9 Temmuz 2020 Perşembe



TEK ÖNDER VE TEK LİDERİMİZ; 

EFENDİMİZ!


SELAM O’NA VE O’NA BAĞLI OLANLARA OLSUN!

FEHMİ DEMİRBAĞ

Peygamberler, insanlık tarihinin en üstün ahlakına sahip kişileridir. Onlar günlük hayatlarındaki uygulamalarıyla  hem içinde yaşadıkları topluma hem de daha sonra gelecek topluluklara en iyi örnekleri sunarlar. Onların hayatları ve yaşayış tarzları fertler ve toplumlar için en ideal örneklerdir.
 Efendimiz de, çocukluğundan itibaren en üstün ahlaki duygulara sahipti. Gerek çocukluk, gerekse gençlik yılları akranlarından çok farklı geçti. Kötülüklerin her çeşidinin son derece yaygın olduğu bir toplumda, yüce yaratıcı olan Allah’ımız  son peygamber olarak görevlendireceği Muhammed'i çocukluğundan itibaren Cahiliye diye isimlendirilen karanlıkların bütün kötülüklerinden korumuştu. Bu üstün ahlak sahibi olan insan, daha çocukluğundan itibaren  toplumunun takdirini kazanmış, kendisine"el-Emin/güvenilir kişi" lakabı verilmişti. Herkes ona güvenir, doğruluğunu kabul eder, malını çekinmeksizin ona teslim ederdi. İlk vahyin gelişinden sonra Hatice validemizin Efendimizi teselli için söylediği sözler, onun peygamberlikten önceki ahlaki durumunu ve toplumdaki konumunu açıkça ortaya koymaktadır.
"Seni müjdelerim ya Muhammed! Hayır, Allah'a yemin ederim ki, O seni hiç bir vakit utandırmaz. Çünkü sen akrabanı koruyup gözetirsin. Borçluların borcunu verirsin. Doğruluktan ayrılmazsın.  Fakirlere yardım eder, misafirleri ağırlarsın. Muhtaçların ihtiyaçlarını karşılarsın"
Kuran, pek çok ayette Peygamberimizin ahlakını över ve onu bize tek lider ve tek önder olarak örnek alınması gereken emsalsiz şahsiyet diye takdim eder.  
"Şüphesiz ki sen üstün bir ahlâk üzeresin."
"Allah'ın rahmeti sebebiyledir ki, sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, çevrenden dağılır giderlerdi."
"Andolsun Allah'ın elçisinde sizin için, Allah’ı ve ahireti arzu eden ve Allah'ı çok anan kimseler için, uyulacak en güzel bir örnek vardır:"

“Efendimizin ahlakı Kuran'dı. Darılırsa Kuran darıldığı için darılır, beğenirse Kuran beğendiği için beğenirdi. Kendi nefsi için intikam almazdı. Kızması ve beğenmesi Allah'ın rızası içindi.” Eşi Aişe validemiz böyle tanımlıyordu. 
Müslümanların nasıl olması gerektiğini gerek sözleri ve gerekse davranışlarıyla canlı bir hayat olarak sergilemişti. "Ben sadece üstün ahlakı tamamlamak için gönderildim” derken Allah tarafından elçi olarak seçilmesinin de gerekçesini açıklıyordu.
  Allah, üstün ahlâkı tamamlamak üzere gönderdiği son peygamberini en güzel huylarla bezemişti. O’da diyordu ki, "Allah’ım, yaratılışımı güzel kıldığın gibi ahlakımı da güzelleştir. Beni kötü ve hoşa gitmeyen huylardan uzak tut. Allah'ım beni en güzel ahlaka yönelt. Ona yöneltecek olan yalnız sensin."
"Bana en sevimlileriniz ve kıyamet gününde bana en yakın olacak olanlarınız, ahlakı en güzel olanlarınızdır."  Derken, en faziletli amelin güzel ahlak olduğunu vurgulardı.
Ona göre din, güzel ahlaktan ibaretti. Cennete de ancak iyi ahlak sahibi olanlar girebilirdi. O’nun şu tavsiyeleri çok önemlidir: Kötü ahlak, iyilikleri yer bitirir, ibadetleri boşa çıkarır. Sahibini cehenneme sevk eder. Nitekim kendisine gündüzleri oruçlu geceleri de namazlı geçiren, fakat kötü huylu, diliyle komşularına rahat vermeyen bir kadından bahsedilince:"Onda hayır yoktur ve o cehennemliklerdendir." buyurmuştur.
Samimilik ve sadelik, Peygamberimizin en önde gelen vasfıydı. Son derece mütevazı idi. Sade giyinir, sade yer içer, sade yaşardı. Dünya malına gerektiğinden fazla önem vermezdi. Dünya ile olan ilişkisini şöyle açıklamıştır:
"Benim dünya ile alakam yolda giderken bir ağaca rastlayıp, dinlenmek için o ağacın gölgesine sığınan, sonra yine yoluna devam eden bir yolcuya benzer."
Evinin tüm mefruşatı birkaç basit eşyadan ibaretti. Birçok günlerini yemeksiz geçirdiği, aylarca evinde ateş yanmadığı olurdu.
"Bir ay gelir geçerdi de biz Muhammed ailesinin odalarından hiçbirinde duman tüttüğünü görmezdik.” der Aişe validemiz durumu açıklarken. Böyle günlerde bütün aile yalnızca hurma ile iktifa ederlerdi. Peygamberimiz hiçbir yemeği beğenmemezlik etmezdi. Arzusu olunca yer, olmuyorsa bırakırdı.
Temizliği çok severdi. "Temizlik imanın yarısıdır." derdi. Elbise ve vücut temizliğine çok önem verirdi. Aynı şekilde oturduğu yerin ve çevrenin temizliğine de özen gösterir, müminleri de bu yönde desteklerdi, teşvik ederdi. Kötü koku veren şeylerden hoşlanmazdı. Soğan ve sarımsak yiyenlerin, ağız kokuları gidene kadar cami ve cemaatten uzak durmalarını isterdi. Yemekten evvel ve sonra ellerini yıkar, yemeğe mutlaka besmeleyle başlardı. Özellikle yemeklerden sonra diş fırçası olarak misvak kullanırdı. Saçını ve sakalını yıkayıp tarar, güzel kokular sürerdi. Müslümanları da bu konularda uyarır, temizliğin her çeşidine dikkat etmelerini isterdi.
Boş vakit nedir bilmez-geçirmez, zamanı çok iyi değerlendirirdi. Gündüzleri ailesinin ve toplumun işleriyle meşgul olur, geceleri ise az uyur, çok ibadet ederdi. Bütün gece uyumayı iyi karşılamaz, ashabına da bu yönde uyarılarda bulunurdu.
İki şey arasında tercih yapacağı zaman, Allah'ın hoşnutluğuna uygun olmak şartıyla, daima kolay olanını seçerdi. Günah olan işlerden son derece kaçınırdı. Şüpheli işlerden uzak dururdu. Hiç kötü söz söylemez, kimseye kötülük yapmazdı. Kimsenin gönlünü kırmaz, hiç kimseyi hor görmezdi. Öyle ki, 10 yıl hizmetinde bulunan Enes bin Malik, bu süre içinde onun kendisine karşı "öf" bile dediğini duymadığını söylemiştir. Kendisine karşı her türlü kötülükleri yapanlara dahi nefsi için kızmaz, daima onlara hayır dua ederdi.
Herkese karşı adil davranır, hak sahibine hakkını verirdi. Toplumun ayakta durmasını, adalet ilkesinin sağlam olmasına bağlardı. Adalet özgürlüğü getirir, özgürlük eşitliğe yol açar, o da nihayetinde kardeşliğe sebep verir. Düşmanlarına karşı bile hep adil idi. Her konuda olduğu gibi, adalet konusunda da yegane ölçüsü Kuran'ın ortaya koyduğu ölçü idi. Ashabına da adaletli olmalarını, ölçü ve tartıda hakkaniyetten ayrılmamalarını tavsiye ederdi. Özellikle idarecilerin ve amirlerin adaletli olmalarına özen gösterirdi.
Yargıçların öfkeli iken iki kişi arasında hüküm vermemelerini tavsiye ederdi. Bir Müslüman’ın, Müslüman kardeşine zulmetmemesi gerektiğini söylerdi. Bütün insanların bir tarağın dişleri gibi eşit olduklarını hatırlatırdı. Kadınlara karşı adalet ilkelerinin özveriyle, fedakarlıkla korunmasını isterdi. Daha önceki ümmetlerin helak oluş sebeplerinin başında, adaletten ayrılmalarının geldiğini, dolayısıyla adaletten uzaklaşan toplumların da helak olacaklarını bildirmiştir.
Efendimiz, doğru sözlü ve doğru işli idi. Hayatının her safhasında doğruluk onun ilkesi olmuştur. Yalandan ve yalancılardan nefret ederdi. Doğru olanların ulaşacakları ödülleri, yalancıların kavuşacakları cezaları sık sık dile getirirdi. Düşmanları bile onun doğruluğunu kabul etmişlerdi. Peygamberimiz, iyi bir Müslüman’ın asla yalan söyleyemeyeceğini hatırlatırdı. Müslümanlara en sık tavsiye ettiği konulardan biri de doğruluk idi. Doğruluğun iyiliğe, iyiliğin de cennete götüreceğini, yalanın ise kötülüğe, kötülüğün ise cehenneme sevk edeceğini söylerdi. Yalan söylemeyi münafıklık alametlerinden biri kabul ederdi. Bir söz verildiği zaman bu sözde durulması gerektiğini söylerdi. Kişinin kendi aleyhine bile olsa, doğru söylemesi gerektiğini hatırlatırdı. Yalan şahitliğinin en büyük günahların önde gelenlerinden olduğunu söylemiştir.
Emanete riayet etmek, Peygamberimizin önemli prensiplerinden biriydi. "Emanete ihanet edenler bizden değildir." derdi. Herkesin bir sorumluluğunun bulunduğunu ve bu konuda hesaba çekileceğini ashabına sıkça hatırlatırdı. Emanete sahip çıkmanın imanın temellerinden olduğunu bildirirken, sır saklamayı da emanet olarak vasıflandırır, özellikle buna önem verirdi.
Efendimizin sabır konusundaki önderliği ise şaşılacak derecede ileridir. İslam’ı tebliğ ederken, müşriklerin yaptığı bütün kötülüklere karşı ne kadar sabırlı davrandığını unutmayalım. Hayatı boyunca bütün işkence, eza, cefalara ve kendisine karşı yapılan uygunsuz davranışlara sabretmesini bilmiştir. Kuran’ da Allah, hem peygambere hem de müminlere sık sık sabrı tavsiye eder. Peygamberimiz, 23 yıllık tebliğ döneminde sabrın en güzel örneklerini göstermiş, ashabını da bu yolda eğitmiştir. Müşriklerin işkencelerinden kendisine şikayette bulunan arkadaşlarına sabretmelerini tavsiye etmiş ve bunun karşılığının cennet olduğunu müjdelemiştir.
Efendimiz, konuştuğu zaman sözlerini ayıra ayıra söylerdi. Dinleyenler onun söylediklerini iyice anlar, hatta sözlerini ezberleyebilirlerdi. Söylediklerinin iyi anlaşılabilmesi için bazen sözlerini üç defa tekrarlardı. Başkalarının sözlerini dikkatle dinler, onların konuşmalarını kesmezdi. Herkes gülerken, o yalnızca tebessüm eder, asla kahkaha ile gülmezdi. Abartılı davranışlardan kaçınırdı.
Yolda giderken karşılaştığı herkese selam verirdi. Selam verenlerin de selamlarını alırdı. Fakirleri sever, onları kendi sofrasına çağırır, bazen de zengin ashabı arasında dağıtırdı. Hiçbir fakir ve muhtacı asla geri çevirmezdi. Eline bir mal ve para geçtiği zaman hemen dağıtırdı. Sadaka almaz, hediyeyi ise kabul ederdi. Ayrıca ashabına hediyeleşmeyi tavsiye ederdi. İnsanların arasında zengin, fakir, büyük, küçük, efendi, köle ayrımı yapmazdı. Özellikle çocukları çok sever, yolda karşılaştığı çocuklara selam verir ve onları okşardı. Yetimlere, acizlere, öksüz ve kimsesizlere çok şefkat gösterirdi. Son derece merhametliydi. Hem insanlara hem de hayvanlara karşı merhametli davranırdı. Ziyaretine gelenleri nezaketle karşılar, iyi bir şekilde ağırlardı. Herkese güler yüz gösterirdi. Misafirlerine bizzat kendisi hizmet ederdi. Cömertlikte dengi yoktu. Özellikle Ramazan ayında daha da cömert davranırdı. Ev işlerinde hanımlarına yardımcı olurdu. Kendi işlerini çoğu kere kendisi görürdü.
Güler yüzlü, tatlı sözlü ve ince ruhluydu. Hastaları ziyaret eder, cenaze törenlerine katılırdı. Yapılan davetleri reddetmezdi. Üstün haya-utanma duygusu sahibiydi. Hayanın imandan olduğunu söylerdi.
Efendimiz, son derece cesurdu. Düşmanlarından zerre kadar korkmaz, Allah yolunda karşılaştığı her kötülüğü sabırla karşılardı. Ordunun dağılmaya yüz tuttuğu yerde, olduğu yerde kalarak sebat eder, onun bu cesareti ashabının yeniden etrafında toplanmasına yeterdi. Kılıçlarının, kalkanlarının, yaylarının, oklarının, atlarının, develerinin isimleri dahi cesaret ve kahramanlık ifade eden isimlerdi.
Ahlakı Kuran olan Efendimiz, siyasi ve askeri deha sahibiydi. Bu sayede insanlık tarihinin en büyük devrimini gerçekleştirmiştir. Tarih yazmamıştır, bu kadar kısa bir süre içinde onun başardığını gerçekleştiren bir başka lider veya kahraman görülmemiştir. Cehaletin karanlığına bürünmüş, kendi elleriyle yaptıkları putlara tapan, putlardan her şeyi bekleyen Arap toplumunu, 23 yıl gibi kısa bir süre içinde İslam dininin nurlu aydınlığla karanlıklardan çıkarmayı başarmış, insanlık için en yüksek medeniyeti oluşturmuştur. Bu medeniyeti kan ve gözyaşı üzerine değil, insan cesetleri üzerine değil, sevgi ve kardeşlik ilkesi üzerine kurmuştur. Çünkü kendisine vahyedilen İslam dini, insanlığı esaretten kurtarmak gayesini güdüyordu. Her türlü esaretten!
Efendimiz , yaptığı savaşlarda kan dökülmemesi için büyük gayret gösterirdi. Bu savaşlarda şehit olan arkadaşlarıyla öldürülen düşman askerlerinin toplam sayısı 400'e dahi ulaşmıyordu. Milyonlarca insanın ölümüne bir o kadarının da zulme uğradığı beşeri ideolojilerin çaresizliğini yalnızca bu örnekte bile görebiliriz.  Zira o, kan dökülmemesi için gerekli bütün tedbirleri alıyordu. Onun maksadı insanları öldürmek değil, gerçek kurtuluşa kavuşturmaktı. Diğer din mensuplarını önce İslam’a çağırıyor, kabul etmedikleri takdirde İslam'ın hakimiyetine girmeye davet ediyordu. Ancak bu iki teklif de kabul edilmezse savaşmak zorunda kalıyordu. Kendisiyle savaşanlara nefsi için kin beslemiyor, çoğunlukla onları affediyordu. Onun bu yüksek uygulamaları, çoğu kere, esirlerin İslam'ı gönül rızasıyla kabulüne sebep oluyordu. Onun kurduğu devlet bir yürek devletiydi.
Salat ve selam O’na ve O’nun bağlılarına olsun!
Huzur ve mutluluk ancak O’nun yolundan gitmekle mümkün olabilir. Günümüz insanlığı Efendimizi yeniden tanımak, O’nun yolunu yeniden fark etmek zorundadır. Tek önder ve tek lider O’dur!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder