17 Temmuz 2015 Cuma


"Pensilvanya Film Hizmetleri" sunar:


VA.Tİ.KAN CO

Bu konudan sizlere daha önce özellikle bahsetmedim. İstedim ki elimde kanıtlarım olsun. Özellikle de konuyla alakalı olarak  detaylarından iyice emin olayım. Birazdan sizlerle paylaşacağım bu husus nihayet bütün karanlık noktaların aydınlandığı o güne kadar yalnızca bende saklı kaldı. Geçen hafta 3 günlüğüne Vatikan'a bir yolculuk yapmak durumunda kaldım. Daha doğrusu Vatikan'a ait olan gizli bilimsel çalışmaların yapıldığı Arvalap Adasına. Vatikan'ın üst düzey yetkililerince VIP olarak resmi davetiyeyi aldığımda artık bana da yolculuk elzem olmuştu.
Arvalap Adası Atlas Okyanusunda yaklaşık bizim Büyük Ada büyüklüğünde bir yer. Vatikan'a bağlı gizli bilimsel çalışmalar yaklaşık 300 senedir orada yürütüldüğünden harita üzerinde dahi gösterilmez. Hatta bölgeden geçen hiçbir geminin ya da uçağın dahi radarlarında bile gözükmez.  İlk kez dünya kamuoyunu ben bilgilendirmek durumundayım. Yani okuyacağınız şu satırlar aynı zamanda tarihi açıdan da büyük önem arzetmekte. Diyeceksiniz ki şimdi "madem bu zamana kadar bu kadar gizemli tutulan bu yer ile ilgili nasıl bu kadar rahat bir şekilde açıklama yapabilirsiniz ki?"

Dedim ya anlatacağım. İlk kez bahsedeceğim dedim ya!
Geçmiş kadim medeniyetlerden bir kavme ait olan Açkurudyu dilini bütün ayrıntılarına kadar bilen ve kullanan dünyadaki nadir insanlardan biriyim. Vatikan'a ait bu gizli bilimsel merkez üzerinde 50 yıldır yaptığı bir çalışmada bir tıkanıkla karşılaşınca benim bilirkişiliğime ihtiyaç duymuş. İnternet üzerinden benimle temasa geçtiler. Kendilerine yardımcı olup olamayacağımı sordular. Daha doğrusu yalvar-yakar benden yardım istediler. Bilirsiniz ya da duymuş olmalısınız. Abartiküs Tabletlerini. Hani Romalılarla Kartacalıların uzun yıllar süren mücadelelerinin yazıldığı o meşhur tabletleri. Tablet deyince aklınıza kilden, topraktan şeyler gelmesin. Hoş ben de öyle zannediyordum. Arvalap Adasına ayak bastığımda özel alaşımlı Titenyum plakaları görünce aynen ben de sizler gibi şaşırdım.
Dedim, "bir şartla sizlere yardımcı olurum."
Dediler, "nedir şartın?"
Dedim, "burada yaşadığım herşeyi insanlarımla paylaşmak isterim!"
Dediler...Hem de hiç düşünmeden..."Olur! Nasılsa sizinkiler okumazlar yazdıklarını. Hem okuyan birileri olsa da inanmazlar ki sana!"
Dedim, "Bunu kendim için istiyorum. En azından milletimin yanında olduğumu gösteririm. Yaşayanlar inanmasalar da gelecek nesilden birilerinin en azından dikkatlerini çekebilirim. Sizler için didinen gayret gösteren bir dedeniz olmuştu diye!"
Neyse konuya girelim artık.
Arvalap Adası aslında kocaman bir Laboratuar. Adayı üçe ayırmışlar. Üç ayrı şekilde dizayn etmişler. Yani üç ayrı laboratuar inşa edilmiş açıkçası. Bir de kocaman büyük bir kütüphanesi var. Kütüphanede hem reel kitaplar var hem de sanal. Serverler boyu dijital bir arşiv. Babil'in mi dersin, İskendiriyenin mi, tarihe malolmuş bütün kütüphaneler buranın cazibesi karşısında oldukça sönük kalır.  Eski el yazması eserlerden tutunda bilumum malzemeden yapılmış tabletlere kadar bütün insanlığın tarihi burada istiflenmiş. Ancak buranın asıl şaşırtıcı olan özelliği ise; burada çalışan bütün personel Müslümanlardan oluşmakta. Ne kadar da çok İslam alimi varmış ta meğer bizim haberimiz yokmuş. İftihar edilecek kısmına gelince...Bakın işte buna çok şaşıracaksınız: "Dünyadaki bütün kitaplar, ancak tek bir kitabı anlamak içindir" sözünün büyük bir levha olarak dünyanın bütün dillerince yazılıp kütüphanenin görünür yerlerine asılmış olması. Tek bir kitaptan kasıt ise...Bizim kitabımız Kur'an-ı Kerim'in kastediliyor olması. Kütüphanenin duvarlarının ayrıca yine kitabımızdan alıntılanan ayetlerin ve surelerin hat sanatının bütün çeşitlerince yazılıp süslenmesi ise tabiri caizse bana şok duygular yaşattı.
Frekans,
Manyetik Alan,
Moleküler Yapı araştırmaları merkezi adı altında laboratuar çalışma konuları belirlenmiş.
İleride en az üç cilt kitap olacağını tahmin ettiğim izlenimlerimi ve notlarımı eğer ülkemde uygun bir üniversite bulursam paylaşacağım. Tabiki de ülkemdeki akademisyenlerin önemli işlerinden vakit ayırıp ta bana iltifat göstermeleri dahilinde. Malum-u aliniz; 133.500 akademisyen bulunmakta ülkemizde. Bunların önemli bir kısmı ise intihal ile mevki edinmişlerdir. Maalesef ki 45.000 de bütün bunlara rağmen akademisyen açığımız sözkonusu. Uluslararası bilimsel arenada çalışma yapan o kadar da az isim söz konusu. Ve biz çocuklarımızı üniversite eğitimi alsınlar diye maddi manevi yıpratıcı çılgınca bir yarışın içine soktuk. Eğitim sistemimiz ise içler acısı vaziyette. İlk-orta-lise derken okuturken kaybettiğimiz bir gençlik yapısı oluşturduk. İnformal eğitime dayalı bir rol model merkezli, cidden milli olan bir yapıyı beceremedik. İlim, kültür, sanat, edebiyat ve ahlaki merkezli bir örgütlü topluma dönüşemedik.   Süreç içerisinde de buradaki açığı kapatmak içinde kaotik bir dershane ticarethanesi mekanizması kuruldu. Maalesef ki durumu suistimal eden paralel yapılar oluştu. Bir de bu durumu dinsel maskelerle bezeyip te "aldatanlar klubü" oluşturulmuş ki...Ne desem? Bir de kör-topal bir şekilde başarı elde edebilen gençlerimizi batının hizmetine sokmak var ya; işte buna kahroluyorum. Yurt dışına bedellerini hemde cebimizden ödeyerek gönderdiğimiz genç beyin transferleri... Ama biz daha çok topçu transferlerine kilitlenmiş bir embesil topluluk olduk ya... Off, of! Tavuk mu civciv mi polemiğiyle de aziz milletimiz oyalanıp durmakta. Atı alan meğer Üsküdar'ı geçmişte Arvalap Adasını mesken edinmiş, ruhumuz duymaz!
Dilerseniz Arvalap Adasında yaşadığım üç günü, gün gün anlatayım sizlere.

1. GÜN
Türk Hava Yoları uçağı ile Yeşilköy Havalimanından havalandık. Şimdi ki adıyla Atatürk Havalimanı. Atatürk'ten havalandık batıya doğru. Önce sanırım rotamız Londra olacaktı. Oradan Paris...Sonra Berlin. Her üç yerden de adanın özel koordinatlarını alacaktık. Yani adaya direk uçuş yok. Yorucu yolculuk boyunca düşündüm durdum Ebu Firnas'ı, Hezarfen'i, Nuri Demirağ'ı ve hatta Şener Şen'li Vecihi Hürkuş'u. İstikbalin göklerde oluşunu. Hatta Dersim'i bombalayan Sabiha Gökçen bile geldi aklıma nedense.
Adaya özel bir taşıtla geldik. Manyetik resulation sistemle çalışan özel bir uçak diyelim. Yakıtı toryum. Toryumun dünyadaki rezerv bölgesi ise Malatyanın Kuluncak ilçesi. Bir de Manisa'nın Ediz'i. Henüz deneme uçuşlarını yapmakta imiş.
Belirteyim yol boyu ve yolculuğum boyu geçirdiğim her bir dakikayı kayda da aldım. Tabi ki özel iznimle. Yazının sonunda çektiğim o resimlerden ve görüntülerden bir kısmını sizlerle paylaşacağım.
Adaya indik. Adaya indiğimizde beni karşılayan heyetin başındaki yani bir şekilde bana rehberlik yapan Prof. arkadaş sorduğum her bir soruyu (suali) en ince ayrıntısına kadar yanıtladı. (Eskiden olsa cevapladı diyecektim.)
Önce kalacağım yere yerleşmem sağlandı. Ardından güzel bir yemek. Tamamen "Osmanlı Mutfağı" dediler masada bana ikram edilen yemeklere. "Burada asla fabrikasyon bir gıda ile beslenme yapmayız" dediler. "Her şey doğal ve yaradılışa uygun. Genetiğiyle oynanmış bir gıda ürünü soframızda yer bulamaz. Hatta sizin dış dünyada tükettiğiniz cola isimli meşrubat ile biz burada teharetlik alanlarımızın hijyenini sağlıyoruz. Beslenme normal olunca hastalıklarda olmuyor dolayısıyla. Dolayısıyla sentetik ilaçlara da gereksinim duymuyoruz. Hatta size bir sır vereyim, burada çalışan her bir personelin yaşı...yani en gencimiz 100 yaşında...Anlayın artık."
Önce Kütüphaneye geçtik. Buradaki herkes Müslüman. Öğle namazı için mescide ben de indim. Rehberim Mescidden içeri girmedi. Kendisinin bir başka dinin mensubu olduğunu söyledi. "Sen ibadetini yap" dedi. "Burada kimsenin ibadetine karışılmaz."
Mescidin imamı aynı zamanda buradaki herkes gibi profesör. Aslen Tokatlı imiş. Hemşehri çıktık. Benim gibi o da Çerkezmiş.
Dedim," Bütün bu kadar Müslüman nasıl olurda Vatikan'ın hizmetinde çalışır?"
Dedi," Ne Vatikan'ı?"
Anlattım olan biteni. Güldü uzun uzun.
Dedi,"Yanılıyorsun kardeşim." Sen yanlış biliyorsun. Burası İslami bir müessese. İsmi de Endülüs Bilimsel Araştırmalar Merkezi."
Nasıl yani buradaki bunca alim Vatikan'a çalıştığının farkında değiller mi?
Dedim," polemiğe girmeyeyim. Vaktim az."
Namaz sonrası bir dua yaptı ki hocaefendi, bütün cemaat salya sümük olduk. Sanki Tv hocaları bir olmuş tek bir frekanstan aminlemekteler edilen duayı. Duygulanmadım değil. "Amin" de dedim bütün içtenliğimle.
Kütüphanede geçirdim o ilk günün çoğunu. Tabletleri inceledim durdum. Abartiküs Tabletlerinde temas edilmedik konu bırakılmamış.
Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz İsa!.. Beklenen büyük kurtarıcıdan bahsediliyordu çoğu satırlarda; MHMD kodlarıyla. Kabbala ile insanlığın afetinden...Tevrat'ın ve İncil'in bozuluş hikayelerinden...Harut ile Marut'un kıssasından...Deccal ile Lucifer'in satranç oyunundan!
Akşamın ilerleyen saatlerinde ilk laboratuar olan "Frekans Aratırmaları Merkezi"ne uğradım.

2. GÜN
Ayrıntılarını kitabımda açıklayacağım için "Manyetik Alan Araştırmaları Merkezi" nde...yani İkinci laboratuarda geçirdiğim günün özeti; oldukça yoğun ve heyecanlı bir zaman dilimiydi ömrüm adına yaşadığım saatler.

3. GÜN
"Moleküler Yapı Merkezi" ziyaret ettiğim ve gezimin üçüncü gününü geçirdiğim üçüncü laboratuardı Arvalap Adasındaki.

Durumu özetlemek gerekirse;
Müslüman bilim adamları meğer "günahın doğurduğu kriminal sonuçlardan ahlaken insanlığı uzak tutmak adına bilimsel reflekslerle ilmi gerçekler" uzun adı olan bir dijital tevbe aleti icad etmişler. Adına da "Go to hell Satan" demişler. Yani ŞEY-KOV! Şeytanı kov!
Vatikan ise bu aletin tersine çalışıp çalışmayacağını merak etmiş. Ciddi bir bütçe ile de bunun mümkün olup olmayacağını araştırmaya koyulmuşlar. Mümkün olur ise de insanlığın hizmetine sunacaklarmış bu aleti. Ancak bizim uyanık bilim adamlarımız alete bir kod yüklemlemişler bunu ise kimseyle paylaşmıyorlarmış. İşte tam burada bana ihtiyaç duymuşlar.  Çünkü kodlama Açkurudyu dilinde imiş. Dayanakları da Abartiküs tabletleri.
Bütün bu ayrıntıları kitabımda bulabileceksiniz. Kitabımın tanıtımı içinse Pelin Çit'le Öteki-beriki gündemde, tv de yani önümüzdeki yayın döneminde sizlerle olacağım.

Aletin çalışma prensibi şu şekilde arkadaşlar.

Birey günaha meylettiğinde aynı zamanda maddi yapı özellikleri taşıyan insanın kimyasal reaksiyonları devreye girer.
Bilim adamlarımız günahın ve sevabın insan vücudunda yarattığı bütün duyguların dalga boylarını bir programa yüklemişler.
Diyelim ki dedikodu yapacaksınız. Saniyenin milyonlarca mini birimi öncesi senkronel olarak...daha günah tasavvur halinde iken yani. Günahın vücudda oluşturacağı pozisyona bağlı olarak. Yani dedikodu ne ile yapılır vücud azalarınca. Dil ve kulak! İşte beyne yerleştirilen bir mikrochip hemen uyarıları dikkate alarak vücudda bulunan mini elektriği kondansatör özelliği ile yüksek voltaja çeviriyor. Dolayısıyla sen dedikoduya geçmezden hemen saliseler önce dilinde ve kulağında canını yakacak kadar bir acı hissediyorsun. Dolayısıyla günah işlemekten vazgeçiyorsun, ŞEY-KOV ile...
Ya da gıybet günahı...iftira...
Günahın her türlüsüne ayarlanmış alet.
Hırsızlık mı yapacaksın? Yalan mı söyleyeceksin? Cinayet mi işleyeceksin?
Diyelim ki zina edeceksin. Alet, aletine öyle bir elektrik veriyor ki sanırsın sülbün kesilecek!

İşte Müslüman bilim adamları pozitif bilimden istifade ederek insanlığı günahtan uzak tutmanın yolunu bulmuşlar.

İyi de dedim. Kendimce söylendim. İman olmadan günahtan insanları...yani zorlayarak uzak tutmak...Çok zalimce dedim. Müslümanlar...yani ilim adamları bu işlere kafa yoracaklarına "insanlığa imanı nasıl tebliğ ederiz" üstüne kafa yorsalar daha İslami ve insani olmaz mı çıkarımını yaptım bu üç günün ardından.
Bir de "salaklar" dedim, Vatikan yetkililerine içimden.
Dedim"bu aletin daniskası zaten icad edildi ki. Hem bütün insanlık zaten o aletin etkisinde değil mi?"
"Televizyon" dedim Müslüman bilim adamlarına. "O nu tersine nasıl çalıştırırız? Asıl siz ona kafa yorun dedim," gizlice.

Son gün Vatikan'ın yönetimindeki kişiler ile akşam yemeğinde bir araya geldik. Durum değerlendirmesinde bulunduk. Yönetimin başındaki kişi de bize katılacaktı. Ancak son dakika haberiyle masaya iştirak edemeyeceğinin haberini iletti. Sanırım o an masada Felak ve Nas üzerine teolojik bir konuşma yapıyordum ki... O acil bir iş için ortadoğu'da Telaviv'de ki bir sunak ayinine katılacağından dolayı acilen gitmesi gerektiğini...Bu gerekçe, bir çok sorunun bende doğmasına yol açtı.

Adadan ayrılık vakti gelmişti.
Uçağımız adadan uzaklaşırken gözlerimin önünde küçülüşünü izledim adanın. Adanın ve Hollywood yazısı büyüklüğündeki adanın en yüksek tepesi üzerindeki büyük ışıklı tabelanın.
Vatikan yazıyordu.
Altında da açılımı, Vatikan'ın:
"Vahyi Tiye Alıp İnsanlığı Kandırma Cooperation"


NOT: Türkiye'ye döndüğümde adayla ilgili çektiğim bütün kayıtların silindiğini üzülerek müşahede ettim. Onun yerine Deniz Baykalın, Cüppelinin ve benzerlerinin kaset ve kayıtları vardı. 17/25 Aralık, Ergenekon, Balyoz vs... Bütün kasetlerin üstünde de "Pensilvanya Film Hizmetleri" yazıyordu.

******************************
"Son Selçuklu"dan! Endülüs aşığından! Osmanlı hasretliden!  Haçlı seferlerinin devam ettiğine inanan bendeniz den; sultan Alparslan'ın, Kılıçarslan'ın, Melikşah'ın ruhlarına ithafen kaleme alınmıştır!"

VATİKAN!

üçüncü bin yıl da dedi,
papa hazretleri,
asyada tabi olacak,
isa mesih efendimize!
avrupa ve afrika' dan sonra,
6. paulus efendi.
hedefler belirlendi,
diyalog dendi,
hoşgörü,
ikinci vatikan konsülü!
...
ama, denildi,
asya'da müslüman çok,
onlarda bize meyil yok!
...
onunda kolayı;
hristiyanlar gibi yaşayan,
müslümanlar elde edin!
...
popüler tabirle,
yol haritası hazırdı!
...
Müslüman coğrafyanın,
kalbine cehalet hançerini sokun!
kitaplarından koparın!
tefrika çıkarın!
...
tarlalarını uyuşturucu ile,
yeşertin ki,
kararsın dünyaları!
...
alkol, zemzemleri olsun!
...
plajlarında ve medyalarında,
arzı endam etsin iffetleri,
daha çok açılana,
daha çok modern deyin!
...
fuhuş ile nesilleri bozulsun,
analar babalar karışsın!
...
çocuklarını,
bizim hikayelerimizle uyutun!
bizim markalarımızı,
kahramanlarımızı görsünler,
rüyalarında!
...
şehirlere yığın onları,
kaos kaderleri olsun!
...
fitneye,
bahaneler üretin,
düşünmelerine,
fırsat vermeyin!
...
verin fitneyi,
iyiliği kendilerinden,
kötülüğü kaderden,
bilsinler...
...
her beş yılda ekonomik,
her on yılda siyasi,
krizleri olsun,
ahmaklık,
sonları...
...
din adamları olsun,
maaşlı ve lojmanlı,
gıkını çıkarana,
fetvalar versin,
cehenneme göndersin!
...
siyasileri olsun,
bizden olsun!
kim gelirse tepelerine,
tepedekiler,
bizden olsun!
...
eğitimi, kültürü,
biz belirleyelim,
gerisi kolay!
kerameti kendilerinde,
arasınlar,
cacıktan mevzularla,
oyalansınlar!
...
üçüncü bin yılda,
tanrı,
müslümanları kutsasın!
...
çeşit çeşit,
ideolojileri olsun,
bol bol sloganları,
teknolojiyle,
başları dönsün,
imanları sönsün!
...
itiraz edecek gibi olanları,
bu konuda şiir bile yazanları,
duymazdan gelin!
boşverin!
...
onlara,
putlar üretin,
tapınacakları yesyeni!
kısa sürer,
teslim alırız,
bütün kaleleri!
...
vatikanda,
planlar,
neticesi...
hristiyanlaşmış,
müslümanlar;
ümmetin kaçınılmaz akıbeti!


 

Fehmi Demirbağ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder