20 Ağustos 2015 Perşembe








Huuu! KOMŞU, Duydun mu, 
BATI BİZE Medeniyet GETİRECEKMİŞ!

Önce bir hikaye ile başlayalım mevzumuza:

"Annesini kaybeden bir aslan yavrusu koyunların arasına girmiş.  Koyunların sütünü emerek büyümüş. Zamanla kendini koyun zannetmiş. Bir gün koyunlardan birisi aslana şöyle demiş ..:

"Sen bizim cinsimizden değilsin. Biz  koyunuz, sen aslansın. Sen bu dağların kralısın. Son zamanlarda bu dağlarda çakalların, ayıların sesleri fazla yükselmeye başladı, bizi rahatsız ediyorlar. Bir kükresen de bizi bunlardan kurtarsan." demiş. Fakat aslan bunu kabul etmeyerek, "Ben de sizin gibi koyunum." demiş. Koyunun günlerce ısrarına rağmen aslan, aslan olduğunu bir türlü kabul etmemiş.

Nihayet bir gün koyun, aslanı alıp bir su birikintisine götürmüş. "İkimizin de sudaki akislerinize iyice bakalım. Senin yelelerin var, benim yok. Söyle bakalım ikimizde Koyun muyuz?" diye sormuş. Aslan "Hayır değiliz." demiş. Sonra koyun, "Senin,  pençelerin var, bizim yok. Senin dişlerinle bizim bir değil dişlerimiz. Hatta senin sesinle bizim seslerimiz bile farklı. İstersen bir ben meleyeyim, bir de sen kükre." Heybetli  dehşetiyle kükremiş.  Koyun cılız bir sesle melemiş. Aslanın kükremesini duyan çakallar yuvalarına, tilkiler deliklerine, ayılar aslanın inlerine kaçışmışlar. "

Sonra da hikâyemiz ile ne kastettiğimize gelelim:

Fransızlar Türkleri pişirme işinde ortak hareket ediyorlardı.
”Haçlı ordusunun bir askeri:
“Öldürülen Müslümanlar piramit şeklinde yığıldı.
O zamana dek böyle bir katliam yapılmamıştı.” derken,
Bizans imparatoru Alexios’un kızı Anna Komnena şunu söyler:
“Barbar Fransızların en büyük eğlencelerinden biri de Müslüman çocuklarını kızartmak ve yemekti.”
Antakya ve Maarra’da Fransızların Soykırım ve Yamyamlıkları..
“Burası vahşi hayvanların kol gezdiği bir çayırlık mı
Yoksa benim evim mi, doğduğum yer mi, bilmiyorum”
Yukarıdaki mısra, Orta çağ Suriyesi’nin büyük şehirlerinden Maarratu’n-Nûman şehrinde yaşanan barbarlığa atıf yapan ve yine bu şehrin sakinlerinden olan bir ozana aittir.
Haçlılar, I.Haçlı seferi sırasında Antakya’yı işgal etmiş ve bu şehrin Müslüman ahalisini katliama tabi tutmuşlardı.
Ancak bundan daha da iğrenci haçlıların Antakya kuşatması devam ederken yaptıkları yamyam lıktı.
Antakya kuşatması uzun sürmüştü.
Bu süre zarfında şehre dışarıdan bir yardım ulaştırılamamıştı. Bu sırada haçlıların da erzak stokları boşalmıştı.
Durum, haçlılar için kötüleşiyordu.
Böyle giderse değil Antakya önünde kalmak; hayatta dahi kalamayacaklardı.
Erzaksız bir ordunun savaşması imkansızdı.
Ancak bunun için pratik ve bir o kadar da iğrenç bir çözüm buldular.
Tarihin gördüğü en büyük vahşet hadiselerinden biri olan bu olayı, o sırada Antakya önündeki haçlı ordusunda bulunan ve olayın görgü tanığı olan haçlı ozanı Richard le Pelerin şöyle anlatır:
“Asaletli Pierre L’ermite, otağının önünde oturuyordu.
Kral Tafur ve adamları çıkageldiler.
Bunlar yüz kişiden çoktular ve açlıktan şişmiştiler.
Kral, keşiş Pierre’e:
“Tanrı adına bize yol göster, zira açlıktan mahvolmaktayız.” Dedi.
Pierre şöyle cevapladı:
“Korkak olduğunuz için!
Haydi şurada yatan ölmüş Türkleri toplayınız.
Tuzlar ve pişirirseniz pekala yenir onlar.”
Bunun üzerine on bin haçlı toplandı.
Türk ölülerinin derileri yüzüldü, bağırsakları çıkartıldı.
Etleri haşlama ve kebap yapıldı.
Adamlarımız bu etleri doyasıya yediler, ama ekmeksiz olarak. Bunu gören zincire vurulmuş Türkler çok korktular, et kokusundan duvarlara dayandılar.
Yirmi bin putperest (Türkleri kastediyor) bu manzarayı seyretti; ağlamadık Türk kalmadı! (…)
Adamlarımız kendi aralarında konuşuyorlardı:
“Şu Türk eti, zeytinyağlı domuz sırtı ve jambondan daha iyidir!” Ortalıkta Türk ölüsü kalmayınca, mezarlıklara varıp Türk ölülerini çıkardılar.
Onlardan bir tepe yaptılar.
Bağırsaklarını çıkarıp Asi Nehri’ne attılar;
etlerin derilerini asıp rüzgarda kuruttular!”
Suriye’deki Sur şehrinin Katolik metropoliti olan Guillaume de haçlı yamyamlığını şöyle anlatmıştır:
“Bohemond (Bu adam haçlı liderlerinden olup, işgalden sonra Antakya kontu olacaktı) birkaç Türk getirilmesini istedi ve bunları hemen öldürttü.
Büyük bir ateş yaktırarak etleri şişlere geçirtti ve pişirtti.
Sonra da bütün akrabalarını çağırarak onları Türkleri yemek üzere kurdurduğu sofralara davet etti.
Bunun manası kendisine sorulunca da:
“Bugün buradaki Türklerin etlerinin başta komutan ve prensler olmak üzere orduya ikram edileceğinin bilinmesi içindir.” dedi.”
Haçlı tarihçilerinden Charles Mills ise şunu nakleder: “Bohemond getirttiği Müslüman Türkleri boğazlattı ve ateşte kızarttı.
Seyredenlere dönüp buraya iştahını tatmin etmek için geldiğini haykırdı.”
Bizzat sefere katılmış olan bir haçlının yazdığı Anonim Gesta Francorum adlı tarihte de “Müslümanların etini yiyen Fransızlar”dan bahsedilmiştir.
Antakya’daki camilerin yakılmasına ve Müslüman katliamına tanık olan Papaz Lemoine şöyle der:
“Fransız askerleri şehre girince sokaklarda gördükleri ihtiyarları ve çocukları parçalıyorlardı.
Ancak ilk gün herkes öldürülemedi.
Ertesi gün bizimkiler, şehirde sağ kalan 10.000 Türk’ü kestiler!”
Brentano da şunu söyler:
“Fransızlar, şehir civarındaki bataklıklarda iki haftadır yatan Türk cesetlerini iştahla yemekteydiler.”
O gün esir düşen ve teslim olan her Müslüman katledildi.
Bir papaz, vicdani hislerden tamamen yoksun şekilde: “Müslüman kadınlarına gelince; onlara karınlarına birer kılıç sokulmaktan başka bir fenalık yapılmadı.” demiştir.
Yamyamlık, Orta çağ Avrupa’sı için yeni ve marjinal bir olgu değildi.
En ufak bir sıkıntıda dahi Hristiyan Avrupalılar, yamyamlığa başvurabiliyorlardı.
Haçlı seferlerinden bir süre önce Fransa’da meydana gelen kıtlıkta da bir sürü yamyamlık vakası olmuştu.
Bir adam çocukları kandırarak götürüp onları yemişti.
Bir adamın evinden de, o adamın yediği insanların kafataslarından oluşan bir koleksiyon çıkmıştı.
Haçlıların Ortadoğu’da yaptıkları yamyamlık, papalığa “mecburiyetten bu işin yapıldığı” şeklinde aktarılsa da; bu barbarlık mecburiyetin çok ötesinde adeta bir ziyafet, hatta ritüel şeklini almıştı.
Haçlı lideri Bohemond, akrabalarını “Türk ziyafeti”ne çağırırken;
Tafurlar adı verilen haçlı topluluğu da ortalıkta Türk eti yemek istediklerini haykırarak dolaşmaktaydı.
Vahşet bununla bitmedi.
Haçlılar Antakya’dan sonra Suriye’nin en mühim şehirlerinden olan Maarratu’n-Numan şehrini kuşattılar ve işgal ettiler.
İslam kaynağı İbnü’l-Esir bu işgalle ilgili olarak:
“Müslümanlar üç gün boyunca kılıçtan geçirildiler.
Burada yüz binden fazla Müslüman öldürüldü ve kadın ve çocuklar da esir alındı.” demektedir.
Buradaki katliama tanık olan Raoul de Cean şöyle der:
“Bizim Fransızlar, Maarra’da esir alınan Müslümanları kazanlarda pişirdiler ve çocuklarını da şişe geçirip kızarttılar.” Brentano’nun nakli de ilginçtir:
“Fransızlar Müslüman Arapları ve Türkleri ikiye kesip güya yuttukları altınları arıyorlardı.
Diğer bir grup ise Müslümanları parça parça kesip pişiriyordu.” Bir başka haçlı kaynağı da “Adamlarımız Türklerin butlarından parçalar koparıp kızartıyorlar, ama daha tam pişmeden vahşi ağızlarıyla silip süpürüyorlardı.” demiştir.
Haçlı tarihçisi Albertus ise:
“Adamlarımız Türkleri, hatta köpekleri yiyorlardı” demek suretiyle Müslüman eti yemenin, bir köpeği yemekten daha normal olduğunu belirtmiştir.
Willermus ise:
“Fransızlar Türkleri pişirme işinde ortak hareket ediyorlardı.” demektedir.
Haçlı ordusunun bir askeri:
“Öldürülen Müslümanlar piramit şeklinde yığıldı.
O zamana dek böyle bir katliam yapılmamıştı.” derken,
Bizans imparatoru Alexios’un kızı Anna Komnena şunu söyler: “Barbar Fransızların en büyük eğlencelerinden biri de Müslüman çocuklarını kızartmak ve yemekti.”
Thomas Fuller:
“Bağışlanmak için cümle dahi kuramayacak kadar küçük Müslüman Türk çocukları ve bir savaşçının her daim affedebileceği zayıf kadınlar bile boğazlandı.” demektedir. Michaud, Müslümanların ateş üzerinde zorla yürütüldüğünü belirtir.
Keşiş Robert Maarra yamyamlığı için şunu söylemiştir: “Adamlarımız çatılarda yürüyorlar ve sanki yavruları çalınmış dişi yaban aslanı gibi saldırıp, yiyip, içiyorlardı.
Yılların ağırlığı altında ezilmiş ihtiyarları ve küçük çocukları parçalayıp yiyorlardı.
Para bulmak için Müslümanların karınlarını deştiler.
Kan, akarsular gibi yollardan aktı, her yerde cesetler vardı.” Foucher: “Müslüman katliamında Ermeniler ve Yunanlılar Fransız haçlılarına yardım ediyordu.” ifadesini kullanmıştır.
Aix Başpiskoposu da: “Adamlarımız ölülerini yiyerek dahi Müslümanlar ve Türklerle savaşmış oldular.” diyerek memnuniyetini dile getirmiştir.
Haçlıların ve bilhassa Fransızların yaptıkları Antakya ve Maarra katliamları, Kudüs katliamı için bir prova gibiydi.
Bu bilinçsiz ve barbar kalabalık, İslam dünyasında huzurun ve ruhaniyetin sembolü olan ve Müslümanlar tarafından “Daru’s-Selam”(Huzurun ve barışın yeri) olarak adlandırılan Kudüs’e ilerlemek ve burayı işgal etmek için her yolu mubah görüyordu.
Bu haçlı ordularında en baskın unsur da Fransız unsuruydu. Zira haçlı seferi çağrısı Fransa’da yapılmış, ordular buradan yola çıkmış ve en büyük katılım da buradan olmuştu.
(Antakya ve Maarra katliamının faillerinden olan Normanlar ise Viking soyundan gelen vahşi bir kavimdi.)
Fransızların bu hareketleri tarihin dahi yüzünü kızartacak kadar iğrençti.





1800'lü yıllar.
Basık atmosfer Londra'nın makus talihi.   karamsar Puslu ... Önce Londra insanının gündelik yaşamına bir göz atmak istiyorum. Ki, kendi insanını dahi ezen ona zulmeden zihniyetin nasılda düzenlemek olupta dünyayı talan etme hikâyesinin başlangıcını ifade etmek adına ...

Senelik banyolarını Mayıs ayinda yapan İnsanların çoğunun Haziran'da evlendiği, Londra'dayız. Haziran'da hala çok kötü kokmuyorlardı. Ama yine de kokmaya başladıkları Için gelinler vücutlarından çıkan kokuyu bastırmak amacıyla Ellerinde Bir buket çiçek taşıyordu.

Banyolar Için sıcak suyla doldurulmuş Büyük Bir fıçıdan meydana geliyordu. Evin erkeği temiz'ait suyla yıkanma imtiyazına sahipti. Diğer erkekler, DAHA SONRA kadınlar, sonra Çocuklar Ettik ondan oğlu tr A.Ş. oğulları Sonra Kardiyo suda yıkanıyordu bebekler Olarak da. Bu esnada su o kadar kirli hale geliyordu ki icinde göster göster gerçekten Bir seyleri kaybetmek mümkündü. İngilizce'deki 'banyo suyuyla Birlikte bebeği de atmayın' (Bathwater Birlikte bebeği de atmayın) deyimi buradan gelmektedir.

Evlerin ÇATILARI üst üste yığılmış kamıştan yapılıyor, kamışların Altında tahta bulunmuyordu.

Diğer küçük hayvanlar (fareler, böcekler) çatıda yaşıyordu A.Ş. köpekler Burası hayvanların ısınabilecekleri tek Yer oldugu icin bütün, kediler ,.

Yağmur yağdığı zaman çatı kayganlaşıyor Ettik bazen hayvanlar kayarak çatıdan Aşağı düşüyordu. İngilizce'deki 'kedi-köpek yağıyor' (It kediler köpekler yağıyor ve) deyimi buradan gelmektedir. Yukarıdan evin icine düşen seyleri engelleyecek hicbir şey Yoktu. Böceklerin A.Ş. buna benzer nesnelerin yatakların icine düşmesi Büyük Bir sıkıntı oluşturuyordu.

Etrafında YÜKSEK direkler A.Ş. üstünde cibinlik Bulunan İngiliz usulü yataklar da işte buradan gelmektedir.

Şehrin Zemini topraktı. Başka Bir Seyden yapılmıştı topraktan Sadece zenginlerin Zemini.

"Toprak Kadar fakir" (kötü kir) tabiri buradan çıkmıştır. YAPILMIS zeminleri Vardı ahşaptan Zenginlerin. Bunlar kışın ıslandığı zaman kayganlaşıyordu. Bunu Önlemek Için yere saman (thresh) seriyorlardı. Kış Boyunca saman sermeye devam ediliyordu.

Bir zaman geliyordu ki kapı açılınca saman disariya taşıyordu. Buna mani olmak Üzere kapının Altına Bir tahta Parçası konuyordu ki Eklendi Eklendi bunun adı 'thresh hold' (saman tutan; Türkçesi "eşik") IDI. Yemek Pişirme İşlemi onu zaman ateşin Üzerine asılı durumdaki Büyük Bir Kazanın icinde yapılıyordu. ONUN gün yakılıyor Ettik ateş kazana Bir Şeyler ilave etmek, etmek, ediliyordu. Cogu pek bulunmuyordu ettik, yeniyor sebze zaman. Akşam yahni yenirse artıklar kazanda bırakılıyor, gece Boyunca soğuyan yemek Ertesi gün tekrar ısıtılarak yenmeye devam ediliyordu. 'Bezelye lapası sıcak, bezelye lapası soğuk, kazandaki bezelye lapası dokuz günlük' (bezelye bezelye dokuz gün eski Bir tencerede lapası, bezelye soğuk lapası, sıcak lapası) tekerlemesinin menşei budur.

Bulaşık yıkanmazdı yani.

Bazen domuz eti buluyorlar, o zaman çok seviniyorlardı. Eve Ziyaretçi gelirse domuz etlerini asarak onlara gösteriş yapıyorlardı.

Birisinin eve domuz eti getirmesi Zenginlik işaretiydi. Bu Etten küçük bir parça keserek misafirleriyle oturup paylaşıyorlardı. BUNA 'yağ çiğnemek' (yağ çiğnemek) adı veriliyordu. Parası olanlar kalay kurşun alaşımından YAPILMIS tabaklar alabiliyordu. Asidi YÜKSEK Olan yiyecekler kurşunu çözerek Yemeğe karışmasına sebep oluyor, böylece gida Sağlıklı zehirlenmelerine ölüme yol açıyordu Ettik.

Domatesler buna Sık Sık sebep oldugu icin bunda Sonraki Yaklasik 400 yıl Boyunca domateslerin zehirli Olduğu düşünülmüştü. İnsanın cogu kalay-kurşun alaşımından YAPILMIS tabakları Yoktu. ONUN Yerine tahta tabaklar kullanıyorlardı. Çoğu zaman bu tabaklar bayat ekmekten yapılıyordu. Ekmekler o kadar bayat A.Ş. sertti ki uzun zaman kullanılabiliyordu.

Bunlar hicbir zaman yıkanmadığı İçin, icinde kurtlar küfler oluşuyordu Ettik. Kurtlu küflü tabaklardan yemek yiyen İnsanların ağızlarında 'Tabak ağzı' (açma ağız) ziyaretinde denen hastalık Ortaya çıkıyordu. Ekmek Göre bölüşülüyordu itibara. İşçiler yanık Olan alt kabuğu, aile orta Kısmı, Misafirler de Üst kabuğu alırdı.

Bira A.Ş. viski içmek Için kurşun kadehler kullanılıyordu. Bu Bileşim insanları bazen birkaç, gün suursuz vaziyette tutabiliyordu. Yoldan Geçen insanlar Bunların çoğu yerin epey cogu yerin epey oldugunu sanıp defnetmek Için hazırlık yapıyordu.

Bunlar birkac gün süreyle mutfak masasının Bizim Için Bizim için üstüne yatırılıyor, aile etrafına toplanıp yiyip içerek uyanıp uyanmayacağına bakıyordu. BUNA 'Uyanma' nöbeti deniyordu. İngiltere'de İnsanların yaşam Alanları eski insanlar ölülerini gömecek yer bulamamaya başlamıştı, küçük yerlerdi Ettik. Eklendi Eklendi bunun Için Mezarları kazıp tabutları çıkarıyor, kemikleri Bir 'kemik evi'ne götürüyor mezarı yeniden kullanıyorlardı Ettik.

Tabutlar açıldığında onu 25 tabutun Birinde iç Tarafta kazıntı izleri Olduğu Layık layık görüldü. Böylece İnsanların diri diri gömüldüğü Ortaya çıktı. Buna Çözüm Olarak cesetlerin bileklerine Bir ip bağlayıp bu ipi tabuttan disariya taşıyarak Bir çana bağladılar. Bir kisi bütün, gece boyu mezarlıkta oturup zili dinlerdi. Buna mezarlık nöbeti (mezarlık vardiya) denirdi. (Saved by the bell) Bazıları zil Sayesinde Kurtulur Bazıları da 'ölü zilci' (dead ringer) olurdu.

ellerinden ziyaretinde yüz Rahibelerin safra Başka yerlerini yıkamaları kesin Olarak yasaklanmıştı. Kastilya Kraliçesi İsabella bile 50 Yıldan Fazla süren hayatı on iki kez banyo yapmıştı üzerine Boyunca.

Kirlilik adeti Amerika'ya da bulaşmış, Pensilvanya Virginia eyaletlerinde 'banyo yapmayı yasaklayan' ziyaretinde 'ya da beligbli kısıtlamalar getiren Amirliği çıkarılmıştı. Philadelphia'da imkb kanunla Bir Ay icinde Birden Fazla banyo yapan insanlar cezaevine gönderiliyordu.

Kısaca sıradan İnsanın sefil Bir hayata, cehalete mahkum Bir Toplumdan bahsediyoruz bırakıldığı. Üretim Araçlarını Özel mülkiyeti Haline getiren az sayıda insan imkb, Toplumun geri kalanını ücretli işçi Durumuna soktuğu kapitalizm isimli Bir düzen kurmaktadır Londra'da.

Mülk sahibi sınıf Olan Şehirli sermaye Sahiplerinin, Ekonomik Açıdan epeyce palazlandıktan Sonra egemenliğini Siyasal Bir güçle taçlandırmasıdır.
İngiliz zengin sınıfı denizaşırı coğrafyaları sömürgeleştirmekle A.Ş. talan etmekle kalmayıp Kendi ülkesinin işçi sınıfının da kanını iliklerine dek emmiştir. "Üzerinde güneş batmayan" İngiliz imparatorluğu hummalı bır sekılde Korkunç Bir Emek Ettik sömürüsü ile Insa edilmistir.

Avrupa'da en kıymetli bakanlık Sömürge Bakanlıklarıydı.

1900'lü yılların Başlarında İngiltere'nin batı yakası ihtişamıyla göz kamaştırırken, doğu yakasında onu gün biraz daha Artan sayıda insan uçuruma itilmektedir. onlara kendini asgari düzeyde yeniden üretme Sansi safra vermemektedir Ettik koymakta İngiliz burjuvazisi yüz Binlerce insanı Fiziksel varlığının son sınırlarına Kadar çalıştırıp Bunların çoğu yerin epey cogu yerin epey ürettigi zenginliğe el.

Düşünün, Londra Metrosu yapılırken güneş yüzü görmeden orda doğup, yaşayıp, orda ölen insanlar olmuştur.Kâr hırsıyla gözü dönen burjuvazi, Bizim Için Bizim için üstüne üstlük bu Üreten sınıfı aşağılamakta, onu cahil değersiz Bir yığın Yerine koymaktadır Ettik.

Doğu yakasında yaşamaya Çalışan işçilerin Durumu çok kötüdür. İnsanların en Temel barınma haklarından safra yoksundurlar. Kiralık ev yoktur, kiralık ODALAR daha doğrusu izbeler Vardır.

Bütün gün Çalışan İnsanların kazançlarının En Büyük bölümü haftalığı üç Silin Olan bu odalara verilmektedir. Bu evlerde tuvalet, ısınma gibi olanaklar zaten bulunmamaktadır.

İnsanlar bu Ahira benzeyen evlerde uzun yıllar Kalır A.Ş. Çoğu zaman ömürlerini de buralarda tamamlarlar.

Domuz ahırlarına benzeyen Yerlerde Yaşayan inancındadırlar bekleyemezsin temizlik, ziyaretinde Düşünceler Çalışan insanlardan, güzel, Ettik, İngiliz hanımefendi beyefendileri Ettik. onlari pis, kaba bulup, hakir görmektedirler Ettik, sefalet icinde Yaşayan işçilerin sırtından geçinmekte beyler Ettik hanımlar Ayşe. İngiltere'de işçi sınıfı neredeyse Fiziksel Olarak varlığını korumanın koşullarından safra mahrumdur. Büyük Bir aile küçücük Bir odada yaşamaya mahkum edildiği Arasında, Uçurumun kenarında yaşamaktadırlar. Yoğun sömürü koşullarından Madenlerde çok YÜKSEK sıcaklıklarda onu yaştan kadın erkek yanyana Bir Lokma ekmek İçin çalışmak Zorunda Kalır. Açlık yoksulluk Ettik, yanına Başka bozuklukları A.Ş. zorunlulukları da alarak işçi sınıfının Bizim Için Bizim için üstüne Bizim Için Bizim için üstüne yürür. Sevgi saygı uzerinde insa ettik Edilmiş Olması Gereken kadın erkek İlişkilerinde de bir yozlaşma, ahlaki çöküntü ALIR başını gider. Buna bir de yaşlılık, hastalık A.Ş. iş kazaları sonucunda Ortaya çıkan başkasına muhtaçlık Durumu eklenince, düşkünler evinde kalabilmek için verilen savaşı Varin siz Düşünün.

Kapitalistlerin kâr hırsı uğruna Yaşamın onu anı hapishaneye çevrilir. Yaşamanın kahredici Bir yük A.Ş. anlamsız Bir eziyet Haline geldiği,, bu durumdan ölerek kurtulmak isteyenlerin Sayısı artmaktadır.

insanlar yoksulluk Göster göster Fakat sefalet uçurumunun Dibinden intihar edip kurtulmak isterlerken safra özgür değillerdir Ettik. Mahkemeler yargılamakta "öLmeyi beceremeyip Sağ kalma" suçu ziyaretinde "işlediği Tespit olunanlar hapsi boylamaktadır.

Adalet, Hukuk Yasalar Ettik, Sermayenin çıkarına işlemektedir. İşçilerin Hayatları birileri Tarafından gasp Edilmiş, yaşama haklarına tecavüz Edilmiş ölme özgürlükleri safra ellerinden alınmıştır Ettik. ilgili Buna Rağmen onlari Iki değnek gibi uzerinde oradan oraya sürükleyen bacaklarına dinlenme hakkı verilmeyecektir. Londra sokaklarındaki banklar evsiz ama bütün, gün Bir kapitalistin emrinde çalışmış bedenlerin uyuyup dinlenmesi Için yapılmamıştır.
Geceleri banklarda uyuması bile yasak Olan bu insanlar onu mevsim ölü gözleri, çökmekte Olan bedenleriyle oradan oraya sürüklenip dururlar. Bir evin kapı aralığında uyumaya kalktıklarında da buna da buna yasaların gücü hemen Girer devreye. Polis zoru derhal enselerinde biter A.Ş. gözlerinde uyku, çökmüş bedenlerini taşımaya Çalışan insanlar Için cezalar hiç zaman kaybetmez. İşçi sınıfı Için burjuva adalet Mekanizması çok Hızlı Çalışır.

En kıymetli yemeği ekşimiş yulaf ezmesi Olan A.Ş. "Çivi" demektedirler insanlar yoksullar Için Insa edilen barınaklara. Bu "çivi" lerde Kalmak öyle beleş falan da olmayıp Bir bedeli Vardır.

Ya TAŞ ya da en İYİ DURUMDA Bir hastanenin temizliğini YAPMAYA Gitmek zorundadır insanlar kırmaya. Yedikleri yemegin yattıkları Yatağın bedelini Ödemeden oradan ayrılamazlar Ettik. Aksi halde bir daha asla, bir Gecelik safra olsa, yoksullar evinden faydalanamazlar. yoksul Ettik Bu evler hastalıklı onu yaştan işçinin En Büyük umut kapılarından biridir.

Bu zorlu yaşam, Kendi dilini de yaratmıştır. Uykusuz Olduğu halde banklarda yatması yasak olunca yürümek Zorunda kalmaya "sancak Taşıma", aç kaldığında bedava yemek yiyebildiği yere "askı", korkunç yataklarda yattığı, taş gibi ekmeğini yediği yoksullar evine de "çivi" der Londranın işçisi. Gölgesini satamadığı ağacı kesen kapitalist sistem Kendi işleyişinin yarattığı sınırlara gelip dayandığında Ortaya çıkan Ekonomik bunalımlar zaten Uçurumun kenarında yaşamakta Olan bu insanları kitleler Halinde uçurumdan Aşağıya iter. Bir yanda Inanılmaz Bir bolluk, Diğer yanda Aklin sınırlarını Zorlayan Bir yoksulluk. Böylesi dönemlerde özellikle erkek İşçiler gözlerinin Önünde eriyip yok olmakta Olan karısı çocuklarına baktıkça derin Bir ahlaki çöküntü icine sürüklenirler Ettik.
Erkeklerin düşünmeye başlaması yapmaması Gereken Bir Şey, Çünkü bu durumdaki erkekler GENELLİKLE hem karılarını hem de çocuklarını öldürürler.

Işte bu tablo Karşısında uygar  çağdaş adı Verilen bu dünyanın, İnsanın yararına OLUP olmadığını sormak Gerekir.

Uygarlık denen bu Büyük dolandırıcılığın  yapay parlaklığın etkisini Matah Bir Şey zanneden Dönemin Bir kısım Osmanlı aydınları imkb Bizim insancıl düzenimizi yıkmak adına bilerek ya da bilmeyerek onlarin ekmeğine yağ sürmüşlerdir.

Oysa İnsanlığın Değildir Makineler, teknoloji, Üretim araçları düşmanı; Bunların çoğu yerin epey cogu yerin epey çoğalttığı nimetlerin paylaşımını adaletsizce yapan zihniyetlerdir.

Hadi şimdi de satarbucks kahvemizi yudumlayalım.

Peki bu UNUTULUR MU?

Lütfen Sonuna Kadar Okuyun okutturun Ettik.

Birinci Dünya Savaşı'nda İngilizlere, esir düştü askerimiz 150 bin. Bu askerlerden Bir Kısmı da Mısır'ın İskenderiye şehri yakınlarında Bulunan Seydibesir usare Kampı'na hapsedildi. KAMPIN tam adı, 'Seydibesir Kuveysna Osmani Useray-I Harbiye Kampı' IDI.

Bu kampta, 1918'de Filistin Cephesinde esir 16. Tümen'in 48. Alayı'na Bağlı Osmanlı Askerleri Tutuluyordu.12 Haziran 1920'ye Kadar Iki yıl Boyunca düşen Her türlü işkence, eziyet, ağır hakaretler Ettik aşağılamaya Maruz kaldılar.İnsanlık dışı muamelenin nedeni imkb Ermeniler idi ...

Kamptaki, Türkçe bilen Ermeni tercümanların Yalan yanlış çevirileri kampların İngiliz komutanları kışkırtmaları NEDENİYLE, Azılı Türk Düşmanı Haline gelmişlerdi Ettik. Savaş bitmişti.Ancak, İngilizlerin beyinlerine Kamptaki ağır KOŞULLAR NEDENİYLE ölenler dışındaki askerleri Teslim etmek, İngilizlerin, Gelmiyordu.Çünkü işine olasi Yeni Bir Savasta, askerlerin Yeniden karşılarına çıkabilecekleri Bu, Ermeniler Tarafından, işlenmişti.

Çözüm Toplu katliamdı ... Askerlerimiz, Mikrop kırma bahanesiyle, süngü zoruyla Sterilizatör havuzlarına sokuldu.Ancak; Suya normalin çok uzerinde 'krizol' maddesi katılmıştı ..

Mehmetçik, suya daha ayağını soktuğunda, aşırı krizol maddesi NEDENİYLE haşlanıyordu. Ancak, İngiliz Askerleri, dipçik darbeleri ile askerlerimizin havuzdan çıkmalarına Topçu Alay Komutanı vermiyorlardı. Mehmetçikler, Bellerine Kadar gelen suya başlarını sokmak istemediler. Ancak, Bu kez İngilizler havaya (başlarının Üzerine) ateş Etmeye başladı.Askerlerimiz, ölmemek İçin, çömelerek başlarını suya soktular.Ancak, başını Sudan kaldıran artık göremiyordu.Çünkü gözleri yanmıştı ...

Dışarı çıkanların halini gören Sıradaki askerlerimizin direnişleri de fayda etmedi 15 000 (15 bin) askerimiz kör oldu.Bu vahşet, 25 Mayıs 1921 Tarihinde TBMM Ve. 'De görüşüldü.Milletvekilleri Faik   Şeref Beyler Bir önerge vererek, Mısır'da esirlerin Krizol banyosuna sokularak, 15 bin vatan evladının gözlerinin kör edildigini, BUNUN faili Olan İngiliz doktor, Garnizon Komutanı cezalandırılması icin, TBMM 'askerlerin nin teşebbüse geçmesini istediler Ettik.

Ancak, yeni mahalle Dağıtımı dağıtımı Kurulan Devletin bin türlü derdi Vardı. Rejim alrhtarı diye nitelendirilen İnsanların istiklal mahkemelerinde infazları gerekmekteydi, misal. Ağır sorunlarla uğraşan TBMM 'de bu hesap sorma işi nnutuldu gitti.Ama ONLAR unutmuyorlar ... Kendi ihanetlerini bile soykırım ambalajına sarıp, dünya kamuoyuna Sunuyorlar.

En üzücü olanı da Malum birilerinin, Bu karalama kampanyalarına çanak tutması ... ERMELİLER soykırım yapıldı diye Dünyayı ayağa Kaldiriyor. BİZİM TARİHİMİZDEN Haberimiz YOK. !!!


KAOS NASIL ÜRETİLİR?



Günlerden Bir Gün yolu Bir Köye düşmüş Şeytanın.
Keyfi yerinde olan şeytan sırtını Bir ağaca dayamış A.Ş. buzağısı kazığa Bağlı Olan ineğini Sagan genç Bir kadını Uzaktan izlemiş.
Şeytan kadını epeyce izledikten sonra yerinden kalkıp kazığa Bağlı buzağının ipini biraz gevşetmiş.
Buzağı bu az ötede annesinin sütünün kovaya sağılmasını aç karnına izlemeye daha Fazla dayanamamış debelenmiş boynundaki IP Çözülmüş Ettik.

Koşarak annesini emmeye giden buzağı süt kovasını devirmiş.

Sağdığı süt ziyan olunca sinirlenen genç kadın eline geçirdiği odunu buzağıya vurunca yavru yere yığılmış.

Yavrusuna saldırılan inek kayıtsız kalamayıp Bir tekmede kadını yere SERIP Öldürmüş.

Uzaktan geçmekte Olan kadının kayın pederi, ineğin'gelinini öldürdüğünü Gorup ineği tüfekle vurmuş.

Silah sesini duyan koca, Karısını yerde cansız yatar babasını da elinde tüfekle görünce silahını çekip babasını Öldürmüş.

Kısa Bir Süre Sonra Gerçeği öğrenen genç adam, bu kadar acıya dayanamayıp intihar etmiş.

Bütün bu Olayları Bir kenardan izleyen şeytan;

Demis "BU DE BANA YÜKLERLER ipini GEVŞETMEKTEN BAŞKA BEN NE YAPTIM ŞİMDİ buzağının, felaketi".


Bir Başka hikaye daha ...
Köyün Birinde Bir Yaşlı adam varmış. Çok fakirmiş ama Kral bile onu kıskanırmış. Öyle dillere destan Bir beyaz atı varmış ki, Için ihtiyara vadilere Büyük at Kral bu Bir servet Teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış. "Ayşe, değil Benim icin de Sadece Bir'in, bir dost insan dostunu satar mı At.?" demiş. Yok da sabah kalkmışlar ki Bir. Köylü ihtiyarın Başına toplanmis: ".. Seni ihtiyar bunak, bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi Krala satsaydın, Sonuna Kadar beyler gibi yaşardın simdi ne paran var, ne de atin ömrünün" demişler.

Ihtiyar: "Karar vermek Için acele etmeyin" demiş. "Sadece kayıp at" Deyin, "Çünkü gerçek bu. Ondan ötesi Sizin yorumunuz Karar, Verdiğiniz Ettik. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa Bir şans mı? Bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz Bir Başlangıç. Arkasının nasıl gelecegini kimse bilemez. "

Köylüler ihtiyara kahkahalarla gülmüşler. Aradan 15 gün geçmiş Bir Gece ansızın dönmüş de Ettik. Meğer çalınmamış, Daglara gitmiş. Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş. Bunu gören Köylüler toplanıp ithiyara Gidip özür dilemişler. "Babalık" demişler, "Sen çıktın haklı. Atının kaybolması Bir talihsizlik Değil adeta Bir devlet kuşu oldu senin için, şimdi bir, sürün var da."

demiş ihtiyar "gen Için vermek acele Karar Ediyorsunuz". "Sadece Atin geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece sadece sadece sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz."
Köylüler bu defa açıkça ihtiyarla dalga geçmemişler ancak içlerinden "Bu ihtiyar sahiden saf" diye geçirmişler. , Vahşi atları terbiye Etmeye Çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş Bir hafta geçmeden ayağını kırmış Ettik. Evin geçimini sağlayan oğul şimdi uzun zaman Yatakta kalacakmış. Köylüler geni gelmişler ihtiyara. "Bir kez daha haklı çıktın" demişler. "Bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun Süre kullanamayacak. Oysa sana Bakacak başkası da yok. Simdi eskisinden daha fakir, daha zavallı OLACAKSIN" demişler. Ihtiyar "Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz" diye cevap vermiş.

"O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu. Ötesi Sizin Verdiğiniz karar. Ama acaba ne Kadar doğru. Hayat böyle küçük Parçalar Halinde gelir A.Ş. ondan sonra Neler olacagını asla bilemezsiniz"

Birkac hafta Sonra Düşmanlar hanedanlığa çok Büyük Bir ordu ile saldırmış. ümitle kral oğlu Bir eli silah tutan bütün, Gençleri askere gönderme emrini vermiş. Köye gelen görevliler, ihtiyarın, Gençleri almışlar oğlu Dışında bütün, askere bacaklı kırık. Sarmış matem koyu. Çünkü Savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, ya ya öleceğini giden Gençlerin hala silahlarla dolaştığı hala Silahlarla dolaştığı da esir düşeceğini herkes biliyormuş.

Köylüler gen gelmişler ihtiyara. "Gen haklı olduğun kanıtlandı" demişler. "Oğlunun bacağı kırık ama hiç değilse yanında yer almaktadır. Oysa bizimkiler, belki asla Köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik Değil, şansmış meğer ..."

"Siz erken karar vermeye devam edin" demiş, ihtiyar. "Oysa ne olacagını kimseler bilemez. Bilinen Bir Tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde. Ama Bunların çoğu yerin epey cogu yerin epey Hangisinin talih, Hangisinin şanssızlık oldugunu sadece sadece sadece sadece Allah biliyor."

.. "Acele karar vermeyin Hayatın Küçük Bir dilimine bakıp Tamamı Hakkında karar vermekten kaçının Karar; ... Mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur Buna Rağmen akıl, insanı daima Karara zorlar Oysa gezi asla sona ermez verdiniz Aklın durması halidir Karar Bir. biterken yenisi baslar. Bir kapı kapanırken, başkası Açılır. Bir Hedefe ulaşırsınız Ettik daha YÜKSEK Bir hedefin hemen oracıkta oldugunu gorursunuz yol. "


BEN ŞİMDİ NE istedim yaaa demek?


BİR KURMAĞA kermit HİKAYESİ ALIR misiniz?


Bilim adamları, kaynamaya Yakın sıcaklıktaki Bir kova suyun icine Bir kurbağa bırakıyorlar. Kurbağa, ani Bir refleksle kendini kovanın disina atıyor.

Kardiyo bilim adamları, kalp kurbağayı bu sefer, Oda sıcaklığındaki suyla dolu Olan CARDIO kovanın icine bırakıyorlar. Kurbağa, keyif icinde öylece duruyor suyun icinde.

Bilim adamları, suyun sıcaklığını çok yavaş Bir biçimde artırmaya başlıyorlar. Kurbağada çıt yok. Kurbağa memnun ...

Ama su yavaş da olsa, ısınmaya devam ediyor. Diğer Bir deyişle, kurbağanın "suyu Isınıyor ..." Suyun sıcaklığı kademe kademe arttıkça kurbağanın keyfinde Bir degisiklik olmuyor; ancak, biraz sersemler gibi oluyor.

Derken, bu sersemlik hali, daha artıyor ... Ve kurbağa, Kendi sersemliği icinde daha derinlere doğru yol alırken, kovanın Içinden disariya atlayarak Kendisini bu cendereden kurtaracak gücü de gittikçe kaybediyor ... Gore Gore ... sessiz sedasız Ve göz Ve .. . Bizim kurbağa kaynar hale gelecek suyun icinde haşlanıp gidiyor ...

Bilim adamları düşünüyorlar: - ?! Peki niçin böyle oldu .. Çünkü, diyorlar, kurbağanın Hayatına yönelen tehditleri algılayan içgüdüsel ayarları, çevresindeki "ani" değişimlere Göre kodlanmıştır ... Kademe kademe yavaş yavaş OLUŞAN değişikliklere Göre Değil A.Ş. ..

Ancak ... Deney sırasında bazi kurbağaların, yavaş yavaş ısınmaya devam eden su beligbli Bir sıcaklığa erişince zıplayıp, hayatlarını kurtardıkları da gözlemleniyor. Ama kurbağaların çok Büyük Bir Kısmı "değişim" i algılayamadıkları Için haşlanarak oluyorlar ..

Bilim adamları, bu deneyden kalkarak, önemli Diğer Diğer sonuçlara ulaşıyorlar:

- Durum biz insanlar Için de pek Farklı Değildir. Hayatımızda ani Değişimler Olmadan ya da ciddi A.Ş. ani Bir tehdit Ortaya çıkmadan pek harekete geçmeyiz.

- Tek tek insanlardan OLUŞAN insan topluluklarında, yani toplum, yani Ülke, yani devletlerde de durum aynen böyle. Suyumuz ısınmasını yavaş yavaş sürdürüyorsa, yerimizden kımıldamaya yanaşmayız!

- Sıradan A.Ş. Rahat ortamımızın Bize doğru yansıttığı güven aldatmacasına tembelce sığınırız!. Bu rahatlık ortamının Isısı Sürekli Olarak artsa bile böyle ...

- Cardio bu Dünyevi VEYA uhrevi kişisel hayatımızda da tavrı sürdürme eğilimindeyizdir. Dünya HAYATININ cazibesi bizi uyuşturuyor, ahireti yani sonumuzu düşünmemizi engelliyor.

- Toplumsal hayatımızda da. Kendimizi koruma içgüdümüz, gerek kişisel Alanda Toplumsal ARENADA Ettik gerekse "suyumuz yavaş yavaş ısınmakta devam ediyorsa ..." tehlikeleri algılayamaz Bir uyuşukluğa dönüşür.

SONUÇ olarak, Gösterilen Gösterilen Ve ne Kendimizi Ettik ne de ülkemizi savunamaz Bir hale geliriz. Sonra, haşlanıp, gideriz bu dünyadan ...


ÇOCUKLUĞUNU YAŞAYAMAMIŞ Büyüklere BİR MASAL DAHA:


TİLKİ İLE TAVUKLARIN HİKAYESİ

Abd'de bir askeri okulda ders Olarak anlatılan Horoz Tilki Hikayesini A.Ş. dillendirelim bu kez.


"Dershanede hocayı beklerken ışıklar kapanmış Bir çizgi film gösterilmeye başlanmış Ettik.
... Filmin adı "Küçük Tavuk". Bir Var Kümes. Kümeste Bir çok tavuk ile genç ziyaretinde küçük Horozlar, bir de kümesin Yaşlı Büyük horozu Bulunuyor Ettik. Kümesin Etrafında da Bir tilki dolaşıyor. Yaşlı Büyük horoz Ettik, tilki içeri girmesin diye kümesin kapısını sıkı sıkıya kapatmış, tavukları Dışarı bırakmıyor. Tabii Dışarı çıkamadıkları İçin Doğru dürüst yemlenemeyen tavuklar da zayıf küçük tavuklar Ettik. Yaşlı Ettik Büyük horoz imkb Dışarı bırakmadığı tavuklara ölmeyecek Kadar mısır tanesi dağıtarak yaşamalarını sağlıyor.

Kümese giremeyen tilki Eklendi Eklendi bunun Üzerine kümesin tellerinde Küçük Bir delik açarak küçük ziyaretinde genç Bir horoza sesleniyor ziyaretinde ona biraz mısır veriyor. Mısırı yiyen küçük horoz Genç Ettik onu gün gelip tilkiden mısır aliyor. Bir Süre Sonra tilki küçük ziyaretinde genç horoza Tek Başına yiyebileceğinden Fazla mısır verince genç horoz hem kendisi yiyor hem de Diğer tavuklara mısır dağıtıyor. Böylece yavaş yavaş Yaşlı ziyaretinde Büyük horozun kümesteki gücü kırılıyor. Horozun etrafındaki tavuklar azalmaya başlıyorlar. Artık Popüler Olan genç Ettik artık irileşen horozun Etrafında imkb tavuklar toplanıyor.Bu aşamada tilki kümesin kapısının Önüne mısır bırakıyor. Kümeste Bir tartışma çıkıyor. Kapıyı açalım mı açmayalım mı diye. Sonunda korkarak Kapıyı açıyorlar kafalarını Dışarı uzatıp yemlenip hemen geri çekiyorlar Ettik. Bir Süre böyle devam ediyor. HİÇBİR ŞEY olmuyor. Kümesteki tavuklar rahatlıyor. Korkuları azalıyor. Nihayet Bir Gece tilki kümesin önündeki avluya mısır döküyor. Artık korkusuz Olan tavuklar genç Ettik artık Güçlü horozun öncülüğünde Dışarı çıkıyor Rahat Rahat yemleniyorlar Ettik. tavuk semiriyor Kümesteki ONUN. Tilki Bir Süre Sonra gece kümesin Kapısından Kendi mağarasına Kadar mısır tanelerini döküyor. Sabah kümesten çıkan ziyaretinde korkusuzca yemlenen tavuklar yemlene yemlene mağaraya Kadar gidiyorlar. Sonra mağaraya giriyorlar. Onlari içeride Bekleyen tilki bütün, kümes mağaraya girince mağaranın kapısını kapatıyor. "
Çizgi Film Burada Bitmiş. Işıklar yanmış. Bu acısını hocası kürsüye çıkarak, "İşte Üçüncü Dünya ülkeleri'ndeki böyle yönetilir" diyerek derse Başlamış Ve.

***
Sorular:
1-Kümes NERESİ?,
2-Yaşlı Horozlar Kimler?
3-Genç horoz KİM, şu anda Neler yapıyor?
4-En önemlisi tilki KİM?

Buna Göre icinde bulunduğumuz Durumu sorgular isek Binlerce yorum yapıldığı Ortaya çıkar.


Unutmayalım Ulusların dostları yok sadece sadece sadece sadece çıkarları Vardır.

fehmi Demirbağ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder