşağıdaki şekilde ifadesini bulmuştur 

 Madde 14- Osmanlı bireylerinin tümüne öğretimin ilk aşaması zorunlu olacak ve bunun ayrıntısı özel olarak düzenlenecektir. 
Madde 15- Öğretim serbesttir. Özel yasasına uymak koşuluyla her Osmanlı genel ve özel öğretim yapmaya yetkilidir. 
Madde 16- Bütün okullar devletin gözetimi altındadır. Osmanlı uyruğunun eğitimi birlik ve bütünlüğü hedefleyecek, ancak, değişik halkların inançlarıyla ilgili noktalara zarar verilmeyecektir. 

II. Meşrutiyet döneminde politik zorlamalar dolayısıyla devletin ilköğretim politikası etkinleşmeye başladı. Malî yardımlar, öğretmen meselesi, okul yapımlarına ve öğretim araç ve gereçlerine katılmalar şeklinde Devlet ülkedeki ilköğretimi kontrol altına almaya çalıştı. Genel bir ilköğretim yasası çıkarma çalışmalarına girişildi. İlköğretim müfettişleri getirildi. İlköğretimin zorunlu ve parasız olma ilkeleri herkesçe kabul edilmeye başlanıldı 
 
1913’ de Tedrisat-ı İptidaiye Kanun-ı Muvakkati (İlköğretim Geçici Yasası) çıkarılmış ve 1961 yılına dek bu geçici yasanın bir çok maddesi yürürlükte kalmıştır. Yasa, ilköğretimin zorunlu ve Mekâtib-i İptidaiye-i Umumiye’ de parasız olduğunu hükme bağlamıştır. O zamana kadar İptidaî ve Rüşdî adlarıyla mevcut olan okullar birleştirilmiş ve Mekatib-i İptidaiye-i Umumiye adını almıştır. İlköğretim bu şekilde 6 yıl olarak tespit edilmiş ve her biri 2 yıl süreli üç devreye ayrılmıştır 

İLKÖĞRETİMDE YENİLİK YAPMA İHTİYACI 
Tanzimat döneminde, sıbyan mekteplerinde yönetimin başıboşluğunu, öğretimin süre ve niteliğini bir düzenleme yolunda çalışmalar yapıldı. 1847’ de sıbyan mektepleri için yönetmelik yapıldı. Bu yönetmeliğe göre yedi yaşına basan çocukların sıbyan mektebine alınacağı; ana-babasının isteği ile dört ve daha yukarı yaşta olan çocukların da alınabileceği; çağ nüfusunun okula devamının zorunluluğu ve okul süresinin dört yıl olduğu; başarısız öğrenciler için bu sürenin üç yıl daha uzatılabileceği yer almaktadır.
 19. yüzyılın son çeyreğinde ilköğretim kurumları çeşitlenmeye başlandı. "Sıbyan mektebi" terimi yenilikleri reddeden vakıf ilkokulları tarafından kullanılmaya başlandı. Bunun yanında "iptidai mektep"ler ortaya çıkmıştır. Bunlar, Eğitim Bakanlığı veya özel dernek ve kişiler tarafından kurulmuş ilkokullardı. Ayrıca yine bu dönemde köy ve kent iptidaileri de öğretim süresi bakımından ayrılmaya, dershane ve öğretmen sayısı bakımından çeşitlenmeye başlamıştır 

 II. Abdülhamit döneminden itibaren Osmanlı ilkokullarında bir "Usul-ü Cedide" tartışması başladı. Yeni açılan okullara “mekatib-i iptidaiye” (iptidaî mektepler) ve “usûli cedide mektepleri” denildi. Bu okullar Maarif Nezaretine bağlandı. Eğitim süreleri üç yıl, köy okullarının eğitim süreleri ise dört yıl olarak belirlendi. Evkaf Nezaretine bağlı olan ve eski durumunu koruyanlara ise ya yine “sıbyan mektepleri” ya da “usûl-i atika mektepleri” denmeye devam edildi. Maarif nezaretinin ilköğretimdeki düzenlemeleri bu okulları hemen hiç etkilememiş, bunların öğretmenleri, eğitim ve öğretimdeki yeni gelişmelere ya kayıtsız kalmış ya da onları engellemeye çalışmıştır. Eski ve yeni usul ve öğretim metodu karşısında ilkokul öğretmenleri arasında fiilî tecavüzlere varan sert çekişmeler oldu. Yönetim yeni usul taraftarlarını tuttu. Eski usul taraftarları da vakıflara sığındılar. 

O zaman Rusya yönetimindeki Türk topraklarında yankılanan hattâ esas gelişimini, mücâdelesini orada sürdüren ilköğretimdeki bu usul-ü cedîde, o zaman bize göre yeni, ama Avrupa’nın çoktan terk ettiği bir eski metot idi. Bu hareketin ana esasları şunlar idi: 

İlkokul medreseden ayrılacaktı. İlkokulların kendine özgü öğretmenleri olacak, mahalle imamı ve karısının öğretiminden kurtarılacaktır. Osmanlı’da Sıbyan Mektepleri...Öğretmen sadece “hediye” değil “aylık” alacaktı. Okuma-yazma öğretiminde "heceleme" usulü terk edilecek ve "usul-ü saftiye" veya "meddiye" denilen yeni usul okuma getirilecekti. Bu usul, her harfi ayrı ayrı değerlendirerek harf üzerinden okuma öğretmek demekti. Eskiden yalnız okuma öğretimine önem veriliyor, yazma hünerine pek önem verilmiyordu. Özellikle kızlara okuma yazma öğretilmiyordu. Yeni usul, yazıya ve kızlara da yazı öğretilmesine önem verilmesini istiyordu. Ayrıca kız çocukları için ayrı ilkokullar açılması isteniyordu. Öğretim bu programa göre yapılacak ve her yaşa göre ders kitapları yazılacaktı. 

Sıbyan mekteplerinde reform yapmak çok zor oluyordu. Malî yönden bu okullar genellikle vakıflara ait olduğu için, kendiliğinden bir özerklik içinde bulunuyordu. Muallimler ve çevresindeki bağnazlar da devletin buralarda yapacağı değişikliklere karşı çıkıyorlardı . Zamanla programında ve çalışmalarında değişiklikler yapılmakla beraber Sıbyan Mektepleri Cumhuriyet Dönemine kadar varlığını sürdürmüştür. 
 Cumhuriyet kurulduğunda, Osmanlı Devletinden kalan medreseler ve sıbyan mektepleri gibi geleneksel okulların yanında Batılı tarzda açılmış Rüşdiye, İdadi, Sultani gibi orta öğretim ve İptidaî ilköğretim kurumları ile azınlık ve yabacılara ait okullar da varlıklarını sürdürmektedir. Bu kurumlar milli bir amaç gütmekten çok, birbirine zıt görüşlü insanlar yetiştiriyordu. 

Ülkedeki öğretim dağınıklığını gidermek ve birliği sağlamak amacıyla 3 Mart 1924’ te  Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkarılmıştır. Bu Kanunla, ülkedeki tüm bilim ve öğretim kurumları Maarif Vekaletine bağlanmış, Şer’iye ve Evkaf Vekaleti ya da özel vakıflarca idare edilen tüm medrese ve mektepler Maarif Vekaletine bağlanmıştır. Böylece bütün eğitim ve öğretim kurumları Eğitim Bakanlığına bağlanarak öğretimin tek elde yürütülmesi sağlanmış, Türk eğitim tarihinde en uzun süre yaşamış olan medreseler ve sıbyan mektepleri kapatılmış ve eğitimde laiklik ilkesine doğru önemli bir adım atılmıştır. Sonrası da yaşadığımız fecaat dolu günler...

Yani EĞİTİMİ ÖNCELEYEMEMİŞİZ BİR TÜRLÜ Kİ, YAŞADIĞIMIZ HER TÜRLÜ MEŞAKKATİN ANA SEBEBİ BUDUR.

FEHMİ DEMİRBAĞ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder